f.u.
unread,Apr 10, 2012, 4:47:27 PM4/10/12Sign in to reply to author
Sign in to forward
You do not have permission to delete messages in this group
Either email addresses are anonymous for this group or you need the view member email addresses permission to view the original message
to FiKRET UZUN YAZILARI
YENİ ORTAÇAĞ TRENİNDE KOMÜNİST PARTİCİLİK OYNAYAN ÇİFT İNANÇLI ACEMİ
ÇAYLAKLARA
ÜRÜN-TKP ( Toplumcu Kurtuluş Partisi )nin yöneticilerinin, ayaklarının
tozuyla, Yeni-12 Eylül rejimine eklemlenme manevraları, iki ihtiyarın
yargılanması tiyatrosu önünde orak-çekiçli bayraklarını sallayarak
devam etmektedir.
Bir de, bir yüzü arzuhal, diğer yüzü bildiri misli, alelacele 12 Eylül
"manifesto"su kaleme almışlar. Emekçi halkımıza ve avlamaya
çalıştıkları "komünist"lere armağanlarıdır. Ama daha çok, Osmanik-
İslamik-faşist diktatörlüğünü konuşlandırmasını tamamlama çırpınışları
içinde olan yeni 12 Eylül rejimine arzuhalleridir. Artık akıl bozmaya
devam etmek için, bayrağı Nabi Yağcılardan devraldıklarını görüyoruz.
ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin MK sı, bu bildirilerinde, bir
taraftan, Merdi Kıptinin marifetini gösterirken kabahatini de açık
ettiği misli, öncelikle "darbecilerin yargılanması" talebinden söz
ediyorlar ki, 100 yıl önce, burjuvazinin yaramazlıklarını, burjuvazi
ile bin bir bağ ile bağlı çar babaya şikâyet etmeyi ve kulaklarını
çekmesini talep etmeyi devrimci politika sayan reformistleri
hatırlatıyor.
Orak-çekiçli bayraklarını, hem de,12 Eylül faşist darbesi ile
yerleştirilen ne kadar kurum varsa daha da pekiştiren, açılan ne kadar
dinci-gerici alan varsa sonuna kadar genişleten, 12 Eylül faşist
darbesi ve izleyen yönetimlerle bile kotarılamayan sendikasızlaştırma,
örgütsüzleştirme, grevsizleştirme, toplusözleşmesizleştirme, sosyal
güvencesizleştirme, topraksızlaştırma, geleceksizleştirme,
evsizleştirme, işsizleştirme, yoksullaştırma, sömürgeleştirme,
ekonomik-demokratik-politik ne kadar hak varsa kökünü kazıma
konuşlanmasını tamamlama sancıları çeken yeni 12 Eylül rejiminin, ABD
nin BOP eşbaşkanı olduğunu defalarca ilan etmekten mutluluk duyan
yönetiminin kurdurduğu Özel Yetkili Mahkemenin önünde ( ki, bir
zamanların ünlü "DGM'yi EZDİK, SIRA MESS'te" sloganına konu olan
mahkemelerin, "ileri demokratik" versiyonudur, sloganın mucitleri dün
TKP nin başında, şimdi ise MESS in kucağındadır.)
sallayarak,"demokrasi" geleceğinin mesajlarını vermektedirler.
Umutları hâlâ "demokrasi"dedir.
İkinci olarak,"...12 Eylül (ün yargılanması )yıllardır gündemde olan
bir taleptir" diye devam ederek ve ardından, "Komünistler,
sosyalistler, devrimci-demokratlar, 12 Eylül'ün ilk gününden itibaren
darbeyi lanetlemiş, darbecileri hem yurt içinde, hem yurt dışında
teşhir etmiştir.." diye ekleyerek, 12 Eylül faşist rejimi ile
mücadeleyi, darbecilerin yargılanması talebine, darbeyi lanetlemeye ve
darbecileri içerde-dışarda teşhir etmeye indirgemiş olduklarını açık
etmiş olmaktadırlar.
Ve herkes bu bildirideki mesajı aynı renk ve tonda algılamıyor. Kimisi
bunun tam bir komünist politika olduğu yollu algı içindedir, kimisi
ise bunun tam bir reformizm mesajı olduğunun algısı içindedir.
Demek ki, ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin politikası, söz
konusu olan, algıya göre mesaj vermek ise, başarı ile uygulanmaktadır.
Bu anlamda politika, bir ön kabul yaratılarak öne çıkmış ve bayrağında
ve isminde Komünist renk ve motif taşıyan bir partiden gelince, ona
gönül vermiş kadrolarda, sempatizanlarda ve işçi sınıfı partisinin
eksikliğini yaşayan işçilerde, emekçilerde, aydınlarda, tekellerin
kurduğu ideolojik hegemonyanın kıskacında yaşayanlarda, bir mücadele
manifestosu gibi algılanabilir.
Ama tekellerin hegemonyasından etkilenmeyen ve tam tersine bu
hegemonyayı yıkmak için yetkin bir ideolojik mücadele formasyonu
taşıyan, dolayısıyla da politika sanatı konusunda da yetkin olan
bilinçli unsurlar, bu mesajların karşı tarafta konum almış olan ve
gittikçe daha da güçlenen egemen sınıflara bir zeytin dalı olduğunu
hemen anlar. Anlamıştır. Ve elbette karşı tarafta konumlananlar da
mesajı iyi anlar. Anlamıştır.
Bu ayrı, bir de işin başka yönü var ki, değinmeden geçemeyeceğim;
Birincisi, bu indirgeme cambazları kendi adlarına konuşamamaktadırlar.
İki nedenle; ortada elle tutulur bir politik mücadeleleri olmadığı
için bununla üzerini örtmek istemekteler; diğeri ise, bütün sosyalist
hareketi, bundan ayırmadıkları devrimci-demokratları ki, belki
geçmişin devamı olan sosyalist hareketin bütüne yakın bölümünü
utandıracak denli öne çıkanlar ve en şiddetli mücadeleyi verenler ve
en şiddetli baskı ve saldırılara maruz kalanlar onlardı, birlikte
anarak indirgemelerine ortak etmeye ve indirgemelerinin meşruiyet
çeperini genişletmeye çalışmaktadırlar. Nafile çabadır.
Bitmedi, ikincisi var, 12 Eylül rejiminin, her ne kadar kendini, kendi
tarif ettiği ve çerçevesini çizdiği biçimde sunsa da, burjuva
demokrasisine, bu anlamda, bu çerçevedeki sola da saldırdığını;
burjuva demokratik-ekonomik-politik ne kadar kazanım kaldı ise, kökünü
kazımaya çalıştığını; dahası, bu kazanımların, sosyalist hareketin
barınak ve sığınakları olduğunu unutmuş ve unutturmayı görev edinmiş
olduklarının mesajını vermektedirler.
Devam ediyorum, yani ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) yönetiminin
ifşaatlarını, merdi kıptiyi hatırlatan politik hünerlerini irdelemeyi
sürdürüyorum.
ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Patisi ) nin taze MK sı şöyle devam
ediyor,"12 Eylül darbesiyle hesaplaşmadan Türkiye'de gerçek anlamda
demokrasiden ve özgürlükten bahsetmek mümkün olamaz. Bu insanlık
suçunu işleyenlerin darbenin üstünden 32 yıl geçtikten sonra bile olsa
yargılanması elbette önemlidir."
Böyle diyorlar da, sözün nereye gideceğini tartmaz bir halleri olduğu
görülüyor. Oysa bu sözlerinin nereye gittiğini anlayacak yetkinlikte
(çok şükür!) insanların çıkabileceğini de tartmaları gerekirdi.
Öyleyse iki halleri de, içler acısıdır. Bu indirgemeci reformistleri
komünist sananlar adına üzülüyorum.
İşte bu sözleri, önceki sözlerini tamamlamaktadır ve benim önceki
sözlerine yönelik dediklerimi teyit eder mahiyettedir. Marifet
yarışına girdikleri için, marifetlerindeki kabahatlerinin ortalığa
saçıldığını görmeleri mümkün olmuyor.
Bu sözlerde, bağımsız bir sınıf partisinin açlığını yaşayanlar
açısından bir ağırlık yoktur, belki Kundera'nın tartısından
kurtulabilir ama hepsi o kadar. Ancak, karşı tarafta konum alanlar
açısından pek bir sevindirici ve rahatlatıcı ağırlıkta olduğu
görülmektedir.
Karşı taraftakiler mi? Onlar,12 Eylül faşist darbesinin bütün
renklerini muhafaza ederek, yani devamlılığı koruyarak, 12 Eylül
faşist rejimini sürdüren dinamiklerdir. Yazık, henüz tam olarak eski
rejimi yıkıp, yenisini kuramadan, kendi çocuklarını, 90 yaşını aşmış
ihtiyarları demek istiyorum, yemek zorunda kalmışlardır. "paşam bizi
affet" dediklerini duyar gibiyim.
Bu dinamiklerin faaliyetlerinin, sadece beş generalin ve onlar
sahneden çekilene kadarki dinamiklerle sınırlı olarak çarşaf çarşaf
çetele edildiğini biliyoruz.
Ama bu devamlılığı su yüzüne çıkaracak, bu devamlılıkta,12 Eylül
darbesi ile birlikte boy gösterip devam eden ve sonrasında yeniden
yaratılıp, büyütülen ve de bu güne, burnumuzun dibine kadar
ilerletilerek, güçlendirilen dinamiklerden söz eden çeteleleri
göremiyoruz. ÜRÜN-TKP sinde de göremiyoruz. Göremeyiz de.
Ama daha önemlisi, ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) yönetimi, 12
Eylül darbesinin sınıfsal anlamı ile hiç ilgilenmediklerini görüyoruz.
Ki bu, bütün darbeleri bir ve aynı tutan Nabi Yağcı'larla aynı yerden
bakıyor olmak demektir. Bu da, her ne kadar, programlarında adını ve
sonrasındaki reformlarını dile getirseler de, 27 Mayıs ihtilâli ile 12
Eylül faşist darbesini aynı yere koymaları demektir.
Bu da haliyle 12 Eylül faşist darbesinin, 24 Ocak ekonomik kararları
olarak anılan acı reçetenin, emekçi kitlelere, özellikle de işçi
sınıfına, zora dayalı olarak yutturulması ihtiyacının bir sonucu
olduğu gerçeğinin, hem de 24 Ocak kararlarının hâlâ uygulamada
olduğunu programlarına yansıtmış olmalarına rağmen, üzerinden
atlamalarını zorunlu kılıyor.
24 Ocak ekonomik kararları olarak anılan ve babası Özal olan acı
reçete, demokratik koşullarda uygulanamayacağı için, demokrasinin rafa
kaldırılması ve bunun için de 12 Eylüle gereksinim duyulması söz
konusu idi ki, bu darbenin hazırlığının 24 Ocak kararlarından da önce
başladığını biliyoruz.
Diğer yandan bu açılım, sadece Türkiye'nin değil, tüm kapitalist
dünyanın, en başında ABD nin hegemonyasının varlığını sürdürdüğü
emperyalist kapitalizmin açılımı idi.
Ulus-devlet yapısının çözülmesi, dünyanın bir şirket dinamiğinde
yönetilmesine yönelik bir açılımdı ki, ünlü Liberalizm üzerine çokomel
misli ekonomik ağırlıklı laboratuar teorileri kaplandı, Neo-Liberalizm
olarak bütün dünyaya yedirilmeye başlandı.
Demek ki, büyük resimde gördüklerimiz 12 Eylül faşist darbesine kadar,
son derece şiddetli ve yenişememe durumunun renklerini veren ve 12
Eylül faşist darbesi ile birlikte burjuvazinin lehine sonuçlanan bir
sınıf mücadelesidir.
Bu gerçeklikten uzaklaşırsak ki ÜRÜN-TKP(Toplumcu Kurtuluş Partisi),
yakın görünmekle birlikte, çok uzaktır, yerinde ve daha da yerleşmiş,
kök salmış olarak duran 12 Eylül rejiminde kalarak, 12 Eylülü
yargılama hayalleri kurup, demokrasi geleceği masalına inanmak mümkün
olabilir.
İşte ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin yaptığı tam da budur; iki
ihtiyar generalin yargılanması tiyatrosundan,12 Eylülün yargılanıyor
olduğu veya müdahil olunursa bunun mümkün olacağı ve böylece
demokrasinin geleceği yanılsamasını gerçek imiş gibi algılatmak.
Bu ise, Evrenin yargılanması üzerinden 12 Eylül yargılanıyor
illüzyonuun yaratılması, yeni 12 Eylül dinci-feodal-faşist rejiminin
konuşlanmasının tamamlanmasına yönelik bütün kapıları açacak
tuzaklardan sadece birisidir ve tarihsel bir acıklı-güldürüdür diye
düşünmek yerindedir.
Hükümet eden dinamiğin, her gün olmasa da, sık sık, ABD'nin BOP
projesinin "eşbaşkanı" olduğunu ve buradan hareketle Diyarbakır'ın bir
yıldız olabileceğini tekrarladığını bildiğimizi tekraren hatırlatarak,
bu gün hangi rejimin içinde olduğumuzun resmini çizmeye çalışalım.
Dün hükümet edenlerce MGK na sabah akşam vurulurken, bu gün aynı
hükümet edenlerin MGK nın başına geçtiğini biliyoruz. Keza, bütün
günahların müsebbibi olarak anılan TSK ile artık aralarından fazla su
sızmadığını da görüyoruz.
Diğer yandan YÖK de aynı durumdadır ve kaldıracakları vaatlerini
çoktan unutup, YÖK'ü daha da geriye götürdüklerini görüyoruz.
Zindan hareketliliği ise,12 Eylül günlerini aratmamaktadır, bu da
görülüyor.
DGM lerin yerini, ÖYM ler almıştır, bunu da görmeyen göz kalmamıştır.
Oligarşiyi, plütokrasi yapmak için emekçi halkımızı kırbaçlı köleye
döndürmelerine ramak kaldığını da görüyoruz.
Yani artık işçiler, emekçiler, sendikasız, grevsiz, toplusözleşmesiz,
sosyal güvenliksiz, sağlıksız, işsiz, güçsüz, topraksız, susuz,
havasız, hafızasız ve kimliksiz, dolayısıyla koklaşarak anlaşan,
cemaatlere, etnik dinamiklere pay edilmiş edilgen topluluklar haline
dönüştürülmenin eşiğindedir, bunu da görüyoruz.
Daha önemlisi ve ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi) nin MK sinin de
farkında olduğuna inandığımız, dün, yani 12 Eylül faşist darbesi ile
kışla dinamiğinde faaliyete sokulan fabrikaların, artık dinci
akımların sarmalında faaliyet haline sokulduğu, dolayısıyla sınıf
bilincinin fabrikalardan kovulup, tanrı ve cehennem korkusunun
sokulduğu gerçeğinin farkında olup, ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş
Partisi) nin MK sının, bir görevinin de bunun üzerini örtmek olduğunu
ve kendini buna göre sunmaya çalıştığını da görüyoruz.
Yer altı ve üstü zenginliklerimizin ise, apaçık ve göğüsler gerile
gerile, işçilerin vatanı yoktur süslemeleri ile ve 12 Eylül rejiminin
güvencesinde, Marx'ın işaret ettiği primitif akümülasyonu
hatırlatırcasına el değiştirdiğini görmemek için kör olmak
gerekmektedir.
Şimdilik hükümetin başkanının, gelecekteki müstakbel devlet
başkanının, sınırsız yetkilerle donatıldığının, donatılmaya devam
edildiğinin, yasama ve yargı organlarının yürütmenin vesayetine
sokulduğunun da farkındayız.
YÖK ve MGK gibi, 12 Eylül faşist darbesinin oluşturup, yerleştirdiği
kurumlardan olan HSYK (Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) nın, 12
Eylül faşist rejiminin en tam istediği kıvama getirildiğini de
görüyoruz.
ABD üslerine yenilerinin eklendiğini, NATO'nun emir komuta zincirinin
devam ettiğini, BOP un eşbaşkanlığında ABD'ye kanka olduğumuzu, bunu
kanıtlamak için Ortadoğuda kestaneleri almaya aday olduğumuzu
göstermeye çalıştığımızı da görüyoruz.
ABD-CIA nın ve NATO nun bünyesinde büyütülen, tümüyle anti-komünizm
perspektifli, bünyesinde bu gün hükümdar olmanın hayallerini büyüten
tarikat elemanlarının komünizmle mücadele dinamikleri kurduğu, Gladyo-
kontrgerillanın sadece ve sadece Türkiye'de açığa çıkarılmadığını,
açığa çıkarılıyor görüntüsü ile daha çok kapatıldığını ve kapatıldıkça
güçlendirildiğini de biliyor, görüyoruz.
Büyük Ortadoğu Projesinin bir büyütme, birçok küçültme demek olduğunu,
büyütmenin Kürtler üzerinden İsrail'e, küçültmenin "demokrasi", "insan
hakları" ve "kozmopolitizm" üzerinden yerleşik ulus-devletlere
uygulandığını artık saklama gereği duymadıklarını da görüyoruz.
Bununla birlikte, İslamik-Osmanik bir faşist rejimin ön
hazırlıklarının tamamlandığını ve dolayısıyla eski rejimin, yani TC
nin yenildiğinin müjdesinin verildiğini de görüyoruz.
Dahası, Mc Carthyciliğin başka bir biçimde hortlatıldığını da biliyor,
görüyoruz.
Daha da dahası, ülkemizin yönetiminin ve insanlarımızın ve elbette
geleceğinin, 12 Eylül Faşist darbesi ile başlayan ve "irtica ile
mücadele" diye diye süren bir ideolojik -politik saldırı ile Kemalist
ve laik görünümlü TC nin yönetimindeki yüksek kadrolar eliyle dinci
akımların eline teslim edildiğini de biliyor görüyoruz.
Bunun, 27 Mayıs anayasası ile sağlanan, sosyalist hareketin sığınak ve
barınakları olan bütün demokratik kazanımlara saldırı olduğunu,
buradan hareketle aydınlanmaya hücum olduğunu, ABD-AB emperyalizminin
Yeni Dünya Düzeni kurma çabaları ile uyumlu olduğunu da görüyor,
anlıyoruz.
12 Eylül faşist darbesinden itibaren ve hâlâ, darbe öncesinde elde
ettiği sol gömlekleri ile kendisini sol olarak kolayca pazarlayan
sahtekârların politik marifetleri ile ve ne tesadüftür ki, ÜRÜN-TKP
nin de aynı yolda olmaktan gurur duyduğunun işaretlerini görmekteyiz,
dini akımlara özgürlük teranesi ile dini akımların hegemonyasının daha
da güçlendirildiğini de biliyor görüyoruz.
Ve hepsinin, daha fazla "demokrasi", daha fazla "özgürlük" teraneleri
ile kotarıldığını da biliyoruz.
Peki, hepsini biliyor, görüyoruz ve de bu gördüklerimizle fotoğrafın
bütünü ortaya çıkıyorsa, dolayısıyla bu fotoğraf, 12 Eylül faşist
rejiminden çıkmadığımızın resmini veriyorsa, 12 Eylül'ün
yargılanamayacağını; ortada traji-komik bir tiyatral yargılama sahnesi
olduğunu; böylece 12 Eylül faşist rejiminin varmak istediği son
noktaya varmasının kolaylaştırılmaya çalışıldığını neden göremiyoruz?
Sorunun cevabının, ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) nin bir yüzü
bildiri, diğer yüzü arzuhal çağrıştıran ifşaatlarındadır ve bunu
göstermeye devam ediyorum.
ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) vaazında, "12 Eylül darbesi,
Amerikan emperyalizminin ve işbirlikçi kapitalist banka, sanayi,
ticaret, toprak tekellerinin ve onların uzantısı asker-sivil
militarist çevrelerin işçi sınıfımıza, emekçi halklarımıza yönelik
kanlı saldırısı idi. " diyor.
"İdi", "geldi-geçti", öyle mi? Bu vaazda da, şu meşhur merdi kıptinin
marifetlerini görmüyor muyuz?
Evet,12 Eylül faşist saldırısında, içerdeki egemen dinamikle birlikte,
ABD emperyalizminin varlığını biz de biliyoruz. Bu bir sır değil ve
bunu gözler önüne sermekte de bir maharet yok. Ama maharet, bu
saldırının gelip-geçtiğini algılatmada yatmaktadır. Egemenlerin
istediği tam da budur.
Oysa saldırı gelip geçmedi, tam tersine daha sert ve daha sinsi ve de
12 Eylül faşist rejimini daha da kökleştirerek, daha da geriye
götürerek, daha da kanlı olmaya hazırlayarak, ABD nin hegemonyasını
daha da pekiştirerek sürüyor. Şimdi, 12 Eylül faşist rejiminin son
yöneticilerinin, eski rejimi yıktıklarının, hayalini kurdukları rejime
yaklaştıklarının sevincini taşıyan haleti ruhiye içinde olduklarını
görüyoruz. Zil takıp oynamamak için zor sabreden bir halleri var.
ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi)ci bayların, bu gerçeği tersyüz
eden bir algı yaratırken utanmadıkları bellidir. Utansalardı, bir
taraftan bir tarikatın en politik yayın organı olan AKSİYON üzerinden,
başa güreşen ve 12 Eylül faşist rejiminin büyüttüğü bir dinci akıma
mesaj gönderirken, aynı anda ve buna uyumlu olarak, politik çizgisine
dinci akımlara özgürlük yaklaşımını yerleştirmeyi ve bunu Marxizm-
Leninizm adına, daha doğrusu Leninist parti anlayışı adına yapmayı
politik hüner sayarken, diğer taraftan "zorunlu din dersinin
dayatılması"nı," Türk-İslam-NATO Sentezi'yle bağımsızlığın,
demokrasinin, laikliğin canına okunması"nı, "neoliberalizmin
benimsenmesi ve özelleştirme vurgununun başlatılması"nı lanetlemeye
cesaret edemezlerdi.
Ancak bunu garip bulmuyoruz, bunun bir çift inançlılık geleneği
olduğunu biliyoruz ki, "ÜRÜN" cülerin bunun işaretlerini verdiklerini,
çok önce, TKP nin kuruluş veya kurucularının ölüm yıldönümünde,
Ertuğrul Kürkçü'yü ve Soros fonlarından nasibini almış başka bir STK
uzmanı bayanı vitrine koyduklarında ortaya koymuş, yollarının Nabi
Yağcıların yolu olduğunu ilan etmiştim ve gerçekten komünist öz
taşıyan kadroları uyarmıştım. Şimdi bu çift inançlılık dinamiğinin
ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) de kendini gösterdiğini netlikle
görüyorum ve üzülüyorum.
Evet, politik hüner var, politik hüner var. Çift inançlılık varsa,
politik hünerin de iki yüzü olması gayet anlaşılır olmaktadır. ÜRÜN-
TKP ( Toplumcu Kurtuluş Partisi) yönetimi, vaazları ile bunu çok net
olarak göstermektedir.
Hele şu "12 Eylül'ü yargılamak, onun karanlığında boy vermiş olan
gerici, faşist çevrelerin işi değildir." Yollu vaazları, tam bir
acemi demagog ürünüdür. Bu kadar sinsi ama bir o kadar da acemice
çarpıtma olamaz.
Peki, neyi örtüyorlar, neyi öne çıkarıyorlar? İrdeleyelim.
"12 Eylülün karanlığında boy vermiş, gerici faşist çevreler"den söz
ederek, hem yargılama tiyatrosu ile12 Eylülün yargılandığı algısını
yaratmaya çalışmak ve hem de bu işi onlara bırakmayalım diyerek, sol/
sosyalist çevrelere "mihmandarlık" gösterisi yapmak, böylece de
ayaklarının tozuyla kavgaya tutuştukları TKP den daha çok liderliğe
aday olduklarını kanıtlamaya çalışmak, oldukça kurnazca ama rejim
tarihin gerisine götürülürken, buna uyum sağlamaya çalışanların da
bundan payını almaları gayet normal, dolayısıyla kurnazlıklarının
"köylü kurnazlığı" mertebesinde olduğunu görmek de normal. Geçmişin
tarikat sosyalistlerini hatırlattıkları çok belli olmaktadır.
ÜRÜN-TKP ( Toplumcu Kurtuluş Partisi), burada durmuyor, "12 Eylül
rejiminden nemalananlar, 12 Eylül'ü gerçek anlamda yargılayamazlar. 12
Eylül rejiminin yeni efendileri olarak emperyalizmin ve işbirlikçi
oligarşinin sömürü ve zulmünü devam ettirenler, 12 Eylül'ün bütün
kurumlarını sürdürenler, daha düne kadar Kenan Evren'i köşklerde
ağırlayanlar, ona 'paşam' diye hitap edenler, ... 12 Eylül'ü
yargılayamazlar." Diyor.
Ama şunu diyemiyor, 12 Eylül'ü, aynı12 Eylül'ün yerleştirdiği 12 Eylül
rejimini sürdüren ve daha katmerleştirerek yerleştirenler yargılamaz,
yargılayamaz. Ve zaten yargılanan, 12 Eylül değildir, hatta ortada bir
yargılama bile yoktur, iki ihtiyar generalin avukatının ifadesiyle, bu
yargılama "yok hükmündedir".
Bu yargılama tiyatrosu ile cezai ehliyetleri bile olmayan, neredeyse
çişini bile tutamayacak kadar ihtiyarlamış darbecilerin, tam da ÜRÜN-
TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin dediği gibi, daha düne kadar en
yüksek seviyede ağırlanan Kenan Evren'in ve beraberindekinin, "affedin
paşam! Her şey 12 Eylül rejiminin selameti için, her şey bıraktığınız
yerden devam edenleri tamamlamak için" denilerek oynanan yargılama
tiyatrosunda son bir rol daha almaları istenmektedir, hepsi bu.
Sonrası ki, şimdiden sinyalleri verilmeye başlandı, "12 Eylül'ü de
yargıladık, artık anayasasından tümüyle kurtulmalıyız." " Haydi,
halkımız, yeni İslami-Osmanik-faşist 12 Eylül rejiminin selameti için,
el ele, kol kola, halaylar eşliğinde, Amerikan emperyalizminin ve
işbirlikçileri, bir ayağı ile Nevruz ateşinden atlayan, öteki ayağı
ile besmele çekerek şıhların ayağını öpen plütokratların sömürüsünü ve
zulmünü daha da pekiştirmek için, şükür duaları eşliğinde, 'ileri
demokrasi' ayinine" fermanları okuyan, tellallar, günün her saatinde
ve her fırsatta kulaklarımızı tırmalamaktadırlar.
Ya, "..., 4+4+4 gibi gerici, kapitalist eğitim programlarını uygulamaya
sokanlar" a ne buyrulur? Bunlar, 12 Eylül'ü yargılayamazlarmış.
Kim bunlar? Hükümet edenler, BOP eşbaşkanlığını yürütenler, eski
rejimi yıktıklarını, yeni rejime ramak kaldığını müjdeleyenler,
darbeyi, darbecileri yargılamak için ÖYM leri ve özel zindanları inşa
edenler, istediklerini bu mahkemelerde yargılanmaktan vareste
tutanlar, Suriye için savaş tamtamları çaldıranlar, NATO emrine
Afganistan'da düzeni sağlamak için, ünlü CIA şeflerinin ifadesiyle, en
ucuz askeri gücü verenlerdir (ki verdikleri etten kemiktendir ve
"Rambo" yeteneğinde değildir, keza bir helikopter faciası ölümlerini
getirebilmektedir).
Ve bu yargılama tiyatrosunda müdahil olacaklarını ilan etmişlerdir.
Böylece ekip tamamlanıyor, dünün ve dünden kalan ne kadar komünizmle
mücadele dinamiği ve buna solun içinden su taşıyan aktörleri varsa
hepsi, dolayısıyla kimi "hoş geldiniz paşalar", kimisi, "siz merak
buyurmayın paşalar" ve bir diğeri, "bu kadar yetmez daha çok
başımızda kalın paşalar" diyerek bir "demokrasi" ayininden, başka
"demokrasi" ayinine koşan, sanat festivalleri ile edebiyat şölenleri
ile 12 Eylül paşalarının medarı iftiharı olmak için bir adım öne
çıkacakları belirleyen, çift inançlı stepneler dâhil, bütün
dinamikler, bu traji-komik yargılama tiyatrosunda kendine uygun rolü
ile yerini almış oluyor.
Bence ÜRÜN-TKP ( Toplumsal Kurtuluş Partisi)ciler, bu ifadeleri ile bu
toprakların ihtiyacı olan komünist partisine açlık içinde olanlar
dâhil, olan biteni edilgen bir şekilde izleyen emekçi halkımızın bile
zekâsına hakaret etme cüreti içindedirler ama kimseyi
kandıramadıklarının farkında oldukları da ortadadır.
Bu doğrudur ama ayrıdır. Benim asıl üzerinde durmak istediğim, bu
ifadeye içerilen köylü kurnazlığıdır.
Demek 4x4x4 "gerici-kapitalist" eğitim programı oluyor. Ne güzel,
bunda İslamik-Osmanik bir renk görmüyorlar. ÜRÜN-TKP( Toplumcu
Kurtuluş Partisi)nin, İslamik-Osmanik rengin üzerinden atlaması
tesadüf değil. Daha dün AKSİYON'a "hazırız hoca efendi" yollu mülakat
verenler, elbette bu programı da "gerici-kapitalist" renk ile
tanımlayarak, yeni rejimin doludizgin İslamik- Osmanik renk aldığının
üzerini örtmekte tereddüt etmeyeceklerdir.
Öyle ya! "12 Eylülün Yargılanması"nın bile önünü açan, bütün
darbecileri ve işbirlikçilerini, teşebbüs aşamasında ve hem de tamamen
tarafsız kalarak, zindana atan, Kemalizm'le, 27 Mayısla bile
hesaplaşan, 27 Mayıs ile kazanılanlardan kalanların "ileri demokrasi"
adına kökünü kazıyan, yerine İmam Hatip okulları için ve İmamların
politika yapmaları için "en demokratik" haklar getiren; kızlarımızın
kuran okuma özgürlüğünü erken yaşa alarak ilelebet garantileyen,
kapanma özgürlüklerini garanti altına alan, aydınlanmacı despotluğu
geldiğine geleceğine pişman eden, rasyonalizmin adını bile unutturan,
Hilafetin kaldırılmasının, Lozan'ın rövanşını alan, kurtuluş savaşının
emperyalistlere teslim edilmesini sağlayan, Osmanlı hanedanının
aklanmasını sağlayan, Saidi Nursi sempozyumları ile gericilikte sınır
tanımayacaklarını ilan eden bir rejimi yönetenler, elbette kendine
uygun "komünist" renk taşıyan dinamikleri de tespit ve tasnif yoluna
gideceklerdir.
Halil Berktay'ların, Belgelerin ve aynı familyadan bütün sahte sol
gömlekli aktörlerin, sosyalizme dinsel renk katmaya çalışmaları boşuna
değildir. Nabi Yağcılar'ın ise, çok önceden, ZAMAN üzerinden "biz
hazırız hoca efendi" selamı verdiklerini hepimiz biliyoruz. Garaudy
bile bunların yanında zemzem suyu ile yıkanmıştır demek yerindedir,
diyorum.
ÜRÜN-TKP(Toplumcu Kurtuluş Partisi) ciler, epey beklediler, ama erken
telaş ettiler ve onlar da sıraya girerek,"biz de hazırız hoca efendi"
demektedirler. Her taraflarından çift inançlılık akmaktadır.
Görüyoruz.
Görmeyenlere gösteriyoruz.
Ancak oyun devam ediyor, bu sevinci, 4x4x4 sevincini, kolay
yedirmeyecekleri görülüyor. Sevinç sevinçtir, henüz orta yerde duruyor
ve oyunda bir taş oluyor. Bu sevincin nemalarını kime yedirecekler
göreceğiz.
ÜRÜN-TKP ( Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin, " O yüzden, 12 Eylül
davasını AKP'nin insafına bırakmamak, mahkemeyi kendi oyun sahasına
çevirmesine izin vermemek gerekir," yollu Vaazından, oynanan yargılama
tiyatrosunun farkında olduğunu gizlemediğini de anlıyoruz.
Ancak, bu tiyatronun, daha o zamandan ağlama ayinleri ile ortaya konan
tiyatroların icracısı olan AKP nin referandumunun ürünü olduğunu ve
AKP nin insafı ile bir ilgisi olmadığını, aksine insafsızlıkta sınır
tanınmadığının göstergesi olduğunu ve 12 Eylül yargılaması olmadığını,
bu yönden en ufak bir mantıksal işaretin bile olmadığını gizlemeye
çalıştıklarını da net olarak görüyoruz.
Ve elbette ve de ne acıdır ki, birçok insanın, safça ama bir ihtiyaca
duyduğu susuzluğun yarattığı fetişe esir düşerek göremedikleri,
komünist renk taşıdığına inandıkları "ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş
partisi)nin, asıl gizlediği, bu şartlarda,12 Eylül ile12 Eylül rejimi
ile hesaplaşmanın ve sonucunda mahkûm etmenin, ancak ve ancak bir
toplumsal devrimle mümkün olacağı gerçeğidir.
Daha önce de ifade ettim, tekrarında yarar görüyorum;
Demek ki, Evren'in yargılanması yeni 12 Eylül dinci-feodal-faşist
rejiminin konuşlanmasının tamamlanmasına yönelik bütün kapıları açacak
tuzaklardan sadece birisidir ve tarihi bir acıklı-güldürüdür diye
düşünmek yerindedir.
Ancak, hâlâ Baböf'te olduğumuz fark edilmeden ve 1793 anayasasını
yücelterek, onu halkın elinden almak isteyenleri suçlayan ve "Halk
ezilince, başkaldırmaya hak kazanır " diyen Baböf hatırlanmadan,
dahası, halk bir yana, toplumun en akıllı geçinen insanları olarak bu
haktan bihaber olunurken, düşünmek fiilinin mazide kaldığını düşünmek
de yerindedir.
En çok da, en düşünceli sanılanların bu acıklı güldürüye kuyruk
olduğunu görmek tuhaf olsa gerek.
Bir tarafta Baböf'ü yargılayan bir tiyatral sahne, diğer tarafta
Baböf'leri yargılayanları yargılayan bir tiyatral sahne, ikisinin de
yönetmeni aynı, ortada ve oyuna katılan "Kahrolsun Baböf'ler,
yargılansın Baböfleri yargılayanlar!" diye ayin yapan çokbilmiş
sahtekârlar.
Bu bilmecenin içinden çıkamayanlara aydın denir mi, akıl taşıyor denir
mi, solcu denir mi, ya sosyalist, sosyalist denir mi, hele komünist, o
da denir mi?
Denmez! Komünistsiz "komünist parti"lerinin, "komünist" etiketli
aktörleri, denmez ama bilmelisiniz ki, o hakka ve güce sahip olduğunu
görmemesi için bin dereden su getiren sizin gibi sahtekârlara rağmen,
halk bu hakka sahip olduğunun ve yeri geldiğinde, özellikle de sizin
gibi sahtekârların attığı sis bombalarının etkisi dağıldığında, bu
hakkı hakkıyla kullanacaklarının bilinciyle büyütüyorlar,
yüreklerindeki öfkeyi.
Bu sahte sol gömlekli aktörlerin kuyruğunda kendinden geçenler, ya
siz! Bu öfkeden size de pay olduğunu biliyor musunuz? Biraz tarih
bilginiz varsa bildiğinizi umuyorum ancak bildiklerinizi de, düşünmeyi
de unutmuş bir halde olduğunuzu görüyor ve üzülüyorum.
Böylece ekleyip hatırlatmış oluyorum ki, oynanan bu acıklı-güldürüye,
önünde renkli bayraklar sallayarak konu mankeni olmanın,
komünistlikle, solculukla, devrimcilikle ilgisi yoktur. Amerikan
emperyalizmine, tekellere,12 Eylül rejimine karşı toplumsal muhalefeti
harekete geçirmesi de mümkün değildir. Aksine,12 Eylül faşist rejimin
yeni versiyonunun konuşlanmasını tamamlamasına yardım etmek üzere, bu
tiyatral yargılamada, en hafifinden figüran olmaktır ama asıl olarak,
bir taraftan bu yargılamanın bir oyun olduğunu söyleyip, diğer
taraftan bu oyunun kapısında bayrak sallamak, bilinçli bir şekilde bu
oyunu desteklemek demektir, bu oyuna sol renk vermek demektir.
Dolayısıyla, toplumsal muhalefeti hareketlendirmeye değil, toplumsal
muhalefeti, bu oyunu kuranların kuyruğuna takmaya, yani Osmanik-
İslamik-faşist ortaçağ düzenine geçişin son çivisini çakmada veya
çıkartmada, 12 Eylül rejimini layıkıyla sürdürenlere ve Amerikan
emperyalizminin bölgedeki emellerini gerçekleştirmesinde koltuk
değneği olmaya yarar.
Bunun aksini, hangi cümlelerle ve gerekçelerle kanıtlamaya
çalışırsanız çalışın, tarihin sayfalarına mahkûm edilerek
kaydedilen, eninde sonunda burjuvaziye hizmet etmiş olanların
suretinde kalmaktan kurtulamayacaksınız. Gerçek suretiniz budur demek
istiyorum.
Bu II. Enternasyonal zihniyetinin hortlatılmasından başka bir şey
değildir. Örnek olsun, gerekçeleriniz ve vaazlarınız, tıpkı, genel
grevden kaçmak için, "eğer genel grev başlatacak güçte isek, devrim de
yapabiliriz; eğer o kadar güçlüysek, genel greve gereksinimiz kalmaz;
yok o kadar güçlü değilsek, genel grev başlatamayacağımız için bunu
konuşmak bile saçmalıktır" diyerek saçmalayan II. Enternasyonalci
Alman partisinin liderinin vaazı gibidir. Haliyle, bu günkü
koşullarda vaazlarınız çok geridir. Mantıktan da uzaktır. Kimseyi
kandıramıyor.
İsim üzerinden fırtına koparmanız ise, tam bir acz içinde olduğunuzun
göstergesidir.
Fikret Uzun
10 Nisan 2012