Alternatif metin önereceklere bir kaynak olarak ve kolaylık olsun diye Erdoğan’ın İstifasına dayalı bir harekete yönelik yazıların derlemesi.

2 views
Skip to first unread message

Demir Altona

unread,
Oct 9, 2015, 5:50:06 AM10/9/15
to erdogan...@googlegroups.com, hdpye-...@googlegroups.com, hdpyi-savunma-ve-d...@googlegroups.com

Alternatif metin önereceklere bir kaynak olarak ve kolaylık olsun diye Erdoğan’ın İstifasına dayalı bir harekete yönelik yazıların derlemesi.

Niçin #Erdoğanİstifa - (Konuyu ele alan yazıların derlemesi)

 

Niçin #Erdoğanİstifa - (Konuyu ele alan yazıların derlemesi) 1

#Erdoğanİstifa #Erdoğanİstifa #Erdoğanİstifa #Erdoğanİstifa. 2

Erdoğan Nasıl Durdurulabilir? Yurttaşlarca, Sessizce, Sabırla, Israrla ve Kâğıttan Turna Kuşlarıyla  8

Erdoğan Neden Gitmelidir? Nasıl Gider?. 16

Yurttaşlara Çağrı 29

Erdoğan Nasıl Gitmez, Nasıl Gider, Nasıl Gitmeli?. 32

 

 

#Erdoğanİstifa #Erdoğanİstifa #Erdoğanİstifa #Erdoğanİstifa

Erdoğan’ın şimdiki bütün stratejisi, kendisinin yolsuzluklarına, darbesine, keyfiliğine, yasaları ayaklar altına almasına; kendi geleceği için milyonlarca insanın geleceğini karartmasına yönelik olarak, giderek büyüyen tepkiyi, HDP’ye kanalize etmeye yöneliktir.

Binlerce yıllık tecrübeden süzülmüş Çin savaş sanatı kitapları buna: “merdiveni alıp götürmek için bakışları dama çevirtmek” derler.

Erdoğan’ın elinde, neredeyse basının tamamı olmasına rağmen; devletin mali ve istihbari kaynakları, örtülü ödenekleri MİT’i, polisi, ordusu olmasına rağmen; örtülü ödenekten paralarla örgütlediği MİT destekli serseri çeteleri olmasına rağmen, şu ana kadar yine de amacına ulaşamamıştır.

Halkın hala ifade gücü bulabilen sağduyusu, bunu engellemiştir.

Sadece iki gözlem bile şimdiye kadar başarı kazanamadığını kanıtlar:

Birinci gözlem:

“Şehit Cenazeleri”nde “şehit yakınları”nın sürekli Erdoğan ve bakanlarına yönelik; ölümlerden onları mesul tutan suçlamaları görülmektedir. Bu sesler giderek daha sık ve daha yüksek çıkmaktadır.

İkinci gözlem:

HDP’ye yapılan ve bütünüyle gizli servislerce örgütlenen ve aslında polis desteği ve hoşgörüsünden cesaret almasa, höt denince dağılacak grupların saldırıları, yakmaları ve terörü, her ne olursa olsun normal halktan hala hiçbir destek bulmamıştır. Katılanların resimlerine bakın. Bu ülkenin işinde gücünde insanları yoktur ve en geniş halk kitlelerinin HDP’ye hiç sempati duymayanları bile, bu çetelerden ve saldırılarından uzak durmaktadırlar. Saldırı ve yakmalara katılanlar genellikle başka yerlerden getirilmiş lümpenlerdir.

Bu iki gözlem bile Erdoğan’ın amacına tam olarak ulaşamadığını gösterir.

*

Erdoğan’ın bir diğer bütün stratejisi, halkımızın deyişiyle, “Deliye taşı andırmamak”; “Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmemek” olarak tanımlanabilir.

Erdoğan, halkın “Artık Yeter!”,Edi Bese!” diyerek kendisine yönelmesinden; istifasını istemesinden, istifası için sokakları doldurmasından; ikinci bir Gezi’den, ölümü görmüşçe korkmaktadır.

Erdoğan, kendisinin istifası yönünde bir hareketin oluşmasını engellemeye çalışmaktadır. HDP’ye saldırıların ve onun hedef haline getirilmesinin bir nedeni de budur.

Maalesef bu oyuna HDP ve CHP de gelmektedir. Her ikisi de seçimlere odaklanmış olup, adil bir seçim yapılacağı umutları üzerinden politika yapmaktadırlar. HDP en azından bu umutla kabineye bakan verdi; bakan vererek de bu umudu besledi.

CHP hala bu umutla, Erdoğan’ın istifasını isteyecek yerde, onu serinletecek önerilerle oyalanıyor; “verelim 400’ü yeter ki kanı durdur” diyor.

Farkına varmadan ikisi de Erdoğan’ın oyununa geliyor.

*

HDP’ye yönelik terörün bir işlevi kendisine yönelik tepkiyi başka noktaya kanalize etmek ise;  diğer bir işlevi, HDP’ye saldırılar aracılığıyla HDP’li olmayanları da korkutmak; sesini çıkaramaz duruma getirmek; onlara gözdağı vermektir.

Böylece bugün hala şehit cenazelerinde sesini çıkarabilen ve saldırılardan uzak durabilen insanları sesini çıkaramaz; saldırılardan uzak duramaz duruma getirmektir.

Buna da yine Çinliler “Yüz kişiyi korkutmak için bir kişiyi idam etmek” veya “Maymunu korkutmak için tavuğu öldürmek” stratejisi derler.

Erdoğan’ın HDP’ye saldırılar aracılığıyla, bir yan ürün olarak ve uzun vadedeki hedefi, aynı zamanda, HDP’li olmayan muhalifleri de terörize ederek, ederek kendisine karşı duydukları tepkiyi dile getiremeyecekleri bir boğucu atmosferi egemen kılmaktır.

Bir zamanların Hitler selamı vermeyenlerin cezalandırılması gibi, kendisine biat etmeyen herkes sesini çıkaramaz hale gelecektir.

*

Erdoğan aynı zamanda zamana karşı yarışmaktadır. Ama yanıltmak için acelesi yokmuş gibi yapmaktadır. Yani bir yandan bir an önce iktidarını sağlama bağlamaya çalışmakta, ama diğer yandan muhalefeti kararsız bırakmak için acelesi yokmuş izlenimi vermektedir. Yani zaman kazanmaya çalışmaktadır.

Erdoğan, şimdiye kadarki desteğini 2011’e kadar gelen ekonomideki büyümeye, dayandırmıştı. Bunu ülkenin geleceğini harcayarak yapıyordu ama ne olursa olsun bu ona toplumun alt kesimlerinin sadakatini ve desteğini kazandırmıştı.

Ancak şimdi deniz bitmiş bulunuyor. Ekonomideki kötü gidişin her zaman oylara da dolayısıyla aldığı oy oranlarına yansıyacağını da bilmektedir. Dolar’ın yükselişinin, dış ticaret açığının, büyüyen işsizliğin, düşen büyümenin etkileri insanların günlük yaşamında hissedilip memnuniyetsizlikler kendisine yönelmeden bir an önce başkanlığını oturtması gerekmektedir.

İşte bu noktada, bir yandan zamana karşı yarışırken, diğer yandan da karşı tarafı rehavete düşürme; seçimlere odaklandırma stratejisi izlemektedir. Sanki seçimler yapılacakmış izlenimi vermektedir. Ve başta CHP,  parlamentonun çoğunluğunu oluşturan partileri hareketsiz tutarak zaman kazanmaktadır.

Ama kararsızlıkla geçirilen her an, Erdoğan’ın yeni bir mevzii ele geçirmesine; yeni bir sınırı aşmasına; var olan ve gasp ettiği güce dayanarak yeni güçler ve hareket alanları edinmesine imkân vermektedir.

Erdoğan’ın en büyük dostu ve silahı, kendisine muhalif olanların kararsızlığı ve onun kararlılığını kavramamalarıdır.

O da zaten sistemli olarak bunu da bir savaş stratejisi olarak kullanmaktadır.

Erdoğan kendisi zamana karşı savaşırken, her saniyeyi yeni bir mevzi ele geçirmek olarak için kullanırken; seçimlere odaklanmayı sağlayarak, muhalefetin şimdiden tepkisini göstermesini engellemektedir. Hitler böyle böyle iktidara gelmişti. İlk iktidara geldiğinde gücü çok azdı. Ama bizzat iktidarı gücünü arttırmanın bir aracı olarak kullanmıştı. Onun hakkından Çekoslovakya bile gelebilirdi. Ama Münih’te Hitler’i yatıştırmak için Çekoslovakya peşkeş çekildi. Bu sefer o güçlere dayanarak yeni güçler ve zaferler kazandı. Sonunda öyle mevziler kazanmış ve güçler elde etmişti ki, aslında çok küçük bir güçle ve kayıpla bütün bunlar engellenebilecekken, sonra ondan kurtulabilmek elli milyon insanın hayatına mal olmuştu.

İşte şimdi Erdoğan’ı durdurabilecek olanlar, felç olarak durdukça, Erdoğan böylece zaman kazanarak seçimler yaklaştığında seçimleri de erteleyecek, ama bu sefer muhalefetin kaybettiği mevzilerle buna direnecek gücü kalmayacak; o yeni güçler ele geçirmiş olarak yeni alanları fethe; yeni saldırılara başlayacaktır.

Sanılanın aksine büyük bir olasılıkla Erdoğan seçim yaptırmayacaktır.

Ancak HDP’yi tümüyle oyun dışına itip, seçimlere sokmayabileceği veya HDP’lilerin oy veremeyeceği bir seçimde seçime razı gelir.

Erdoğan ne yaparsa yapsın HDP’yi oyun dışına itemediği sürece tek başına iktidar; dolayısıyla fiili başkanlık; darbesini meşrulaştırması mümkün değildir.

Bu nedenle seçim yaptırmayacaktır. Ama Erdoğan, stratejisi gereği, bu adımı, seçime iyice yaklaşıldığı bir noktada atacaktır.

Bu arada seçim olacağı vaadiyle, muhalefeti kararsız bırakırken, aynı zamanda, saldırılarla, seçimi olanaksız kılacak; Olağanüstü hali meşru gösterecek bir ortamı hazırlamaktadır.

Erdoğan’ın şimdiye kadar yaptıkları yapacaklarının ne olduğun gösterir.

Liberal yazarlar ve CHP tam bir aymazlıkla hala bu oyunu görmek istememektedirler; halkın gözüne kül atmaktadırlar.

*

Peki, bizim stratejimiz ne olmalıdır?

Erdoğan’ın tam tersi.

Zaman kazanma oyununa gelmeme; çatıya bakmama, merdivene sıkı sıkıya sarılma; “taşı anma”; aklımızdan karpuz kabuğunu çıkarmama.

Ve bütün bunları tıpkı Erdoğan gibi zamana karşı yapmak gerekiyor.

O halde yapılacak iş bellidir.

Hemen, derhal, Erdoğan’ın istifasını isteyen; seçime kadar beklemeyen; hareketsiz kalmayan bir hareket başlamalıdır.
Erdoğan’ın kanunsuzlukları karşısında kanunlar çerçevesinde ve kanunlara uyarak; tamamen barışçıl, demokratik araçlarla ama kitlesel bir hareket.

Kitlesellik ancak böyle sağlanabilir. Kitlesel olduğu ölçüde de bunlara bağlı kalır. Çünkü yasallık Erdoğan’ı öldürüyor. Bunu hiç akıldan çıkarmamak gerekir.

Demokrasilerde politik değişiklikler; personel değişiklikleri ille de seçim sandıklarında oylarla olacak diye bir kural yoktur. Aksine bir demokrasi seçilenlerin ve seçenlerin arasında zamanla ortaya çıkan farklılıkları minimumda tutmanın yollarını açık tuttuğu ölçüde demokrasidir.

Bir politikacı yolsuzluk yapmışsa, seçmenlerine ihanet etmiş, onları kandırmış demektir. İstifa eder örneğin.

Ya da savunacağını söylediği politikayı değiştirmişse ve savunmuyorsa veya kendisi seçenlerin görüşleri değişmişse, uygar bir politikacının istifa etmesi gerekir.

Batı demokrasilerinde genellikle böyle yürür iyi kötü bu işler.

Ama Türkiye’de böyle yürümez. Batı’da örneğin, Erdoğan gibi yolsuzluklarla adı anılmış bir politikacı, derhal istifa edip mahkemeyi çıkmayı ister ki adı temizlensin. Şark despotluklarında ise, aynı politikacılar, bunu talep edenleri yaşatmazlar, iktidara dört elle sarılırlar. Çünkü onlar gücünü devletin gücünden alırlar. O güç olmadığı an bir hiç olmaktan öte bir anlamları olmaz. Makamları ve servetleri olmadığı takdirde kimsenin kendilerine selam bile vermeyeceğini bilirler. Erdoğan’ın tüm davranışları da böyledir.

O halde uygarca istifa etmiyorlarsa, istifaya zorlayan kitlesel ve demokratik bir hareket oluşturulabilir.

O halde, demokratik uyanıklık gösterip, Erdoğan’ın oyununa gelmeden, seçime kadar felç olmuş bir durumda bekleyip, zaman ve mevzi yitirmeden; hemen şimdi, Erdoğan’ın istifasını isteyen bir hareket başlaması gerekmektedir.

*

Bir politikacının istifasını istemek, bunu dile getirmek; bunun için örgütlenmek; gösteriler yapmak; insanların çoğunluğunu bu görüşe kazanmak için bu hakları kullanmak, demokratik bir haktır.

Bütün şark despotlukları gibi, Türkiye’de de haklar her ne kadar kâğıt üstünde olsa ve bunların kullanımı merkezi cihazın atadığı memurların iki dudağının arasında olsa da, bu hakkı kullanmaya çalışmak gerekir.

Bu demokratik hakkı kullanarak, hiçbir şekilde seçimi beklemeden, derhal, Erdoğan’ın istifasına yönelik bir halk hareketi yaratmalıyız.

Erdoğan’ın istifası taleplerini bin bir biçimde dile getirmek mümkündür.

Hiçbir şekilde şiddete başvurmadan.

Yollarda ve meydanlarda yürüyerek, oturarak; yatarak;

Bir zamanların “Duran Adam”ı gibi durarak;

Her mesajımıza #Erdoğanİstifa yazarak;

Erdoğan veya bakanları geçerken sırtımızı dönerek;

Açlık veya sakal veya çalışmama grevleri yaparak;

Geceleri balkonlarda tencere çalarak;

Arabalarımızın sileceklerini havaya kaldırıp çalıştırarak, yani sileceklerle hayır diyerek;

Şu an akla gelmeyen bin bir biçimde, halkın geniş yaratıcılığı ile bu protesto ve talep dile getirilebilir. Gerçek bir kitle hareketi yaratılabilir.

Bunun için Gezi hareketini yaratanlar tekrar ayakları üzerine dikilmelidir.

*

Şimdi demokratik haklarını kullanmayanlar; sivil itaatsizlikle direnmeyenler, yarın soluk alacak en küçük bir delik bile bulamayacaklardır.

Bugün HDP’ye yapılanlar, yarın tüm muhalefet edenlere, CHP’ye de yapılacaktır.

Bugün HDP düşmanlığı ile Erdoğan’a en büyük desteği veren; Erdoğan’ın Meclis’i by pas etmesine imkân tanıyan MHP bile bu akıbetten kurtulamayacaktır.

Hatta AK parti içindeki muhalifler bile kurtulamayacaktırlar.

Hitler’in SA faşistlerin temizlediği “Uzun Bıçaklar Gecesi”ni unutmasınlar.

Kristal geceleri yaşadığımız şu günler; aynı zamanda uzun bıçaklar gecelerinin de geleceğini göstermektedir.
Herkese sıra gelecektir.
Erdoğan için geri dönüş yoktur.

O sadece daha ileri giderek konumunu ve iktidarını koruyabilir.

Erdoğan şimdilik sadece taktik bir kaygıyla bütün bunlara, ilk elde de CHP’ye ve diğer demokratlara saldırmamaktadır.

Hitler de öyle yapıyordu.

*

O halde şimdi HDP’yi savunmak, aslında yarın kendimizi savunmaktır.

Bu nedenle şimdi HDP’yi savunmak için HDP’li olmak gerekmiyor.

Bugün HDP’yi savunmazsak, yarın bizi savunacak kimse olmayacaktır.

HDP tamamen yasal çerçevede faaliyetini yürütmesine rağmen, ülkenin milyonlarca oy almış bir partisi olmasına rağmen, Erdoğan kanunları çiğneyerek haklarını kullanmasını engellemektedir.

Yurttaşların can ve mal emniyetini savunmak devletin ve emniyet güçlerinin görevi olmasına rağmen, onlar Erdoğan’ın emirleriyle bu görevlerini yapmamakta, aksine bu hakkın çiğnenmesinin destekçisi olmaktadırlar.

Milletvekillerinin dokunulmazlıkları fiilen çiğnenmekte, sadece yurttaşların değil; halkın seçilmiş temsilcilerinin bile seyahat etme hakkı gasp edilmektedir.

Erdoğan bunlarla da yetinmemekte, HDP’ye ve HDP’li vekillere karşı tüm kanunları ve kanunlarla belirlenmiş hakları çiğneyerek yeni saldırılar hazırlamaktadır.

Bunun ipuçları HDP’yi gizli örgüt olmakla ve halkın huzurunu bozmakla yaptığı suçlamalardır.

Erdoğan’ın hedefi HDP’yi seçime sokmamaktır. Bunu başaramadığı takdirde de seçimleri erteleyecek, bunun için de savaş hali veya olağanüstü hal gibi gerekçelerin ardına gizlenecektir.

Ancak HDP seçime giremediği veya HDP seçmeninin oy veremeyeceği koşullarda seçim yapıldığı takdirde Erdoğan bugünkü başkanlığı gaspını sürdürebilir.

*

Günümüzün en acil sorunu Erdoğan’ın oradan gitmesidir. Bu sivil darbeye karşı, sivil itaatsizlikle, pasif ve kanunlar çerçevesinde direnişle son vermek gerekiyor.

Erdoğan’ın saldırıları karşısında HDP’yi savunmak gerekiyor. Çünkü HDP’yi savunarak aslında kendimizi savunmuş oluruz.

Bu ikili strateji Erdoğan’ın oyununu bozabilir.

Erdoğan’ın darbesine bu yollarla son verilmeden, bir askeri darbe olasılığı da yok edilemez.

Erdoğan’ı seçim sandığında uzaklaştırabileceklerini düşünenler, bunun bedelini çok ağır ödeyeceklerdir. Çok kıymetli bir zamanı ve konumu yitirmiş olacaklardır: bunu anladıklarında ise artık çok geç olacaktır.

Çünkü Erdoğan kaybedeceği bir seçime asla bir daha girmeyecektir.

Aslında Erdoğan seçim yapılmasını engellemek için bütün taşları da döşemiş bulunuyor.

Seçim sandığında Erdoğan’a haddini bildiririz sahte hayalleriyle oyalanmadan, daha şimdiden, durarak, yürüyerek, yatarak, oturarak, sırtımızı dönerek, yazarak, çizerek, her biçimde Erdoğan’ı istifaya zorlamak üzere davranışa geçelim.

Bugünün en acil sorunu Erdoğan’ın o makamı terk etmesidir.

Milyonlarca insanın geleceği bir tek adamın geleceğine kurban edilemez.

#Erdoğanİstifa #Erdoğanİstifa #Erdoğanİstifa #Erdoğanİstifa

Demir Küçükaydın

10 Eylül 2015 Perşembe

 

 

 

 

Erdoğan Nasıl Durdurulabilir? Yurttaşlarca, Sessizce, Sabırla, Israrla ve Kâğıttan Turna Kuşlarıyla

Erdoğan’ı ancak yurttaşların sessizliği, sabrı, ısrarı, bir tek noktaya yoğunlaşması, kitleselliği ve kâğıttan yapılan turna kuşları durdurabilir.

Niçin, nasıl, nerede?

Erdoğan’ı durdurmanın seçim olduğunu ve sandıklarda onun cezalandırılacağını söylemek, çok tehlikeli bir biçimde Erdoğan’a zaman kazandırmaktadır.

Bunu söyleyenlerin anlamadığı, Erdoğan’ın geri dönüşünün olmadığı; daima ileri gitmek zorunda olduğudur. Yani Erdoğan, fiilen darbe yaparak yası dışı bir şekilde el koyduğu ve bunu açıkça söylediği bugünkü yetki ve konumundan geri adım atmayacak; aksine bunu daha ileri götürecektir. Buna mecburdur. Aksi takdirde mahkemelerde hesap vermesi, vermemek için de kaçması kaçınılmazdır.

Bu durumdaki bir kişi kaybedeceğini bildiği bir seçim yapmaz; kaybedeceğini görürse bir yolunu bulup seçimi erteler ve fiili duruma devam eder. Bütün bunları yapamayıp da yine de seçim yapılır sonuçta azınlıkta kalırsa da tıpkı şimdi yaptığı gibi, bu sefer de seçim sonuçlarını tanımayacaktır. Bunu bizzat en yakınındakiler bir şekilde ifade ettiler. Çocuktan al haberi derler. Erdoğan’ın adamları her ağızlarını açtıklarında seçimlerden sonra sonuç ne olursa olsun nasıl bir keyfi ve diktatörce bir rejim oturtacaklarına ilişkin planlarını ele veriyor; açıkça söylüyorlar.

İşin kötüsü, Erdoğan’ın emrivakilerine direnecek hiçbir güç bulunmamaktadır. Merkezi ve bürokratik bir kapıkulları ordusundan ibaret bir devletin normal soncudur bu. Devletin başını ele geçiren, bir saray darbesiyle devrilene kadar aklını yitirmiş bir sultan bile olsa kimse onu oradan alamaz.

Erdoğan ise binlerce odalı sarayını, kendine bağlı kapıkullarıyla doldurmuş; orada kendine sadık ve var olan devleti yönetecek kendi devletini kurmakla meşgul. Bir saray darbesi ile uzaklaştırılma olasılığı bile yok.

Bir tek güç vardır onu oradan uzaklaştıracak. Yurttaşların direnişi.

Ama var olan partiler, bu direnişi örgütleyecek; halkı direnişe ve uyanık olmaya; zaman kaybetmemeye çağıracak yerde; sahte hayaller yayarak; Erdoğan’ın yolunu açıyorlar nesnel olarak.

Kimileri anketlerde AK parti’nin düşen ve HDP’nin düşmeyen oylarına bakarak yürek soğutuyorlar.

HDP’nin yüzde onu geçip geçmemesi değildir artık Erdoğan’ın sorunu. Erdoğan’ın sorunu, Adı hala AK Parti olan ama aslında Erdoğan’ın kapıkullarının, memurlarının bir partisi olan, onun emrinin dışına çıkamayacak olan; meclisi kendisinin basit bir avadanlığına dönüştürecek olan, AKP’nin tek başına çoğunluğu almasıdır.

Bunun için çok küçük oy farkıyla kaybettiği yerlerde küçük oy atışları bile tekrar Erdoğan’ın atadığı memurlardan oluşan AK Parti’nin tek başına çoğunluğu sağlamasına yetebilir.

Bu durumda Erdoğan fiilen yasamayı ele geçirmiş olacaktır. Böylece fiili darbesini de meşrulaştırmış olarak, bundan sonra çok daha cesaretle ve yasamayı da ardına alarak saldıracaktır

Hâkimler ve yargı elindedir. Yasama ve Yürütme de kendisine bağlı olacaktır.

Giderek faşizm örneğine göre zamana karşı bir yarış içinde örgütlenen bu tek kişilik diktatörlüğü durdurmak ve baştan atmak için o zaman koşullar çok daha zor olacaktır.

Bu durumda geniş kesimlerde umutsuzluk içinde Ordu’nun bir darbe yaparak bu kâbusa son vermesini isteyenler artacaktır. Böyle bir durumda, bir zamanlar, Askeri vesayete karşı, AK Partiyi destekleyenlerin eğer olursa darbecilere övgü düzdükleri görülürse kimse şaşırmamalıdır. Kitlelere ve onların demokratik hakları için direnişinin; onların dönüşümünün biricik yol olduğunu anlamayanlar her zaman bu tür savrulmalar yaşarlar ve yaşayacaklardır.

O halde Darbeyi de engellemek için Erdoğan’ın engellenmesi ve onun oradan uzaklaştırılması gerekiyor.

*

Soru şudur: Erdoğan’ı ne, nasıl durdurabilir?

Tüm tarihsel tecrübenin verdiği cevap bellidir: ancak milyonlarca insanın eylemi ve direnişi Erdoğan’ı durdurabilir.

Bu durumda şu soru ortaya çıkar: bu direniş ve eylem nasıl olabilir; nasıl başlayabilir; nasıl milyonlarca insanı kapsayabilir?

Bu yazıda bu sorunları ele alalım.

*

Milyonlarca insan sokağa çıkıp Erdoğan’ın istifasını isterse, Erdoğan gerçekten istifa ettirilemese bile; en azından onun hareket alanı daraltılıp; temiz diye nitelenebilecek seçimler yapılması sağlanabilir ve o seçimler aracılığıyla Erdoğan oradan uzaklaştırılabilir.
Ama Erdoğan orada durduğu sürece; muhalefet seçimlere odaklı olarak şu an hiçbir direniş göstermediği sürece, hiçbir şeyin garantisi olmayacak; her şey Erdoğan’ın keyfine ve planlarına tabi olacaktır.

Yani şu an en acil sorun, seçimi bekleme hastalığından, felç durumundan kurtulmaktır. Bunun için de Erdoğan’a karşı; onun istifasını isteyen bir hareket başlatmaktır.

Erdoğan orada olduğu sürece seçim olma ihtimali yoktur; seçim olsa adil olma ihtimali yoktur; adil olsa bile Erdoğan’ın iktidarı terk etme ihtimali yoktur.

Ancak böyle bir hareket, Erdoğan’ı istifaya zorlayarak, amacına ulaşamasa bile bir yan ürün olarak, onun hareket alanının daraltarak; en azından az çok temiz bir seçimi sağlayabilir.

*

Burada da soru şudur:

Yurttaşların en geniş kesimlerinin böyle bir hareketi başlatması ve oluşturması nasıl sağlanabilir?

Zaferin en birinci koşulu güçlerin en irisini, en uygun zamanda, düşmanın en yaralanabilir yerine yığmaktır.

Düşmanın en can alıcı yeri, bizzat Erdoğan’ın kendisidir; Hükümet veya AK Parti değildir. Çünkü onlar onun kuklasından başka bir şey değildir. Bir zamanlar AK partiye oy verenleri hala öyle bir parti varmış gibi kandırmanın araçlarıdır.

Erdoğan’ı ve onun istifasını hedef alan bir hareket, en geniş kesimleri bir araya getirebilir. Neredeyse, Erdoğan’ın çevresindeki kapıkulları ve Erdoğan’ın elindeki büyük devlet kaynaklarından nemalanan bir sermayedarlar zümresi hariç; nüfusun büyük bir bölümü Erdoğan’ın istifasından yanladırlar; yana olmasa bile Erdoğan’ı savunmaz. AK Parti’ye hala oy veren geniş bir seçmen kesimi bile, böyle bir talep karşısında direnmektense tarafsız kalmayı seçer.

O halde, “Hükümet İstifa”, “AK Partiye Oy Verme” falan değil; #Erdoğan İstifa

Birincisi, hedef şaşırtır; diğeri hedef şaşırtmakla kalmaz; aynı zamanda seçime kadar pasif ve hiç bir şey yapmadan beklemeye yol açar.

Erdoğan’ın seçimlerden bağımsız olarak istifasını talip etmek ve etmesini sağlamak gerekmektedir. Çünkü seçimler biçimsel, olarak Erdoğan’ın devlet başkanı olarak konumunu sorgulamazlar. Ne var ki bütün sorunların kaynağı Erdoğan’dır.

Seçimi beklemek de gerekmez. Erdoğan halkoyuyla seçilmiş olsun. Halk görüşünü değiştirmiş olabilir. Yeni görüşünü ve izlenenleri kabul etmediğini ve protestosunu diye getirebilir. Yurttaşlar, pek ala daha önce sözlerine inanıp oy verdiklerinin sözlerini tutmadığını görüp fikir değiştirebilirler.

O halde, böyle durumlarda, yurttaşların yeni duruma uygun olarak seçtiklerinin istifasını istemelerinden ve seçimlerin yenilenmesini istemelerinden daha demokratik bir şey yoktur.

Bu nedenle, seçimlerden bağımsız olarak, aslında hem seçimlerin olabilmesi ve hem de adil bir seçim olabilmesi için de Erdoğan’ın istifası hedefi etrafında en geniş kitlelerin bir araya gelmesi; bu talebi yükseltmesi gerekmektedir.

*

Yani #Erdoğanİstifa talebi, şimdi, en can alıcı yere; en doğru zamanda yüklenmeyi ve en geniş güçlerin yığılmasını sağlayabilecek bir hedeftir.

Mücadelede, yüzlerce sorun içinden, en can alıcı olanın seçilmesi, yani doğru bir talebin belirlenmesi hayati önemdedir.

Bugün barış isteyen, seçim emniyeti için uğraşan, seçimde HDP’ye oy isteyen birçok girişim var. Bunlar elbette demokratik özlemlerin ifadesidirler. Ancak bunların hiç birisi tabiri caiz ise politik değildir. Propaganda sloganı ile somut acil hedef; yakalanacak ana halka, zinciri sürükleyecek bakla farkını görmezler. Dolayısıyla onlar, var olan güçlerin mücadelesinde, güçlerin konumlanışları ve mücadelesi için somut bir öneri içermemektedirler.

#Erdoğanİstifa ise, somuttur, ulaşılabilir ve ulaşıldığı an ülkedeki ve bölgedeki bütün dengeleri değiştirir. Barış talebiyle barışa ve/veya Erdoğan’ın istifasına ulaşılamaz; ama #Erdoğanİstifa talebiyle Erdoğan’ın istifasına ve barışa ulaşılabilir.

O halde #Erdoğanİstifa!

*

Peki, bu hedefe yönelik olarak milyonların birleşmesi, ortak eylemi nasıl sağlanabilir?

Birincisi, bu talebin dışında başka bir talep ortaya koymak güçlerin dağılımına yol açar.

Kimileri #Erdoğanİstifa etse ne değişir? Diyor Elbet ne devlet yapısı, ne toplumsal düzen değişmez. Bunların değişeceğini söyleyen de yok. Ama güç dengelerinde; kitlelerin ruh halinde; zamanın ruhunda; örgütlenme direniş geleneğinde değişmeler olur. Başka ve köklü değişikliklerin mümkün olduğu yargısı yerleşir. Bunlar az şey midir? Ama en önemlisi, şu anki iç savaş tehlikesi; pogrom tehlikesi; faşist çetelerin terörü altında yıllarca yaşama tehlikesi bertaraf edilmiş olur. Barışçıl çözümün ve müzakerelerin yolu açılmış olur. Bunlar az şey midir?

#Erdoğanİstifa dışındaki bütün talepler Erdoğan İstifa talebinde birleşen en geniş kesimlerin  bölünmesine yol açar.

Diyelim ki, Erdoğan İstifa’nın yanı sıra  “ateşkes” veya “barış” gibi bir talep, örneğin Erdoğan’ın istifasını, Doğu’da Kürtlere yeterince karşı çıkmadığı için isteyenleri uzak tutar.

Şu an ihtiyaç olan ise, hangi gerekçeyle olursa olsun Erdoğan’ın istifasında milyonları birleştirmektir. Somut talepler, birbirinden çok farklı nedenlerle aynı noktada buluşmayı ve o hedefe ulaşmayı sağlarlar. O hedefe ulaşıldığı an o ana kadar yan ana duranların arasındaki ilişki kökten değişebilir. Ama o arada artık şartlar da değişmiştir.

Bunun en tipik örneğini 7 Haziren seçimlerinde gördük. HDP’den nefret eden, onunla aynı hükümette yer almayacağını, hatta onun desteklediği hükümette de yer almayacağını söyleyen MHP, tamamen kendi oy kaygısıyla 7 Haziran seçimlerinden önce HDP’ye saldırmamıştı. Bu da en azından adil denebilecek biçimsel kriterler içinde seçimlerin yapılmasını sağlamış; Erdoğan’ın hareket alanını daraltmıştı.

Bu nedenle, sadece bir tek cümleden ibaret bir talebin başka taleplerle zayıflatılıp, vuruş yerinin genişletilip, aynı zamanda orada birikebilecek güçleri bölecek ve onların azalmasına yol açacak yeni taleplerle birleştirilmesi daha baştan reddedilmelidir.

*

Bunlar elbet stratejiye ilişkin, yani güçler ve onların yer alışına ilişkin olarak gerekçelerdir.

Ancak bunlar yetmez. Bu güçler hangi örgüt ve mücadele biçimleri içinde bu hedefe yönelebilirler ve hareket edebilirler sorusu ortaya çıkar.

Bunun da doğru tespit edilmesi gerekir.

En geniş yığınlar, yani “normal” ve “sıradan” insanlar, ancak kendilerine bir zarar gelmeyeceğinden, günlük hayatlarındaki düzenin bozulmayacağından emin oldukları koşullarda sokağa çıkarlar.

Bunun temel koşulu bellidir.

Kanunlara uyulması ve hiçbir şekilde şiddetin işin içine girmemesi.

Türkiye’de kanunların ne kadar anti demokratik olduğu ve merkezi idare tarafından atanmış, yani aslında Erdoğan’ın emrindeki memurların keyfi ve antidemokratik; vatandaşın haklarını değil, devletin gücünü gözeten yorumlarına tabi olduğu bir sır değildir.

Bu nedenle birçok yürüyüş ya da protesto, bu keyfiliğe direnerek fiilen, demokratik hakların kullanılmasının engellenmesini engelleme çabasına dönüşmekte; bunun sonucu ise, çatışmalar ve tutuklamalar olmakta, bu da bütün demokratik taleplerin, küçük grupların hiç duyulmayan ve etkisi bulunmayan gösterileri olarak kalmasına yol açmaktadır.

Bu açmazdan çıkmak; bu oyuna düşmemek gerekmektedir.

Çatışmaya girme fiilen Erdoğan’ın istediği bir savaş koşuludur. Düşmanın istediği koşullarda katiyen savaşa girilmemelidir.

En anti demokratik yasa maddelerinin, onlardan daha anti demokratik genelgelerle sınırlandırılmış ve en keyfi biçimlerinde bile yasalara uyarak; hiç bir zaman çatışmaya girmeden #Erdoğanİstifa talebini yükseltmek gerekiyor.

Yurttaşlar bir araya gelip slogan atarak bu hedefi ifade ederse veya ellerinde bu yönde pankartlar taşırsa, bu polisin “izinsiz gösteri var” diyerek olaya müdahale etmesine vesile olmakta; bu da buna karşı direnişe, bu da çatışma ve tutuklamalara yol açmakta bu da geniş kitlelerin oralardan uzak durmasına yol açmaktadır.

Bu açmazdan ve tuzaktan kurtulmak kitlesel bir direniş ve hareket için şarttır.

Bunun ise bir tek yolu var.

a)      Hiçbir şekilde slogan atmamak; toplu gösteride bulunmamak (Kesin Sessizlik)

b)      Hiçbir şekilde flama, pankart, döviz, bayrak vs. taşımamak. Sadece Talebi sessizce ifade etmek. Örneğin göğüse iğnelenen bir sayfaya #Erdoğanİstifa yazmak ve onu taşımak.

c)      Gösteri tanımına girmeyecek şekilde, tamamen yurttaşın herhangi seyahat ve ikamet hakkına; istediğini giyme ve istediği fikri ifade hakkına dayanmak. Bunun sınırları içinde kalmak.

Böyle bir biçim mümkün müdür?
Evet mümkündür.

Örneğin bugün insanlar giydikleri t-shirtlerin çoğunda gömleklerinde, giysilerinde düşüncelerini, zevklerini yansıtan yazılar; zevklerinin ve toplumsal konumlarını nişanesi markaların yazıları ve logolarını taşıyorlar.

O halde her yurttaş, bir DINA4 kâğıdına örneğin #Erdoğanİstifa yazıp, bunu göğsüne iğneleyip koşabilir, yürüyebilir veya bir yere oturabilir veya bir kenara uzanabilir. Bu yurttaşların en temel haklarına girer bunu yasaklayacak hiçbir madde yoktur.

Böyle göğsüne #Erdoğanİstifa diye yazmış insanların, hiç seslerini çıkarmadan, hiçbir pankart veya bayrak olmadan kimseyi de engellemeden tesadüfen toplu halde bir yerlere oturmalarına kim ne diyebilir?

Buna rağmen engellenmek istendiği ve bu hak bile zorla engellendiği takdirde ise, bıkmadan ertesi günü yine bu haksızlığın kabul edilmediğinin ilanı olarak yine aynı şey yapılır ve her seferinde polisin bu en temel hakları bile tanımaması Avukatlarla tespit edilir; gerekli hukuki süreç başlatılır; sosyal medyada yayılarak; diğer kuruluşlara iletilerek hükümetin bu kanunsuzluğu, en temel yurttaş haklarını çiğnemesi sergilenebilir.

Israrla bunu yapmak büyük bir kitlenin buna destek çıkması ve direnişe katılması sonucunu verir ve bir süre sonra polis sürekli olarak çiğneme durumunu sürdüremez hale gelir. Bu ise insanlara böyle bir protestoya katılmak için daha büyük bir cesaret verir. Zaten belli bir “kritik kütle” geçildikten sonra büyüklüğün kendisi büyüklük yaratmaya başlar. Milyonlarca insanın her gün aynı saatte sessizce bir iki saat aynı yerde talebinin tüm dünyaya ilettiğini düşünün.

O zaman siyasi partiler, daha sert bir muhalefete başlarlar; tabanlarını kaybetmemek için onlar da bu hareket katılırlar: Ama bu biçim altında katılışlarıyla onu bölmez ve zayıflatmazlar. Çünkü bir tek koşul vardır bu harekette: böyle bir sloganın veya flamanın veya sembolün vs. bulunmaması. Dolayısıyla siyasi partiler bu hareketi desteklediklerinde bireysel olarak, yurttaşlar olarak yer alabileceklerdir; siyasi parti kimlikleriyle değil.

Böyle bir hareket başladığında, yazarlar ve medya da ister istemez bugünkü sessizliği ve kölece eğilmeyi bırakıp daha açık ve sert muhalefete geçecektir. Hatta memurlar ve hâkimler bile keyfi emirlere direnecek daha büyük bir güç bulacaklardır. Yarın, öbür gün bu keyfi uygulamalarla ilgili olarak kendilerinden hesap sorulabileceğinden korkmaya başlayacaklardır.

Böylece hiç bir şekilde şiddete başvurmayan, sessiz, flamasız, bayraksız, pankartsız, son derece yumuşak ve en temel yurttaşlık haklarına dayanan bir hareket bir anda ülkedeki atmosferi değiştirip, Erdoğan’ın istifa etmesini sağlayabilir. Bunu sağlayamasa bile onun hareket alının daraltıp, seçimleri yapmama veya şiddet altında yapma ve maniple etme imkânlarını daraltır.

Kaldı ki böyle bir hareket, yurttaşların üstüne sinmiş olan, korku, yılgınlık ve umutsuzluk havasını dağıtır. Yurttaşlar tekrar kendi güçlerinin farkına varır; birleşebildiklerini ve bir şeyleri değiştirebildiklerini görür.

Özetle, esas olarak bugün Türkiye’de ihtiyaç olan, şu içinde bulunulan çıkmazdan çıkışı sağlayacak olan böyle bir kitlesel harekettir.

*

Böyle bir hareketin oluşması için koşullar son derece uygundur.

Çünkü Erdoğan bir yardan terör, keyfilik ve emrivakiler ile insanları yıldırmakta; ama diğer yandan ifade edilememiş tepkilerin birikmesine yol açmaktadır.

Herkes bütün bu son zamanlardaki olumsuz gelişmelerin Erdoğan’ın Tek adamlık ve diktatörlük özlemleri nedeniyle olduğunu görmektedir. Anket sonuçlarından, cenazelerde şehit yakınlarının tepkilerine ve HDP binalarına yönelik saldırılara bütün tahriklere rağmen normal insanların katılmamaları ve saldıranların son duruşmada küçük ve örgütlenmiş lümpen çeteleri olarak kalmasına kadar birçok olgu bunu göstermektedir.

Ancak bütün bu uygunluğa rağmen hiçbir şey olmayabilir. Tehlike buradadır. Seçimlere odaklanıp bir şey yapmadan bekleme bir nedenidir. Şu an güçlü bir şekilde var olan yılgınlık ve umutsuzluk bir nedendir. Daha birçok neden de olabilir. Şu veya bu nedenle, hiçbir şey yapmama da sonuç olarak ortaya çıkabilir ve bu gerçek bir çürüme ve çözülmeye yol açabilir.

Doğada kristalizasyon için çok küçük de olsa bir tohum, etki, maya, katalizatör gerekir.

Eğer uygun koşullardaki ılık sütün içine biraz da olsa maya olarak bir parça yoğurt atmazsanız, o süt yoğurt olmaz, sonunda kesilir veya kokar.

Havadaki nemin yoğun olduğu, bütün koşulların uygun olduğu durumlarda bile, yağmur damlacıklarının oluşması için, bir toz parçacığı, bir mikrop veya bir virüsün varlığı gerekir. Bu olmadan hiçbir şey olmaz. Ama böyle bir tohum, bir katalizatör, bir maya olduğunda kısa bir zaman içinde atomların ve moleküllerin örgütlenmesi ortaya çıkar.

Toplumda da böyledir, eğer uygun koşulların varlığında küçük de olsa bir maya, bir katalizatör, bir tohum yoksa hiçbir şey olmayabilir ve hatta bu tam bir umutsuzluk ve boş verme ve yılgınlığa da yol açabilir.

Örneğin eğer hiçbir sarsıntı olmazsa, suyu -17 dereceye kadar sıvı halde tutmak mümkündür. Ancak böyle bir durumda küçük bir rüzgâr bile suyun bir anda kristalize olmasına, yani buz olmasına yol açabilir.

Bugün Türkiye’deki geniş kitlelerde durum eksi derecelere geçmiş ama en küçük bir rüzgâr veya titreşim olmadığı için kristalize olmadan sıvı ve şekilsiz halde kalan su gibidir. Küçük bir tohum bile hızlı bir hareket yaratabilir.

Bu nedenle, az da olsa birilerinin böyle tamamen sessiz, pankartsız, şiddetsiz, kanunlara uygun ve yurttaşlık haklarının en temellerine dayanan; yerinde ve doğru bir hedefe yönelmiş; aynı zamanda en geniş kitleleri toparlayacak bir hareketi başlatması gerekmektedir.

*

Modern toplumun sinir düğümleri şehirlerdir. Şehirlerin de düğüm noktaları vardır özellikle merkezlerindeki semtlerdir. Ve bu semtlerin de en kritik yerleri genellikle alanlardır.

Bu tür hareketler, modern toplumun şehirlerinin yapısına da uygundurlar.

Böyle hareketler modern toplumun nüfusuna uygundur, onun günlük yaşamına uygundur.

Diyelim ki, işinden çıkarken insanlar her gün bir saat böyle bir talebi göğsüne iğneleyerek veya bir iplikle boynuna astığı bir kâğıda yazarak, yurttaş olarak politik ve ülkenin kaderiyle ilgili görüşünü ifade edebilir. Bu onun yapabileceği ve katılabileceği bir biçimdir. Bu en temel hakkının elinden alınmasına çok sert direniş gösterip bunu sonuna kadar savunabilir.

Ayrıca günün yorgunluğuna ve şehir hayatının izolasyonuna karşı birileriyle tanışabileceği; birlikte bir şeyler yapmanın güzel duygularını yaşayabileceği; sabırsızlıkla beklediği bir eylem zamanı ve yeri olabilir bu gösteri olmayan gösteriler.

Gezi günlerinde tam da böyle olmuştu. Hala insanların o günlerden, parklardaki buluşmalardan özlemle söz etmesi bir rastlantı değildir.

Dolaysıya böyle bir hareketin öncelikle büyük şehirlerin en can alıcı noktalarından başlayıp gelişmesi beklenebilir. Gezi de bunun böyle olduğunu göstermişti zaten.

*

Ancak son yıllardaki bütün geniş kitle hareketlerinde ve direnişlerinde; temel talebin yanı sıra bir de genellikle bir renkten veya bir sembolden örneğin mum yakmak vs.) bir sembolün varlığının büyük bir önem taşıdığı görülmektedir.

Böyle bir hareketin bir sembolü de olmalıdır.

Böyle bir hareket pek ala kâğıttan yapılmış Turna kuşlarını bir sembol olarak kullanabilir.

Turna kuşu barışın ve özlemin de ifadesidir.

Kâğıttan şekil ve hayvanlar yapmaya Origami denilmektedir.

“Origami,  Japonca "ori" (katlamak) ve "gami" (kâğıt) sözcüklerinin birleşiminden meydana gelmiş olup kâğıt katlama sanatına verilen addır. İsmi Japonca olsa da Çin kaynaklı bir sanattır.”

Bu hareket pek ala kâğıttan Turna kuşları yapıp bunları, gelip geçenlere, çocuklara, yakınlarına vererek bir tür sözsüz, propaganda yapabilir.

Çeşitli biçimlerde bu turna kuşlarının anlamı ve hikâyesi yayılabilir. Böylece sembolün ve mesajın hızla yayılması da sağlanabilir.

Ayrıca kâğıttan Turna Kuşlarının çok trajik bir hikâyesi de vardır ve insanlık kültürünün de bir parçası haline gelmiştir.

Bu trajik hikâyeyi bu vesileyle burada aktaralım.

Sadako’nun hüzünlü ve efsaneleşen hikâyesi şöyle:

“Japonya’ya atom bombası atıldığında 2 yaşında olan bir kız, 12 yaşına geldiğinde maruz kaldığı radyasyon nedeniyle kansere yakalanmış. Savaşta öksüz ve yetim kalan Sadako hastaneye yatırılmış. Ama durumu ümitsizmiş.

Hastanedeki tüm doktorlar, küçük kızın ölümü için gün sayarken, küçük Japon kızı hayat doluymuş. Koridorlarda koşuyor, oynuyor ve diğer hastalara yardım ediyormuş. Hastaların arasında en sevdiği kişi ise 80 yaşlarında, kendisi gibi kanser olan yaşlı bir kadınmış. Küçük Japon kızı, ölüm döşeğindeki bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmamış. Kadın ölmeden hemen önce “Benim için çok geç ama bizim inanışımıza göre; eğer bir kişi kâğıttan 1000 tane turna kuşu yaparsa, her istediği kabul oluyor. Ben yapamadım, sen yap ve kurtul” demiş ve son nefesini vermiş.

 

Küçük Japon kızı çok üzülmüş ama hayatta kalma arzusuyla geleneksel Japon sanatı olan origamiyle kâğıttan turna kuşları yapmaya başlamış. Neşe içinde çalıştığından ilk başlarda çok hızlı yapıyormuş.1000 tane turna kuşu yapması işten bile değilmiş. Ama sağlığı da hızla bozuluyormuş. Bu hazin öykü önce yerel, sonra da uluslararası basında yer almış. Dünyanın dört bir yanından insanlar kıza, binlerce turna kuşu göndermeye başlamış.

 

Ama küçük Japon kızı, haberler basında çıktığında elini kıpırdatamaz hale gelmiş. Hayatta son saatlerini 637. kuşu yaparak geçirmiş. Kuşu bitirmiş, gözleri kapanırken hemşireler ve hastabakıcılar, postadan çıkan yüzlerce origami kuşuyla odasına girmişler. Ama küçük Japon kızı yüzünde bir tebessüm yatağında cansız yatıyormuş. Postacılar aylarca kâğıttan turna kuşu taşımışlar hastaneye. Sayısı milyonlara ulaşan turna kuşları Japonya’da şuan bir müzede sergileniyor…

Turna kuşu, o zamandan beri barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesidir.

Postacılar Sadako öldükten sonra, aylar boyunca, diğer çocukların yapıp yolladığı kâğıttan turna kuşu taşırlar hastaneye, bu turna kuşlarının sayısı şimdi milyonlara ulaşmıştır.  Onun anısına bombanın atılışın her yıl dönümü 6 Ağustos’ta Japonya ve dünyadan çocuklar evrensel barış adına turna kuşu yapıp, Sadako’nun Hiroşima’daki anıtına gönderirler. Sadako Sasaki anısına Hiroşima’da bir anıt yapılmış ve ABD’de Seattle Barış Parkı’nda bir heykeli de bulunmaktadır.”

Evet,

Erdoğan’ın darbesine kâğıttan yapılmış turna kuşlarıyla, sessizlikle, sabırla, direneceğiz.

Ve emin olun Turna kuşları kazanacak.

Herkes bin turna kuşu yapıp dağıttığında dileği gerçekleşecek.

Demir Küçükaydın

demir...@gmail.com

 

Erdoğan Neden Gitmelidir? Nasıl Gider?

Bir süredir, bu günün Türkiye ve Ortadoğu’sunda en acil ve aşılması gereken sorunun Erdoğan’ın bulunduğu mevkii terk etmesi; onun oradan uzaklaştırılması gerektiğine; bunun tüm diğer kör düğüm olmuş sorunların çözümü için yakalanması gereken ana halka olduğuna dair yazılar yazıyor ve buna ilişkin somut öneriler yapıyoruz.

En somut önerimiz de şöyle özetlenebilir:

Tamamen yurttaşların seyahat ve fikrini ifade ve istediği gibi giyinme özgürlüğü bağlamında en temel haklarına dayanarak; hukuken politik olmayan ama sosyolojik olarak politik bir hareket öneriyoruz.

Yapılacak şey basittir diyoruz.

Başka hiç bir pankart, bayrak, şilt, yazılı slogan vs. olmadan; hiçbir slogan atmadan, müzik çalmadan, bağırmadan, sessizce, sadece göğsümüze gerekirse sırtımıza #Erdoğanİstifa yazarak durmak, yürümek, oturmak veya uzanmak.

Bu kişiler tesadüfen aynı yerlerde bulunabilirler. Bunu kimse bilemez ve engelleyemez. Bu toplantı ve gösteriye girmez.

Durduğumuzda durma denirse, orada diyelim ki beş on metre içinde yürürüz bir ileri bir geri veya 8 çizerek veya yuvarlak çizerek. Yürüme derlerse dururuz. Durma derlerse otururuz. Oturma darlarsa yatarız. Yazma derlerse yürürüz. Bütün bunlar yurttaşların hakkıdır.

Ve bu hakların kullanımına her müdahale en temel yurttaşlık haklarının çiğnenmesi anlamına gelir. Suçtur.

Buna rağmen yasak ve müdahale olursu, bunu videoyla, telefonla, tutanakla, avukatlarla tespit ettirip gereken hukuki yollara başvurulur.

Böyle bir davranıştan dolayı kimse tutuklanamaz. Çünkü suç olarak tanımlanmamış bir eylem olmadan suç olmaz. İnsanların fikrini göğsüne yazıp, kimseyi rahatsız etmeden, bağırmadan, çağırmadan, bir yerde durması veya yürümesi suç değildir.

Böyle bir hareket biçimi, milyonlarca insanı birleştirebilir.

Şu an milyonlarca insan Erdoğan’ı temel sorun olarak görmektedir ve bunun için bir şeyler yapmaya hazırdır.

Ancak bunun için küçük de olsa bir maya ve herkesin katılabileceği bir biçim gerekmektedir.

Bugün genellikle küçük sol grupların sloganlarla, pankartlarla direnişleri, polisin ve devletin zaten tanımadığı yurttaşların gösteri ve yürüyüş hakkını çiğneyerek şiddet kullanıp dağıtmasına yol açmakta; bu da geniş kitleleri fikrini ifade edemez; protestosunu dile getiremez durumda bırakmaktadır. Bu da o direniş ve protestoların hareketlerin güçsüz olmasına yol açmaktadır.

Bu fasit daireden çıkışın tek yolu vardır.

Gösteri ve Toplantı yürüyüşü alanına girmeden bütünüyle daha geri ve en sıradan hakların çerçevesinde hareket etmek ve burada kalmasını sağlamak.

Ayrıştırıcı olmayan ve küçük grupların rekabet ve olaya müdahalesini ve damgasını vurmasını engelleyen bir biçim.

Yani İçerik ve biçim birbirini bütünlemelidir. Ve önerilen biçimde bütünlemektedir.

Erdoğan’ın baş sorun olması yetmez.

Bunun geniş kitlelerce görülmesi gerekir. Erken seçim zorlamasından ve çatışmaların başlamasından beri nüfusun büyük çoğunluğu bunu görmüş bulunmaktadır. Bir zamanlar başkanlık seçiminde Erdoğan’a oy verenlerin bile artık önemli bir bölümü onu artık bir sorun olarak görmektedir.

Bunun sonuçları, örneğin bir türlü yükselmeyen AK Parti ve tüm provokasyonlara ve iktidar olanaklarına rağmen düşmeyen muhalefet oylarında; HDP’ye çetelerce saldırılara sonradan normal halkın hemen hemen hiç katılmamasında; genellikle lümpen çeteleriyle sınırlı kalmasında; cenazelerde ölenlerin yakınlarının Erdoğan ve iktidara yönelttikleri eleştirilerde görülmektedir.

Sorun, yurttaşlardaki Erdoğan’ın oradan gitmesi gerektiği düşüncesinin, arzusunun, kendini ifade edeceği bir kanal, bir mecra bulamaması ve bunun ifadesinin nasıl olacağındadır.

Bunun için de tek yol vardır.

Tamamen yasalar çerçevesinde, hiçbir şekilde şiddete başvurmadan; hatta gösteri ve toplantı yürüyüşü hakkı alanına bile girmeden; tamamen seyahat, bir yerde durma, oturma, yürüme, istediğini giyme veya fikrini yazılı olarak ifade etme hakları çerçevesinde kalarak; bu ifade edilirse milyonlarca insan buna katılabilir.

Bu provokasyonlara, belli bir partinin veya görüşün kendine mal etme çabalarına karşı da sessiz, slogansız, pankartsız olmalıdır.

Herkesin göğsünde #Erdoğanİstifa yazdığında, kimin hangi partiden veya görüşten olduğunun hiç bir önemi yoktur ve bu fark orada anlaşılmaz. Böylece herkes, tüm farklılıkları içinde aynı ortak noktada birleşmiş olur.

Bu hareket bir de barışı temsil eden, kâğıttan turna kuşları yapabilir. İnsanlar dururken veya önceden kâğıttan yaptıkları turna kuşlarını çocuklara verebilir.

Herkes 100 turna kuşu yapıp dağıttığında, dilek gerçekleşir.

Kısaca ve özetle böyle

*

Böyle bir hareketi, gerekliliğini, nedenlerini vs anlattığımızda genellikle çok büyük bir kabul görüyor, coşkunlukla karşılanıyor. Ama bazılarının da olumlasa bile öneriyi tam anlamadığını gösteren eklemeleri oluyor. Tabii bazen da bazı itirazlar yapılıyor.

Bu nedenle, şimdiye kadar yapılmış ve/veya yapılması muhtemel itirazlara bir toplu cevap verelim ve yanlış anlamaları giderelim. Bir tür “Sık Sorulan Sorular” gibi bir “kullanım talimatı” denemesi aşağıdaki satırlar. İlerde elbet geliştirilebilir. El birliğiyle.

*

Daha önce de “Hükümet İstifa”, “Erdoğan İstifa” gibi sloganlar vardı. Ne oldu? Hiç bir şey olmadı. Bunun onlardan farkı ne? Hiç bir özelliği yok. O zamanlar bu sloganlara karşı çıkanlar şimdi neden böyle diyor?

Evet, özellikle Gezi sürecinde Erdoğan veya AK Parti istifa sloganları atılmıştı.

Ancak o zamanlar bu sloganın ya da hedefin, insanları birleştirici bir işlevi yoktu; aksine hareketi bölücü bir işlevi ve anlamı vardı.

O zamanlar bu slogan, genellikle ulusalcı çevreler tarafından atılıyordu. Bazen da CHP’liler atıyordu. Bu onların kendi politik hedefleri için, Gezi hareketini bu hesapların yörüngesine çekme girişimlerinin bir aracıydı.

Gezi’yi yaratan AK Partiye ya da Erdoğan’a muhalefet değildi. En temel yurttaşlık haklarına bir saldırıydı; polisin keyfiliğine bir tepki ve protestoydu. Daha derine inen bir kitle hareketi vardı. Bu daha derine inen hareketi, bir partiler mücadelesinin aracı yapmaya yarardı o zamanlar bu slogan.

Bu nedenle Gezi tarafından benimsenmedi ve en geniş kesimlerin bile direnciyle karşılaştı.

Öte yandan o zamanlar hem Erdoğan başkan olmuş ve bugünkü gibi bir sivil darbe yapmış değildi; hem hala barış süreci sürüyordu; hatta yeni ilan edilmişti ve Erdoğan o zamanlar bu sürecin başlatıcısı olarak görülüyordu.

Örneğin “barış süreci” denen ateşkesin, aslında Erdoğan’ın kendi amaçları bakımından taktik bir hamle olduğunu sık sık yazılarımızda yazdığımızda, bu yazdıklarımız hiç yankı bulmuyordu.

Bunun yanı sıra, o sırada kitle hareketi zaten vardı. Sorun o hareketin daha geniş ve kapsayıcı olmasıydı. Daha radikal ve demokratik taleplere yönelmesiydi.

Bu o zaman bizim önerdiklerimiz somutunda daha kolay görülebilir.

Biz o zamanlar, yani Gezi sırasında, örneğin, Türk bayrağına ve Kürt bayrağına karşı, beyaz bir bayrak öneriyorduk Gezi hareketine. Türklük veya Kürtlükle tanımlanmayacak; hepsinin eşit olacağı bir demokratik cumhuriyet hedefinin sembolü olarak. Radikal bir programa ulaşamayan Gezi’ye sembollerle bunu somutlanmaya çalışıyorduk.

Aslında tıpkı bugünkü mantıkla davranıyorduk. Yani “dinin, milliyetin senin özel sorunun olsun; bunları kişilerin özel sorunu olarak gören; hiçbir dile, dine, cinse, kültüre, siyasete gönderme yapmayan bir beyaz bayrak Gezi’nin bayrağı olsun” diyorduk.

Yani hareketi hem birleştirecek; hem de ileriye götürecek, daha tutarlı ve radikal bir demokrasiye götürecek bir öneri yapmış oluyorduk.

Sadece bunu da önermiyorduk. Bu program veya hedefin yanı sıra, Gezi’nin aynı zamanda gerçekten demokratik alternatif devletin tohumu olabilmesi için, tüm ülke çapında örgütlenmesinin önemini vurguluyor; bunun oylama ve karar mekanizmalarının kurulması için somut öneriler yapıyorduk (Bilgisayardan yararlanma, herkesin herkese yatay ulaşma olanakları; örgütlenme ve bürokratikleşme korkusuna karşı oydaşma teknikleri vs.)

Özetle, gerçeklik somuttur. Bugün örneğin, Gezi’de önerdiklerimizi önermiyoruz. Yanlış değildirler. Hala da geçerlidirler. Ama bugün ortada bir hareket yoktur. Onların bugün pratik ve politik bir anlamı olmaz, aşılması gereken bir sorun karşısında birleştirici olmaz.

Ama Gezi’de Beyaz bayrak nasıl birleştirici idiyse, bugün de #Erdoğanİstifa aynı birleştiriciliğe ve ileriye götürücülüğe sahiptir.

*

Erdoğan’ın İstifası’nı istemek yanlıştır. Erdoğan İstifa etse hiçbir şey değişmez. Esas mesele “(…)”dir. (Bu noktada itiraz edenin siyasi görüşüne veya meşrebine göre “esas mesele” olarak saydığı değişmektedir: “Kürt Sorunu”dur”, “barış”tır; “kapitalizm”dir, “emperyalizm”dir, “AK Parti”dir; “kemalist ideoloji”dir, “İslam”dır vs. vs..)

Bu itirazın temel yanlışı şöyle tanımlanabilir: Sosyolojik olarak temel nedenler ile politik olarak aşılması gereken acil sorunlar veya yakalanması gereken halkalar arasındaki farkı görmemek; politik mücadeleyi sosyolojik kavramlarla veya açıklamalarla yürütmeye çalışmak.

Bu sorun, siyasi mücadele yöntemleri bakımından da şöyle de ifade edilebilir: Propaganda sloganlarıyla (veya bilinçlendirme açıklamalarıyla, İslam’da “Tebliğ”); acil ve birleştirici ve harekete geçirici politik sloganlar arasındaki farkı görmemek.

Daha da acil bir hedef noktasını bir örnek olarak ele alarak bu itiraza bir cevap verelim.

Bu günün Türkiye’sinde en önemli, en can alıcı sorun örneğin barıştır; hatta barış bile değil; ateşkestir; öncelikle ölümlere son vermektir.

Ama “barış” ya da “ateşkes” talebi yükseltilerek bunlara ulaşılamaz. Çünkü Barış’ın ya da “Ateşkes”in önündeki en büyük engel Erdoğan’dır. Ama Erdoğan gittiği an Barış veya Ateşkes kesin gibidir.

Ya da bugünün Ortadoğu’sunda, en önemli sorun, IŞİD’in yok edilmesidir.

Ama onun önündeki en önemli engel, Suruç’tan sonra bile, hala IŞİD’e doğru dürüst savaş açmayan ve Suruç katliamını Kandil’i bombalamak için kullanan Erdoğan’dır. (Kaldı ki,  Suruç’u IŞİD’in yaptığı da şüphelidir. Her şeyi üstlenen IŞİD, bu eylemi üstlenmemiştir ve Erdoğan, bu bombalamayı bahane ederek, IŞİD’i değil de Kandil’i bombalamaya başlayıp, ateşkesi bitirmiştir.)

*

Bir problemler yumağını bir iplik yumağına benzetirsek, yumağı açmak için, sosyolojik analizde en içteki ucu bulmak gerekir ama politik mücadelede, en dıştaki ucu bulmak gerekir. Bir yumak ya da tarihin düğümü, en içteki ucundan değil; o problemler yumağının oluşmasına yol açan temel nedenden değil; en dıştaki ucundan tutup öyle açmaya başlamak gerekir.

(Bu nedenle örneğin Marks ve Engels, kendi öğretilerine “bilim” derken, Politika ve Savaş’a  “sanat” derler. Onun gerektirdiği esnekliğin ve yaratıcılığın önemini vurgulamak için. Marks Engels örneğin, kendi zamanlarında Çarlık Rusya’sını Avrupa gericiliğinin ve karşı devriminin öz gücü olarak gördüklerinden, tüm politikalarını onun yenilmesi veya zayıflatılmasına yöneltiyorlardı. Çarlık Rusya’sına karşı savaşan Osmanlı’ya “Cesur Türkler” bile demekten çekinmiyorlardı. Yoksa Osmanlı’nın nasıl bir şark despotluğu olduğunu herkesten iyi biliyorlardı.)

Sosyolojik düzeyde nedenleri tespit etmek elbette bir program veya stratejiyi belirlerken en önemli noktadır. (Kaldı ki yukarıdaki “sosyolojik” yani “temel neden”  denebilecek nedenleri sıralayanların bu bahiste de yanlışları saymakla bitmez. Ama konuyu dağıtmamak için geçelim.) Ama politik mücadele, burada kalamaz. Bu temel üzerinde yükselen sorunlar zincirinin en acil politik sonuçlarından hareket etmek gerekir.

Şu an Türkiye’deki muhalefetin en büyük yanlışı, en can alıcı noktayı doğru tespit edememesindedir.

Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılması, yani istifası (veya başka bir yere kaçması. Çünkü istifasını zorlayacak koşullar olduğu an, muhtemelen mahkemeye çıkmamak için kaçacaktır.) en önemli sorun iken ve derhal zincirin bu halkasını çekmek gerekirken; muhalefet, başka sorunlarla uğraşıyor. Örneğin kimi “Demokratik Özerklik” ilanlarıyla; kimi “Barış” kampanyalarıyla; büyük bir bölümü de seçimlerde alınacak oyla uğraşıyor. Bunlarla elbet uğraşılabilir. Ama bunların hiç birisi, yakalanacak ana halkayı oluşturmaz.

Burada, Erdoğan’ın özgül durumunu ve yaptığının ne olduğunu kavrayamama; kavramış olsa bile mantık sonuçlarına ulaşamama bulunmaktadır.

Erdoğan için başkanlık sistemi veya mahkeme arasında bir üçüncü yol bulunmamaktadır. Fiili başkanlığı terk ettiği an, mahkemeye çıkmayla sonuçlanacak bir sürecin başlaması kaçınılmazdır.

Somutlayalım.

Örneğin Erken Seçim mi bugün can alıcı sorun?

Erken Seçim’den EK Parti çoğunluğu çıkarsa, o zaman varacağınız yer, şimdi bizim önerdiğiniz #Erdoğanİstifa noktasına gelmekten başka bir şey olamaz. Tabii arada nice güçler harcanmış; zamanlar ve mevziler yitirilmiş olarak. Belki o zaman artık böyle bir hareketin koşulları bile olanaksız olacaktır.

Erken Seçim’den diyelim ki, tek başına AK Parti iktidarı çıkmadı.

Sanılıyor mu ki, Erdoğan kuzu kuzu bulunduğu mevzii terk edecektir.

Etmez, etmeyecektir. Geri adım attığı an, gücü azalır. Gücünün azalması, kendisinden uzaklaşmalara ve muhaliflerinin seslerini daha güçlü çıkarmalarına ve daha sert muhalefet yapmalarına yol açar; bu da yeni güç azalmalarını tetikler ve bu süreç sonunda mahkemeye çıkmasına kadar gider. Cumhurbaşkanlığı mahkemeye çıkmamak için, Erdoğan’ın son tutamağıdır. Elinin altında bu devasa aygıt ve bunun sağladığı maddi olanaklar olmadan Erdoğan bir hiçtir.

Varılacak yer yine şimdi bizim önerdiğimizdir: #Erdoğanİstifa

Kaldı ki, Erdoğan orada olduğu sürece adil bir seçim mümkün değildir. Daha dün “yerli milletvekilleri” istedi. Yani açıkça HDP’ye karşı tavır aldığını belirtti. Bu kişinin elindeki olanakları, karşı olduğuna karşı kullanmasını engelleyecek hiçbir mekanizma da bulunmamaktadır. Ve bizzat bu ifadesi, yetkilerini bu partiye (HDP’ye) karşı kullandığının ve fiilen anayasayı çiğnediğinin somut bir örneği ve kanıtıdır. (Çünkü Cumhurbaşkanı, kişisel eğilimi ne olursa olsun, Cumhurbaşkanı olarak, herhangi bir partiye karşı açık tavır alamaz ve bunu belirtemez. En azıdan biçimsel olarak hala yürürlükte olan Anayasa’ya göre böyledir veya böyle olması gerekir.)

O halde, sağlıklı bir erken seçim için veya Seçimlerden çıkacak sonucun fiilen politik dengeleri belirleyebilmesi için bile, Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılmasını acilen talep etmek gerekmektedir: #Erdoğanİstifa

Ancak böyle bir talep ve bunun etrafında birleşmiş bir hareket Erdoğan’ın hareket alanını daraltıp; istifasını sağlayacak güce ve yaygınlığa ulaşamasa bile, seçimlerin en azından daha eşitçe bir yarış içinde yapılmasını sağlayabilir.

Yani seçim emniyeti, eşitlik ve açıklık için bile teknik olarak yapılanların (sandık kurulları, gözlemcilik vs.) yanı sıra Erdoğan’ın İstifasına yönelik bir talep ve politik hareket gerekir.
Bütün muhalefet partileri bunu anlayamamaktadırlar. Böylece çok değerli zaman kaybına yol açmakta; sahte hayaller yaymakta ve kendi hareket alanlarını daraltmaktadırlar.

Erdoğan başarırsa bunu kendi yetenekleriyle ve güçlü bir halk desteği olduğu için değil, muhalefetin yeteneksizliğiyle ve desteği boşa harcamasıyla başaracaktır.

*

Erdoğan’ın İstifası doğru ama seçimlere kadar bunu öne sürmenin ve yükseltmenin bir anlamı yok. Kimse ilgi göstermez. Seçimlerden sonra bir daha şimdiye kadar olduğu gibi davranamaz.

Bu itirazın bir kısmına zaten üstte cevap verilmişti. Ama şimdi Seçimlere kadar bir şey olmayacağı, yapılmaması gerektiği; yapılamayacağı gibi noktalara cevap verelim.

Sorunun en can alıcı yanlarından biri, seçime odaklanmanın günün en acil görevini atlama anlamına geldiğini görmemekte yatıyor. Burada da kavramsal olarak, burjuvazinin yaydığı, Politik mücadele ile seçimleri ve parlamentoyu özdeşleştirme var. Politik mücadelenin; demokratik politik mücadelecin alanlarından sadece biridir seçimler ve parlamento.

Öte yandan, Seçim ve Sonuçları ile Erdoğan’ın konumu arasında bir ilişki varmış gibi koyuluyor.

Seçim sonuçları ne olursa olsun, AK Parti ile bir ortak hükümet gerekmektedir. Ya CHP ve AK Parti hükümeti; ya da MHP ve AK Parti hükümeti.

AK parti ise bütünüyle Erdoğan demektir. Tümüyle kendisinin atadığı elemanlardan oluşan bir meclis grubu ve parti mekanizması.

Yani sonuç ne olursa olsun Erdoğan devletin başında olmanın kendisine verdiği güçle, her şeye müdahale edecek demektir. Şimdiye kadar yaşananlar yaşanacakların bir girizgâhıdır sadece.

Erdoğan’ı meclis seçmedi. Onun istifasını da yine meclis dışındaki halkın oyu tayin eder. Bu oyun ille de bir sandıkta oylama biçiminde yansıması gerekmez. Yurttaşlar, seçtiklerinin değişmesi veya kendilerinin fikrinin değişmesi durumunda, aradaki makas dayanılmayacak kadar açıksa, pek ala kendi eğilimlerini ifade etmeli ve yansıtmalıdırlar. Bu hakları vardır ve bu demokrasinin en temel koşuludur. Nüfusun yüzde altmışının göğsüne #Erdoğanİstifa yazarak sessizce ve tamamen yurttaşlık hakları çerçevesinde reyini ifade ettiği bir ülkede Erdoğan’ın bu başkanlık sistemini oturtması ve orada başkan olarak kalması mümkün olamaz.

*

Kaldı ki, Erdoğan’ın “ya herro ya merro”; “ya devlet başa ya kuzgun leşe” konumu iyi kavranırsa, onun, muhalefetin seçime böyle odaklanmasından çıkarlı olduğu görülür.

Çünkü böylece o kaybedilen zamanda, güçlerin örgütleyecek, kendine bağlı lümpen çeteleri pekiştirecektir. Karşı tarafı bölmek için yeni manevralar yapacaktır. Seçimlerin sağlıklı olmasını engelleyecektir.

Bütün bunları engellemek ve zaman kaybetmemek için şimdiden bu hareketin yaratılması gerekmektedir: #Erdoğanİstifa

Böyle bir hareketin şimdiden ortaya çıktığını; hızla büyüdüğünü ve seçimden önce büyüklüğü ile Erdoğan’ın istifasını sağladığını var sayalım.

Bu hem seçimlerin daha eşit ve adil bir ortamda olmasını sağlar; hem de seçimler sonucunda yeni bir Cumhurbaşkanı olanağı yaratır. Ayrıca şimdiden böyle bir hareket, AK Parti içinde bile tam da böyle sonuçlara yol açacağı için fiili bir destek de bulur. AK Parti içinde durumdan rahatsız olanlar, ancak böyle bir hareketin varlığında başlarını kaldırabilirler. Başlarını kaldırabilmek için böyle bir harekete ihtiyaçları olduğundan bir noktadan sonra, hareket belli bir kritik kütleyi aştığında, ona katılabilirler bile.

Özetle, seçimlere yönelerek bu acil politik hedefi ikinci plana atmak, bizzat seçimlerin adilce olmasını tehlikeye atmakla kalmaz; giderek bir AK Parti çoğunluğuna dayanarak başkanlığını sürdürmesine olanak sağlar.

Başkanlık sürdüğünde ise yine tek yol kalır: #Erdoğanİstifa

*

Evet, Erdoğan istifa tamam ama ben kendi gerekçelerimi yazmak yazmak istiyorum. Ben diyelim ki orada, Kürtlerle iyi savaşmıyor diye #Erdoğanİstifa diyenle, bir ulusalcıyla bir arada bulunmak istemiyorum. Ben ideolojik mücadeleyi boşlayamam. Troçki ne demiş? “Ayrı bayraklarla yürü birlikte vur”. Ben bayrağımın bir ulusalcının bayrağına karışmasını istemem.

Bir itiraz ki kendini çürütüyor.

Ve ayrı bayrak ve ideolojik mücadeleyi, mekanik olarak anlayıp, bir eylemin özünü oluşturan biçime karşı kullanmanın örneği.

Evet, ideolojik mücadele. Ama bu eylemin özelliği, yılgın ve hareketsiz, dağınık bir muhalefeti en geniş çerçevede birleştirmek; yani birlikte vur.

Ayrı bayrak veya ideolojik mücadele kısmına gelince, bunu fiziksel olarak, eylem yerine ayrı bayraklarla gelme (yani ayrı gerekçeyi yazma) olarak algılama, bu ilkinin özünü bir biçim sorununa indirgemek olur.

Çünkü burada birlikte vurmayı engelleyen bir biçim olmaktadır, ideolojik mücadeleyi veya ayrı gerekçeyi eylemin kendisine taşımak.

Elbet her insanın ya da yurttaşın kendi gerekçelerini açıklama hakkı vardır ve veridir.

Ama bunu mekanik olarak algılayıp veya yorumlayıp da, eylemin özünü yok etmenin aracı olarak kullanmak yanlıştır.

Bu ideolojik mücadele kısmını elbet herkes, kahvede, yolda, internette, sosyal medyada yapabilir. Bunlara öncelik veren, eyleme gelmez. Çünkü eylemin kendisi gerekçeler ve bayrakların eylem esnasında bir kenara bırakılmasına dayanmaktadır.

Yolda yürürken sürekli ideolojik mücadele mi yapılıyor? Otururken sürekli ayrı bayraklar mı taşınıyor? Bu eylemin özü, tamamen bu düzeyi tutturmak, korumak ve sürdürmektir.

Eyleme gelene şunu demiş olmaktadır biçimiyle: Elbette herkesin gerekçesi farklı olabilir ama bizler bu ortak hedefi ifade etmek için buradayız.

Yani gerekçelerin eylem esnasında ifadesi, bizzat eylemin özünü ve biçimini reddetmenin, onu engellemenin bir aracıdır bu itirazda.

*

Evet, öneri doğru ama Erdoğan bu harekete müsaade etmez. Polise emir vermiş, Erdoğan’ı hedef alan hiçbir eyleme zerrece müsaade edilmeyecekmiş. Yapılacak iş Oya Baydar’lar gibi oralara aydınların gitmesi, bunun Avrupa’da duyurulması ve oradan baskıdır. (Bu aşağı yukarı bir HDP vekilinin de önerimize itirazıdır.)

Anlaşılmayan ve ayrımı yapılamayan bir temel konu şudur.

Biz elbet bir politik hareket ve eylem öneriyoruz. Ancak bu öneri hukuki veya kanuni olarak, politik değildir. Yani toplantı ve gösteri yürüyüşleri alanına; dolayısıyla vali ve polisin alanına girmez. Eylemin bütün özelliği budur.

Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, iktidarların ve idari amirlerin keyfine kaldığından fiilen yoktur. Polisin görevi yurttaşların bu haklarını savunmak değil; devleti ve iktidarı savunmak olduğundan bu hakkın kullanımı fiilen çok sınırlı olarak mevcuttu.

Ancak Erdoğan’ın başbakanlığında ve şimdi de devlet başkanlığında bu sınırlı alan bile yok edilmiştir. En sıradan bir hak olan basın toplantılarına bile gazla derhal, haber bile vermeden müdahale edilmekte ve herkes dağıtılmaktadır. Bu dağıtmaların bir nedeni de milleti korkutarak fikrini ifade edemez durumda bırakmaktır.

Ancak, günün herhangi bir saatinde İstiklal Caddesi’ndeki kalabalık ve insan yoğunluğu;  Kadıköy’deki kalabalık veya insan yoğunluğu, büyük bir mitingdekinden daha fazla olmasına rağmen hukuken politik değildir ve toplantı ve gösteri yürüyüşü alanına girmez.

Bir an için İstiklal Caddesi veya Kadıköy’de gezen, yürüyen insanların, bunu göğüslerine iliştirilmiş #Erdoğanİstifa yazılarıyla ve hiçbir slogan atmadan, bayrak taşımadan yaptıklarını var sayalım. Bu toplantı ve gösteri yürüyüşüne giremez. Bunu engellemenin bir tek yolu vardır. Yurttaşların seyahat, herhangi bir yerde durma, bulunma, oturma, yürüme hakkını ve fikrini ifade etme hakkını tanımamak ve kaldırmak.

Bu ise, baskıda başka bir düzeye sıçramak anlamını kazanır. Burada yüzde yüz haksızdır ve artık kaçacak yeri yoktur. Elbet polisin birilerini alıp götürmesi mümkün olabilir. Ama bu hiç bir kanun maddesinin alanına girmez. Bir suç oluşturmaz. Serbest bırakmak zorundadırlar. Ertesi gün, buna dayanarak yine aynı şeyi yapabilirsiniz.

Yani biz klasik, alışılmış bir gösteri veya yürüyüş yapmıyoruz. Evet, politik olarak bir gösteri, bir hareket karşısındayızdır; ama hukuki olarak orada bir gösteri ve hareket yoktur.
Bunun en ilginç bir örneği, Gezi’deki Duran Adam’dır. Orada en sıradan, herhangi bir yerde durma hakkı bir politik eyleme dönüştürülmüştür. O da sosyolojik olarak politik bir hareketti ama hukuki olarak gösteri ve toplantı kapsamına girmiyordu. Hukuk demek biçim demektir. Bir insanın bir yerde durma hakkı varsa, onu ne için yaptığı, başkasına zarar verme söz konusu olmadığı sürece,  yasanın konusuna girmez.

Önerilen hareketin slogansız ve bayraksız olmasının, sessiz olmasının bir nedeni politik olarak en geniş güçleri bir araya getirmekse, diğer nedeni de hukuki olarak gösteri ve toplantı sınırlarının içine girmeyen bir hareket olmasıdır. Bu iki koşulun bir araya gelmesiyle milyonların katılımı sağlanabilir.

Erdoğan en küçük bir araya gelişi ve muhalefeti bastırmak için fiilen her basın toplantısına bile gazla saldırarak milleti politik toplantı ve gösteri yapamaz mı kıldı.

O halde ceza da suçun cinsinden olacaktır: madem öyle işte böyle. Erdoğan’a karşı muhalefet de gösteri ve toplantı yürüyüşü alanına girmeden kendini ifade edecektir ve tam da bu sayede en büyük bir araya gelişi sağlayacaktır.

Aslında bize ne yapmamız gerektiğini gösteren bizzat Erdoğan’dır. Politik olarak gösteri yapmayın, slogan atmayın, basın toplantısı yapmayın diyor fiilen.

Tamam, biz de öyle yapıyoruz.

*

Erdoğan’ın polisleri bir şey demeyebilir ama bu sefer Osmanlı Ocakları gibi çetelerini üzerlerine salar.

Evet, teorik olarak bunu yapabilir. Ama bunun politik sonuçlarını da göz önüne almak zorundadır.

Kürtlere karşı Özel Savaş Dairesi’nin işsiz güçsüzlerden derlenmiş çetelerini örgütleyip salmak kolaydır.

Ama şehirli ve modern kesimlere karşı bu tür davranışlar, bir takım sınırları aşmak anlamına gelir.

Birincisi, hukuki olarak, bu vatandaşların en temel haklarına bir saldırıdır. Polisin görevi bu hakları olsun savunmaktır. Eğer bunu yapmıyorsa, o da suçlu olur.

Dolayısıyla böyle girişimleri göze almak gerekir. Çünkü bunu yapanlar ne olursa olsun hukuken suçlu duruma düşerler. Kaldı ki böyle bir saldırı birden Erdoğan’ı tecrit de eder.

Sınıfsal ve politik olarak, hiç ses çıkarmadan bağırmadan, bayrak veya pankart açmadan #Erdoğanİstifa yazısını göğsüne asmış insanlara saldırmak; açıkça bir iç savaşı davet anlamına gelir.

En devletçi ve demokrasiye uzak, ama hukuk guguk devleti diyen kesimler bile bunun kendi varlıklarına da bir tehdit anlamına geldiğin görürler ve seslerini çıkarmak zorunda kalırlar.

*

Bunu bizzat son yakıp yıkmalardan sonra gördük.

Dikkat edilirse son Ankara ve İstanbul bayrak mitinglerinde, saldırgan çeteler arka plana çekildi. Bu belli çevrelerden, yani Devlet Partisinden, yani Askeri Bürokratik Oligarşinin bir Erdoğan’a bir mesafe koymasıdır da aynı zamanda.

Devletin Suflörlerinden Serpil Çevikcan’ın “Hakem düdük çaldı...” yazısı bunun bir ifadesidir.

“Ankara dün olağanüstü günlerinden birini yaşadı.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) başta olmak üzere 14 sivil toplum kuruluşunun öncülük ettiği, kısa bir sürede 200’ü aşan örgütün katıldığı toplumsal bir çıkışa tanık olduk.

Açılan derin bir yaraya tepki gösterirken başka yaralar açmamak esas olmalı. (…)

Yürüyüşü görünmeyen bir elin organize ettiği ve “Kardeşliğe evet” sloganı konusunda HDP cenahından gösterilen tepki not edilmekle birlikte dünkü buluşmayı gölgelemediğini gördük.

Başkentteki yürüyüşün önemli özelliği, teröre karşı ilk kez bu ölçekte sivil bir ortak tepki gösterilmesiydi.

Organizasyonu gerçekleştiren 14 büyük demokratik kitle örgütünün yürüyüşte Türk bayrağı dışında başkaca sembol taşınmaması ve belirlenen az sayıdaki slogan dışında slogan atılmaması kararı amaca uygundu. (Dikkat edilsin, aslında o “görünmeyen el” bile ancak farklı sloganları engelleyerek geniş bir katılım sağlayacağını biliyor.)

Bu özen sayesindedir ki bir ucu Sıhhiye’de bir ucu eski Meclis’te olan dev kortejde taşkınlık ve istismar girişimi olmadı.  Sivil toplum kuruluşlarından olması ve siyasetten arındırılmış bir katılımın gerçekleşmesi yürüyüşün demokratik olgunluk içinde geçmesini sağlayan temel faktördü.”

“(…) Terörün bir siyaset aracı olarak kullanılmasına gösterilen bu ortak tepki, silah yerine demokratik araçların kullanılmasına destek (ABÇ) mesajı da taşıyordu.”

Yani “devlet partisi” veya “devlet aklı” veya “görünmeyen bir el” Erdoğan’ın yöntemleriyle arasına mesafe koymak gerektiğini görmüştür.

*

Evet, ama bu sol örgütler slogan atmadan duramazlar. Eylem biraz başarı gösterse bütün Sol örgütler hemen sloganları, flamalarıyla gelirler. Gezi’de de öyle olmadı mı?

Evet, bunu yapabilirler. Ama eyleme karşı bir provokasyon yapmış olurlar.

Bizlerin onlara diyeceği şudur. Eğer sesinizi çıkarmadan, bayraklarınız, flamalarınızı kapatarak, herkes gibi burada durursanız durun, yoksa buradan gidin. Bizler gösteri yapmıyoruz. Kanunlara saygılı yurttaşlarız. Bizim sessizce oturma, durma hakkımıza tecavüz etmeyiniz.

Gitmedikleri takdirde bir daha hiçbir yere gidemeyeceklerini anlarlar.

Onlar gitmezse biz gideriz. Nasıl olsa yürüyebiliriz, oturabiliriz. Tesadüfen bir aradayız. Ertesi gün yine oradayız.

Eğer ertesi gün de gelirlerse, başkasının kanını emen bir parazit olmaktan başka bir anlamları kalmaz.

*

Evet, kısaca bunları öneriyoruz. Bu eylem, bütün eylemlerden farklı olarak, kendini gizlice hazırlayarak, aniden ortaya çıkmayacak ve çıkamaz.

Kendisinin sınırlarını, biçimini, amaçlarını, nasıl örgütleneceğini açık açık tüm kamuoyuyla paylaşacaktır ve paylaşmalıdır; herkes bu tartışmaya katılmalıdır.

Bu eylemin olduğunda, kendisi gibi hazırlığının da bir tek gücü vardır: Açıklık.

Her şeyin açıkça ortaya koyulması. Tüm sorunların, korkuların, tereddütlerin, açıkça ortaya koyulup tartışılması.

Çünkü her şeyden önce insanların kendi iradeleriyle, kabulleri üzerinden gerçekleşebilir.

Çünkü amacın doğru tanımı ve doğru kavranması binlerce haberleşme mekanizmasından daha mükemmel bir organizasyon, uyum ve koordinasyon sağlar.

Çünkü amacın iyi kavranması, hem insanlara hiç karşılaşılması öngörülmemiş durumlarda amacı yaralamayan ona hizmet eden yaratıcılık ve inisiyatif kullanma olanağı sağlar.

Çünkü amacın iyi kavranması, disiplin ve ortaklık sağlar.

Bunlar ise başarının olmazsa olmazlarıdır.

Tekrar edelim:

Bu eylemin gerçekleşmesi ve başarısı, yurttaşların modern ve demokratik özlemleri olan insanlar olarak, sorumluluk duyarak, en temel haklarını savunma ve korumayı göze almasına dayanmaktadır.
Bu olmadan hiçbir şey olmaz.

Eğer bu en temel haklarını savunmayı göze bile alamıyorsa insanlar; hiçbir yasa maddesini çiğnemeden fikrini açıklamayı göze alamıyorsalar, o zaman söylenecek bir tek söz vardır: “Her halk kimin tarafından yönetiliyorsa onun tarafından yönetilmeye layıktır.”

*

Bu yöndeki çalışmalarımızı sürdürülüyor.

Çalışmalar esas olarak, bir e-mail grubu aracılıyla yürütülüyor.

Burada açıklanan fikirler, bir bakıma şimdiye kadarki çalışma ve tartışmaların özüdür.

Bu fikirlere katılanları ve çalışmalarda yer almak isteyenleri e-mail grubumuza üye olmaya çağırıyoruz.

E-mail grubunun tanıtımında şunlar söylenmektedir:

Erdoğan İstifa e-Mail Grubu, Erdoğan'ın istifasını talep eden yurttaş girişiminin haberleşmesi ve çalışmalarını organizasyonu için kurulmuştur.

Grubun Tüm çalışmaları açıktır. Grubun üyeleri tartışmalara ve karar oylamalarına katılabilir. Kararlar en az reddedileni bulmaya yarayan oydaşma yöntemiyle alınır.

Grupta sadece sabotajlara karşı teknik moderasyon uygulanabilir. Hiç bir fikir engellenemez.

Eğer bunlara katılıyor ve çalışmalara katılmak istiyorsanız:

erdogan-isti...@googlegroups.com

Gruptaki tartışma ve kararlar hakkında bilgi edinmek, dışarıdan izlemek veya gruba üye olmak isterseniz de

https://groups.google.com/d/forum/erdogan-istifa Adresini ziyaret edebilirsiniz

Eğer yine de gruba üye olmayı başaramazsanız

erdogan.is...@gmail.com adresine bir mail yazarak e-mail grubuna katılmak istediğinizi bildiriniz.

*

Şimdiye kadar ve bundan sonraki çalışmalar hakkında #Erdoğanİstifa isimli blogtan bilgi edinebilirsiniz. Adresi şöyledir:

http://erdogan-istifa.blogspot.com.tr/

*

Eğer Facebook üyesi iseniz, grubu ve sayfayı ziyaret ederek, hem paylaşımları izleyebilir hem de paylaşımlar yapabilir yorumlarınızla katılabilirsiniz.

Girişimin Facebook Grubu: https://www.facebook.com/groups/erdoganistifagrubu

Adresindedir. Gruba üye olup paylaşımlar yapıp tartışabilir ve paylaşımlardan haberdar olabilirsiniz.

Facebook sayfası:

https://www.facebook.com/Erdoğan-İstifa-834753616639513 adresindedir. Ziyaret edip beğenirseniz. Paylaşımlardan otomatik olarak haberdar olursunuz.

*

Twitter’de iseniz, şu adresteki hesabı izleyebilirsiniz.

https://twitter.com/erdoganistifaet

*

Üçüncü toplantı yarın. Yukarıda açıklanan amaç ve yollarda anlaşan tüm yurttaşlar davetlidir.

‪#‎Erdoğanİstifa Yurttaşlar Hareketi üçüncü hazırlık toplantısı için buluşulacak. Yer: SODİD'de 22 Eylül Salı günü 19.00'da buluşulacak. Tüm yurttaşlar davetlidir. (Osmanağa Mah. Kırtasiyeci Sok. No:15, Kat: 2)

https://www.facebook.com/events/545085925639073/

Demir Küçükaydın

21 Eylül 2015 Pazartesi

Yurttaşlara Çağrı

Yurttaşlar,

Bugün Türkiye’deki, (hatta Ortadoğu’daki) tüm sorunların çözümünün önündeki en büyük engel Erdoğan’dır.

Savaş  mı?

Savaş Erdoğan’ın başkanlık ihtirasları için başlamıştır.

Suriyeli göçmenler ve Avrupa’ya kaçmaya çalışırken yaşadıkları facialar mı?

Erdoğan’ın Şam’da Emeviye Camii’nde namaz kılma amacında somutlaşan emperyal hayallerinin bir sonucudur.

Giderek ucu görünün ve çok yakında herkesi yakacak olan ekonomik büyümenin durması, TL’nin fiili devalüasyonu; dış ticaret açığının büyümesi gibi saymakla bitmeyecek sorunların temelinde Erdoğan vardır.

Hukukun ayaklar altına alınması mı?

Erdoğan.

Yolsuzluklar mı?

Erdoğan.

Bu liste uzatılabilir.

*

Erdoğan bulunduğu yeri (fiili başkanlığı) terk etmeden, hiçbir sorun çözülemez.

Erdoğan’ın bu mevkii, seçimler sonucunda  AK partinin çoğunluk kazanamaması durumunda terk edeceğini sananlar da ayrıca yanılıyorlar ve sahte hayaller yayıp, Erdoğan’ın planlarını uygulaması için ona zaman kazandırıyorlar.

Çünkü Erdoğan için başkanlık ve hesap verme arasında üçüncü bir seçenek bulunmamaktadır. Dolayısıyla dişleriyle, tırnaklarıyla bulunduğu mevkii ve yetkileri elinde tutmaya ve savunmaya çalışacaktır. Aksi takdirde, mahkemeye çıkması ve yaptığı akçalı ve diğer siyasi ve gizli işlerin hesabını vermesi kaçınılmazdır. Hesapta ise mahkûm olacağını iyi bilmektedir.

(Normal olarak, bu gibi suçlamalar altında bulunan bir insanın, mevkiinin kendine sunduğu korumalardan kendini azade kılarak; yurttaşların vicdanında olsun kendini aklayabilmek için kendisinin yargılanmasını istemesi gerekir.

Erdoğan ise tam tersini yapmakta, kendisine veya koruduklarına karşı var olan yasalar çerçevesinde açılmış tahkikatları kapatmakta; yargıç ve savcıları sürmekte veya meslekten uzaklaştırmakta, yargıyı kendi kontrolüne almaktadır. Yasalar önünde hesap vermekten kaçmasını ise, “paralel yapı”nın komplosu diyerek meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Erdoğan’a bizler garanti veriyoruz; onun kimseye tanımadığı hakkı kendisine tanıyoruz ve diyoruz ki: yargıçlarını kendin seç; ama yargılama, tüm yargı safahatı, tüm deliller, her şey her an tüm kamuoyunun gözleri önünde açıkça yapılmalıdır. Gerçekten temiz olan bundan korkmaz.)

Ve bu nedenle, Erdoğan orada oluğu sürece seçimlerin olacağının bir garantisi yoktur. Seçim olursa onun adil olacağının bir garantisi yoktur. Seçimde yenilirse, yenilgiyi kabul edeceğinin bir garantisi yoktur.

Ayrıca Erdoğan, şu an fiilen hukuk dışına düşmüş; yaptığı darbeyi kendi ağzıyla itiraf etmiş bir cumhurbaşkanıdır. Onun orada kaldığı her an bu hukukun ayaklar altına alınmasının meşru ve olağan görülmesine yol açmaktadır.

Ve son olarak, “Külliye” denen Saray, sadece bir bina değildir. Binanın yapısı başka bir devlet aygıtı anlamına gelmektedir. Saray, aslında Anayasa’yla belirlenmiş devlet organlarının dışında; tamamen Erdoğan’a bağlı ve onun fiili yetkilerinden güç alan binlerce dairesi ve çalışanı olan bir paralel ve gizli devlet durumundadır. Harcamaları ve yaptığı işler yurttaşların her türlü denetiminden uzaktır ve açıklıktan yoksundur.

Özetle Erdoğan’ın orada bulunması hem her an fiili bir anayasa ihlalidir; hem de Erdoğan orada kaldığı sürece ne barış, ne huzur, ne seçim; ne adil bir seçim; ne de seçim sonuçlarının tanınması ve uygulanma olanağı bulması mümkün değildir.

*

Yurttaşlar, seçimler sonucunda Erdoğan’ın gideceğini ummak veya adil seçimler yapılabileceğini düşünmek ham hayallerle vakit kaybetmektir.

Kaldı ki, kabus görmektense uyanık olmak yeğdir.

Güven iyi bir şey olabilir ama kontrol daha iyidir.

Bugünden tezi yok Erdoğan’ın istifasını istemeliyiz.

Ancak böyle bir istifa talebinin yükselmesi sayesinde belki, seçimlerin olması sağlanabilir; belki seçimlerin an azından 7 Haziran seçimleri kadar olsun adil ve açık olması sağlanabilir; ve nihayet Erdoğan’ın seçim sonuçlarını kabulü ve yasaların çizdiği çerçeveye geri çekilmesi sağlanabilir.

O halde bu günün en acil sorunu, Erdoğan’ın istifasını ve oradan uzaklaşmasını sağlamaktır.

*

Peki, bu nasıl sağlanacak?

Bugün yurttaşların en azından yüzde altmışı; hatta çok daha büyük bir yüzdesi, bizzat kendi partisine oy verenlerin bile önemli bir kesimi Erdoğan’ı sorunların başı olarak görmektedir.

Ancak bu büyük çoğunluk bu eğilimini ifade edecek kanallardan ve birlikten yoksundur. Bu nedenle bu ortak görüş bir siyasi talep ve harekette ifadesini bulamamakta, bu da umutsuzluğu ve çaresizliği beslemektedir.

Elbet bunda Erdoğan'ın en küçük bir basın toplantısına bile polisin gaz atarak dağıtmasının; şimdiden bütün diktatörlerin yatığı gibi, lümpenlerden örgütlediği çetelerin estirdiği terörün yanı sıra  Partilerin tamamiyle seçimlere odaklı olarak politika yapmalarının ve Erdoğan’ı seçimlerden sonra oradan uzaklaştırabilecekleri hayalini yaymalarının da önemli bir payı bulunmaktadır.

*

Hiç beklemeden derhal Erdoğan’ın bulunduğu yerden uzaklaşmasına yönelik bir yurttaşlar hareketi, bir sivil itaatsizlik ve direniş hareketi başlatılmalıdır.

Böyle bir hareket oluşabilir mi?

Bunun nasıl olacağını bize bizzat gösteren Erdoğan’ın kendisidir.

Bugün fiilen gösteri ve toplantı yürüyüşleri hakkı gasp edilmiş; en sıradan bir basın açıklaması bile polisin keyfi müdahalelerine uğramaktadır. Bu şiddet ortamı yurttaşların yılmasına ve gözünün korkmasına yok açmakta; bu da ancak tüm bunları göze alabilen küçük azınlıklara kalmakta bunların da politik bir güce dönüşmesi mümkün olmamaktadır.

O halde, bizlere tek alan bırakılmıştır, Gösteri ve yürüyüş hakkımız gasp edildiğine göre, en temel yurttaşlık hakları alanında; hukuken hiçbir şekilde gösteri ve toplantı yürüyüşleri kanununa girmeyen alanda hareket edilebilir ve ancak bu biçimler altında milyonlarca insanın hedeflerini ifade edebilir.

Fikrimizi sözle yazıyla anlatabiliriz deniyor anayasada. Göğsümüze bir kağıda “#istifa” yazıp astığımızda bu hakkımızı kullanmaktan başka bir şey yapmış olmayız. Bunu şimdilik yasaklayabilecek hiçbir yasa yoktur. Bunu engelleyen polis veya idareci suç işler. Polisin görevi en azından teorik olarak, bu hakkın kullanılmasını sağlamaktır.

İkincisi, ülke içinde seyahat etme; bir yerde oturma, durma, yürüme hakkımız bulunmaktadır. O halde herkes göğsünde # istifa yazan bir yazıyla yürüyebilir, oturabilir, durabilir hatta uzanabilir.

Böyle bir davranış en temel yurttaşlık hakkıdır. Polisin  görevi bu hakkın kullanılmasını garanti altına almak ve savunmaktır.

Böyle davranın insanlar günün belli saatlerinde bunu yapabilirler ve benzeri yerlerde bulunabilirler. Günün her saatinde istiklal caddesinde herhangi bir miting veya gösteri yürüyüşünden çok daha fazla ve yoğun insan bulunmaktadır. Örneğin bu insanların, kendi bireysel kararlarıyla, göğüslerinde istifa talep eden yazılarla orada dolaşmaları, durmaları veya oturmaları hiçbir şekilde toplantı ve gösteri yürüyüşüne girmez.

İşte böyle bir davranış biçimiyle, bu felç durumundan çıkabilir, modern yurttaşlar olarak; en temel insan ve yurttaşlık haklarına dayanarak fikrimizi yansıtabiliriz

Diğer bir ifadeyle, hukuki ölçülerle, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kapsamına girmeyen, dolayısıyla polisin ve Erdoğan’ın emrindeki idari aygıtın müdahalesini en azından hukuki bakımdan olanaksız kılan (Kaldı ki o bunları da çiğneyebilir.) milyonlarca insanın bir yurttaş olarak katıldığı ve katılabileceği bir hareket yaratmak.

Yani hangi partiden veya siyasi görüşten olursa olsun; hangi gerekçeyle olursa olsun insanların göğüslerinde #istifa yazan kağıt veya T-Shitlerle yürümeleri, oturmaları, durmaları, uzanmaları şeklinde ortak bir hedefe yönelik en geniş katılımı sağlamak.

Bugün hala Erdoğan’a karşı hareket edebileceğimiz ve birleşebileceğimiz böyle bir alan bulunmaktadır. Ama bunu şimdi yapmazsak, ilerde bu olanağın bile elimizden alınacağı da bir sır değildir.

*

Ama hem bu güce ulaşmak hem de bu gücü korumak için, bu hareketin kesinlikle yasal bu sınırlar içinde kalması; bütünüyle yasal haklara dayanması ve polisin haksız şiddetine karşı dahi aktif olarak direnmemesi gerekmektedir.

Ayrıca farklı hedeflere yönelip hareketin zayıflamasına da yol açmamalıdır.

Bu nedenle sadece tek kelimelik hedefle yetinilmelidir: #istifa!

Gerekçeler, başka yerlerde başka ortamlarda dile elbet getirilebilir. Herkesin gerekçesi farklı olabilir. Ama bunlar bu hareket içinde dile getirilmemelidir.

Ayrıca hem her türlü müdahaleye vesile yaratmamak; yani gösteri yürüyüşü kapsamına girmemek; hem de çeşitli politik grupların veya partilerin bu hareket damga vurma ve onu kontrol altına alma çabalarını anlamsız kılmak için hiçbir şekilde Slogan atılmamalı pankart, afiş bulunmamalıdır.

Bunu yaptığımızı takdirde, modern bir sivil haklar hareketi yaratarak ve en pasif ve barışçıl biçimlerde en yasal biçimler içinde Erdoğan’ı oradan uzaklaştırabiliriz.

*

Bu hakkımızı kullanarak milyonlarca insanı böyle davranmaya davet edelim.

Milyonlarca yurttaş böyle davrandığında ve Erdoğan bulunduğu mevkiden uzaklaştığında, en azından diğer sorunları gündeme alabilmek bir ön koşulu yerine getirmiş oluruz.

Eğer bunu yapamaz isek, söylenecek tek söz kalır: “Herkes layığını bulur” veya “her halk kimin tarafından yönetiliyorsa onun tarafından yönetilmeye layıktır”.

 

Erdoğan Nasıl Gitmez, Nasıl Gider, Nasıl Gitmeli?

Halkın dediği gibi, “bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış, elbet Erdoğan’a da kalmaz”. Elbet bir gün gidecektir.

Bir Çin atasözü, “bir nehrin kenarında uzun zaman durursanız, bütün düşmanlarınızın cenazelerinin önünüzden birer birer geçtiğini görürsünüz” der. Elbet bir gün Erdoğan’ın cenazesi de yeterince uzun yaşayanların önünden geçecektir.

Son zamanlarda neredeyse bütün yazarların ve Facebook yorumcularının, korkularını bastırmak için, karanlıkta ıslık çalarca tekrarladıkları gibi sonunda “demokrasi kazanacaktır.”

Elbet Erdoğan gidecektir ve bu günler de geçecektir.

Ama yine halkın dediği gibi “elbet geçer ama deler de geçer”.

*

O halde, karanlıkta ıslık çalmayı; tarihsel haklılıklardan söz etmeyi bırakıp, sorunu politik bir sorun olarak ele alıp tartışmak, yol yordam belirlemek gerekir.

Ve bunu halkın (dolayısıyla da düşmanın) gözü önünde apaçık yapmak gerekir.
Öyle yapalım. Erdoğan’ın nasıl gideceğini, gitmeyeceğini ve gitmesi gerektiğini onun gözü önünde, apaçık tartışalım.

*

Erdoğan’ın seçimle gideceğini hala düşünenler yanılıyorlar.

Şunu anlamıyorlar: Erdoğan’ın geri dönüşü yoktur. Ya başkanlık denen despotluğunu oturtmak ve sürdürmek, her türlü yasal denetim ve bağlayıcılıktan azade olmak durumundadır ya da mahkemeye çıkacaktır.

Bu durumda Erdoğan için tek yol kalır: egemenliğini ve fiili darbe rejimini sürdürmek ve tahkim etmek için her şeyi yapmak.

(Bunun için kendi amacına hizmet edeceğini gördüğü takdirde seçim de yapabilir ama pek ala seçim yapmayıp bugünkü rejimi fiilen de sürdürebilir. Elinde Anayasa’nın ona sunduğu çok geniş olanaklar var. Olağanüstü hal var; sıkıyönetim var. Bunlara dayanarak seçimleri erteleme var. MHP zaten Sıkıyönetim’e destek vereceğini söyleyip açık çek vermiş durumda. Ama varsayalım ki seçimler olacak ve bugünkü gibi bir seçim sonucu ortaya çıkacak.)

Erdoğan’ın bulunduğu güç ve mevkii terk etmesi, kendisinin sonu anlamına geleceğinden,  mümkün değil iken, hala seçimlere odaklı politika yapmak; sanki seçimlerde Erdoğan ikinci bir yenilgi alsa, orayı terk etmek zorunda kalacağı yanılsamasını yaymak iki bakımdan yanlış olmaktadır.

1)      Sahte hayaller yaymaktadır. Yeni hayal kırıklıklarının; dolayısıyla yeni yılgınlıkların tohumlarını atmaktadır. Seçimlerden sonra Erdoğan bugün yaptıklarını yapmaya devam edecektir.

2)      Ama daha önemlisi, seçimlere kadar olan dönemde, Erdoğan’a karşı olan geniş kitlelerin, yani nüfusun yüzde 60 veya 70’inin, pasif bir biçimde beklemesine yol açarak, çok değerli bir zamanın yitirilmesine; bu zamanı kullanarak Erdoğan’ın adım adım lümpenler ve Ergenekon denen özel savaş aygıtı aracılığıyla bir terör rejiminin temellerini atmasına; çoğunlukta yılgınlık yaratmasına imkân tanımaktadır.

Bu nedenle diyoruz ki, Erdoğan’ın en büyük silahı, muhalefetin kararsızlığı ve basiretsizliğidir.

Çünkü Erdoğan aslında çok kırılgan bir zeminde hareket etmesine rağmen kararlıdır. Partisinde geniş bir muhalif kesim vardır ama onlar korkak ve kararsızdır. Mecliste çoğunluk muhalefettedir. Ama onlar durumun ciddiyetini anlamaktan uzaktır ve kararsızdır.

Bu kararsızlığın ve basiretsizliğin sonuçlarını görmemek için kör olmak gerekir.

Örneğin Erdoğan bugün 8 Haziran’dan daha güçlü durumdadır. 8 Haziran sonrasında günlerce ortalığa çıkamamıştı. Ama bugün hareket alanı daha geniştir. Kitleleri yıldırdı ve umutsuzluğa sevk etmeyi başardı. Cenazesi sürüklenen gencin videoları, Ahmet Hakan’ı dövenlerin ifadeleri psikolojik yıldırma savaşının birer aracıdırlar aynı zamanda. Ve işlevlerini gayet iyi görmektedirler. Yarattıkları tepki ve infialden daha fazla yılgınlık yaratmaktadırlar. İnfial ve tepki örgütsüzdür sonuç vermez; yılgınlık ise örgütsüzlüğü besler sonuç verir.

*

Doğru bir politikanın ne olduğu ancak hayallerin aynasında anlaşılabilir. Doğru politikalar uygulansaydı şimdi nerede olunurdu açısından bakmak gerekir olaylara. Var olan kazançlara göre değil; mümkün ve olası kazançlara göre ölçülür ve ölçülmelidir başarı.

Örneğin İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler sonunda Hitler’i yenmiştir. Ama 20 milyon kayıpla ve dört yıl süren bir savaşla. Ama bırakalım Hitler’in iktidara gelmesine yol açan saçma ve yanlış politikaları bir yana, Stalin sadece 1940 sonrasında askeri bakımdan olsun birazcık doğru politikalar izleseydi bile bu kayıpları büyük ölçüde azaltmak ve zafere daha erken ulaşmak mümkündü. Sovyet generallerinin savaş dönemine ilişkin anıları bunların kanıtlarıyla doludur.

O halde haklı olmak, hatta başarılar elde etmek bile doğru bir politika izlendiği anlamına gelmez. Mümkün olana göre nerede bulunulmaktadır ona bakmak gerekir.

Örneğin seçimden sonraki süreçte PKK da, HDP de, CHP de yanlış politikalar izlediler. Buna rağmen şu veya bu ölçüde kazanımları olabilir. CHP oyunu iki puan arttırmayı başarı görebilir. HDP muhtemelen Kürtler içinde oyunu daha da arttıracaktır. PKK belki HPG hiç devreye girmeden şehirlerde askeri bakımdan şu gibi başarılar elde ettik diye kendini avutacaktır. Bütün bunlar gerçek de olabilir ama bu onların doğru politikalar izledikleri anlamına gelmez. Mümkün olana göre nerededirler, ona bakmak gerekir.

*

Mümkün olan bir durumu hayal edelim.

Örneğin Erdoğan fiili darbe yaptığını söylediği andan itibaren, HDP’nin Erdoğan’ı gayrı meşru ve darbeci olarak tanımladığını; onu tanımadığını; halka bu darbe rejimine karşı direniş çağrısı yaptığını; diğer muhalefet partilerini de Erdoğan’a karşı en geniş cepheyi kurmaya; meclisin darbeye karşı yönetimi ele alması gerektiğini savunduğunu düşünelim.

Bu durumda, Erdoğan’ın hareket alanı muazzam ölçüde daralırdı. Gücünüz az olabilir ama duruşunuz başkalarını da sizin duruşunuza göre tavır almaya zorlar. O zaman başta CHP diğer muhalefet partileri daha kararlı ve kesin tavırlar almak zorunda kalırdı. MHP aslında CHP seçmeninden pek farklı olmayan batı illerindeki tabanını yitirmemek için, Erdoğan karşıtı bir noktaya gelmek zorunda kalırdı.

Olaylar bu tavrın doğruluğunu kanıtlayacağı için hem politik öngörüsü ve kararlığıyla siyasi gücünü ve etkisini arttırır; hem de CHP’yi, MHP’yi ve hatta AK Parti içindeki Erdoğan muhaliflerini daha kesin tavırlar almaya zorlayarak; Erdoğan’ın hareket alanını daraltırdı. Bu da Bugünkünden çok farklı bir politik güçler dengesi içinde bulunulmasına yol açardı. O zaman bu günkü gibi, aslında Meclisin denetimi dışında Erdoğan’a bağlı bir rejim fiilen oturtulmuş olamazdı. Bu durumda Erdoğan savaşı tekrar başlatmaktan korkabilirdi.

Ama HDP birbiri peşi sıra hatalar yaptı. En kötüsü, herkesin boykot ettiği bakanlar kuruluna iki bakan vererek; hala normal bir seçim hükümetiymiş gibi ona meşruiyet sağladı ve sonra da saçma bir şekilde o bakanlarını istifa ettirdi.

Bakanlar hiç olmazsa bir skandala yol açıp öyle istifa etseydiler. Örneğin bakanların yurt dışına çıkışına engel koyulmuştu. Bakanlar dışarı çıkmaya kalkabilirlerdi. Çıkarılmadıkları takdirde orada açlık grevine girebilirlerdi. Bütün dünyaya bu Erdoğan rejimini rezil edebilirlerdi. Sonunda öyle istifa edebilirlerdi. Bunların hiçbirini yapmadılar. Aslında “biz bu boku niye yedik” hikâyesini politikanın zirvelerinde tekrarladılar. Bir yanlış diğer bir yanlışla düzeltilmeye çalışıldı.

(İşin ilginci bu konuda demokrat ve liberal kamuoyundan en küçük bir eleştiri de gelmedi. Belli ki herkes, Erdoğan’ı güçlendirmekten korktuğu için hataları kedi pisliğini örterce örtmeye çalışıyor. Gerçek demokratlar en geniş kitlelerin önünde kendi hatalarını sergilemekten ve onlarla mücadele etmekten korkmazlar. Düşmanla mücadele ederler, düşmanı eleştirmezler; onun silahlarını eleştiririler tabiri caiz ise; ama eleştiri silahını ise, kendilerine ve dostlarına karşı kullanırlar. Ne yazık ki, bu politik kültür de unutulmuş bulunuyor tüm demokratik ve sosyalist gelenekler gibi.)

Şimdi, eğer olursa, seçimde HDP oyunu elbette arttırabilir; hatta belki daha çok vekil de çıkarabilir; ama bu onun doğru bir politika izlediği ve başarılı olduğu anlamına gelmez. Mümkün olana göre başarısız kabul edilmelidir.

*

İşte Erdoğan özellikle HDP ve CHP’deki bu kararsızlıklardan ve yanlışlardan güç alıyor. Karşı tarafı tereddütte bırakmanın yollarını iyi biliyor. Ve kendi amacına hizmet ettiği sürece her şeyi yapmaya hazırdır. Dün “Barış süreci” başlatır; bugün Ergenekon’un Mafya şefiyle ittifak kurar; resimlerini yan yana astırır. Bunların hepsi taktik hamlelerdir. Temel bir stratejinin araçlarıdır.

Bu nedenle buradan özellikle CHP ve HDP’ye bir yurttaş olarak tekrar çağrı yapıyoruz.

Bugüne kadar izlediğiniz seçim odaklı çizgiyi terk ediniz. Elbet seçimlere hazırlanınız ama mücadeleyi seçimlerden ibaret görmeyiniz ve seçimlere kadar ertelemeyeniz. Hemen şimdi Erdoğan’a karşı direnişin başına geçiniz. Seçimler demokrasinin yollarından sadece biridir. Halkı, seçimleri beklemeden, hatta seçimlerin olabilmesi için Erdoğan’a karşı yasal yollarla mücadeleye çağırınız. Aksi takdirde çok geç olacaktır.

*

Tekrar tekrar söylemekten bıkmayalım. Bu partilerin önce şu tespiti yaması gerekiyor. Erdoğan bulunduğu mevkii ve fiili rejimi seçimlerin sonucuna göre terk etmez, etmeyecektir. Çünkü bu onun sonu olur. Yani Seçimler Erdoğan’dan kurtulmak için bir araç değildir. Erdoğan elindeki yetki ve güçlere dayanarak tıpkı 7 Haziran’dan sonra olduğu gibi, seçimlerde kaybetse bile olmamışa çevirecektir sonuçları.

Peki, o halde nasıl kurtulmak mümkündür Erdoğan’dan?

Bunun uluslar arası güç dengelerine bakarak, Erdoğan’ın tecrit edilmişliği ve Suriye ve Ortadoğu politikaların iflasıyla ve bunların yansımasıyla olacağını bekleyenler çok. Örneğin Çandar, hep Erdoğan’ın dış dünyada ne kadar tecrit olduğuna ilişkin bir sürü yazı yazıyor; en etkili yazarlar ve yayınlardan aktarımlar yapıyor.

Birçokları, Amerika Erdoğan’ı defterden sildi mi diye soruyor.

Bir kısmı, Rusya’nın Suriye’ye el atmasını, fiili sonuçlarıyla Türkiye’yi Erdoğan’dan kurtaracak bir imkân olarak görüyor.

Bunların hepsi ne yapacağını bilmemenin; demokratik bir kitle hareketinden korkunun; Erdoğan’a karşı kararsızlığın ifadeleridir.

Devletler bugünkü dünyada sürekli rekabet halindedir. Bugünkü koşullar bir anda değişebilir ve bugün çok zayıf durumdaki Erdoğan birden bir değer kazanabilir. İflas etmiş Erdoğan politikaları birden yeni alıcılar bulabilir. Türkiye’nin “stratejik mevkii”, Arapların petrolü gibi onun boynundaki en ağır prangadır.

Bugün Erdoğan’a kızan devletler, yarın çıkarları gereği onunla iş birliği yapabilirler.

İşte şimdi taze bir örnek görüyoruz. Almanya, genç işgücüne ihtiyacı olan 1 milyon kişiyi aldıktan sonra kapıları kapatmaya hazırlanıyor. Bunun için de bir plan yapıyorlar. Zor durumda olduğunu bildikleri Erdoğan’a sana 1 milyar Euro verelim, sen gelecek iki milyon mülteciyi buraya yollama orada tut diyorlar. Bunu gören Erdoğan’da hemen Avrupa’ya gülücükler dağıtıyor; Avrupa birliği hedefinden söz ediyor ve fiyatını yükseltiyor; Suriye’de istediğim bölgeyi kurmamı destekleyin diyor.

Yarın öbür gün şu da olabilir. Avrupa’nın Erdoğan ile böyle pis bir uzlaşmaya girmesini eleştiren ABD, yarın Rusya’ya karşı Erdoğan’a daha anlayışla davranabilir. Böylece dış politikada bittiği düşünülen Erdoğan bir reenkarnasyon (basübadelmevt, ölümden sonraki diriliş) yaşayabilir.

Yani uluslar arası güçler umut bağlanacak, dayanılacak bir araç değildir Erdoğan’a karşı mücadelede.

*

Peki, seçimlerle gitmez; dünya dengeleri olmaz?

Erdoğan nasıl gider?

Burada geliyoruz esas büyük tehlikeye.

Böyle giderse, bir süre sonra iyice umutsuzlaşan yüzde altmış veya yetmiş, Askeri Bürokratik Oligarşi’den kendisini Erdoğan’dan kurtarmasını isteyecektir. (Hatta onların bugünkü hareketsizliğinde, biraz da “değerimizi anlayın” tarzında bir cezalandırmanın izleri bile görülebilir.) Ve bunu tıpkı Tahrir’de Mübarek’i başından atan; ama daha sonra Mursi diktatöründen kurtarması için Sisi’nin darbesini davet eden Mısır liberalleri durumunda kalacaktır.

Bunun ipuçları şimdiden görüyoruz. En liberal yazarlardan biri olan Hasan Cemal’in şu satırlarını okuyalım[1]:

Şu uzun alıntı liberal Aydınlardaki bir kırılmanın da yansıması olarak görülebilir:

“Türkiye eğer önünü açmak istiyorsa, ‘Tayyip Erdoğan yükü’nü bir an önce sırtından atmak zorunda...

Bu gerçeğin farkında olanlar her geçen gün ufak ufak çoğalıyor.

Hem AKP’nin içinde, hem asker-sivil devlet bürokrasisinde...

Saray’ın kimyasını bozabilecek gelişmeler

Bu bakımdan ilginç bir örnek, Yüksek Seçim Kurulu’nun 1 Kasım’da sandık taşıma girişimlerine dönük ret kararıydı.

Erdoğan karara tepki gösterdi.

Ama öte yandan AKP’nin ‘kurucu babaları’ndan Mehmet Ali Şahin de Erdoğan’ın karşısındaydı. Kritik toplantı öncesi, AKP Genel Başkan Yardımcısı olarak, YSK'nın böyle yetkisi bulunmadığını açıkladı.

Ret kararı, 6’ya 4 oyla ucu ucuna çıktı.

Ve Erdoğan’ın canı sıkıldı tabii.

Saray’ın vücut kimyasını bozabilecek bir başka gelişmenin sinyalleri de ‘askeri bürokrasi’den geldi.

Deniz Zeyrek’in Hürriyet’in dünkü birinci sayfasından verilen haberi şöyleydi.

‘Askerden siyasi iradeye iki çekince’

 

Türkiye, PKK ve IŞİD terörü ile mücadele stratejisini netleştirirken, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasi iradeye iki önemli çekincesini ilettiği öğrenildi.

PKK’nın şehir merkezlerindeki uzantılarıyla mücadele için kente girmek istemeyen Silahlı Kuvvetler, IŞİD ile mücadele konusunda da uluslararası meşruiyeti olmadığı sürece Suriye’ye girmek istemediğini kayda geçirdi.

Hürriyet’e bilgi veren kaynaklar, güvenlik zirvelerinde PKK ile mücadele kapsamında bazı kentlerde ortaya çıkan fiili durumun son bulması konusunda askerlerin şehir merkezlerinde operasyonlara katılmak istemediğini ifade ettiler.

Silvan, Cizre, Nusaybin gibi ilçe merkezlerinde PKK’nın şehir uzantılarıyla mücadele konusunda askerden destek alınması masaya yatırıldı.

Asker, şehir merkezlerine tanklarla girilmesinin, asker ile vatandaşın karşı karşıya gelmesinin doğru sonuçlar doğurmayacağına dikkat çekerek, bu mücadelenin polis ve jandarma tarafından yürütülmesinde ısrar etti.

Askeri kaynaklardan edinilen bilgiye göre, çatışmaların başladığı 23 Temmuz’dan bu yana sadece Cizre’de 6 adet tank şehir merkezine girdi.

Geçen hafta gerçekleşen bu olayın operasyon amaçlı olmadığı, tankların iş makinelerinin yerine engel ve bariyerleri kaldırmak için kent merkezine gönderildiği öğrenildi.

Askerin Suriye tavrı ise “BM Güvenlik Konseyi ya da NATO Konseyi kararı olmadan Suriye topraklarına ayak basmama” şeklinde belirlendi.

Hürriyet’e bilgi veren kaynaklar, Cerablus-Mare hattının IŞİD’den temizlemesinden sonra, bölgede güvenli bölge oluşturulması ihtiyacı doğabileceğine dikkat çekerken, Genelkurmay’ın uluslararası camia bu yönde bir karar almadıkça insani amaçla da olsa Suriye’ye girme niyeti olmadığına dikkat çektiler.

TSK’nın BM ya da NATO kararı olmaksızın, Suriye’ye ancak Türkiye’yi doğrudan hedef alan bir saldırı ve BM anlaşmasındaki meşru müdafaa koşulları olursa girebileceği ifade edildi. Kaynaklar, bunun da kapsamlı harekât değil, saldırı noktasını hedef alacak şekilde olacağını bildirdiler.

Üç nokta

1 Kasım’da AKP bir çıt daha aşağı inerse Erdoğan’ın ‘final’i hızlanacak. Koca Saray’da fena hâlde yalnızlaşacak

Hürriyet Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek’in haberi iki açıdan enteresan.

Birincisi:

Genelkurmay’ın ‘siyasal otorite’ye Suriye konusundaki itirazı…

İkincisi, belki daha önemlisi:

Askerin bu itirazını Hürriyet aracılığıyla kayda geçirmesi…

Bir başka deyişle:

Genelkurmay’dan üst düzeyde bir komutanın, yazılacağını bilerek gazeteciyle background olarak konuşmuş olması…

Haberde yer almayan bir üçüncü nokta daha var:

Operasyonlar konusunda Genelkurmay’ın bundan böyle taleplerini yazılı yapması, siyasal otoriteden de olumlu ya da olumsuz yanıtları yine yazılı olarak istemesi…

Erdoğan’ın finali

Bunların altını neden mi çiziyorum?

Yazın bir kenara:

Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran’da uç veren inişi hızlanıyor.

Bir başka deyişle:

Erdoğan’ın finali izlenmekte!

AKP de, sivil-asker bürokrasi de bu ‘realite’nin farkında.

1 Kasım’da AKP 7 Haziran’a göre bir çıt daha aşağı inerse, Erdoğan’ın bu ‘final’i hiç kuşkunuz olmasın hızlanacak.

Koca Saray’da fena hâlde yalnızlaşmaya başlayacak!”

Bu yazı ilginçtir ve bir kırılma noktasını yansıtmaktadır. Liberal aydınlar, Asker sivil bürokrasideki kıpırdanmalardan medet umuyorlar. Ama hala seçimlerden umutlu oldukları için bu henüz tümüyle net olarak ifadesini bulmuyor.

Peki ya seçimde bir tırnak aşağı inmezse; ya seçilerde Erdoğan AK Parti çoğunluğunu sağlayıp, tek parti iktidarı kurar ve bugünkü rejimi sürdürüp pekiştirmeye devam ederse ne olacak?
Hasan Cemal ve diğer liberal aydınların bu olasılığı düşünmedikleri, düşünmek istemedikleri görülüyor. Halkın sağduyusuna güvenmek gibi sözler gelecektir bu durumda. Ama bunlar somut politik cevaplar değildir.

Bunun cevabını biz söyleyelim.

O zaman umutsuzluk içinde asker ve sivil bürokrasiyi bir kurtarıcı olarak çağıracaklardır ülkeyi Erdoğan’dan kurtarması için.

Ondan sonra Türkiye’yi bir diktatörden kurtarmış (ve de Kürtlerle savaşarak bölünmekten ise, Kürtlerle barışarak büyümek diye strateji değiştiren ve Öcalan’la bir barış ve ittifak yapan ordu ve bürokrasiye böyle bir itibarın ardından bir yarım yüzyıl daha kimse dokunamaz ve bu Sümerlerden kalma devlet, tüm gücüyle orada durmaya devam eder. (Tabii bu sefer Kürt ve Türk devleti olarak. Gerekli reformları da yapıp kendi esnekliğini arttırmış olarak.)

*

O halde sadece Erdoğan’dan kurtulmak için değil; Asker ve sivil diktatörler ve bunların her birinin sırayla diğerinden kurtarması tahterevallisinden veya fasit dairesinden kurtulmak için de Erdoğan’ın kitlelerin demokratik ve sivil direnişiyle oradan uzaklaştırılması; istifasının sağlanması gerekiyor.

O zaman kaçar mı, doğru dürüst mahkemeye mi çıkar kendi tercihi olarak kalır.

*

Erdoğan’ı uzaklaştırmanın ve bir başka antidemokratik rejime düşmemenin tek yolu var: en geniş kitlelerin, demokratik ve yasal olarak Erdoğan’a karşı onun ayrılması yönündeki istemlerini dile getirmesi. Bu talep milyonlarca insan tarafından açıkça dile getirildiğinde Erdoğan’ın uzaklaşması sağlanmakla kalmaz, ilk kez demokratik bir kitle hareketiyle bir diktatörlüğe son verileceği için bu makûs talihi değiştirme olanağı ortaya çıkar. Belki o zaman, 250 yıl kadar sonra Aydınlanma’nın ve Demokrasi’nin Ortadoğu’ya da gelmesi sağlanabilir.

Bunun nasıl olabileceği apaçık ortada.

Erdoğan’ın istifasını talep eden; en temel yurttaşlık haklarına dayanan, Başka hiç bir slogan atmayan, hiçbir bayrak, hiçbir pankart taşımayan; sadece Erdoğan’ın istifasını hedef alan bir kitlesel hareket.

Bunu sessizce ve en temel yurttaşlık ve insan hakları düzeyinde, gösteri yürüyüşleri kanununun alanına girmeden; bu hakkı bile kullanmadan (çünkü kullanmak saldırı olanağı veriyor) dile getiren milyonlarca insanın katıldığı bir direniş.

Hukuken gösteriye bile girmeyen ama sosyolojik ve politik olarak gerçek bir kitle ve halk hareketi.

Herkes göğsüne #İstifa yazarak, günün belli bir saatinde, örneğin iş çıkışı, her şehrin, her semtin gözle görülür bir yerinde yürüyerek, oturarak, durarak, hiç sesini çıkarmadan, hiçbir pankart ve bayrak asmadan en temel insan ve yurttaşlık haklarını kullanamaz mı?

Bu mümkün ve gerekli tek biçimdir.

Bütün aydınları, yazarları, demokratları, liberalleri bunun üzerine düşünmeye çağırıyoruz.

Soruyoruz?
Erdoğan sizce nasıl gidebilir?

Eğer darbeyle gitmesini istemiyorsanız, kitlelerin geniş katılımlı demokratik eyleminden ve direnişinden başka bir yol var mı?
Eğer yoksa en geniş katılımı sağlayacak, en esaslı noktaya yoğunlaşacak başka bir öneriniz var mı?

Varsa onu tartışalım. Hem tüm yurttaşların önünde ve tüm yurttaşlar olarak. Çünkü ancak yurttaşların bilinçli bir sahiplenmesi ve katımıyla öyle bir hareket gerçekleşebilir.

Evet, amaç bir an önce Erdoğan kâbusundan kurtulmaktır.

Buna nasıl ulaşılabilir?

Tüm yurttaşlar olarak bunu tartışalım. Hem de Erdoğan’ın gözü önünde.
Siz ne öneriyorsunuz? Susmayın, görmezden gelmeyin. Eleştirin; yazın, tartışın.

Yoksa yarın çok geç olacak. Önerme, eleştirme ve tartışma olanağı bile bulunmayacak.

Eğer bütün bunları yapamıyorsa bu ülkenin yurttaşları o zaman söyleyecek tek söz kalır.
Her halk kimin tarafından yönetiliyorsa onun tarafından yönetilmeye layıktır.
Herkes layığını bulur.

Demir Küçükaydın

07 Ekim 2015 Çarşamba

 

 



[1] Hasan Cemal daha önce cuntacıydı. Sonra tutarlı bir liberal oldu. Liberallik ve Cuntacılık aynı madalyonun iki yüzüdür. İkisi de devletin yapısını parçalamayı; kökten değiştirmeyi gündeme almaz; izlenen politikaları alır. İkisi de halktan korkar. Kitlelerin sokağa çıkmasından korkarlar; kitlelere güvenmezler. Birinden diğerine geçiş bu nedenle çok kolay olur. Önceleri cuntacıların liberallere dönüştüğünü görmüştük, önümüzdeki dönemde, liberallerin tekrar ordudan ve bürokrasiden medet uman cuntacılara dönüştüğünü görürsek kimse şaşırmasın. Metodolojik özdeşlik her zaman böyle birbirine zıt görünen aynı madalyonun farklı yüzlerini yaratır.




Avast logo

Bu e-posta virüslere karşı Avast antivirüs yazılımı tarafından kontrol edilmiştir.
www.avast.com


2015-10-09 - Erdoganİstifa konusunda Yazılar - Toplu.rtf
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages