ANDRE BRETON (Ferit Edgü, Ağustos 1992)

28 views
Skip to first unread message

necmi

unread,
Oct 13, 2012, 6:50:40 AM10/13/12
to imge-söz


NADJA- ANDRE BRETON (18 Şubat 1896 - 28 Eylül 1966

Tıp öğrenimi yaparken I.Dünya Savaşı'nın patlamasıyla askere alındı.
Kendi isteğiyle II.Ordu'nun ruh ve sinir hastalıkları merkezine
atandı. O sırada çok az tanınan Freud'un yöntemlerini klinik olarak
kullanma olanağı buldu. Bu sırada tanıştığı nihilist Jacques Vache'den
çok etkilendi. Apollinaire ile tanıştı.
Paris'e döndükten sonra, 1919'da, Louis Aragon ve Philippe ve Soupault
ile Littérature adlı dergiyi kurdu ve ilk kitabı Mont de Piéte'yi
(Pieta Tepesi) çıkardı. Shouppault ile birlikte écriture automatique
(otomatik yazı) yöntemiyle Les champs magnetiques (Manyetik Alanlar)
adlı özgün metni bu dergide yayımladı. Bu tekniğin amacı bilinçaltını
bütün dış etkilerden kurtarıp, kendisini özgürce sergileme olanağı
sağlamaktı. 1921'de Viyana'ya gidip Freud'la tanıştı.
1921'de Simone Kahn ile evlendi. 1922'den itibaren, yeni bir dünya
kurulması olasılığının tamamen göz ardı edildiği gerekçesiyle
dadacılıktan uzaklaşmaya başladı. 1924'de Manifeste du surréalisme'i
(Gerçeküstücülük Manifestosu) yayımladı. Bu metinde gerçeküstücülük,
düşüncenin bütün denetimlerden uzak bir biçimde kendisini ortaya
koyması olarak tanımlanıyordu. Dualizme karşı çıkan Breton aykırı gibi
gözüken şeyleri gerçeküstücülükte birleştirmeye çalışıyordu.
Breton sanatın siyasetten ayrılamayacağına inanırdı. 1925'te Fransa-
Fas savaşında, Louis Aragon ve Paul Eluard'la birlikte Komünist
Partisi'nin görüşlerini savundu. Sonra 1927'de hep birlikte partiye
girdiler. 1935'te, gerçeküstücülüğün bağımsız bir devrimci hareket
olması gerektiğine inanan Breton partiden ayrıldı. 1938'de gittiği
Meksika'da Troçki'yle birlikte Bağımsız Devrimci Sanat Federasyonu'nu
kurdu. 1930'da İkinci Gerçeküstücülük Manifestosu'nu yayımlayarak
hareketin teorisini geliştirdi. Ve Antonin Artoud, Robert Desnos ve
Philippe Soupault'yı hareketten attığını açıkladı. Chilar'da
yayımladıkları Un Cadavre (Bir Ceset) adlı broşürde Breton'u şiddetle
eleştirdiler. 1938'de, Paris'te düzenlenen ve 14 ülkeden 70 sanatçının
katıldığı Uluslararası Gerçeküstücülük Sergisi, akımın doruk noktası
oldu. Fransa'nın işgali üzerine 1941'de Newyork'a gitti. Orada Max
Ernst, Marcel Duchamp ve David Hare ile birlikte VVV adlı bir dergi
çıkardı. Bir dizi konferans verdi. 1942'de Üçüncü Manifestoya Giriş'i
yayımladı. 1946'da Paris'e döndü. II.Dünya Savaşı'nın ardından
varoluşçuluğun yaygınlaşmasıyla gerçeküstücülük etkisini yitirdi. Ama
Breton ölene dek gerçeküstücülüğü savundu.
MİTOS YAYINLARI Andre Breton'un 1928'de yayımladığı Nadja adlı kitabın
çevirisi, Folio Yayınlarının 1964 tarihli baskısından İsmail Yerguz
tarafından yapılmıştır.
BRETON VE NADJA ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Sürrealizmin yazın ve sanat alanında etkisinin görünmediği ender
ülkelerden biridir Türkiye. Bir Türk gerçeküstücülüğü hiçbir zaman
olmamıştır. Sürrealizmi, sanat alanında, biraz başkaldırı, biraz
aykırılık, biraz değişiklik, biraz gerçeküstücülük olarak görenler
(aslında onun felsefesinden hiç mi hiç haberi olmayanlar), örneğin
Garip şiirini, Sait Faik'in son öykülerini ve benim kuşağımın ilk
öykülerini, günümüzün biraz fantastik, biraz fantezi ürünü öykülerini
sürrealizm sözcüğünü Türkçe'ye çevirerek "gerçeküstücü" olarak
nitelemişlerdir.
Oysa sürrealizm yalnız bir sanat okulu değil, bir dünya görüşüdür.
Akımlar ve okullarla dolu 20. yüzyıl sanat dünyasında, insanı ve
dünyayı değiştirmeyi amaçlayan tek sanat akımıdır.
Bu akımın başlıca yaratıcılarından ve ölene (1966) değin
savunucularından André Breton'un, dilimizdeki ilk kitabı Nadja,
yayımlanışından (1928), altmış dört yıl sonra Türk okuruna sunuluyor.
Geçen yıl Paris'te Centre George Pompidou'da düzenlenen André Breton
sergisini gezenler, Breton'un yalnız büyük bir şair, büyük bir yazar,
eşsiz bir sanat akımının kuramcısı değil, aynı zamanda "burnu en iyi
koku alan" bir sanat "kaşifi" olduğunu da gördüler.
Breton, çağdaş sanatın, bugün yeryüzünün belli başlı modern sanatlar
müzelerinde yer alan yapıtlarını "keşfetmekle" kalmamıştır. Ülkelerin
sanatına, halk sanatına da en "doğru" bakan, onların dilini en iyi
söken ve geçmişten, yerelliklerinden koparıp günümüze taşıyan ve
evrenselleştiren ender sanatçılardan biri olmuştur.
André Breton, sanata, kendine değin bilinmeyen, ya da bilinip
değerlendirilmeyen yepyeni bir geçmiş yaratmıştır. Geçmişin
karanlıklarında kalan birçok yazar, şair, birçok sanat sürrealizmle
yeniden doğmuştur. Gerçek, yenilikçi sanat akımı odur ki, kendini
doğururken, geçmişin unutulmuş değerlerini de beraberinde doğurur.
Breton içinden çıktığı toplumun kültür/sanat temelini oluşturan Yunan/
Latin kültür, sanat ve felsefesine karşı çıkıyordu. Çünkü karşı
çıktığı rasyonalizm, bu kültür ve felsefenin ürünüydü. (Yaşamındaki
tutarlılığı saçmaya değin götüren sanatçı, örneğin, hiçbir zaman, bu
kültür ve felsefenin ana kaynağı sayılan Yunanistan'a ayak basmadı.)
Kuşkusuz sürrealizm, bir antirasyonalist akımdı. İnsanoğlunu hiçbir
zaman ratio'nun (usun) verileriyle anlayamazdık. Hayalin ve düşün
ussal bir yönü yoktu. Düşler, büyüler, tılsımlar, seziler, önseziler
rasyonalizmin nesi ile açıklanabilirdi?
2
Hayır, Batı'nın, ratio temelleri üzerinde yükselen kültürü, sanatı,
uygarlığı tek kültür, tek sanat, tek uygarlık değildi. Usun ötesinde
bir sezgi; felsefenin ötesinde bir algılama; hatta düşünce dilinin
ötesinde bir dil vardı ki, bunların kendilerini dışavurumları çok daha
saf, çok daha authentigue olabiliyordu. Sürrealizm akımı içinde yer
alan sanatçılar da, pusulalarını daha çok bu yöne çevirdiler.
Nadja, Breton'un ve sürrealizmin ilk gençlik ürünlerinden biridir. Bu
kitabı, yazınsal türlerden (roman, öykü, anı... ) birine sokmak
güçtür. Gerçi bu kitaba adını veren kişi ve anlatılan olaylar, düşsel
bir kurgu değil, Breton'un tanıdığı, bir süre birlikte olduğu kişinin
ve Breton'un yaşadığı olaylardır. Ama gene de bu kitap bir anı kitabı
değildir. (Breton hiçbir zaman anılarını kaleme almamıştır.) Bir roman
kurgusu ile de karşı karşıya değiliz. (Breton, hiçbir zaman bir roman
yazmadığı gibi, romanı yaratıcı yazınsal bir eylem olarak da görmez.)
20. yüzyıl yazının kendine özgü, tür dışı bir metnidir Nadja.
Sürrealizmin yalnızca sanatsal bir kuram olmadığını, yaşamın bir
parçası olduğunu duyurmak istemektedir bu kitabıyla Breton. Günlük
yaşamın içinde gerçeği aşan insanların, durumların varolduğunu
belgelemek ister. Yaşam, rastlantılardan oluşur. Ama derinine
indiğinizde, bu rastlantıların kendi aralarında bir anlamları vardır.
Düş, sanrı, sayıklama yaşamımızın birer parçasıdır. Her düşün, her
sanrının, her sayıklamanın günlük yaşamda bir karşılığı vardır. Yalnız
yaşanmış olanlardan değil, yaşanacak olanlardan da kaynaklanabilir
bunlar. Nadja, genç Breton'un bir sokakta karşılaştığı, bir mıknatıs
gibi onu kendisine çeken kadın, sanki sürrealizmin kendisidir.
Doğaüstü güçlere inanan Breton, Nadja'nın çekim alanına girer ve ona
"Gizemin karşısında Taştan adam, anla beni" der. Sonra ekler: "Kömür
topaklarıyla dolu bir deliğin karanlığında bir sarkaç gibi sallanan bu
terazi de neyin nesi?"
Gerçekten neyin nesidir "düşüncelerini ayakkabılarının ağırlığıyla
daha da ağırlaştırmamak" isteyen bu kadının sözleri?
Gerçeğin, gerçeküstücü bir biçimde söylenmiş doğruları olmasın?
Bir akıl hastanesinde noktalanan Nadja'nın yaşamına karşın, Breton
şöyle yazacaktır: "Nadja için akıl hastanesinin (tımarhane için akıl
hastanesi, Türkçe'mizin gerçeküstücü deyişlerinden biri. -F.E.) içiyle
dışı arasında pek bir fark olmadığını düşünüyordum."
Niçin, yalnızca Nadja için?
Niçin, "psikiyatriye, onun afra tafrasına, eserlerine nefret" duyan
herkes için değil?
"Delilik olmayanla, delilik arasında, iyi bilindiği gibi, bir sınır
olmaması, bunlardan birinin de, ötekinin de algı ve düşüncelerine
farklı değerler yüklemekten" yazarın kaçınması dolayısıyla mı?
Bilmiyorum.
Bildiğim, insan Nadja'nın değil, yapıt Nadja'nın gerçeği. Bu da
sanatsal bir gerçek. Günlük gerçekliği, onu anlatırken bile aşan, onun
içindeki doğa ve gerçeküstünü sergileyen ve insanın içinde bir başka
insan olduğunu (Eluard) dile getiren görünmeyeni, algılanmayanı
yadsımayan, tam tersine onlara şapka çıkaran, dört gözle bakan bir
yaklaşım.
Bu "zamanın altınını arayan", 20. yüzyıl sanatının en büyük devrimini
yapan sanatçının yüreği, dostu ve uzun yıllar yoldaşı olan Marcel
Duchamps'nın ölümünün ardından yazdığı gibi, aşk için çarpmıştır tüm
yaşamı boyu. "Böylesi büyük bir aşk gücüne sahip bir başka insan
tanımadım. Yaşamın yüceliğini böylesi bir sevme yeteneği (...).
Breton, çarpan bir yürek gibi severdi."
Nadja, işte böylesi sevmeyi bilen bir insanın yaşam ve yazı
serüvenindeki duraklardan biri. Altmış dört yıl sonra da, ilk
yazıldığı günün tazeliğini taşıyor. Aşkın çiçeği solmadığı için.
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages