DAHA MÜKEMMEL, MÜKEMMELİN DÜŞMANIDIR!
Mükemmel olmak pek çoklarına yetmez
oldu. Pürüzsüz mükemmellik arayışı yoğun stres olarak geri dönüyor. Daha
mükemmele ulaşma çabası içinde pek çok fırsat değerlendirilmeden bir
kenara atılıyor...
MÜKEMMELİYETÇİLİK
Her şeyi dört dörtlük yapmaya çalışırken çok şey kaçırıyoruz bu hayatta.
Yapmayı düşündüğümüz şey o kadar çok gözümüzde büyüyor ki bir türlü
başlayamıyoruz. Sadece yapar halde olmanın mükemmel duygusundan uzağız.
Her şeyi bir kategoriye koymuş, yasamı raflara kaldırıyoruz. Peki
nereden ve ne zaman başlayacağız! Hayatımızda kaçırdığımız anlar, rafa
kaldırdığımız anlardan daha mı mükemmel? Kendimizin hata yapmasına izin
bile vermiyoruz, sonra neden mükemmel olmadığımızı düşünüyoruz.
Mükemmel nedir? Kime göre, neye göre mükemmel. Biz pürüzsüz
mükemmellikte uygulamalar yapmaya çalışıyoruz. Ama zaten bu zillin
yapısının pürüzlerle dolu olduğunun farkına varamıyoruz. Oysa mükemmelin
içinde hata vardır, ama biz hatasız mükemmellik peşindeyiz. Mükemmelin
içinde yanlışlıklar, sorunlar, bozukluklar vardır. Mükemmelde işten
atılmak vardır. Boşanmak, depresyona girmek, iflas etmek vardır.
Farkında olmasak da tüm bunlar olduğu için her şey mükemmeldir. Bize
göre olumsuz tecrübelerdir, ama mükemmelliğin içinde tam olması
gerekliği yerdedir. O depresyon yüzünden hayalımız değişmiştir, ama
farkında değilizdîr. İşten atıldığımız gün tanışmışızdır hayatımızın
insanıyla, ama hâlâ anlayamamışızdır. Arzuladığımız bir anlaşmanın
olmamasının bize ne getireceğine değil, bizden ne götüreceğine öyle
odaklanmışızdır ki harika kurguyu kaçırırız anbean. Hata zannettiğimiz
olayların neye dönüşeceğini seyretme sabrını göstermeyiz.
İnsana göre bunlar hatadır, ama insan böylesine bir zihin yapısının
zaten halalarla dolu olduğunun farkına varamaz. İnsan olduğumuzu unutup,
mükemmelin peşine düşüyoruz. Üstüne üstlük. Mükemmeli, mükemmel gibi
değil, insana ait korku ve acizliklerle aramaya çıkıyoruz. Ardından,
aradığımız mükemmelin ne olduğuna da yine biz, İnsanı insan yapan
değerler; ego, korku, sevgi, yalnızlıklar ile karar veriyoruz... Sonra
da kendi koyduğumuz mükemmellik kuralları ilerisinde acı çekiyoruz.
Mükemmel olmanın bizi daha bari kakıştıracağını iddia ediyoruz. Fakat
farkında değiliz mükemmellik yolunda kendimizi kaybediyoruz. Tüm
koyduğumuz kurallarla kendimizden uzaklaştığımız yetmezmiş gibi, şimdi
aynı kurallarla kendimizi bulmaya çıkıyoruz.
Mükemmel; en üst oluş halidir. Tam ve bütündür. En iyi olasılık konumu,
her şeyin olduğu andır. Tanrıdır, yaratıcıdır, evrendir, Bu tüm oluş
hali içerisinde her şey vardır; İyi. kötü. doğru, yanlış, ama tamdır.
Her şeyi ile bir bütündür. En İyi süper konumdur. Biz tam olmaya
çalışırken, hata yapmaktan korkuyoruz. Yarım bırakmaktan, risk almaktan,
rezil olmaktan, dalga geçilmekten. Tam olmanın mükemmelliği yerine,
hatasız olmanın bencilliğini yaşıyoruz. Evren, yaradılış bir bütün
halindeyken, biz bunun içerisinden hataları ayıklamaya çalışıyoruz. İşte
bu bütünün içerisinden hataları ayıklamak bizim acizliğimizden
kaynaklanıyor.
Tüm bunları çıkartarak, "ben mükemmeliyetçi biriyim' demek komiktir. Her
şeyi dört dörtlük yapmaya çalınırken bütün gibi davranmamak insan
egosundan kaynaklanır. İnsanın mükemmelinin içinde bozuk hiçbir şey
olamaz. Bu çok bencilce ve ruhsallıktan uzak bir davranıştır. Hataya
izin vermeyiz, sonra da bunun adına mükemmeliyetçiiik deriz. Bence
burada mükemmel yoktur. Burada insanın arzuları, kaygılan, beğenilme
korkusu vardır. Ve mükemmel dediği şeyin içerisinden hataları ayıklamak
ister. Fakat tüm yaradılış süreci içerisinde her şeyin oluş "ali vardır.
Hata da bu yaradılışın oluş hali içerisindedir ve her şey olduğu gibi
akar.
Bir tek insan oluş halini beğenmez ve halasız yaşamak ister. Halasız
yaşamak değil, hataları minimumda yaşamak bence çok daha doğru bir
beklentidir. Hatasız olmaya çalışmak sizin korkularınızı ya da yüksek
egonuzu gösterir.
Yaratıcının mükemmelliğinden bahsediyoruz, ama yaratıcıya güvenmiyoruz.
Yine her şeye o aklımızı dahil ediyoruz. Akışın bize getireceklerine
kendimizi bırakmak yerine, mutlak akılla işleri çözmeye çalışıyoruz. Her
şey harika giderken yaratıcıya teşekkür ediyor, fakat işler istediğimiz
gibi gitmediğinde yalnız kaldığımızı düşünüyoruz. Peki ya işlerin
istenildiği gibi gitmemesi, bu kurgunun bir parçasıysa? İşte o zaman
hanyi mükemmele güveneceksiniz? Kendi mükemmellik anlayışınıza mı yoksa
evrensel işleyişin mükemmelliğine mi?
Her şeyi 'mükemmel' yapmaya çalışıyoruz. Sonra mükemmellik adı altında
erteliyoruz. Mükemmel olsun diye başlamaktan çekindiğimiz şeyleri gün
geliyor tamamen listeden siliyoruz.
En mükemmeli olsun diye son noktaya gidiyoruz. Peki mükemmele gelesiye
kadar aşamalar yok mu? Nerede kaldı rezil olmalar? Bir bebek gibi düşüp
kalkmalar. Gözden kaçırdığımız en önemli unsur 'başarı' dediğimiz
durumun içerisinde 'hatalar' dediğimiz olayların da olduğu. Bunları
kabul etmek istemediğimizde yola da izin vermiş olmuyoruz. Yaptığımız
ilk hatada, ilk yanlışta, ilk rezil olduğumuzda, her şeyi bir tarafa
bırakıyoruz.
Önce başlamak lazım, yapar halde olmak lazım. Hatalara ya da yanlışlara
rağmen devam etmek lazım. Detoks yapıyorsunuz diye, manava gidip her
çeşit meyveyi tezgahın üstüne sermenin anlamı yok. Bütün bitki çayları,
bütün meyveler, en güzel mumlar, hepsi sizin olduğunda en güzel detoksu
yapmış olmuyorsunuz. Sayısız spritüel kitapları okuyup, en güzel
meditasyon müziklerinde uygulama yaptığınızda en mükemmel farkındalığa
ulaşmış olmuyorsunuz. En harika mantraları söylediğinizde, en spricüel
mekanlara gittiğinizde, eti zayıflatıcı bitkileri kullandığınızda siz
istediğiniz siz olmuyorsunuz. Olmanız gerektiğinde oluyorsunuz, yapış
halin, deyken. Yaşar haldeyken, bazen bir kaldırım kenarında yeni doğmuş
bir bebeğin çaresizliğini izlerken. bazen şiddetli bir kavganın
ortasında, bazen geçmişe dalıp gittiğinizde. Bazen gaza basmış,
kulağınızda deli gibi bir müzikle, coşmanın ve adrenalinin iç içe
girdiği bir anda hissediyorsunuz her şeyi. İşte belki o anda alıyorsunuz
hayatınızın kararlarını. Hiç düşünmediğiniz bir anda bir kare geliyor
gözünüzün önüne. Zaten hep böyle olmamış mıdır... Hiç tahmin etmediğiniz
anlarda, hiç tahmin etmediğiniz olay ve durumlarda almamış mısınızdır
kendinizle ilgili kararları... O yoğun duygu bir anda yüreğinize dolar
ve doldurur içinizi. Kendiliğinden gelivermiştir, siz akış halindeyken.
Öyleyse nedir bu kurallara ve takıntılı bir şekilde mükemmele
odaklanmak. Hele hele yolunuz farkındalık, değişim yoluysa neden
mükemmele odaklanıyorsunuz. Mükemmelde değildir aradığınız, önce
mükemmeli bırakabilmektedir. Rence mükemmele yaklaşmak,
mükemmeliyetçiliğinizi bıraktığınız gün gerçekleşecektir. Çünkü bir
şeyleri mükemmel yapmaya çalışmanın içerisinde saf akıl vardır. Saf
aklın olduğu hiçbir şey gerçek mükemmelliğe sahip olamaz. Akıl hata
yapar, özünüz asla...
Özünüzün olmadığı durumlarda başladığınız çoğu şey yarım kalabilir, ya
da daha hiç başlamadan bitebilir. Tanıdığını birçok kişi. yapmak
istediği büyük projelere mükemmel bir başlangıç yapmadığı için hiç
başlamaz. Her şeye rağmen yapar halde olmak lazım. Değişimi ertelememek
lazım. Evren hızı sever, geldiği anda bir dalga gibi üstüne allayıp
onunla birlikle gitmek lazım. Değişim fikrîni üç gün sonraya ertelemek
niye, zayıflamaya karar veliliğinizde ertesi sabahı beklemek niye?.. Her
an akıştayız, her an değişimdeyiz. Ertelemek, bizden, korkularımızdan
kaynaklanır, böyle güçlü bir akışın arasına bunları sokmak ancak akışı
yavaşlatır. Detoks yapacağız en mükemmel günü bekliyoruz. Yeni kıyafet
almak için, zayıflamayı bekliyoruz. Diyet yapmak için bir sonraki
pazartesiyi bekliyoruz. Dünyayı gezmek için emekli olmayı bekliyoruz.
Eğlenmek için hafta sonunu bekliyoruz. Kendimizi daha iyi hissetmek
için. mutlu olmayı bekliyoruz, Belki tüm bunlar için çok güçlü
bahaneleriniz var. Belki para. belki zaman belki, belki...
Deyişim hemen olsun, dört dörtlük olsun, olmazsa da hiç olmasın anlayışı
içerisindeyim. Diyete giriyoruz, beşinci gün çikolatayı fazla kaçırdık
diye her sevi bırakıyoruz. Kendimize tahammül edemiyoruz. Yola devam
etmek için gereken motivasyon bir anda gitmiş oluyor. Mükemmel olmadı
diye bozduğumuz diyet düşüncesi, bizi mükemmelden daha da
uzaklaştırıyor, fark etmiyoruz. ISİr tabak fazla yendi diye, her şeyi
bırakıyoruz. *Ya hep ya hiç' kanununu kendimize kural edinmişiz. Sürekli
bir şeylerin bozulduğunu düşünüyoruz. Btozduğumuz diyeti tamir etmek
için de bir sonraki pazartesiyi bekliyoruz. Tabii ki bir sonraki
pazartesiye kadar da, fazladan kaç tabak yediğimizi bilmiyoruz. İpin ucu
kaçtı diye, ipin diğer ucunu da biz bırakıyoruz.
Değişim adına bazı kararlar veriyoruz, sonrasında bu kararlar birkaç
kişi tarafından eleşlirildivse verdiğimiz bu kararlardan da
vazgeçiyoruz. Kendimize tahammül edemediğimiz gibi, onaylanmama
düşüncesine de tahammül edemiyoruz.
Kaçan ya da kopan bir şey yok. bozulan bir durum İtele ki hiç yok. Hata
yapmak önemli değildir, hata yaptıktan sonra ne yaptığınız önemlidir.
Onaylanmamak Önemli değil, onaylanmadığınız halde ne yaptığınız
önemlidir. Bozulduğunu, patladığını, yarım kaldığını vs, düşündüğünüz
şeyler sorunun kendisi değildir. Önemli olan sonrasında ne yaptığınız ve
nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunuzdur. Bir sürü seçenek var, peki
bu seçeneklerin içerisinden siz hangisini seçeceksiniz? Vazgeçmek,.,
Kendine kızıp köşeye çekilmek. .. Başarısız olduğunuzu kabul edip hiçbir
şey yapmamak.,, Televizyon karşısında ne bulunursa atıştırmak... Ya da
süreç devam ediyor deyip kocaman kahkahalarla yola devam etmek mi?
Yanlışlarımızı gördüğümüz zaman tam teslimiyet durumunda her şeyi yarıda
bırakıyoruz. Sanki bu anı beklermiş gibi. İçimden biri çıksa da bunu
bozsa, ben de bozuldu diye gidip her şeyi yarım bıraksam. Hem ayrıca
fazla yemek yemek önemli değildir. Fazla yemek yeme ruh halinde ne kadar
süre geçirdiğiniz çok daha önemlidir. Yaşadığınız kriz önemli değil, o
krizden ne kadar kısa zamanda çıkabildiğiniz çok daha Önemlidir. Üzülmek
sizi depresyona sokmaz, ne kadar süredir üzgün olduğunuz depresyonunuzu
belirler.
Bir gün, bir ay. Üç ay. bîr yıl ya da bir saat. Bu ruh hallerinde ne kadar süre geçirdiğiniz sizin kim olduğunuzu belirleyecek.
Her şeyi mükemmel yapmaya çalışmayın, dengedir mükemmeli yaratan. Mutsuz
olduğunuzda bu ruh halinden çıkabilmek, işler kötü gitse bile kendinizi
toparlayabilmektir. Yere düştüğünde yerden bir avuç toprakla
kalkabilmektîr. Hatta dönüp ben düşmedim ki. toprak alabilmek için attım
kendimi yere diyerek, dalga geçebilmektir. Hayatınızla eğlenin, onunla
dalga geçin...
Hayatın keyfi, zayıf kalabilmenin farkındalığı nedir biliyor musunuz?
Krizler geldiğinde, bakayım ne kadar hızlı bu ruh halinden
çakabiliyorum, rekorumu geliştirebilmiş miyim diye düşünmektir.
Soranlara da benim kişi yeme krizi değil, rekor denemesi
diyebilmektir...
Mükemmel bir görünüş, duruş farkındalık için bazen lokmalarını bile
sayıyorsan, sonra da yediklerin için inanılma: pişmanlık duyuyorsun...
Bazen düşünüyorum, acaba yediklerin için mi oturup üzülmen gerekir.
yoksa hayatın monotonluğuna dalıp, dünyanın gidemediğin en güzel
köselerinde yiyemediklerin için mi?