f.u.
unread,Jan 18, 2012, 1:54:46 PM1/18/12Sign in to reply to author
Sign in to forward
You do not have permission to delete messages in this group
Either email addresses are anonymous for this group or you need the view member email addresses permission to view the original message
to FiKRET UZUN YAZILARI
17 Ocak 2012 tarihli Yarınlar Dergisi,"Fetullah Gülen cemaatinin yayın
organlarından biri olan haftalık Aksiyon Dergisi 16 Ocak 2012 tarihli
893. sayısında ilginç bir habere imza atarak sol içi bir tartışmada
adeta saf tuttu." diye başlayan haberinde,
Yarınlar Dergisi, Aksiyon Dergisi'ndeki Erkan Acar imzalı En Hakiki
TKP Kiminki? başlıklı haberden söz ediyor ve Aksiyonculara yani
Fetullah Gülen tarikatına göre, söz konusu olan En hakiki TKP kim
olduğunu şu sözlerle haber veriyor: "Ürün dergisinin de içinde
bulunduğu Suphi'den Bilen'e Gelenek Yaşıyor Girişimi (SBGYG)
tarafından önümüzdeki dönemde kurulması planlanan Türkiye Komünist
Partisi coşkuyla karşılanıyor."
Aksiyon Dergisi'nden, aşağıdaki
"TKP isminin ulusalcılık ile yan yana gelmesinden rahatsız olan
geleneksel TKP çevreleri kolları sıvadı. "Ürün" isimli dergi etrafında
bir araya gelen sosyalistler, geleneksel 'Türkiye Komünist Partisi'ni
(TKP) yeniden kurmaya hazırlanıyor. Program ve tüzük çalışmaları
tamamlanıp parti kurulursa ilginç bir durum ortaya çıkacak. Çünkü o
zaman Türkiye'nin aynı adı taşıyan iki ayrı partisi olacak. Geleneksel
TKP taraftarları, partilerinin isimlerinin 2001 yılında ayrı bir
fraksiyon olan Sosyalist İktidar Partisi (SİP) çevresince ele
geçirildiğini ileri sürüyor. Ve onlara göre bugünkü TKP'nin geleneksel
TKP ile bir ilgisi yok." şeklindeki alıntıyı aktaran Yarınlar Dergisi,
haberine şöyle devam etmiş:
"...haberi okuduğunuzda Aksiyon neden SBGYG içinde yer almıyor diye
düşünebilirsiniz. Sola, sol ve sosyalist değerlere küfretmeyi kendine
iş edinmiş bir yayın grubu şimdi kurulması gündemdeki bir sosyalist
partiyi neden davul ve zurnayla karşılar? Hatta polis ve yargı
içindeki yoğun olduğu söylenen etkinliği ile bugün onlarca sosyalistin
yok yere cezaevinde tutulduğu operasyonların arka planındaki bir
cemaat şimdi neden organik bir bağının da bulunmadığı bir yapılanmaya
koltuk çıkar?
Tüm bu soruların yanıtı basit. Özelde Aksiyon, genelde de Gülen
cemaati politika yapıyor. Bunu yaparken dost düşman ayırıyor, düşman
bellediklerini yıpratacak her türlü girişimi de destekliyor."
Yarınlar Dergisi, yeni TKP girişimcilerinin sözcüsü olan Onur
Balcı'nın Aksiyon'a söylediklerine de yer vermiş ve "Gidip SBGYG
sözcüsü Onur Balcı'ya mikrofon uzatıyor. SBGYG sözcüsü Aksiyon kadar
politika yapabilse o mikrofonu uzatana iade etmeyi bilirdi ya,
konuşuyor Balcı " diyerek eleştirdikten sonra Onur Balcı'nın
dediklerini şöyle aktarıyor
"Sosyalist sol gelenek içinde yer alan herhangi birine mevcut partiyi
sorduğunuzda, onların TKP'li değil, SİP'li olduğu cevabını alırsınız.
Kendilerine TKP diyor ve yasal olarak bu isim kullanılıyorsa da
sosyalist bünye onların bu ismini kabul etmemiştir. Pek çok sosyalist
yapı bu parti mensuplarına hâlâ SİP'li diye hitap etmektedir."
Bu aktarmayı da yaptıktan sonra, Yarınlar Dergisi, haberini şöyle
bitiriyor:
"SİP'in TKP adını alması, buna hakkı olup olmadığı ve Ürün Dergisi'nin
bu konudaki yıllar süren mücadelesi okuduğunuz bu haberin konusu
değildir. Tüm bu tartışmalarda Ürün çevresi başından sonuna dek
kendince haklı olabilir fakat bunlar Aksiyon sayfalarında tartışılacak
konular değildir. Okuduğunuz haber sadece cemaatin tescilli dergisinin
sol içindeki en küçük yarılmayı dahi kendi safını güçlendirmek adına
nasıl kaşıdığı ve yine sol içindeki kesimlerin de maalesef bu işe
nasıl alet olduklarını teşhir için yapıldı. Aksiyon'dan alarak
bitirelim: 'Türkiye'de yaşanan değişimlerden herkes payını alırken
bundan en çok etkilenen kesimlerden biri de sosyalistler oldu.' "
Yarınlar Dergisi'nin dedikleri kendini bağlar elbette ama bizim de,
dediklerinin yerinde olduğunu söyleme hakkımızı kullanmamıza engel
değildir herhalde bu.
Ancak bizim, ayrıca ekleyeceklerimiz var ve Yarınlar Dergisi'nin
dediklerinden daha önemli olduğu kesindir.
Şöyle, öncelikle Ürüncüler de, diğer TKP öbekleri de, hatta bilumum
TKP likidasyonun mağduru olan ve bunun Nabi Yağcı ve silah arkadaşları
tarafından kotarılmış olduğundan hareket eden diğer TKP üyeleri de,
istisnaları ayırıyorum, SİP-TKP ye karşı husumetlerini, hemen hemen
salt isim hırsızlığı üzerinden göstermişler ve göstermeye devam
ediyorlar. Ancak SİP-TKP den en belirgin ayrılık noktaları ve üstelik
Irak'ın ABD tarafından işgali sırasında Ürüncüler BAAS partisinin
tarafında yer alarak, ABD ye karşı anti-emperyalist bir tutum almış
olmalarına rağmen ki, yerinde bulmuştuk, SİP-TKP nin tam millici
olmasa da, yurtseverliği öne çıkartarak büründükleri rengin ulusalcı
olması noktasında idi.
Oysa SİP-TKP, bu politikalarında olması gereken yerde iken, mücadele
zemininde, yani politikalarının pratiğinde, yanlış yerde idi ve bundan
uzaklaşmış değildir. Diğer yandan, SİP-TKP, büründüğü ulusalcı ton ile
ki, nesnel olarak var olan yurtseverlik dinamiklerinin üzerine
oturmasının ifadesinden başka bir şey değildir, izlediği düzen içi
reformist politikalarını örtüleyebiliyordu ve şimdi, bu ulusalcı
tondan da nasıl kurtulurumun hesabını yaparak iki arada bir derede
olduğu görülmekte ve bunun sonunun tam reformist çizgiye kaymak
olacağı da görülmektedir.
Böylece, Ürüncülerle aralarındaki fark, kıl kadar bir kalınlıktan
ibaret olacaktır ki, bu düzenin, yani12 Eylül rejiminin, elbette
yenisinin de, tam istediği ve öteden beri önünü açtığı bir "Komünist "
parti modelidir.
Kuşkusuz dileğimiz ve beklentimiz bu değildir ama görünen köy kılavuz
gerektirmiyor ve gördüklerimizi göstermenin sorumluluğumuz ve bu
çerçevede hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Yanlış görüyor isek,
doğrusunu, SİP-TKPli ve Ürüncü arkadaşlarımızın ki, hem SİP-TKP deki,
hem de Ürün çevresindeki arkadaşlarımızın hepsini bir tutmadığımız
açıktır, ayrıca, Ürün dinamiğinin de, SİP-TKP dinamiğinin de örgütsel
planda oldukça belirgin ve bütünü kaplayan benzerlikleri olduğunun da
altını çizmeden geçemiyoruz. Bunu öteden beri şöyle resmettiğim ve
tarif ettiğim bilinir ki, tekrarı yerindedir; Bu örgütlenme modelini,
avuç içi ile dışından ibaret olan bir elin, içi başka, dışı başka bir
dinamik şeklinde hareket etmesiyle ortaya çıkan hareketlenmeye
benzetiyordum. Avucun içi silkindiği anda, avucun dışındakilerin,
avucun içinin hareketine vakıf olamadığı ve buradaki hareket üzerinde
herhangi bir etkisi söz konusu olamadığı için, hiçbir kıymeti
harbiyeleri kalmamaktadır ve genellikle avuç dışının daha da dışına
dökülmeleri söz konusu olmaktadır. Bu da, avucun içinde sürekli
politika değişikliği, dışında ise kadro değişikliği demek idi.
Anlaşılacağı üzere, kadro değişikliği, hep avucun dışında cereyan
etmekte, içerde politikalar değişse de, kadro değişimi çok nadir ve
genellikle avuç içinin izin verdiği ölçüde gerçekleşmektedir.
Böyle, sadece komünist partisi değil, sıradan bir kitle örgütü bile
ilerleyemez. İlerlemesi aldatıcıdır ve tümüyle nesnel durumun, düzenin
kurduğu ideolojik-politik hegemonya nedeniyle üzerinin örtülü olması
ile bağlıdır. Dolayısıyla bu ilerleme, eninde sonunda düzenin
öngördüğü sınırlardadır ve açık bıraktığı kapılara doğrudur.
Bunun böyle olduğu, daha TKPnin kendi eliyle kendini feshetmeden
tasfiye edip, TİP ile ve çok fazla TİPlinin katılımının sağlanamadığı
bir birleşme ile TBKP yi kurma girişimi sırasında belli olmuştu ve 12
Eylül rejimi faşist kimliğini, demokratik kimlikle değiştirebilmenin
çaresini burada görmüştü. Bunu, o zamanki gazete sütunlarında yer
alan, TKP kurmaylarının, özellikle de Nabi Yağcı'nın verdiği
mülakatlarda görebiliriz
Hatırlanacaktır, ben sıklıkla Nabi Yağcı'nın ve ayrıca son olarak
S.S.Önder'in, şu, Kürt meselesinde oynanan oyunlardaki gerici-dinci ve
egemen güçle işbirliği şeklindeki rengi, sosyalist renkle
değiştirebilme veya buna rağmen sosyalist renkleri de çekebilme
çabasının ifadesi olarak Kürtlerin "sosyalist" milletvekili yapılması
sırasında ve öncesinde de, ZAMAN gazetesine verdikleri mülakatlarda
kime ve ne için konuştuklarını açıkladığımda, hem Nabi Yağcı'nın, hem
de S.S.Önder'in müritlerinin hışmına uğramıştım ki, bu husumetleri
hâlâ devam etmektedir, ama işaret ettikleri noktaya ki, daha sonra
Halil Berktay pirimiz de aynı işareti vermiştir, sosyalistlerin
mürteci olmaya çalışmasının en devrimci iş olduğu noktasına, kimse
aldırış etmemişti ve hâlâ etmemektedirler.
İşte Ürüncülerin, SİP-TKP nin isim hırsızlığından muzdarip olduğu
anlaşılan, başka da rahatsızlık dile getirmeyen TKP girişimcilerinin,
Fetullah Gülen'in yayın organlarından, propaganda araçlarından olduğu
belli olan Aksiyon Dergisi'ne verdikleri mülakatın da bu temelde ele
alınmasında hiçbir sakınca ve hiçbir yanlış yoktur.
Doğruluğu nerededir, Ürüncülerin açıklayacağını ise, hiç sanmıyorum,
açıklasalar bile bunu ancak bir politika olduğu yollu savunabilirler
ki, bu politikanın daha çok Fetullah Gülen tarikatının politikalarına
yarar sağlayacağını unutmuş olduklarını itiraf etmelerinden başka bir
anlamı olmayacaktır. Çünkü bir komünist partisi girişiminin, hem
politik, hem ideolojik ve hem de bilimsel olarak tam karşıt ve
uzlaşmaz bir zeminde sorunlarının tartışılmasının karşılığını bulması
mümkün değildir. Bulacağı umuluyorsa, bu, yukarda sözünü ettiğim
kapıya çıkan bir ümidin ifadesidir.
Bununla birlikte, Nabi Yağcıların tayfasından olduğu anlaşılan ve çok
çok övgü alan bu tür başka bir mülakatın, Kuşadası'nın kent meclisinin
başkanı olduğunu bildiğimiz bir TKP artığı avukattan geldiğini ve
bunun da Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından ve son seçimde YCHP den,
siz AK-CHP den anlayabilirsiniz, milletvekili seçilmiş olan ve halen
Ergenekon davasından tutuklu bulunan Mustafa Balbay'ın Ergenekon
örgütü ile bağlantılı olarak gözetim altına alınıp, salıverilmesinden
sonra yine AKSİYON Dergisi'ne verilen Balbay'ın bir TKP itirafçısı
olarak lanetlenmesi ve hesap sorulmasının istenmesi yönündeki
mülakatın oldukça öğretici olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Bu mülakatların hepsinde bir senkronize dinamik, bir korelasyon yok
ise, nedir bu AKSİYON merakı, bunu en safdillikle bile ele alsak, bu
kadar tesadüf olacağına inanmak mümkün olabilir mi?
Eğer ortada bir emperyalist oyun ki, başrolde hep olduğu gibi, ABD
vardır, var ise ve bu oyunun ana ekseni, Türkiye'nin de içinde olduğu
bölgede ulus-devlet dinamiğini bozup, Ortadoğu ve Kafkasların haritada
yer alan aynı miktardaki coğrafyasına, üniter yapısı olan ve görece de
olsa bir bağımsızlığa, bir burjuva devlet egemenliğine sahip olan
devletleri parçalayarak daha fazla devlet sığdırmaya ve parçalara
ayırdığı halkları çifte kölelik içine hapsederek kendisine katmerli
olarak bağlamaya bununla bağlı olarak da, Kürt ulusunun başka ve
üniter yapısı olan devletlerdeki parçalarını birleştirmek suretiyle
İsrail'e daha büyük bir devlet sağlamaya yönelik ise, burada anti-
emperyalist mücadelenin uç vermesi ve yükselmesi gayet normal ve
nesnel bir gelişme olarak karşımıza çıkar.
Bu mücadelenin içinde ve tepesinde ayrı, tabanında ayrı olarak çeşitli
renklerin var olması da şaşılacak bir gelişme olmayacaktır.
Dolayısıyla bu yelpazede komünistlerin olması da şaşılası bir durum
değildir, mahkûm edilecek yanı ise hiç yoktur. Yeter ki, bu
nesnelliğin, tarihsel ve nesnel olarak kitlelerin ve elbette onların
bu nesnelliği görmeleri için fener tutacak olan bilinçli unsurların
önüne koyduğu perspektiften uzaklaşılmasın, başka ifadeyle tarihin
ilerleme çizgisindeki diyalektikten sapılmasın.
Bunun anlamı, antiemperyalist mücadele zemininde, mücadelenin ileri
yönelmesine engel politikaların peşine takılmamak ama bu zemindeki
güçlerden düşman yaratarak, asıl düşmanın adresini şaşırtmaya
dolayısıyla asıl düşmanla mücadeleden uzaklaşarak, asıl düşmanın
nesnel ve öznel olarak karşıtı olan güçler arasındaki bir mücadelenin
içine hapsolmamak ve asıl düşmanın elini kuvvetlendirmemektir.
İşte politika budur ve bu, politika, bir savaş sanatıdır ki
(Marxizm'in kurucuları bile, Lenin bile, bu çerçevede, bunu en tam
ifadesiyle ortaya koyanın Clausevitz olduğununun hakkını teslim
ederek, savaş ve politika konusunda onun yönermelerinden ayrı yaklaşım
göstermemişlerdir), düşmanın iradesini teslim almak yanında, düşman
yaratma ve bunun karşısında güç biriktirme, dolayısıyla düşmanı bölme
sanatıdır.
Aksiyon'un yaptığı tam da budur, dün de bu idi ve başarısız olduğu
söylenemez. Hem SİP-TKP ile Ürüncülerin nezdinde girişilen TKP
dinamiğini birbirinden ayırmak ve hem de, her ikisini de nesnel olan
mücadele zemininden uzaklaştırmak. Böylece egemen ideolojiye ve
politikaya bağlamak üzere komünist çevrelerdeki iradeleri zayıflatarak
akıl bozmak.
Komünistler, aynı anlamda kullanıyorum, sosyalistler, tarihin ilerleme
çizgisinde ifadesini bulan diyalektiğin yasallığına göre, egemen
sınıfın ve onun ideolojik-politik hegemonyasının tahrip ettiği bu
çizginin, emperyalist kapitalizmin ve işbirlikçilerinin gerilettiği
noktasında, diğer bütün sınıfsal ama egemen sınıfa karşıt olan
güçlerle birlikte yer aldığının ve buradan daha geriye gitmeyeceğinin,
dolayısıyla bu noktaya püskürtülen bütün diğer güçlerle birlikte ama
ileriye doğru hareket ederek, asıl düşmana karşı mücadele etmesi
gerektiğinin, bu anlamda bütün bu güçlerin öncüsü olmaya aday olduğunu
göstermek için, doğru temelde, yani bilimsel temelde, ideolojik-
politik konumlanması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Ve bu
bilinçte, Türkiye'nin olduğu kadar, bölgenin ve dünya konjonktürünün,
dolayısıyla bu konjonktürdeki sınıf mücadelesinin renginin doğru
değerlendirilmesi ve politikanın bu temelde şekillendirmesi görevi de
olmalıdır.
Fikret Uzun
18 Ocak 2011