İLAHİ METH-Ü SENA

5 views
Skip to first unread message

Fani

unread,
May 28, 2007, 8:01:54 AM5/28/07
to HAKIKATKERVANI
Nur:
Allah-u Teâlâ Ehadiyet mertebesinde bir gizli hazine iken; rahmetinin
cemâlini, kudretinin kemâlini, azâmet ve celâlini, sanatının
inceliğini ve hikmetinin sırlarını duyurmayı irade buyurdu. Bu
iradesini yerleştirmek için de ruhlar âlemini ve cisimler âlemini,
dilediği şekil ve nizam üzere halketti.
Bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:
"Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi arzuladım, bunun için de
mahlûkatı yarattım." (K. Hafâ)
İşte bu hazineyi içinde bulan kimse, başka bir şey istemez ve aramaz.
Bunu bir bilgi, bir haber değil, aynı zamanda bir emir olarak kabul
etmek gerekiyor. Çünkü Allah-u Teâlâ'yı tanımak insanın en başta gelen
vazifesidir.
Bir Ayet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler
diye yarattım." (Zâriyât: 56)
Önce yaratanı bil de ondan sonra ibadet et. Bilinmeyen Allah'a ibadet,
suretten, şekilden ibaret olur.
Allah-u Teâlâ'nın varlığı kadimdir, evveli yoktur. Zamandan da,
ezelden de önce vardı.
"O Evvel'dir." buyuruluyor. (Hadîd: 3)
O öyle Evvel ki, Zât-ı Ecell-ü A'lâ'sından başka hiçbir mevcut yok
iken O vardı. Bütün varlıklar O'nun buyurduğu bir tek kelime ile
meydana çıkmışlar, "Ol!" emriyle oluvermişlerdir.
Hadis-i şerif'te buyurulduğu üzere:
"Allah var idi ve Allah'tan başka bir şey mevcut değildi." (Buhârî.
Tecrîd-i sarîh: 1317)
Zaman ve mekânı yaratmadan önce O var idi. Onları yaratmadan önce
nasıl idiyse, yarattıktan sonra da aynıdır.
Kudret eli ile yokluk karanlığından açığa çıkardığı ilk şey Muhammed
Aleyhisselâm'ın nuru idi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i
şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın yarattığı şeylerin ilki, benim nurumdur." (K. Hafâ 1, 309,
311)
Cemâl nurundan ilk evvela onun nurunu yarattı. Daha sonra o nurdan
âlemleri yarattı, bütün mükevvenâtı da o nur ile donattı.
Ashâb-ı kiram'ın ileri gelenlerinden Câbir -radiyallahu anh-
Hazretleri: "Yâ Resulellah! Allah-u Teâlâ en evvela neyi yarattı?"
diye sorduğunda Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz buyurdular ki:
"Allah-u Teâlâ her şeyden evvel senin peygamberinin nurunu kendi
nurundan yarattı. O nur, Allah'ın izniyle dilediği yerde dolaşırdı. O
zaman Levh, Kalem, Cennet, Cehennem, Melekler, yer ve gökler, cinler
ve insanlar daha yaratılmamıştı.
Allah-u Teâlâ âlemleri yaratmayı murad edince, o nuru dört parçaya
ayırdı.
Birinci parçadan Kalem'i, ikincisinden Levh-i mahfuz'u, üçüncüsünden
Arş-ı rahman'ı halketti.
Dördüncü parçayı tekrar dörde böldü.
Birinci parçasından Arş'ı taşıyan melekleri, ikincisinden Kürsü'yü,
üçüncüsünden diğer melekleri yarattı.
Diğer parçayı da yine dörde böldü.
Birincisinden gökleri, ikincisinden yerleri, üçüncüsünden cennet ve
cehennemi yarattı.
Kalan parçayı da dörde böldü.
Birinci parçasından müminlerin gözlerinin nurunu, ikinci parçasından
ilâhi mârifet yuvası olan kalplerinin nurunu, üçüncüsünden de
dillerindeki nuru yarattı. Bu da 'Lâ ilâhe illallah Muhammed'ür-
resulullah' tevhid nurudur." (El-Mevâhib'ül-Ledüniyye)
Hadis-i şerif'te son kalan parçanın dörde bölündüğü haber verilmekte
ve fakat dördüncüsünden bahsedilmemektedir.
Bu nur kıyamete kadar devam edecek olan nurdur. Tâ Âdem
Aleyhisselâm'dan itibaren gelen bütün peygamberler hep Muhammed
Aleyhisselâm'ın nuru ile geldiler. Bu nur her birinin alnında
parlıyordu. Nihayet nur, sahibine kadar geldi. Zaten onun nuru idi.
Nur nura kavuştu.
Daha sonra o nur vekillerine sirayet etmeye başladı ve bu nur kıyamete
kadar devam edecektir.
Elest Bezmi:
Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime'sinde:
"Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir."
buyuruyor. (Mâide: 15)
"Nur" Muhammed Aleyhisselâm'dır. Zira ancak onun vasıtası ile hidayete
erişilir.
"Kitap" ise Kur'an-ı kerim'dir. O, bir hidayet rehberidir.
Nurundan nurunu yaratmasa idi, âlemler nurunu nereden alırdı, Hakk ve
hakikati nasıl bulurdu?
Ruhlar âleminde "Elest bezmi"nde ilk defa ahid ve misakı alınan ve:
"Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" (A'râf: 172)
Hitâb-ı izzet'ine ilk cevap veren odur. Peygamberliği her ne kadar
diğer peygamberlerden sonra ise de hakikatte onlardan öncedir. "Alem-i
şehâdet"te son peygamber, "Alem-i misal"de ilk peygamberdir.
Hadis-i şerif'lerinde bu hakikati beyan buyurmuşlardır:
"Adem ruh ile ceset arasında iken ben peygamberdim." (Ahmed bin
Hanbel)
Allah-u Teâlâ'nın kendi nurundan ilk olarak yarattığı varlık odur.
Resulullah Aleyhisselâm'ın o zamanın peygamberi olduğu, peygamber
olarak halkedildiği beyan ediliyor.
"Ben yaratılış bakımından peygamberlerin ilki olduğum halde, onların
hepsinden sonra gönderildim." (Hâkim)
Böylece, en son gönderilen o olduğu halde, bütün peygamberlerin önüne
geçmiş oldu.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'de buyurulduğu üzere onu, seçtiği
diğer peygamberlerden öne almıştır:
"Hatırla o zamanı ki, biz peygamberlerden kesin söz almıştık.
Resul'üm! Senden de, Nuh'dan da, İbrahim'den de, Musa'dan da, Meryem
oğlu İsa'dan da." (Ahzâb: 7)
Çünkü o, bütün peygamberlerden önce anılıp, en son gönderilen
peygamberdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i
şerif'lerinde ise şöyle buyuruyor:
"Ben Adem yaratılmazdan on dört bin sene önce, Azîz ve Celîl olan
Rabb'imin yanında bir nur olarak mevcut idim." (Kütüb-i Sitte
Muhtasarı Tercüme ve Şerhi. C.12, sh: 404)
Enbiyâ-i İzam:
Allah-u Teâlâ'nın sevdiği ve seçtiği peygamber kulları da derece
derecedir. Sayıları yüz yirmi dört bini bulan bu seçkin rehberler,
Rahmet-i ilâhî'nin birer tecellîleridirler. Aslında aralarında fark
yoktur.
Ayet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"O'nun peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız." (Bakara:
285)
Ancak derecelerinin yüksekliğinde Allah-u Teâlâ'ya yakınlık cihetinden
birbirlerinden ayrı yanları vardır.
"Gerçekten biz peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık." (İsrâ:
55)
Kimisi bir kabileye gönderilmiştir, kimisi bir ümmete, kimisi bir
nesle gönderilmiştir. Kimisi de bütün asırlar boyunca ümmetlerinin
peygamberi olmuştur.
Diğer bir Ayet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Allah onlardan kimiyle söyleşmiş, kimini de derecelerle
yükseltmiştir." (Bakara: 253)
Bu bakımdan bazı yönlerden birbirlerine göre farklı derecelere
sahiptirler. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
ulül-azm peygamberlerin en üstünüdür.
Ağır Bir Misak:
Her peygamber kendisinden önceki peygamberi tasdik etmekle mükellef
olduğu gibi; en son gelecek olan Hâtem-ül enbiyâ Muhammed
Aleyhisselâm'ı da haber vermek ve tasdik etmekle mükellef
tutulmuşlardı.
Allah-u Teâlâ onu o kadar sevmiş, seçmiş ki; gönderdiği
peygamberlerine Muhammed Aleyhisselâm'dan bahsetmiş ve onun
sıfatlarını anlatmıştır. Eğer onun saâdet asrına erişirlerse mutlaka
ona iman edip yardım edeceklerine dair kesin söz aldı. Onlar da
Muhammed Aleyhisselâm'ın geleceğini ümmetlerine müjdelediler ve âhir
zaman Peygamber'inin zaman-ı saâdetine erişirlerse hemen iman edip
dinine yardım edeceklerine dair onlardan söz aldılar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah vaktiyle peygamberlerden kesin söz almıştı." (Al-i imrân: 81)
Allah-u Teâlâ kendi Zât-ı sübhâni'si ile peygamberleri arasındaki bu
ahdi kuvvetli bir misak olarak kaydetmiş, bu kesin sözü yeminle
pekiştirmiştir.
"Celâlim hakkı için, size kitap ve hikmet verdim. Sizde olan o kitap
ve hikmeti tasdik edip doğrulayan bir peygamber gelecek." (Al-i imrân:
81)
O zât-ı âlî, peygamberler zincirinin son halkasını teşkil edecek olan
peygamber Muhammed Aleyhisselâm'dır.
"Ona mutlaka iman edeceksiniz ve mutlaka ona yardımda
bulunacaksınız." (Al-i imrân: 81)
Allah-u Teâlâ bütün peygamberlerine kitap ve hikmet verirken, hepsinin
böyle bir sözleşme ve anlaşmasını almıştı. Hepsi de kendilerini tasdik
eden Muhammed Aleyhisselâm'a iman ve yardım için Allah-u Teâlâ'ya söz
vermişlerdi.
"'Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?'
demişti." (Âl-i imrân: 81)
Peygamberlerden misak alındığının belirtilmesi, onlara tâbi olan
ümmetlerinden de alındığını gösterir.
"Onlar da: 'Kabul ettik.' demişlerdi." (Al-i imrân: 81)
O Azîz Peygamber'e iman ve yardım ile mükellef olduklarını itiraf
ederek bu husustaki emr-i ilâhî'yi kabul ettiklerini söylediler. Onun
üstünlüğünü, izzet, şeref ve meziyetini ümmetlerine tebliğ ettiler.
"Allah da: 'O halde şâhit olun, ben de sizinle beraber şâhit
olanlardanım.' buyurmuştu." (Âl-i imrân: 81)
Al-i imrân sûre-i şerif'inin 82. Âyet-i kerime'sinde ise böyle bir
ikrar ve misaka riâyet etmeyenlerin fâsık kimseler olacağı
bildirilmektedir:
"Bundan sonra artık kim yüz çevirirse onlar fâsıkların tâ
kendileridir." (Al-i imrân: 82)
İlâhî Meth-ü Senâ:
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i
şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyurmuşlardır:
"Siz beni hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı aşırı derecede
methettikleri gibi, aşırı övmeyin. Ben ancak Allah'ın kuluyum. Benim
hakkımda 'Allah'ın kulu ve elçisidir.' deyiniz." (Buhârî. Tecrîd-i
sarîh: 1405)
Çünkü onun methedilmeye ihtiyacı yoktur. Onu övmek insana âit
değildir. Onu yaratan, onu âlemlerin nuru yapan Allah-u Teâlâ, onu
meth-ü senâ etmiş; fazilet ve meziyetini, şeref ve haysiyetini,
yüceler yücesindeki mevkisini çok açık bir şekilde beşeriyete ilân
etmiştir.
Ayet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz Allah ve melekleri, Peygamber Muhammed'e çok salât ve senâ
ederler." (Ahzâb: 56)
Peygamber'ine Allah-u Teâlâ'nın salâtı; onu en yüce makamda anması,
onu rahmeti ile rızâsı ile tebcil ve tebrik etmesidir.
Allah-u Teâlâ onu ne kadar çok seviyor ki; ona çok çok salât-ü selâm
getiriyor, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine olan
sevgisini beşeriyete duyurmuş oluyor. Bunun içindir ki; onu hiçbir
beşerin anlaması mümkün değildir.
Meleklerin salâtı ise; onun için Allah-u Teâlâ'ya duâ etmeleri,
istiğfarda bulunmalarıdır. İnsanlarınki de öyledir.
Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini çok
sevdiği gibi meleklere de sevdiriyor. Bütün melekler ona hürmet
ediyorlar, tâzim gösteriyorlar.
Allah-u Teâlâ iman edenlere hitap ederek, kendileri için en büyük
rahmet olan Peygamber'lerine salât-ü selâm getirmelerini, ona gönülden
teslim olmalarını, saygı ve sevgi göstermelerini emir buyuruyor.
"Ey inananlar! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir
teslimiyetle gönülden teslim olun." (Ahzâb: 56)
Ki bu sayede ilâhî rahmete, Resulullah Aleyhisselâm'ın şefaat-i
uzmâsına nâil olsunlar.
Ne yüce mertebedir ki, onu yaratan ona salât-ü selâm getiriyor,
sevgili Peygamber'ini anıyor. Ulvî makamındaki melekler de onun için
mağfiret diliyorlar, senâ ediyorlar.
Bu nimet ve şereften üstün bir ikbal ve ikram düşünülemez.
Sonra da süflî âlemdeki insanlara Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve
sellem-ine salât-ü selâm getirmelerini emrediyor.
Müminler bu sayede kendilerini zulmetten nura kavuşturan, ulvî
ufukların kapılarını açan Peygamber'lerine; salât ve selâmlarını,
hürmet ve tâzimlerini, övgü ve senâlarını, minnettarlıklarını arzetmiş
oluyorlar.
Bu vesile ile de Allah katında itibar kazanmış, birçok ecir ve
mükâfatlara nâil olmuş oluyorlar.
Sâdık müminler, asırlar boyu o Nur'un aşkında ve şevkinde yaşamışlar,
ona karşı besledikleri muhabbet bağından bir an olsun ayrılmamışlar,
salât-ü selâm ile tebcil etmekten geri durmamışlardır.

Fani

unread,
May 28, 2007, 8:03:08 AM5/28/07
to HAKIKATKERVANI
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages