HİZMET REHBERİ
2.3.KUR’AN ŞAKİRDLERİNİN HİZMET REHBERİ(DEVAMI)
Bu mesele yalnız şahsıma taallûk etseydi, ben cidden nefs-i emmaremi tam kırmak için ona minnettar olurdum. Mesleğimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceğini kat’î kanaatimiz olduğu gibi, yirmi senedir nefs-i emmarem ister istemez o mesleğe itaate mecbur olmuş. Risale-i Nur ve mukaddematları, buna bir hüccet-i katıadır. Fakat garaz ve inat ve bir nevi taassub-u meslekiyeyi ihsas eden ve esrar-ı mestûreyi işaa suretinde gelen itiraz ve ayıplara karşı Eski Said (r.a.) lisanıyla derim: İşte meydan! En mutaassıp ulemadan ve en büyük velîden tut, tâ en dinsiz feylesoflara ve müdakkik hükemalara, Risale-i Nur’daki dâvâları ispat etmeye hazırım ve hem de ispat etmişim ki, benim mahvıma ve idamıma mütemadiyen çalışan zındık feylesoflar ve mülhidler, o davaları cerh edemiyorlar ve edememişler!... *** İnsan nisyandan alındığı için, nisyana müptelâdır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır. Fakat, hizmet, sa’y, tefekkür zamanlarında, nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalâlettir. Hizmetler görüldükten sonra, neticede, mükâfat zamanlarında nefsin unutulması kemâldir. Bu itibarla, ehl-i dalâl ile ehl-i kemâl, nisyan ve tezekkürde müteâkistirler. Evet dâll olan kimse, bir iş ve bir ibadet teklifinde başını havaya kaldırarak firavunlaşır. Lâkin mükâfatın, menfaatin tevziinde bir zerreyi bile terk etmez. Amma nefsini unutan ehl-i kemâl, sa’y, tefekkür, sülûk zamanlarında herşeyden evvel nefsini ileri sürüyor. Fakat neticelerde, faidelerde, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor…. *** Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar şahsıma ve nefsime ait ise, Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemişse, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemişse, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır…. *** Üçüncü hastalık: “Gurur”dur. *** Cenâb-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, ulâhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasi vazifesini görüyor. Maalesef, sû-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklâliyete âlet ederek tam bir firavun olur…. *** Ve keza, mümkinatın
da iki veçhi
vardır: *** Ey şan ve şerefi, nam ve şöhreti isteyen adam! Gel, o dersi beden al. Şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar… *** Aziz, sıddık
kardeşlerim, Evet, bir ehemmiyetli
ihsan-ı İlâhi, ihsanını, enâniyetini bırakmayana ihsas etmemektir—tâ ucub
ve gurura girmesin. Said Nursî *** Bazen bir şeye şiddetli muhabbet, o şeyin inkârına sebep olur. Ve keza, şiddet-i havf ve gayet azamet ve aklın ihatasızlığı da inkâra sebep olur… *** Ey Nefis! Eğer takva ve amel-i sâlih ile Hâlıkını razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir. Eğer halk da Allah’ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa, kıymeti yoktur. Çünkü onlar da senin gibi âciz kullardır. Maahaza, ikinci şıkkı takip etmekte şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir. Evet, bir maslahat için sultana müracaat eden adam sultanı irzâ etmiş ise, o iş görülür. Etmemişse, halkın iltimasıyla çok zahmet olur. Maamâfih, yine sultanın izni lâzımdır. İzni de rızasına mütevakkıftır…. *** Risale-i Nur’a kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şâkirdlerini teşvik etmek ve bir buz parçası hükmündeki enâniyetini tam bir havuz kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir. Yoksa başka bir çığır açmakla; hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur’an’iyeye bilmeyerek zarar verir. Belki zındıkaya bilmeyerek, bir nevi yardım hesabına geçer. Said Nursi *** Büyüklüğün şe’ni, tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir; siz de büyük tanımayınız…. *** Evvelâ: hem o zât, hem sizler biliniz ki: Ben, Risale-i Nur’un hizmetkârıyım ve o dükkânın bir dellâlıyım. Risale-i Nur ise Arş-ı Âzama bağlı olan Kur’ân-ı Azîmüşşan ile bağlanmış bir hakikî tefsirdir. Benim şahsımdaki kusurat, ona sirayet etmez… *** Ehl-i hakikatin bir kısmı nasıl ki ism-i Vedûd’a mazhardırlar ve âzamî bir mertebede o ismin cilveleriyle, mevcudatın pencereleriyle Vâcibü’l-Vücuda bakıyorlar. Öyle de, şu hiç ender hiç olan kardeşinize, yalnız hizmet-i Kur’ân’a istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihayenin dellâlı olduğu bir vakitte, ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş. Bütün Sözler, o mazhariyetin cilveleridir…. |
Lügatler Abd :kul, köle Âb-ı hayat : hayat suyu âciz : çaresiz, güçsüz adem : hiçlik, yokluk Âlet etmek :kullanmak, vasıta yapmak, sebep kılmak Amel-i salih :Allah rızasına uyan hayırlı amel Arş-ı Âzam : Cenâb-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer Ayn-ı riya :gösterişin ta kendisi Azamet : büyüklük, yücelik azami :en yüksek, en üst aziz : çok değerli,
izzetli beyan : açıklama binâen : dayanarak, dolayı binaenaleyh : bundan dolayı cadde-i Kur’âniye : Kur’ân’ın gösterdiği, çizdiği yol; Kur’ân’ın büyük, geniş ve sağlam caddesi, ehli sünnet yolu, Kur’ân yolu Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah cerh etmek : çürütmek cilve : görüntü, akis dalâlet : doğru ve hak yoldan ayrılma, sapkınlık dâll : sapık; hak yoldan sapmış olan dellâl : duyurucu, ilân edici ehemmiyet :önem ehl-i
dalâl : sapıtanlar, yoldan çıkanlar ehl-i hakikat : hak ve doğruluk üzere olan kimseler enaniyet : benlik eslâf-ı izâm : önceden gelmiş olan büyük zâtlar esrar-ı mestûre : üzeri örtülü kalan sırlar evham : kuruntular, şüpheler evliya : Allah dostları, velîler fâni : geçici, ölümlü Fehmetmek :anlamak, kavramak feylesof : filozof, felsefeci Firavun :ilâhlık iddia eden dinsiz ve azgın insan firavunlaşmak : kendisini Firavun gibi büyük görme garaz :kin ve düşmanlık hakikat : asıl, gerçek, doğru hakikî : asıl, gerçek Hâkimiyet: hükümdarlık Hâlık :yaratıcı, yaratan(Allah) hazine-i bînihaye : bitmez
tükenmez hazine heyhât : eyvah, yazık hodbinlik : bencillik, kibirlilik, kendini beğenmişlik hüccet-i katıa : kesin delil hükema : âlimler, filozoflar Hükmünde :benzeri, gibi İhata : kuşatma, kapsama ihsan : bağış, ikram,
lütuf iltimas : tavsiye, rica, istirham İnkâr : reddetmek, karşı çıkmak inkisâr-ı hayâl : hayal kırıklığı irşadat : nasihatler, doğru yolu gösteren sözler irzâ etmek : razı etmek, hoşnut etmek ism-i Hakîm : Allah’ın herşeyi
hikmetle yaptığını bildiren ismi İstiklâliyet : müstakil oluş, bağımsızlık işaa : bir haberi yayma, duyurma itaat : emre uyma, boyun eğme itibarla : bakımdan, özellikle kâfi : yeterli kalb olmak : dönüşmek kanaat : görüş, fikir kat’î : kesin bir şekilde kemâl : fazilet, iyilik, mükemmellik kemâlât : üstün özellikler ve
meziyetler keşif : kalb gözüyle görme; mânevî âlemlere ait bazı olayları ve hakikatleri görme Keza : bunun gibi, aynı, aynı biçimde kisve : elbise; örtü kudsî : mukaddes, kutsal Kur’ân-ı Azîmüşşan : şan ve
şerefi yüce olan Kur’ân lâkin : ama, fakat lisan : dil maahaza : bununla beraber Maalesef :yazık ki maamâfih : bununla beraber,
böyle iken mahrum kalmak : yoksun kalmak mahv :yokolmak mahviyet : alçakgönüllülük malûmat : bilgiler mâruz kalmak : bir olay veya bir durumla yüz yüze gelmek mazhar : ayna, yansıma ve
görünme yeri medar : çerçeve,
yörünge menfaat : yarar Metin :sağlam, dayanıklı, kuvvetli mevcudat : varlıklar minnettar : olmak şükran duymak muarız : karşı gelen, muhalefet
eden Muhabbet : sevgi,sevmek mukaddemat : başlangıçlar, Üstadın ilk eserleri mutaassıp : tutucu mücahid : cihad eden müdakkik : dikkatli bir şekilde araştıran mükâfat : ödül mülhid : dinsiz mümkinat : olması veya olmaması
imkân dahilinde olan, varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan şeyler;
sonradan yaratılan tüm varlıklar müptelâ : bağımlı, düşkün müracaat : başvurma Müstakim :doğru, istikametli, düzgün, dik müteakis : birbirine ters, zıt mütemadiyen :devamı, aralıksız mütevakkıf : –e bağlı olma nâkıs : eksik, noksan Nam :isim, ad, lakap, ünvan nazar : bakış, dikkat nefis : kişinin kendisi; insanı daima maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu nevi : çeşit nisyan : unutkanlık Razı :hoşnut, memnun rıza : memnuniyet riya : gösteriş sa’y : çalışma sabiyy-i müteşeyyih : kendini şeyh gibi gösteren çocuk; şeyhlik taslayan çocuk saika : yönlendiren ve sevkeden sebep sevk etmek : yöneltmek sıddık : çok doğru ve
bağlı Sıfat :bir kimse veya şeyin hal, vasıf, nitelik, özellik ve keyfiyeti sirayet : bulaşma Sû-i ihtiyar :kötü seçim, kötü olana yönelme sülûk : yol alma şakirt : talebe, öğrenci Şan :ün, nam Şan ü şeref :namlı ve ünlü olmak Şe’n :iş, tavır, hadise, vaka Şiddet-i havf :korkunun şiddeti şirk-i hafî : gizli şirk, ortak
koşma Şöhret :ad yapma, ün, nam şöhret-i kâzibe : yalancı şöhret taallûk : münasebet, bağlılık taassub-u meslekiye : kendi hareket tarzını ve metodunu en doğru olarak görüp, yanlış da olsa ısrar etme Tahakküm :zorla hükmetmek, zorbalık etmek tahkir : hakaret etme, aşağılama Takva : Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme tefsir : açıklama, bir sözü izah etme, Kur’ân’ın âyetlerini açıklama, yorumlama Tekebbür : kibirlenme, büyüklenme tenezzül etmek : iltifat etmek, onlara değer vermek terakki etmek : ilerlemek, yükselmek terk-i enaniyet : benlik ve enaniyetten vazgeçmek tevazu :
alçakgönüllülük tevzi : dağıtma tezekkür : unuttuktan sonra birşeyi tekrar hatırlama uhrevî : âhirete ait ulema : âlimler Uluhiyet :itaat ve ibadet edilmeye layık ve hakkı olmak Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah Vâcibü'l-Vücud : varlığı zorunlu
olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah Vahid-i kıyasi :kıyaslama ölçüsü, ölçü birimi velî : Allah dostu, Allah’ın sevgili kulu zerre : çok küçük parça zındıka : dinsizlik, inançsızlık |