ONBEŞLERİ ANARKEN EN ÖNEMLİ SORU: BURJUVA DEMOKRASİSİ Mİ SOSYALİST İKTİDAR MI?

9 views
Skip to first unread message

f.u.

unread,
Feb 2, 2012, 3:06:27 AM2/2/12
to FiKRET UZUN YAZILARI
ONBEŞLERİ ANARKEN EN ÖNEMLİ SORU: BURJUVA DEMOKRASİSİ Mİ SOSYALİST
İKTİDAR MI?
1920nin,10-16 Eylül tarihleri arasında Bakü'de toplanan TKF Birinci
( kuruluş) kongresinde, 7 kişilik merkezi heyet üyeliğine seçilen ve
daha sonra bu kurulun başkanlığına getirilen Mustafa Suphi, 04-Ağustos
1882 yılında Giresun'da doğmuş, dönemin koşullarına uygun olarak
milliyetçi görüşleri paylaşan ve sonuna kadar da öyle kalan bir Türk
aydınıydı.
İstanbul hukuk mektebinin ardından, Paris'teki, L'Ecole Libre des
Science Politiques'i bitirmiş, ikinci meşrutiyet döneminde İstanbul'da
Tanin, Servet-i Fünun, Hak ve İfham da gazetecilik ve İstanbul
İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinin dolayısıyla Marmara
üniversitesinin atası olan Ticaret Mekteb-i Âlisi'nde ve
Darülmuallimin-i Aliye, yani Yüksek Öğretmen Okulu'nda ve Galatasaray
Mekteb-i Sultanisi'nde hukuk ve iktisat öğretmenliği yapmış, ayrıca
sosyoloji ile de ilgilenmiş, telif, tercüme birtakım kitaplar
yayımlamıştır.
Mustafa Suphi, İttihat ve Terakki iktidarına karşı özgürlükçü
muhalefet içinde yer aldığı için, bu parti hükümeti tarafından 1913
yazında Sinop'a sürgün edilmiştir. Ertesi yıl buradan Çarlık
Rusya'sına kaçarak, siyasal sığınma hakkı istemiştir. Ancak birinci
savaş patlak verince, düşman devletin uyruğunda olduğu için, Rus
yetkililerce Kaluga'ya sürülmüştür. Suphi savaş yıllarında
Bolşeviklerle tanışarak onların fikirlerini benimsemiş ve bir yandan
Rusya Türk ve Tatarları, bir yandan da esir düşmüş Osmanlı askerleri
arasında siyasal çalışmalar yapmıştır.
Mustafa Suphi deyince, onun daha 1918 Nisan'ında Moskova'da Merkez
Müslüman Sosyalistler Komitesinin Türkçe Naşir-i Efkârı olarak
yayımlamaya başladığı ve son sayısının basıldığı 17 Şubat 1921 e yani
Mustafa Suphilerin öldürülmesinden 3 hafta sonrasına kadar
yayımlanmaya devam ettiği Yeni Dünya'nın hatırlanmaması olmaz.
Yeni Dünya'nın son sekiz sayısı " TKF Merkezi Heyeti'nin fikirlerini
neşreder " alt başlığı ile yayımlanmıştır. 17 Şubat 1921 tarihli son
sayısında, Mustafa Suphilerin öldürülmesi ile ilgili hiçbir haber
yoktur. Bundan sonra da Yeni Dünya hiç çıkmamıştır.
TKF Merkez Komitesinin toplu ölüm haberi Bakü'ye ulaşınca, Rusya
Komünist Partisi ve Komintern onayıyla beş kişilik bir TKP teşkilat
bürosu oluşturulmuş ve onların seçtiği iki delege,1921 Temmuzunda
toplanan Komintern'in üçüncü kongresinde Türkiye'yi temsil
etmişlerdir. Bundan sonra Sovyet topraklarındaki TKP örgütü resmen
dağıtılmıştır.
Bu arada Türkiye'den Batu'ma geçen Nazım Hikmet ile Vala Nurettin,
Bakü'de bulunan Şevket Süreyya Aydemir ve Ahmet Cevat Emre ile
birleşmiş ve TKP li olmuşlar, daha sonra KUTV da okumak üzere
Moskova'ya gitmişlerdir.
Yeni Dünya'nın daha sonra tekrar yayımlanma tarihi, 1920
Kânunuevvel(Aralık) 1nci günüdür. Bakü'de yayımlanan bu Yeni Dünya'nın
Alt başlığında," Türkçe Komünist gazetesidir" yazmaktadır.
Başlığın yanındaki, iki cümle, "Burjuva hükümetlerinin terk-i teslihat
( silahları terk etme) teşebbüsleri fare eti yememek için yemin eden
kedilerin haline benzer." Ve "Kapitalist devletler, müstemleke
(sömürge) haline koymak istedikleri memleketlere güler yüz
gösterirler, kurbanlık koyunu süsleyip okşadıkları gibi." Demektedir.
"Birleşiniz Bütün Dünya İşçileri! Yaşasın Mazlum Şarkın Azadlığı!"
başlıklı ve "TKF Merkezi heyetinin fikirlerini neşreder ve haftada iki
kez çıkar" alt başlıklı Yeni Dünya'nın, 18 Kânunuevvel 1920 tarihli
65/17 sayısında, "BÜYÜK MİLLET MECLİSİ HÜKÜMETİ ve KOMÜNİST FIRKASI"
başlıklı ve Mustafa Suphi imzalı bir yazı yayınlanır.
Yazı "TKF Merkez Heyeti, memleketimizi yeni bir devr-i faaliyet ve
harekete sokan Anadolu Hükümetine karşı takip edeceği siyaseti, bu
günkü nüshamızda 6 maddelik bir layiha ile ortaya koyarak, fikirleri
tamamen ışıklandırmış ve her türlü yanlış anlamalara nihayet vermiş
oluyor" şeklindeki giriş bölümü ile birlikte şöyledir.
M. Suphi, 18 Aralık 1920 tarihini kastederek, "şimdiye kadar
Anadolu'da ara sıra komünizmden bahsederek, yeryüzünü birden her türlü
melanetten temizlemekle alakadar olduklarını söyleyerek, elbette ki
yüksek ve insani düşüncelerle ama abartılı olarak söz eden bazı
kişilerin bu beyanatlarının, bazı hükümet çevrelerinde, TKF' (TKP)
nin, Küçük Asya'da (Anadolu anlamında da kullanılmaktadır, ama M.
Suphi'nin, Türkiye anlamında kullandığını sanıyorum) sosyal devrimi
gerçekleştirecek şartların olduğu yönünde hareket ettiği gibi bir
fikre kapıldıklarını, ama bunun yanlış olduğunu" belirtmekte;
"diğer yandan, Anadolu'da ayaklanma başladıktan sonra TBMM içindeki
eski politikacılar tarafından meydana getirilen yeni parti ve
grupların, özel mülkiyet meselesinde bile duraksamaksızın, sola doğru
her adımda bir kaç menzil uzaklaşmaları, Komünistlerden bazı
yoldaşların, "yine mi suni ve yalancı hareketlerle karşı karşıya
kalıyoruz" kuşkusu uyandırmıştı. Biz ise, bu yanlış düşünce ve kötü
anlayışların yeri olmadığını, Küçük Asya'da başlayan hareketlerin ise
bize tabii olduklarını iddia ediyoruz" demektedir.
M. Suphi devam ederek, "Rusya'da başlayıp, Amerika ve Avrupa'nın
içlerine kadar ilerleyen devrimin, Küçük Asya'yı da tesiri altına
almaması beklenemez. TBMM nin esas teşkilatı olan, Halkçı ve halk
zümrelerinin partisi de, Bolşevik devrimin rüzgârı içinde doğmuş bir
takım hücrelerdedir. Anadolu'daki ayaklanmadaki nitelik farkı, bir
ulusal hareket, bir halk hareketi olarak gerçekleşmiş olmasıdır."
diyor ve "esaslarının TKP nin bildirgesinin 4. Maddesinde açıklandığı
üzere, "bu durumun, Türkiye'nin şartlarına münhasır olduğunu ekliyor.
M. Suphi, daha sonraki ifadelerinde,"bu duruma göre, TKP nin, Anadolu
hareketine karşı tutumu kendiliğinden ortaya çıkar; TKP, sosyal
devrimi anlayan ve ona yürekten bağlı işçi ve köylünün bir siyasi
örgütüdür. Memlekette ezilenler ve işçiler, fakirler ve işsizler
çoğunluk olsalar da, sanayinin geri olması itibarı ile amelenin
proleter örgütüne sahip ve etrafında toplanmış olmamaları,
komünistlerin azınlıkta kalmalarına neden olmaktadır. Ve yine bu
itibarla TKP mevcut durumda, devrimi yapacak ve iktidarı alacak büyük
bir hükümet partisi biçiminde ve niteliğinde ortaya atılamaz." diyor.
"Buna karşın, yani memleket içinde azınlığı temsil eden bir örgüt
olmasına rağmen, Komintern'in bir üyesi olarak, uluslararası komünist
hareketinin bir müfrezesi" olarak kabul edildiğini" ve "bu nedenle
misyonunun hem büyük, hem de evrensel olduğunu" vurgulamaktadır.
( Komintern, M.Suphi'nin TKP sini alırken, Mustafa Kemal'in kurdurduğu
Komünist fırkayı üyeliğe kabul etmiyor)
M. Suphi, Komintern'in, işçi sınıfının ve örgütünün zayıf olduğu
ülkelerle ve Türkiye ile ilgili yaklaşımına dikkat çekerek, "TKP nin
misyonundaki hassasiyetin ve önemin takdir edilmesi gerektiğine" vurgu
yaparak, "Sosyal devrimin Türkiye'den beklediği hareketin, ezilenlerin
zalimlere karşı ayaklanması" olduğunu ifade eder. Ve "bunu idrak eden
zavallı bir Türkiye ile ve de fakir millet ile karşı karşıya
olunduğuna" dikkat çeker. Buradan da, "Demek ki" diye başlayarak,
"sosyal devrim karşısında TKP ye düşen görevin, "yağmacı emperyalizmin
bütün baskılarına rağmen ayaklanıp varlıklarını kanıtlayan Anadolu
isyancılarına ve onları temsil eden TBMM Hükümetine destek olmak ve
Anadolu'daki bu hareketi, Şarkın diğer ezilen uygar ulus ve
hükümetlerine uygulanacak bir model olarak göstermek şeklinde
özetlenebileceğini" söyler.
M. Suphi, "Bundan başka, TKP nin halka karşı birçok borcu ve
mecburiyetleri olduğunu; TKP nin kendi örgütü içinde işçi ve köylü
halkın vicdanını terbiyeye, Küçük Asya'nın karanlık sokaklarında bile
türlü mahrumiyetlerle dolaşan mazlum işçi ve köylülerimizi işçi ve
köylüleri örgütlü ve bilinçli bir sınıf olarak diğer ülkelerin
proleterlerinin meclisine tanıtmaları gerektiğini" söyledikten sonra:
"Aydın ve devrimci gençlerimiz, beyaz yakalı Frenk gömleklerini ve
parlak kılıçlarını omuzlarından atarak, eli nasırlı mazlum halkımızın
arasına girerler ve Komünist Fırkası saflarında bütün hayatlarını ve
varlıklarını çaresiz, talihsiz işçi ve köylülerimizin açlık, karanlık
ve kulluktan kurtulmaları yolunda feda ederlerse, halkımız, gerçek ve
sosyal devrime doğru yükselecek, memleket, yağmacı emperyalistlerin ve
işbirlikçilerinin elinden tamamen kurtulma iktidarını gösterecek ve
böylece Komünistler şarkta büyük bir işçi örgütünün temsilcisi
sıfatıyla uluslar arası devrimciler arasında saygın bir yer tutmaya
hak kazanacaklardır. " diyerek açıklamalarını bitiriyor.
Bitirirken de, "Burada açıklamalarımıza son veriyoruz " dedikten
sonra; "YUKARDA GÖSTERDİĞİMİZ ESASLARA AYKIRI OLARAK BÜYÜK TEŞEBBÜSLER
PEŞİNDE HEGEMONYAL İŞLER GÖRMEK VE HAZIRA KONMAK İSTEYEN HERHANGİ BİR
KOMÜNİST, MENSUP OLDUĞU ÖRGÜTÜN (TKP NİN) TAKİP ETTİĞİ YOLDAN ÇIKAN VE
DOLAYISIYLA FIRKAYA (TKP YE) İTAAT ETMEYEN BİR DERBEDERDİR" ifadesini
ekliyor.
Mustafa Suphi'nin mücadeleli yaşamı ve kavga arkadaşları ile birlikte
Karadeniz'de katledilmesi, Türkiye tarihinin en karanlık bırakılmış
sayfalarıdır.
Bu karanlığa ışık tutan ilk belgesel eserin,1923 yılında, M. Suphi'nin
hayatta kalan yoldaşları tarafından yazılarak Moskova'da,
BÜTÜN DÜNYA İŞÇİLERİ BİRLEŞİNİZ
28-29 KÂNUNUSANİ 1921
KARADENİZ KIYILARINDA PARÇALANAN MUSTAFA SUPHİ VE YOLDAŞLARININ İKİNCİ
YILDÖNÜMLERİ
Adı altında yayınlanmıştır.
Bu kitabın, Moskova'da Lenin kütüphanesinde kayıtlı olduğu
bilinmektedir. TKP nin tarihi ile ilgilenen TUSTAV ın, bu kitabı, bu
günlerde Lenin'in mozolesinden çıkartılıp toprağa defnedilmesinin
tartışıldığı Moskova'daki kütüphaneden temin edip etmediğini ya da bu
çerçevede bir broşür hazırlayıp hazırlamadığını bilmiyorum ama bu
kitap 1974-1975 yıllarında İnfo - Türk ajansı tarafından orijinaline
sadık kalınarak fakat muhtemelen eksik olarak Belçika'da
yayınlamıştır.

Kitabın Mustafa Suphi'yi tanıtan bölümü, "Mustafa Suphi yoldaşın ölümü
şüphesiz İnkılâp namına çok acıklı bir ziya'dır. Fakat geride kalan
Türk komünistlerine inkılâba giden yolları pekiyi göstermiştir. Bizler
onun ölümü karşısında fütur değil, cesaret ve iman duyar, açtığı
yoldan gideriz." Diyerek bitirilmektedir.

Kitaba yazı kurulunun yazdığı önsözde ise, "Mustafa Suphi ismi sana
son nefeslerini tam bir komünist gibi veren 15 ölüyü hatırlatsın. Ve
her senenin 28-29 Kânunusani'sinde bu kitabı yoldaşlarınla birlikte
oku" denmektedir.

28-29 Kânunusani (Ocak) Mustafa Suphi ve arkadaşlarının yani 15LERİN,
15 yiğit komünistin Karadeniz'de katledilmesinin tarihidir. Bu
katliamın nedenlerini, İttihat ve Terakki'den yetişmiş kadrolarla ve
İttihat Terakki'nin devamı olarak, yeni cumhuriyete kapitalizmi
yerleştirmek için geliştirdiği sınıflar üstü politikasının gereği,
Anadolu'da yükselebilecek bir komünist ve işçi sınıfı hareketinin
önünü kalıcı olarak tıkamak ve yerleştireceği kapitalizm için
mücadelesine bütün sınıfları katabilmek için çalışan Mustafa Kemal'in
sınıfsal bakışı içersinde aramak gerekmektedir.

Türkiye sosyalistlerinin, bu katliamın nedenlerine yaklaşımı, biraz da
Kemal Tahir'in anlatımı ile şekillenmiştir. Mustafa Suphilerin
öldürtülmesini, Lenin'in ve Stalin'in isteğine ve onları tehlike
olarak görmelerine bağlayarak yazan ilk Kemal Tahir'dir. Kemal
Tahir'in, Mustafa Kemal'e, Kemalist cumhuriyete yaptığı güzellemesinin
içinde yer alan bu yaklaşıma, sosyalistler (hepsi değil elbet) çok
çabuk kanmış ve Türkiye'de yükseltilen, anti-Sovyetizmin argümanı
olarak kullanılmasında, anti-Sovyetizmden uzak olsalar da, sessiz
kalmışlardır.

Kemal Tahir, Mustafa Suphileri öldürtmek isteyenin Lenin ve Stalin
olduğunu söylerken, Mustafa Kemal hayranlığına devam etmekteydi.
Yaptığı başka bir şey de, Mustafa Kemal'in İttihat ve Terakki ile
ihtilaf halinde olduğunu göstermesiydi. Bu yanılgı Mustafa Suphi'nin
de yanılgısıydı. Bu yanılgı ile Mustafa Kemal'in kurdurduğu resmi
Komünist Fırkasını İttihatçıların bir oyunu saydı. Mustafa Kemal'in
ciddi bir şekilde komünizmi önleme çabası içinde olduğunu göremedi. Ve
Anadolu'daki komünistleri ve Komünist partisini toplayarak, Mustafa
Kemal'in yardımına koşmak için, Sovyet Rusya'daki komünistlerin
uyarılarına rağmen, Anadolu'ya hareket etti.

Mustafa Suphi'nin İttihat ve Terakki ile daha Bakü'de TKP kurulurken,
ihtilaf vardı ve aynı ihtilafı Mustafa Kemal'de de gördüğü için doğal
olarak Mustafa Kemal ile bir ittifak yaklaşımı kolaylaşıyordu. Bu da,
Mustafa Suphilerin boğdurulmasının sorumluluğunu Mustafa Kemal'den
alıp, Lenin'e ve Stalin'e yüklemeyi kolaylaştırıyordu. Bunlar Kemal
Tahir'de rastlanan yaklaşımlardır. Aynı Kemal Tahir, aynı mantıkla,
Galiyef'in de Lenin ve Stalin tarafından icabına bakıldığını
söylemektedir. Yani Galiyef "Asya tipi üretim Biçimi"ni Marks'tan
keşfedip, Lenin'e söyleyen kişidir ve öyleyse yükselmesi tehlikelidir.
Ne tesadüf ki, Mustafa Suphi de, Sultan Galiyef'in sekreteridir. Kemal
Tahir'in Sherlok Holmeslik yaparak ortaya çıkardığı sonuç budur.

Mustafa Kemal, son derece sınıfsal hareket ediyordu ve İttihat Terakki
ile arasında sınıfsal bir çelişki bulunmuyordu, aksine, yönetim
hamleleri, İttihat Terakkinin devamı gibiydi. Burjuva hareketinin
yükselmesi için çabalarken, işçi sınıfı ve emekçileri kontrol altına
almaya çalışıyor, siyasal olarak örgütlenmelerini hep önlemeye
çalışıyordu. Resmi Komünist Fırkasını bu nedenle kuruyor, silah
arkadaşlarına yazdığı mektuplarda, "komünizm gelecekse onu da biz
getiririz" diye yazıyordu.

Mustafa Kemal, daha en baştan Komünizme karşı sinsi bir mücadele
içindedir. Ve Kemal Tahir'in yansıttığı ve Mustafa Suphi'nin de
inandığı gibi, İttihat Terakki ile bir çelişkisi yoktur. Daha doğrusu
çelişki sınıfsal değildir. Ve Mustafa Suphi, bu çelişkiyi abartıyor ve
bu abartı içinde Suphi'ler Mustafa Kemal'e emperyalizme karşı
mücadelesinde yardıma geliyor ama Mustafa Suphiler Karadeniz'de
boğduruluyor.
Türkiye Cumhuriyet'i, İttihat ve Terakki'nin iyi yetişmiş kadroları
ile kapitalizmi yerleştirmek ve geliştirmek üzere kuruluyor.
Türkiye'deki siyasal örgütlenmelerin en başında İttihat Terakki
geliyor, ikincisi demokrat partidir ve üçüncü önemli siyasal hareket
ise, TKP nin eteklerinden doğan (Ertuğrul Kürkçü de "biz TKP nin
eteklerinden doğduk diyor - bakınız- Ürün Dergisi -2008 -15LERİ anma
toplantısı) TİP dir.

Aslında genellersek, bu siyasal hareket TİP-TKP-TSİP hareketidir ve
hiçbir zaman Sosyalizmi kurmak için değil, demokrasiyi kurmak için
çabalayan bir hareket olarak ömürlerini tamamlamışlardır.
Tamamlandırılmışlardır desek belki daha yerinde olacaktır.
TİP-TKP-TSİP, demokrat yöntemlerle demokrasinin kurulamayacağını hiç
görememişlerdir.
Sovyet tarihi gösteriyor ki, sosyalistlerin en çok savaştıkları,
sosyalizmin kurulmasına en çok karşı çıkan demokratlardır. Ve tarihin
bu sayfalarından dökülenlerle bu gün, Türkiye'nin dünya ile beraber
içine girdiği nesnel ve öznel koşullarda, sosyalizmin kaçınılmaz
olduğu görülüyor ama başka bir şey daha görülüyor, o da; bunu
göremeyenlerin, daha doğru ifadeyle bu kaçınılmazlığı fi tarihine
öteleyenlerin, sosyalist iktidar perspektifinden yoksun devrimci
demokratlara demokrasi hırsı vermeye çalışarak, Mustafa Kemal'in
sınıflar üstü burjuva demokrasisi için, yani "her sınıf için
demokrasi" için, demokrasi mücadelesinde takılı kalmış olduklarıdır.

Onbeşler'in anısını yüreğinde sınıf kini ile yaşatan ve bu deneyimden
ve devamındaki hareketin deneyiminden dersler çıkartanlar, elbette
sosyalizmi kurmak için, sosyalist iktidar yürüyüşünü başlatacaklardır
ve 15leri unutmamanın, unutturmamanın ancak bu yürüyüşle anlam
bulabileceğini, bu yürüyüşle mümkün kılınabileceğini bilmektedirler.

Şimdi AKP nin ve hükümetin başı olan Tayyip Erdoğan bile, Türkiye'nin
rejiminin "ileri demokrasi" olduğunu söylemekte ve bunun anlamını
biliyorsa, muhtemelen emekçi halkla, aydınlarla ve elbette
sosyalistlerle, komünistlerle alay etmektedir. Bilmiyorsa "no comment"
demek yeterlidir.

Baştan beri Türkiye'de şekillenen komünist hareket, legal ya da
illegal yanlarıyla, iktidar perspektifinden uzak, hep bir demokrasi
mücadelesi içinde olmuştur. ( TİP in kısa süren sosyalist mücadele
programını çıkartırsak) Programlarında yer alan en başat çizgi, ya
MDD, ya UDD veya İDD olmuştur. Örgütlenme yaklaşımları ise, bu çizgiyi
değiştirmeden, biri legaliteyi fetişleştirirken, diğeri illegaliteyi
fetişleştirmek şeklinde idi.

Şimdi, tarihin sayfalarından dökülen nesnelliğin, hem bunun
yanlışlığını göstermesine rağmen, hem de bu gün daha bir nesnellikle,
sosyalist iktidar perspektifinin görülmesi gerektiğini işaret etmesine
rağmen, demokrasi mücadelesinin fetişleştirilmesini, sosyalizmi
hedeflediğini söyleyen siyasal hareketlerin bile isimlerine demokrat-
demokratik ön ekinin konulmasını görmekteyiz.

Öyleyse şimdi bir ara sonuç yazabiliriz. O da şu; Mustafa Kemal
İttihat ve Terakki hareketinin devamıdır ve ama onu geliştirerek
başarıya ulaştırdığı için reddidir de. Ve bunu Mustafa Suphi
görememiştir. Mustafa Kemal'in sorununun İttihatçılarla değil,
Anadolu'ya yerleşmeye başlayan komünist hareketle olduğunu da
görememiştir. Ama Mustafa Kemal son derece sınıfsal bir bakışla,
burjuva bakışıyla, İttihat ve Terakki ile mücadelenin değil ama
komünist hareketle mücadelenin ertelenemeyeceğini görmüştür ve Mustafa
Suphi'lerin Karadeniz'de katledilmesi bu öngörünün eseridir.

Sonrasında ve şimdi, "komünist hareketin en doğru ideolojik, politik
ve örgütsel perspektifi bendedir" iddiasında olanlar dahi, Burjuva-
Demokratlarına Lenin'in bakışından da bihaber olarak, hâlâ burjuva
demokrasisinde takılı kalmışlardır. Kimisi salt demokrasi mücadelesi
ile kimisi salt emperyalizme karşı mücadele ile kimisi ise ikisini
birden fetişleştirerek, bu noktayı canlı tutmaya çalışmaktadır.
15LERİ anarken de, Mustafa Suphi üzerine konuşurken de, öne
çıkardıkları ve pratikteki kavramsal ismini "demokratik sosyalizm"
olarak telaffuz ederek düşündükleri, kapitalistlere de özgürlük olan,
kapitalistlerle kavga etmeden kurulacak olan yani sınıf savaşına
dayanmadan kurulacak olan ve de kapitalistlerin de katılacağı umulan
"demokratik sosyalizm" dir.
Bu tam da, emperyalistlerle entegre olmaya çabalayarak burjuvaziyi
geliştiren, kapitalizmi yerleştiren, İttihat Terakki hareketinin
devamı olan Mustafa Kemal'in sınıflar üstü kapitalist cumhuriyeti ile
uyum içindedir. Ama buna karşın, TC nin yıkılmasından ortaya çıkacak
olanın, bir burjuva cumhuriyetinin bile gerisinde olacağını görmezden
gelmektedirler.

Evet, Mustafa Suphilerin, kesintiye uğrayan komünist hareket için
mücadelesi, sosyalist iktidar perspektifi aşamasına geçemeden
Karadeniz'de boğdurulmaları ile Mustafa Kemal'in, sınıflar üstü
politikasını uygulaması ve işçi sınıfının ve emekçilerin, üstelik en
çok komünizm konuşulduğu, komünist olmanın bir prestij olduğu dönemden
başlayarak, sosyalist iktidar perspektifine doğru gelişmesinin önünü
tıkamış olması ve kapitalizmi, her sınıf ve katmanı bu mücadelesine
katarak yerleştirebilmiş olması, onun ne denli sınıfsal ve sinsi
bakmış olduğunu çok açık olarak gösterirken, sınıfsal bakıştan uzak
kalındığı andan itibaren, adı sosyalizm olarak telaffuz edilse bile,
kapitalizmin yaşaya geleceğini de göstermiştir.
Yani Mustafa Suphiler, o gün süren veya sürdürecek olduğu düşünülen
eylemlerinin önlenmesi için değil, sonrası için, sonrasında işçi
sınıfı hareketinin, sınıflar üstü burjuva politikaların peşine
takılması için, komünist hareketin en başından önünü tıkamak için ve
nihayet işte bu günler için öldürtülmüştür.
Sınıflar üstü politikalara sosyalistleri de, sosyalist düşünce imiş
gibi katmanın kalıcı dinamiğini yerleştirmek için öldürtülmüştür.
Bugünün nesnelliğinde, dünün nesnelliğinden dökülen sayfaların bu
dersi anlattığı yazılıdır. Bundan sonra yazacak olanları ise, bu dersi
yeterince anlayanlarla, anlamamakta direnenler arasındaki çatışmanın
sonucu belirleyecektir.

Mustafa Suphi'nin, Mustafa Kemal'in Anadolu'daki komünist hareketi
kontrol altına almak için kurduğu Resmi komünist partisini,
İttihatçıların Mustafa Kemal'e karşı bir hareketi sayması, Mustafa
Kemal'in Komünist harekete karşı saldırıya geçtiği tarihte, Mustafa
Kemal'in yardımına koşması ile sonuçlanmıştır.

Mustafa Kemal'in, Resmi TKP sinin genel sekreteri Hakkı Behiç'in
birlikte imzası ile Batı Cephesi Komutanlığına gönderdiği bir şifre
ile "Parti ( resmi TKP) resmen kurulmuş olup, faaliyetini tanzim
ettiğinden ve eskiden kurulmuş olan gizli Yeşil Ordu teşkilatı dahi
partiye dönüştüğünden dolayı artık Bolşevizm, Komünizm fikir ve
esasları üzerinde hiçbir cemiyet veya heyetin fotoğrafı, belge ve
vesikanamesi olmaksızın kim olursa olsun, bir kişinin faaliyette
bulunması da bırakılmayacaktır. Keyfiyeti iç işlerine
bildirilmiştir." ( *)

Ve aynı tarihlerde, Resmi TKP nin yayın organı "yeni gün"de başyazar
olan Yunus Nadi, resmi hareketin dışındaki hareketleri "tahripkâr"
ilan ediyor. " Bolşevizmi ancak Türkler getirebilir ve ancak yukardan
gelebilir." diyor.

Mustafa Suphi, bu tarihlerde, Kasım 1920 de, Mustafa Kemal'e yazdığı
mektupta, "TKF nın, TBMM Hükümetini, emperyalist devletlerle savaştığı
müddet süresince bütün gücüyle desteklemeye, savaş cephelerinde zaaf
ve dağılmaya sebep olacak her türlü aşırılıktan kaçınmaya karar
verdiği gibi, zulüm ve iğtisaba karşı mücadele hislerinin halk
sinesinde derinleşmesini sağlamak üzere Parti faaliyete geçmeye lüzum
görmüştür ki, bunun kanuni şekilde cereyan etmesi için TBMM
Hükümetince gereken müsaadenin ümit edilmektedir. TKP hakkında
mektubumuzu takdim eden yoldaş bilgi verecektir." (*)

1920 yılının koşullarında Türkiye'deki Komünizm hareketini kaba
yöntemlerle bastırmak çok zor. Çünkü Bolşevizmin prestiji çok yüksek.
Bolşevizm bir kurtarıcı olarak görülüyor. Bu nedenle bilen, bilmeyen,
inanan, inanmayan herkes komünist görünmeye çalışıyor. Bu, TKP sine
komünizmin dışından ve başka arayışlarla girmeyi kolaylaştırıyor. Bu
da TKP bünyesine zararlı mikropların girmesine olanak veriyor.

Mustafa Kemal ve arkadaşları ki, İttihat ve Terakkide yetişmişlerdir,
bu kadar yüksek bir prestij taşıyan komünist hareketi cepheden
saldırarak etkisiz hale getirmenin imkânsız olduğunu görüyor. Bu
durumda Mustafa Kemal için tek yol, Komünist Hareketi kontrol altına
almak oluyor. Ve Resmi TKP kuruluyor.

Aynı tarihlerde Sovyet Rusya'da, Mustafa Suphi'ye yakın olduğu
anlaşılan Pavloviç'in bir çalışmasında, "Türkiye'de ve genel olarak
Doğuda başlayan güçlü komünist hareketi kendi parti amaçları için
kullanmak ve iktidara sağlam bir biçimde yerleşmek isteyen İttihat ve
Terakki Partisinin eski taraftarları, tüzüğü ile birlikte Türkiye
Komünist Partisinin adını benimsemekle kalmadı, Ankara'da bir komünist
partisi genel merkez komitesi kurdu" (** ) diye belirtiyor.

Siyasal yaşamını iTTİHAT ve TERAKKİ ile mücadele ile geçirmiş olan
Mustafa Suphi de muhtemelen böyle düşünüyor ve Mustafa Kemale yazdığı
mektubundan kısa bir süre sonra Türkiye'ye hareket ediyor ve Trabzon
açıklarında arkadaşlarıyla birlikte hunharca öldürülüyor.

Mustafa Suphi'nin Türkiye'deki ve başında Mustafa kemalin olduğu
Kurtuluş hareketine yardıma gitmesinde bir terslik yok. Terslik,
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının sinsiliğinde ve M.Suphi'nin bu
sinsiliği Kemal yerine İttihat ve Terakkide aramasındadır.

Lenin, "tüm komünist partileri Burjuva-Demokrat kurtuluş hareketlerine
yardım etmelidir " diye yazıyor. Bunun anlamı şudur, komünistler,
demokratlarla işbirliği yapabilir, yapmalıdır. Ancak Lenin devam
ediyor," geri ülkelerdeki Burjuva-Demokrat kurtuluş eğilimlerine bir
komünist renk verme girişimleriyle kararlı bir biçimde mücadele etmek
zorunludur."
Lenin, Komintern'in ikinci kongresinde okuduğu tezlerinde ,"Komünist
Enternasyonal, kolonyal ve geri ülkelerde burjuva demokrasisi ile
geçici bir ittifak yapmalıdır, fakat onunla birleşmemelidir ve her
şart altında, en embriyonik halde olsa bile, proleter hareketin
bağımsızlığını korumalıdır." diyor. Ancak Lenin'in bu tezleri
özellikle geri ülkelerden gelen delegelerce vurgu açısından yumuşak
bulunuyor.

Yumuşak bulanlardan birisi M.N. Roy dur. Kolonyal ülkelerde,
birincisi, kapitalist düzen içinde siyasal bağımsızlık isteyen ulusal
burjuva demokrat hareketlerle, ikincisi, her türlü sömürüye karşı
topraksız köylünün mücadelesi arasında çok yalın bir ayırım yapan ve
ikincisini birincisine tabi kılma girişimlerine Komintern'in muhalefet
etmesi gerektiğini vurgulayan Roy, "kurtuluş hareketinin gerçek gücü,
temeli, sömürgelerde burjuva demokrat milliyetçiliğin dar çerçevesi
içine sıkıştırılamaz." diyor.

Kuşkusuz Roy'un ve aynı yaklaşımı gösteren diğer delegelerin
itirazlarında Lenin'in dedikleri ile öz olarak çelişen bir yan yoktu
fakat vurgular ve varılan sonuç farklı idi.
Lenin, bunun üzerine, Roy'un tezleri üzerinde de canlı tartışmalar
olduğunu işaret ederek, " sorun şöyle kondu" diyor ve ekliyor, "Biz
kurtuluş yolunda olan ve bunlar arasında savaştan sonra ilerlemeye
doğru belli adımlar atan geri ülkeler için, ekonomik kalkınmada
kapitalist gelişme aşamasının kaçınılmaz olduğu iddiasını doğru mu
kabul edecektik? Diye soruyor. Sonra da "Biz bu soruyu olumsuz
cevapladık. Eğer muzaffer proletarya bunlar arasında sistematik
propaganda yaparsa ve Sovyet hükümetleri ellerindeki tüm imkânlarla
bunların yardımına gelirse, bu durumda geri halkların kapitalist
kalkınma aşamasından kaçınılmaz olarak geçmesi gerektiğini varsaymak
yanlış olacaktır."

Bunların konuşulduğu tarih ile Mustafa Suphilerin Türkiye'ye hareket
ettiği tarih aynı tarih dilimindedir.

Lenin'in, Mustafa Kemal'in liderliğindeki Burjuva Demokrat ulusal
kurtuluş hareketi ile geçici bir ittifaktan yana olduğu görülüyor.
Mustafa Suphilerin de Türkiye'ye bu ittifakı sağlamak için gitmeleri
bununla uyumludur. Ancak bir sorun var, bu ittifaka, son derece
sınıfsal olarak hareket eden Mustafa Kemal sıcak bakmıyor. Nedeni
Bolşevizm'in Türkiye'deki yüksek prestijidir ve Proletaryanın bu
yüksek prestijle kurtuluş hareketinin tarafları arasında sistematik
propaganda ile daha da öne geçeceğini önceden hesap ediyor. Prestiji
cepheden saldırarak kıramayacağını görüyor ve sinsi yöntemlerle
Komünist hareketi kontrol altına almayı seçiyor. Önce içerdeki
komünistleri, Bolşevizm'e savaş açmadan, içeri attırıyor, sonra
Mustafa Suphilerin Trabzon'da katledilmeleri için her türlü şarta kapı
açıyor. Mustafa Suphi, işin bu yanını göremiyor ve Burjuva
Demokratlarla geçici ittifak için arkadaşlarıyla birlikte Türkiye'ye
geçerek, Trabzon'da acı bir sonla karşılaşıyor.

Lenin, Mustafa Kemalle komünistlerin geçici ittifakını savunurken,
Mustafa Kemalin ve diğer demokratların komünist renk çalmasına karşı
çıkıyor, Mustafa Suphi'nin TKP si Komintern'e alınırken, Resmi
Komünist Partisi Komintern'e alınmıyor.

15LERİN anmasındaki, onların unutulmamasındaki kodların bunlar
olduğuna inanıyorum. Ama Kemal Tahir'e ve onun mantığını taşıyanlara
göre böyle değil, K. Tahir şöyle diyor; "Mustafa Suphi ve arkadaşları,
Trabzon'dan Yahya Kâhya'nın bulduğu bir motora bindiler, denize
açıldıktan az sonra, Yahya Kâhya'nın adamı Faik reis, başka bir
motorla peşlerine düştü ve geriye sadece Mustafa Suphi'nin güzel Rus
karısı ile döndü. Sovyetler, böyle bir heyetin toptan katledilmesi
karşısında, Türk Dışişlerine durumu soruyor ve aldığı cevapla
yetiniyor. Rusların para yardımı yapmalarının da bu olaydan sonra
olduğunu söyleyeyim de Mustafa Suphi ve arkadaşlarının kimin emriyle
boğazlatıldığını siz kendiniz çıkarın". Evet, Kemal Tahir böyle
diyor.
"...siz kendiniz karar verin" Diyor ya Kemal Tahir, işte verilen karar
ve 15LER'den çıkarılacak ders bu oluyor, Kemal Tahir'in kafasını
taşıyanlarca.

Oysa o tarihlerde Lenin, bir taraftan Proletarya diktatörlüğünü
dünyanın siyasal durumunun merkezine koyarken, diğer taraftan Sovyet
sisteminin dünya emperyalizmine karşı zafer kazanması gerektiğini
koyuyor ve bunun için tek ülkede kurulan sosyalizmin, dünya
emperyalizminin yıkıcılığından korunmasının birinci görev olduğunu ve
bunun ulusal kurtuluş hareketlerinin başarıya ulaşmasının da tek
koşulu olduğunu söylüyor.

TKP nin ilk önderlerinin Türkiye'ye dönmelerindeki kodları da burada
aramak gerekmektedir ve elbette TKP sinin, bu politikaya bazı sapmalar
olsa da, sadık kaldığını hatırlamak gerekmektedir. Sovyet deneyimine
kan damlayan bir öfke ile yaklaşmak, bu güne taşıdığı dersleri
görmezden gelmek ve bunu 15LERi anarken gündeme getirmek, dünya
sosyalist hareketini, Sovyet sosyalizmini ve Türkiye Komünist
hareketinin gelişimini, tarihi sınırları içinde, tarihinin özgül
durumu içersinde ve gelişimi içinde ele almadan değerlendirme eğilimi
ile yüklü bir kolaycılıktır. Bu kolaycılığı model yapmak isteyenler
ise, kapitalizmden hiç bir zaman umudunu kesmemiş olan sahte sol
gömleklilerdir.

Yine bu tarihlerde Lenin'in, Komintern'in ikinci kongresinde,
"Komünist enternasyonal, kolonyal ve geri ülkelerde burjuva
demokrasisi ile geçici ittifak yapmalıdır, fakat onunla
birleşmemelidir ve her şart altında, embriyonik halde olsa bile,
proleter hareketin bağımsızlığını korumalıdır" demesinde ve "geri
ülkelerdeki burjuva -demokrat kurtuluş eğilimlerine bir komünist renk
verme girişimleri ile kararlı biçimde mücadele etmek gerektiğini"
vurgulamasında, çok açık dersler olduğu ve yukarda örneklediğim tespit
ve yaklaşımı ile uyum içinde olduğu görülmektedir.

Yani hem Kemalist cumhuriyetle ve aynı zamanda İngiltere ile dostluk
ve işbirliği anlaşmaları imzalanmasının bu perspektif ve yaklaşımla
bağlı olarak değerlendirilmesinin ve bundan Mustafa Suphilerin
katledilmesinin Lenin'e ve Stalin'e bağlanmasının tarihsel körlük
olduğunun anlaşılmasının o kadar da zor olmadığını görmek
gerekmektedir.

Sonuç olarak ve tekraren, Mustafa Suphilerin katledilmesini, tümüyle
İttihat ve Terakkinin devamı olan Mustafa Kemal'in, Anadolu'da
bağımsız bir komünist hareketin ve işçi sınıfı hareketinin
yükselmesinin önüne geçmek ve bununla bağlı olarak geliştirdiği,
sınıflar üstü politikası ile kapitalizmi yerleştirirken, bütün
sınıfları kendine tabi kılma mücadelesinin içinde aramak
gerekmektedir. Ve elbette Mustafa Suphi'nin, Mustafa Kemal'in bu
sınıfsal bakışını göremediğini görmek gerekmektedir.

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının, komünizmin en prestijli olduğu bir
zamanda sinsi bir şekilde katledilmesi, şüphesiz komünist harekete son
derece büyük bir darbe vurmuştur. Komünist hareketteki bu kesinti,
Bolşevizm'in bir kurtarıcı olarak görüldüğü, bu nedenle bilen,
bilmeyen, inanan, inanmayan herkesin komünist görünmeye çalıştığı,
bunun da TKP'ye komünizmin dışından ve başka arayışlarla girmeyi
kolaylaştırmış olması ve böylece TKP'nin bünyesine zararlı mikropların
girmesinin kolaylaşması koşulları ile bütünleşince, Türkiye'de,
sosyalist hareketin, SOSYALİST İKTİDAR perspektifinden uzak, burjuva
demokrasisini geliştirerek ve tamamlayarak sosyalizme geçme çizgisinde
takılı kalması sonucunu getirmiştir.

15LERİ anarken, en doğru ve yararlı bakış, sınıfsal bakış, komünistçe
bakış budur. Tarihsel ve doğru dersler bu bakış ile alınabilir.

O zaman Lenin, komünistlerin zaman zaman demokratlarla işbirliği
yapılabileceğini ama demokratlarla sosyalistleri karıştırmamak
gerektiğini işaret ediyordu. Buradan hareketle, Türkiye'de
komünistler, Mustafa Kemal'i destekleyebilirlerdi ama Mustafa Kemal'in
ve diğer demokratların komünist renk çalmalarına izin vermemeliydiler.

İşte bu nedenle Mustafa Kemal'in kurdurduğu resmi Komünist Fırkası
(partisi) Komintern'e alınmamıştır.

Öyleyse, Lenin'in, Mustafa Kemal'in liderliğindeki burjuva-demokrat
hareketlerle geçici bir ittifaktan yana olduğunu, Komünistlerin
bunları desteklemesini istediğini anlıyorsak, Mustafa Suphi'nin bu
politika gereği Anadolu'ya hareket ettiğini düşünmek o kadar zor
olmasa gerektir. Ayrıca ve bununla birlikte, Lenin'in politikasına
göre, Mustafa Suphi'nin ölmesi değil, ölmemesi gerekiyor. Dolayısıyla
Mustafa Suphi'nin, öldürülmek üzere Türkiye'ye Lenin tarafından
gönderilmiş olması da koca bir yalan olmaktadır.

Şimdi ise,15LERİ anma üzerinden Lenin'i ve Sovyet sosyalizmini,
Mustafa Suphilerin katledilmesinin müsebbibi göstererek ve herkes için
(bu burjuvazi için de demektir) "demokratik sosyalizm"i ya da,
"özgürlükçü sosyalizm" i işaret ederek, Lenin'e inat, demokratların
komünist renk çalmalarına izin vermek çabası hüküm sürmektedir. Bu
ise, tarihten ders almamak yanında, ikiyüzlü bir anti-Kemalizm
yaparken, 15LER üzerinden komünistlere, sosyalistlere, devrimci-
demokratlara yanlış hedefler göstermektir. Bunu yaparken de, tarihi
gerçekler çarpıtılmış olmaktadır.

Evet, 15LERİ unutmadık, unutmayacağız ve unutturmayacağız. Ama nasıl?
15LER üzerinden hem 15LERİN geride bıraktıkları komünist hareketi,
emperyalist burjuvazinin ideolojisiyle uyumlu hale getirmeye
çalışırken, hem de komünist hareketi, emperyalist burjuvaziye karşı,
tekellere karşı ve 12 Eylül faşist rejimine karşı biriken öznel ve
nesnel güçlerden koparmaya çalışanları ve bununla birlikte Komünist
hareketi bozuk bir sosyalizm alanına sürüklemeye çalışanları deşifre
ederek; tekellerin ideolojik hegemonyasına karşı yürütülen ideolojik
mücadeleyi en saf biçimde ve en keskin şiddetiyle sürdürerek; vaktiyle
Mustafa Kemal'in de korktuğu, komünistlerin, antenleri açık vaziyette
olan emekçi kitleler arasındaki, şu anda uçurumun kenarına sürüklenmiş
güçler arasındaki, politik hegemonyasını geliştirmek ve emperyalist
burjuvaziye, tekellere ve elbette faşist 12 Eylül rejimine karşı olan
güçleri sosyalist iktidar yürüyüşüne bağlamanın politik hünerini
göstermektir.

Fikret Uzun

29 Ocak 2012 de GÜNCELLENMİŞTİR.

(*) Rasih Nuri İleri -Atatürk ve Komünizm
(**) M.Pavloviç-V.Gurko -F.Raskolnikov. Bağımsızlık Mücadelesinde
Türkiye
--

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages