Bende ilk William D. Kelley, D.D.S., M.S. nin one answer to cancer kitabıyla başladım araştırmaya, sonra G. Edward Griffin hazırladığı video yu izledim ve William D. Kelley nin kanser diyetinde Vitamin B17 kullandığını öğrendim, evet oda kanser hücrelerinin ölmesini sağlıyordu.
Dr. Kelley 1963 senesinde 37 yaşındayken metasdas yapmış pankreas kanseri olduğunu öğrendi. Doktorlar röntgen çektiler ve akciğerlerinde oluşmuş lezyonları gösterdiler ayrıca sağ kalçasında büyük bir tümör vardı ve karaciğeri olması gereken boyutun 3 katı büyümüştü. Cerahlar pankreasında oluşan tümörün hızla bedene yayıldığını ve ameliyat edemiyeceklerini söyledi. Doktorlar eşi Kelley (4 çocuk annesi)'e 4 - 8 hafta arasında yaşama şansı olduğunu söylediler.
Dr. Kelley eve döndüğünde hemen kanser üzerine araştırma yapmaya başladı. İskoçyalı embiryolojist Dr. John Beard 1902 senesinde bebek büyüme aşamasındayken kanser hücrelerinin plesenta ve çocuk kordonunda olduğunu ve pankreas gelişimini tamamladıktan sonra bütün kanser hücrelerinin yok olduğunu tespit ettikten sonra bilimsel makalelerde kanserin pankreas'la alakalı olduğunu yazmış 1906 senesindede pankreatik enzimlerin bedenin kansere karşı en büyük savunma mekanizması olduğunu açıklamıştı.
1911 senesinde Dr. Beard "Kansere karşı enzim terapisi - The Enzyme Therapy of Cancer" adlı kitabını yayınladı. 1923 senesinde Dr. Beard 'ın vefatından sonra Marie Curie'nin radyasyon terapisiyle bu bilgi unutuldu (yada unutturuldu).
Dr. Beard midede oluşan hidroklorik asitin eliminasyonu pankretik enzimler tarafından yok edildiğine inanıyordu (o zamanlar henüz pankreas'ın Sodyum Bikarbonat salgılayarak mideden gelen asidik sıvıları nötralize ettği bilinmiyordu).
Dr. Kelley pankreas enzimlerinin kansere karşı vücudun en önemli, birincil derecede önemli enzimler salgıladığına inandı. Daha sonra Merck'in kullanım kılavuzunda (1890 - 1977) anlatılan kahveyle yapılan lavman prosedürünü kendisine uygulamaya başladı. Kaslarında hisettiği acılar ve ağrılar yok oluyordu. Pankretik enzim almaya ve 2-3 günde bir kahve lavmanı uygulamaya devam etti.
Annesi Dr. Kelley'e abur-cubur ( junk food ) yemeyi bırakıp taze sebze, meyve, ceviz ve tahıllı gıdalar yemesini tavsiye etti (Bu noktada aslında annesi aslında en büyük tavsiyede bulunmuş). Dr. Kelley'e annesinin tavsiyesi anlamlı gelmişti, bunun üzerine araştırma yaptığında pişirmenin yemeklerdeki enzimleri öldürdüğünü ve diyetini değiştirip çiğ gıdaya yönelmesi gerektiğine karar verdi. Daha sonra yazdığı kitapla binlerce kanser hastasının tedavisine vesile oldu (33.000'in üzerinde). Dr. Kelley'nin hikayesi aslında çok uzun ama burda kesiyorum.
Not: Ancak Dr. Kelley Max gerson'un tedavi yönteminide diyetine kattı. Diyet programı aslında Amygdalin - Vitamin B17 oluşturuyordu. Tedavi programı aslında çok uzun bir liste oluşturuyor ve oldukçada kafa karıştırıcıydı. Dr. Kelley'le ilgili pek çok yazı internette bulunabilir. Bu yazıları buraya eklersem çok kafa karıştırıcı olur. Ancak Dr. Kelley Pankreas'ın salgıladığı tripsin adındaki enzimin kanser hücrelerini öldürdüğünü düşünüyordu ve aynı şeyi Acı bademdeki Vitamin B17'ninde yaptığını düşünerek alkali bir diyet oluşturdu. Ancak ilk Dr. Robert Young'ın videosunu izlerken pankreasın sodyum Bikarbonat ürettiğini duyduğumda bütün noktalar kendiliğinden yerine oturdu. Sonrasında diğer organları araştırdım yazının sonunda görebilirsiniz.
http://www.coffee-enema.ca/drwilliamdkelley.htm
Gerson Terapi
Dr. Max Gerson 1940'larda sebze ve meyvelerin suyunu sıkarak alkalize edici bir yöntemle kanser hastalarını tedavi etti. 50 terminal kanser hastasını tedavi ettiği kitabı halen amazon da satılıyor.
Sonra Gerson Therapy i okudum onun yazdığı 50 terminal kanser hastasını nasıl tedavi ettiğini okudum tabi arsenik le nasıl zehirlediklerini başlarına neler geldiğinide okudum sonra Rick Simpson ın tedavisini okudum sonra onunla ilgili bir video yu izlerken okuyucu görüşlerine baktım birisi oksidasyona yol açıyor o yüzden iyleşiyor dediğini okudum. sonra 1931 de nobel ödülü alan Otto Warburg un kanser hücrelerinin oksijenli ortamda var olamadıklarını ispat etmiş onu okudum ve tedavi ancak oksijen alımıyla mümkün olur diye düşündüm. Sonra italyan doktor Onkolog Dr. Tullio Simoncini nin videosunu izledim kanser in bir mantar hastalığı olduğunu ve onu sodyum bikarbonat kullanarak tedavi ettiğini okudum. Sonra Sodyum bikarbonatın bu işi nasıl sağladığını araştırırken sonra şu yazıyı paylaştım...... Pasteur mikropların değişmez yapıda olduklarını öne sürmüştü, lakin meslektaşı kimyager ve biyolog Antoine Béchamp ( Pierre Jacques Antoine Béchamp ) bunun doğru olmadığını mikroorganizmaların pleomorphic ( bakterilerin ortama bağlı olarak şekil değiştirmeleri , dönüşmeleri farklı bir yapıya bürünmeleri) yapıya sahip olduklarını söyledi.
PLEOMORPHISM: Mikrobiyolojide pleomorfik çok fazla form şekil değiştirebilen anlamına geliyor. PLEOMORPHISM Mikrobiyolojinin TEMELİNİ oluşturur ve Pasteur ün ortaya attığı Mikrop teorisini rededer ki klasik tıp halen mikroplara inanır. Mikroformlar virüs bakteri ve mantar gibi hepsi aynı organizmanın çeşitli aşamalarda değişime uğramış evrim geçirmiş farklı formlarına verilen isimlerdir. İlkel aşamadaki ilk formuna tıb bilimi Virüs der. Virüsler hastalığa sebebiyet vermezler. Virüsler etrafı proteinle çevrenlenmiş çekirdeğinde bir mikro maya ( microzyme ) dan oluşur. Eğer ortamın asidik seviyesi yükselirse bu ilkel pirimitif seviyeden orta seviyeye geçerler. İşte bu orta seviyeye Bakteri adı verilir. Daha sonra bakteri mayalaşmaya başlar ve mantara dönüşür ve sonunda kitleye dönüşür. Bu kitle asidik ortamı yüksek kan ve dokularda evrimleşerek çoğalmaya başlar. İşte bunu Tıp Kanser olarak isimlendirir. Aslında kanser bu ilkel forumdaki virüsün değişime uğrayıp, bakteriye, sonra maya aşamasını geçirdikten sonra mantara dönüşmüş şeklidir. Çok basit bir deney yapın ve buzdalabının fişini çekin . İlk ne görülecektir bakteriel formlar oluşucak daha sonra mayalanma başlıyacak, sonra mantar oluşumu başlıyacak ve sonunda kitleler görülmeye başlıyacaktır. Bunu takip eden dönemede herşey çürüyecektir........ aslında herşeyin 100 yıl önce mikrobiyolojide tespit edildiğini anladım. Antoine Béchamp hastalığa ortamın neden olduğunu söyleyerek zaten en büyük bilimsel yorumunu yapmıştı. Umarım kafa karıştırıcı olmamışımdır. Kanser denilen hücre aslında anabolik oksijensiz ortamda çoğalan bir mantar hastalığı, sodyum bikarbonat verildiğinde ortamın pH seviyesi yükselerek asidik seviye düşürülünce ortama oksijen gitmesi sağlanıyor. Oksijen gitmesi sağlandığında oksijensiz ortamda büyüyen bu mantar hücreleride patırpatır yok olmaya başlıyorlar. Hepsi bundan ibaret aslında.Herşey bedenimizi asidikten alkaliye çevirmekle alakalı. Kanser hücrelerin içine sızan asit, o yüzden kanser hastaları acı çekiyorlar.. derinize asit sürün yakar. Sodyum Bikarbonat kullanarak 1 hafta içinde vücudu alkali hale getirebilirsiniz.
pH Nedir ?
Su H₂O Bir Hidrojen (H⁺) ve Bir Hidroksit Atomundan (OH⁻) oluşur. Yani H₂O = H⁺ + OH⁻
Ortamda bulunan Hidrojen ( H⁺ ) miktarına verilen değerdir. Bu değer 0 - 14 arasında değişir. Genel anlamıyla pH 7 den yüksekse alkali ( fazla Hidroksit [ OH⁻ ] az Hidrojen [ H⁺] ) demek. Eğer pH 7 den düşükse asidik (fazla Hidrojen [ H⁺ ] az Hidroksit [OH⁻]) demek. Su yaklaşık nötr pH değeri olan 7 nin üstünde bir değer taşır ( burda Hidrojen [H⁺) ve Hidroksit [OH⁻] eşit ölçüdedirler ).Sodyum Karbonat (Na₂CO₃) Suda çözüldüğünde Sodyum Atomu (Na⁺) ve Karbonat Atomu ( CO₃²⁻ ) ortaya çıkarır.Na₂CO₃ = 2 Na⁺ + CO₃²⁻Sodyum Atomlarının pH seviyesini yükseltmede bir etkisi yoktur. Sodyum (Na) Klora bağlanarak ( Cl ) bağlanarak Tuz oluşturur yani ( NaCl - Sodyum Klorür ). Bununla birlikte Karbonat ( CO₃²⁻ ) Atomları ortamı Alkali yaparak Hidroksitin ( OH⁻ ) değerini yükseltirler. Karbonat Suyla birleştiğinde : CO₃²⁻( Karbonat ) + H₂O ( Su ) = HCO₃⁻ + OH⁻ ortaya çıkar. HCO₃⁻ ortama Derişiklik Yoğunluk katar OH⁻ ise pH değeri dediğimiz şey'dir.
Su H₂O Bir Hidrojen (H⁺) ve Bir Hidroksit Atomundan (OH⁻) oluşur. Yani H₂O = H⁺ + OH⁻
11 Haziran 2012'de Dr. Tullio Simoncini ile yapılan görüşme
Dr. Tullio Simoncini zararsız ve tamamiyle etkili olan Sodyum Bkarbonat'ın üzerinde hiç bir araştırma yapılmadan FDA tarafından onaylanmadığını çünkü patenttinin alınamıyacağını ve son derece ucuz bir tedavi yöntemi olmasından dolayı asla kabul edilmediğini ve kendisinin bütün kanser tedavilerinde bunu kullandığını %100 etkili sonuç aldığını ve bu yöntemle 1000 kişiden fazla insanı tedavi ettiğini bu video'da karşılıklı sohbet ederek anlatıyor. Video'da Dr. Tullio Simoncini Kemoterapi'nin ölümcül olduğunu ve kemoterapi yapıldığında vücudun bağışıklık sisteminin çökmesi sonucu kanserin çok daha güçlü metasdas yaptığını açıklıyor. FDA ve uluslar arası kanser araştırma derneklerinin kanserin tedavisiyle hiç bir zaman ilgilenmediklerini sunucu söylüyor.
Söyleşide mantarın epitelyum'da yada vajina içinde 40 sene yaşayabildiğini ve kolay teşhis konulmadığını anlatıyor ( Sitesinde'de bu mantarları açıklıyor bunlardan en önemlisi Candida albicans mantarı .. bu mantar türü neredeyse bütün kadınların vajinalarında bulunabilen bir mantar türü, eğer vücut asidikleşmeye başlar ve bağışıklık sistemi zayıflarsa bunlar kolonileşmeye başlayıp büyüyorlar .. bazen de kan yoluyla vücudun başka asidik bölgelerine metasdas yapabiliyorlar ).
Peki Sodyum Bikarbonat mantarı nasıl yok ediyor ? Simoncini ilk deri kanserini iyodür solüsyonuyla tedavi ettiğini açıklıyor. Üniversitenin Pediyatri bölümünde çalışırken Sodyum Bikarbonat solüsyonunu kullanmışlar (burada konuşma net anlaşılamadı). Sonra çok ilginç bir şey söylüyor .. diyor ki Sodyum Bikarbonat'ın mantar hücrelerini nasıl yok ettiğini kimse bilmiyor ama benim bir teorim var sanırım diyor mantar hücrelerinin birbirleriyle olan bağlantısını kesiyor olmalı.... diyor .. burda şaşırdım çünkü 1931 senesinde Nobel ödülü alan Dr. Otto Warburg kanser hücrelerinin oksijensiz ortamda yaşadıklarını ve oksijenli ortamda hayatta kalamadıklarını açıklamıştı .. Dr. Tullio Simoncini sene 2012 olmuş halen bu bilgiden mahrum, sanırım vücut bilgisinden de mahrum olmalı .. yani tükrük bezlerinin karbonat iyonları salgıladığından midemizde Sodyum Bikarbonat oluştuğundan, pankreas'ın Sodyum Bikarbonat salgıladığından, ince bağısaklarımızda bulunan bruner bezlerinin karbonat iyonları salgıladığından, böbreklerin karbonatı kendisinin ürettiğinden hata karaciğer safrasında bile karbonat iyonlarının olduğundan .. neyse videomuza dönelim.
Bayan soruyor Sodyum Bikarbonat hangi kanser türlerinde etkilidir? Simoncini hemen hemen bütün kanser türlerinde etkilidir .. diyor. Devamında katader yardımıyla karbonat solüsyonunun nasıl çeşitli tümörlerde uygulandığını ve karbonatın mantar kolonisini yok ettiğini ve tümörlerin bu şekilde küçülerek yok olduğunu açıklıyor.
Sonra bayan medyanın buna nasıl bu kadar duyarsız kalabildiğini soruyor. Simoncini medyanın kendisi için yalancı dediğini ve kendisini yalan söylemekle itham ettiklerini .. herşeyi manipule ettiklerini ve halende manipule etmeye devam ettiklerini söylüyor. Bu aptal sistem için benim teorim bir atom bonbası etkisi yaratır. 1,5 yıl önce İtalya'da Sodyum Bikarbonat üzerine 3 yıllık yapılan bir araştırma sonuçları yayınlanmış ve Sodyum Bikarbonatın tedavide etkili olduğu gösterilmiş. Hemen bunun üstü kapatılmış, gömülmüş bu bilgi. Bu sistemin aptallığı ve yalanlarıdır diyor. Burda önemliolan ilaç sanayi değil medikal kuruluşların buna sessiz kalması akıl alır gibi değil'dir. Onlar ne için varlar, ne işe yararlar (haklı olarak burda heycanlanıp hepsine kızıyor).
Söyleşi yapan bayan FDA tarafından hiç araştırılmamasının nedenini Sodyum Bikarbonatın patentlenemediği için ilgilerini çekmiyor. Dolayısıyla Sodyum Bikarbonat'a karşı sessiz kalıyorlar ... diyor .. Simoncini'de evet çünkü çok ucuz diyor .. Ve Sodyum Bikarbonat'ın Kansere karşı çok etkili olduğunu, .. Kemoterapinin olabilecek en kötü tedavi yöntemi olduğunu .. söylüyor öbür taraftaki adam da kemoterapi yüzünden insanlar ölüyor diyor .. Simoncini "HAYIR ONLAR KEMO TERAPİYLE İNSANLARI ÖLDÜRÜYORLAR" .. ( 16 cı dakikasında )diyor. Nede olsa bunu diyen bir onkolog .. sonra kemoterapinin tamamiyle faydasız olduğunu ve kanseri dahada azdırdığını söylüyor.
İngiltereden, Amerikadan, Kanadadan, Avusturalyadan, Fransa'dan insanlarla görüşmüş ve hepsi sistemden çok rahatsızlık duyduklarını açıklamışlar. Özgürlüğün olmadığını, insanların hatalı bir özgürlük içinde olduklarını anlatıyor.Sonra bayan biyopsi hakkında soru soruyor, simoncini bazı durumlarda biyopsinin faydalı olabileceğini ama çoğu zaman biyopsinin kanser varsa bunun yayılmasını sağladığını söylüyor. Eğer biyopsi yapılıcaksa muhakkak kendi yöntemiyle o bölgenin izole edilmesi gerektiğini söylüyor.
Bayan Kemoterapi ve Radyo terapi'nin bağışıklık sistemimizi yok ettiğini söylüyor ..Simoncini'de katılıyor ve Kemoterapi ve rayo terapi'nin vücudumuzun bağışıklık sistemini çökmesine ve kanserin kolayca metasdas yapmasını sağladığını açıklıyor. Eğer bir insan kanser hastasıysa ve kemo, radyo terapi yaptırmazsa 3 kat daha fazla yaşama süresine sahip'tir .. diyor. .. bayan dan gülüşmeler geliyor .. Simoncini bunun belgelenmiş olduğunu, gerçek olduğunu açıklıyor. .. Bayan eski Hint kitaplarında Sodyum Bikarbonat kullanılmasının geçtiğini anlatıyor, simoncinide bunu doğruluyor .. Bayanda bu bilginin baskılandığını, insanlardan gizlendiğini açıklıyor .. Simoncini Sodyum Bikarbonatın Tanrı'nın insanlara verdiği en büyük hediye olduğunu söylüyor. Kanser'in Mantar hastalığı olduğunu, sitesine bakılabileceğini, kitabını satın alıp okuyabileceklerini söyleyip konuşma burda bitiyor.
Not: Daha önce paylaştığım video'dada kanser olan birisi araştırma yaptığında Kanser'le ilgili pek çok bilgiye ulaşabiliyor. Sorun insanların bilgileri sentezleyememelerinde yatıyor. Gerçekten bilgilerin sentezlenebilmesi vakit alıyor, gerçi ben bunu bir yıldır paylaşıyorum, kaç insan sentezleyebildi henüz bilmiyorum. Umarım çok olmuştur..
http://www.youtube.com/watch?v=EvSULCKRYYI
Dr. Robert Young'ın Videosundan tercüme
İnsan hücresi ortam sağlıklıysa sağlıklı kalır. Örnek vermek gerekirse akvaryumunda yaşayan balıklar hasta olursa ne yaparsınız. Balığımı tedavi edersiniz yoksa akvaryumun suyunumu değiştirirsiniz. Tabiki akvaryumun suyunu değiştirirsiniz. Aynı şekilde vücudumuza bakarsak vücudumuz 70 trilyon hücreden oluşur ( eğer vücudumuz sağlıklıysa ). Doğduğunuzda vücudumuzun % 90 nını su oluşturur, öldüğünüzde ise vücudun %50 sini su oluşturur. Vücudumuzda bulunan suyun kalitesi ( pH ı ) yüksekse hücrelerimiz canlı ve sağlıklıdır. Bir hastalığa yakalandığınızda hastalığı tedavi etmek yerine hastalığa sebeb olan ortamı düzeltiğinizde o zaman hastalığında kalmadığını görüceksiniz. Mesela suyu buzluğa koyduğumuzda ne olur sıvı düzeyden katı düzeye geçer NEDEN? Çünkü ortam değişmiştir, sıcaklık değişmiştir. Bu durum insan vücudu içinde aynıdır. Mesela Kanseri ele alalım, KANSER BİR HASTALIK DEĞİL'DİR. KANSER ORTAMIN ASİDİK SEVİYEYE GELDİĞİNDE HÜCRELERİN O ORTAMDA KENDİLERİNİ DÖNÜŞTÜRME ( UYUMLAMA ) DURUMUDUR!.
Peki sizi dinleyenlere nasıl beslenmeleri gerektiğini tavsiye edersiniz? ALKALİ GIDA VE ELKTRON AÇISINDAN ZENGİN GIDALAR TÜKETMELERİNİ ÖNERİRİM. 30 YILLIK ARAŞTIRMAMA GÖRE ASİDİK GIDA TÜKETİLDİĞİNDE BU YAŞAM BİÇMİMİZİ OLUMSUZ YÖNDE ETKİLEYEREK BİZİM KENDİMİZİ HASTA HİSSETMEMİZE, BEYNİMİZİN DÜZGÜN ÇALIŞMAMASINA, DEVAMLI YORGUNLUK HİSSİ İÇİNDE OLMAMIZA SEBEBİYET VERİR. vÜCUDUMUZ ASİDİK OLDUĞUNDA BEYNİMİZ GEREKLİ ELEKTİRİĞİ ASİDİK ORTAMDA İLETEMEZ VE BU BİZİM DOĞRU DÜŞÜNEMEMEMİZE SEBEBİYET VERİR. bUNDAN DOLAYI ALKALİ GIDALAR TÜKETMEMİZ ÇOK ÖNEMLİDİR ... (ALKALİ GIDALARDAN ÖRNEKLER VERİLİYOR)
VÜCUDUMUZUN BİRÇOK YERİ TUZ LA KAPLIDIR. POTASYUM YADA MAGNEZYUM LA DOLU DEĞİL DİR, SODYUM LA (Na) KAPLIDIR. SODYUM SADECE MİDENİN SODYUM BİKARBONAT LA ALDIĞIMIZ GIDALARI ALKALİZE ETMEMİZE YARAMAZ, SODYUM AYNI ZAMANDA VÜCUDUMUZUN EN ÖNEMLİ YAPI TAŞIDIR. ALDIĞIMIZ GIDALARIN HEPSİ SODYUM SAYESİNDE ALKALİZE EDİLİR VE ONUN SAYESİNDE VÜCUDUMUZU ALKALİ DÜZEYDE TUTARIZ. ( DOKTORLARIN SENELERDİR NEDEN TUZDAN UZAK DURUN DEDİĞİ DAHA NET ANLAŞILDI ŞİMDİ.) .. pH ten bahsederken insanların daha çok ilaca değil, insanların eğitimine ihtiyacımız var. Dünyadaki 6cı en hasta ulus haline geldik diyor. Çocuklarımıza alkali gıda yemeye yöneltmeli onlara nasıl sağlıklı kalacakları yönünde bilinçlendirmemiz gerekir .. diyerek sonlanıyor.
KANSER HÜCRESİ DİYE BİR ŞEY YOKTUR!.
DR. Young mikrocanlıların (microzyme) ortama göre şekil değiştirdiklerini Pleomorphism de bunların 3 aşamadan geçtiğini önce maya sonra mantar sonrada kitlelere dönüştüğünü anlatmıştı. Ben'de bunu onkolog Dr. Simmoncinin bulgusuyla birleştirmiştim. Ancak burdaki yazısında Dr.Young Kanserin aslında ASİDİK SIVI olduğunu ve hücrelerin içerisine yerleştiğini anlatıyor. Kanserin hücrelerimize, ,organlarımıza ve dokulara geçtiğini söylüyor.
Aldığımız gıdalardaki asitlerin önce kana karıştığını, daha sonra kandan dokulara geçtiğini ve dokulara geçen asitlerin hastalıklara ve kansere sebeb olduğunu söylüyor. Nasıl sepette duran bozuk bir elma diğer sağlıklı elmalara bu bozulmayı aktarıp dağıtıyorsa onlarında çürümesine neden oluyorsa aynı şey vücudumuzda meydana geliyor. Hücrelerin ÇOĞALMASI KANSER DEĞİLDİR. Hücreler form değiştirmezler. Hücreler içlerine giren asitten dolayı sadece işlevlerini doğru bir biçimde yerine getiremezler.
KANSER HÜCRESİ DİYE BİR ŞEY YOKTUR!. SADECE İÇİNDE YÜKSEK MİKTARDA ASİT BARINDIRAN HÜCRE DİYE BİR ŞEY VARDIR!. HÜCRELER ARASINDA BU MİKTAR ARTTIĞINDA BUNUN BAŞKA HÜCRELERE YAYILMASINI ÖNLEMEK İÇİN VÜCUDUMUZ BUNLARI BELİRLİ BÖLGEDE TUTARAK TÜMÖRLERİ OLUŞTURURLAR. BÖYLECE BUNLARIN YAYILMASINA BEDENİMİZ TÜMÖR ADI VERİLEN KİTLELER OLUŞTURARAK ÇÖZÜM BULUR. Bazen genetik yapımızdan dolayı vücudumuzun sadece belirli bölgelerinde bu asitler toplanır. Mesela Göğüs kanseri gibi.
TÜMÖRLER ASLINDA PROBLEM DEĞİLDİR . ONLAR BEDENİMİZDE NEYİN YANLIŞ GİTTİĞİNİ GÖSTEREN İŞARETLERDİR. KANSERİN METASDAS YAPMASI HÜCRELERİN İÇİNDEKİ ASİTLERİN DİĞER HÜCRELERE SIÇRAMAYA BAŞLADIĞINI GÖSTERİR.
Kanser beklenmedik bir şekilde oluşmaz. Hayatımızda yaptığımız yeme içme alışkanlıkları bizim kanser olmamıza sebebiyet verir. Eğer ASİDİK BESLENME ALIŞKANLIĞIMIZ VARSA YADA ASİDİK BİR YAŞAM ŞEKLİNİ BENİMSEMİŞSEK BU KANSERE YAKALANMAYA DAVETİYE ÇIKARIR. eĞER ALKALİ BİR YAŞAM BİÇİMİ SEÇMİŞSEK O ZAMAN SAĞLIKLI VE KANSERDEN KORUNMUŞ BİR ŞEKİLDE YAŞARIZ.
UNUTMAYIN KANSER TEDAVİSİ OLMAYAN BİR HASTALIK DEĞİLDİR!. EĞER ALKALİ YAŞAM BİÇMİNE DÖNER SAĞLIKLI BESLENİP ALKALİ İÇECEKLER TÜKETİRSEK KANSERİ VÜCUDUMUZDAN ATARIZ.
NOT: Kanserin asidik bir sıvı olduğunu ilk karbonat kullanıp wc ye gitmeye başladığımda düşünmüştüm. Resmen dışarı asit çıkıyor ve yanma hissi oluşuyordu. Geçen gün 70 yaşının üstünde ve kiloları çok fazla olan bir bayana pH ve karbonatı anlatmıştım dün telefonda aradı bu dedi wc ye gittiğimde yakıyor, bende asit attığını söyledim.
Kemoterapi Ne kadar Tehlikeli ?
Iowa Üniversitesi Kemoterapi sızdığında yada saçıldığında ne yapılması gerektiğini anlatmış. uygulanması gereken protokol:
Bu protokol doktorlar ve sağlık çalıanları için.
1) Latex eldiven giyin
2) Eğer KEMO ELBİSENİZE DÖKÜLÜRSE HEMEN ÜZERİNİZDEKİ ELBİSELERİ ÇIKARIN VE HEMEN DUŞA GİRİP İYİCE YIKANIN SABUNLANIN, İYİCE OVALANIN. KIZARMA KABARMA OLUP OLMADIĞINA BAKIN. YANMA HİSSİ OLUP OLMADIĞINI KONTROL EDİN!
3)BÜTÜN KESKİN OBJELERİ BİR YERDE TOPLAYIN VE UZAK DURUN
4) KAĞIT HAVLU GİBİ BİR ŞEYLE O ALANI TEMİZLEYİN
5)DÖKÜLEN ALANI ENFEKSİYON ÖNLEYİCİ BİR ŞEYLE TEMİZLEYİN MESELA CAM SİLİCİ, ALKOL, ÇAMAŞIRSUYU YADA HALI TEMİZLEYİCİSİYLE TEMİZLEYİN.
6)ELDİVEN GİYEREK TEMİZLEDİĞİNİZ ALANDA KULLANDIĞINIZ KAĞIT HAVLULARI HEMEN BİR POŞETİN İÇİNE KOYUP İŞARETLEYİN.
7)KORUYUCU ELBİSENİZE DÖKÜLEN KEMO VE SİLMEK İÇİN KULLANDIĞINIZ BEZ BUNLAR FARKLI ÇAMAŞIR MAKİNALARINDA SICAK SUDA YIKANMALIDIR.
8)EĞER KEMO MOBİLYAYA DÖKÜLMÜŞSE, DÖKÜLDÜĞÜ ALANI SABUNLU SUYLA KEMO GEÇİRMEZ ELDİVENLE İYİCE OVALAYIN TEMİZLEYİN.
9)HASTALAR VE SAĞLIK GÖREVLİLERİ KUSMA GÖRÜLEBİLİR 48 SAAT İÇİNDE EN İYİ EL YIKAMA TEKNİĞİYLE ELLERİNİ YIKAMALIDIR.
http://whale.to/cancer/chemo111.html
Kemoterapi'nin Başarı Yüzdesi Ne Kadar ?
Sonuçlar : Başarı yüzdesi Amerikada % 2.3 Avustralyada % 2.1 . İngilizce Medikal Kütühanede şunlar yazıyor:
RESULTS:The overall contribution of curative and adjuvant cytotoxic chemotherapy to 5-year survival in adults was estimated to be 2.3% in Australia and 2.1% in the USA.
Sonra kemoterapi hakkında pubmed ne yazmış ona baktım Andreas Moritz'in söylediklerini doğrulamışlar. Kanser hastalarının 5 yıl hayatta kalma şansı Avusturalyada % 60. Şurası kesin ki cytotoxic ( yani ciddi zehir demek ) kemoterapi ilaçları kanser hastalarının hayatta kalabilmelerinde sadece çok minör bir değişiklik yapabilir.
CONCLUSION:As the 5-year relative survival rate for cancer in Australia is now over 60%, it is clear that cytotoxic chemotherapy only makes a minor contribution to cancer survival. To justify the continued funding and availability of drugs used in cytotoxic chemotherapy, a rigorous evaluation of the cost-effectiveness and impact on quality of life is urgently required.
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/15630849
Amerikan Tıp Kütüphanesi - Pub Med
Yüksek pH terapisi - İnsan ve fareler üstünde yapılan Her vakkada TÜMÖRLERİN YOK OLDUĞU GÖZLEMLENMİŞ
Kütle spektrometrisi ve izotop la yapılan çalışmalarda potasyum, rubidyum ve özellikle sezyum kanser hücreleri tarafından başarılı bir şekilde alınıyor. Bu alınım A Vitamini ve C Vitaminiyleş çinko ve selenyumla destekleniyor. Sezyum'la hücrelerdeki pH seviyesi 8 e çıkarılıyor. Hücrelerdeki bölünme ve yaşam ömrü kısalıyor.
Farelerde sezyum ve rubidyum kullanıldığında 2 Hafta içinde tümörlerin küçüldüğü gözlemlenmiş. Bununla birlikte farelerde kanserin yol açtığı hiç bir yan etki gözlemlenmemiş. 30'un üstünde insan test olarak kullanılmış. Her vakkada TÜMÖRLERİN YOK OLDUĞU GÖZLEMLENMİŞ.BUNUNLA BİRLİKTE KANSERDEN KAYNAKLANAN BÜTÜN YAN ETKİLER 12 İLA 36 SAAT ARASINDA YOK OLMUŞ!. KEMOTERAPİ VE MORFİN ALAN HASTALARDA BU SÜRE DAHA UZUN SÜRMÜŞ. pH Terapisiyle gıda alınımına bağlı olarak kanserin tekrar etme riski çok düşük görülmüş.
Not: Bu yazıyı sanırım geçtiğimiz Ocak ayında paylaşmıştım ama şimdi tekrar tercüme ettim. Bu site bütün doktorların kullandığı Amerikan Tıp Kütüphanesi - Pub Med. Bu araştırma 1984'te yapılmış bunuda unutmayın!!!. O zamandan bu zamana çok insan öldü kanserden, bütün bu çalışmalar var ama onlar israrla kemoterapiyle zehirleyip öldürmeyi tercih ediyorlar. Teyzem 1996 da kolon kanserinden vefat etti. Bu bilgileri biliyor olsaydım şuan o yaşar aramızda olurdu. Ama o zamanlar bu bilgilere ulaşılamıyordu. Ancak ulaşıldığında bile bu olayı kafamda çözmek 4-5 yılımı aldı.
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/6522424?dopt=Abstract
Bunla ilgili Video : http://www.youtube.com/watch?v=Xj9y1AmofKE
Kanser Ölüme Sebeb Olmaz!!! BU YAZIYI MUHAKKAK OKUYUN!
Bu çok ÖNEMLİ DİKKAT! - VİTAMİN D
Andreas Moritz BU VİDEODA bedenin nasıl kendisini tedavi ettğini anlatıyor. Bu ne yazıkki hep gözden kaçırılan bir mevzu. Benim kanserle ilgili okuduğum yığınla yazıda hep Vitamin D eksikliği çıkıyor. Hatta tavsiye verirken bile bunu unutabiliyorum. Andreas Moritz bütün kanser hastalarına bakın hepsinde Vitamin D eksikliği görürsünüz diyor. Benimde yaptığım bütün araştırmalarda hep D Vitamini eksikliğine rasladım. Burda çok pozitif konuşuyor eğer yeterli Vitamin D yani güneş ışığı alırsanız ne grip, ne nezle nede bir hastalığa yakalanmazsınız, yakalansanız bile vücut kendisini kısa sürede onarır. Vücutta tümörler oluşur sonra yine oluştukları gibi yok olurlar. Vücudun bağışıklık sistemi güçlü olduğunda vücut kendisini çabucak tedavi eder.
Video'dan ayrı olarak görmemezlikten geldiğim bir konu bu!!. Modern yaşam, bilgisayarlar, kapalı odalar, kapalı çalışma alanları, evden çıkıp işe gitme, hep kapalı ortamlarda kalma hepimizde D vitamini eksikliğine sebebiyet veriyor. Bu hep unuttuğumuz bir konu, ben tavsiye verirken bile unutabiliyorum. Bazen vücudumda bir şey eksik ne eksik ne eksik diye düşünürken bu video karşıma çıktı. Seyrederken hem sıkıldım, hem sevindim çünkü başa kaka kaka D Vitamini diyor.
Sosyetik toplumumuzda en ufak bişide gidip ellerimizi yıkarız, halbuki derimizin üstünde derimizi koruyan bakteriler vardır. Bu bakteriler derimizin sağlıklı kalmasını sağlar. Bu bakterileri biz yok ettiğimizde, bağışıklık sistemimiz zayıflar, tenbelleşir.(bu kısımda söylediklerine katıldığımı söyliyemem) Tekrar ilginç bir görüş söylüyor "kanser hücrelerinin vücudumuzda olması bağışıklık sistemini canlı ve aktif halde tutar. Bedenimizde yaşamımız boyunca her zaman kanser hücreleri var'dır (bu sözü çok doğru) Bedenimiz her zaman bu kanser hücrelerine sahip'tir."
Şimdi daha ilginç bir şey söylüyor "Ölen insanlarda yapılan otopsilerin %80 - 85 de bu insanların tümör yada kanserden ölmedikleri görülmüştür. Kanserin kendisi ölüme sebebiyet vermez, kanserden dolayı ölmezsiniz. Tümörler ortaya çıkar ve sonra yok olurlar .. giderler. Eğer ortamı değiştirirse, yediği diyeti düzeltir sağlıklı beslenirse, stresi düşürürse ve GÜNEŞE ÇIKIP D VİTAMİNİ ALIRSA VÜCUT ZATEN KENDİSİNİ TEDAVİ EDER. nEDEN İNSANLAR KIŞ AYLARINDA GRİP NEZLE OLURLAR ÇÜNKÜ VİTAMİN D DÜŞÜK ORANDADIR. NEDEN GRİBE YAKALANIRIZ MİKROPLARDAN DOLAYI HASTA OLMAYIZ. YETERLİ EGZERSİZ, YETERSİZ GIDA VE YETERSİZ D VİTAMİNİNDEN DOLAYI HASTA OLURUZ. AMERİKALILARIN % 85 VİTAMİN D DÜŞÜKLÜĞÜ VARDIR. KANSER HASTALARINA BAKTIĞIMIZDA VİTAMİN D EKSİKLİĞİNE SAHİP OLDUKLARINI GÖRÜRÜZ 2 GÜN ÖNCE BİR ÜNİVERSİTEDE YAPILAN ARAŞTIRMAYA GÖRE (Creighton University School of Medicine) KANSER HASTALARININ % 77 Sİ VİTAMİN D SEVİYESİ NORMAL SEVİYELERDE OLDUĞUNDA KORUNURLAR YANİ KANSER OLMAKTAN KORUNURLAR. EĞER % 77 BAŞARI ŞANSI VARSA DÜŞÜNSENİZE İLAÇ ŞİRKETLERİ İÇİN % 77 LİK BİR KAYIP DEMEK BU!.
KEMOTERAPİ İLAÇLARININ BAŞARI ORANI % 2.3 TÜR. AVUSTRALYADA BU % 2.1'DİR. RADYO TERAPİNİN BAŞARI ORANI %2.2 CİVARINDADIR. GÜNEŞİN TEDAVİ ETME GÜCÜYLE BU ORAN KARŞILAŞTIRILDIĞINDA ( % 77 ). EĞER YETERLİ D VİTAMİNİ ALIRSANIZ NE NEZLEYE, NE GRİBE NE KANSERE NE DİYABET HASTASI OLMAZSINIZ. BÜTÜN BU HASTALIKLAR DÜŞÜK D VİTAMİNİ SEBEBİYLE OLUŞUR"
NOT: D VİTAMİNİ ASLINDA HER YERDE HAYATİ OLARAK GEÇİYOR. BEDENLERİ ROBOT GİBİ DÜŞÜNÜRSEK VİTAMİN D BİZİM BATARYAMIZDIR. EĞER YETERLİ BATARYASI YOKSA BİR CİHAZ NE OLUR ÖNCE ÇALIŞMA KABİLİYETİ ZAYIFLAR, SONUNDA BATARYA BİTİNCE ÇALIŞMAZ. pH ne kadar önemliyse vitamin D alınmasıda o kadar önemlidir. Bunu Dr.Young da söylüyor ama sık hiç tekrar etmiyor, sanırım çiftliğindeki hastalarına bunu özelikle tavsiye ediyor yada çok denk gelmedik. Kanserle ilgili bütün okuduğum yazılarda hep Vitamin D vurgusu yapılıyordu. Bunu geçen sene bende vurguladım ama sonra başka konulara atlayınca yine aklımdan gitmişti. Bu kış aylarında en azından Solgar Vitamin D3 hapları alınabilir. Yada hava iyi olduğunda öğlen vakti 15 20 dk bile yürüyüş yapılsa güneşte çok sağlıklı olunur. Öğlen yürüyüşlerine önem vermek lazım 25 dk yürüsek mükemmel olur.
http://www.youtube.com/watch?v=wzdiMBtOjwE
Vücut Kendisini Yağ ile Tedavi ediyor - Kollestrol sayesinde vücudumuz aslında hayatta kalıyor.
Çok mantıklı anlatıyor, öncelikle kollestrol için eğer tereyağ yemezseniz kollestrolünüz yükselir diyor. Vücudunuzda kollestrol üreten biricil organ karaciğer'dir. Eğer dışardan yağ almazsak bu sefer bu yağın 4 kat fazlasını vücut üretir, böylece kollestrol seviyeniz yükselir. Ama yağ tüketirseniz kollestrol seviyeniz dengelenir ve düşer. Eğer yeterli kollestrol üretemezseniz kalp krizi riskiniz yüksek'tir. Hiç bir zaman yüksek kollestrol'le kalp krizi ilişkisi doğrulanmamıştır. Yeterli kollestrol yoksa kalp krizi geçirirsiniz. Eğer statin hapları kullanarak kollestrolü azaltırsanız, bedenin kendisini tedavi etme mekanizmasını bozarsınız. Karaciğer safra (bile) üreterek vücudunuzun kendisini tedavi etmesini sağlar. Eğer karaciğer yeterli safra salgılayamazsa, yediğiniz gıdaları sindiremezsiniz. Yediklerinizi sindirebilmek için safraya ihtiyacınız vardır.
Statin haplarını (kolletrol düşürücü haplar)alarak aslında vücudunuzun her hücresine zarar verirsiniz. Vücudun sindirme sisteminede zarar verirsiniz. Kollestrol düşürücü hapları alırsanız karaciğer problemleri yaşamaya başlarsınız. Karaciğer yetmezliği bundan dolayı gerçekleşir. Bu hapları aldığınızda karaciğer'in çalışma kapasitesini bilmiyorsunuzdur.
Not: Şimdi videoyu baştan tercüme ediyorum: Bayan soruyor kollestrol ve kalp krizi geçirme hakkında ne düşünüyorsunuz ?
Statinler yani kollestrol düşürücü haplar tüm zamanların en büyük para getirisi olan haplardır. Kollestrol 200'dü şimdi onu aşağıya çekmeye çalışıyorlar (Not: Bir yakınım bu değerin eskiden 300 olduğunu söylemişti) şimdi 120'lere indirdiler. Bu sayede milyonlarca hasta kazanıyorlar. Gerçek kollestrol seviyesinin ne olması gerektiğini gösteren bilimsel hiç bir veri yok'tur. Kollestrolü düşürdüğünüzde kanser olma riskinizi yukarıya çekersiniz. Sadece kanser olma riskinizi yükseltmekle kalmaz, kalp krizi geçirme olasılığınızıda yukarı çekersiniz. Parmağınızı kestiğinizde orayı onarmak için giden ilk hormon kollestrol'dür. Kollestrol yoksa vücudunuzu onaramazsınız. Kanamanın durmasını sağlayan, o bölgenin iyleşmesini sağlayan kollestrol'dür.
Kollestrol bizim hayatta tutan şey'dir. Kollestrolü düşürdüğünüzde vücudun kendisini tedavi etme mekanizmasını bozarsınız. Vücut kendisini onaramaz. Kollestrol e ihtiyacımız var'dır. Eğer tereyağ yemezseniz, bu sefer karaciğer 4 kat fazla kollestrol üretmek zorunda kalıcak'tır.
Not: Ben çok insan tanıyorum bir pilava 250 gr tereyağ koyup senelerce bununla beslenenleri. Bizim ülkemizde bütün köylülerimiz bol tereyağ ile pilav yaparlar. Bol tere yağlı yapılan pilavların'da lezzeti başkadır. Burdan da şunu anlıyoruz yeterli yağ yenmediğinde karaciğer yetmezliği, devamında kalp yetmezliği, devamında kanser, devamında Allahın rahmetine kavuşuyoruz.
http://www.youtube.com/watch?v=cs_cY6jNPZY
Sodyum Bikarbonatın Önemi
Tükrük bezleri yoğun miktarda karbonat iyonları salgılayarak yediklerimizi alkali yapar. Midemizin çevresi kandan alınan sodyum klorür'le çevrilidir.Sodyum su ve karbon dioksitle birleşerek alkali TUZ yani SODYUM BİKARBONAT OLUŞTURUR. Biyokimyada bu şu şekilde formüle edilir: H20 + CO2 + NaCl = NaHCO3 + HCL. Bundan dolayı midemiz aslında yediklerimizi ALKALİ yapmaktan sorumludur. BRUNNER BEZLERİ (12 PARMAK BAĞIRSAĞINDA BULUNUYOR) yüksek miktarda karbonat salgılayarak yediklerimizin alkali halde sindirilmesini sağlıyor. Pankreasımız Yüksek miktarda Sodyum Bikarbonat salgılayarak mideden gelen asitleri nötralize etmek ve yediklerimizi alkali yapmaktan sorumlu. Karaciğerde safra salgısındada yüksek miktarda karbonat içerir. Bedenimiz çürümemek için (kanser olmamak için) kendisini hep karbonatla alkali hale getiriyor. Böbreklerimizin kendisi karbonat ürettir. Böbreklerimiz kanın pH seviyesini alkali tutmakla sorumludur.
Alkali - Asidik gıdalar için bu pdf dosyasından faydalanabilirsiniz.
http://www.biorezonansankara.com/alkali_asit.pdf
Bir yıldır Sodyum Bikarbonat kullanıp benimle ne yaşadığını paylaşan okuyucu görüşleri için bu linke bakabilir. Hangi hastalıkların Sodyum Bikarbonatla tedavi olduğunu görebilirsiniz. Bunlar kısaca :
Kemiklere Metastas Yapmış Prostat Kanseri, Lösemi, Şeker Hastalığı, Reflü, Gastrit, Ayaktaki Mantar Hastalığı, Çukulata Kisti, Boğaz Ağrıları, Gül Hastalığı, Polikistik over sendrom, Yüzde çıkan sivilceler, Üşütme, Yüksek trigiliresit seviyesinin düşürülmesi, Yıllardır sağ topuğukta yara şeklimde kanayan yarıklar, Non Hodgkin Lenfoma (NHL), Kedideki Yarım Portakal Büyüklüğünde TÜMÖRÜN 1,5 Ayda Yok oluşu, Yüksek karaciğer değerleri, Yüksek Tansiyon Ve Kan Analiz Sonuçları, 8 Günde Sayılamıyacak kadar çok olan Kistlerin Yok Oluşu, Mantar, 12 Sene Süren Karaciğer Hastalığı'nın 7 Günde Yok Oluşu, Mide Kanseri, Ürtiker, Diz Kapakları'da oluşan ağrılar, Egzama, Ödem-Bel Fıtığı-Böbrek, Trombosit Düşüklüğü, Liken hastalığı, Guatr ( Hipertiroidi ), Ürtiker, Zona Hastalığı, Trigliserit, Normale dönen Kan tahlilleri, Bademcik iltihabı ( Kriptik Tonsilit ).
Karbonatın kullanımı ve onun hakkında diğer bilgileri aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz. Okumadan görüş yazmayın lütfen!!.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
KANSERİ YENMEK
Alkali beslenin kanseri yenin!
Evet, çok iddialı bir giriş olduğunun farkındayım; ancak Çinlilerin her zaman dediği gibi, en karmaşık sorunların çözümleri en basit olandır.
Kanser kesinlikle bir hastalık değildir. Kanser bir uyarı sistemidir. Şimdiye kadarki yaşantımızı gözden geçirmemiz gereken bir uyarı sistemi. Beslenmemizi, iş hayatımızı, aile yaşantımızı, kendimize ve insanlara karşı davranışlarımızı, stresimizi ve pek çok faktörü düzeltip yoluna koymamız için önümüze konulmuş bir fırsattır aslında. Kanserin nedenlerinden yüzde seksen beşini stres oluşturur; beslenme sadece yüzde on dört içindedir.
Kanser asidik sıvıdır (mantar). Hücrelerin içerisine yerleşip belirli bir bölgede toplandığında kendisini mantar hastalığı şeklinde gösterir. Kanser, diyabet, MS, arterit, akne, egzama ve diğer bütün hastalıklar ASİDOZDAN KAYNAKLANIR. ALKALİ HALE GELDİĞİNİZDE HASTALIKLARINIZIN HEPSİNDEN (%99) KURTULURSUNUZ!
Vücuttaki asidik oluşumu
Vücudumuzdaki bütün canlı hücreler atık üretirler. Tüm besinler hücrelere vücudumuzdaki sıvılar yardımıyla taşınırlar ve oksijen ile yanarak enerji haline dönüşürler. Yediğimiz ne olursa olsun bir atık ortaya çıkar. Bu atıklar idrar ve ter yoluyla atılır. Atıklar temel olarak asidiktir. Bunun sonucunda idrarımız düşük bir pH dengesine sahip olur. Bahsi geçen atıkların hepsini vücudun atması mümkün değildir. Yaşam ve beslenme tarzı, besin türleri ve tüm çevresel koşullar bu atıkların oluşumunu hızlandırır.
Atılamayan asidik atıklara ne olur?
Bu atıklar katılaşmış atıklara dönüşürler, örneğin; kolesterol, yağ asidi, böbrek taşı v.b gibi ve bilemeyeceğimiz başka bir şekilde vücudun içinde herhangi bir yerde birikip yerleşirler. Vücuttan atılamayan ve biriken bu asidik atıkların toplanması yaşlanma sürecini hızlandırır. Alkali besinler ve su, asidik atıkların atılmasını kolaylaştırarak vücudumuza yardımcı olur.
İnsan vücudu mükemmel bir mekanizmadır. Gittikçe artan asidin yaşamsal organlarımıza hasar vermesini engellemek üzere vücudumuz savunma mekanizmalarını düzenlemeye başlar. Asidin yağ hücreleri içinde depolandığı bilinmektedir. Bütün bunlara rağmen asit herhangi bir organla temas edecek olursa, dokuyu içinden çürütebileceği bir delik açma şansı da bulur. Bu durum hücrenin mutasyona uğramasına neden olabilir. Bu asidik ortamda oksijen seviyesi düşer ve kalsiyum tüketilmeye başlar. Bu nedenle savunma mekanizması olarak, vücudunuz gerçekte sizi aşırı asidiklikten korumak üzere şişmanlatır/yağlandırır. Asitlerin toparlanıp paketlendiği tüm bu yağ hücreleri ve selüloit birikimleri yaşamsal organlardan güvenli uzaklıkta tutulmaya çalışılır. Bu açıdan şişmanlık yaşamsal organlarınızı zarar görmekten koruyabilir.
Birçok insan artık kendisini hiç iyi hissetmiyor. Birçokları da kendilerini soğuk algınlıkları veya çevredeki herhangi bir mikroptan çok daha kolay etkilenir halde buluyorlar. Bundan daha ciddi olan ise lupus, romatoit arterit, multipl skleroz, kronik yorgunluk sendromu ve fibromiyalji sendromu gibi bağışıklık sistemi rahatsızlıklarındaki artışlardır. Özellikle de genç yaşlarda…
Kronik hastalıkların iyileşmeye başlaması sadece ve sadece
kanımızda mevcut olan pH değerleri normale yakın olursa gerçekleşiyor!
Tümden iyileşme ise kan değerlerinin alkali pH değerlerine sahip olmasıyla gerçekleşiyor.
Bu sonuçlar hastalıkla mücadele eden, iyileşmekte olan ya da sadece
daha iyi ve daha sağlıklı hissetmek isteyen herkes için geçerlidir.
İnsan kanındaki değerler çok dar bir pH skalasında (7,3) yer alır.
Bu değerlerin altında ya da “fazla üzerinde” yer almak hastalıklara davetiye çıkarır.
pH raydan çıkarsa yapıcı enzimler yıkıcı olmaya başlar.
Hücrelere yeteri kadar oksijen taşınamaz.
Hastalıklar ve kanser kapıya dayanır.
Alkali-Asit dengesinin bozulması:
Asit ne yapar?
Asit hangi hastalıklara yol açar?
Yüksek asit oluşturan duygu ve düşünceler
Yüksek Alkali Oluşturan Duygu ve Düşünceler
Alkali diyet nedir?
Sağlıklı beslenme sonucu vücudun pH dengesi 7,36 ila 7,44 arasında alkali seviyesinde yer alır. Asit oluşumuna neden olan gıdalarla beslenme sonucu bu denge bozulur ve vücut tekrar denge sağlayacağım derken hayati önem taşıyan bazı minerallerin (potasyum, magnezyum, kalsiyum, sodyum) kaybı meydana gelir. Bu dengesizlik asidoza (asidik pH seviyesi) yol açar ve asidoz da ölümle sonuçlanabilecek pek çok hastalığa neden olur.
Yediğimiz yemeklerin pek çoğu (hazır gıdalar, fastfood vs) asidoza neden olacak kadar fazla asit içerir. Bunlar pH dengesini bozup kronik hastalıklara davetiye çıkarır.
Alkali beslenme, yüksek protein, yüksek yağ ve düşük karbonhidrat diyetlerinin tam tersidir. Diyetin nerdeyse yüzde sekseni alkali besin tüketimine ve yüzde yirmisi de, pH dengesini kuracak kadar asitli besin yemeye dayanır.
Meyvelerin çoğu alkali besinlerdir. Kalsiyum, magnezyum ve potasyum bol miktarda yeşil sebzelerde bulunur. Alkali diyetin en önemli faktörü düzenli ama alkali su tüketimidir.
Organlarımız çoğu, özellikle de böbrekler düzgün bir pH için önemli rol oynar. Bunun için ise doğru besinlere ihtiyaç duyarlar. Asit fazlalaştığı zaman, vücut dışarıdan alkali takviyesiyle bunu dengelemek ister. Alkali zaten kanda bulunan bir maddedir ancak pH seviyesindeki karmaşaya kan çok fazla tolerans gösteremez, o yüzden alkalinin alınacağı kaynak kan olamaz. En iyi alkali kaynakları iç organlar ve dokulardır. Bunlar yeterli pH seviyesine gelebilmek için gerekli toleransı gösterirler.
Lakin iç organlardan ödünç alınan alkalinin bir an önce telafi edilmesi gereklidir ki fazla olan asidi vücuttan atabilelim. Eğer alkali ağırlıklı sağlıklı bir diyetiniz varsa bu sorun değildir; ama pek çoğumuz asidoza neden olacak kadar sağlıksız besleniyoruz.
Eğer telafi edilemez ve alkali dengesi sağlanamaz ise vücut pek çok hastalığa karşı savunmasız kalır.
Alkali beslenme ipuçları:
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Asidik Artıklar Bizi Yaşlandırır -
Modern bilim, yaşlanmanı aslında düşündüğümüzden çok daha basit sebeplerden oluştuğunu ortaya çıkarmış bulunmaktadır.
Yaşlanmamızın sebebi aslında yiyeceklerimizdir. Her gün tükettiğimiz yiyeceklerimizin neredeyse %99’u azot, karbon ve oksijenden ve sadece %1’lik kısmı ise minerallerden oluşmaktadır.
Mineraller ikiye ayrılırlar :
1.Alkali Mineraller
2.Asidik Mineraller
Yiteceklerimizdeki alkali mineraller, sindirildikten sonra, alkali artıklara dönüşürler.
Alkali yiyeceklere birkaç örnek olarak : Deniz yosunu, zencefil, mantar, bezelye, ıspanak, soğan, patates ve muzu sayabiliriz. Koyu yeşil yapraklı sebzelerde de alkali mineraller bol miktarda bulunmaktadır.
Oysa asidik mineraller, sindirildikten sonra, zararlı asidik artıklara dönüşürler.
Yapısında yüksek oranda asidik mineral bulunan yiyeceklere örnek olarak. ; pirinç, yumurta sarısı, tavuk, buğday, kuzu eti büfteğini gösterebiliriz.
Bu yiyeceklerin asidik mineralleri yüksek dereceli zararlı asidik artıklar oluşturduğu için, yaşlanma sebebi ve çeşitli hastalıklar neden olurlar.
Zararlı asidik artıklar vücudumuzdan, idrar, nefes ve terleme formatında uzaklaştırılırlar. Uzaklaştırılamayan zararlı asidik artıklarsa kan damarları içersinde gezinmeye devam ederler.
Kan içersindeki bu asidik artıklar, kılcal damarlarımız içinde herhangi bir yerde toplanarak, bu damarları tıkayabilirler. Bunun ardında da hücreler yeteri kadar besinden ve oksijenden yoksun kalarak, kendilerini yenileme görevini yerine getiremez ve aktivitelerini kaybederler. İşte yaşlanmanın sebebi budur.
Bunun da ötesinde, kılcal damarların tıkanmasıyla, vücudumuzdaki zararlı asidik artıkların birikimi, organların çalışma düzenlerini gittikçe bozmaya başlar. Bu da uzun vadede çeşitli hastalıklara ve zamansız yaşlanmaya neden olur.
Doğmayan çocuk, annesinin göbek bağı ile beslenmeye başlar. Beslenme sırasında annesinden alkali mineralleri alarak vücudunu alkali yapar. Doğal olarak annenin vücudu alkali mineralleri bebek için harcadığından, bu defa annenin vücudu asidik olmaya başlar.
Böylece hamilelik devamınca bu alkali minerallerin eksikliği, anne vücudunu güçsüz bırakır ve iştah kaybına neden olur. Bu süreçte vücut geliştikçe, artan asidik artık miktarı onun tam olarak sağlıklı beslenmesini engelleyebilir.
Zamanımızda hava ve su kirliliği, yanlış beslenme ve stres, vücudumuzda aşırı derecede zararlı asidik artık oluşmasına neden olur.
Böylece bu zararlı asidik artıklar nedeniyle çeşitli hastalıklar, hızlı ve zamansız yaşlanma olgusu çok etkin ve güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Peki, bu hastalıkların ve hızlı yaşlanmanın temel bir çözümü var mıdır ?
Yaşlanma olayının sebebi zararlı asidik artıklardır ki biz buna serbest radikaller diyoruz. Bunun cevabı da, bu serbest radikallerin, yani zararlı asidik artıkların yok edilmesinde yatmaktadır.
Bunları yok etmek için en etkili ve kolay yol, bol miktarda sebze tüketmektir.
Amerikan Kanser Merkezinin yaptığı bir çalışmada 1000 hastaya günde 7 bardak doğal ve taze su içirilerek kanser terapisinde büyük ilerleme sağlandığı belirtilmiştir.
Ayrıca bu Asidik artıklar kendi etraflarında bulunan sağlıklı hücreleri dejenere ederek bozmakta ve birçok kalıcı hastalığın ve hızlı yaşlanmanın temelini atmaktadırlar.
Asidik artıkların sebep olduğu 3 ana hastalık vardır. Bunlardan 1.cisi Osteoporose olup, bu hastalık katılaşmış asidik artıklar sebebiyle meydana gelmektedir.
İkincisi ise, organları ve eklem yerlerini etkileyen katılaşmış asidik artıklar, kolestrol yükselmesine,gut ve böbrek hastalıklarına neden olmalarıdır.
Üçüncüsü, kılcal damarların katı asidik artıklar nedeniyle tıkanması sonucunda, belli organların yeterli derecede besin, mineral ve kandan yoksun kalmalarıdır ki ; bunun sonucunda, diyabet, böbrek hastalıkları, hypotansiyon, kanser ve diğer kalıcı hastalıklardır.
Asidik artıkların birikmesinin paralelinde, normal vücut hücreleri de dejenere olmaya başlamaktadır.
Sağlam hücre, asidik çevrede yaşayabilmesini sağlamak için, kendisini bir transformasyon sürecine uğratarak, dünyadaki en önemli hastalık olan kanser hastalığını oluşturmaya başlar.
Kanser hastalığı üzerine iki teori bulunmaktadır :
Bunlardan birisi Alman Biyokimya uzmanı Dr.Warback arafından söylenen “ Oksijen Yoksulluğu “,
Diğeri ise Japon Dr.Aiarashi tarafından savunulan “ Asidik Hücreler “ teorisidir.
Alman Dr. Warback sağlıklı hücrede oksijen eksikliği durumunda, bu hücrenin kanserli hücreye dönüştüğünü belirtmektedir. Dr. Warback bunu yaptığı deneylerde ispatlamış olup NOBEL ÖDÜLÜ kazanmıştır.
Diğer taraftan Japon Dr.Aiarashi asidik artıkların biriktiği ortamlarda sağlıklı ve alkali hücrelerin de bundan çok etkilendikleri ancak bazı ortamlarda bazı hücrelerin yaşamaya devam ettiklerini ve kanserin bu noktada başladığını ifade etmektedir.
Insülin eksikliğine bağlı olarak diyabete sebep olmakta bu da pankreasın işleyişini bozmaktadır.
Alman Dr.Warback diyabet semptomlarının çoğunlukla 40 yaş üstü insanlarda olması gerektiği, ancak son zamanlarda 20’li yaşlarda da görüldüğünü söylemektedir. Fakat çoğu asidik artık birikimi, 40’lı yaşlarda, 20’li yaşlara nazaran, özellikle pankreasda daha fazladır.
Hypertansiyon da iki sebebe bağlıdır :
İlki kılcal damarların fiziksel nedenlerle tıkanması veya asidik artıklar nedeniyle damarların daralması, daralan damarlara yeterli kanın gitmesi engellendiği için kan basıncının yükselmesidir.
Diğeri ise, kimyasal nedenlerle oksijen azlığı olmakla beraber, temel neden damarlarda katılaşan ve biriken asidik artıklardır.
Asidik artıkların böbreklerde birikmesi böbrek hastalıklarının oluşmasına neden olur. Hücreler fazla asidik ortamda yaşamaya başlarlarsa, böbreklerde şişmeler meydana gelir. Bu da böbreklerin normal ve düzgün çalışmasına engel olup, böbrek hastalığına sebebiyet verir.
İnsan vücudunun düzenli çalışmasını sağlamak için, hücreler zararlı asidik artıkları böbrekler yoluyla uzaklaştırmaktadır. Fakat damarlarda ki kan asidik olmaya başlarsa, bu artıklar damar duvarlarına yapışırlar ve asidik klor sürecini başlatarak
Böbreklerde taş oluşumuna neden olurlar.
İskeletimizi oluşturan kemikler vücudumuzun adeta bir Kalsiyum deposu, kalsiyum bankası gibidirler. Vücudumuzun ihtiyaç duyduğu tüm kalsiyum, kemiklerimiz tarafından karşılanır.
Kemiklerde kalsiyum ve fosfor miktarı yeterli düzeyde olduğu sürece kemiklerimiz sağlıklı kalırlar.
Kalsiyum yetersizliği ; X-Işını kullanıldığında yani röntgen ile teşhis olunamaz, ancak kalsiyumun %30 veya %40 kadarı yok olduğunda bu görünebilir. Ancak o zaman da çok geç kalınmış olur. Kemik yoğunluğu ölçümü bu konuda teşhis için çok önemlidir.
Stres sebebiyle vücudumuz daha fazla asidik artık üretir.Dinlenme fiziksel strese iyi gelir, fakat son zamanlarda insanlar mental stresden çok daha fazla sıkıntı yaşamaktadırlar. Devamlılık gösteren stres, uzun vadede baş ağrısı, akli düzensizlikler, dengesi hormon salgılanması gibi birçok sorunlara neden olmaktadır.
.