Ulaş

2 views
Skip to first unread message

cemil satılmış

unread,
Jun 3, 2017, 11:36:13 AM6/3/17
to HAYIR-d...@googlegroups.com

                   Nasıl anlatsam; nerden başlasam bilemiyorum. Ama anlatmalı, yazmalıyım. Böylelikle bir nebze olsun içimde hissettiğim boşluğu doldurur, yan ürün olarak ta onun hikayesinin bir bölümüne ışık tutmuş olurum. Hoş onun yaşamına değmeyen, tanımayan devrimci pek azdır. Özellikle bunu sonradan yaptığım gözlemlere daha iyi anladım.

                 Uzun zamandır bir kavram kafamı meşgul eder-durur: Karşılaşma. İlk defa kim kullandı nerede okudum hatırlamıyorum ama genelde hayatta ve özelde politik hayattaki karşılaşmaların teorik-politik şekillenmedeki etkisini ifade ediyor. Benim açımdan bu etkiye yüklenen anlam bazen kadercilik noktasına savrulabiliyor. Ancak şimdi ve burada olmak; tercihlerimizle olduğu kadar yaşamımıza değenler, toplamda yaşadıklarımızla ilgili değil midir? Bu bağlamda politik evrimimin önemli dönemeçlerinin birinde karşılaştığım figürlerdendir; Ulaş Bayraktaroğlu.

                      Son Kavga adında bir dergi çevresinde örgütlü, diğer sol gruplardan ayrımını Troçki ve Enternasyonal’in ilk dört kongresi zemininde koyan bir çevredeydik o zamanlar. Bu çevre önceki ismi DAB-SEN sonrasında DAYANIŞMA SENDİKASI olan ve kamuoyunda İŞSİZLER SENDİKASI olarak bilinen alanda faaliyet yürütüyordu.

                      Verili durumda sendikalı ve sigortalı işçilerin sayısal olarak işçi sınıfının ayrıcalıklı bir kesimini oluşturduğu; oysa sınıfın büyük kesiminin bırakalım sendikayı iş güvencesinden yoksun hatta kayıt dışı çalıştığı, bunlara kendi tercihi olarak işsiz olmayan- iş arayan işsizleri de eklediğimizde mevcut sendikal formların bu rejimi gizleyen araçlara dönüştüğünü ifade ediyorduk. Sınıfın örgütlü ve bilinçli kesimine var olan haklarını geliştirmek hatta korumak için sınıfın bu parçalı yapısını gören- gözeten bir politik hat öneriyor, bunu da; ‘6 saatlik işgünü 4 vardiya, serbest hafta sonu’ gibi taleplerle ifade ediyorduk. Doğrusu; özetle bu programın kendisi o günün entelektüel koşullarında bize teorik hegemonya sağlamaya yetiyordu. 

                    Ancak bu gün olduğu gibi o gün de bir güç değilseniz söylediklerinizin, önermelerinizin dikkate alınması, tartışılması olası değildi. Teorik bir karşı koyuş yerine en iyi ihtimalle sendika bürokrasisinin soğuk yüzüyle karşılaşırdınız.

                      Başlangıçta iddialarının gereği olarak sınıfın en alt tabakalarının yaşadığı varoşlarda örgütlenen ve şubeler açan DAYANIŞMA SENDİKASI bu teorik kavrayışa sahip kadrolarla buluşamayınca giderek içine kapandı. Tabii bunda mahalleleri parselleyen sol grupların sekterizmiyle tanışmanın da payı büyük. Çünkü Ankara’daki şubelerden biri Mamak- Tuzluçayır’dayken, İstanbul’da Okmeydanı’ndaydı.

                      Nihayet hareketin kendisinde yaşanan ayrışma ve tasviyeler, sonunda sendikal plandaki güçlüklerle birleşince ortaya bir yol ayrımı çıktı. Hareketi sürdürme iddiasında olan küçük bir grup yine temel faaliyet alanı olarak DAYANIŞMA SENDİKASI’nı tercih etmişti. Ancak bir farkla bu defa sınıfın en alt tabakalarının yaşadığı varoşlar yerine programa kazanılacak öncülerin politika yaptığı merkezler tercih edilecek, bu vesileyle de kazanılan kadrolar ile yeniden varoşlara gidilebilinecekti. Bu yönelim değişikliğinin sonucunda diğer tüm şubeler kapatılarak Ankara- Kızılay’da sendika genel merkezi açılmış oluyordu. Ancak bu yine de kendi güç ve olanaklarımızla üstesinden gelebileceğimiz bir süreç değildi.    

                     O dönem Kurtuluş Hareketi ÖDP’den ayrılmış SDP adında yeni bir partileşme sürecine girmişti. Daha önce sendika projemizi takip eden ve yeni partiye de mesafeli yaklaşan Kurtuluş’tan dar bir ekiple başlamıştık yeni sürece. Onlar da bir alan faaliyeti üzerinden bir çıkış arıyor bir bakıma rüştlerini ispat ederek diğer kadroları ikna etmek istiyorlardı. İşte Ulaş’la ilk defa 2002yılının Mayıs- Haziran aylarında karşılaşmış ve tanışmıştım.

                      İlk intibam; görünüşünün heybeti sesindeki buyurgan tonla böyle bir çalışama için uygun olmayabileceği şeklindeydi. Kavramsal olarak ta henüz bizim gibi bakmıyor ve okumuyor diye düşünmüştüm. Ama bu düşüncelerimde yanıldığımı anlamam fazla uzun sürmedi. Daha ikinci sohbetimiz de o koca cüssenin içinde ne küçük bir çocuk olduğunu fark etmiş ve davranışlarında ne kadar kibar ve naif olduğunu görmüştüm. Bir yılgınlık ve dağınıklık ikliminde Ulaş’la karşılaşmak insana güç ve umut veriyordu. Gayet kendinden emin, projeler ve güçlüklere ilişkin iradi bir tavır koyması beni çok etkilemişti doğrusu.

                      Onu her gördüğümde bir iş ve koşturmaca içinde oluyordu. Oysa kendimi öyle zannederdim. Birçok plan ve program yaptığımızı bunlara kıyısından köşesinden başladığımızı hatırlıyorum. Ancak sanırım onların örgütsel öncelikleri ve meseleyi kavrayışları sürece tam denk gelmedi. Büro giderek amacı dışında bir araca dönüştü. Sonuçta işlevsizleşti. Herhalde tüm bu süreci beraber başlattığımız Mustafa Abi ve Ulaş dışında pek omuz veren olmadı dersem yanlış söylemiş olmam. 

                     Elbette ki bu süreçte insani ilişkiler yanında, politik meselelere dair çokça şey paylaştık. Ancak bu iddiaları için çalışırken de etrafında çok insan olmadığı her yere yetişmeğe çalışan çabalarından belli idi Ulaş’ın.  Mustafa Abi’de gözlemlediğim bu yanlızlık, kadro yokluğundan ziyade eşit derecede sorumluluk yüklenmeden imtina eden bir grubun varlığına ya da hiyerarşiye işaret ediyordu.

                     Sonuçta olan oldu başaramadık. Hafızam beni yanıltmıyorsa bir altı aylık çabadan sonra daha fazla uğraşmanın ekonomik olmadığına karar verdiğimizi hatırlıyorum. Ancak bu kararda Ulaş’ın dahli var mı onu bilmiyorum. Üstelik bu karar verildiğinde Ulaş artık orda ve faaliyetin bir parçası da değildi.

                       Tabii kişisel hikayemiz yanılgı, yenilgi ve geri çekilmelerle yazılmağa devam etti. Bu şimdi buranın konusu değil. Ancak hikayemizdeki karşılaşmalar bizi canlı ve diri tutmayı sağladı diyebiliriz. Tam anlamıyla toparlanmak ve umut etmek ise yine bir Mayıs –Haziran’a denk geldi; elbette Gezi Direnişi. Ve tesadüfe bakın ki bu Mayıs- Haziran’ın içinden de Ulaş çıkmıştı. O günden sonra görmediğim Ulaş’ı gazete ve televizyonlardaki görüntüsünden hemen tanımıştım. Aynı hikayeyi paylaşmanın gururu ile yüzümde bir tebessüm belirmesini engelleyememiştim.

                   Ulaş’la ilgili son anım yıllar sonra Ankara Numune’de çalışırken sendikal faaliyet içinde tanıdığım DEV-LİS üyesi stajyer bir hemşireyle yaptığımız sohbetti. Ona Ulaş’ı tanıdığımı söylediğimde yaşadığı heyecan görülmeğe değerdi.

                      Ne denir ki bilmiyorum? O hikayesini yazarken karşılaştıklarını hikayesine katan düşlerine ortak eden yiğit bir devrimciydi. Öyle de bir son yazdı kendine. Selam olsun.

 


Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages