HOBSBAWM`IN PIRILTILARI MI GÜN ZİLELİNİN KEÇİ BOYNUZU MİSLİ ÇİĞNEDİKLERİ Mİ ?

2 views
Skip to first unread message

f.u.

unread,
Oct 25, 2011, 1:31:40 PM10/25/11
to FiKRET UZUN YAZILARI
Gün Zileli, Eric J.Hosbawm'ın anlattıklarını, iştahla yemek üzere
oturulan ama hayal kırıklığı ile keçiboynuzu çiğnemeye mahkûm olunan
bir durumun müsebbibi olarak resmettikten sonra, böyle bir durumdan
ille de bir lezzet çıkarmak pahasına, önüne konulanı inatla
çiğnediğini ve sonunda dişe dokunur birkaç düşünce ve saptama
bulduğunu ve bunların da, önemli bir tarihçi olan Hosbawm'ın, bilgi ve
tecrübe dolu olmasına rağmen, İnsicamdan ( tutarlılık) yoksun
mırıldanmalarla kitabına yansıttığı toplam ifadelerinin içinde, eksik
yanları da olsa, birkaç lezzetli ve parıltılı ifade olduğunu
belirterek bunları düşünmemiz için önümüze koyuyor.

Gün Zileli'nin bu tür çırpınışları, Türkiye'ye döndüğünden itibaren
ayağının tozuyla başlamıştır. Yeni değildir yani. Sanki İsveç ya da
İsviçre'den, her neresi ise, burslu olarak yıllarca ikamet ettiği bir
kapitalist ülkeden Türkiye'ye Anti-sovyetizm yapmak üzere gönderilmiş
gibi, gelir gelmez, Lenin'e sataşıyor, Hızını alamıyor, Stalin'e
sataşıyor, bu sataşmalara fazla ses verilmezse, ey ahali duymuyor
musunuz, "Sovyet Marksizmi bütün kötülüklerin anasıdır! " demeye
getirdiğini anlatmaya çalışıyor, bu da yetmiyor, Stalin ile Mustafa
Kemali, o da yetmiyor, Hitler'i aynı kategoriye sokuyor, böylece bir
çırpıda burjuva demokrasisi ile sosyalist demokrasiyi aynı renk ve
tonda boyayarak, en çarpıcı ve gerçekçi resmi ortaya çıkardığının
kabul edilmesini istiyor. Daha da ileri gidiyor, sosyalist
demokrasinin gideceği yerin eninde sonunda Hitlerin gittiği yer yani
Faşizm olduğunu, araya, bu eleştirel övgüsünün içine de serptiği
"insicam" misli sözcükler koyarak süsleyip, insanları ikna etmeye
çalışıyor.

Evet, Gün Bey, bu güne kadar hep bunları yaptı ve görünen o ki, bundan
vazgeçmiş görünmüyor. Oysa gerçeklerin Gün beyin dediği gibi olmaması
bir yana, herkes merak ediyor ve " bu gün bu toprakların temel sorunu
bu mudur ki, Gün beyin iki lafından biri Stalin'in günahları, o
olmazsa Lenin'in erken devrimini veya devrim sonrasındaki proletarya
diktatörlüğünü mahkûm etmeyi, o da olmazsa veya hepsini aynı yazı
içinde ele alarak, Sovyet Marksizm'inin ve sosyalizminin dünyanın
başına gelebilecek en kötü şey olduğunu temcit pilavı gibi tekrarlayıp
duruyor " diyor ve eminim bu soruyu kendi kendine de olsa sordukları
anda, asıl temel sorunu düşünmeye başlıyorlar.

Bu anlamda Gün Zileli'ye aslında teşekkür ediyoruz, temel sorunun
üzerini örtmek için diline doladıkları ile bilmeden ve istemeden temel
sorunun üzerindeki örtülerin kaldırılmasına önayak olmuş oluyor.

Gün Zilelinin okuduğum, Fikret Başkaya ile birlikte yazdıkları bir
yazısı nedeniyle ki, bu yazıyı okuyan ve bu yazıyla birlikte Zileli'
ye her türlü övgüyü sunan aklı başında, onca ideolojik şaşırtma ve
uyutma içerikli saldırılara karşın sıradanlaşmamış olduğu gibi, özünün
de yerinde durduğuna inandığım bir arkadaşım tarafından tarafıma
gönderilmiş olan bir yazı idi, aklıma yine Engels gelmişti. Engelsi
ikinci hatırlayışım oluyordu.

İlk aklıma geldiğinde, Fikret Başkaya'nın, sanırım, "Çürüme Kokuşmaya
Dönerken" başlıklı yazısı ile karşı karşıya idim. Gün Zileli ile
birlikte yazdıkları "Devrimi Yeniden Düşünmek" başlıklı yazı ile
karşılaşmam ikinci hatırlayışım oluyordu. Böylece, Fikret Başkaya'nın
yazdıklarını eleştirmek üzere yazdığım ve başlığını da "Anti-Fikret
Başkaya'lar " şeklinde koyduğum yazının arkasından Anti-Dühring'i ve
bu eleştirel çalışmasında Engels'in yöntemini hatırlayarak,
Başkaya'nın Gün Zileli ile birlikte dediklerine karşı da bir Dühring
eleştirisi ortaya koymaya çalıştım. Arada yine Başkaya'ya ait bir
yazıdaki ifadeler nedeniyle ortaya koyduğum eleştiriler vardı.
Neticede Zincir yazılar oluştu ve başlangıçta kimse itibar etmemekle
birlikte, bu gün geri dönüp baktığımda bu eleştirilerimle pek çok
kişinin ilgilendiği görülmektedir.

Fikret Başkaya'nın yazısını ilk okuduğum anda bu eleştirel yolu
denemeyi istemiştim. Yani Anti-Dühring yaklaşımı ile eleştirmeyi
denemek istemiştim. Ama bu o kadar kolay görünmüyordu ilk
niyetlendiğimde; birincisi, Fikret Başkaya'nın söylediklerinden, sırf
onun ismi ve bulunduğu konum nedeniyle etkilenecek ve koşulsuz ikna
olacak pek çok aklı başında insan vardı ki, bu hepsinin eleştirim
nedeniyle bana hışımlanacağını peşin peşin gösteriyordu; ikincisi
o,kimileri gibi olmasa da, pek çok kimse için yine de ismi önde giden
bir sol kimlik olarak görünüyordu. Özcesi ortada "Fikret Başkaya'yı
tanıyorum, öyleyse dedikleri doğrudur" yaklaşımı bu çevrede hâkim
yaklaşımdı. Ne yalan söyleyeyim, ben de, eleştirime konu olan yazısını
okuyana kadar, diğer ismi önde giden sahte sol gömleklilerle aynı
yerde anmıyordum kendisini. Üçüncüsü, Özgür Üniversitenin
öğretmenlerindendi. Bunlar, benim için de, Engels'in Dühring'i
eleştirmesi ona bir ekşi elmayı ısırmak gibi geldiyse, bir ekşi elma
ile karşı karşıya olduğumu gösteriyordu. Isırmasam, içime
sindiremeyecektim, ısırırsam, ekşiliğinden dilimin ne kadar
kamaşacağını kestiremiyordum. Üstelik Fikret Başkaya'ya
konduramıyordum da. Yani belki de ben yanlış anlıyordum. Onca hışmı
göze alabilir miydim kestiremiyordum? Neticede bu ekşi elmayı, diğer
bütün ekşi elmaları ısırmak anlamında, ısırmaya karar verdim. Ne
olabilirdi ki, eksiğim veya yanlışım olursa, illaki birileri çıkar
düzeltir ve ben de netleşmiş olurdum. Ama ne düzelten çıktı, ne
eleştiren, ne de ses veren. Herkes sağır olmuştu sanki. Herkesin
kafasına hapsettiği bir sırrı ortaya koymuştum ama dokunulmaza
dokunduğum için sükût altından da değerli olmuş idi. Sonra bir daha,
ardından bir daha anti-dühring denedim ama kimseden çıt çıkmadı. Bunun
"sessizlikle öldürmek" diye anılan, eleştirileri savuşturmanın bir
yöntemi olduğunu düşünmüştüm.

Böylece Gün Zileli'ye dayandı eleştirilerim. Bu sitede de paylaştığı,
"Üç Diktatörlük Türü..." başlıklı yazısına, yine bu sitede" Gün Zileli
Dühring'liğe Devam Ediyor Hala " başlıklı bir eleştiri yazısı yazdım.
Eleştirim, değerli Hasan Çamlı arkadaşın benimkinin yanında oldukça
kısa ve öz olan eleştirilerinden hafif kalmıştı. Gün Zileli, ne bana
ne de değerli Hasan Çamlı'ya cevap verdi. "Eleştirinizi hak etmiyorum"
bile dememişti.

Ama ısrarla ,yukarda kendisi için verdiğim hükmün doğruluğunu
kanıtlarcasına yalan- yanlış benzetmelerle Anti- sovyetizmi elden
bırakmadığını göstermeye devam etmesi bir yana, günümüzde olanları da
çok sinsi biçimde çarpıtıyordu."Savcılar, Troçkist-Buharinist Terörist
Ergenekon örgütü Hakkında Kesin Delillere Sahip"!!! Başlıklı yazısı da
bu tür bir yazı idi ve Bu sitede de paylaştığı ama başka bir yerde
karşılaştığım bu yazıda ifade ettiklerini ,"HÂLÂ MI
ANTİSOVYETİZMDESİNİZ GÜN ZİLELİ SİZ HİÇ BÜYÜMEYECEK MİSİNİZ?"
başlığını koyduğum bir yazı ile eleştirmiştim ve yine de Gün
Zileli'den bir ses gelmemişti. Başka kimseden de eleştiri almadım.
Sanki hala, herkesin bildiği ve kafasının içine hapsettiği bir sırrı
ortaya döküyordum ama kimse bu sırrı bildiğini açık etmeye yanaşmıyor
gibiydi.

Aynı konuyu binlerce kez çiğneye çiğneye anlattıklarına keçiboynuzu
tadı vermiş olan Gün Zileli, şimdi ünlü bir tarihçinin
çözümlemelerinin yer aldığı kitabında söylediklerinin tümüne
keçiboynuzu tadı vermeyi ihmal etmemekle birlikte, içinden çekip
aldığı birkaç ifadenin yüzü suyu hürmetine bu keçiboynuzunu çiğnemeye
katlandığını söyleyerek, bu ifadelerin, eksikliklerinin altını çizmeyi
de ihmal etmeden, en lezzetli ve pırıltılı düşünce ve saptamalar
olduğunu ilan etmekten kendini alamıyor. Bu pırıltılı düşünce ve
saptamalara baktığımızda ise, gördüğümüz, Gün Zileli'nin öteden beri
çiğnediği keçiboynuzu tadındaki bayatlamış ve bir o kadar da iflas
etmiş düşünce ve saptamalar oluyor.

Hosbawm'ın, "Ekim devrimi sonrasında, başka ülkelerdeki devrimcilerin
Bolşevik örgütlenme modelini benimseme, iradelerini Bolşevik bir
enternasyonale (nihayetinde SBKP' ye ve Stalin'e) teslim etme kararı,
sadece doğal bir coşkudan kaynaklanmıyordu; aynı zamanda, bütün
alternatif örgütlenme formları, strateji ve taktiklerin aşikâr
başarısızlığından da ileri gelmekteydi. Lenin başarılı olurken, sosyal
demokrasi ve anarko-sendikalizm başarısız olmuştu. Dolayısıyla, başarı
reçetesini uygulamak akla yatkın görünüyordu." Yollu ifadesinden
çıkardığı pırıltı ile Gün Zileli, Stalinizme düşmanlığına, Stalinin
çoktan öldüğü ve Anti-Stalinizmin çoktan iflas eden bir Anti-Sovyetik
saldırı olduğunun daha bir netlikle görüldüğü zamanda bile devam
ettiğini bir kez daha gösteriyor ve keçiboynuzu tadında yazılar yazan
bir yazar olsa da, Anti-Stalinist hummasına ünlü bir ortak bulmuş
olmanın coşkusunu yaşadığını da gizleyemiyor; "ihtiyatlı" bir biçimde,
bu "pırıltılar" vesilesi ile daha doğrusu bu "pırıltılı" saptamalar
üzerinden, Lenini olumsuzlamayı, Anarko-Sendikalistleri olumlamayı
görev biliyor. Çünkü şimdi, düzen için, ufukta görülen veya kıpırtısı
duyulan ve tam da Sovyet sosyalizminin renginin pırıltısını taşıyan
öfkeli yükselişi, sendikalizmin dar alanlarına hapsetme zamanıdır.

Öyleyse kimi eksikleri olsa da, Anarko Sendikalistler, Türkiyenin ve
dünyanın ihtiyacı olan ve Leninin, "Bürokratikleştiren, katılaştıran
ve giderek devrimi yapan kitlelerden koparan teorisi " nedeniyle, yani
Bolşevik parti nedeniyle ve onun uyguladığı Proletarya Diktatörlüğü
nedeniyle hep uzak kaldığı "doğru" yollar, dolayısıyla kendisinden
sonra geçen uzun yılların sonunda Leninin yolunun yanlış olduğu
anlaşılsa da, bundan sonraki uzun yıllar, bu yanlış yol ile geçen uzun
yıllardaki tahribat nedeniyle yeni yol arayışları ile geçmiş ama bir
türlü bulunamamış olan bu yeni yolları, şimdi anarko-sendikalistler
sunabilme noktasına gelmişlerdir.

Evet, Gün Zilelinin çiğneye çiğneye keçiboynuzu tadında sunduğu
pırıltılı saptama budur. Bu, Gün Zilelinin muradı mı acaba, hiç
sanmıyorum, ancak, değerli Hasan Çamlı'nın ifadesiyle "Anarşizmi ne
kadar algılayıp, ne kadar savunduğu" bile tartışılır olan Gün
Zileli'nin geçmişindeki anarşist kimliği, bu lafızları onun dilinden
daha inanılır hale getirebilir diye düşünülüyor. Üstelik Gün Zileli,
zafer kazanmış olduğu gerçeğini teslim ettiği halde, Lenin'in
Yolu'nun, kırk yıl sonra yanlış olduğunun anlaşıldığına vurgu
yapıyor.

Herhalde bu tarihi periyodu rastgele vermemiştir, çünkü anlaşılan o
ki, Lenin'in yolunun yanlış olduğu (dikkatli okuyucunun gözünden
kaçmamıştır, "Lenin'in yolu doğruydu ama Stalin bu yolu değil, başka
yolu seçti "demiyor, "Leninin yolu yanlıştı "diyor.),Stalinin
ölümünden sonra fark edilmiştir. Gün Zileli, Muhtemelen doğru yol
arayışlarını Kruçevle başlatıyor.

Ama Gün Bey, Lenin'in yolunun yanlış olduğunun anlaşıldığını bir
periyodun sonuna götürerek ilan ederken, hem o periyodun sonunda ve
hem o peryotdan itibaren Gorbaçov'a kadar, Gorbaçov dâhil, liderlerin
yarım ağızla olduğu kısa süre sonra anlaşılsa da yolumuz Stalin'in
yoludur yollu konuşarak ama Yolumuz Lenin'in yoludur yollu konuşmayı
hiç bırakmaksızın yola devam ettiklerini ilan etmekten
vazgeçmediklerini görmezden geliyor.

Bütün sorun, tekellerin, emperyalist kapitalistlerin, kendilerini son
derece güvende hissetmeleri gereken bir zamanda Sovyet Marksizminden
dolayısıyla Leninizm'den, yani Lenin'in çıkarılamadığı Marksizm'den ve
elbette Sovyet sosyalizminden ölümüne korkuyor olmasıdır. Başka
ifadeyle korkularının depreşmiş olmasıdır. Böylece Gün Zileli gibiler,
emperyalist kapitalistlerin korkularını hafifletmeye çalışmanın adı
olarak önümüze düşüyor. Onların korktuğu noktalardan gelecek
hücumları,sendikalizmin dar yollarına hapsetmek için geniş yollar
açmaya çalışıyorlar. Amerika'daki Wall Street eylemcilerinin
eylemlerine sinen de bu dar yolları açarak, genişlemeye yüz tutmuş ve
emperyalistlerin korkulu rüyası olan yollara giden kapıları kapatmak
içindir. Gün Zileli bunu çok iyi görüyor ve burada, bu yolda hüner
göstermeye işaret ediyor. Yoksa keçiboynuzu tadında yazan bir yazarın
dediklerine, sadece kendine göre, yani göstermek istediği hünere
malzeme yapmak üzere, birkaç pırıltılı saptama bulmak için tahammül
etmesi düşünülemezdi. Üstelik o pırıltılı dediği saptamaları da
bütünüyle beğenmiyor.

Gün Zileli, anarşizmi yükseltme denemesini, Hosbawm'ın başka bir
pırıltısında da göstermeye çalışıyor. Hobsbawm'ın,1968
ayaklanmalarında parlayan yıldızın anarşizm olduğundan hareketle, bunu
"...Bürokratikleşmiş otoriter devletin ifadesi olan Stalinizmin aşırı
büyümesinin, proletarya diktatörlüğünü kaçınılmaz olarak salt
diktatörlüğe dönüştüreceği yönündeki Bakuninci iddiayı haklı gibi
gösterdiği..." yollu ifadesiyle sevinç çığlıkları atıyor. İşaret yine
aynıdır, Proletarya diktatörlüğünün eninde sonunda parti ya da devlet
diktatörlüğüne dönüşeceğini bunun dışında bir yol aramak gerektiğini,
bunu da en haklı biçimde anarşistlerin gördüğünü ve yapabileceğini
kanıtlamaya çalışıyor.

1968 ayaklanmalarının ise, gerçek tahlili ile ilgilenmiyor,
ilgilendiği, daha doğrusu ilgilendirmeye çalıştığı, bu gün Tekellerin,
ABD-AB emperyalizminin çaresizliğinin çareye dönüştürülmesi için, bu
çaresizliğini daha artıracak olan ve ezilen, sömürülen kategorisindeki
sınıfların çaresini açığa çıkaracak ve yükseltecek olan çarelerin
önünü kapatmak demek olan yolları, ezilen ve sömürülen kitleler için
çare olarak göstermeye çalışıyor. Çare arayışında egemen sınıfların
yanında olduğu, işaret ettiği isimlerden de belli olmakla birlikte, bu
gün temcit pilavı gibi önümüze koyduğu kin ve nefreti ile açıkça
gösteriyor. Kin ve nefreti, hep Leninizm'e yani Sovyet Marksizmine
olmuştur. Dolayısıyla Avrupa Marksizminin cephesinde, Sovyet
Marksizmini tarihten kazımanın şövalyeliğine soyunmuştur. Türkiye'ye
dönüşünün esbab-ı mucizesini burada aramak gerekiyor.

İşte Gün Zileli'nin, onca zahmete katlanıp, lezzetsiz bir yemeği
keçiboynuzu tadında çiğnemeyi göze alması, kin ve nefretine bir kaç
dayanak bulmak, en azından bu dayanağın varlığını ikna etmek üzere,
çiğnemekten yorulmadığı Stalin'e ve onun üzerinden Leninizm'e duyduğu
kin ve nefreti biraz daha çiğnemesine vesile yapmasına yarayacak
birkaç ifade bulmak içindir. Böyle olduğu apaçık görülmektedir.

Stalinizmin ilk defa Troçki tarafından ve Leninizm'in karşıtı
politikalar anlamında kullanıldığını söyleyenler olmakla birlikte,
"kişisel iktidar rejimi","kitlesel baskı rejimi" gibi nitelemelerin de
yaygın olduğu biliniyor. Ama en yaygın ve üzerinde fikir birliği
sağlanmış niteleme,"Stalinizmin, tek bir diktatörün keyfi bir biçimde
ve herhangi bir parti organı tarafından denetlenmeksizin yönettiği,
Marksist-Leninist dogmanın biricik yorumcusu olduğu ve etrafının kendi
kişiliğine tapınmayla çevrili olduğu tek kişi diktatörlüğü." Şeklinde
anlamlandırılmasıdır.

Oysa bu nitelemelerin hiç birisi gerçeği yansıtmamaktadır, bu
nitelemelerin üzerinden yükseltilen Anti-Stalinizm ise gerçekte, anti
Leninizm'in, anti sovyetizm'in ve her ikisi üzerinden kolaylaştırılan
anti-komünizm'in bir biçimi olmaktadır.

Şu açıklıkla görülen ve bu güne kadar hep görmezden gelinen üç somut
gerçek, Stalin'in Sovyet düzeninin kuruluşunda olabilecek en yüksek
başarıyı gösterdiğini (o kadar öyle ki, O olmasaydı, Lenin'in adına
yazılan Ekim devriminin başarısı ile kurulan işçi sınıfının düzeninin
değil yetmiş yıl, 7 yıl bile yaşayamayacağı birçoklarınca dile
getirilmektedir), görmemize yeter.

Birincisi, Stalin, Sovyet sosyalizmini NEP çukurundan, NEPi tam da
Lenin'in öngördüğü gibi, zorunlu ama geçici bir politika olarak, yani
sosyalizmin kalıcı bir politikası haline getirmeden, uyguladıktan
sonra çıkarabilen bir liderdir.

İkincisi ve en önemlisi Leninin formüle ettiği ve tek ülkede
sosyalizmin karşı karşıya kaldığı tarihsel koşulların pratiğinin ki,
NEP de böyledir, zorlamasının ürünü olan Barış İçinde Bir Arada
Yaşama Politikasıdır. Bu politikayı, Stalin tüm geçici karakterinin
bilincinde olarak, emperyalizmden beklenen saldırıyı olabildiğince
geciktirmeye çalışmakla beraber sonunda öngörüldüğü gibi,
emperyalizmin saldırısı gerçekleşmiş ama Stalin'in ve tüm Sovyet
halkının özverisi ve cesareti ile Bu Hitler faşizmi ile kendini
göstermiş olan saldırı püskürtülmüştür.

Üçüncüsü, yine Lenin'in "Dognati Peregnata" politikasını en kusursuz
biçimde uygulamış ve mujikten işçi çıkarmanın zorlukları ile baş
etmesini bilmiş ve Batının sanayideki gelişmişliğini yakalayarak
geçmeyi önemli oranda başarmıştır. Tabii bütün bunların sosyalizm
açısından bir fiyatı vardır ve bu fiyat fazlasıyla ödenerek, Stalin
sonrası politikaların harcı olmuştur ve hiçbir Anti-Stalinist
çokbilmiş, bu üç sosyalizmin doğasına aykırı politika konusunda
eleştiri getirmemiştir. Oysa Sosyalizmde uygulanan kapitalizan
politikalar, bunlardan ibaret olmasa da, bunlar en önemli sapmalara
açık politikalardır ki, Stalin sonrasında bu politikaların sosyalizmin
kalıcı politikaları haline getirilmeye çalışıldığı bilinmektedir.

Burada bir Stalin güzellemesi yaparak Gün Zilelinin Anti-Stalinist
hummasını eleştirirken eleştirimi güçlendirici dayanak yaratmaya
çalışmadığımı belirtmek isterim. Göründüğünün aksine ben Gün Zileliden
çok daha fazla Stalin'e eleştirel bakıyorum, ama bu bakışım bir Stalin
düşmanlığı ile beslenmiyor.

Stalin gerçek anlamda ve sosyalist bakış ile eleştirilecekse, eşitlik
kavramına yaklaşımı ve yaklaşımının tümüyle pratiğin zorlamasından
kaynaklanmasına rağmen, bu pratiği bir teori haline getirmeye
çalışması eleştirilmelidir. Hoş bu durumda bile Stalinin bunu pratiğin
zorlaması karşısındaki çaresizliğine çare olarak yaptığı gerçeğine
yani sorunun becerili iş gücüne daha yüksek ücret vermek
zorunluluğundan kaynaklandığına ulaşmak zor olmayacaktı, başka
ifadeyle sorun, mujikten bozma işçinin bilinçlice olmasa da, burjuvaca
yaklaşımla kapitalizmin değer yasasında diretmesi olduğuna ulaşmak zor
olmayacaktı ve üstelik kapitalist toplumdan çıkıştan hemen sonraki
aşamada bu eksikliklerin kaçınılmaz olması söz konusudur ama bu
yaklaşımın yine de sosyalizmin doğasına uygun olmadığını göstermek
gerekiyordu. İşte gerçek eleştirel bakış budur ve ilerleticidir. En
fanatik Stalin muhalifleri bile bu noktayı hep görmezden gelmiştir,
çünkü Stalin'i eleştirmeleri ve hatta bütün kötülüklerin anası
saymaları, sosyalizme gösterdikleri hassasiyetten değildir, tam
tersine muratlarına engel olan bir anlayışı temsil ettiği içindir ki,
eşitlik ilkesi de muratlarındandır, çünkü Stalin düşmanlarının ki
safça bu trene binenleri ayırıyorum, hepsi gerçekte birer kapitalizm
özlemcisidir. İlerlemek istemiyorlar, Kapitalizmde kalmak istiyorlar,
ilerlendi ise, birilerini ya da bir şeyleri bahane ederek kapitalizme
dönmek istiyorlar. Anti-Stalinizm, bahaneleridir.

Bu eleştirel çözümleme ile vardığımız nokta ise daha öğreticidir, taze
işçi düzeninde, mujikten devşirme işçi için henüz çalışma, yaşamın
temel ihtiyacı olmaktan uzaktır. Çalışma bir küçük burjuvada, bir
köylüde olduğu gibi, yaşamı sürdürmenin aracıdır, bunu ise sosyalist
toplum otomatik olarak sağlıyor ama mujik bunu görmüyor, ya da görmek
istemiyor.

Bu durumun ortaya çıkması ile bunun bir sorun olduğunu ortaya koyarak,
tıpkı NEP de yapıldığı gibi, bir süre için, bu sorunu çözmek üzere,
geriye adım atılması ne kadar doğrudur veya ne kadar yanlıştır, işte
eleştirel bakışın asıl ortaya çıkardığı sorun budur. Asıl üzerinde
durulması gereken burasıdır. Ama eleştiri böyle yapılmıyor, tarihi
yargılamak için yapılıyor. Oysa tarih yargılanmaz, tarih anlaşılmaya
çalışılır. Eleştirel bakışın anlamı budur. Fakat böyle bakmayanlar
için Eleştiri, geriye yani kapitalizme dönüş özlemini veya
kapitalizmde kalma inadını canlı tutmanın bahanesidir.

Diğer yandan, barış içinde bir arada yaşama ve sosyalizme barışçı
yoldan geçme ilkesi bütün dünyadaki komünist partilerine Hruşovla ve
20. kongre ile temel ilke olarak kabul ettirilmeye çalışılmıştır ki,
Gün Zileli,1968 isyanlarından anarşistlere pay çıkartmaya çalışırken,
Fransız komünistlerinin, barış içinde bir arada yaşama ve barışçıl
yolla sosyalizme geçme politikalarına saplanıp kalarak, bunun doğal
uzantısı olan ve daha ikinci savaştan önce Komintern politikalarının
tersine hareketle başlattıkları proletarya diktatörlüğünden kaçışı, en
temel politika yapmalarını ve bunu Leninizm'in karşısına "yeni ve
başarı getirecek bir yol" olarak koymalarını ama ilerleyen zamanda,
sosyalistlerle komünistlerin ortak programı çerçevesinde iktidara iki
kez gelmelerini ama ne tekelleri yenmeyi, ne de barışçıl yolla
sosyalizme geçişi başardıklarını, aksine ortak programı da unutup,
tekellerin koltuk değneği durumuna geldiklerini unutmuş görünmektedir,
yani Gün Zileli'nin öyle ya da başka türlü işaret ettiği yeni yollar,
hep iflas etmiş ama şunu açıkça göstermiştir, Leninizm'e, Sovyet
Marksizmine karşı olarak öne sürülen yeni yolların hepsi aynı yere
bağlıdır ve bu yer, Sovyet Marksizmini yani Leninizm'i en yaygın ifade
ile Marksizm-Leninizm'i tarihten kazıma poltikalarının karargâh
kurduğu yerdir yani emperyalizmin ideolojik şaşırtma laboratuarlarının
merkezidir. Tarihin Sonu tezinin piyasaya sürülmesi aynı
merkezdendir.

Ancak bu o kadar kolaylıkla başarılacak bir mücadele olmadığı için,
yani ne yaparlarsa yapsınlar sosyalist mücadelenin hücumu ile karşı
karşıya kalacaklarını bildikleri için, ya yolları tıkıyorlar ya da
başka yollar açarak hücumun kendilerine ulaşmasını engellemeye
çalışıyorlar. Başka yolların en önemlisi ki,"yeni yol" derken Gün
beyin muradı da bu yöndedir, özü ekonomizm olan Avrupa Marksizm'ini
büyütmeye çalışmalarıdır.

Bu da, işçi sınıfının önüne kapitalist kalkınmanın demokratik yolunun
konmasıdır, yeni yol bu oluyor ve başka diğer bütün yollar bu yola
çıkıyor. En devrimci iş, kapitalizmin hatalarını bulmak ve bunları
düzeltmek için mücadele etmek oluyor. Bu da eninde sonunda sınıf
mücadelesinden uzaklaşmayı, sonunda da," tarihin sonu" tezine
kapılanmayı getiriyor. Böylece sınıf mücadelesinden vazgeçmek meşru
oluyor. Bunun uzantısı ise, emperyalizmin adil bir uluslar arası düzen
kuracağına inanmayı getiriyor. Toplumsal dönüşümlerin
gerçekleştirilmesinde güç ve şiddet kullanımını temsil eden Stalin
düşmanlığı veya Destalinizasyon kampanyası bunun için gerekli oluyor.
Avrupa Marksizmini yükseltmek için, Stalini veya Stalinizmi Sovyet
tarihinden ve düşüncesinden çıkarmak gerekiyor. Bu kotarıldıktan sonra
ve eş zamanlı çabalarla sıra Leninizm'i yani Sovyet marksizmini
tarihten kazımaya gelecektir ki, bu Avrupa Marksizminin ve
emperyalizmin uluslararası planda adil bir düzen yaratabileceği
düşüncesinin topyekûn zaferi olacaktır. Bunun için de ilk önce
ekonomizmin, sosyalist düşüncenin daha doğrusu, Sovyet marksizminin
önüne konması ve "hakiki Marksizm" olarak benimsetilmesi
gerekmektedir. Bunlar gel gitler yaşanarak sırayla veya harmanlanarak
bir bir sahneye konulmaktadır.
İşte Gün Zileli de, bu sahnelerden birinde üzerine düşen rolü oynamak
için hüner gösteriyor. İş, Gün Zileli çerçevesine dayandı ise, hepsi
budur, yani Gün Zileli, sosyalist iktidar atının önüne, ekonomizm
arabasını koşmaya çalışıyor.

Avrupa "Komünistleri"nin ortak düşüncesi, Marksizm-Leninizm'in
Stalinizm olduğu yönündedir ve bütün oklar önce bu noktaya
atılacaktır, buraya isabet eden oklar eninde sonunda Leninizm'i de
Marksizm-Leninizm'i de vuracak ve dünya sosyalist düşüncesi Avrupa
Marksizmine kalacaktır. Böyle düşünüyor, böyle hareket ediyorlar.

Örneği Gün Zileli de cisimleşmiştir, yatıp kalkıp ve kendini bildi
bileli, Anti, Stalinizm dua ediyor ama asıl duası iktidarsız bir
sosyalizm içindir ve anarşizmi, haliyle ekonomizmi yükseltmesi
bundandır. Çünkü Avrupa Marksizmi, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki
ölümcül ve uzlaşmaz karşıtlığın kapitalizmin içindeki değişiklikleri
referans göstererek, ortadan kalktığını düşünüyor, Gün Zileli de bunu
Anti-Stalinizm üzerinden inandırmaya çalışmaktadır.

Oysa tarihin mantığı gösteriyor ki, "Bu gün hâlâ en çok korkulan ve
saldırılan yalnızca ve yalnızca Marksizm'i devrimcileştiren ve
yaşayabilir olduğunu, insana en yakışan düzen olduğunu reel olarak
gösteren Sovyet Marksizm'i ve Sovyet sosyalizmidir ve en çok,
Marksizm'in son ve dünyayı değiştirmeye yetmeyen bir teori olduğunu
kanıtlamak üzere emperyalizmin bütün ideolojik laboratuarlarında sahte
teoriler üretilmektedir ve hepsinin önünde şirin gösteren kulağa hoş
gelen ve hemen hepsinde "demokrasi" olan ekler vardır. Sosyalizmden
korkanlar, korktuklarını kendi sosyalizmlerine hapsetmek için her
yöntemi, her aracı kullanmaktadırlar." (*)

Gün Zileli eleştirisini burada bitirirken "Marksizm'in bir son söz
olduğunu düşünenlere sesleniyorum; Marksizm bir başlangıçtır, yaşadığı
tarih dilimindeki ve o zamana kadar biriken insanlığın düşüncesini
eleştirel gözle incelemiş ve sonrakiler için dosyalamıştır. Marks ve
Engels, tarihe en uzun ve en eleştirel notu kaydedip bu dünyadan
dönülmeze göçmüştür. Onu takip eden Lenin olmuştur, Marksizm'i hem
zenginleştirmiş hem de devrimcileştirmiştir. Asıl zenginliği
politikadadır. Lenin, Marks'ın ve Engels'in, teorik olarak bulup
çıkardıkları ve ortaya koydukları gerçekliklerinin, Ekim devrimi ile
reel pratiğine kapı açmıştır. Kapıyı kapatmak isteyenlere cevap
Stalin'den gelmiş ve böylece sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğu
reel olarak kanıtlanmıştır. İkinci olarak, belirleyici olanın emek
süreci olduğu ve üçüncü olarak, sınıf mücadelesinin tarihin itici gücü
olduğu, Ekim devrimi ile başlayıp, kapitalist restorasyonla sona eren
Sovyet sosyalizminin bütün doğruları ve yanlışları ile birlikte ve
özellikle yanlışlarının yol göstericiliğinde net olarak
kanıtlanmıştır. Eğer kanıtlanmış olmasaydı, bir; dünyanın en çok
hareketli olduğu bölgelerinde yarım milyar paralı Amerikan askerini
beslemesine, onlarca füze rampası ve kalkanı ile kendini garantiye
almasına rağmen, hâlâ Ortadoğunun, Kuzey Afrika'nın çöllerine asker
yığmak için, ucuz asker aranıyor ilanı vermezdi. İki; Sovyet
sosyalizminin yıkılmasının, Stalin'in ölümünün üzerinden onca zaman
geçmesine ve tarihin sonu âmin duasının okunması ile tüm sosyalizm
düşmanlarına bayram havası estirmiş olmalarına rağmen, Troçkizm ve
Anti-Stalinizmin canlı tutulmasından vazgeçilmediği gibi hâlâ canlı ve
saldırgan tutulmaya devam edilmezdi. Üç; yıkılmış bir sosyalizme ve
sonu gelen bir tarihe rağmen, kulağa hoş gelen şirin mi, şirin eklerle
sosyalizm bayrakları imal edilmez, bu bayrağın altına,
kapitalistlerden daha yalancı, küçük-burjuvaziden bile kaypak, ateşi
görünce hemen eriyen, en küçük bir fırtınada içine girecek oyuk
arayanlarla; yani bir parça hümanizm, bir parça insan hakları, bir
parça edebiyat eğilimi taşıyan ve insan olsun da çamurdan olsun demeyi
en önemli sosyalist pusula belleyen kişicikleri toplayarak sosyalizm
olabileceği inancı yayılmaya çalışılmazdı." (*)

"Gerçek sosyalistler, güvenli yollardan ayrılmak istemeyen
kişiciklerden ayrıdır ve tarihin ilerleme çizgisindeki tüm
nesnellikleri doğru okumaları nedeniyle tarihin akışının hangi yöne
gittiğini gördükleri için, kendilerinden emin ve gelecekten
umutludurlar; bu umut ve güven ile insanlığa en çok yakışacak olan
sosyalist düzeni kurmalarının engellenemeyeceğinden emindirler. Bu
anlamda tarihin son sayfasının olmadığının bilinciyle tarihe
kaydederek sosyalistlere bırakılan dosyalar yeniden açılmış ve en
fazla deneyimin yanlışlıkların işaretlendiği ve Sovyet sosyalizminden
akan yanlışlıklarda olduğu görülmüştür. Şimdi insanlığın hâlâ en
bilimsel, en devrimci teorisi olmaya devam eden Marksizm-Leninizm
dosyası, dünyayı insana yakışır biçimde değiştirmeye and içmiş
sosyalistlerin elinde, en ileri seviyeden sosyalist iktidar
mücadelesine başlangıç olacak şekilde geliştirilmeye devam ederek asıl
kavganın daha yeni başladığını bütün dünyaya gösteren sayfaları da
içine katacaktır. Ondan sonrası, yeniden fışkıran insanlığın elinde
büyüyecektir. Sosyalistler bunu biliyor ve buna inanmaktan hiç
vazgeçmiyorlar." (*)

(*) F.U.- "KONGRE GİRİŞİMCİLERİNİN ÜZERİNDE VİETNAM DEVRİMİNİN
HAYALETİ DOLAŞIYOR" adlı makaleden

Fikret Uzun

24 Ekim 2011
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages