|
İki Nüktedir.
BİRİNCİ NÜKTE:
Madem Cenâb-ı Hak var; herşey var. Madem Cenâb-ı
Vâcibü’l-Vücuda intisap var; herşey için bütün eşya var. Çünkü,
Vâcibü’l-Vücuda nisbetle herbir mevcut, bütün mevcudata, vahdet sırrıyla
bir irtibat peydâ eder. Demek, Vâcibü’l-Vücuda intisabını bilen veya
intisabı bilinen herbir mevcut, sırr-ı vahdetle, Vâcibü’l-Vücuda mensup
bütün mevcudatla münasebettar olur. Demek herbir şey, o intisap noktasında
hadsiz envâr-ı vücuda mazhar olabilir. Firaklar, zevâller, o noktada
yoktur. Bir ân-ı seyyâle yaşamak, hadsiz envâr-ı vücuda
medardır.
Eğer o intisap olmazsa ve bilinmezse, hadsiz firaklara ve
zevâllere ve ademlere mazhar olur. Çünkü, o halde, alâkadar olabileceği
herbir mevcuda karşı bir firakı ve bir iftirakı ve bir zevâli vardır.
Demek, kendi şahsî vücuduna, hadsiz ademler ve firaklar yüklenir. Bir
milyon sene vücutta kalsa da (intisapsız), evvelki noktasındaki o
intisaptaki bir an yaşamak kadar olamaz.
Onun için, ehl-i hakikat
demişler ki: “Bir ân-ı seyyâle vücud-u münevver, milyon sene bir vücud-u
ebtere müreccahtır.” Yani, Vücud-u Vacibe nisbetle bir an vücut, nisbetsiz
milyon sene bir vücuda müreccahtır.
Hem bu sır içindir ki, ehl-i
tahkik demişler: “Envâr-ı vücut ise Vâcibü’l-Vücudu tanımakladır.” Yani, o
halde kâinat, envâr-ı vücut içinde olarak, melâike ve ruhaniyat ve
zîşuurlarla dolu görünür. Eğer Onsuz olsa, adem zulümatları firak ve zevâl
elemleri herbir mevcudu ihata eder. Dünya, o adamın nazarında, boş ve hâli
bir vahşetgâh suretinde görünür.
Evet, nasıl ki bir ağaç
meyvelerinin herbirisi, ağacın başındaki bütün meyvelere karşı birer
nisbeti var. Ve o nisbetle birer kardeşi, arkadaşı mevcut olduğundan,
onların adedince ârızî vücutları vardır. Ne vakit o meyve ağacın başından
kesilse, herbir meyveye karşı bir firak ve zevâl hâsıl
olur.
|
Lügatler
:
adem : yokluk, hiçlik alâkadar :
ilgili ân-ı seyyâle : bir anda akıp giden zaman
dilimi ârızî : sonradan ortaya çıkan Cenâb-ı Hak :
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah Cenâb-ı
Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe
ihtiyacı bulunmayan, şeref ve yücelik sahibi Allah ehl-i hakikat
: doğru ve hak yolda olan kimseler ehl-i tahkik : gerçeği
delilleriyle bilen âlimler elem : acı, keder envâr-ı
vücud : varlık nurları; Rabbiyle olan bağdan ortaya çıkan varlık
nurları, ışıkları firak : ayrılık hadsiz :
sınırsız hâli : ıssız, boş hâsıl olmak : meydana
gelmek iftirak : ayrılma, dağılma ihata : kapsama,
kuşatma intisap : bağlanma, mensup olma irtibat : bağ,
ilişki kâinat : evren mazhar : erişme, nail
olma medar olma : dayanak, kaynak melâike :
melekler mensup : bağlı mevcudat :
varlıklar mevcut : varlık münasebettar : ilgili,
bağlantılı müreccah : tercih edilen nazar :
bakış nisbet : kıyas nisbetsiz : bağlılığı
olmayan nükte : ince mânâlı söz peydâ etme : meydana
getirme, kazanma remiz : işaret ruhaniyat : ruhanîler,
maddî yapısı olmayan varlıklar sırr-ı vahdet : birlik
sırrı suret : biçim, şekil Vâcibü’l-Vücud : varlığı
gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan
Allah vahdet : birlik, teklik vahşetgâh : yalnızlık
yeri vücud : varlık, var oluş vücud-u ebter : kesik,
sona ermiş varlık; kendisiyle Rabbi arasındaki bağı kesen
varlık vücud-u münevver : nurlanmış varlık; kendisiyle Rabbi
arasında bağ kuran varlık Vücud-u Vâcib : varlığı zorunlu olan,
var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan varlık,
Allah zevâl : kaybolma zîşuur : şuur
sahibi zulümat : karanlıklar
|