İNSANIN YARATILIŞINDAKİ HİKMET VE İBRET

31 views
Skip to first unread message

fani kul

unread,
May 13, 2007, 7:10:50 AM5/13/07
to Grup

                                        İNSANIN YARATILIŞDAKİ HİKMET VE İBRET

      Adem Aleyhisselam'ın yaratılış safhasından insan haline gelmesine kadar uzun bir zaman geçmiştir.

      İnsan anılmaya değer hiçbir şey değil iken, zayıf ve güçsüz bir varlık olduğu halde; Allah-u Teala bu değersiz damlayı geliştiriyor, iskeleti kuruyor, ruhunu nefhediyor ve insan olarak yeryüzüne gönderiyor.

      Ayet-i kerime'sinde buyurur ki:

      ''İnsan anılmaya değer  bir şey olana kadar, üzerinden uzun bir zaman geçmemiş midir?''  (İnsan: 1)

      Adem Aleyhisselam çamur halinde yoğurulup hazır duruma  getirildikten sonra , ruh üfürülmeden, şekillendirildiği hal üzere bir süre bekletilmiş, ruhunun üflenmesine uygun bir kıvama getirilmiştir.

      Kainat ve yeryüzündeki canlılar Adem Aleyhisselam'dan çok önce yaratıldıkları için, o dönemde ismi, cismi ve nişanı yoktu.

      İnsana gelince;

      Dünyaya gelmeden önce babasının sulbünde bir hücre ve onu yaratacak olan Allah-u Teala'dan başkasının bilemiyeceği kerih bir su idi. Üzerinden belli bir zaman geçti , ki o zaman yeryüzünde ismi esamesi yoktu. Ne gibi bir isim alacağı, niçin yaratılmış olduğu bilinmiyordu. Sonra Allah-u Teala onu mülk alemine getirdi. Daha önce tanınmayan bir şey iken, tanınan bir varlık oldu. Yaratılışındaki gaye ortaya çıktı.

      Abdullah bin Abbas –r. anhüma-dan rivayet edildiğine göre, Resulullah –s.a.v- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde Adem Aleyhisselam'ın çamur halinden başlayarak her yaratılış merhalesinde kırk yıl kaldığı beyan buyurulmaktadır.

      Allah-u Teala insanı bir anda yaratmak kudretine haiz iken, insan şeklini alıncaya kadar aradan uzun zamanlar geçmesinde, topraktan ve meniden başlayarak kan pıhtısına, bir çiğnemlik ete ve nihayet insan suretine dönüşmesine kadar yaratılışın her safhasında, hiç şüphesiz ki O'nun kudretinin yüceliğini gösteren bir çok hikmetler ve ibret verici incelikler vardır. Bu deliller her canlıda mevcuttur.

      Ayet-i kerime'de:

      ''Sizin yaratılışınızda ve yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarakinanan kimseler için ibretler vardır.'' buyuruluyor.  (Casiye: 4)

      İnsanın yaratılışı olduğu gibi; hayvanların yaratılışları, beslenmeleri, doğurma ve üremeleri de Allah-u Teala'nın kudret ve azametine delalet etmektedir.

      Alem-i Kebir:

      Allah-u Teala bu alemi büyük bir ceset olarak vücuda getirdi ve o cesede ruh olarak Adem Aleyhisselam'ı koydu. Bu alemden maksat Adem Aleyhisselam'dır. Adem Aleyhisselam'dan maksat ise insan-ı kamildir.

      Bu alem görünüşte ''Alem-i kebir'' yani büyük alemdir. Fakat aslında ''Alem-i sağir'' yani küçük alem olup, ''Alem-i kebir'' Adem Aleyhisselamdır. Çünkü alemde mufassal olarak ne ki varsa, hülasa olarak Adem Aleyhisselam'ın vücudunda dürülmüştür ve mevcuttur. Arzın, melekutun, ceberut ve lahutun özü ve manası insandır. Bunun için ''Alem-i kebir'' denmiştir.

      Nitekim Allah-u Teala bir Hadis-i kudsi'de şöyle buyurmaktadır:

      ''Yere göğe sığmadım mümin kulumun kalbine sığdım.''

      İnsanın bedeni maddi alemden, ruhu manevi alemdendir. Onun için bu iki alemde mevcut olan her şey onda vardır. Yine bu sebepledir ki insan, bu iki alem arasında bir berzahtır.

      Ahd ve Misak:

      Allah-u Teala Ehadiyet mertebesinde bir gizli hazine iken; rahmetinin cemalini, kudretinin kemalini, azamet ve celalini, sanatının inceliğini ve hikmetinin sırlarını duyurmayı irade buyurdu. Bunun üzerine ruhlar alemini ve cisimler alemini yarattı.

      Bir Hadis-i kudsi'de şöyle buyurmaktadır:

      ''Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi arzuladım, bunun için de mahlukatı yarattım.''  (K.Hafa)

      Bunu bir bilgi, bir haber değil, aynı zamanda bir emir olarak kabul etmek gerekiyor. Çünkü Allah-u Teala'yı tanımak insanın en başta gelen vazifesidir.

      Allah-u Teala'nın varlığı kadimdir, evveli yoktur. Zamandan da ezelden de önce vardı. Zat-ı akdes'inin varlığından evvel hiçbir şey yoktu, bütün varlıklar O'nun buyurduğu bir kelime ile meydana çıkmışlardır.

      Hadis-i şerif'te buyurulduğu üzere:

      ''Allah var idi ve Allah'tan başka bir şey mevcut değildi.''  (Buhari. Tecrid-i sarih: 1317)

      Sonra varlığını ve kemalini duyurmayı, hikmetiyle kainatı ve insanları yaratmayı irade buyurdu ve dilediği şekil ve nizam üzere yarattı.

      Allah-u Teala Adem Aleyhisselam'ın belinden zürriyetini çıkarıp onları akıl sahibi yaptı ve onlara hitapta bulundu. İman ile emir buyurup, imansızlıktan nehyetti.

      Onlar o anda zerreler gibiydiler.

      Ubey bin Ka'b –r.anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah –s.a.v- Efendimiz bir Hadis0i şerif'lerinde buyururlar ki:

      ''Allah ruhlar aleminde bütün insanları topladı, onları türlerine ve yaşadıkları devirlere göre kümelere ayırdı ve onlara insan suretini, konuşma kabiliyetini verdi. Sonra onlardan söz (ahid ve misak) aldı, buna bizzat kendilerini şahid tuttu.''

      Bu hususta Ayet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

      ''Hani Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkarıp almıştı.''  (A'raf: 172)

      Adem Aleyhisselam'ın neslinin sulplerinden kıyamete kadar vücud bulacak zürriyetlerini birer birer çıkardı.

      ''Ve onları kendi kendilerine karşı şahit tutmuştu.''  (A'raf: 172)

      Kendi varlıklarından bile habersiz iken onların her birine şuhud ve şehadet fıtratını, kendi varlığında Hakk'ın mevcudiyetini duymak ve duyurmak, itiraf etmek kabiliyetini verdi. Halikiyetine ve Rububiyetine delalet eden delilleri gösterdi.

      Hepsini varlığına ve birliğine şahit kılarken de:

      ''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?'' buyurmuştu.  (A'raf: 172)

      Üzerlerinde dilediği gibi tasarruf eden yegane mürebbileri ve yaratıcıları olduğuna ikrar ettirdi.Hepsi de:

      ''Evet Rabbimizsin, buna şahidiz dediler.''  (A'raf: 172)

      Terbiye ve emaneti kabul edip, şahidliği taahhüd eylediler. Hiçbir şey değil iken şuurlu bir insan fıtratına geçip birer insan hüviyeti aldılar. Hiçbir muhalefette bulunmadan ilahi takdire uydular.

      İşte insan, Rabbi ile kendisi arasında vuku bulan böyle bir sözleşme altına girmiş ve kendi varlığında Rabbine şahitliği ve O'na kulluğu taahhüt etmiştir. Bu mukavele Allah-u Teala'ya ve O'nun dinine yönelmenin başlangıç noktasıdır.

      Daha sonra, bu şahitliği ikrar ettiği halde yerine getirmeyen, hatırlatma ve uyarılara rağmen inkar ve küfürde ısrar edenler, kendilerine yaratılıştan ihsan edilen fıtratlarını ve akitlerini bozmuş, kendilerine yazık etmiş olanlardır.

      ''İşte bu şahitlendirme, kıyamet günü 'Bizim bundan haberimiz yoktu.' dememeniz içindi.''  (A'raf: 172)

      Kıyamet gününde bütün işlerin neticesi en ince teferruatına kadar ortaya çıkınca hiç kimse itiraz edemeyecektir.

      Bir ferdin kalkıp da Allah-u Teala'nın kitabından haberdar olmadığını söylemesi hiçbir mesnede dayanmaz ve hiçbir mana ifade etmez.

      ''Veya: 'Daha önce babalarımız Allah'a şirk koştu, biz de onlardan sonra gelen nesildik. Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak eder misin?' dememeniz içindi.''  (A'raf: 173)

      Onlara karşı delil olabilecek hususlar bulunmuş olsaydı, onlar Allah-u Teala'ya karşı delil getirerek bu sözleri söylemiş olacaklardı.

      Halbuki her zürriyetin kendi başına bir taahhüdü, bir sözleşmesi vardı. ''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?'' hitabına doğrudan doğruya şahit olmuşlardı. Fakat onlar şahitliklerini yerine getirmediler ve şirke düştüler.

      Mümin olanlar ise ezeli imanlarını dünyada açığa çıkarmaya muvaffak oldular ve ebedi saadete erdiler.

      ''İşte biz ayetleri böyle açıklıyoruz.''  (A'raf: 174)

      Bu misakı açıkladığımız gibi ayetleri de açıklıyoruz ki, insanlar onları düşünsün, batılda ve babalarını taklitte ısrardan vazgeçsinler.

      ''Umulur ki dönerler.''  (A'raf: 174)

      Belki onlar böylece fıtratlarının icab ettirdiği noktaya dönerler, Allah-u Teala'ya verdikleri ahde sarılırlar, vahdaniyet ve uluhiyetini tasdik ederek hidayete nail olurlar.


--
her şey 'O' , herşey 'O'ndan
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages