Türk-Yunan Barış ve Dostluğu için Yunan Şovenizmine Karşı Çıkalım!

18 views
Skip to first unread message

Fethi Murat Doğan

unread,
Feb 11, 2021, 5:17:17 PM2/11/21
to Yalçın Bayer

    Türk-Yunan Barış ve Dostluğu için Yunan Şovenizmine Karşı Çıkalım!

Yakın günlerde Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaşın eşiğinden dönüldü. Belki de bugünkü çökmüş Ermenistan'ın yerinde, ezilmiş bir Yunanistan olacaktı! ABD, el altından, İsrail ile Fransa da açıktan Yunanistan'ı (ve Kıbrıs Rum yönetimini) Türkiye'ye karşı bir savaşa kışkırttılar! 

              ABD; Türkiye'nin Suriye'deki terörist PKK'nın uzantısı PYD'ye karşı askerî harekât düzenlemesini engellemek için, "ekonomiyi mahvetme" tehdidi dışında; ayrıca Doğu Akdeniz ve Adalar Denizinde (Ege) yeni bir "cephe" açtı. Yüz yıl önce Yunan Ordusunu Anadolu'ya, Türklerin üstüne sürenler, "tampon devlet" veya "sınır karakolu" gibi gördükleri, hatta "Haçlının piyonu" olarak baktıkları Yunanistan'ı, tekrar Türklerin üstüne sürmeye başladılar! Türk azınlığa, dinî yönden de başka alanlarda da sürekli baskı uygulayan Yunanistan, hem Lozan'ı çiğneyerek adaları silahlandırmakta hem de Türkiye'yi Akdeniz'e çıkamayacak hâle getirmeye çalışmaktadır. Açıkça ırkçı-şoven, saldırgan ve yayılmacı bir siyaset izlemekte; sürekli kışkırtmalarda bulunmaktadır. 

             Bu durum karşısında sağ-sol bütün Yunan siyasetçi ve aydınları, Türkiye söz konusu olduğunda, eski dostluk yaklaşımını çoktan unutmuş ve Türkiye'ye karşı düşmanlıkta yarış eder duruma gelmişlerdir. Yunan hükümetleri, solcu ve ateist Çipras dahil, emperyalizme karşı işbirlikçilikte ve ırkçı-şoven tavırda birleşmiş durumdadır. Aydınlar, muhalefet, sol, aynı ırkçı-şoven yaklaşım içindedir. Seçkin sanatçı ve aydın Mikis Theodorakis gibi namuslu ve vicdanlı dostlarımız da "ulusal hain" ilan edilmiş ve sürekli baskı altında tutuldukları için ses çıkaramaz hâle getirilmişlerdir. Tek tük hakkaniyetli çıkışlara rastlansa da kısa sürede tecrit edilmeye çalışılan bu aydınların da sesi kesilmektedir. 

              Türkiye'de "Yunan dostluğu", Yunan adalarında tatil yıllardır "moda" halindedir. Becerikli bir Yunan ajanı, Yunan adalarına seyahat modası başlatmış; buhran döneminde büyük sıkıntı içindeki Yunan ekonomisi, Türkler sayesinde nefes almıştır. Başta sonradan görmeler olmak üzere, Türk aydın orta sınıfı ve enteller, Yunan adalarına akın etmişlerdir. 

              Çürümüş marjinal soldan ajanlar devşiren Yunan gizli servisi, Karadeniz'de "Pontus" kışkırtması yapmaktadır. Yunan müziğinin uzun dönem moda olduğu Türkiye'de, Fener Rum Ortodoks Patriği de kendisini "devlet içinde devlet" (ekümenik) gibi görmekte ve Lozan'ı çiğneyerek Hristiyan şeriatine göre Filistin metropolitini, Ortaçağdaki gibi "aforoz" edebilmekte; İzmir dahil, birçok yere metropolit atayabilmektedir! Bilindiği gibi, Yunanistan'da Müslüman Türklerin kendi din adamlarını seçmesi engellenmektedir.  

              Yunanistan'da büyükelçilik görevinde de bulunan tecrübeli hariciyeci ve seçkin bir aydın olan rahmetli Gündüz Aktan: "Türkiye'de herkesin Yunan dostu olduğu bir dönemde, Yunanistan'da Türk dostu bir aydın aradım!" diye yazmıştı. 

              Kısaca söylemek gerekirse, Yunanistan'da sadece küçük bir "ırkçı-faşist" gruptan söz etmek çok aldatıcıdır. Yunan siyaset sınıfı, kilisesi ve aydınları, Türkiye karşıtlığında Yunan halkını şartlandırmakta; ırkçı-şoven, saldırgan ve yayılmacı bir yaklaşımı ısrarla savunmakta ve desteklemektedirler. Özellikle radikali ve ılımlısıyla Yunan solu, İngiliz-ABD işbirlikçilerine, ırkçı-şoven savaş kışkırtıcılarına karşı mücadeleden, çoktan vazgeçmiştir; onlarla Türkiye karşıtlığında yarışmaktadır! 

              Asıl Türk-Yunan barış ve dostluğunu, bizler savunuyoruz. Bu konuda, 1998 yılında yazdığımız ve yayımlanmamış bir yazımı ve önerimi, Yunan dostlarımızın da bilgi ve dikkatine sunarım. Bu vesileyle vicdanlı ve namuslu Yunan aydın ve sanatçılarını, emperyalizme ve Yunanistan'daki işbirlikçisi, barış düşmanı ırkçı-şoven ve saldırgan-yayılmacı çevrelere karşı çıkmaya ve mücadele etmeye davet ediyorum. 

                                                             F. Murat Doğan, 11 Şubat 2021


Türk – Yunan Barışı için Bir Film

 

Fethi Murat Doğan, Ağustos 1998

Hemen hemen aynı yıllarda (1969-70), Dido Sotiriyu’nun Benden Selam Söyle Anadolu’ya ve Vassilis Vassilikos’un Ölümsüz – Z adlı romanlarını okumuş ve çok etkilenmiştik. Birinde, Türkiye’den Yunanistan’a göç edenlerin hüzünlü öyküsünü, ötekinde de özgürlük ve demokrasi uğruna özverili mücadelenin trajik bir örneğini okumuştuk. Aynı romandan uyarlanan, Kosta Gavras’ın yönettiği, senaryosunda Jorge Semprun’un da imzası olan ve “Z” (Dr. Lambrakis) rolünde Yves Montand’ın oynadığı filmi, çok sonraları izleyebilmiştim; ama Mikis Theodorakis’in o ünlü film müziğini, tâ o zamanlar bizim kuşak severek dinlerdi.

            K. Çukolas’ın Yunanistan Dosyası da o günlerde yayımlandı ve Alman işgali yıllarında ve sonraki dönemde (1946-49) Yunan halkının direnişini ve çektiği büyük acıları öğrendik. Yunanistan’da İtalyan ve Alman işgaline karşı başlayan direniş, daha sonra iç savaşa dönüşmüştü. O trajik Yunan iç savaşına, Nisan 1947’de bir Türk de katılmıştı! O Türk,12 Mart ‘71 öncesindeki gençlik hareketini de büyük ölçüde etkileyen Marksist Mihri Belli’ydi. Kralcı-faşistlere karşı Yunan solcularıyla birlikte savaşmış ve iki kez de yaralanmıştı. Bu durum, o günlerde radikal solcu gençlerce çok anlamlı bir davranış olarak görülüyordu.

            Rigas’ın Dediği’nde anlattıklarıyla Mihri Belli, bu onurlu savaşın kahramanlarından bazılarını, sanki belleğimize kazımıştı. Bu kitabında savaşı, acıları, sevinçleri, güç koşullarda pekişen dostluğu ve kardeşliği, yer yer ince bir mizah üslûbuyla ne de güzel anlatmıştı. Yine Dido Sotiriu’nun “anı-roman”ı Buyruk’ta da o acılı yıllar… “Karanfilli Adam” Beloyannis’in onurlu –ve trajik- öyküsünü okurken hep: “… her şafak vakti kalbim / Yunanistan’da kurşuna diziliyor” diyen Nâzım Hikmet’in sesini duyduk.

Yunanistan’da 1967’deki Albaylar Cuntasının ardından, Türkiye’de 12 Mart 1971’deki askerî darbe, iki halkın da benzer güçlüklerle karşılaştığını; bağımsızlık, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde, her iki ülkede de daha alınacak uzun bir mesafe olduğunu gösteriyordu. Daha sonraki yıllarda, Ege’nin iki yakasındaki halklar arasında barış ve dostluğun, ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki bugünkü garip durumun, her iki ülkedeki barış ve dostluktan yana insanları derinden üzdüğüne inanıyorum. Atatürk ile Venizelos tarafından temelleri atılan kalıcı barış ve dostluktan eser kalmamasına inanmak çok güç! Bu durumun gelip geçici olduğuna, Türk ve Yunan halklarının, büyük devletlerin ve şovenlerin oyununa gelmeyecek kadar deneyim kazandıklarına, sağduyulu olduklarına inanmak istiyoruz.

Marion Sarafis’in, Rigas’ın Dediği’ne yazdığı önsözde, eşinin Yunan Halk Kurtuluş Ordusu (ELAS) Başkomutanı General Sarafis’in düşüncelerini anlatırken belirttikleri, bugün de geçerli: “… Dostlarıyla tartışırken, Türkiye ya da ‘kuzey komşuları’ konusuna gelindiğinde, ‘Hepimiz aynı kazanda kaynatılıyoruz’ derdi. Ne kastettiği açıktı, kazanı kaynatan, ateşi körükleyen Büyük Devletlerdi.”

Kosta Gavras’ın, niçin Yunan direnişi üstüne bir film çekmediğini merak eder  dururdum. Mihri Belli’nin değerlendirmesine göre, Yunan sağının anlaşılabilir tepkisinin yanı sıra, Yunan solunun bir bölümü de o günlere pek iyi bir gözle bakmıyordu! O kahraman “kapetanios”ların mücadelesi, anlaşılan unutulmaya terk edilmişti!

        *               *                  *

Tek parti yönetiminin ağır baskı ve yoksulluk yıllarında İleri Gençler Birliğini kuran Mihri Belli, Süleymaniye Camiine Başbakan Şükrü Saraçoğlu aleyhinde mahya asmaktan dolayı tutuklanır. Saraçoğlu, Sovyetler’e karşı Hitler’in zafer kazanacağı sanılan günlerde, azınlıklara karşı baskıcı bir uygulama niteliğindeki Varlık Vergisinin de uygulayıcısı olarak görülmektedir.

Bir grup arkadaşıyla birlikte yargılanan Belli, iki buçuk yıl hapis ve ayrıca iki yıl sürgün cezasına çarptırılır. Cezasını tamamlayan Belli’nin sürgün yerine gitmesi gerekir; ancak o, sürgün cezasını çekmeyi pek düşünmemektedir.

1932-33 yılbaşı tatilinde Yunanistan’ı ziyaret eden ve Başbakan Venizelos ile de görüşen Türk öğrenci kafilesinde yer alan Mihri Belli, iki ulus arasında gelişen sıcak dostluğu yakından görmüştür. Tabii, Galatasaray Lisesinde okuduğu için çok iyi Türkçe bilen Venizelos’un kendileriyle Türkçe değil, Yunanca konuşmasını da çok yadırgamıştır.

Öğrenimini ABD’de tamamlayan Mihri Belli, Türkiye ile Yunanistan arasında her iki ülkedeki azınlıkların mübadelesi ve bunun Türkiye’deki sonuçları üstüne master tezi hazırlamıştır. Türkiye’de ve ABD’de birçok Rum arkadaşı olmuştur. “Bütün halklar kardeştir, ama Yunanlı ile Türk daha da yakındır. Batıda, bunu insan daha iyi görebiliyor” düşüncesindedir. Alman işgali yıllarında Yunan halkının kahramanca direnişine hayranlık duymaktadır. Türk halkı da işgale karşı Yunan halkına destek vermiştir.

Almanlara karşı zaferin ardından İngiliz (sonra Amerikan) müdahalesiyle kralcı-faşist çetelerin saldırıları karşısında Nazi işgaline direnişin efsanevi gerilla komutanları “kapetanios”lar, yine elde silah dağların yolunu tutmuşlardır. Batı Trakya Türkleri arasında siyasal çalışma yapacak ve gazete çıkaracak aydın bir Türk’e ihtiyaç vardır. Çünkü Yunanistan’daki Bulgar faşist işgali döneminde Bulgaristan’daki mahkûmlar Türk köylerinde muhtar olarak görevlendirilerek halka zulmedilmiştir. Önceki dönemde de kralcıların baskılarına maruz kalmışlardır. Bundan dolayı Batı Trakya Türkleri arasında direnişçi gerillalara sempati vardır; savaşa katılım ve destek azımsanmayacak ölçüdedir. Kralcılar da Türk gençlerini askere almaktadır.

Belli, üç yıla yakın süreyle süvari teğmeni olarak Trakya’da askerlik yapar. Edirne, Ulusal Kurtuluş Savaşında etkin hizmetleri olan babasının görevli olarak yerleştiği ve çocukluğunun geçtiği yerdir. Bölgeyi çok iyi bilmektedir.

Bulgaristan üzerinden Yunanistan'daki mücadeleye katılmaya karar veren Belli, sınırı gizlice geçer. Kısa bir süre sonra da henüz kim olduğunu bilmediği ünlü kapetanioslardan Lassanis ve bir çeteciyle birlikte Bulgaristan’dan Yunanistan dağlarına gider. Yunanistan’da savaşın ulaştığı düzey hakkında pek bilgisi yoktur ve gördüğü durum onu şaşırtır.

Burada (Rodoplar, Batı Trakya, Doğu Rumeli…) çeşitli gerilla çatışmalarına katılan, Batı Trakya’daki Türk ve Pomak köylerinde halkla temas kuran Belli, yoksulluğu ve sefaleti, kralcı-faşist çetelerin cinayetlerini, Alman işgaline karşı kahramanca mücadele eden ve her biri birer destan yazan eski ELAS (Yunanistan Halk Kurtuluş Ordusu) kapetanioslarının özverili savaşını, Yunan halkının Demokratik Orduya sevgi ve desteğini, savaş koşullarında oluşan dostluğu yakından görür. Kısa sürede herkesle (Lassanis, Lambros, Filesas, Alkis, Aleksandra, Dobris, Melahrinos, Zisis, Çoban Sarı Ahmet, Emin Ağa, Şahinköylü Hüseyin, Nedelkos, Aspida, Stefanos, Takis Grinbas, Kafkasyalı Yalamas, Memişoğlu, Yunan ve Türk vd. milliyetlerden birçok çeteci) ve Batı Trakya’daki Türk-Pomak köylüleriyle kaynaşır.

Türkiye’den mübadele nedeniyle göç eden Lambros: “Yunan halkı bu adı sever” diyerek Mihri Belli’ye “Kemal” adını verir. Kapetan (komutan) Kemal, giderek “Yarbay” rütbesiyle Türk-Pomak, Arnavut, Makedon, Ulah vd. azınlıklardan meydana gelen “Osmanlı Taburu”nun komutanı olarak görevlendirilir. Bu arada, Yunanca konuşma ve yazmayı öğrenir.

Çatışmalarda çenesinden ve omzundan yaralanır. Tedavi için iki kez Yunanistan dışına (Bulgaristan ve Moskova) gönderilir. Kolu askıda yine Yunanistan dağlarına döner. Türkçe “Savaş” gazetesini de çıkarmaktadır. Batı Trakya Türkleri için bir de alfabe hazırlamaya çalışır.

Kemal, çocukla çocuk, büyükle büyük olabilmekte, herkesle hemen kaynaşabilmektedir. Herkes onu sevmekte, Türkiye’den gelip mücadelelerine katıldığı için birbirlerine göstermektedirler. Zamanla önde gelen direnişçilerin de saygı duyduğu bir komutan olarak inisiyatifli davranır. Mahkemelerde başkan olarak ılımlı kararlar verir. Çocukların çatışma bölgelerinden uzaklaştırılması konusundaki kararın yanlış uygulandığını ve Batı Trakya Türklerinin tepkisini çekeceğini hemen görür ve bu inisiyatifli tutumuyla nerdeyse isyana varacak bir karışıklığı önler.

1947-48 ve 1948-49 kışları çok sert geçer ve çeteciler, aynı zamanda doğanın olağanüstü güç koşullarıyla da savaşmak zorundadırlar. Olanaklar çok sınırlıdır. Çoğunun üniforması yoktur. Soğuktan koruyamayacak gündelik kıyafet ve lastik çarıkla idare etmek durumundadırlar. Çoğu zaman karakışta günlerce yarı aç, yarı tok onlarca kilometrelik yürüyüş yapmaları gerekmektedir.

Kemal, direnişin sonlarına doğru Yunanistan’dan ayrılır. Uzun bir yolculuktan sonra ülkesine döner, ama hep geride bıraktıklarını düşünür.

Uzun yıllar sonra yine sürgünken (1996-97) silah arkadaşlarını arar, çok sevdiği komutanı Lassanis’i bulur; savaştığı yerleri dolaşır. Avrupa’da eski arkadaşlarıyla karşılaşır. Acılar ve zorluklar, sanki tatlı bir anıya dönüşmüştür; fakat ölen arkadaşlarını hatırladıkça yüreği dağlanır.

Kemal, komutanı Lassanis’in bir sözünü hiç unutmamıştır: “Bu dağlarda Yunan ile Türk dost olarak buluştuğuna göre, bundan böyle buralarda hayat güzel olacak.” Bu söze hâlâ bütün içtenliğiyle inanmaktadır. Direnişe katılanlardan Menelaos Nikolaidis, Mihri Belli’ye yazdığı 02 Ocak 1992 tarihli mektubunun sonunda: “O büyük insan, unutulmaz Lassanis’in dağda yollar ayrıldığında söylediği sözlerle bu mektubu bitiriyorum: ‘Psihi vathia!” (Yüreğini geniş tut!)” der. Kemal de bundan dolayı yüreğini hep “geniş tut”maktadır.

*             *                *  

Yunan iç savaşı hakkında film çekilip çekilmemesi konusunda söz, elbette Yunanlı dostlarındır. Ancak yabancı olarak bir Türk’ün katıldığı, hatta yarbay rütbesiyle “Osmanlı Taburu”nun komutanlığını yaptığı; aynı zamanda Batı Trakya Türklerinin de azımsanmayacak oranda destek verdiği bu mücadele, bu yönüyle bizde sinema için zengin bir malzeme oluşturmaz mıydı? Bunu çok düşündüm ve bazı sanatçı dostlara da söyledim. Sinema sanatçısı bir arkadaş bu konuya yakın ilgi gösterdi; hem oynamak hem de filmi yönetmek istedi.

Daha sonra Mihri Belli, bu konuyla yönetmen Theo Angelepulos’un da ilgilendiğini; ancak girişimin sonuçsuz kaldığını söylemişti. Bir süre önce görüştüğüm Panayot Abacı da Buyruk‘u filme çekmek isteyenlerden söz etti. Atina’daki mücadeleyi ve Beloyannis’in direnişini anlatan bu “anı-roman”ın, Yunan dostlarca filme çekilmesi daha uygun olur düşüncesindeyim.

Bugünlerde Türk ve Yunan halkları arasında barış ve dostluk temasını işleyen film girişimlerini de çok önemli görüyorum. Sanatın, sporun vb. ülkeler arasında barış ve dostluk ilişkilerinin kurulmasında çok önemli bir yeri var. Ancak böyle bir filmin, bu tür girişimlerden önce düşünüldüğünü yine de belirtmek zorundayım.

Filmin, Mihri Belli’nin hayatının önemli bir kesitiyle doğrudan ilgili olmasına karşın, “belgesel” ya da “politik” bir film olarak düşünülmemesi gerektiği kanısındayım. Bunu hiç küçümsemiyorum; ama yine de bu tür filmlerin çok sınırlı bir kesime seslenmesine, ağır ve sıkıcı olmasına sıkça rastlanır. Açıkçası, böyle bir duruma düşme tehlikesinden kaygı duyuyorum.

Barış uğruna savaşın ve güç koşullardaki dostluğun ve aşkın, hüzünlü hatta trajik öyküsünü anlatan, sade ama insancıl ve sıcak, aydınlar kadar halkın da ilgisini çekebilecek bir film olabilir mi?.. Bunun pek de kolay olmadığı bir gerçek, fakat aslolan zoru başarabilmek.

Yunanistan’dan da sanatçı ve aydınların desteğiyle özenli bir çalışmanın gerçekleştirilebileceğine; böyle bir filmin “yedinci sanat” adına söyleyecek bir sözü olabileceğine inandığım kadar, iki ülke arasında barış ve dostluğa katkıda bulunacağına da yürekten inanıyorum.

 

Kaynaklar:

Belli, Mihri: İnsanlar Tanıdım, Milliyet Yay., İstanbul 1989 (daha sonra “Doğan Kitap”tan “İnsanlar Tanıdım – Mihri Belli’nin Anıları” adıyla yayımlandı)

 _____       :   Rigas’ın Dediği, Dönem Yay., İstanbul 1988 (ilk basımı Ekdosis Themelio adlı yayınevince Yunanca yayımlandı. Genişletilmiş yeniden basımı: Gerilla Anıları (Rigas’ın Dediği), Yunan İç Savaşından, Belge Yay., İstanbul 1998)

Clogg, Richard: Modern Yunanistan Tarihi (Çev. Dilek Şendil), İletişim Yay., İstanbul 1997

Çukalas, Konstantin: Yunanistan Dosyası (Çev. Şeyla), Ant Yay., İstanbul 1970

Demirbaş, H. Bülent: Batı Trakya Sorunu, Arba Yay., İstanbul 1996

Eudes, Dominique: Yunan İç Savaşı, 1943-49, Kapetanios (Çev. Yavuz Alagon), 2. b., Belge Yay., İstanbul 1995

Fallaci, Oriana: Bir İnsan (Çev. Reşit Aşçıoğlu) Aldın Kitaplar Yay., İstanbul 1980

Fourtouni, Eleni: Yunan İç Savaşında Direnen Kadınlar (Çev. Alev Ertürk), Koral Yay., İstanbul 1990

İlhan, Attilâ: Kurtlar Sofrası, 4. b., Bilgi Yay., Ankara 1995, (s. 165)

Kornaros, Themos: Haydari Kampı (Çev. Nevzat Hatko), Ataç Kitabevi, İstanbul 1962

Papandreu, Andreas: Namlunun Ucundaki Demokrasi (Çev. Mehmet Emin Yıldırım - Semih Koray), Üçüncü Dünya Yay., İstanbul 1977

Semprun, Jorge - Yves Montand: Ve Hayat Devam Ediyor (Çev. İlkay Kurdak), AFA Yay., İstanbul 1989

Sotiriyu, Dido: Benden Selam Söyle Anadolu’ya (Özgün adı “Matomena Hometa” /Kanlı Topraklar/, Çev. Atillâ Tokatlı), Alan Yay., İstanbul 1998 (Birinci basım 1970)

_____            : Buyruk (Çev. Panayot Abacı), Boyut Yay., İstanbul 1988

Svoronos, Nikos: Çağdaş Hellen Tarihine Bir Bakış (Çev. Panayot Abacı), Belge Yay., İstanbul1988

Theodorakis, Mikis, Direnme Günlüğü (Çev. Ahmet Angın), Payel Yay., İstanbul 1974

Vassilikos, Vassilis: Ölümsüz (Özgün adı “Z”, Çev. Aydın Emeç), 5. b., Can Yay., İst. 1985 (Birinci baskı E Yay. 1969)

Zei, Alki: Aşil’in Nişanlısı (Çev. Kriton Dinçmen), İletişim Yay., İstanbul 1988


_____________

Türk-Yunan filmi.docx
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages