f.u.
unread,Jun 11, 2012, 4:05:22 AM6/11/12Sign in to reply to author
Sign in to forward
You do not have permission to delete messages in this group
Either email addresses are anonymous for this group or you need the view member email addresses permission to view the original message
to FiKRET UZUN YAZILARI
MARXİZM'İN DEVRİMCİSİZLEŞTİRİLMESİ
(Yarım doğru en büyük yanlıştır)
Marxizm, elbette bir devrim politikası programı değildir. Başka
ifadeyle salt siyasal eylemin yol göstericiliğine indirgenemez. Bu
anlamda, Marksizm'i bir devrim programı kataloguna indirgemek
yanlıştır.
Ancak daha yanlışı Marxizmi irdelerken burada takılı kalmak, bu
takıntı ile de, başka yarım doğrular üretmektir.
O halde, Marxizm'in bir bilim olduğu ve felsefi kaynağını diyalektik
ve tarihsel materyalizmden aldığı gerçeği ile başlamak yerinde
olacaktır.
Bu gün hâlâ dünyanın hemen her yerinde, insanların, sürekli
bunalımlarla sarsılan kapitalist sistemin ve onun manevi-kültürel
değerlerinin seçeneğini aramaya devam ettikleri de bir gerçektir.
Ancak bu arayışın bir yanında hâlâ burjuva ideolojisinin etkileri var
olmaya devam etmektedir. Buna karşın, yine de sosyalizm seçeneğinin
çekiciliği artan hızla kendini göstermeye devam etmektedir. Bu da,
sosyalizmin dünya görüşünün temeli olan Marxizm -Leninizm'e yönelişi
artırarak sürdürmektedir.
Bu yönelişin artarak devam etmesi karşısında endişelerinin sürdüğünü
gizlemeyen kapitalizmin temsilcileri de boş durmamakta ve bu yönelişin
önünü kesmek için uydurulmuş veya çarpıtılmış Marxizm örnekleri
üretmekte ve yaymaktadır.
İşte bu nedenle ve günümüzde Marxizm-Leninizm'i gözden düşürmek,
tarihte kaldığını ve geçerliğini yitirdiğini kanıtlamak için,
neredeyse tümüyle laboratuarlarda üretilen ideolojik saldırı
malzemeleri ile ve yine neredeyse tümüyle, işçi sınıfının, sosyalist
hareketin içindeki sahte sol/sosyalist gömlekli burjuvazinin seçilmiş
görevlileri eliyle ve sinsi çabalarla, sürdürülmeye devam eden
ideolojik saldırının etkilerini kırmak, ortadan kaldırmak için,
Marxizm-Leninizm'i, Marxist bir yaklaşımla ve eleştirel bir gözle
irdelemek ve çağın gereklerine uygun, çağın bilimsel gelişmişlik
düzeyini de göz önüne alarak, hiçbir katkıda bulunulamasa bile, gözden
geçirmek yararlı ve ilerletici sonuçlar doğuracaktır.
Bunun anlamı, Marxist dünya görüşünün tüm bilgi alanlarındaki
bileşimini yeniden ortaya koymaktır.
Bunu ben çok kez yineleyerek, Marx'ı ( elbette Engels ve Lenin'de
içindedir) Marx 'ta kalarak aşmak ifadesi ile tanımlamaya
çalışmışımdır.
Bu konuda özellikle gençlere ve elbette sıradanlaşmış ama özünü
kaybetmemiş olan, eskiden arta kalan, daha doğrusu eskinin eksikli,
yarım doğrularla sosyalist hareketi büyük bir parçalanmaya iten
yanlışlarının sersemletici etkisi ile kendini kaybetmemiş olan dürüst
devrimcilere vereceğim temel adres, Engels'in son derece titizlikle ve
son derece cesurca Marx'ın düşüncesinin en tam biçimde anlaşılmasını,
öğrenilmesini sağlayacak şekilde ortaya koyduğu çalışma olan Anti-
Dühring olacaktır.
Anti-Dühring'in Marxizm'in temel ilkelerini açık ve eksiksiz bir
biçimdeki açıklaması olarak önemi son derece büyüktür. O kadar öyle
ki, Sovyetler Birliğindeki kapitalist yenileme çabalarını finale
götürmek isteyenlerce, en önemli engellerden birisi olarak görülmüş ve
yıkılış arifesinde, Anti-Dühring'in geçerliğini yitirdiği yönlü
kararlar alınarak, Anti-Dühring'in eskimişliği üzerinden Marxizm-
Leninizm'in temellerine saldırıya yeni bir boyut kazandırılmıştır.
Oysa Engels, bu yapıtında, Dühring'in etkisinde kalan en yüksek
düzeydekileri dâhil, Alman Sosyal-Demokrat liderlerin ve kadrolarının
Marxizm konusunda zihinlerini açmak için, Dühring'in, sosyalizmin
yandaşı görüntüsü altında yaymaya çalıştığı bilimsellikle tümüyle ters
orantılı ve Alman Sosyal Demokrat liderlerin ideolojik
yetersizliklerinin üzerine basarak bilimsel tonda sunmayı başardığı
fikirlerini, Materyalizmin kendi zamanındaki bilime uygun düşen
biçimini saptayarak yerle bir ediyordu.
Bu gün gençler, Marxizm-Leninizm'i anlamak ve öğrenmek için son derece
geniş olanaklara sahiptirler ancak, aynı oranda da Marxizm-Leninizm'i
anlamalarının ve öğrenmelerinin önünde son derece sinsi engeller
vardır. O nedenle de, Marxizm-Leninizm'in, üçüncü şahıslardan değil,
kaynağından öğrenilmesi -yine son derece- önem taşımaktadır. Ola ki
üçüncü şahısların çalışmalarına başvurulması kaçınılmaz ise,- Marxist-
Leninist etiketle öne çıkmış çeşitli örgütler de bunun içindedir- yine
de Marxizmin temellerine kendi kaynaklarından vakıf olmak temel düstur
olmalıdır. Bu, bu temelde hareket eden örgütlerin bünyesindeki
unsurların en tepedeki ile en uç köşedekilerinin arasındaki ideolojik-
politik yaklaşımındaki farkı veya eksikliği neredeyse sıfır noktasına
çekebilmenin güvencesi olacaktır. Bu da, Marksizm'i dışardan
eleştirerek bozmaya çalışanların etkilerine maruz kalmamanın güvencesi
olacaktır.
Marxizm'e vurgu yaparken, onun tek bir parçadan ibaret olmadığını
hatırlamak gerekir. Doğanın, toplumun ve düşüncenin genel gelişim
yasalarının kavranması elbette Marksizm'in içerdiklerinin sadece bir
bölümüdür. Başka parçaları da olduğunu biliyoruz ki, ikinci parça
Ekonomi Politiktir, yani insanların üretim süreci içinde kurdukları
toplumsal bağların ve ilişkilerin bilimi; Diğer parça ise, Bilimsel
Sosyalizmdir, yani işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin karakterinin
ve koşullarının, bu sınıfın hedefinin ve sosyalist toplumun temel
ilkelerinin bilimidir. Bu bütünlük kavranmadan Marxizm'in temellerine
vakıf olmak eksikli kalacaktır. Kalıyor.
Bununla birlikte Marxizm'in birden bire ortaya çıkmadığı, felsefi,
tarihsel ve sınıfsal çeşitli önceleyenlerin üzerinden yükseldiği ve
Marx ile Engels'in bu önceleyenlerle birlikte, kendilerinin
yaşadıkları çağın gerçekliklerini de irdeleyerek geliştirdiği bir
bilim olduğu da unutulmamalıdır.
Örnek olsun, Marksizm'den, Marksizm'i kanıt göstererek uzaklaşmak veya
vazgeçmek isteyenlerin, buna felsefi bir ton vermek üzere ortaya
saçtıkları ünlü ve bu gün yarım doğru şeklinde koskoca bir yalana
dönüştürülmeye çalışılan, "değişmeyen tek şey değişimdir" ifadesinin
kökü Marx'tan çok önceye dayanır. Bu biçimde düşünmek, Antik Yunan
filozoflarına aittir ve ilk formüle eden Herakleitos'tur. "her şey hem
kendisidir ve hem de değildir; çünkü her şey akar, sürekli dönüşme,
var oluş ve yok oluş durumundadır."
Örnekleyebileceğimiz bir başka önemli nokta da, Kant'ı ve Laplace'ı
hatırlamamızı gerektiren Alman felsefesidir. Evrenin, onun ve
insanlığın evriminin olduğu gibi, bu evrimin, insanların beynindeki
yansımasının da doğru bir biçimde kavranması,(öyleyse ancak varoluş ve
yokoluşun, ilerleyen ve gerileyen değişikliklerin evrensel karşılıklı
etkilerini sürekli göz önünde tutarak), diyalektik yoldan olanaklıdır.
İşte modern Alman felsefesinin çıkışı tam buradadır. Kant "güneş
doğmuş olduğuna göre, güneş sisteminin bir gün mutlaka sönmek zorunda
olduğu" sonucunu çıkarmıştı. Ve bu teorik çıkarım, Laplace tarafından,
neredeyse 50 yıl sonra matematiksel olarak kanıtlanıyordu.
Ardından Hegel sisteminin geldiğini ve bir dönem Marx ile Engels'in
Hegelyen olduklarını, sonra onu aşarak Marxizme yol aldıklarını, daha
sonra Hegel'i eleştiren Feuerbach'ın, özellikle de Hıristiyanlığın
özü, Essence of Christianity, çalışmasından etkilenerek Feuerbachyen
olduklarını ve onu da aşarak Marxizmi geliştirmeye devam ettiklerini
biliyoruz.
Ve ütopik sosyalizm.
Demek ki, Marxizm, gökten hazır reçetelerin taşındığı bir torba içinde
yeryüzüne sarkıtılmış değildir. Ancak tarihin çözerek ilerleyen
gelişim çizgisi üzerinde taşınarak açığa çıkan gerçekliklerin,
Marxizmin kurucularının ve onları önceleyenlerin önüne sarkıtılmasını
tasavvur etmek pek de yanlış olmaz. Ancak burada irade, doğanın ve
toplumun gelişmesi yanında, buna zaman zaman paralel, zaman zaman ters
orantılı olarak gelişen düşünceye aittir.
İşte Marxizmin kurucuları, bu gelişmelerin taşıdığı çözülmüş veya
çözülmemiş olarak, yaşadıkları çağın gerçeklikleri olarak ve çoğu
zaman görünmeyen olarak önlerine düşen gerçeklikleri, tarihin ve
toplumun derinliklerinden almış, doğa biliminin gelişmesi ile de daha
bilimsel bir yaklaşımla, başka ifade ile bilim adamı iyimserliği ile
çözümlemiş, işlemiş ve bir teori olarak ortaya koymuşlardır.
Serüveni bu kadarla sınırlı olmayan ve kısa veya lokal cümlelerle
bütünlüğüne vakıf olunamayacak denli geniş bir alanı ve içeriği olan
Marksizm'i, bir de Leninizm ile birlikte ele almak, bu bütünlük içinde
değerlendirmek gerekmektedir.
Burada ve bu günün koşullarında, yani, sosyalizmin yıkılmış olduğu,
tarihin bittiği, sınıfların ve sınıf mücadelesinin ortadan kalktığı,
en azından belirleyiciliğinin ortadan kalktığı biçimindeki zorlama
telaffuzların etrafa saçıldığı koşullarda, Marxizmin üç temelinin
sapasağlam ayakta durduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim.
Öncelikle, Marx'ın teorisinin, yani sosyalizmin işçi sınıfının düzeni
olduğu teorik saptamasının, Sovyet sosyalizminin yıkılışındaki
derslerde çok daha rafine olmak üzere, reel sosyalizm ile kanıtlanmış
olduğunu artık hiç unutmamak gerekmektedir.
İkinci olarak, emek sürecinin belirleyiciliği ilkesinin de son derece
somut olarak ayakta durduğunu görebilmek çok daha kolay bir
açıklıktadır. Bu gün hâlâ Kapitalistler kaygılarının kaynağını bu
süreçte bulmaktadır.
Üçüncü olarak ise, tarihin gelişiminin motorunun hâlâ sınıf mücadelesi
olduğu apaçık görülmektedir.
Dolayısıyla kapitalistler, en büyük, şiddetli ve sinsi saldırılarını
bu üç temel üzerinde yoğunlaştırmakta, sosyalizmin işçilerin malı
olmadığını, kapitalistlerin de malı olduğunu, dolayısıyla kapitalizmin
gelişimini tamamlaması ile birlikte, kaçınılmazlıkla ve kendi isteği
ile sosyalizme geçmeye karar vereceğini; bunun için de, kapitalizmin
aksaklıklarının giderilmesi yoluyla kerte kerte sosyalizme
varılacağını; bu nedenle de sınıf mücadelesinin tarihe karıştığını,
işçi sınıfı ile kapitalistlerin empati içinde birbirlerini
tamamlayabileceklerini, aslolanın insan olduğunu, kavganın iyi
insanlarla, kötü insanlar arasında olduğunu, dolayısıyla insanın
yerine sınıfı ve sınıf çatışmasını koymanın ırkçılık olduğunu ve daha
birçok şaşırtıcı inciler dökerek, sonuçta kapitalistlere ait bir
Marksizm'in ve dolayısıyla sosyalizmin insanlık için çok daha yararlı
olacağını inandırmaya çalışmaktadırlar.
Böylece, güler yüzlü sosyalizmden,
"demokratik","özgürlükçü" ,"insancıl" sosyalizme kadar uzanan çeşitli
teoriler, emperyalist kapitalizmin laboratuarlarında lezzetli tadlar,
kulağa ve göze hoş gelen renkler katılarak üretilip, sosyalist
mücadele alanlarına şırınga edilmekte iken, aynı zamanda emek
sürecinin yoğun olduğu yerlere kapitalistler, asker ve polis gücünü
yığmakta, zorunun korkutucu gücünü yerleştirmektedirler.
Yani kısaca, bir taraftan emek sürecinde buldukları kaygılarını
gidermek için, kapitalistler buralara "zor"unu yığarlarken, sınıf
mücadelesini köreltmek için son derece sinsi yöntemler ve araçlar
geliştirmekte ve elbette bunlarla birlikte, kendisine uygun sosyalizmi
üretmeyi ve buna uygun olarak Marxizm-Leninizm'in içini boşaltmayı ve
ondan önce Leninizm'i Marxizmden ayırarak, Marksizm'i güler yüzlü bir
iktisat doktrini ve felsefe tarihinin sevimli bir dipnotu olarak
yansıtmayı bir politika ve ideolojik mücadelelerinde bir silah olarak
öne çıkarmaktadırlar.
Öyleyse, bu serüveni derinlemesine takip etmeyi ve bu derinlikte
anlamayı ve öğrenmeyi okuyuculara ama ondan önce bu konuda
hassasiyetlerini öne çıkartarak bir lokal vurgu ile sorunu
çözdüklerini sanan yorumculara bırakıp, Leninin katkısına, dolayısıyla
Marxizm-Leninizm bütünlüğünün önemine geçebiliriz.
Buna geçmeden önce, Marxizm'in üç temelinin sapasağlam durduğu
şeklindeki vurgumuza, Marx'ın düşüncesinin kaçınılmazı ortaya çıkaran
bir teorik yapı olduğu yönlü vurguyu da eklemek istiyorum; buradan
hareketle kaçınılmazı bulup ortaya çıkarmanın, bilimin işi olduğunu ve
bir bilimselliğin ifadesi olduğunu, bilimselliğin, kaçınılmazlık ve
zorunluluk olduğunu, özgürlüğün ise, bu zorunluluktan kaçılmaz olarak
doğduğunu; düzeni tasarlamak ve iktidarı politik müdahale ile almanın
özgürlük olduğunu ve bu noktada Lenin'i, Leninizm'i hatırlamak
gerektiğini vurgulamak istiyorum
Dolayısıyla klasik iktisatçıların son derece kötümser olduklarını, söz
yerinde ise felaket tellalı olduklarını ancak felaketi insanlığın
üzerine yıktıklarını hatırlatarak; Marx'ın da bir iktisatçı olduğunu
fakat bu şom ağızlı iktisatçılardan ayrıldığını; kapitalizmin
gelişiminin kıyamete götürdüğünü onun da gördüğünü, ancak bu kıyametin
kapitalistlerin kıyameti olduğunu, bu kıyametin içinde insanlığa bir
cennet doğduğunu ortaya koyduğunu, bu çerçevede de son derece iyimser
olduğunu, dolayısıyla iyimserliğinin kaynağının bilimsel olduğunu, bu
iyimserliğin işaret ettiği cennetin ise sosyalizm olduğunu ve işte
Marxizmin bu cennete açılan teorik bir kapı olduğunu, ancak sadece bu
olmadığını, kapılar sonuna kadar açıldıktan sonra cenneti kalıcı
kılacak olan ve insanlığın gelişiminin temel yol göstericisi olarak
gelişmeye ve geliştirilmeye devam edecek olan bir bilim olduğunu;
Leninizmin ise bu kapıları sonuna kadar açan iradenin adı olduğunu,
başka ifadeyle Marxizmi yaşatanın, Kapitalistlerin gönlündeki, iktisat
derslerinde okutulan bir ekonomi politik doktrinler tarihi bölümü ve
felsefe tarihinin bir dipnotu olmaktan kurtaran, Ekim devriminde vücut
bulan teorik-pratik bütünlüğe içerilmiş irade olduğunu; daha ileri
giderek, Leninizm'in Rusya Marxizmi olduğunu ve Marxizmi başarıya
götürenin Rusya Marxizmi olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Bunları neden hatırlattığıma gelince;
Marksizm'i, "Marxizm, ezilen veya sömürülen siniflarin bilimidir"
demek ile " işçi sınıfının bilimidir" demek arasındaki tartışma
sınırında irdelemenin; ne Marksizm'i bütünsel olarak ve çağımızdaki
sosyalizmin sorunlarının çözümüne dönük olarak irdelemek olduğunu, ne
de Marksizm'i eleştirel bir yöntemle irdelemek, başka ifadeyle
Marksizm'i, Marxist yöntemle eleştirmek demek olduğunu göstermek
istediğim içindir.
İlaveten, Marxizm'e sahip çıkmak adına, Marxizm'e dair eksikli veya
yanlış, ki eksikli olanlar yarım doğru mislidir ve yanlıştan bin kat
yanlış olmayı içermektedir, ifadelere işaret ederek, onların
yanlışlığını veya eksikliğini göstermek üzerinden başka yanlış ve
eksik ifadeler kurulmasının çok daha büyük bir eksiklik ve yanlışlık
olduğunu ve hatta bilinçli bir çabayı ve de kötü niyeti içerdiğine
işaret etmek istediğim içindir.
Diğer yandan, Marksizm'i bilimselliğinden ayırırsak, doğa
felsefesinden de ayırmış oluruz ki bu Marxizm'in bilimselliğini kabul
ederken, bu bilimselliği bir öznellik içine hapsetmeye sürükler;
Marksizm'i son tahlilde bir vahiy niteliğinde tasvir etmeye veya dogma
biçiminde algılamaya, dolayısıyla, da Marxizm'in Marxist yöntemle
eleştirilip, geliştirilmesinin bir bilim karakteri içerdiğini
yadsımaya götürür.
Örnek olsun, Kant'ın, Kopernicus'ten sonra yaptığı en büyük
ilerlemenin ifadesi olan teorisi ile Marxizmin gelişimi arasında bir
bağ olduğunu görmemek, bu yadsımayı anlatmaktadır.
Biraz daha açarsak, bu yadsıma bizi, Kant'ın bu teorisini,
matematiksel olarak geliştiren Laplace'ın ilkel bulutsu teorisinin,
yıldızlar ile güneş sisteminin oluşmasının açıklanmasının Marxizm'in
gelişmesine hiçbir etkisi olmadığının kabul edilmesine götürür.
Ayrıca, Marxizme göre, bilgimiz genişlediği, gerçeği daha bilimsel bir
biçimde kavradığımız ölçüde, düşüncelerimizin biçimleri dönüşür.
Felsefe, artık, öteki bilimler üstünde, bilgimizin eksiklerini
kapatmayı gözeten bir bilim değildir. Gerçekliğin düşünce düzeyindeki
dışavurumudur; doğal ve insanal olayların araştırılmasında bilim
tarafından elde edilen sonuçların genelleştirilmesi ve
benimsenmesidir.
Buradan varacağımız nokta, bilginin her ilerlemesinin, teorinin bir
yeniden ayarlanması olduğu, Engels'in deyimiyle, Materyalizmin yeni
bir biçimini içermesi olduğudur. Yani Marxizm, özünde, bilim
tarafından elde edilmiş sonuçların bir özümleme ve bileşimi
yöntemidir. Dolayısıyla Marxizm, bilginin her yeni adımı ile kendi
yasası gereği, zenginleşmek ve dönüşmek zorundadır.
Örnek olsun, genel biyoloji ve genetikteki büyük ilerlemeler ile
nükleer biyolojinin ortaya çıkması, organik dünya üzerindeki bilgimize
çok önemli ve sıçramalı bir katkı sağlamıştır.
Bu anlamda, Engels'in, Materyalizmin kendi çağının bu bilimsel
bulgularından çıkan biçimini belirlemesinin ifadesi olan vargılarının
yanında, Lenin'in ondan 30 yıl sonra, Materyalizm ve Ampiriokritisizm
çalışması ile kendi çağının bilimsel bulgularına dayanarak,
materyalizmin buna uygun biçimini belirlemeye çalışması son derece
öğreticidir.
Öyleyse, Marxizm'in bilimsel gelişmelere uygun olarak zenginleşmesi ve
dönüşmesi düşüncesinden, Marxizmi "dört mevsim"e benzetmeyi çıkarmak,
son derece zorlama bir düşüncedir. Böyle olunca, Marksizm'i sözde dar
sınırından kurtararak, bilimsel alanına götürmek için hassasiyet
gösteriyor gibi görünürken, bilimselliğinden ve bilim ile bağından
büsbütün koparmaya kapı açmak kolay olmaktadır.
Daha önemlisi, Marxist yöntemin bilgimizin gelişmesine ve
derinleşmesine katkıda bulunduğunun üzerinden atlamak
kolaylaşmaktadır. Çünkü Marxist düşünce yöntemi, gerçeğin bilgisi
üzerinden şekillenir ve gelişirken, dünyayı bilimin onu kavrama yetisi
gösterdiği ölçüde açıklar.
Böyle olmasaydı, Marxist felsefe, tanrı olmaksızın mutlak
hareketsizlikten harekete geçmeyi açıklayamayan metafizikçilerin
karşısına, hareketin, maddenin oluş biçimi olduğu yalın gerçeğini
koyamazdı.
Demek ki, Marxizm'in doğa yasalarına benzemediği biçimindeki ifade ve
bunu tanıtlamak için eklenen, Marxizm'in kendi yasaları olduğu
biçimindeki ifade Marksizm'i yarım doğrulardan korumak için değil,
aksine ve bilerek Marksizm'in bilimsel niteliğinin yadsınması,
Marksizm'i bilimden ve bilimsel yasalardan büsbütün koparmak ve bir
öznellik içine hapsetmek için öne çıkartılan bir yarım doğru
niteliğindedir.
Öte yandan, elbette organik doğada, hiç olmazsa doğrudan doğruya
gözlemleyebildiğimiz ölçüde, çok geniş sınırlar içinde oldukça düzenli
bir biçimde yinelenen bir süreçler dizisi ile uğraşıldığını biliyoruz.
Buna karşın, toplum tarihinde insanlığın ilkel durumunu, yani taş
devri denilen şeyi, aştığımız andan başlayarak, durumların yinelenmesi
kural değil, ayrıklamadır ve bu tür yinelenmelerin kendini gösterdiği
yerde de bu yinelemeler hiçbir zaman aynı koşullar içinde ortaya
çıkmazlar.
Bu nedenle insanlık tarihi alanında sağlam bilgimiz, biyoloji alanında
olduğundan çok geridedir. Bunun anlamı, toplum tarihinde de bilginin
özsel olarak göreli olduğudur.
Ancak bu, Marksizm'in doğa yasalarına benzemediğini; Onun, kendi
yasaları ile baş başa olduğunu tanıtlamadığı gibi, Marxizmin ne
olduğunu tanıtlamanın da bir aracı değildir. Fakat, Marksizm'i
bilimden ve bilimsel gelişmelerin geliştirici etkisinden soyutlamanın
aracı olarak kullanılabilir.
Öyleyse bilgi alanlarının ne olduğunu kısaca hatırlamakta ve bir yere
not etmekte yarar vardır.
Bütün bilgi alanının üç büyük kesime bölündüğünü biliyoruz; buna göre,
birincisi, kesin bilimler de denilen, cansız doğa ile uğraşan ve
matematik olarak işlenmeye az çok elverişli bütün bilimleri kapsar;
matematik, astronomi, mekanik, fizik, kimyadır. Bu bilimlerin kimi
sonuçları ölümsüz doğrular olarak kabul edilebilir. Ancak son
çözümlemede kesin doğruluklar, zamanla bu alanda görülmedik biçimde
seyrekleşir.
İkincisi ise, canlı organizmaların irdelenmesini içine alan sınıftır;
bu alanda da, ölümsüz doğrulukların durumu birincisinde olduğu
gibidir.
Bilimlerin üçüncü grubunda ise, yani insanların yaşama koşullarını,
toplumsal ilişkileri, hukuk ve devlet biçimlerini, felsefeden, dinden,
sanattan vb. oluşan ideal üst yapıları ile birlikte, tarihsel
ardışıkları ve o günkü sonuçları içinde irdeleyen tarihsel bilimlerde
ölümsüz doğruluklar için işler daha da kötü gider. Bu alanda da son
çözümlemede, kesin doğruluklar, mutlak olarak değişmez doğruluklar da
zamanla son derece seyrekleşir.
Diğer yandan, "Marxizmin doğa yasalarına benzemediğini ve kendine özgü
yasaları olduğunu" vurguladıktan sonra, "Marxizm'in, ancak
kapitalizmin ortaya çıktığı noktada var olan sermaye ve ücretli emek
ilişkisinin sonucu olduğu" biçiminde ifade edilen "mutlak doğruluğu"na
varmanın, Engels'in ifadesiyle mutlak olarak değişmez doğruluklar
avına çıkıp, elinde çok az şeyle dönen avcıyı hatırlatmaktan başka bir
öğreticiliği yoktur. Bilimselliğinden arındırılmış Marksizm'i, bu kez,
hem de mutlak doğru olarak, emek sermaye çelişkisine indirgemek,
Marksizm'i kapitalizmin ekonomi politiğine hapsetmek demektir.
Bunda ısrar etmek, Marx'ın devrimlerin kaçınılmazlığını anlatan
Kapitalinin, felsefi planda ve kaçınılmaz olarak tedriciliği işaret
etmesinin üzerinden atlayarak olumlamak, zorunluluk ile özgürlük
ilişkisini ıskalamak ve buradaki bilimselliğin özünden uzaklaşmak
oluyor. Başka ifadeyle Marksizm'i kapitalin felsefi sınırına
indirgemek, Marx'ın bilimselliğinin ifadesi olan kaçınılmazlık ve
zorunluluğun içinden, özgürlüğün ortaya çıkmasına bir tedricilik tonu
yüklemeyi kolaylaştırıyor. Bu nokta Marx'ı, Lenin'den ayırmanın en
kolay olduğu noktadır. Böylece, Marxizm'e özgü yasallıkları
tedriciliğin peşine takıp, işçi sınıfına bu sınırda bir bilim hediye
etmek ve kurtuluşunun gerçekleşmesi için kendi düzenini tasarlamasının
yeteceğini ama iktidarını politik bir müdahaleyle alma fikrinden,
dolayısıyla iktidarını korumak için politik müdahaleye devam etmek
fikrinden uzaklaştırmak kolaylaşmaktadır.
Oysa Engels, çok önceden bilimlerin gelişmesinin materyalist felsefeyi
zorla nasıl kabul ettirdiğini göstermişti. Bu kendini zorla kabul
ettiren, bir fikir değildi. Örnek olsun, biyoloji biliminin gelişmesi,
kendini henüz kabul ettirmiş olan belirlenimciliği(determinizm) yeni
baştan tartışma konusu yapıyordu.
Burada bir özetin özeti yaparak, Marksizm'i sermaye ile ücretli emek
arasındaki ilişkiye hapsetmek, ve bilim olma olgusunu bu sınıra
indirgemek, emek-sermaye çelişkisinin kaçınılmaz ve zorunlu olarak
sosyalizmi getireceği bilimsel çıkarımında takılı kalmak demek
olduğunu, bunun açık ucunda ise, son çözümlemede, politik mücadeleden
kaçınmanın yeşereceğinin altını çizmek istiyorum. Bu, Marxizm'in
devrimcisizleştirilmesinin öteki adı olmaktadır.
Marxizm'in bu sınıra indirgenerek vulgarlaştırılmasının sonucunu ve bu
sonuçtan bir adım öncesini hepimiz biliyoruz. Bir adım önce, Anti-
Dühring'in geçerliğinin kalmadığından hareketle rafa kaldırılması
gerçekleşirken, sonrasında kapitalist restorasyonun gerçekleşmiş
olması son derece öğretici olmuştur.
Bu, 18.nci yüzyılın ürünü olan ekonomi politiğin ve bu çağın
iktisatçılarının, tıpkı aydınlanma çağı filozofları gibi, yeni bilimi,
kendi çağlarındaki koşulların ve gereksinmelerin dışa vurumu değil de,
ölümsüz aklın dışavurumu olarak görmelerindeki mutlaklığa hapsolması
gibidir; yani o zamanki iktisatçıların, bu bilimin bulduğu üretim ve
değişim yasalarını, bu eylemlerin tarihsel olarak belirlenmiş bir
biçiminin değil ama doğanın ölümsüz yasaları olduğunu kabul ettikleri
gibi, Marxizmin de böyle ölümsüz, değişmez yasalara, hem de doğa
yasalarına benzemez denildiği halde, sahip olduğunu tanıtlamaya
çalışmaktır.
Buradan hareketle bu çabanın bir adım sonrası, zorun sömürüye yalnızca
yardımcı olduğunu ama onun nedeni olmadığını; sermaye ile ücretli emek
arasındaki ilişkinin sömürülmenin nedeni olduğunu ve bu ilişkinin de
zor yolundan değil, salt ekonomik biçimde doğmuş olduğunu görmezden
gelmek olacağı kuvvetle muhtemeldir.
Böyle olunca da, konuyu "bu anlamda sadece ve sadece işçi sınıfının
bilimidir. Onun kurtulusunun öğretisidir." Diye bağlamak, Marxizmin
işçi sınıfının bilimi olduğunu tanıtlamaktan çok, işçi sınıfına yüce
bir kurtarıcılık vererek fetişleştirmek yanında, Marksizm'i bir
vahiyler kataloguna indirgeyerek dogmatizme hapsetmek demektir. Başka
ifadeyle işçi sınıfı dalkavukluğu yaparak işçi sınıfını sıfırlamaktır.
Oysa işçi sınıfını, bilimini ve kurtuluşunu önemsemek, bilimin
merkezine işçi sınıfını koymakla mümkün olmaktadır.
Marx'a göre, insanlığın gelişmesi durmayacaktır ve buradan hareketle
burjuvazinin değiştirici rolünü, emek süreci alanına kaydırıp, burada
ayrıntılandırırken, sınıf çelişkilerine önünde durulamaz bir güç
yüklüyor. Bu biliniyor ve bunda en küçük bir yanılgıya düşmediği çok
açıktır.
Dolayısıyla yeni olguların, geçmiş tarihi yeni bir incelemeden
geçirmeye zorlamasının hem normal ve hem de, bütün geçmiş tarihin bir
sınıflar savaşı tarihi olduğunu; birbirlerine karşı savaşım
durumundaki bu toplumsal sınıfların, her zaman üretim ve değişim
ilişkilerinin, kısacası çağlarındaki ekonomik ilişkilerin ürünleri
olduklarını; buna göre, toplumun ekonomik yapısının her kez, son
çözümlemede, hukuksal ve siyasal kurumların tüm üst yapısını olduğu
gibi, her tarihsel dönemin, dinsel, felsefi ve öteki fikirlerini de
açıklamayı sağlayan gerçek temeli oluşturduğunu gösterdiğini ve
böylece, idealizmin kovulmuş olup, tarihin materyalist bir anlayışının
ortaya çıktığını dolayısıyla insanların varlığını bilinçleri ile
açıklamak yerine, insanların bilincini varlıkları ile açıklamak için
yol bulunmuş olduğunu hatırlamak; bunun sonucu olarak da, sosyalizmin,
artık şu ya da bu dâhinin rastgele buluşu olduğunu değil ama tarih
tarafından oluşturulan iki sınıfının, proletarya ile burjuvazinin
savaşımlarının zorunlu ürünü olarak görünmesini hatırlamak son derece
öğretici olmalıdır.
Bütün bunların yanında, sosyalist mücadelenin ve sosyalist yaşamın
bilime dayandığını; sosyalizm ile bilim arasındaki bağdan ve
bilimselliğe vurgudan anlıyoruz; bilimsellik ise, hem yeni bilimsel
bilgi yaratmayı ve hem de bilgiye güvenmeyi gerektiriyor. Bu ise,
örgütlü yaşamanın hem en önemli nedenlerinden, hem de en önemli
sonuçlarından birisi olarak ortaya çıkıyor. Bu tarihe materyalist
bakmayı anlatmaktadır. Materyalist bakmak, bir felsefedir; diyalektik
ise bir düşünme yöntemidir. İnsanın, ancak içinde bulunduğu maddi ve
toplumsal üretim koşullarının bilincine varması aksiyomuna buradan
geçiliyor ve bu aksiyom, doğruluğunu koruyor. Ancak, üretimin
sosyalizasyonunun işçi sınıfında sosyalizm bilincini yansıtmamaya
başlaması, bu doğrunun ağırlığının, çözümleme yönünde mi, yoksa
devrimcileştirme yönünde mi olduğunu düşünmeyi gerektiriyor.
Marxizm, her zaman yaşamla bağ içindedir ve kendisini yaşamla birlikte
geliştirir. Önceden kotarılmış formüllerle ve dar görüşlerle gerçeği
kendisine uyarlayan bir öğreti değildir, aksine kendisini gerçeğe
uyarlayan bir öğretidir. Bilimsel düzeyde çıkardığı sonuçları,
gerçeğin çok derinden ve her yönüyle araştırılmasından elde eder ve bu
sonuçları tekrar tekrar gerçekle karşılaştırarak doğrular ve düzeltir.
Politik, ekonomik ve felsefi görüşlerin oluşturduğu bütünsel bir
öğreti olan Marxizm, hiçbir zaman bitmiş ve kapanmış olmayıp, her
zaman yaratıcı gelişmeye açıktır.
Bu kadar ve burada bitiriyorum, bitirirken, hep ifade ettiğim gibi,
kimseyi kırmak istemeden ve inanarak ortaya koyduklarımın, Marxizmin
ne olduğu ve ne olmadığı konusunda, yorumculara önemli açıklıklar
sağlayacağı ve bununla birlikte, kendilerini yarım doğrulardan
sakınmalarının önemini kavramalarına yardımcı olacağı yönündeki
umudumu belirtmek istiyorum.
Fikret Uzun
10 Haziran 2012