HİZMET REHBERİ-4-KUR'AN ŞAKİRDLERİNİN HİZMET REHBERİ(DEVAMI)

14 views
Skip to first unread message

Erhan Patlak

unread,
Jul 26, 2019, 4:05:41 AM7/26/19
to

                                    HİZMET REHBERİ

2.3.KUR’AN ŞAKİRDLERİNİN HİZMET REHBERİ(DEVAMI)

Bu mesele yalnız şahsıma taallûk etseydi, ben cidden nefs-i emmaremi tam kırmak için ona minnettar olurdum. Mesleğimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceğini kat’î kanaatimiz olduğu gibi, yirmi senedir nefs-i emmarem ister istemez o mesleğe itaate mecbur olmuş. Risale-i Nur ve mukaddematları, buna bir hüccet-i katıadır. Fakat garaz ve inat ve bir nevi taassub-u meslekiyeyi ihsas eden ve esrar-ı mestûreyi işaa suretinde gelen itiraz ve ayıplara karşı Eski Said (r.a.) lisanıyla derim: İşte meydan! En mutaassıp ulemadan ve en büyük velîden tut, tâ en dinsiz feylesoflara ve müdakkik hükemalara, Risale-i Nur’daki dâvâları ispat etmeye hazırım ve hem de ispat etmişim ki, benim mahvıma ve idamıma mütemadiyen çalışan zındık feylesoflar ve mülhidler, o davaları cerh edemiyorlar ve edememişler!...

***

İnsan nisyandan alındığı için, nisyana müptelâdır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır. Fakat, hizmet, sa’y, tefekkür zamanlarında, nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalâlettir. Hizmetler görüldükten sonra, neticede, mükâfat zamanlarında nefsin unutulması kemâldir. Bu itibarla, ehl-i dalâl ile ehl-i kemâl, nisyan ve tezekkürde müteâkistirler. Evet dâll olan kimse, bir iş ve bir ibadet teklifinde başını havaya kaldırarak firavunlaşır. Lâkin mükâfatın, menfaatin tevziinde bir zerreyi bile terk etmez. Amma nefsini unutan ehl-i kemâl, sa’y, tefekkür, sülûk zamanlarında herşeyden evvel nefsini ileri sürüyor. Fakat neticelerde, faidelerde, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor….

***

Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar şahsıma ve nefsime ait ise, Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemişse, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemişse, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır….

***

Üçüncü hastalık: “Gurur”dur.
Evet, gurur ile, insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslâf-ı izâmın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhâma maruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar….

***

Cenâb-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, ulâhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasi vazifesini görüyor. Maalesef, sû-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklâliyete âlet ederek tam bir firavun olur….

***

Ve keza, mümkinatın da iki veçhi vardır:
Birisi: Enaniyet ile vücuttur. Bu ise, ademe gider ve ademe kalb olur.
İkincisi: Enaniyetin terkiyle ademdir. Bu ise Vâcibü’l-Vücuda bakar, bir vücut kazanır. Binaenaleyh, vücut istersen, mün’adim ol ki vücudu bulasın….

***

Ey şan ve şerefi, nam ve şöhreti isteyen adam! Gel, o dersi beden al. Şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar…

***

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Kastamonu’da ehl-i takvâ bir zât, şekvâ tarzında dedi: “Ben sukut etmişim. Eski halimi ve zevkleri ve nurları kaybetmişim.”
Ben de dedim: “Belki terakki etmişsin ki, nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enâniyet ve fâni zevkleri aramamakla uçmuşsun.”

Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlâhi, ihsanını, enâniyetini bırakmayana ihsas etmemektir—tâ ucub ve gurura girmesin.
Kardeşlerim,
Bu hakikate binaen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zâtlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirtleri âdi, âmi adamlar görür ve der: “Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhât! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?” diyerek, dost ise inkisâr-ı hayâle uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.

Said Nursî

***

Bazen bir şeye şiddetli muhabbet, o şeyin inkârına sebep olur. Ve keza, şiddet-i havf ve gayet azamet ve aklın ihatasızlığı da inkâra sebep olur…

***

Ey Nefis! Eğer takva ve amel-i sâlih ile Hâlıkını razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir. Eğer halk da Allah’ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa, kıymeti yoktur. Çünkü onlar da senin gibi âciz kullardır. Maahaza, ikinci şıkkı takip etmekte şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir. Evet, bir maslahat için sultana müracaat eden adam sultanı irzâ etmiş ise, o iş görülür. Etmemişse, halkın iltimasıyla çok zahmet olur. Maamâfih, yine sultanın izni lâzımdır. İzni de rızasına mütevakkıftır….

***

Risale-i Nur’a kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şâkirdlerini teşvik etmek ve bir buz parçası hükmündeki enâniyetini tam bir havuz kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir. Yoksa başka bir çığır açmakla; hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur’an’iyeye bilmeyerek zarar verir. Belki zındıkaya bilmeyerek, bir nevi yardım hesabına geçer.

Said Nursi

***

Büyüklüğün şe’ni, tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir; siz de büyük tanımayınız….

***

Evvelâ: hem o zât, hem sizler biliniz ki: Ben, Risale-i Nur’un hizmetkârıyım ve o dükkânın bir dellâlıyım. Risale-i Nur ise Arş-ı Âzama bağlı olan Kur’ân-ı Azîmüşşan ile bağlanmış bir hakikî tefsirdir. Benim şahsımdaki kusurat, ona sirayet etmez…

***

Ehl-i hakikatin bir kısmı nasıl ki ism-i Vedûd’a mazhardırlar ve âzamî bir mertebede o ismin cilveleriyle, mevcudatın pencereleriyle Vâcibü’l-Vücuda bakıyorlar. Öyle de, şu hiç ender hiç olan kardeşinize, yalnız hizmet-i Kur’ân’a istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihayenin dellâlı olduğu bir vakitte, ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş. Bütün Sözler, o mazhariyetin cilveleridir….

Lügatler

Abd :kul, köle

Âb-ı hayat : hayat suyu

âciz : çaresiz, güçsüz
âdi : basit, sıradan
âmi : cahil

adem : hiçlik, yokluk

Âlet etmek :kullanmak, vasıta yapmak, sebep kılmak

Amel-i salih :Allah rızasına uyan hayırlı amel

Arş-ı Âzam : Cenâb-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer

Ayn-ı riya :gösterişin ta kendisi

Azamet : büyüklük, yücelik

azami :en yüksek, en üst

aziz : çok değerli, izzetli
ehl-i takvâ : Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan ve dindarlıkta çok ileri olan kimseler

beyan : açıklama

binâen : dayanarak, dolayı

binaenaleyh : bundan dolayı

cadde-i Kur’âniye : Kur’ân’ın gösterdiği, çizdiği yol; Kur’ân’ın büyük, geniş ve sağlam caddesi, ehli sünnet yolu, Kur’ân yolu

Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah

cerh etmek : çürütmek

cilve : görüntü, akis

dalâlet : doğru ve hak yoldan ayrılma, sapkınlık

dâll : sapık; hak yoldan sapmış olan

dellâl : duyurucu, ilân edici

ehemmiyet :önem

ehl-i dalâl : sapıtanlar, yoldan çıkanlar
ehl-i kemâl : kemâl sahibi, olgun kimseler

ehl-i hakikat : hak ve doğruluk üzere olan kimseler

enaniyet : benlik

eslâf-ı izâm : önceden gelmiş olan büyük zâtlar

esrar-ı mestûre : üzeri örtülü kalan sırlar

evham : kuruntular, şüpheler

evliya : Allah dostları, velîler

fâni : geçici, ölümlü

Fehmetmek :anlamak, kavramak

feylesof : filozof, felsefeci

Firavun :ilâhlık iddia eden dinsiz ve azgın insan

firavunlaşmak : kendisini Firavun gibi büyük görme

garaz :kin ve düşmanlık

hakikat : asıl, gerçek, doğru

hakikî : asıl, gerçek

Hâkimiyet: hükümdarlık

Hâlık :yaratıcı, yaratan(Allah)

hazine-i bînihaye : bitmez tükenmez hazine
hengâm : zaman, ân
hiç ender hiç : hiç içinde hiç
hizmet-i Kur’ân : Kur’ân hizmeti

heyhât : eyvah, yazık
hizmet-i imâniye : iman hizmeti
hizmet-i İslâmiye : İslâm dinine hizmet
hizmetkârlık : hizmetçilik
hüsn-ü zan : güzel zanda bulunma

hodbinlik : bencillik, kibirlilik, kendini beğenmişlik

hüccet-i katıa : kesin delil

hükema : âlimler, filozoflar

Hükmünde :benzeri, gibi

İhata : kuşatma, kapsama

ihsan : bağış, ikram, lütuf
ihsan-ı İlâhî : Allah’ın ihsanı, ikramı, bağışı
ihsas etmek : hissettirmek

iltimas : tavsiye, rica, istirham

İnkâr : reddetmek, karşı çıkmak

inkisâr-ı hayâl : hayal kırıklığı

irşadat : nasihatler, doğru yolu gösteren sözler

irzâ etmek : razı etmek, hoşnut etmek

ism-i Hakîm : Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi
ism-i Rahîm : Allah’ın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olduğunu bildiren ismi
ism-i Vedûd : Allah’ın Vedûd ismi; yarattığı varlıkları çok seven ve onlar tarafından da çok sevilen Allah’ın ismi
istihdam : çalıştırma

İstiklâliyet : müstakil oluş, bağımsızlık

işaa : bir haberi yayma, duyurma

itaat : emre uyma, boyun eğme

itibarla : bakımdan, özellikle

kâfi : yeterli

kalb olmak : dönüşmek

kanaat : görüş, fikir

kat’î : kesin bir şekilde

kemâl : fazilet, iyilik, mükemmellik

kemâlât : üstün özellikler ve meziyetler
keşfiyat : keşifler, manevî âlemlerde bazı hakikatleri keşfetme halleri

keşif : kalb gözüyle görme; mânevî âlemlere ait bazı olayları ve hakikatleri görme

Keza : bunun gibi, aynı, aynı biçimde

kisve : elbise; örtü

kudsî : mukaddes, kutsal

Kur’ân-ı Azîmüşşan : şan ve şerefi yüce olan Kur’ân
kusurat : kusurlar, hatalar

lâkin : ama, fakat

lisan : dil

maahaza : bununla beraber

Maalesef :yazık ki

maamâfih : bununla beraber, böyle iken
mahiyet : asıl nitelik, temel özellik
maslahat : fayda, gaye

mahrum kalmak : yoksun kalmak

mahv :yokolmak

mahviyet : alçakgönüllülük

malûmat : bilgiler
mehasin : güzellikler, iyilikler

mâruz kalmak : bir olay veya bir durumla yüz yüze gelmek

mazhar : ayna, yansıma ve görünme yeri
mazhariyet : ayna olma, görünme yeri

medar : çerçeve, yörünge
menzil : yer, mekân
mertebe : derece

menfaat : yarar

Metin :sağlam, dayanıklı, kuvvetli

mevcudat : varlıklar

minnettar : olmak şükran duymak

muarız : karşı gelen, muhalefet eden
muhalefet : karşıt olma, aykırılık

Muhabbet : sevgi,sevmek

mukaddemat : başlangıçlar, Üstadın ilk eserleri

mutaassıp : tutucu

mücahid : cihad eden

müdakkik : dikkatli bir şekilde araştıran

mükâfat : ödül

mülhid : dinsiz

mümkinat : olması veya olmaması imkân dahilinde olan, varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan şeyler; sonradan yaratılan tüm varlıklar
mün’adim : kendi adına davadan vazgeçip kendini Allah’a feda etmek

müptelâ : bağımlı, düşkün

müracaat : başvurma

Müstakim :doğru, istikametli, düzgün, dik

müteakis : birbirine ters, zıt

mütemadiyen :devamı, aralıksız

mütevakkıf : –e bağlı olma

nâkıs : eksik, noksan

Nam :isim, ad, lakap, ünvan

nazar : bakış, dikkat
nazara almak : dikkate almak

nefis : kişinin kendisi; insanı daima maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet

nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu

nevi : çeşit

nisyan : unutkanlık

Razı :hoşnut, memnun

rıza : memnuniyet

riya : gösteriş

sa’y : çalışma

sabiyy-i müteşeyyih : kendini şeyh gibi gösteren çocuk; şeyhlik taslayan çocuk

saika : yönlendiren ve sevkeden sebep

sevk etmek : yöneltmek

sıddık : çok doğru ve bağlı
sukut etmek : alçalmak, düşmek
şekvâ : şikayet

Sıfat :bir kimse veya şeyin hal, vasıf, nitelik, özellik ve keyfiyeti

sirayet : bulaşma

Sû-i ihtiyar :kötü seçim, kötü olana yönelme

sülûk : yol alma

şakirt : talebe, öğrenci

Şan :ün, nam

Şan ü şeref :namlı ve ünlü olmak

Şe’n :iş, tavır, hadise, vaka

Şiddet-i havf :korkunun şiddeti

şirk-i hafî : gizli şirk, ortak koşma
tahsil : elde etme, kazanma

Şöhret :ad yapma, ün, nam

şöhret-i kâzibe : yalancı şöhret

taallûk : münasebet, bağlılık

taassub-u meslekiye : kendi hareket tarzını ve metodunu en doğru olarak görüp, yanlış da olsa ısrar etme

Tahakküm :zorla hükmetmek, zorbalık etmek

tahkir : hakaret etme, aşağılama

Takva : Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek

tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme

tefsir : açıklama, bir sözü izah etme, Kur’ân’ın âyetlerini açıklama, yorumlama

Tekebbür : kibirlenme, büyüklenme

tenezzül etmek : iltifat etmek, onlara değer vermek

terakki etmek : ilerlemek, yükselmek

terk-i enaniyet : benlik ve enaniyetten vazgeçmek

tevazu : alçakgönüllülük
ucub : kendini beğenme, kibir

tevzi : dağıtma

tezekkür : unuttuktan sonra birşeyi tekrar hatırlama

uhrevî : âhirete ait

ulema : âlimler

Uluhiyet :itaat ve ibadet edilmeye layık ve hakkı olmak

Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah

Vâcibü'l-Vücud : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
vecih : şekil, tarz
vücud bulmak : var olmak; varlığa kavuşmak
vücut : varlık, var olma

Vahid-i kıyasi :kıyaslama ölçüsü, ölçü birimi

velî : Allah dostu, Allah’ın sevgili kulu

zerre : çok küçük parça

zındıka : dinsizlik, inançsızlık

 

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages