Leyl Sûre-i Serif'indeki Hakikatler:
Allah-u Teâlâ, bütün heybetiyle gelen ve ortalığı karanlığı ile örten geceye, güneşin doğuşuyla canlıları hayata sevkeden gündüze, erkek ve dişi olmak üzere çiftleri yaratan Hâlik-ı Azimüşân'a yemin ederek insanların çalışmasının ve kazanç yollarının çeşit çeşit olduğunu beyan buyurmaktadır:
"Kararıp ortalığı bürüdüğü zaman geceye andolsun! Açılıp ağardığı zaman gündüze andolsun! Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki!
Ey insanlar! Doğrusu sizin çalışmalarınız çeşit çeşittir." (Leyl: 1-4)
İnsanların tabiatları farklı farklıdır. Kimisi hayır işler, kimisi şer işler. İçlerinde takva sahibi olanlar da vardır, bedbaht olanlar da vardır, itaat edenler de vardır.
Çalışmaları ve işleri bölüm bölümdür, hedef ve gayeleri değişiktir, takip ettikleri yol netice itibarı ile farklıdır, değer verdikleri şeyler ayrıdır.
İyiler kötülüğü beceremez, yapmak istese de beceremez. Kötüler de iyilik yapamaz, istese bile yapamaz.
Nitekim diğer Ayet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"De ki: Herkes kendi yaratılışına (mizaç ve karakterine) göre hareket eder.
Rabb'iniz kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir." (İsrâ: 84)
Hidayet yolunu takip edenleri hiç şüphesiz ki sevaplara ve mükâfâtlara erdirecektir.
"Yoksa kötülük işleyen kimseler, kendilerini iman edip salih ameller işleyenler gibi yapacağımızı mı sandılar? Yaşamaları ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar?" (Câsiye: 21)
Şu ölümlü dünyada ömür süren insanların herbirinin takip ettiği bir yol ve yine her birinin ayrı bir başarısı vardır. İşler ve ameller her ne kadar farklılık arzetse de iman nokta-i nazarında birleşmek gerekmektedir.
Buhârî'nin rivayet ettiği bir Hadîs-i şerif'te Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyuruyorlar ki:
"Bakî-i Gargad mezarlığında bir cenazede bulunuyorduk. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanımıza gelip oturdu. Biz de etrafına oturduk. Elinde bir asâ vardı. Başını eğdi ve asâsıyla yere vurmaya başladı. Sonra buyurdu ki:
"Sizden hiçbiriniz müstesnâ olmamak üzere hepinizin cennetteki yeri de cehennemdeki yeri de yazılmıştır. Şakî veya said olacağı tesbit olunmuştur."
Bunun üzerine Ashâb-ı kiram'dan bir zât sordu:
"Öyle ise yâ Resulellah, amel ve ibâdeti bırakıp Cenâb-ı Hakk'ın takdirine itimad edemez miyiz? Zira bizden saâdet ehli olanları, ilâhî takdir saâdet ehlinin ameline sevkeder, kişi cennete girer. Yine bizden şekâvet ehli olanları, ilâhî takdir şekâvet ehlinin ameline sevkeder, kişi cehenneme girer."
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz cevâben:
"Güzel ameller yapmaya devam edin. Çünkü herkes niçin yaratıldıysa, o iş kendisine kolaylaştırılmıştır. Saâdet ehli olan saâdet amelleri yapar. Şekâvet ehli olan ise şekâvet amelleri yapar." buyurdu ve akabinde şu Âyet-i kerime'leri okudu:
"Kim ki verir, (masiyetten sakınır) Allah'tan korkarsa ve o en güzel (kelime-i tevhid)i tasdik ederse; biz de ona kolay olanı hazırlarız, (hayra karşı tatlı bir arzu veririz).
Fakat kim de cimrilik edip inayet-i ilâhîden kendisini müstağni görüp, o güzel kelimeyi tekzip ederse, biz de ona en güç olanı kolaylaştırırız, (hayra karşı bir isteksizlik veririz)." (Leyl: 5-10)
Allah-u Teâlâ onu her kolaylıktan mahrum eder. Attığı her adım onu Allah yolundan uzaklaştırır. O artık şekavet yolunda ilerler durur. Geleceği hesaba katmaz, ahiret nimetlerine ihtiyaç duymaz olur.
Kişi baktığı zaman kendisini bu hakikat aynasında görebilir.
Yine bu hususta Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde şöyle buyuruyor:
"Kim bu çarçabuk geçen dünyayı isterse, biz de burada ona, evet kimi dilersek ona, dilediğimiz kadar hemen veririz. Sonra da ona cehennemi hazırlarız. Kınanmış ve rahmetimizden kovulmuş olarak oraya girer.
Kim de inanmış olarak âhireti ister ve çalışmasını da onun için yaparsa, işte onların bu çalışmaları meşkûr ve makbul olur.
Dünyâyı isteyenlere de âhireti isteyenlere de, Rabb'inin vergisinden birbiri ardınca veririz. Esasen Rabb'inin ihsanı hiç kimseye yasak kılınmış değildir." (İsrâ: 18-19-20)
Bu mevzuyu cebriye mezhebinin görüşü ile karıştırmamak lâzımdır. Zira onlara göre, insan işlemiş olduğu bütün fiilleri yapmaya mecburdur. Bu fiillerin işlenişinde hiçbir rolü olmadığı gibi kudret ve iradeye de sahip değildir.
Halbuki Allah-u Teâlâ kişiyi cüz'i iradesi ile sorumlu tutar.
Ayet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"İşlediklerinizden andolsun ki sorumlu tutulacaksınız." (Nahl: 93)
"Kim sâlih amel işlerse kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabb'in kullarına zulmedici değildir." (Fussilet: 46)
İnsanlara yaptıkları iyiliklerin, hayır ve hasenatın, ileride artırılarak daha güzeliyle karşılık, daha fazlasıyla mükâfât verileceği; sonunda da en güzel bir âkıbete erdirileceği, dünyadan imanlı göçerek ahirette cennete ve Cemalullah'a kavuşturulacağı müjdelenmiş oluyor.
Nitekim diğer Ayet-i kerime'lerde bu müjde kuvvetlendirilmektedir:
"Güzel amellerde bulunanlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır.
Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de zillet.
İşte onlar cennetliklerdir, orada ebedi kalacaklardır." (Yunus: 26)
"Kim bir iyilik işlerse, onun iyiliğini artırırız." (Şûrâ: 23)
Allah için veren, Allah'tan korkan ve o en güzeli tasdik eden kimse Allah-u Teâlâ'nın tevfik ve inayetine müstehak olmuş olur. Allah-u Teâlâ onu en kolay olana muvaffak kılar. Bunun içindir ki kolaylıkla neticeye varır, nefsin vereceği ağırlık ortadan kalkar, adımını kolay atar, yolunda kolay yürür, her işinde muvaffak olur.
Öte yandan malı ile mağrur olup cimrilik eden, biriktirmiş ve yığmış olduğu servetine aldanan, Rabb'inden müstağni olup hidayetinden uzaklaşan, dinini yalanlayan kimselere gelince, Allah-u Teâlâ onlar hakkında Ayet-i kerime'inde şöyle buyurur:
"Çukura yuvarlandığı zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz." buyuruluyor. (Leyl: 11)
Dünyada cimrilik ederek malını hayır yollarında sarfetmeyip varislerine terkeden kimsenin malı, cehenneme yuvarlandığı zaman kendisine hiç fayda vermez, çekeceği azaptan onu asla kurtaramaz.
Allah-u Teâlâ insanları yaratmış ve onlara iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, Hakk'ı batıldan ayırabilecek fıtri bir kabiliyet ve istidat vermiş ve onlara peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla hayır ve şer yolunu bildirmiştir.
Ayet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Doğru yola iletmek sadece bizim işimizdir." (Leyl: 12)
Bunun içindir ki insanların kendilerine bir lütuf olarak gösterilmiş olan hiyadet yolunu takip ederek ebedi hayatlarını kazanmak için çalışmaları gerekir.
Nitekim diğer Ayet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Yolun doğrusunu göstermek Allah'a âittir." (Nahl: 9)
"De ki: Gerçek Rabb'inizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin!" (Kehf: 29)
Dünya da ahiret de Allah'a âittir. Her ikisi de O'nun mülküdür, O'nun kudret ve tasarrufu altındadır.
Ayet-i kerime'sinde:
"Şüphesiz son da ilk de (ahiret ve dünya da) bizimdir." buyuruluyor. (Leyl: 13)
Ne ahirette ne de dünyada O'nun hüküm ve iradesinin dışında geçerli olacak bir başvuru yeri yoktur.
Hidayet O'nun hidayetidir. O nasıl dilerse öyle olur.
Allah-u Teâlâ hidayet yoluna gitmekle faydanın, dalâlet yoluna gitmekle zararın ancak kulların kendilerine âit olduğunu beyan etmek üzere Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Ben sizi alevler saçan bir ateşe karşı uyardım.
O ateşe ancak yalanlayıp yüz çeviren bedbaht kimse girer." (Leyl: 14-15-16)
Küfür ve isyanda ileri gidip tevbe etmeyen bedbahtlar o ateşte yanarlar.
Allah-u Teâlâ'yı yalanlayıp inkar eden, İslâm'ı kabullenmeyen, bir an olsun Hakk'a yönelmeyen kimselerin yanında; takvada ileri bir merhaleye varan, küfür ve şirkten sakınıp, onları hatırına bile getirmeyen, nefsini arıtmak için malını hayır yollarında harcayan itaatkar müminler ise bu ateşten uzak kalacaklardır.
Ayet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Temizlenip arınmak üzere malını hayra veren kimse ise ondan uzak tutulur." (Leyl: 17-18)
Allah-u Teâlâ dünyada ve ahirette bunlara, râzı ve hoşnud olacakları kadar lütufta bulunacaktır.
Malını Rabb'ine taat uğrunda infak eder, verdikleri ile hem kendisini hem malını temizlemek için gönüllü olarak verir. Yalnız ve yalnız Hakk'ın rızâsını gözetir.
Ayet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Onda hiç kimseye verilecek bir minnet borcu yoktur. (Verdiğini) yüce Rabb'inin rızâsını kazanmak için verir.
Yakında kendisi de (Allah'ın vereceği nimetle) râzı olacaktır." (Leyl: 19-20-21)
Hiç kimseye borçlu ve minnetli değildir ki, verirken ona karşılık olarak versin.
Hazret-i Ebu Bekr -radiyallahu anh-in fakir, miskin, köle ve câriyeleri azat etmek için mal sarfettiğini gören babası Ebu Kühafe: "Oğlum!" dedi, "Görüyorum ki zayıf olanları kurtarıyorsun. Eğer genç ve sağlam olanlar için aynı malı sarfetmiş olsan, onlar senin için bir güç olur."
Hazret-i Ebu Bekr -radiyallahu anh- :
"Babacığım! Ben Allah'ın hoşnutluğunu bekliyorum." cevabını verdi.
Ayet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın hoşnud olması ise hepsinden büyüktür." (Tevbe: 72)