f.u.
unread,Sep 30, 2011, 3:19:23 AM9/30/11Sign in to reply to author
Sign in to forward
You do not have permission to delete messages in this group
Either email addresses are anonymous for this group or you need the view member email addresses permission to view the original message
to FiKRET UZUN YAZILARI
YOKSA MARKSİZM BİR TANE DEĞİL Mİ?
Çok güzel, bozacının şahidi şıracı misli olmuş. "emeğin eylem
birliği"nden de aldığın aferin hayırlı olsun. Bir tek işçilerden
istemiyorsun anladığım kadarıyla. Benden ise aferin alamayacağını
anlamışsın.
Artık şu görülüyor ki, Marksizm'den Leninizm'i ayırma savaşı
verenlerin hedefinde Rusya Marksizm'i vardır. Bütün günahlar, bir
taraftan Avrupa Marksizm'ine evirilmeye çalışılan Sovyet sosyalizmine
yöneltilirken, Sovyet Sosyalizminin tam da bu nedenle ilerleyememiş
olmasının sonucu olarak kapitalist retorasyona uğradığı gözlerden uzak
tutulmaya çalışılıyor, diğer yandan Rusya Marksizm'ine cepheden
saldırının dozu artırılıyor.
Bütün kavga, Avrupa'dan beklenen devrimin gecikmesi ve en geri
topraklarda en ileri devrimin gerçekleşme ihtimali ile birlikte
başlıyor ve Marksizm'i de şekillendiriyor. Ortaya iki Marksizm
çıkıyor. Bu noktada, Kapital'in ilk kez yazıldığı dilin dışında,
Rusça'ya çevrilmesinin, despotik ve bir sansür ülkesi olan Rusya'da
düzen için zararlı bulunmayarak yayınlanmasına izin verilmesinin ve
liberal burjuvazinin el kitabı olması yanında, Legal Marksistlerin,
Kapital'i okuyarak Marksist olan profesörlerin içinden çıkmasının ve
kısa süre sonra Rusya sansürünün işletilerek Kapital'in tehlikeli
bulunmasının oldukça öğretici olduğunu not etmek istiyorum.
Bir Marksizm, Rusya'da, ihtilalci popülizme karşı Marks'ın ekonomi
politiğinin savunulması ile başlıyor. Plehanov önce, Lenin sonra ve
Plehanov'un öğrencisi olarak aynı yerdedir.
Rusya'da başlayan Marksizm, bu yönüyle bir savunma ve tartışma
düşüncesi yaratıyor. Daha sonra, bu düşünce, Rusya'da gelişen Legal
Marksizm'e karşı devrimci bir Marksizm kurmak ve savunmak zorunda
kalıyor. Gelişmesinde bu aşamanın izleri oldukça belirgindir.
Diğeri, Avrupa Marksizm'i oluyor ve olmaya devam ediyor. Bu gün
Marksizm'e saldırının devamı ve cepheden saldırı buradan geliyor.
Avrupa Marksizm'i Emperyalist kapitalizmin pek bir sevdiği
Marksizm'dir.
Avrupa Marksizm'ini Bernstein'le başlatabiliriz. Ünü Revizyonizmin
kötü ünü ile başlıyor. Başlatan da kendisidir. Kautsky, o, kafasında
Marksizm'den pasajlar taşıyan çekmecelere sahip adam, Avrupa
Marksizm'ini yerleştiren kimsedir. Önce Bernstein'e karşı çıkıyor,
sonra aynı noktadan o da çıkış yapıyor.
Özünde Marks'ın ekonomi politiğine sahip çıkıp, tedrici düşünceyi ve
iyiliği evrim yoluyla bulmayı kabul ederek, devrim düşünce ve
programını reddetmektir. Bernstein'in söylediği şudur; işçilerin
devrimci bilinci yoktur ve olmasını da beklememeliyiz. Ve devrim
partisi yerine, tedrici reformlara inanan bir demokratik sosyal reform
partisini savunmaya başlıyor. Tek başına işçilerin çıkarına ve
bakışına değil, insanlığın genel çıkar ve değerlerine sahip
çıkılmasını istiyor. Bernstein'in bir başka dediği daha var,
kapitalizmin değiştiği görüşünden hareketle işçi sınıfının tarihsel
rolünü yitirdiğini söylüyor, onun yerine bu rol teknolojiye geçmiştir.
Lenin, Avrupa'daki ekonomist eğilimli Bernstein'e ve Rusya'da
ekonomizmi doğuran Legal Marksizm'e savaş açıyor. Ama Lenin Marks'a da
soldan müdahale ederek, işçi sınıfının yalnızca üretici güçlerin
gelişmesinden kaynaklanan bir devrimci bakış açısının olmayacağını
söylüyor. Ve net biçimde işçi sınıfının kendiliğinden bilincin en çok
sendikacılık olacağını söylüyor. Sendikacılık bir sınıf bilincini
içeriyor, işçiler, herhalde, kendilerini sermayedardan ayrı
görüyorlar. Bu bir bilinçtir. Ancak bu bilinç düzeyinden bir yeni
dünya özlemi ve bunun için mücadele, otomatik olarak çıkmıyor.
Lenin işçi sınıfının devrimci bilincinin kendiliğinden ve salt
materyal gelişmelerle ortaya çıkmayacağını işaret ettikten sonra
üniversite gençliğini işçilere bilinç götürmekle görevlendiriyor.
Devrim, bir sistem ile üretici güçlerin karşılaşmasından değil, iki
sistemin çatışmasından doğuyor. Çatışmada otomatizm yok, her sistem,
kendisine sıkıca bağlı sınıflara ve örgütlere sahip olmak
durumundadır. Bununla birlikte sınıfların bilincinde her iki sistem
birbirinin tam karşıtı olmalıdır. Bilinçte sistemleri birbirine
yaklaştırmak devrime geçişi değil, devrimden dönüşü garantiliyor.
Ortada Gramsci var. Gramsci, Marks'ın Kapital'ine Burjuvazinin
kitabıdır diyor. Rosa Lüksemburg da aynı yerdedir ve Kapital'in
temelinde eksiklikler bulduğunu açıklıkla yazıyor. Ancak ikisi de,
Kapital'i ciddi eleştirilere tâbi tutsalar da, hem Marksçı ve hem de
devrimci cephede kalabiliyorlar.
Marks'ın ekonomi politiğinin ve özellikle basit mal üretimi
soyutlamasının,15-17 nci yüzyıl Batı Avrupa'sının ekonomik yapısına
dayandığını herkes, en azından Marks'ın ekonomi politiğini
inceleyenler, biliyordur. Bu dönemi, politik olarak durgun, ekonomi ve
teknolojik olarak oldukça hareketli sayabiliriz.
Batı Avrupa'nın hızla demiryolu ağı ile örülmesi, buhar enerjisinin
yayılması ve buharla çalışan ve demirden yapılan gemilerin denize
indirilmesi ve bunların getirdiği güvenle sol ütopyaların yazılması,
Marks'ın yaşadığı dönemi belirliyor.
Bu büyüme yıllarında değişen İngiltere ve Fransa karşısında maddeten
geri Almanya'nın ürünü olan Hegel'in tutucu felsefesi tek cazibe
merkezidir.
Marks bu noktadan başlıyor ve Hegel'in felsefesinin üzerinden Hegel'in
felsefesini yıkarak ilerliyor. Dolayısıyla Hegel'i yıkmaya başlarken
Hegelist, daha doğrusu sol Hegelist olması kaçınılmaz oluyor, böylece,
hem devrimlerin yeniden başlayacağını anlatmaya ve hem de
ütopyacıların etkisini kırmak için kapitalizmin yıkıcı ve bu nedenle
değiştirici dinamiğini ortaya koymaya çalışıyor. Daha sonra Marks'ın
kendi ifadesiyle, Feuerbahyen de olmuştur. Marks'ı da, Engels'i de,
Hıristiyanlığın özü adlı çalışmasının çektiğini hepimiz biliyoruz.
Böylece Feuerbahyen oluyorlar. Bu eserin Hegel'i bitirdiğini
söylüyorlar. Marks, Hegel'deki diyalektiği ayakları üstüne dikerken,
düşünmenin ve teorinin uyarıcısı olarak duyumları gören Feuerbah'ı
da, düzeltiyor. İnsan eylemini ve özellikle de devrimcileştiren eylemi
ihmal etmesini eleştiriyor. Marks'ın Feuerbach üzerine tezler
manifestosu ile yaptığı en önemli vurgu belki de devrimcileştiren
eyleme yaptığı vurgudur. Diğer yandan, insanın özünün bir bireyin
özünün soyutlanması olmadığı ve gerçekte insan özünün mutlaka
toplumsal ilişkilerin bir bütünlüğü olduğu yönündeki tezi, örgütlülüğe
ve siyasal eyleme yaptığı bir vurgudur.
Arada burjuvazinin ihanetleri var ve Marks bunlara bakarak Marks'a
"sürekli devrim" düşüncesini veriyor Marks, aklında taşıdığı bilgi
birikimi ve gönlünde taşıdığı ve yaydığı umut verme misyonu ile
kapitalizmin, kapitalist olmayan yani kapitalizmin öncesinde yaşayan
dünyaya bir kapitalist demokrasi ile birlikte iyilikler sağlayacağını
öngörüyor. Buradaki öngörüsünde vurgunun abartılı olduğunu birçok
Marksçı söylüyor ve bu gün baktığımızda söylenenler oldukça doğru
görülüyor, başka ifade ile bu abartma artık daha net görülüyor.
Avrupa Marksizm'i bu abartmanın devamı ve çoğaltılmasıdır.
Kapitalizmin teknolojik ve demokratik gücü abartılırsa, başka ifadeyle
değişimin dönüşümün dinamiğinin gücü, kapitalizmin dinamizmine
verilirse, devrimin yolunun kapatılacağı açıktır. Eğer bu dinamizmi
abartarak, bunda takılı kalınırsa, devrimin kapitalizmin ekonomik
krizlerinin sonucu olduğuna hapsolmak kolaylaşıyor. Bu noktada,
Marks'ın, devrimlerin mutlaka geleceğini anlatan teorisi var ve bu
teori ile birlikte kapitalizmin dinamizminden doğacak iyilikler ve
demokratizm üst üste abartılarak Avrupa Marksizm'ine varmak
kolaylaşıyor. Yani kapitalizm varsa, kapitalizmdeki dinamizm,
toplumsal yapıda öylesine değiştirici, dönüştürücü mekanizmaları
harekete geçiriyor ki, devrimin gelmemesi mümkün değildir. Devrim
kaçınılmaz olarak geliyor. İşte bu mantık içinde, kapitalizmin
değiştirici ve dönüştürücü mekanizmalarına bağlı kalmak, Avrupa
Marksizm'inin temel dayanağı oluyor.
Rusya'da Marksizm'in yayılması, siyasal devrim hareketlerinin son
derece yüksek olduğu bir zamana denk geliyor. Bu zaman, kapitalizmin
gelişinin haberinin verildiği dönemdir, haber Marksizm'den geliyor ve
Rusya'da Marksizm'in doğuşu bununla birliktedir. Menşevizm
hastalığının yüksek olmasını buna bağlamak yerindedir. Menşevizm hep
öndedir ve "hakiki Marksizm" olarak kabul ediliyor. Leninizm'in
Menşevizm'in etkilerinden arınması Emperyalizm aşamasındadır ve Rusya
Marksizm'inin doğuşu, Leninizm'in Rusya Marksizm'i oluşu bu aşamada
şekilleniyor ve Ekim devrimine akıyor.
Bu aşamada Avrupa Marksizm'i, tekelci düzeni sürdürebilmek için
gerekli ve Rusya Marksizm'ine içerden saldırabilmek için önemli silah
oluyor. Lenin'in deyimi ile eleştiri silahının yerini, silahların
eleştirisinin aldığı bir döneme giriliyor.
Lenin'in Ne Yapmalı'sı ile Bernstein'in açıkça Marks'tan ayrıldığını
söyleyerek, Marks'ı revize etmekten söz etmesini ve devrimin hiçbir
zaman gelmeyeceğine inandığını savunmasını ve ardından o zamana kadar
son derece Marksçı ve ileri bir bakışa sahip olan ve devrimin
Avrupa'dan Rusya'ya kaydığını görebilecek kadar net bakabilen
Kautsky'nin çıkışını aynı zaman diliminde görüyoruz. Çıkışı inmesinin
ifadesidir.
Bernstein doğuruyor, Kautsky büyütüyor ve Fransız komünistleri
eğitiyor ortaya nur topu gibi, insanlığa ve sosyalist düşünceye
musallat olan yetişkin Avrupa Marksizm'i çıkıyor. O kadar öyle sinsi
ve bulaşıktır ki, birkaç kez iflasını yaşasa da, hâlâ sosyalizme
cepheden saldırıyor ve hâlâ sol içinde kalmaya devam ediyor.
Saldırısının ucunda hâlâ Rusya Marksizm'inin olması ise, Rusya
Marksizm'inden sapmanın, sosyalizme yıkım getireceği deneyiminin
yaşanmış olmasındandır. Bunu görmek ise Rusya Marksizm'inde kalarak
mümkün olabiliyor. O nedenle Avrupa Marksizm'i, hem güçlü görünürken,
hem de sosyalist düşünceyi, Rusya Marksizm'inden ayırması temel
savaşım hedefi oluyor. Çünkü Rusya Marksizm'inin, bir taraftan Avrupa
Marksizm'inin gübrelikleri ile savaşırken, diğer taraftan emperyalist
aşamada sömürge ve yarı sömürge halkların bağımsızlık savaşını göz
önünde bulundurmak zorunda kalarak zorunlu bir eklektizmi içinde
barındırmak zorunda kalıyor. Bu, Rusya Marksizm'ini bir taraftan
yorgun, diğer taraftan yoksul bırakıyor. Ekim devriminin ortaya
çıkardığı, Marksizm'in kitaplarında olmayan pratik sorunların
zorlaması ve sosyalizm kuruculuğunun güvencesi için mecbur kalınan
politikalar nedeniyle Rusya Marksizm'i hep savunmada kalıyor,
dolayısıyla yorgunluğu da, yoksulluğu da yeterince aşılamıyor, bu da
Rusya Marksizm'inin dolayıyla Marksizm'in Vulgarizasyonunu getiriyor,
ilerleyemeyen, hep savunmada kalan Rusya Marksizm'i, sosyalizmi
ilerletemiyor ve kapitalist restorasyon girişimleri ile mücadelesini
hücum ile tamamlayamıyor, Sovyet sosyalizmi yıkılarak Lenin'in daha
başlangıçta dikkat çektiği Kapitalist Restorasyon tehlikesi gerçek
oluyor, kapitalizme dönülüyor.
Böylece Avrupa sosyalizmi, en sert nereye vuracağını bilerek,
tekellerin ve düzeninin Marksizm'i oluyor. Fransa 'da bu net bir
şekilde tescilleniyor.
Avrupa Marksizm'inin tekellerin koltuk değneği olduğunu gösteren en
model gelişmiş kapitalist ülkenin Fransa olduğunu, iki kez
sosyalistlerin ve komünistlerin ortaklığının, tam da Avrupa Marksizm'i
ölçütlerinde bir düşünce ile iktidara gelmesine karşın tekelleri
çembere almaları bir yana, tekelleri iyice yerleştirdiklerini,
sağlamlaştırdıklarını ve bunun sürekliliği için Komünist partinin ve
dinamiklerinin dayanak yapıldığını görmek artık çok daha kolaydır.
Rusya Marksizm'i, Marksizm'in devrimcisizleştirmesine karşı direnerek
tarihsel bir rol üstlendi ve Marksizm'i başarıya götürdü. Rusya
Marksizm'inin yaratıcısı Lenin ise; Rusya Marksizm'inin Marksizm'i
başarıya götüren başarısını kalıcı kılan Stalin'dir.
Bunu, ayrıntısı ve eksik, fazla yanları tartışılabilir ama böyle
bilmek böyle özümsemek gerekir. Dünyada Rusya Marksizm'inden başka,
hiçbir Marksist akım başarıya ulaşamadı. Emperyalizmin ve ona kement
atan sol gömlekli oportünistlerin ve revizyonistlerin hâlâ Rusya
Marksizm'ine saldırmaya devam etmesinin kaynağını burada aramak
gerekir. Yer yer Ekim devriminin bir hata olduğunun ve Lenin'in daha o
zaman devrimden döndüğünün kabul edilmesi için teoriler üretilmesi,
Avrupa Marksizm'inin Lenin'i Marks'tan ayırma çabasının ve ayırdığı
Lenin ile Rusya Marksizm'ini tarihten kazıma çabasının içindedir. Bu
gün, Fikret Başkaya ve Gün Zileli'nin özellikle bu görevi üstlendiğini
görüyoruz. O kadar öyle ki, bozulmanın hız kazandığı Türkiye
topraklarında bu görev öne çıktığı için, emperyalist kapitalizmin
verdiği burslarını geri ödemesi gereği Gün Zileli'yi Türkiye'ye
gönderdiğinin anlaşılmış olması gerekmektedir.
Marksizm'in devrimcisizleştirilmesine karşı direnerek ilerleyen ve
hücuma geçerek Ekim devrimini gerçekleştiren Rusya Marksizm'i, Batıya
ve ürünlerine ve de uygarlığına kapanamadığı için, Batı uygarlığının
malları tarafından kemirilmeye karşı duramadı, konsümerizm bunun
içindedir, şimdi Rusya Marksizm'inin başarısının ürünü olan Sovyet
sosyalizmi yıkılmıştır. Ancak Rusya Marksizm'i de, sosyalizm de önemli
darbeler almış olsa da ve sahtekâr solcular tarafından üzeri örtülerek
hâlâ sürdürülen bir cepheden saldırıyla karşı karşıya olsa da,
Marks'ın temel dayanakları ile birlikte sapasağlam ayaktadır. Bu
dayanakları daha önce gösterebildiğime inancım tamdır.
Şimdi bu anlamda ideolojik mücadele ve Emperyalist kapitalizmin
çarelerini artırma kavgasındaki kolaylaştırıcı ve şaşırtıcı
sinsilikler, Avrupa Marksizm'i ile Rusya Marksizm'i karşıtlığında ve
Emperyalizmin direkt güdümünde sürüyor. Bu açıkça görülüyor.
Türkiye ve bulunduğu coğrafyadaki Marksizm, bu kavganın merkezinde ve
bu kavganın Avrupa Marksizm'i cephesine açık tutulan kapısının
kenarında tutulmaya çalışılmaktadır. Türkiye Marksizm'i bu kapıyı
kapatmak zorundadır. Kendisini Rusya Marksizm'ine daha fazla açarken,
Rusya Marksizm'inin çok daha fazla soyutlanması ile elde edeceği bir
derinlikle kendi zenginliğini üretmek, bunun için de bu soyutlamaya
bağlı kalarak, çok radikal bir kopuş yaşamak zorundadır. Ancak böyle
Avrupa Marksizm'inin kulağa hoş gelen ama vücuda zararlı olan
teorilerinin, Rusya Marksizm'ine saldırı üzerinden, Marksizm'i
kapitalizm sınırlarına hapsetmek demek olduğu ve Rusya Marksizm'inin
hâlâ yaşayan Marksizm olduğu gösterilebilir.
Burada demokrasi programlarının ve Proletarya diktatörlüğüne okunan
anti-demokratiklik lanetlerinin, Avrupa Marksizm'inin hem en önemli
şaşırtma araçları olduğunun, hem de Rusya Marksizm'ine saldırısını
kolaylaştırarak Marksizm'i Kapitalizm sınırına hapsedecek çabaların en
önemli demagojik gıdası olduğunun görülmesi özellikle önem
taşımaktadır.
Bu da önümüze, en devrimci işin diğer pratik-politik işleri askıya
almadan yürütülecek olan ideolojik mücadele olduğunu ve bu çerçevede
üretilecek en devrimci teorinin kaynağını hâlâ Marksizm-Leninizm'de
bulacağı gerçeğini koyarken, bu gerçeklik ile dünyayı değiştirme
hayalimizi ve cesaretimizi ve de irademizi büyüterek ilerleme görevini
koymaktadır. Bunun ucunda demokrasi mücadelesi değil, sosyalist
iktidar mücadelesi var yani tedrici olarak veya kapitalizm sınırında
demokrasinin genişletilmesi paralelliğindeki sınıf farklılıklarının
ortadan kaldırılarak sınıfsız topluma varmak değil, işçi sınıfının
iktidarı alarak düzenini kurması ve bu düzeni koruyarak ilerletmesi,
böylece sınıfsız topluma varması için gerekli olan mekanizma, yani
özünde diktatörlük olan, burjuva demokrasisine karşı (ki gelinen
durumda, tekellerin buna dahi geçit vermeyeceği ortada iken,
tekellerin diktatörlüğüne karşı önerilen burjuva demokrasisine karşı
demek daha doğrudur),özü burjuvaziye karşı diktatörlük olan ama bir
avuç azınlık olan burjuvazinin ki, sömüren ve ezen kategorisinde olan
veya bu kategoriye gönül vermiş olanları ve bu özlemi koruyacak
olanları kastediyorum, dışındaki en geniş kitleye demokrasi olan
proleter demokrasisi, yani proletarya diktatörlüğü vardır.
Sözün özü veya sözlerimin özeti, Türkiye'nin Marksist damarının
önünde, Rusya Marksizm'ine karşı yürütülen cepheden ama sinsi
saldırıları püskürtmek yanında, Rusya Marksizm'inin derinleştirilerek,
Türkiye Marksizm'inin zenginleştirilmesi görevi vardır. Bunun için
Marksizm-Leninizm'de kalarak onu aşmak çabası bile, Marksist damarın
akışkanlığını da, çeperini de, canlılığını da yeterli ve gerekli
seviyeye getirmeye yetecektir.
H.İ.Ö.bey, bunları sana son ders olarak yazmış oluyorum, tabii bunu
"emeğin eylem birliği" isminin soyutluğunda, devrimci eylemden
kilometrelerce uzaklaştıklarının ipucunu isimlerine asanlara da
okutabilirsin.
Ve bu son dersimde de gösteriyorum ki, zaten ben de senin dediklerini
söylüyorum, sen sadece beni teyit ediyorsun. Senin yeni dediklerinin
defalarca mahkûm olmuş ve iflas etmiş şaşırtıcı reçeteler olduğunu
gösteriyorum.
Özelikle ,her tür iktidarın iktidardakileri yozlaştırdığı ; insanlık
tarihi boyunca iktidara gelip de yozlaşmayan bir tek kurum
gösterilemeyeceği ; Bu konuda kimsenin seni ikna edemeyeceği; Bu
nedenle Doğrudan demokrasinin işletileceği örgütlenmeyi kurgulamamız
gerektiği şeklindeki,görüşlerin,bir tekrarın ifadesi oluyor ve ben
bunları bir kez daha mahkûm ediyorum, sana son kez doğru yolu
gösteriyorum.
Bir de kendine Zapatistaları model seçmiş olduğun anlaşılıyor. Şimdiki
Zapatistaların, "Biz iktidara gelmek istemiyoruz, iktidar yozlaştırır,
üstelik iktidar olmak kolay, asıl olan MUKTEDİR OLMAK" diye dünya
işçilerine ve emekçilerine seslendiklerini; MUKTEDİR olunabilecek bir
örgütlenmenin henüz icat edilmediğini ve edilmeyi beklediğini
söylediklerini ve kendi aralarında da, DOĞRUDAN DEMOKRASİYİ
uyguladıklarını söylüyorsun ya, acaba, Köylü devrimlerinin en
şanlılarından birini gerçekleştiren Emilliano Zapatanin Pancho Villa
ile birlikte gericiliği yıkıp, Meksika'yı işgal ettikleri zaman, büyük
bir yönetim sıkıntısı çekerek, sarayın tepesine, yönetmek üzere" bir
namuslu adam aranıyor" ilanını astıklarının rivayet edildiğini biliyor
musun diye geçti aklımdan. Diğer dediklerine ise, bende alışkanlık
yaptın, gülüp geçiyorum.
Ama "bilinç" ile "bilgi" konusuna kısaca değinerek ,"emeğin eylem
birliği"nin soyutluğunda yüzenlerin, hiç olmazsa kulaç atmayı
öğrenmeleri gerektiğini göstermek istiyorum.
Yukarda, minik bir tarih çalışması misli verdiğim bilgilerin kısa
oluşu belki seni de, aferin aldıklarını da tatmin etmemiş olabilir,
ama mademki, bilgiye önem veriyorsunuz, hele ki, bilincin de
öğrenilenlerin toplamı olduğuna inanıyorsunuz, alın size bilgi, hem de
altın değerinde, bakalım ne kadar bilinç sıçraması yaşayacaksınız.
İnsanın, kendini insan olarak olumlamak için varlığını
yabancılaştırmaması gerektiği görüşü Hegel felsefesi ile birlikte
Marks'ın düşüncesinin temelini oluşturan Feuerbach felsefesinin de
temelini oluşturduğunu herkes bilir. Herkes derken, ilgilenenleri kast
ettiğimi herhalde anlıyorsunuzdur.
Yabancılaşmayı, toplumun temel kötülüğü, insanın insanlıktan
uzaklaşmasının ayırt edici özelliği olarak ve kaldırılmasını da
insanın yeniden insanlaşmasının zorunlu koşulu olarak düşünen
Feuerbach, yabancılaşmayı Marks gibi, yabancılaşmış emek biçimi
altında, ("eylemci" arkadaşlarının soyut takıldığı "emek"ten söz
ediyor) proletaryanın sınıf çıkarları açısından değil ama toplumsal
bakımdan ayrımlaşmamış bir insanlık düzeyinde tasarlıyordu.
Marks, Feuerbach'ın, yabancılaşmanın insanlıktan uzaklaşmış toplumun
ayırt edici niteliğini oluşturduğu ve kaldırılmasının da insanın
yeniden insanlaşmasının zorunlu koşulu olduğu görüşünü benimserken;
Feuerbach'ın yabancılaşma sorunu konusunda verdiği idealist çözümü
yadsıdığından, toplumun dönüşümünün yabancılaşmış emeğin
kaldırılmasını gerektirdiğini ve bu kaldırmanın proletaryanın devrimci
eyleminin yapıtından başka bir şey olmayacağını düşünerek Hegel ile
birlikte Feuerbach'ı da aşıyordu.
Yukarıdaki derste buna kısaca değinmiştim, şimdi tamamlıyorum,
bilgilerini tamamlaman için önemli bir katkı olduğunu düşünüyorum.
Bir iletinde, Kapital'e söz söylemenin haddine düşmediğini
belirtmiştin, Kapital'i benimseyip, proletaryanın devrimci eylemini es
geçen, Avrupa Marksistlerinin izini taşıdığın belli oluyordu, bak
şimdi bilgilerini biraz daha artırmak istiyorum ama bunun da seni
bilinçlendireceğini sanmıyorum ve aklıma geliyor dilime geliyor
söylüyorum, hani bilginin toplamı bilinç idi diyorum.
Marks, zenginlik üreticisi emeğin her şey, oysa emekçinin hiçbir şey
olduğu özel mülkiyet sisteminin savunusu, tüm pisliğini gösteriyor
diyor. Tıpkı şimdi benim sana deyiverdiğim gibi, el yazması bir
şekilde not ediyor.
Ve devam ediyor, şeyler dünyasına karşı insanın bağımsızlığını savunma
görünüşü altında, emeğin zenginlik yaratıcı tek öğe olduğu olumlaması
ile ekonomi politik, gerçekte insanın yadsınmasıdır (yukarıdaki tümce
ile birlikte, bu noktada, soyut eylemcilerin, "emeğe" vurgusu aklıma
geliyor, ah diyerek, ulaşamadıkları için ne kadar kısıtlı bilgileri
var ki, onlara bilgi gerekiyor diye iç çekiyorum ve bilgiyi veriyorum
biriktirmelerini öneriyorum ve bunları kendimin uydurmadığını da
vurguluyorum ) ve dünyayı kendi yapıtı durumuna getiren insanın gerçek
etkinlik yasalarını değil ama onu insanlıktan uzaklaştıran bir
sistemin yasalarını dile getirir diyor. Ve şöyle tamamlıyor; dini
içselleştirerek Luther'in, onu pekiştirmiş bulunması gibi, ekonomi
politik de emeği, yabancılaşmış biçimi altında, tek zenginlik kaynağı
olarak görerek özel mülkiyeti pekiştirmiştir.
Dahası var, başlangıçta insanlık maskesini yüzüne takan ekonomi
politik, özel mülkiyet rejiminin, insanlık-dışı sonuçlarını gitgide
daha açık biçimde doğrulayarak, tüm kinizmi içinde ortaya çıkmıştır.
Ve şöyle devam ediyor, bilgidir ve altın değerindedir, paylaşmayı
görev biliyoruz,"toplumsal ilişkilerin, emek ürünlerini görünüşte
insandan bağımsız nesneler durumuna dönüştüren şeyleşme sürecini,
ekonomi politiğin doğal ve zorunlu bir görüngü olarak kabul etmesi
sonucu burjuva iktisatçılar, onları üreten insanın dışında göz önüne
alınan metaların fetiş niteliğini bulup gösterememişlerdir." Aslında
demek istediğimi, Marks'ın dilinden aktardığıma inanıyorum ama
tamamlayıcı bilgi olarak, Marks'ın, ekonomi politik için, üretimin
amacının, kullanım-değerlerinin yaratılması değil, değişim-
değerlerinin yaratılması olduğunu ifade ettiğini hatırlatmak
istiyorum. Buna karşın Marks, insanın gerçek doğasına uygun düşen
etkinlik biçimi ve onun kapitalist toplumdaki etkinliği arasındaki bir
karşılaştırma yardımı ile şeyleşmiş toplumsal ilişkilerin insan
dışılığını vurgulamış olduğunu da belirtmek istiyorum.
İşte bilgi budur, H.İ.Ö. Biriktirin bakalım, toplamı sana ve soyut
emeğin eylemine kilitlenmiş arkadaşlarına bilinci verebilecek mi?
Hani, bir iletinde, işsizi hiç hesaba katmadığımı söylüyordun ya, onu
asıl hesaba katmayanın, ekonomi politik olduğunu, yeri gelmişken
hatırlatayım. Marks, işsiz işçi olarak nitelediği, işsiz için, ekonomi
politiğin onu hiç tanımadığını ve onunla uğraşma işini polise,
mahkemelere ve dine bıraktığını söylüyor. Nasıl bu gün
yaşadıklarımızla bir korelâsyon içinde değil mi sence de.
Bu kadar yeter diyorum ve seni ve arkadaşlarını bilgilendirmek için
bilgi denizindeki turumu sürdürüyorum;
Berkeley'i hatırlıyor musun! Hatırlamanı öneririm. Ondan sonraki,
nesnel idealistler bile Berkeley'den hiç ayrılmamış, onun dediklerinin
üstüne bir harf bile koymamışlardır. Berkeley'e göre," varlık,
algılanmış olmak, ya da algılamaktır" böyle diyor Berkeley ve bu da,
bir öznel idealistin dilinden dökülen bir bilgidir.
Yani Berkeley, duyumların, bizim zihnimizdeki, bizim sahip olduğumuz
fikirlerden başka bir şey olmadığını; öyleyse, duyularımızla
algıladığımız nesnelerin, fikirlerden başka bir şey olmadığını ve
bizim zihnimizin dışında var olamayacağını " kabul etmemizi istiyor.
Hadi buyurun, kabul edin bakalım bu engin bilgileri, topladığınız
bilgilerin içine bunları da katın ki, bilincinizdeki sıçrama tavan
yapsın.
Ve şimdi devreye Lenin'i sokuyorum , diyor ki, " 'en modern' idealist
filozoflar, materyalistlere karşı, piskopos Berkeley'de bulunamayacak
hiçbir kanıt ortaya koyamamışlardır." Ama sizler Lenin'den gelen
bilgilere itibar etmezsiniz, bilgi birikiminizi dolayısıyla
bilincinizi bozar sizlere göre, ama Lenin'in aktardıkları da bilgi
değil midir, üstelik bilincin kalbine hitap edecek denli yalın
bilgiler değil midir? Peki, bunu da geçiyoruz.
Ancak, kapitalizmin kara günlerini aktarırken değinmiştim, hatırlatmak
için, özellikle Paris Komününden sonra, hani burjuvazinin ihanetinin
tavan yaptığı ve son derece insanca istekleri karşısında dişlerini
gösteren burjuvaziye karşı işçiler ayaklandıklarında, üzerlerine, gene
burjuvazinin "ATEEEŞ" diye emrederek, işçiler içinden devşirdiği
askerlerinin sıktığı kurşunlarla işçilerin öldürüldüğünün ertesinde,
okullarda idealizmi salgın haline getirmiş olmasını vurgulamak
istiyorum ve işte bilgi budur diyorum, o zaman da demiştim, böylesine
kapkara günlere sahip burjuvazinin, tekellerin, emperyalizmin doğrudan
ya da dolaylı hiçbir demokrasi ile empati kurmayacağını, aksine
denetimine alamazsa, azgın boğalar misli saldırmaya devam edeceğini,
dolayısıyla iktidarı eline geçiren proletaryanın elinden iktidarı geri
almak için, eskisinden bin kat fazla kin ve intikam duygusuyla ve de
biriktirdiği bütün sinsiliklerle saldıracağını hatırlatmak istiyorum.
Diğer yandan, o sizlerin bütün melanetlerini üzerine yığdığınız
Stalin'in bile bilinç ile bilgi arasında bir uçurum olmadığını,
aralarında kopmaz bir diyalektik bağ bulduğunu ve Marksist bilgi
teorisini özümsemiş olduğunu gösterdiğini ama sizlerin hem uçurumdan
söz ederken, hem de bilincin bilginin toplamı olduğunu söylemenizin
işkembei kübradan atıyor olmanızın, bilinci boş verelim, bilginin
kırıntısını bile taşımadığınızı belirtmek istiyorum.
Evet,"varlık bir nesnel gerçektir ve bilinç onun öznel yansısıdır."
böyle diyor Stalin. Bu kadar, bu bilgiyi almış olsaydınız bile,
işkembeden atmıyor olacaktınız.
Lenin de bir şeyler söylemiş, üstelik söylemek için bir gün oturup
saatlerce düşünmemiş, sadece Ampiriokritisizmin işkembeden attığı
bilgilerin yanlışlığını fark ettiği için ki, bu elbette diyalektik
materyalizmin bakışını taşımış olduğundandır, gerekli olduğuna
inandığı eleştirileri ortaya koymak için söylemiştir.
"Madde, insana duyumları tarafından verilen ve duyumlarımızdan
bağımsız olarak var olan, duyumlarımız tarafından kopya edilen,
resmedilen ve yansıtılan gerçekliği gösteren felsefi bir kategoridir"
demiştir. Yani maddenin, zihnimizden bağımsız olarak var olan bir
nesnel gerçeklik olduğuna vurgu yapmıştır aynı zamanda. Yani
Berkeley'in saçtığı bilgisizliğe karşı onu bir güzel bilgi ile
sıvamıştır. Ne ki, hâlâ Berkeley'in sınırlarında seyreden bilgisizlik
tohumlarının saçılmaya devam ediyor olması, gerçekten artık herkesin
hem fikir olduğu, ortaçağa dönmüş olduğumuzun resmi olsa gerek diye
düşündürüyor.
Bu bilgiler lazım değil mi, sizler biliyor musunuz, ya da sizdekiler
yeterli mi sizce? Duyamadım, neyse ben bilgi vermeye devam ediyorum.
Evet, bilincin, varlığın, doğal ya da toplumsal gerçeğin bir yansısı
olduğunu nereden öğreniyoruz, Diyalektik ve tarihsel materyalizmden, o
nereden almış, işte tam da bu gerçekliğin yansısından almış ve biz de
bu bilgi ile bilince giden kapıları açmaya çalışıyoruz.
Ne demek! Çok basit, bilinç maddeden bağımsız olarak ve onun dışında
var olamaz. Düşünce hareket halindeki maddeden ayrılamaz. "duyularla
algılanabilir maddi dünya, bizim de bir parçası olduğumuz bu maddi
dünya tek gerçekliktir." diyor Feuerbach da.
Öte yandan, bilincin, varlığın bir biçimi olduğu düşüncesi, niteliği
bakımından bilinci de madde yapmaz. Bilinç ile varlık, düşünce ve
madde, genel bir deyişle, doğa ve toplum adı verilen aynı olgunun
farklı iki biçimidir. Dolayısıyla birbirlerini yadsımazlar; bir ve
aynı olgu da değildirler. İşte bilgi bu, bizi bilincin ne olduğu
konusunda bilinçlendirecek bilgiler bunlar.
Bilinç nedir? Nereden kaynaklanmaktadır? Hangi özgül özelliklere
sahiptir? Bunlar hep yanıtlanması en zor olan bilimsel sorular
olagelmiştir. Yanıtlamalarının ise tam anlamıyla ve yeterince
anlaşıldığını sanmıyorum. Ama siz bir kalemde çözüp," NE YAPMALI" yı
da bir güzel, yabancı dilden hatim ederek, Lenin'in aslında işçilere
ulaşamadıkları bilgileri vermek için aydınları gönderdiğini
söyleyiveriyorsunuz. Üstelik de tıpkı emeğe verdiğiniz vurguyu
emekçiye ve işçiye vermediğinizi gizleyemediğiniz gibi, bilince dair
çok kıt bilgiler taşıdığınızı yani bu konuda da cahil olduğunuzu
göstermiş oluyorsunuz. Diğer yandan Lenin'in, bilgi derken bile
bilgiden çok ajitasyon ve propagandadan, siyasal bilinçten söz
ettiğini görmezden geldiğinizi ise hatırlatmakla yetiniyorum.
Ne diyelim, bu da bir bilgi diyerek gülüp geçelim değil mi? Ben de
öyle yapmaya çalışıyorum ama yine de dayanamıyorum, benim gülüp
geçtiklerimi ciddiye alacakların olabileceğini düşünerek, sizin gülüp
geçme ile karşılık vereceğiniz bilgileri size de vermeye çalışıyorum.
Ciddiye alacaklar için bunu borç biliyorum.
Ve ekliyorum, Lenin'in, en geniş siyasal ajitasyonun ve bunun sonucu
olarak da, her yönlü siyasal teşhirin yürütülmesinin, eylemimizin,
eğer bu eylemimiz gerçekten sosyal-demokrat bir eylem olacaksa, mutlak
olarak zorunlu ve başlıca görevi olduğunu gördüklerini belirterek;
bu sonuca, sadece işçi sınıfının en ivedi gereksinmesinden, siyasal
bilgi ve siyasal eğitim gereksinmesinden hareket ederek vardığını
vurguladığını hatırlatıyorum. Ancak, ekleyerek, sorunu bu biçimde
koymanın, çok dar olarak koymak olduğunu ve o günün Rus sosyal -
demokrasisinin genel demokratik görevlerini göz önünde tutmamış
olacağını belirtiyor. Bu kadarı aslında yeterince açık, yani arif olan
anlar ama o da eksik buluyor ki, devam ediyor ve biz de devam
ediyoruz. Evet, Lenin, işçi sınıfının siyasal bilincinin
geliştirilmesinin zorunlu olduğunun herkesçe bilindiğine vurgu
yaparak, çözülmesi gereken sorunun, bunun nasıl yapılacağı ve
yapılması için neyin gerekli olduğu sorunu olduğunu söyledikten sonra
da, iktisadi mücadelenin, işçileri, sadece hükümetin işçi sınıfına
karşı tutumunu kavramaya yönelteceğini işaret ediyor. Onun için diyor,
iktisadi mücadelenin kendisine siyasal bir nitelik kazandırmak için
ne kadar çaba harcarsak harcayalım, iktisadi mücadelenin sınırları
içinde kaldığımız sürece, işçilerin siyasal bilincini (sosyal-demokrat
siyasal bilinç düzeyine kadar) hiç bir zaman geliştiremeyiz. Çünkü bu
çerçeve çok dardır. Siyasal sınıf bilinci işçilere ancak dışarıdan
verilebilir yani ancak iktisadi mücadelenin dışından, işçilerle
işverenler arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir, diyor ve
ekliyor, bu bilgiyi elde etmenin mümkün olduğu biricik alan, bütün
sınıf ve tabakaların devletle ve hükümetle ilişkisi alanı, bütün
sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiler alanıdır. Onun için, işçilere
siyasal bilgi vermek için, ne yapmalı sorusuna yanıt, pratik içindeki
işçilerin ve özellikle ekonomizme eğilim gösterenlerin çoğunlukla
yeterli buldukları,"işçilerin arasına gidilmelidir" yanıtı olamaz
diyor. İşçilere siyasal bilgiyi verebilmek için, sosyal demokratlar,
nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorundadır. Onlar askeri
birliklerini bütün yönlere sevk etmek zorundadırlar. Evet, Lenin'in
dediği budur ve devamı da oldukça açıklayıcıdır.
Görüldüğü gibi, "Lenin, işçi sınıfına bilinç dışardan verilir dememiş,
"BİLGİ DIŞARIDAN VERİLİR" demiştir. Maalesef tahrifatçı ya da bilgi
ile bilinç arasındaki uçurumun ayırdında olmayan çeviriciler
tarafından yanlış çeviri yapılmıştır. Zira bilinç öğrenilenlerin
toplamıyla oluşur. Bilgiye ulaşma imkanı kısıtlı olan işçi sınıfına
da, bilgi aydınlar tarafından iletilir. İşçi sınıfı da,
öğrendiklerinin ışığında bilincini geliştirir, zenginleştirir." diyen
ve kendilerini emeğin soyutluğundaki, soyut eylemin içine hapseden
"eylem" ve "emek"severlere ve elbette doğrudan demokrasi aşkı ile
yanıp tutuşan sana duyurulur ve gösterilir ki, bir tercüme hatası yok
ve Lenin'in hem bilince hem de bilgiye vurgusu olduğu görülüyor. Demek
ki, her halükarda işçi sınıfına bilincin dışarıdan verilmesi
formülünden ayrılmamış oluyoruz. Ama çok bilgiç "emek" severliklerini
ve bu soyutlama içindeki "eylem" severliklerini vitrin yaparak daha
çok proleter oldukları izlenimi vermek isteyen ve proleterlerin daha
çok ekonomizm içine çekilmesi gerektiğinin işaretlerini vermeye
çalışanlar, bunu hâlâ anlamayacaklardır ki, ben yoruldum, buradan
itibaren, Ne Yapmalı' nın Muzaffer Erdost tarafından yapılan Türkçe
çevirisine başvurmalarını, bu işlerin "emek" severlikle," eylem
severlikle, yani emeği de, eylemi de fetişleştirerek olmayacağını
öğütlüyorum. Ve burada, İnsanın zihinsel faaliyetinin tümünün bilinç
olmadığını, Zihin kavramının, bilinç kavramından çok daha geniş
kapsamlı olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Hayvanların zihinleri vardır ama bilinçten yoksundurlar. Bir çocuğun
zihinsel yaşamı doğar doğmaz başlar ama henüz bilinci yoktur. Bu gün,
emperyalist kapitalizmin, tekellerin, Berkeley'leri aratmayan dinci
akım şeflerinin insan aklına yaptığı hücumlar, tekelci düzenin
insanını, bir hayvan kadar olmasa da, bir çocuğun doğumundaki zihinsel
seviyeye kadar bilinçten yoksun bırakmıştır. Sürüleşmek tabiri buradan
geliyor olsa gerek. Dolayısıyla tekellerin düzeninin, insansız bir
düzen olduğunu, dolayısıyla bu düzende bilinç vermenin formülleri
konusunda da Lenin'i ve Marks'ı aşmak için çaba sarf etmek gerektiğini
ama onları aşabilmek için, önce anlamak gerektiğini vurgulamak
istiyorum. Tekelci düzende, anlamanın da, anlatmanın da önemli oranda
tahrip edildiğinin o nedenle işçilere, sendikaları da, sendikal
mücadeleyi yadsımadan, kendi gizil güçlerine dönmelerinin, işçilere
dışarıdan bilinç vermeye önem verenlere ise, artık salt öyle kitabi
bilgilerle işçilere bilinç verebileceklerine inanmamalarını ve daha
çok gerçek anlamda eylem ifade eden bilinçleri taşımalarını salık
veriyorum.
Bu tür bilinçlerin, bu gün, Yunanistan ve İngiltere dâhil,
Ortadaoğunun ve Kuzey Afrika'nın, Kafkasların topraklarında boylu
boyunca uzanan hareketliliğin içinden kendini gösterdiğini ama
tekellerin diktatoryasını demokrasi diye yutmamızı sağlayan medyanın
buralara bakan gözlere mil çektiğini, işçi sınıfına ve emekçi halka
doğru bilgileri ve siyasal bilgileri vermek için gerçekten çırpınan
varsa, böylesi eylemli bilincin karartılmasına izin vermemeleri
gerektiğini önemle vurguluyorum.
Bilinç deyince akla öncelikle yanlış bilginin ve bilincin ustaları
olan idealistlerin gelmesinin gayet doğal olduğunu düşünüyorum. Çünkü
hepimiz görüyoruz ki hemen yanı başında bu idealist düşünceler karşı
bilgi teorisi ve bilince yaklaşımları ile önce kaba maddeci, sonra
Diyalektik ve tarihsel maddeci anlayışın hızla yükseldiğini ve
idealizmin karanlığını tuz buz ettiğini görüyoruz. Tabii bunu derken,
başlangıçta idealistlerin de dünyayı yorumlamak üzere çaba sarf
ettiklerini yadsımıyoruz ama işin içine burjuvazinin karışması ile bu
düşüncenin modernleştirilmiş şekli ile bu günkü laboratuar
ideolojilerine kadar uzanan gericiliğin, dinciliğin gericileşen
burjuvazinin, bu gün emperyalizmin, ideolojisi olarak idealist
felsefenin envai çeşidini gördüğümüzü söylemekten de geri durmuyoruz.
Emperyalizmin, Piskopos Berkeley'lere bu gün eskisinden daha çok
ihtiyaç duyduğunu ise özellikle belirtiyoruz ve dahi insanların aklına
hücum eden versiyonlarına bir bir işaret etmekten geri durmuyoruz.
Ve bir hatırlatma daha yaparak, dinsel -idealist anlayışlara göre
bilincin, maddi olmayan bir cevherin-genel olarak maddeden, özel
olarak da insan beyninden sözde tamamen bağımsız, ölümsüz, ebedi bir
"ruh" un-bir dışa vurma biçimi olduğunu ve kendi başına buyruk bir
yaşam sürdürdüğünü hatırlamanızı istiyoruz.
Maddeciliğin ise, böylesi idealist anlayışların tersine, bilincin
insan beyninin bir işlevi olduğunu ve bilincin özünün gerçeğin
yansısında yattığını ileri sürdüğünü belirtmekle yetiniyoruz. İkisi de
bilgidir ve birisi Berkeley misli düşünenlerin dilinden, diğeri
Materyalist düşünceden dökülen bilgidir ki, hangisi size uyar ona siz
karar vereceksiniz.
Bilincin maddi dayanağı, ya da taşıyıcısı ise beyindir. Beyin ve beyni
dünyaya bağlayan mekanizmalar olmadıkça, zihinsel yaşam diye bir şeyin
olamayacağı açıktır. Bunu da ekliyoruz. Ve demek ki, düzgün çalışan
bir beyne sahip olmak, özel bir önem taşımaktadır. Vee, İnsan
beyninin, gerçeğin zihinsel düzeyde yansıtılmasının en yüksek biçimi
olarak bilinen bilincin organı olduğunu ekliyoruz Bilincin fizyolojik
mekanizmaları da var olduğunu ve özellikle Sovyet bilim adamlarının
çalışmalarının önemli olduğunu da biliyoruz ama konumuz değil, daha
doğrusu konumuzu dağıtarak, çok bilgiç yazarımızın ve pek "eylem" ve
"emek"sever "proleterlerimizin" kafasını karıştırmak istemiyoruz.
Bilincin, yalnızca bilgi edinme süreci ve onun sonucu (bilgi) demek
olmadığını; Bilincin, aynı zamanda bilgisi edinilen nesnenin duygusal
düzeydeki deneyimi, nesnelerin, niteliklerin ve bunlar arasındaki
ilişkilerin belli bir değerlendirmesi olduğunu; Duyguların da
bilincimizle bağlı olduğunu; Enerjimizi kullanmamıza ya da
kullanmamamıza yardım eden duygusal faaliyetlerimiz olmasa, dünyayla
herhangi bir şekilde ilişki kurmamızın olanaksız hale geleceğini ve
Lenin'in, "Açıkça bellidir ki, insan duyguları olmasaydı, insanlar
gerçeği asla aramamış ya da arayamamış olacaklardı." ifadesini
hatırlatarak bitiriyorum.
Soyadını yanlış yazdığım için özürlerimin ve bunun sehven olduğunun
kabulünü dilerken, (bu eksikliğin,"r" ve "t" harflerinin yan yana
olmasından kaynaklanmış olacağını düşünüyorum, ama yine de eksikliğimi
yok saydırmayacağını kabul ediyorum.
Tartışmanın verimsiz olmasının ise, seçtiğin konunun çoktan mahkûm
edilmiş ve örneklerinin çoktan iflas etmiş olmasından kaynaklandığını
eninde sonunda görmenin ya da hiçbir zaman görmemeye mahkûm
olmuşçasına, görmemekte direnmenin, sadece ve sadece baktığın yerden
kaynaklandığını bir kez daha ve ayrıca hatırlatarak, sonuç
alamayacağın ve zaten böyle bir beklenti içinde olmadığın bu
tartışmayı terk etmekle en doğrusunu yaptığını belirtiyorum ve sana
da, pek kolay geleceğini sanmasam da, kolay gelsin diyorum.
Fikret Uzun
29-Eylül-2011