|
ALTINCI MEDAR: Rahmân-ı Rahîm olan
şu mevcudatın Sâni-i Zülcemâlinin rahmeti, saadet-i ebediyeyi gösteriyor.
Evet, nimeti nimet eden, nimeti nıkmetlikten halâs eden ve mevcudatı
firak-ı ebedîden hasıl olan vâveylâlardan kurtaran saadet-i ebediyeyi, o
rahmetin şe’nindendir ki, beşerden esirgemesin.
Çünkü, bütün
nimetlerin re’si, reisi, gayesi, neticesi olan saadet-i ebediye
verilmezse, dünya öldükten sonra âhiret suretinde dirilmezse, bütün
nimetler nıkmetlere tahavvül ederler. O tahavvül ise, bilbedâhe ve
bizzarure ve umum kâinatın şehadetiyle muhakkak ve meşhud olan rahmet-i
İlâhiyenin vücudunu inkâr etmek lâzım gelir. Halbuki, rahmet, güneşten
daha parlak bir hakikat-i sabitedir.
Bak, rahmetin cilvelerinden ve
lâtif âsârından olan aşk ve şefkat ve akıl nimetlerine dikkat et. Eğer
firak-ı ebedî ve hicrân-ı lâyezâlîye, hayat-ı insaniye incirar edeceğini
farz etsen, görürsün ki, o lâtif muhabbet en büyük bir musibet olur. O
leziz şefkat en büyük bir illet olur. O nuranî akıl en büyük bir belâ
olur.
Demek rahmet -çünkü rahmettir- hicrân-ı ebedîyi, muhabbet-i
hakikiyeye karşı çıkaramaz. Onuncu Sözün İkinci Hakikati bu hakikati gayet
güzel bir surette gösterdiğinden, burada ihtisar edildi.
YEDİNCİ
MEDAR: Şu kâinatta görünen ve bilinen bütün letâif, bütün mehâsin,
bütün kemâlât, bütün incizâbat, bütün iştiyâkat, bütün terahhumat birer
mânâdır, birer mazmundur, birer kelime-i mâneviyedir ki, şu kâinatın
Sâni-i Zülcelâlinin lütuf ve merhametinin tecelliyâtını, ihsan ve
kereminin cilvelerini bizzarure, bilbedâhe kalbe gösterir, aklın gözüne
sokuyor.
Madem şu âlemde bir hakikat vardır. Bilbedâhe hakikî
rahmet vardır. Madem hakikî rahmet vardır. Saadet-i ebediye olacaktır.
Onuncu Sözün Dördüncü Hakikati, İkinci Hakikati ile beraber şu hakikati
gündüz gibi aydınlatmıştır.
|
Lügatler :
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz
hayat âlem : dünya âsâr : eserler firak-ı
ebedî : sonsuz ayrılık hakikat : gerçek ve
doğru hakikat-i sabite : sabit ve değişmez gerçek halâs
etmek : kurtarmak hasıl olma : meydana gelme hayat-ı
insaniye : insan hayatı hicrân-ı ebedî : sonsuz ayrılık
acısı hicrân-ı lâyezâlî : yok olmayan ayrılık
acısı ihsan : bağış, iyilik, lütuf ihtisar :
kısaltma illet : hastalık incirar :
sonuçlanma incizâbat : çekicilikler inkâr : kabul
etmeme, inanmama iştiyâkat : çok kuvvetli arzu ve
istekler kâinat : evren, yaratılmış herşey kelime-i
mâneviye : mânevî, soyut söz kemâlât :
mükemmellikler kerem : cömertlik, ikram lâtif : hoş,
güzel letâif : güzel ve hoş şeyler leziz :
lezzetli lütuf : iyilik, ihsan, bağış mânâ :
anlam mazmun : anlam, kavram medar :
kaynak mehâsin : güzellikler merhamet : şefkat, acıma,
iyilik etme meşhud : görünen nıkmet : azap, ceza,
nimetin zıttı nuranî : nurlu, parlak Rahmân-ı Rahîm :
kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya
ve âhireti dolduran Allah rahmet : merhamet,
şefkat rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz
rahmeti re’s : baş reis : başkan saadet-i
ebediye : sonsuz mutluluk Sâni-i Zülcelâl : herşeyi san’atla
yapan büyüklük ve haşmet sahibi Allah Sâni-i Zülcemâl : sonsuz
güzellik sahibi olan ve herşeyi sanatla yaratan Allah suret :
şekil şe’n : özellik, belirleyici nitelik şefkat :
içten ve karşılıksız merhamet, sevgi şehadet :
şahitlik tahavvül : dönüşme tecelliyât :
yansımalar terahhumat : şefkat ve marhamet
göstermeler
|