Hainleri Tanı?

24 views
Skip to first unread message

ihvan

unread,
Jun 9, 2007, 8:49:08 AM6/9/07
to HAKIKATKERVANI
Bu Hâinleri Nasıl Tanırsınız?
Dinini değiştirmezden evvel İslâm'ın lehine, küfrün aleyhine konuşur
ve hareket ederlerdi.
Dinini değiştirdikten sonra sinsi sinsi müslümanları küfre dâvet
ederler.
İsimlerini ne zaman değiştirecekler? Hakk biliyor, halk da bilsin!
Küffârın memleketimize ve bu millete nüfuz etmesine zemin hazırlayan
bu münafıklar küffârın ajanıdır.
Küffârın yapamadığını İslâm maskesi altında yapmaktadırlar. Çünkü
bunlar satılmış kimselerdir. Yahudi ve hıristiyanların namına çalışır,
onların himayesi altındadır.
Bunlar onların dostudur. Amma ismi İslâm'dır. İsmi İslâm olduğu için
münâfık oluyor, kâfirden de aşağı oluyor.
"Münâfıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar." (Nisâ: 145)
İslâmiyet'i de isimden ibarettir. Bunlar gerçekten Hazret-i Allah'a,
Kitabullah'a ve Resulullah'a inanmış değillerdir. Bunlar şöhret, nam
ve menfaat peşindedir.
"Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar
sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir." (Bakara:
9)
Bunlar doğru yola dönecek de değillerdir:
"Onları doğru yola çağıracak olursanız size uymazlar. Onları
çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir." (A'râf: 193)
Bunların hepsi biliniyor. Sizin iman etmediğinizi, etmeyeceğinizi
biliyoruz. Şu kadar var ki, bilindiğinizi bilin diye yazıyoruz. Allah-
u Teâlâ sizin kararınızı çoktan vermiş. Çünkü O surete, sirete değil
de kalbe ve amele bakar.
Allah-u Teâlâ Küfrü ve Kâfirleri Pis ve Murdar Kılmıştır:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde kâfirleri pis ve murdar olarak
bize tanıtıyor:
"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir." (Tevbe: 28)
"Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır." (Tevbe: 95)
"Nihayet murdarı temizden ayıracaktır." (Âl-i imrân: 179)
"O, murdarlığı akıllarını kullanmayanlara verir." (Yunus: 100)
"Allah kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslâm'a açar. Kimi de
saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe yükseliyormuş gibi iyice
daraltır.
Allah inanmayanların üzerine işte böyle murdarlık indirir." (En'âm:
125)
"Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü
kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler." (Enfâl: 55)
Gerçek mücadele kâfirlerle yapılır. Allah-u Teâlâ bize küfrü böyle
tarif ediyor, "Küfrü hoş görenler" ise, sizi imandan çıkarıp küfre
dâvet ediyor. Bu bize göre iman ile küfür çarpışmasıdır. Ve fakat
dinini değiştirenlere göre değil. Onlar küfrü hoş görenlerdir.
Biz Kelâmullah'a iman etmişiz, onun hükümlerine bakarak hareket
ediyoruz.
Dikkat edilirse Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde küfrü ve kâfirleri
murdar, necis ve pis olarak tanıtıyor. Bu dinden dönenler de size bu
necâseti, bu pisliği tarif ediyorlar. Çünkü onlar da onlar gibi murdar
oldu. Pis pisi sever, amma temiz pisi sevmez.
İşte size hep delille konuşuyoruz, Âyet-i kerime ile konuşuyoruz.
Bunların necis olduklarını, pis olduklarını, murdar olduklarını Âyet-i
kerime ile izah ve ispat ediyoruz.
"De ki: Hak geldi bâtıl gitti. Çünkü bâtıl yok olmaya
mahkûmdur." (İsrâ: 81)
"Biz Hakk'ı bâtılın tepesine şiddetle indirip atarız da, onun beynini
parçalar. Bir de görürsünüz ki bâtıl yok olmuş gitmiştir!" (Enbiyâ:
18)
Bu kesin bir hükümdür. Hakk'ın zuhuru bâtılın kalıntılarını ortadan
kaldırır.
Avrupa Birliği Adı Altında Dinimize ve Vatanımıza Verilen Zarar:
Küffar Birliği'nin kapısında her türlü alçaklığa razı olmanın İslâm'la
hiçbir alakası yoktur. Bu durum İslâm'ın izzetine yakışmadığı gibi
müslümanlara karşı söz ve andlaşmalarında durmayan küffarın hile ve
desiselerine fırsat verilmiş olur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Sen kendileriyle andlaşma yaptığın hâlde, onlar her defasında hiç
çekinmeden andlaşmalarını bozarlar." (Enfâl: 56)
Nitekim öyle olmadı mı? Önünüze koymayacağız diye söz verdikleri her
şeyi bir bir önümüze koymadılar mı? Hâlâ uyanmayacak mısınız? Bize
yolunacak bir kaz, sömürülecek bir düşman gözüyle baktıklarını ne
zaman anlayacaksınız? Yoksa bildiğiniz ve anladığınız halde mi devam
ediyorsunuz? Bunları bile bile bu alçaklığa râzı olanların ismine ne
denir?
Şu Âyet-i kerime'lere dikkat edin, Allah-u Teâlâ İslâm düşmanlarını ne
kadar güzel tanıtıyor, iç durumlarını ortaya koyuyor:
"Onların nasıl andlaşmaları olabilir? Onlar size galip gelselerdi
(sizin aleyhinize ellerine bir fırsat geçseydi), hakkınızda ne yemin
ne de andlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla (dil ucuyla) sizi
hoşnut etmeye çalışırlar, hâlbuki kalpleri istemez. Onların çokları
yoldan çıkmış fâsıktırlar." (Tevbe: 8)
"Allah'ın âyetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da
insanları O'nun yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları gerçekten ne
kötüdür!" (Tevbe: 9)
"Onlar bir mümin hakkında ne bir yemin gözetirler ne de bir andlaşma
gözetirler. Çünkü onlar saldırganların tâ kendileridir." (Tevbe: 10)
"Bununla beraber kâfirlikten vazgeçip tevbe eder, namaz kılar ve zekât
verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz bilen bir kavme
âyetlerimizi böyle açıklıyoruz." (Tevbe: 11)
"Eğer andlaşma yaptıktan sonra yeminlerini bozarlar ve dininize dil
uzatırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri
olmayan kimselerdir. Umulur ki vazgeçerler (küfre son
verirler)." (Tevbe: 12)
Küffarı Hoş Görenler
Bölücülere ve Dış Düşmana Zemin Hazırlıyorlar:
Gerek tertip edilen "Küfrü Hoşgörü Toplantıları", gerekse AB adı
altında yapılanlar, küffarın memleketimizde dilediği gibi at
koşturmasına zemin hazırladığı gibi; halkımızın zihninde de
kararsızlık husule getirmektedir. Verilen tavizler içeride
huzursuzluğa, asayişsizliğe sebep oldu. Hırsızlık, arsızlık, gasp,
soygun, cinayet, terör, fuhuş, kumar, uyuşturucu aldı başını gidiyor,
önü alınamıyor. İnsanî ve ahlâkî bir çöküntü yaşanıyor.
Halkımıza küffarı hoş gösterenler, "Küffarı dinlemeyin, ayrılık
yapmayın, biz birbirimizle birlik olalım." deme hakkına sahip
değildir. Bilakis bu hareketleri bu bölücülüklere fırsat vermiş,
küffarın zehirini akıtmasına zemin hazırlamıştır.
Defaatle dergilerimizde neşrettik. Birlik müslümanlar arasında olur.
Küffar birliği diye tutturanlar, küffarın oyununa alet olup zokayı
yutanlar bu yaşananların müsebbiblerindendir. Fitne ehli, bölücü terör
bu rahatlıktan, bu basiretsizlikten fırsat bulmaktadır.
Düşmanlarımız boş durmuyor. Bu milletin kardeşlik, uhuvvet duygularını
köreltmeye, bölüp, parçalayıp yutmaya gayret ediyor. Asla fırsat
vermeyelim. Silah ile bu vatanı zaptedemeyenler, içeriden yıkmaya
çalışıyor. Aman uyanık olalım!
Birlik içinde, dirlik içinde olalım. İslâm kardeşliğinin her şeyin
fevkinde ve üstünde olduğunu asla unutmayalım. Dinimizin ve
vatanımızın düşmanlarının oyununa gelmeyelim. Bu oyunu daha evvel
tarihte oynayanlar yine sahneye koymaya çalışıyorlar.
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ
senden hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
"Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan
sakın. Allah kahretsin onları!" (Münâfikun: 4)
"İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hâinlik görürsün." (Mâide:
13)
"Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar." (Mâide: 64)
Münâfık Ne Demektir? Münâfık Kime Denir?
Daha evvel şöyle bir beyanımız vardı:
Arapça'da münâfık; nifak kökünden gelir ve ikiyüzlü demektir.
Müslümanlara "Ben sizdenim!" der. Kâfirlere de "Ben sizdenim!" der.
Türkçe'de de münâfık; ikiyüzlü demektir, fakat iş sahasında
"kalleşlik" mânâsına geliyor.
"Çünkü onlar, imana girdiler, sonra kâfir oldular. Bunun üzerine
kalpleri mühürlendi de, onlar artık anlamaz bir toplum
oldular." (Münâfikun: 3)
Hazret-i Allah münâfıkları dost gibi, sizdenmiş gibi görünüyorsa da
"ONLAR DÜŞMANDIR" diye tarif ediyor, vasıflandırıyor.
"Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider ve
söylerlerse dediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş
keresteler gibidirler. Ve her gürültüyü, korkularından aleyhlerinde
sanırlar. Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme)
onlardan sakın. Allah kahretsin onları! Hakk'tan nasıl
çevriliyorlar?" (Münâfikun: 4)
İşte münâfık ve hainlerin iç durumu budur. Görünüşte vatan için
çalışır, gerçekte hâindir. Bu münâfıkların dünyadaki cezaları ve
ahiretteki azapları çok şiddetlidir.
"Andolsun ki biz onlara, en büyük azaptan önce de mutlaka yakın
azaptan tattıracağız. Umulur ki dönerler. Kendisine Rabb'inin âyetleri
hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden
daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç
alacağız!" (Secde: 21-22)
Onlar bu tembihleri dinlemediler. Başlarına bu felâketler geldi. Ama
biz hangi tembihi dinledik! Bu felâket başımıza gelmez mi?
Resulullah Efendimiz zamanında münafıklar vardı. Başı vardı; Abdullah
bin Ubeyy bin Selül.
Bu zamanın baş münafığı kimdir?
Ebu Cehil vardı. Bu zamanın Ebu Cehil'i kimdir?
Bunu umuma söylüyoruz. Kararı siz verin, maskeyi indirin. Bunu size
bırakıyorum.
Kanaatinizi yürütün, kararınızı verin, maskeyi indirin.
Ebu Cehil var. Ebu Cehil'in hocası bir baş münafık var. Bunların hepsi
biliniyor, kapalı geçiliyor. Size bırakıyoruz, icraatına bak, kararını
ver.
Kalıbına baksan hoşuna gider, yumuşak başlı dersin. Halbuki
bilinmiyor, Ebu Cehil'in hocası. Bütün gizli toplantılarda, "Küfrü hoş
görme" toplantılarında, Amerika'larda, Medeniyetler adı altındaki
dostluk toplantılarında bunu görürsün. Ancak sahnede Ebu Cehil var. Bu
pek bilinmiyor. En büyük hocasından ilhamını alıyor.
Bunlara bu münafıklığı öğreten en büyüklerini biz daha önce de
duyurmaya çalıştık. Birçok neşriyat yaptık. Alâmetlerini yazdık.
Bilinsin, imanlar kaymasın diye! Yine yazıyoruz.
Alameti nedir?
Alametleri bir bir bir gösteriyor. Bunun baş münafık olduğunu. Daha
evvel İslâm gibi göründü. Geçmişte vaktâki etrafına birkaç kişiyi
topladı, asıl hüviyetini ibraz etti ve küfrünü ilân etti.
Fakat o zaman biz size zamanında demiştik.
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyunuz, onlar doğru
yoldadırlar." (Yâsin: 21)
Âyet-i kerime'sini ileriye sürmüştük.
Bu Âyet-i kerime bir berzahtır. Ahir zamanda doğru ile eğrinin, sırat-
ı müstakim ile raydan çıkmış olanların ayrımı bu âyete göre yapılır.
Madde mihenktir. Maddenin, menfaatin, makamın olduğu yerde rıza olmaz.
Rıza olmazsa istikamet de yoktur.
Sonra "Hadis-i şerif'te Resulullah Efendimiz buyururlar ki:
"Fâsıka ikram eden kimse İslâmiyet'in yıkılmasına yardım etmiş
olur." (Münâvî)
Siz bunları dinlemediniz. İnanmadınız, iman etmediniz. Şimdi bunlarla
beraber oldunuz. Farkında değilsiniz. Bunların çektiği mesuliyeti siz
de çekeceksiniz, çünkü siz desteklediniz" diyoruz.
Fakat bu adam için de diyoruz ki; müslüman olarak o çıktı, fakat sonra
sandalyeye oturunca asıl hüviyetini ilân etti. Kâfir olduğunu, kâfiri
sevdiğini ve kâfiri hoşgördüğünü. Bu hoşgörü toplantılarını her
fırsatta yaptılar. Hatay'da, Konya'da, İstanbul'da...
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: "Şöhret
âfattır." buyuruyorlar.
Allah-u Teâlâ Mü'minun sûre-i şerif'inde şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin
Rabb'inizim. O halde benden korkun." (Müminûn: 52)
Allah-u Teâlâ inananları tek ümmet kabul ediyor ve bu teklikten
ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor. Onlar bu emr-i ilâhî'yi
dinlemediler ve korkmadılar. Yetmiş üç fırkadan yetmiş ikisi huduttan
böyle çıktı. Allah-u Teâlâ'nın emrine uymadıklarından ve ters
düştüklerinden, dinden çıktılar.
"Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara
bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi
tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla)
sevinmektedir." (Müminûn: 53)
Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.
Allah-u Teâlâ bölücülerin hepsi için "Tuttuğu yoldan memnundur."
diyor. Dikkat edin! Hepsi memnun değil mi? Memnun oldukları için bu
Âyet-i kerime'nin kapsamı içine giriyorlar. Binaenaleyh Mü'minûn sûre-
i şerif'inin 53. Âyet-i kerime'si bir berzahtır.
İslâm'dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler
birer dindir. Oysa İslâm'da bir tek ümmet, bir tek din vardır. Bu Âyet-
i kerime'ler ölçüdür. Uyanık bulunun! Kendi adına bir isimle bir din
olarak ortaya çıkanlara, bu din bölücülerine meyletmeyin. Hükm-ü
ilâhî'yi ortadan kaldırmaya çalışanlara "O da doğru yolda!" dediğin
anda sen de onlardan olursun!
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)
Allah-u Teâlâ'nın yanında makbul olan din yalnız budur.
Kitaba gelince; İslâm dininin kitabı birdir, o kitap Hazret-i
Kur'an'dır. Onların kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları
hüküm ve tüzükleridir. Allah-u Teâlâ burada açık olarak işaret ediyor.
Murad-ı ilâhî budur, bunu böyle bilmemiz lâzımdır.
Her bölük kendi dinine göre, kendi kitabına göre hareket ediyor.
Böylece dinden çıkıyorlar ve bundan pek memnundurlar, aralarında
bununla seviniyorlar. Hepsine sor, hepsi de kendi tuttukları yoldan
memnundur. Bu yoldan onları alıkoymak da mümkün değil.
Bu Âyet-i kerime'lere bak, bir de bunların icraatlarına bak. Kararını
kendin ver.
Ve bu dalâletten ötürü de çok memnun olduklarını ve sevindiklerini
Allah-u Teâlâ duyuruyor ve şöyle buyuruyor:
"Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa
bırak." (Müminûn: 54)
Şimdi Allah-u Teâlâ bunları bize tanıtıyor. Dinlerini, kitaplarını,
bölüklerini, partilerini bize bir bir beyan ediyor.
"Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine
koştuğumuzu mu zannediyorlar. Hayır onlar işin farkında
değiller." (Müminûn: 55-56)
Buradaki murad-ı ilâhî; Allah-u Teâlâ bunlara o kadar gazaba gelmiş
ki; bunlara bolluk verme ile dalâlet batağında daha rahat yüzmelerini,
bol günah işlemelerini sağlamaktadır.
Şimdi bu münafıkların durumunu Allah-u Teâlâ bize şöyle tarif ediyor:
"Onların çoğu Allah'a iman etmişler, fakat müşrik olarak
yaşarlar." (Yusuf: 106)
Müslüman gibi göründükleri için tahribatları dış düşmandan daha
büyüktür.
"Biz onları ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyamet günü aslâ yardım
görmezler." (Kasas: 41)
Kendilerine teveccüh eden azabı hiçbir kimse onların üzerinden
kaldıramayacaktır.
"Bu dünya hayatında arkalarına lâneti taktık (daima lânetle
anılacaklardır). Kıyamet gününde de onlar çirkinleştirilmiş, iğrenç
kimselerden olacaklardır." (Kasas: 42)
Zira onlar İslâm dininden çıktılar.
Çok Uyanık Olmamız Lâzım!
Yarın bir Amerika ile harbe tutuşsak Amerika taraftarı olurlar, sana
silah çekerler.
Çok uyanık bulunmamız lazım, bunların düşman olduğunu bilmemiz lâzım.
Vatan haini olduğunu bilmemiz lâzım. Çünkü yarın karşınızdaki iç
düşman bunlardır. Bunlar asla Türk milleti taraftarı değiller.
Amerikan taraftarı. Onun için onlar çok tehlikeli kimselerdir. Yani
PKK dağ eşkiyası, bunlar bağ eşkiyası. Bunu böyle tanıyalım.
Çünkü en büyük şey; Hazret-i Allah'ı, Kitabullah'ı, Resulullah'ı
bıraktılar, bir kâfire tabi oldular. Bundan daha büyük akılsızlık,
bundan daha büyük kötülük olur mu?
Amma elbetteki onların çektiği azaba ortaktırlar.
Baş Münâfıkların Atası; Abdullah Bin Ubeyy bin Selül:
Münâfıkların reisi durumunda olan Abdullah bin Ubeyy bin Selül
İslâmiyet'i içten yıkmaya, müslümanları birbirine düşürmeye çalışmış
durmuştu. Fakat Resulullah Aleyhisselâm ona ve etrafındakilere karşı
tedbiri hiç elden bırakmamış, her zaman için ihtiyatlı davranmıştı.
Abdullah bin Ubeyy bin Selül hicretten önce Hazreç kabilesine reis
olacaktı. Müslümanlığın Medine'de yayılması, Resulullah
Aleyhisselâm'ın hicret etmesi, kendi kabilesinin onu bırakıp İslâm'a
girmesi reisliğine mâni oldu. Bu sebeple kendisi de taraftarları da
İslâm'a düşman oldular. Fakat bozgunculuklarını daha etkili yapabilmek
için de, iman etmedikleri halde müslüman göründüler. Böylece bir de
münafıklar zümresi türemiş oldu.
Yahudiler hiç boş durmuyorlar, Evs ve Hazreç kabileleri ile olan
ittifak ve münasebetlerinden faydalanarak müslümanları kandırmaya
çalışıyorlardı. Nicelerini şaşırttılar. Böylece daha birinci hicret
yılında bu iki kabile arasında münafıklar türemeye başladı. Dıştan
müslüman görünürler, el altından fesat çıkarmaya yeltenirlerdi.
Yahudilerden bir kısmı da görünüşte müslüman gibi davranarak, küfür ve
inkârı kalplerinde gizlerlerdi.
İslâm'ın kudreti artmış olduğundan, bu gibi fitne ve fesatçılar, Mekke
müşrikleri gibi açıktan fesat çıkarmaya cesaret edemezlerse de
gizliden gizliye icraatlarını yapmaktan geri kalmazlardı. Yeri
geldikçe, fırsat buldukça nifaklarını yayarlardı.
Hangi gruptan olursa olsun, bütün münafıklar hemen hemen aynı
vasıfları taşımaktadır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlar." (Âl-i imrân: 167)
Münafıklar müslümanlar arasına nifak ve ayrılık sokucu fikirler
atıyorlar, Resulullah Aleyhisselâm'ı müminler nazarında küçük
düşürmeye çalışıyorlardı.
Bu yıkıcı faaliyetleri birçok defalar Resulullah Aleyhisselâm'a
intikal etmiştir. Kendisine ulaşan her bir şikâyeti dinliyor, şikâyet
edilenleri sorguya çekiyordu. Fakat bunlar suçlarını inkâr ediyorlar,
Kelime-i şehâdet getirerek müslüman olduklarını tekrarlıyorlardı.
Fakat sık sık gelen vahiyler, haklarındaki şikâyetleri inkârlarına
rağmen teyid ediyordu.
Meşhur İfk hadisesi bunun bir numunesidir.
Resulullah Aleyhisselâm'ı küçük düşürmek için karşılarına çıkan her
fırsatı değerlendirme yoluna giderlerdi.
Bütün müsamahaya rağmen Resulullah Aleyhisselâm münafıklara karşı
ihtiyatı elden bırakmamıştır.
Onun bu tedbiri sayesinde hile ve desiseleri ortaya çıkacak diye
devamlı bir korku içinde idiler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Münafıklar kalplerinde bulunanı onlara haber verecek bir sûrenin
üzerlerine indirilmesinden çekinirler." (Tevbe: 64)
Hem nifaka devam ediyorlar, hem de gizli plânlarını Kuran-ı kerim'de
teşhir edecek bir sûrenin inmesinden endişe edip duruyorlardı.
"Resul'üm! De ki: Siz alay edip durun. Şüphesiz ki Allah o çekinip
durduğunuz şeyi açığa çıkaracaktır." (Tevbe: 64)
Nitekim açığa çıkarmış, kalplerinde sakladıkları nifakı ve şikakı
teşhir etmiştir.
Resulullah Aleyhisselâm münafıkların toplanarak bir araya gelmelerine
fırsat vermezdi. Süleylim adındaki bir yahudinin evinde toplanarak
Tebük seferine katılmak isteyenlere mâni olmaya çalışan bir grup
münafığın üzerine Talha -radiyallahu anh- başkanlığında bir ekip
göndererek evi yakmalarını emir buyurmuş, emir derhal yerine
getirilmiştir.
Keza Resulullah Aleyhisselâm Tebük seferinde iken, münafıklar
tarafından inşâ edilmiş olan Dırar mescidinin yıktırılmasını da emir
buyurmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm neticede münafıklara karşı takip ettiği metot
sayesinde vahdeti korudu, teşkilâtlanmalarına mâni oldu.
Abdullah bin Ubeyy ölünce nifak kaynağı kurudu, etrafında
toplandıkları bu baş münafığın ölümü ile münafıklar da dağıldılar.
Abdullah bin Ubeyy hicretin dokuzuncu yılı Şevval ayının sonuna doğru
hastalandı. Resulullah Aleyhisselâm hastalığı sırasında sık sık gidip
kendisini yoklardı. Öleceği gün yine uğramıştı. Ölmek üzere olduğunu
anlayınca: "Yahudilere karşı duyduğun sevgi en sonunda seni mahvetti."
buyurdu. O ise cevap olarak: "Yahudileri sevmenin ne zararı olabilir
ki? Es'ad bin Zürâre onlara kin besledi de ölümden kurtulabildi mi?"
dedi.
Daha sonra tenine değen gömleğini öldüğünde kendisine kefen yapmasını,
cenaze namazını kılmasını ve Allah-u Teâlâ'ya yarlığanması için duâ
edivermesini rica etti. Hastalığı yirmi gün sürmüştü, Zilkade ayında
öldü.
Babasının ölümü üzerine oğlu Abdullah Resulullah Aleyhisselâm'a
cenazenin namaz için hazırlandığını haber verdi.
Resulullah Aleyhisselâm namaz kıldırmak üzere kalktığında Hazret-i
Ömer -radiyallahu anh- elbisesinden tutarak: "Yâ Resulellah! Rabb'in
seni onun üzerine namaz kılmaktan nehyetmedi mi?" dedi ve kötülük
yaptığı günleri birer birer saydı. Resulullah Aleyhisselâm
gülümseyerek:
"Allah beni muhayyer bırakmıştır. 'Onlar için ister mağfiret dile
ister dileme. Onlar için yetmiş defa af dilesen de Allah onları
bağışlamayacaktır.' (Tevbe: 80) buyurmaktadır. Eğer ben yetmişi
arttırınca bunun yarlığanacağını bilseydim, muhakkak arttırır,
yarlığanmasını sağlardım." buyurdu.
Sonra da onun cenaze namazını kıldı ve kabri başına kadar da gitti.
Resulullah Aleyhisselâm Hazret-i Abdullah -radiyallahu anh-e
başsağlığı dileyerek oradan ayrıldı.
Aradan çok geçmeden Allah-u Teâlâ inzâl buyurduğu Âyet-i kerime'sinde
şöyle buyurdu:
"Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma! Mezarı başında da durma!
Çünkü onlar Allah'ı ve Peygamber'ini inkâr ettiler ve fâsık olarak
öldüler." (Tevbe: 84)
Çünkü Resulullah Aleyhisselâm'ın namazı rahmettir, onlar ise o rahmete
lâyık değildirler. İman ettiklerini söylüyorlar, kâfirliklerini
gizliyorlardı, neticede ikiyüzlü münâfık olarak öldüler.
Bundan sonra Resulullah Aleyhisselâm hiçbir münâfığın cenaze namazını
kılmadı, kabrinin başında da durmadı. Bir cenaze namazı kıldırması
teklif edildiği zaman, ölen kimsenin durumunu araştırmaya başladı.
Abdullah bin Ubeyy'in bu şekilde Resulullah Aleyhisselâm'ın mübarek
gömleğinden ve üzerine kılacağı namazdan fayda beklediğini gören
Hazreçliler'den bin kadar münâfık İslâmiyet'i ciddi şekilde kabul
etmişlerdir.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- der ki:
"Sonra Resulullah Aleyhisselâm'a karşı izhar ettiğim cüretime hayret
ettim.
Allah ve Resul'ü elbette daha iyi bilirler."
Ebu Cehil de Halkı Küfre Meylettirmeye Çalışıyordu:
Hatay'da, Konya'da, Tarsus'ta ve daha pek çok yerde toplantılar
yaptınız, küfrü methetmek için. Halkı küfre sevketmek için. Küfrü hoş
görmeye teşvik için. Ebu Cehil de bunu böyle yapardı, halkı küfre
sevkederdi.
Binaenaleyh Ebu Cehil'dir, halkı cehalete de sürüklediği için bu adı
alıyor. Cahillerin babası. Yani bununla bunların iç yüzünü göstermek
istiyorum. En büyük tehlikenin içte olduğunu haber vermek için.
Elinden ve dilinden müslümanların en çok çektiği putperestlerden biri
olan Ebu Cehil, Mekke'nin o gün için en bilgili ve ileri gelenlerinden
idi. Velid bin Muğire'nin de yeğeni idi. Asıl adı Amr bin Hişam iken,
Allah'a ve Peygamber'ine karşı küfründe her geçen gün biraz daha
inatlaştığı için, Resulullah Aleyhisselâm tarafından kendisine
"Cehâletin babası" mânâsına gelen Ebu Cehil adı verilmiştir.
İslâm dâvetine başından beri karşı çıkmış ve müslümanlar aleyhinde
hazırlanan bütün komplolarda başrolü oynamıştı. Velid bin Muğire ile
beraber, kendi kabilelerine mensup olmayan bir kimsenin peygamber
olmasını hazmedemedikleri için Resulullah Aleyhisselâm'a
inanmayacaklarını açıkça söylemişlerdir.
Ticari nüfuz ve servetinden güç alan Ebu Cehil, hayatı boyunca
İslâmiyet'in yayılmasını engellemeye çalıştı, müslüman olanları da
dinlerinden vazgeçirmeye gayret etti. İslâmiyet'i kabul eden kişi
itibarlı biri ise, ona itibarını kaybedeceğini söyleyerek; ticaretle
uğraşıyorsa, kendisini iflâs ettirmekle tehdit ederek; güçsüz ve
kimsesiz ise onu döverek dininden döndürmeye çalıştı. Ammar bin Yâsir -
radiyallahu anhümâ- ile annesine, babasına ve daha birçok müslümana
çok ağır işkenceler yaptı.
On bir müşrik arkadaşı ile halkın Hacc mevsiminde Resulullah
Aleyhisselâm'la görüşmesini ve etkilenmesini engellemek, onları iman
etmekten vazgeçirmek için aralarında iş bölümü yaparak, Mekke'nin
girişini kontrol altına almışlardı.
Resulullah Aleyhisselâm, İslâmiyet'in yayılmasına yardımı olur
düşüncesiyle bazı nüfuzlu kişilerin hidayete ermeleri için Allah-u
Teâlâ'ya duâ ederdi. Hidayete ermesini arzu ettiklerinden biri de Ebu
Cehil idi.
Hicretten birkaç yıl önce Mahzumoğulları kabilesinin reisliğine
getirilen Ebu Cehil, Resulullah Aleyhisselâm'a ve müslümanlara her
fırsatta sözlü ve fiili saldırıda bulunmuştu. Müslümanlara karşı
başlatılan boykotla onların Ebu Tâlib mahallesinde üç yıl boyunca
muhasara altında tutulmasına öncülük etmiş, dışarıdan yapılmak istenen
yardımlara da engel olmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm'ın Medine'ye hicret etmesine mâni olmak için
Dârünnedve'de yapılan toplantıda onun her kabileden seçilecek gençler
tarafından öldürülmesini teklif eden ve hicret gecesi evini muhasara
altına alarak öldürülmesini plânlayan da yine odur.
Resulullah Aleyhisselâm'ın: "Bu ümmetin firavunu" olarak
vasıflandırdığı Ebu Cehil hakkında pek çok Âyet-i kerime nâzil
olmuştur.
Ezcümle Kıyâmet sûre-i şerif'inde şöyle buyurulmaktadır:
"İşte o tasdik etmemiş, namaz da kılmamıştı. Aksine yalanlamış ve
arkasını dönmüştü. Sonra da salına salına yürüyerek taraftarlarının
yanına gitmişti. Gerektir o belâ sana gerek! Evet! Gerektir o belâ
sana gerek!" (Kıyâmet: 31-35)
Bu Âyet-i kerime'ler onun gibi İslâm düşmanlarını da kapsamaktadır.
Annesi Esma binti Muharribe -radiyallahu anhâ- müslümanlıkla
şereflenmiş, Mekke'nin fethinden sonra müslüman olan oğlu İkrime -
radiyallahu anh- ise meşhur bir vali ve kumandan olarak İslâm'a hizmet
etmiştir.
Ebu Cehil'in Katli:
Mahzum oğulları birçok kimselerin öldürüldüğünü görünce Ebu Cehil'in
etrafını sararak koruma altına aldılar. O ise: "Anam beni bu gibi
işler için doğurdu!" diyerek övünüp duruyordu. Yetmiş yaşlarında
inatçı bir müşrikti.
Müslümanların en büyük düşmanı olduğu ve onu öldürmek bir şeref
sayılacağı için, mücâhidlerin her biri onu bulup öldürmek istiyordu.
Hatta Ebu Cehil zannıyla bazı kimseleri öldürmüşlerdi.
Abdurrahman bin Avf -radiyallahu anh- şöyle anlatır:
"Bedir günü harp dizisinde idim. Medine müslümanlarından sağımda ve
solumda iki delikanlı vardı. Birinin adı Afra oğlu Muâz, diğerininki
Âmir bin Cemuh oğlu Muâz idi. İçimden: 'Keşke bu toylar arasında
değil, tecrübeli yiğitler arasında olsaydım!' diye düşündüğüm sırada,
onlardan biri beni eli ile dürterek: 'Amca! Ebu Cehil'i tanır mısın?'
dedi. 'Tanıyorum amma, niçin soruyorsun yeğenim?' dedim.
Genç 'O bizim peygamberimizle savaşmış, vallahi eğer eceli gelmişse
canını almadan bırakmayacağım!' dedi.
Öteki genç de aynı şeyi söyledi. Hayret ettim. Az sonra düşmanlar
içinde Ebu Cehil gözüme ilişti. Gençlere: 'İşte aradığınız şudur!'
diye gösterdim. İkisi birden kartal gibi Ebu Cehil'in yanına
süzüldüler ve kımıldayamayacak bir hâle getirinceye kadar ona kılıç
vurdular."
Daha sonra Resulullah Aleyhisselâm'a gelip hadiseyi anlattılar. "Onu
hanginiz öldürdü?" buyurdu. İkisi birden: "Ben öldürdüm!" dediler.
Resulullah Aleyhisselâm: "Kılıçlarınızı sildiniz mi?" buyurdu.
"Silmedik." dediler. Kılıçlara baktı. "Evet ikiniz de öldürmüşsünüz,
fakat onun üstünden çıkanlar Cemuh oğlu Muâz'ındır." buyurdu.
Savaş kazanıldıktan sonra Resulullah Aleyhisselâm: "Ebu Cehil ne
yaptı, kim bakıp gelecek?" buyurdu. Abdullah bin Mesud -radiyallahu
anh- derhal yerinden kalkıp Ebu Cehil'in yanına gitti. Afra hatunun
iki oğlunun vurduğu kılıç yaraları ile düşmüş can çekişiyordu. "Ebu
Cehil sen misin?" diyerek sakalını tutup çekti. Ebu Cehil:
"Öldürdükleriniz içinde benden daha büyük kimse var mı? Bu ölüm bana
ar değildir." dedi. Abdullah -radiyallahu anh- onun göğsüne oturdu.
Ebu Cehil: "En yüksek yere çıktın!" dedi. Sonra başını kesip
sakalından sürükleyerek Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına getirdi.
Resulullah Aleyhisselâm Ebu Cehil'in başını görünce: "Hamd olsun o
Allah'a ki kuluna yardım etti, dinini üstün kıldı." buyurdu.
Bir ömür cehâlette kalan Ebu Cehil, müşriklerin muharebe
ihtiyaçlarının büyük bir kısmını bizzat karşıladığı Bedir savaşı'nda
cezasını bulmuş, katledilen diğer müşriklerle beraber Bedir'deki kör
kuyulardan birine atılmıştır.
İbrahim Aleyhisselâm ve Dâveti:
Bu hak ve hakikati yayma cihadı İbrahim Aleyhisselâm'ın cihadına ne
kadar da benziyor. O nasıl ki çekinmeden hak ve hakikati tebliğ
etmişse bugünkü bu müslümanlar da çekinmeden hak ve hakikati tebliğ
ediyorlar. Buna kalemle cihad denir.
Diğer taraftan bu münafıklar eski münafıklara ne kadar da benziyor. Bu
Ebu Cehiller, eski Ebu Cehillere ne kadar benziyor. Çünkü bunların
torunlarıdır. Her ne kadar zaman geçmişse de torunluğunu yapacak.
Babası ve kavmi aşırı putperest oldukları halde İbrahim Aleyhisselâm
putlara aslâ iltifat etmemiş, bâtıla hiçbir şekilde meyletmemiştir.
Allah-u Teâlâ'ya sığınarak bütün gücü ve cesareti ile O'nun yüce
dinini tebliğe ve neşre çalışmış, neticesinde de kıyamete kadar bâki
kalacak bir iz bırakmıştır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"İbrahim babasına ve kavmine demişti ki:
Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana taparım.
Çünkü O beni doğru yola iletecektir." (Zuhruf: 26-27)
İbrahim Aleyhisselâm sadece kendi çağındaki insanları değil, gelecek
nesilleri de irşad edip yol göstermiş ve unutulmaz hatıralar
bırakmıştır.
"Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak
bıraktı. Artık belki doğru yola dönerler." (Zuhruf: 28)
İbrahim Aleyhisselâm'ın Allah-u Teâlâ'nın dinini yeryüzüne
yerleştirmede ve gelecek nesillere aktarmada büyük bir payı vardır.
Zürriyeti içinde bu sözü tasdik edenler, bu kelimeyi söyleyenler
devamlı bulunacaktır.
Bizim atamız İbrahim Aleyhisselâm'dır. Herkes aslının icraatını
yapıyor.
O İbrahim Aleyhisselâm ki;
"İbrahim ne yahudi ne de hıristiyandı. Fakat o Allah'ı bir tanıyan
dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi." (Âl-i imran: 67)
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İbrahim'i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: 'Allah'a kulluk
edin, O'ndan korkun! Eğer bilmiş olsanız, bu sizin için daha
hayırlıdır.'" (Ankebût: 16)
Bu dâvet, gönderilen bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı'nın ortak
dâvetidir. Her gelen peygamber ümmetini; Allah'a inanmaya, O'na kulluk
etmeye, O'ndan hakkıyla korkmaya dâvet etmiştir.
İbrahim Aleyhisselâm kavmine şöyle söyledi:
"Siz Allah'ı bırakıp birtakım putlara tapıyorsunuz, asılsız sözler
uyduruyorsunuz.
Bilmelisiniz ki Allah'ı bırakıp da taptıklarınız o şeyler size rızık
veremezler.
O halde rızkı Allah katında arayın.
O'na kulluk edin, O'na şükredin.
Hepiniz O'na döndürüleceksiniz." (Ankebût: 17)
Daha sonra onları tehdit ve ikaz ederek şöyle buyurdu:
"Eğer siz yalanlarsanız, bilin ki sizden önceki ümmetler de
yalanlamışlardı. Peygambere düşen, yalnız açıkça tebliğ
etmektir." (Ankebût: 18)
Kendisinden önceki peygamberlerin de aynı tebliği getirdiklerini,
halkı Hakk'a dâvet ettiklerini ve kavimleri tarafından aynı şekilde
reddedildiklerini hatırlattı.
Babası başta olmak üzere yakınları ve kavmi ona kızdılar,
öfkelendiler, risaletini yalanladılar, sert tartışmalara giriştiler.
Bu hususta Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: 'Beni doğru yola
eriştirmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz?
Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam!
Ancak Rabb'im bir şeyi dilemiş ise, o başka. Rabb'imin ilmi her şeyi
kuşatmıştır. Hâlâ öğüt almıyor musunuz?" (En'âm: 80)
Putlarının hışmı ile kendisini korkutmaya kalkışan kavmini uyarmaya,
sağ duyularını kullanmaya çağırdı:
"Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na
şirk koşmaktan korkmazken, ben sizin O'na şirk koştuğunuz putlardan
nasıl korkarım?
Eğer biliyorsanız (söyleyin)! Emniyette olmaya hangi taraf daha
lâyıktır? (En'âm: 81)
Allah'ı birleyenler mi, yoksa şirk koşan müşrikler mi?
Allah-u Teâlâ bu hususta kesin hükmünü bildirerek şöyle buyurdu:
"İman edip de imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya! İşte güven
onlarındır ve doğru yolda olanlar da onlardır." (En'âm: 82)
Emniyette olmaya en lâyık olan fırka; iman edip kendilerini Allah-u
Teâlâ'ya adayanlar, imanlarına hiçbir surette şirk
karıştırmayanlardır. Hidayete erdirilmiş olanlar, ahirette de güven
içinde olanlar işte bunlardır.
"Doğrusu Rabb'in hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla
bilendir." (En'âm: 83)
Dilediğini yükseltmekte hikmeti sonsuzdur, buna kimlerin lâyık
olduğunu en iyi bilen O'dur.
Resul ve Nebilerin Vekili, Onların Yaptığı İşi Yapan Hatm'ül-Evliyâ:
Ulül-azm peygamberler başta olmak üzere bu zamanda bütün
peygamberlerin işini o yapıyor.
İşte size delilini gösteriyorum:
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhü'l-Gayb" adlı
eserinde buyurur ki:
"O resul ve nebilerin vekilidir, peygamberler bunu vekil
etmişlerdir." (33. Makale)
İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri ise:
"Bu zât, geçmiş ümmetlerdeki ulü'l-azm peygamberlerin işini görür."
buyuruyor. ("Mektûbât"; 234. Mektûb)
O bir taraftan Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyetini, bir taraftan
vekâletini taşıdığı için; hem o vazifeyi, hem o vazifeyi görüyor.
Onun velâyeti ve vekâleti onda olduğu için, iki bedende bir ruh olduğu
için, o o sayıldığı için bu haller husule gelir.
Hâtemü'l-Evliyâ'nın "Din Kâfirleri"ne Vurduğu İki Kılıç:
Âhir zamanda zuhur edecek olan "Hâtemü'l-evliyâ"nın vasıflarını açıkça
gözler önüne seren Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri,
"Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye" adlı eserinin son satırlarında
Hâtemü'l-evliyâ'nın vazîfesine işaret etmiş; onun Allah tarafından
verilmiş iki kılıca sahip olduğuna dikkati çekerek, onu "Din
kâfirleri"ne gâlip getiren bu kılıçlardan birinin "Kalem"i, diğerinin
ise, vâris olduğu "Yakîn" mertebesi olduğunu haber vermiştir:
"Bil ki, onun alâmetlerinden birisi de; onun kılıcının, mukâbele
ettiğinde kendisini gâlip getiren 'kalem'i olmasıdır.
Peygamber Aleyhisselâm kâfirlere kendi kılıcıyla vurup, onları
öldürürdü; Hâtemü'l-velî de onlara bâtında, kendi kalemiyle vurur ve
onları helâk eder. Böylelikle Allah onu, Zât'ıyla mukâbelede bulunan
bir 'kılıç' kılar.
Allah-u Teâlâ'nın kılıcı ikidir:
'Din kılıcı' ki, Muhammed Aleyhisselâm'ın izinde bulunmaktır. O kılıç,
din ehlinin kendisiyle ayakta durduğu; şirk, şek (şüphe) ve tahmin
ehlinin boyunlarının kendisiyle vurulduğu kılıçtır.
'Yakîn kılıcı' ise 'Kibriyâ kılıcı'dır ki; Kudsî ruh'tan sür'atle
'Hâtemü'l-evliyâ'ya ulaşır. Bu kılıç ise; 'Temkîn ehli'nin kendisiyle
ayakta durduğu, alâkaların ve mel'un (şeytan)ın vesveselerinin
kendisiyle kesilip koptuğu, din kâfirlerinin ruhlarının Zât'ıyla
katlolunduğu bir kılıçtır.
Yakınlığın incelikleriyle onlardan sıyrılıp çıkarılan müminlerin
ruhlarının cemaati içinde Allah, onları katlettiği din kılıcını
Hâtemü'l-enbiyâ'ya has kılmış ve şeytanın nüfûzundan selâmete erişen
Yakîn erbâbı'na mîras bırakmıştır." ("Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-
Velâye", Süleymâniye Kütüphânesi, Ayasofya, nr.: 2058, vr. 207b)
Evliyâullah'ın Hatm'ül-Evliyâ'nın Bu Cihadına Dair Bazı İfşaatları:
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bir beyanları
şöyledir:
"O yeryüzünde Allah'ın; halkı kendisiyle terbiye ettiği ilâhî bir
kırbaçtır. Ölmüş olan kalpleri onun ru'yetiyle diriltir ve halkı
(onunla) kendi yoluna çevirir. Hukûk-u ilâhî'sini onunla ayakta
tutar." (Nevâdirü'l-usûl, c. 1, s. 620)
İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "260. Mektub"unda:
"Kararmış olan âlem onun zuhur nuruyla aydınlanır. Onun hidayet ve
irşad nurları bütün âleme yayılır." buyurmuşlardır.
Hâtem-i veli'nin yaptığı mücâhede ve mücâdeleyi Seyyid Abdülkâdir
Geylânî -kuddise sirruh- Hazretleri şöyle beyan buyuruyorlar:
"Kim ki bu hâle ererse, artık Azîz ve Celîl olan Allah'ın kapısından
onu hiçbir engel alıkoyamaz. Bayrağı indirilemez. Askeri mağlup
edilemez. Hakk'ı haykıran sesi susturulamaz. Tevhid kılıcı için bir
hudut çizilemez. İhlâs adımları yürümekle yorulmaz. Hiçbir iş ona güç
gelmez. Hiçbir kapı önünde kapalı durmaz, açılınca da kapanmaz. Bütün
kapalı kapıların kanatları uçuşur, bütün yönler açılır. O Hakk
Teâlâ'nın huzuruna varıncaya kadar, hiç kimse onu durdurmaya güç
yetiremez." ("Fethu'r-Rabbânî"; 60. Meclis)
O, Hakk tarafından gönderilmiştir, Hakk onu destekliyor. Onun içindir
ki onu hiç kimse mağlup edemez. Ona öyle bir bayrak verilmiştir ki, o
bayrak nübüvvet bayrağıdır. Onu o taşıyor.
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin diğer bir beyanları
da şöyledir:
"O öyle bir kuldur ki, Hakk'a vâsıl olmuş, O'nu görmüş ve mâsiva denen
Hakk'ın zâtından gayrı şeyleri bilmiştir." (Fethu'r-Rabbânî"; 60.
Meclis)
Hakk'a vâsıl olunca onun işi orada bitiyor, ondan sonra yeni bir irşad
için tekrar ileriye sürüyor. Bunlar mânevi işlerdir.
Bu ifşaatlar yapılan işin ehemmiyetini ve Allah katındaki değerini
gösteren en büyük delillerdir.
Ey müslüman!
Bu sahtekârları, bu münâfıkları terket, imanına sahip çık, şu Âyet-i
kerime'nin tecelliyatına mazhar olmak için çalış:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları,
kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet
eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. Onlar o kimselerdir ki
Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile takviye
edip desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere
sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar
da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbi
(partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah'ın hizbi
(partisi)dir." (Mücadele: 22)
Bu iman edenlerin durumudur.
Bu inkârcı münâfıkların ve onlara arka çıkanların durumu ve akıbeti
ise şudur:
"Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet edenler, işte onlar en aşağılık
kimseler arasındadırlar." (Mücâdele: 20)
"Kim de Allah'a ve Peygamber'ine isyân eder, O'nun koyduğu sınırları
çiğneyip aşarsa, onu da içinde ebedî kalacağı ateşe koyar. Onun için
hor ve hakir edici bir azap vardır." (Nisâ: 14)

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages