HÜCCETULLAHİ'L-BÂLİĞA RİSALESİ
3.7.ÜÇÜNCÜ HÜCCET-İ İMÂNİYE(DEVAMI)
YİRMİ ÜÇÜNCÜ LEM’A-TABİAT RİSALESİ(DEVAMI)
HÂTİME
|
Tabiat
fikr-i küfrîsini terk eden ve imana gelen zat diyor ki: Çok tembellerden ve
târiküssalâtlardan işitiyoruz. diyorlar ki: “Cenâb-ı Hakkın bizim
ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur’ân’da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti
terk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor?
İtidalli ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur’âniyeye nasıl
yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz’î hataya karşı nihayet şiddeti
gösteriyor?” İKİNCİ SUAL Tabiattan vazgeçen ve imana gelen zat diyor ki: “Her mevcut, her cihette, her işinde ve herşeyinde ve her şe’ninde meşiet-i İlâhiyeye ve kudret-i Rabbâniyeye tâbi olması, çok azîm bir hakikattir. Azameti cihetinde dar zihinlerimize sıkışmıyor. Halbuki gözümüzle gördüğümüz bu nihayet derecede mebzuliyet, hem hilkat ve icad-ı eşyadaki hadsiz suhulet, hem sabık burhanlarınızla tahakkuk eden, vahdet yolundaki icad-ı eşyada nihayet derecede kolaylık ve suhulet, hem nass-ı Kur’ân ile beyan edilen مَا
خَلْقُكُمْ
وَلاَ
بَعْثُكُمْ
اِلاَّ
كَنَفْسٍ
وَاحِدَةٍ وَمَآ
اَمْرُ
السَّاعَةِ
اِلاَّ
كَلَمْحِ
الْبَصَرِ
اَوْ
هُوَ
اَقْرَبُ gibi
âyetlerin sarahaten gösterdikleri nihayet derecede kolaylık, o hakikat-i
azîmeyi, en makbul ve en mâkul bir mesele olduğunu gösteriyorlar. Bu
kolaylığın sırrı ve hikmeti nedir?” Ve
bilmüşahede görünen hadsiz mebzuliyet ve ucuzluğun ve her nev’in suhuletle
kesret-i efradı bulunmasının ve kesret-i suhulet ve sür’atle muntazam,
san’atlı, kıymetli mevcudatın kolayca vücuda gelmesinin sırlarına medar
olan ve hikmetlerini gösteren yüzer delillerinden ve başka risalelerde
tafsilen beyan edilen bir ikisine muhtasar bir işaret ederiz. ÜÇÜNCÜ SUAL Eskiden düşman, şimdi dost olan mühtedî diyor ki: “Şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: ‘Hiçten, hiçbir şey icad edilmiyor ve hiçbir şey idam edilmiyor; yalnız bir terkip, bir tahlildir ki, kâinat fabrikasını işlettiriyor.’” Elcevap: Nur-u Kur’ân ile
mevcudata bakmayan feylesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat
ve esbab vasıtasıyla bu mevcudatın teşekkülât ve vücutlarını—sabıkan ispat
ettiğimiz tarzda—imtinâ derecesinde müşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma
ayrıldılar. Bu
bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz-ü ihtiyarîden başka ellerinde
olmayan, firavunlaşmış kendi nefisleri hiçbir şeyi idam ve yok
edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi hiçten, yoktan icad
edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinde hiçten icad
gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: “Yoktan var olmaz, var da
yok olmaz” deyip, bu bâtıl ve hata düsturu Kadîr-i Mutlaka teşmil etmek
istiyorlar. سُبْحَانَكَ
لاَعِلْمَ
لَنَاۤ
اِلاَّ
مَاعَلَّمْتَنَاۤ
اِنَّكَ
اَنْتَ
الْعَلِيمُ
الْحَكِيمُ Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler : 1 : “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz
de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.
4 : "Kıyametin gerçekleşmesi göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır." Nahl Sûresi, 16:77. 5 : Bize ihsan ettiği İslâm dini ve
mükemmel iman nimeti sebebiyle Allah’a hamd olsun! |
Lügatler abd : kul âciz-i mutlak : son derece güçsüz âdi : basit, sıradan ahmakane : ahmakça ahmaklık : akılsızlık ahval : durumlar aktâr-ı âlem : âlemin dört bir yanı âlem : dünya, evren âli : yüce anâsır : unsurlar, elementler arz : yeryüzü âyet : Kur’ân’da yer alan her bir cümle âyine-i esmâ-i Rabbâniye : bütün varlıkları idare, tedbir ve terbiye eden Allah’ın isimlerinin aynası azamet : büyüklük azîm : büyük, yüce bâtıl : gerçek olmayan, yalan bedbaht : talihsiz, bahtsız beyan etme : açıklama, anlatım bilmecburiye : zorunlu olarak bilmüşahede : görüldüğü gibi burhan : güçlü ve sarsılmaz delil cahilâne : cahilce, bilgisizce câmid : cansız cehalet : cahillik cehl-i mutlak : sonsuz bir cahillik Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah cihet : yön cilve : görüntü, yansıma cisim : beden cüz’î : küçük, sınırlı cüz-ü ihtiyarî : insanda bulunan sınırlı irade daimî : devamlı, sürekli dakik : ince, derin dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık, inkâr düstur : kanun echel : çok cahil ecza : kimyasal bir madde ehemmiyet : önem ehl-i akıl : akıl sahipleri Elhamdü lillâh : Allah’a hamd olsun elhasıl : kısaca, özetle enmûzec : örnek envâ : türler, çeşitler envâ-ı zîhayat : canlı türleri esbab : sebepler esbab-ı maddiye : maddî sebepler esmâ : isimler evham : kuruntular, şüpheler ezelî : başlangıcı olmayan sonsuz feylesof : filozof, felsefeci fihriste : , içindekiler fikr-i küfrî : Allah’ı inkâr etmeye dayalı düşünce firavunlaşmış : firavun gibi kendisini üstün gören, tanrılık iddiasında bulunan gaflet : âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma gaye-i fıtrat : yaratılış amacı gayet : çok güruh : grup, topluluk hadsiz : sayısız, sınırsız hakikat : gerçek, esas hakikaten : gerçekten hakikat-i azîme : büyük gerçek hakikat-i belâgat : güzel ve özlü ifade gerçeği hakikat-i kemalât : ilâhî mükemmelliğin gerçeği hakikatli : gerçeğe dayalı halk etmek : yaratmak hamd : övgü ve şükür harekât-ı zerrat : zerrelerin, atomların hareketleri haricî : dıştan görülen hassa : temel özellik hâtime : sonuç, son bölüm hekim : doktor hikmet : sebep, ince sır, gaye hikmet-i İlâhiye : Allah’ın gözettiği fayda ve gaye hikmetli : belli bir amaç ve hedefe yönelik olma hilkat : yaratılış hukuk : haklar hukuk-u kemâlât : İlâhî kemâlâtın bizden istediği haklar hususan : özellikle hülâsa : öz, özet ibdâ’ : var etme icad etmek : yaratmak, var etmek icad-ı eşya : eşyaya vücut vermek idam : yokluk, hiçlik idam edilme : yok edilme ifade-i Kur’âniye : Kur’ân’ın kendine mahsus anlatım biçimi ihtirâ’ : bir şeyin hiçten, yaratılması ihtiyar etmek : seçmek, dilemek iktidar : güç, kuvvet iktiza etmek : gerektirmek ilm-i ezelî : Cenâb-ı Hakkın ezelden beri var olan sonsuz ilmi imtinâ : imkânsızlık inşa : var olan şeylerle farklı varlıklar yaratma inşa etmek : yaratmak, yapmak, meydana getirmek isnad etmek : dayandırmak istihkak : hak etme istikamet : doğru gidiş istimal edilmek : kullanılmak itidal : her konuda orta yolu tutma, aşırıya kaçmama itikad-ı kalbî : kalben inanma kader : Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlaması kader-i İlâhî : Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi, plânlaması kaderî : kaderde olan, Allah tarafından belirlenen Kadîr-i Ezelî : herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah Kadîr-i Ezelîye : herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah Kadîr-i Mutlak : herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah Kadîr-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah kâinat : evren kat’î : kesin kemal : mükemmellik kemâlât : mükemmel ve kusursuz özellikler kemâl-i hikmet : Allah’ın istediği şeyi dilediği şekilde eksiksiz olarak yapması kemâl-i iman : tam ve mükemmel bir iman kemâl-i neş’e : tam bir neşe kemiyeten : sayısal olarak kesret : çokluk kesret-i efrad : fertlerin çokluğu kesret-i sûhûlet : herşeyde kolaylığın bulunması keşfetmek : gizli bir şeyi açığa çıkarmak keyfiyat : özellikler, nitelikler kıymetli : değerli kudret : Allah’ın bütün âlemleri kuşatan güç ve iktidarı kudret : güç, kuvvet, iktidar kudret-i ezeliye : Allah’ın ezelden beri var olan sonsuz kudreti kudret-i Rabbâniye : her şeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz kudreti Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân küfür : Allah’ı inkâr etme, inançsızlık, dinsizlik mâdûmât-ı hariciye : maddeten yok olan ancak ilim plânında var olan şeyler mahlûk : varlık mahlûkat : varlıklar makam : mevki, konum makbul : kabul edilen mâkul : akla uygun mâlik : sahip olma mânen : mânevî olarak maskara : gülünç, rezil matemli : yaslı, hüzünlü mebzuliyet : çokluk, bolluk mecbur olmak : zorunlu olmak medar olan : dayanak noktası olan, kaynak olan mektub-u Samedânî : Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eser memluk : köle meşiet-i İlâhiye : Allah’ın dilemesi meşiet-i Rabbâniye : Cenâb-ı Hakkın kendisine özel istek, arzu ve muradı mevâdd-ı hayatiye : hayat için gerekli maddeler mevcudat : varlıklar mevcudat-ı ilmiye : başkası tarafından görünmeyen, Allah’ın ilim dairesindeki varlıklar mevcut : varlık, var meyus : ümitsiz mezkûr : adı geçen miktar-ı ilmî : İlâhî ilim ile belirlenen ölçü miktar-ı kaderî : Allah tarafından kader çerçevesinde takdir edilmiş, belirlenmiş ölçü mikyas : ölçü misilli : benzeri mizan : ölçü, denge mûcid : yoktan var eden, yaratan mucip : gerektirici mucizâne : mucizeli muhafaza etmek : korumak, saklamak muhal : imkansızlık muhâlât : imkânsız olan şeyler muhalif : zıt, aykırı muhit : herşeyi içine alan, kuşatan muhtasar : kısa, özet mukabil : karşılık mukni : ikna edici muntazam : düzenli musaddak : tasdik edilmiş, doğrulanmış mutabakat : uygunluk mutabık-ı mukteza-yı hâl : hâlin gereğine uygun mühim : önemli mühtedî : hidâyete eren, iman eden müstehak : hak etmiş, layık müşkilât : zorluklar müşkilât peydâ etmek : zorluk kazanmak, zorlaşmak müşkilâtlı : zor müşkülleşmek : zorlaşmak müteaddit : çok sayıda mütefekkirâne : tefekkür ederek, Allah’ı düşünürek müteveccih : yönelen nâfi : faydalı nass-ı Kur’ân : Kur’ân’ın kesin ve açık hükmü nefer : asker, er nefis : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu, kişinin kendisi nefs-i emmâre : hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu netice-i hilkat : yaratılışın sonucu nev’ : tür, çeşit nihayet : son nihayetsiz : sınırsız, sonsuz nokta-i nazar : bakış açısı Nur-u Kur’ân : Kur’ân’ın nuru raiyet : halk, tabi olanlar rezzâkiyet : rızık vericilik risale : Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi sabık : geçen, önceki sabıkan : bundan önce sair : diğer, başka Sâni : herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah Sâni-i Hakikî : her şeyin gerçek anlamda san’atkârı ve yaratıcısı olan Allah Sâni-i Vâhid : bir ve tek olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah sarahaten : açıkça semâvât : gökler senâ : övgü sıfat : özellik, vasıf sırr-ı vahdet : birlik sırrı Sofestâî : Yaratıcıyı kabul etmemek için her şeyi, hattâ kendini dahi inkâr edenler sûhûlet : kolaylık suhulet peydâ etmek : kolaylaşmak, kolaylık meydana gelmek sûhûletli : kolay Sultan-ı Ezel ve Ebed : başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah suret : biçim, şekil suubetli : zor süflî : alçak, âdi sür’atle : hızla sürur : mutluluk, sevinç şe’n : temel özellik şirk : Allah’a ortak koşma şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme taayyün etmek : belirlenmek tâbi olmak : bağlı olmak tabiat : canlı cansız varlıklar, doğa, maddî âlem tabiat : materyalist düşünce; tabiat için, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” düşüncesi tafsilen : ayrıntılı olarak tahakkuk eden : gerçekleşen tahayyül etmek : hayal etmek tahkir etmek : aşağılamak tahlil : çözümleme, dağılma, ayrışma târiküssalât : namaz kılmayı terk eden kimse tarz-ı ifade : ifade etme tarzı tavr-ı akıl : aklın anlayabileceği kapasite tayin etmek : belirlemek tecavüz etmek : haddi aşmak, saldırmak teçhizat : cihazlar, donanımlar teçhizat-ı askeriye : askeri donanım tehdidât : tehditler telâkki etmek : kabul etmek tenzil etmek : indirmek terk-i ibadet : ibadet etmeyi terk etme terkip etmek : düzenlemek, bir araya getirmek tesbih : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma tesbihat : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma teşekkülât : oluşumlar teşmil etmek : kapsamı içine aldırmak tevehhüm etmek : zannetmek tevhid : birleme, Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme tezahür etmek : görünmek, ortaya çıkmak tiryak : derman, ilâç vahdet : birlik; Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi Vâhid-i Ehad : bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah vâzıh : açık, aşikâr vaziyet-i itibariye : göreceli bir durum vuzuh : açıklık vücud : beden, varlık vücuda gelmek : var olmak vücud-u haricî : maddî vücut, beden vücut : varlık vücut vermek : yok olan bir şeyi var etmek, yaratmak zâbit : subay zecretmek : sakındırmak, yasaklamak zemin : yer zerrat : zerreler, atomlar zeyl : ek, ilave zîhayat : canlı ziyade : çok, fazla zulmetmek : kötülük etmek zulüm : haksızlık
|