NEFİS VE NEFİSLE CİHAD

19 views
Skip to first unread message

Fani

unread,
Jun 23, 2007, 7:15:12 AM6/23/07
to HAKIKATKERVANI
NEFİS VE NEFİSLE CİHAD
Ulvî Ruh, Süflî Nefis:
Nefis Kur'an-ı kerim'de öncelikle, tek tek kişilerin kendileri
mânâsında kullanılır. Ayet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O gün her nefis iyilik ve kötülük olarak ne işlemişse önünde hazır
bulur." (Âl-i imran: 30)
Diğer birçok Âyet-i kerime'lerde "Enfüsüküm:kendiniz",
"Enfüsühüm:kendileri" gibi ifadelerde "Nefis" hep tek tek kişilerin
"Ene"si mânâsındadır.
Ruh gibi nefis de insanın yaratılışında mevcuttur. Toprak, su, hava ve
ateşten teşekkül etmiş zulmânî bir buhardır. Karın boşluğunda bulunur,
kumandası secde yeridir, bütün vücuda oradan kumanda etmek ister.
Ruh ile nefis vücutta ayrı ayrı yer tutmuşlardır. Nefsin hayatı da ruh
iledir.
Nefis süfliyattan, ruh ise ulviyattan yaratılmışlardır. Nefis ahlâk-ı
zemime, ruh ise ahlâk-ı hamide ile techiz edilmiştir. Ruh çok
lâtiftir, çok âlî, çok yüksek makamdan gelmiştir.
Bu karanlık cesetle birleşmeden önce terakki edemiyordu. Cesette nefis
ile bir araya gelince mücadele başladı ve yükselebilme kuvvetini elde
etti.
Ulvî olan ruh, süflî olan nefis birbirinin zıddıdırlar. Allah-u Teâlâ
ruhu nefse aşık etmek suretiyle, ikisini bir arada barındırmıştır.
Eğer ruh nefse aldanıp onun boyasına girerse, asliyetini ve ulviyetini
kaybeder, onun gibi kararır ve onun esiri olur. En ulvî makamdan
geldiği halde, kendisini unuttuğu için Yaratan'ını da unutur. Vücutta
hakimiyeti nefis eline geçirir, bütün icraatlarını rahat bir şekilde
yapar.
En Büyük Düşman:
Nefsin tabiatında şehvete, günaha ve kötülüğe meyil vardır. Gücünü hep
o yönde kullanır. Onun özelliği böyle olduğu için, insanoğlu sırf
kendi nefsine kalırsa, her türlü fenalığa sürüklenir.
Ukbe bin Âmir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -
sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle
buyurmuşlardır:
"Vallahi ben, vefatımdan sonra Allah'a şirk koşmanızdan korkmuyorum,
fakat nefislerinize uymanızdan korkuyorum." (Buhârî. Tecrid-i sarîh:
661)
Nefis yedi başlı bir ejderdir. Haset, riyâ, kin, kibir, şehvet, gadap,
yalancılık... gibi hayvânî sıfatlardan hangi sıfatta kişiyi yakalarsa,
onu alır cehennemin ortasına kadar götürür. Tahribatı dış düşmandan
daha büyüktür. Eğer dizginlenmezse Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutları
aşar, gayesine ulaşır. Bu hudutları aşan kimse, kendisini uçurumdan
attı demektir.
Bir Hadis-i kudsî'de:
"Nefsine düşman ol. Çünkü o bana karşı düşmanlık ve harp ilân
etmiştir." buyuruluyor.
Kişi onun hakkını ona vermeli ve yoluna devam etmelidir. Ve fakat onun
arzusuna kapılmamalıdır.
Nefis her iyiliğe engel olmak isteyen, her kötülüğün kapısını açan
arkadaştır. Kişinin bu dünyada da arkadaşıdır, kabirde de arkadaşıdır,
mahşerde de arkadaşıdır, cennette ve cehennemde de arkadaşıdır.
Nefsin arzu ettiğini yapmamakla muvaffak olunur. Nefsin arzusu ile
Hakk yoluna giderken dahi, kişinin arkadaşı nefistir ve şeytandır.
Nefis nuru çamurla örtmek ister. Uykudan uyanınca, çamur kalkınca
kendisini görür.
Nefsin Islahı:
Allah-u Teâlâ müminlerin en önce kendi nefislerini düzeltmek için
uğraşmalarının gerektiğine dâir Âyet-i kerime'sinde şöyle
buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz
doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz." (Mâide:
105)
Size düşen kendinizi düzeltmektir ve nefsinizi ıslah etme
yükümlülüğünüzü yerine getirmektir. İsyanlara dalmaktan, ısrarla günah
işlemekten korunun. Nefislerinizi ıslah yolundan ayrılmayın. Size
hidayet erişince, sapıklığa düşenlerin sapıklıkları size zarar vermez.
Onların zarar ve mesuliyetleri sırf kendilerine âit kalır.
"Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yaptıklarınızı size haber
verecektir." (Mâide: 105)
Bu ilâhî beyan doğru yolu bulanlara bir mükâfat sözü, sapıklığı tercih
edenlere bir tehdittir. Allah-u Teâlâ diğer Ayet-i kerime'lerinde
şöyle buyuruyor:
"Nefsini tertemiz yapıp arındıran felâh bulmuş kurtulmuştur.
Onu kirletip örten kişi ise ziyana uğramıştır." (Şems: 9-10)
Nefsini günahlardan temizleyip takvâ ile terbiye etmek suretiyle
feyizlendiren kimseler gerçek kurtuluşa ermişlerdir.
Ebu Zerr-i Gıfâri -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i
şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyurmuşlardır:
"En iyi cihad, insanın kendi nefsânî arzularıyla Allah rızâsı için
yaptığı cihaddır." (C. Sağîr: 1247)
Gerçekte insanın nefsini temizlemeye çalışması, nefsin arzularına
karşı kendini tutma hususunda sabretmesi ve kendini buna zorlaması;
sonunda faydası kendisine âit olan bir vazifedir. Allah-u Teâlâ Ayet-i
kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Kim mücahede ederse kendi öz nefsi için mücahede etmiş
olur." (Ankebut: 6)
Ecel gelinceye kadar bu uğurda çalışıp çabalayan, fitnelere,
imtihanlara göğüs geren kimse, sırf kendi hesabına ve kendi menfaatine
çalışıp çabalar.
"Şüphesiz ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir." (Ankebut: 6)
Kullarının itaatine ve cihad etmelerine ihtiyacı yoktur. Hiçbir şeye
ve hiçbir kimseye muhtaç değildir. Cihadı ancak onlara lütufta
bulunmak ve bol mükâfat kazanmalarını sağlamak için emretmiştir.
Nefsinin her isteğini yapan kimse cehenneme düşer. Nefsin istemediği
kulluk ve fedakârlıkta bulunanlar ise cennete girerler.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -
sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle
buyuruyor:
"Cehennem nefsin istekleri ile, cennet de nefsin hoşlanmadıkları ile
örtülüdür." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 2035)
İnsan, tuzaktaki daneyi görüp ona yaklaşan kuşa benzer. Kuş danenin
arkasında kendisini bekleyen tehlikeyi görmediği için tuzağa düşer.
İnsan nefsinin arzularına uyarsa, sürüklenmekte olduğu cehennemi
göremez.
Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Cennet sizin her birinize ayakkabısının bağından daha yakındır.
Cehennem de böyledir." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 2036)
Nefsin esaretinden kurtulamayan insan, yaşayan ölü gibidir. Dünyaya
niçin geldiğini, nereye gideceğini bilemez. İki günlük ömründe sermaye
toplayamadan gider.
İlâhî Yardım:
Hakk'a yönelen bir insan, iradesini "Nefsini ıslah etme" yönünde
kullanırsa;
"Ey iman edenler! Eğer Allah'a (Allah'ın dinine) yardım eder
(sarılırsanız) Allah da sizi muvaffak eder ve ayaklarınızı sâbit
kılar." (Muhammed: 7)
Ayet-i kerime'si mucibince Allah-u Teâlâ'nın yardımına erer.
Nitekim Zeyd bin Erkam -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz duâlarının bir
noktasında şöyle niyaz ederlerdi:
"Ey Allah'ım! Nefsime takvâsını ver ve onu pâk eyle! Onu pâk edecek
yegâne sen varsın. Onun velisi ve mevlâsı sensin." (Müslim: 2722)
Şu halde vuslata erebilmek nefis ve şeytanla mücadeleye bağlı
kılınmıştır.
Allah-u Teâlâ azmi nisbetinde kulunu destekler, hidayetini artırır,
sermayesini çoğaltır, önüne ışık tutar, yollarını açar. Onun için
hiçbir engel bırakmaz. Ayet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Bizim uğrumuzda bizim için mücahede edenlere elbette yollarımızı
gösteririz.
Şüphesiz ki Allah ihsan erbâbı ile beraberdir." (Ankebut: 69)
Bütün bu lütuf iyilikleri Allah-u Teâlâ'nın desteğinden ileri
gelmiştir. Niyetini değiştirdiği an hepsi hükümsüzdür.
Kişi: "Bana bu sermayeyi koyana, bunları bana sevdirene ve yaptırana
sonsuz şükürler olsun." diye şükrünü artırırsa ve içten içe hizmeti ve
ibadeti arzu ederse, Allah-u Teâlâ ziyadesini ihsan buyurur.
Zira Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Kim inanır, nefsini ıslah ederse, onlara hiç korku yoktur ve onlar
mahzun da olmayacaklardır." (En'am: 48)
Lâyık oldukları mükâfatlara er geç kavuşacaklardır.
Cihadın Efdali:
Kişi kendisinin Allah yolunda mücadele ettiğini zanneder, beşeriyeti
irşada kalkar ve fakat kendi nefsi onu işgal etmiştir de bilmez.
Fakir der ki:
"Ey zâhid!... Fethetmek için seni kuşanmış görüyorum. Fakat sen
fethedildiği bilmiyorsun. Evvela kendi içine dön. İçindeki düşmanını
öğren. Evini ve odalarını işgaliyetten kurtar."
Hakiki imana sahip olabilmek için nefisle mücadele etmek gerekir.
Kişiler ilk önce kendilerini düzeltmeli, iyiliği emir ve kötülükten
men etmeye önce kendi nefislerinden başlamalı; başkalarından önce
kendilerini düzeltmeye çalışmalıdırlar. En efdal cihad budur.
Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime'sinde:
"İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?" buyuruyor.
(Bakara: 44)
Öğüt verme durumunda olan bir kimsenin, söylediklerinden önce kendisi
tarafından yaşamasının sözden daha çok tesirli olduğu bir gerçektir.
Bildiğiyle amel etmeyen, sözleriyle icraatları birbirini tutmayan bu
gibi kimseler hakkında Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime'lerinde şöyle
buyurur:
"Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
Yapmadığınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir gazaba sebep
olur." (Saf: 2-3)
Allah katında en makbul ilim, amel edilen ilimdir. Amelsiz ilim
vebalden ibarettir. Yalnız öğrenmekle iktifa edenler âlim değil, ilmin
kabıdır.
Üsâme -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde
ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyururlar:
"Kıyamet günü bir kişi getirilip cehenneme atılır. Bağırsakları
karnından dışarı fırlar ve o haliyle değirmen döndüren merkep gibi
döner. Cehennem halkı onun yanına toplanır da: 'Ey filân! Bu ne hal?
Sen bize iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çalışmaz mıydın?'
derler. O da: 'İyiliği emrederdim de kendim yapmazdım, kötülükten
vazgeçirmeye çalışırdım da onu kendim yapardım.' cevabını
verir." (Buhârî, Tecrid-i sarîh: 1351)
Onun bu durumu, etrafına ışık verip kendisini yakan muma benzer.
Ahmed Rufâî -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Unu elersin aşağıya düşürürsün, kepeği kendine bırakırsın."
Kişi İslâm'ı hayatında yaşamıyor, başkasına yaşamasını söylüyor. Onun
içindir ki sözleri hiç tesir etmiyor. Kendisi yaşamış olsa, söz bile
söylemeden, onun hâli numune olur. İnsanlar onun hâlinden istifade
ederler, yollarını doğrulturlar.
Yaşamayıp sadece konuştuğu zaman birisi onun durumuna bakar, "Bunun
hareketleri zaten eğri, sözünden ne hayır gelir?" der, yol arayan
insanı dahi yoldan çıkarmış olur.
Nefis kendisine yapılan nasihatleri kabul etmediği gibi, ona perde
vurmak için güzel sözler söyler. Fakat o güzel sözler kendi ayıbını
perdelemek içindir. Nefis onu öyle yaptırıyor, o da onun doğru
olduğunu zannediyor ve kabul ediyor. Çünkü o perdenin kalkacağı günü
bilmiyor. Yarın perde kalktığı zaman, bütün yapılan işler ortaya
çıktığı zaman, nedâmetin çokluğu, faydasının hiç yokluğu görüldüğü
zaman sen meydanda kaldın! Ne nefis kaldı, ne de örtüsü kaldı. Hakk
ile başbaşa kaldın! İşte insanların aldandığı nokta burasıdır.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde insanların kendilerini temize
çıkarmalarını yasaklamakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Kendinizi beğenip temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı
daha iyi bilir." (Necm: 32)
İyiler de kötüler de gün gelecek Hakk'ın huzurunda seçileceklerdir.
Henüz âkibetini görmeyen ve kaderin sırrını bilmeyen insan için, böyle
bir iddiâ ile böbürlenmesi çok tehlikeli bir sonuçtur, cehalet ile
düşüştür.
Nefisle başbaşa kalıp muhasebe yaptığımız zaman, bir değeri olup
olmadığını ona duyurmak için, onu kalp paraya tahvil ederiz. "Ey
nefis! İşte sen busun, senin bu kadar bile değerin yok!" deriz. Geçmez
parayı çocuk bile almıyor, oraya buraya atıyor.
İhlâs nokta-i nazarından nefisle muhasebe yapıldığı zaman, bu gibi
ince hesaplar ortaya çıkar. Hem dalâlet içinde yüzerken, hem de
kişinin kendisini beğenmeye kalkışması helâk olmak demektir.
Nefsi Gömmek:
Meselâ bir toprakta maden var. İnceden inceye uğraşarak o madeni
topraktan ayırmak lâzımdır. Toprağın çok, madenin az olduğu
düşünülerek ayırma işi bırakılırsa, o çok kıymetli maden topraktan
ayrılmaz.
İşte bunun gibi, Allah-u Teâlâ bir insana mânevî bir cevher koymuşsa,
o cevheri meydana çıkarmak gerekir. Nefisle mücadeleden maksat da
budur, yani nefsi tortularından süzmek, hülâsasını meydana çıkarmak ve
insanî nefis hâline getirmektir.
Ekilen bir tohumun üzerine taş gibi bir şeyler gelirse büyüyemez.
Şayet ayıklanırsa o bitki neşv-ü nemâ bulur ve güzel bir gıda olur.
İnsan da böyledir. Allah-u Teâlâ kişiye ezelden ihsan etmişse, onda
ekilmiş bir tohum vardır. Bu mânevî tohumun büyümesi için nefsi
tezkiye etmek, zulmet perdelerini açmak, hayvânî sıfatlardan kurtulmak
gerekiyor.
Nefis öyle bir mahlûktur ki, zâlimdir, kâfirdir, Allah-u Teâlâ'ya bile
karşıdır. Gaye bu kâfiri müslüman etmektir.
Nefisle mücadelede galip gelen bir insan, Allah-u Teâlâ'nın lütfu ile
onu mezara gömer. Nefis ise bu arada işine gelmeyen bir hâl olursa,
hemen feveran etmek ister. Onun hilesinin sızmadığı yer yoktur. Fakat
Allah-u Teâlâ insana o kuvveti verdiği için: "Sen dur, ben bu kadar
uğraştım, seni yeni gömdüm, kıpırdamaya çalışma." der. Üzerinde kabir
taşının daima durması lâzımdır, yoksa kabirden çıkar gibi gömüldüğü
yerden çıkar ve yapacağını yapar. Nefsi öldürmek başka, gömmek
başkadır.
Samimi bir niyetle tevbe eden bir insan kötülüklerden vazgeçer. Nefsi
ise içeriden, durmadan o işlerin tadını anmak ve yaptırmak ister.
İnsan içini de sükut ettirirse, o artık iç ve dış hakimiyeti elde
etmiş, tevbe kısmını tamamlamış olur.
Nefse Muhalefet:
İnsanın terakki edip yükselebilmesi ancak nefse muhalefet etmesiyle
kaimdir. Ruhun esâreti nefsin hürriyetidir, nefis esir alınamadıkça
ruh hürriyete kavuşamaz. Nefsin istek ve arzularını öldürmedikçe, ruhu
diriltmek mümkün değildir
Nefsin işgali altında kalan ruh ya hastadır, ya da ölü mesabesindedir,
yani canlı cenazedir.
Nefsin çeşitli hayvani sıfatları vardır. Mücadele ve mücahede
yapıldıkça, bu sıfatlar bir bir küçülür. Bundan sonra her sıfat
değiştikçe kuvvetten düşer. Sonraki sıfat daha zayıftır.
Fakat şu husus unutulmamalıdır ki, nefis ne kadar zayıflarsa
zayıflasın, küçülürse küçülsün, ancak sıfatını değiştirir. Meselâ
aslansa kedi olur, sinek olur. Her zaman için tehlikelidir ve korunmak
lâzımdır. Ne kadar küçülse, sıfatlar bir bir izale edilse bile kalan
sıfatlar yine de tehlikelidir, icraatını yapmak ister.
Meselâ bir kedinin yapacağı tahribat, bir aslanın yapacağı tahribattan
küçüktür. O şiddet kırılmış ve öldürülmüş olur. Öldürüldükçe de ruh
terakki eder, yükselir.
Bu noktada mühim bir incelik vardır. Ruh ne kadar kuvvet bulursa
bulsun, kişi bu tecelliyâtı Allah-u Teâlâ'nın lütfundan olduğunu
bildikçe muhafazadadır. Kendisinden bilirse helâk olur, yahut o an
için bırakılır. Allah-u Teâlâ nefsine ruhsat verir ve musallat eder.
Ruhsat nisbetinde musallat olur, müsade edilmezse yine bir şey
yapamaz. Bu noktada Allah-u Teâlâ'ya nasıl sığınmak ve merbudiyet
kurmak gerektiğini, kişi bırakıldığı anda düşmanın kendisini istilâya
hazır olduğunu belirtmek istiyoruz.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin bir duâları
şöyledir:
"Beni nefsime bırakma! Eğer sen beni nefsime bırakırsan, nefsim beni
kötülüğe yaklaştırır ve iyilikten uzaklaştırır."
Mücadele etmek suretiyle Allah-u Teâlâ'ya sığınmaktan başka kurtuluş
çaresi yoktur. Kişinin son gayretiyle mücahede ve mücadelesini
yapması, sonra da yapamadığını anlayıp Allah-u Teâlâ'ya sığınması
gerekir. İşte nefisle mücadele budur.
Nefsi size şöyle tarif edeyim:
"Nefsimin küçücük olduğunu gözümle görsem -ki Allah-u Teâlâ dilediğine
gösterir-, bu küçük nesne bin parçaya ayrılsa, bir parçasından
Allahıma sığınırım. Değil binde birinden, tozundan Allah'ıma
sığınırım. Çünkü onun şerrinden ve hile-i desiselerinden beni ancak
Rabbim kurtarır."
Nefs Terbiyesinde Yardımcı Âmiller:
Nefsi terbiye etmek için birinci plânda ölümü çok anmak ve çöl
yolculuğuna çıkacak olan bir insanın bu tehlikeli yolculuktan başka
bir şey düşünmediği gibi düşünmek lâzımdır.
Nefis perdelerinin kırılması ve insan tabiatının dünya hayatının
lezzetleri içerisine dalmasının önlenmesi hususunda, ölümün
hatırlanması kadar kadar etkili hiçbir şey yoktur. Çünkü ölüm, insanın
dünyadan ayrılış şeklini ve Allah-u Teâlâ'ya kavuşma halini gözünün
önüne getirir.
Nefis ölmeyi hiç istemez. Ona öleceğini, bilcümle malından,
evlâtlarından ve sevdiklerinden ayrılacağını sık sık duyurmalıdır.
Mezar ve hasta ziyaretleri ile cenaze merasimlerine iştirak etmek
gönülde ölümü hatırlatmayı tazeler.
Bir de aç bırakmak lâzımdır, nefsin açlığa hiç tahammülü yoktur, hiç
sevmez.
Bütün şehvetlerin, arzu ve isteklerin menbaı midedir. Açlık ise nefsin
arzularını öldürür.
Bâzı zevât-ı kiram üç gün beş gün oruç açmamışlardır. Size bunu yapın
demiyoruz, içinizden bir fert çıksın tecrübe etsin, neticesini sonra
görsün.
Nefis başlangıçta süt emen çocuk gibidir. O kendi haline bırakılırsa,
süt emme arzusu daha da artar. Sütten kesip alıştırılırsa, o da emmeyi
bırakır.
Şu kadar var ki lütuf ancak Allah-u Teâlâ'dan gelir. Kişi helâl lokma
yemeye dikkat ederse, ihlâs ile ibadetlerine devam ederse, nefsinin
arzu ettiği şeyi yapmayıp, arzu etmediği şeyi tercih ederse,
merdivenden yukarıya çıkmaya başlar. Tarikat merdivenlerine bu üç
şeyle çıkılır. Bütün bunlar ilâhî lütuftur, O verecek ki sen
yürüyeceksin. Merdivene basa basa çıkarsın.
Ruhun Hürriyeti:
Ruh ve nefis iki ordu gibidir, devamlı harp halindedirler. Hangi taraf
ne kadar alırsa orası onundur. Hepsini alırsa işgal eder, diğerini
esir alır.
Hidayet nuru ise Zühal yıldızı gibidir, nefsin karanlığını deler
geçer. Tevhid tohumu vücudun her yanına dal salar, ihata eder.
Kendisi ile dargın olanı önce kendisi ile barıştırmak gerekir. Çünkü
onun nefsi ile ruhu çoktan arayı açmış. Kendi kendisi ile
barıştırılmazsa, Hakk'a ulaştırmaya imkân olmaz.
Bir düşman bir memleketi istilâ edip zaptettiği zaman, orada kendi
rejimini yürütmek ister. Hiç kimseye söz hakkı vermez, kimsenin
hürriyete kavuşmasını istemez. Kendi eliyle yaptığı putlara
tapındırmaya mecbur eder. Gizli veya açık ilâhlık dâvâsı güder.
Nefsi ile ruhu arayı açan kimsenin durumu da böyledir. Düşmanını
öğrenip mücadeleye girişir, muvaffak da olursa hürriyetine kavuşur,
işgalden kurtulur. Elindeki putu, gönlündeki mâsivâyı atar, Hakk'a
ulaşır, dünya saâdetine âhiret selâmetine erer.
Nefsin Tuzakları:
Nefis bulunduğu makam ve dereceye göre, insana değişik tuzak ve
hileler kullanır. Her ne kadar bazen uslu duruyor gibi görünse de
silâhları yanıbaşında hazırdır. Hiç tahmin edilmeyen bir anda aniden o
silahı kullanır ve ruhu öldürür.
Nefsin şeriattaki en büyük silahı "Vesvese vermek"tir. Kalbi
zikrullahtan uzak tutmak ve ibadetlerin faziletini gidermek için "Şu
iş olmasa, şu şöyle olsa!" gibi vesveselerle kalbi daima meşgul eder.
Tarikatta ise uyuma emri verir. Müridi uyutmak suretiyle Hakk'ı
zikirden uzaklaştırmaya çalışır. Bunun için de, yeme-içme gibi uyku
sebeplerini çoğaltır.
Velâyet ve nübüvvet dâvâlarını karıştırır. Kişiyi yersiz dâvâların
peşinde koşturur.
Marifete geçince Rubûbiyet dâvâsı sürmeye çalışır. Şüphesiz bu bir
gizli şirk olur.

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages