Üçüncü menba olan
tecellî-i ehadiyet:
Yani, Sâni-i
Zülcelâl, cisim ve cismanî olmadığı için, zaman ve mekân Onu kayıt
altına alamaz. Ve kevn ve mekân, Onun şuhuduna ve huzuruna müdahale
edemez. Ve vesâit ve ecram, Onun fiiline perde çekemez. Teveccühünde
tecezzî ve inkısam olmaz. Birşey birşeye mâni olmaz. Hadsiz ef’âli, bir
fiil gibi yapar. Onun içindir ki, bir çekirdekte koca bir ağacı mânen derc
ettiği gibi, bir âlemi birtek fertte derc edebilir. Bütün âlem, birtek
fert gibi dest-i kudretinde çevrilir. Şu sırrı başka Sözlerde izah
ettiğimiz gibi, deriz ki:
Nasıl ki nuraniyet itibarıyla bir derece
kayıtsız olan güneşin timsali herbir cilalı, parlak şeyde temessül eder.
Binlerle, milyonlarla âyineler nuruna mukàbil gelse, birtek âyine gibi,
inkısam etmeden, bizzat herbirinde cilve-i misaliyesi bulunur. Eğer
âyinenin istidadı olsa, güneş, azametiyle onda âsârını gösterebilir.
Birşey birşeye mâni olamaz. Binler, bir gibi ve binler yere bir yer gibi
kolay girer. Herbir yer, binler yer kadar o güneşin cilvesine mazhar
olur.
İşte, وَ
ِللهِ
الْمَثَلُ
اْلاَعْلٰى1 şu kâinat
Sâni-i Zülcelâlinin, nur olan bütün sıfâtıyla ve nuranî olan bütün
esmâsıyla, teveccüh-ü ehadiyet sırrıyla öyle bir tecellîsi var ki, hiçbir
yerde olmadığı halde, her yerde hazır ve nazırdır. Teveccühünde inkısam
olmaz. Aynı anda, her yerde, külfetsiz, müzahamesiz, her işi
yapar.
İşte, şu imdad-ı vâhidiyet ve yüsr-ü vahdet ve tecellî-i
ehadiyet sırrıyladır ki, bütün mevcudat birtek Sânie verildiği vakit, o
bütün mevcudat birtek mevcut gibi kolay ve suhuletli olur. Ve herbir
mevcut, hüsn-ü san’atça, bütün mevcudat kadar kıymetli olabilir. Nasıl ki
mevcudatın hadsiz mebzuliyeti içinde, herbir fertte hadsiz dekaik-i
san’atın bulunması bu hakikati gösteriyor.
Dipnotlar - Arapça İbareler -
Haşiyeler :
1 : “En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl
Sûresi, 16:60.
|
Lügatler
:
âsâr : eserler, varlıklar âyine :
ayna azamet : büyüklük, yücelik bizzat : kendisi,
kendi cilve : görüntü, yansıma cilve-i misaliye :
yansıyan görüntü cismanî : maddî vücutla alâkalı, maddî yapısı
olan dekaik-i san’at : san’atın incelikleri derc etme
: yerleştirme dest-i kudret : Allah’ın kudret
eli ecram : gök cisimleri, yıldızlar ef’al : fiiller,
hareketler esmâ : isimler hadsiz :
sınırsız hakikat : gerçek, esas hazır ve nazır : her
an var olan ve gören hüsn-ü san’at : san’atın
güzelliği imdâd-ı vâhidiyet : her şeyin bir tek noktaya
bağlanmasından gelen yardım ve destek inkısam etme : bölünme,
kısımlara ayrılma istidad : yetenek,
kabiliyet itibariyle : özelliğiyle izah etme :
açıklama kâinat : evren, yaratılmış her şey kevn :
varlık, âlem, kâinat külfetsiz : zahmetsiz mahzar olma
: erişme, nail olma mânen : mânevî olarak mâni :
engel mebzuliyet : bolluk, çokluk menba :
kaynak mevcudat : varlıklar mukàbil :
karşılık müzahamesiz : zahmet çekmeden nur : aydınlık,
ışık nuranî : nurlu olan, parlak nuraniyet : nur
saçıcı olma Sâni : herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde
yaratan Allah Sâni-i Zülcelâl : herşeyi san’atla yapan, sonsuz
haşmet ve yücelik sahibi Allah suhulet :
kolaylık şuhud : görme, şahid olma tecellî : yansıma,
görüntü tecellî-i ehadiyet : Allah’ın birliğinin tecellisi,
yansıması tecezzî : bölünme, parçalanma temessül etme
: belirme, görünme teveccüh : ilgi, yönelme teveccüh-ü
ehadiyet : Allah’ın herbir varlığa ayrı ayrı ve doğrudan
yönelmesi timsal : numune, örnek vesâit :
vasıtalar yüsr-ü vahdet : birliğin kolaylığı; bir işin bir elde
ve bir merkezde yapılmasının kolaylığı
|