Siz de tevazu kapısında bekleyenlerden misiniz?

13 views
Skip to first unread message

**safir***

unread,
Oct 28, 2008, 3:04:05 PM10/28/08
to edep dairesi
Siz de tevazu kapısında bekleyenlerden misiniz?

Seyyid Ahmed Rifai Hazretleri Bağdat'ta unutulmayacak değerde verdiği
derslerinin en başına tevazuu alıyor ve şöyle hatırlatmada bulunuyordu
dikkat kesilen dinleyicilerine:
- Allah'a açılan kapılar çoktur. Her kapıda da bekleyenler vardır.
Ancak tevazu kapısında pek kalabalık yoktur. Ben o tevazu kapısını
tercih ettim, çok bekletilmeden kabul gördüm. Tavsiye ederim, siz de
tevazu kapısında bekleyin. Bundan sonra tevazu ve tekebbüre misal
olarak bahçedeki dimdik duran bir hurma ağacıyla yapraklarını toprak
üzerine sermiş bir kabağı göstererek der ki:

- Bakın şu hurma ağacına, tevazu göstermeyip dik başlılık etmiş, Allah
da meyvesi olan salkımlarını başına yüklemiş, olanca ağırlığıyla
başında taşımaktadır. Bir de şu yüzünü yerlere sermiş kabağa bakın.
Tevazu gösterip yapraklarını zemine sermiş, meyvesi olan kocaman
kabakların ağırlıklarını da toprağın üzerine bırakmış, yükünü yer
çekmekte, kendisi rahat etmektedir. Konuyu şöyle bağlamış:

- İşte demiş, mütevazı ile mütekebbirin misali de böyledir. Tevazu
sahiplerinin bir iddiası olmadığından rahattırlar. Başlarında benlik
yükü yoktur. Yüzleri hep yerlerdedir. Kibirlilerin ise başlarında
öylesine bir benlik yükü vardır ki, onu korumak için hep dik başlılık
eder, enaniyet yükünü ömür boyu başlarında taşırlar.

Hep mütevazı giyinen, mütevazı yaşayan Rifai Hazretleri'ne itiraz
edenler de çıkar Bağdat'ta. Derler ki:

- Efendi Hazretleri, siz de başkaları gibi sırtınıza gösterişli şeyh
cübbesi giyip, başınıza da büyükçe bir mürşid sarığı sarsanız daha
etkili olursunuz insanlara.

Bu teklife verdiği cevap da fevkalade düşündürücüdür. Şöyle açıklar
düşüncelerini. Der ki:

- Eğer insanların hidayetine sebep olacaksam çaputtan değil ateşten
bile cübbe giyer, alevden bile sarık sararım. Lakin düşünürüm ki,
büyüklerin sahip olduğu ilim, irfana sahip olmadığım halde
kıyafetlerine bürünüp onlar gibi görünmek münafıklıktan başka bir şey
değildir! Ya onlar gibi ilim, irfan sahibi olup hizmet veren biri
olmalıyım, ya da ilmine, irfanına sahip olmadığım büyüklerden biri
gibi görünmemeli, onların itibarını kullanan bir istismarcı durumuna
girmemeliyim.

Gariptir ki Rifai Hazretleri böylesine bir dikkat içinde iken Bağdat,
Basra civarlarında şeyh cübbesi giyip, mürşid sarığı saranların
çoğaldığını da görür. Bunlardan bir gence sokakta rastlayınca der ki:

- Oğlum bak, kimin elbisesini giymişsin dikkat et. Elbisesini giydiğin
insanlar gibi ilim, irfanın yoksa onların kıyafetine girip de onlar
gibi görünmeye hakkın da yok. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün
gibi ol ki, kıyafetine büründüğün büyüklerin itibarını kullanan biri
durumuna girmeyesin.

Kendisi mütevazı giyim kuşam içinde iddiasız hayatını sürdürürken
Bağdat, Basra, Horasan civarlarında sıkıntıya düşenler gelerek
kendisinden, 'Senin duan kabul olur, bize dua et.' ricasında
bulunurlardı. O ise bunlara duygularını şöyle açıklardı:

- Ben kimim ki benden dua istiyorsunuz? Aslında siz böyle düşünmekte
mazur olabilirsiniz, ama ben kendimi duası istenecek biri gibi
görmekte mazur olamam. Eğer ben de sizin gibi kendimi duası kabul
olacak biri kabul edersem, Allah beni Firavn ve Haman ile eşit tutar
mahşerde. Onlar da kendilerini halkın büyüğü sanıyor, üstünlük
gururuyla dolaşıyorlardı insanların arasında.

Rifai Hazretleri'nin bu mütevazı hali bize Hazreti Aişe validemizin
cevaplarını hatırlatıyor. Aişe validemize demişler ki: 'İnsan ne zaman
büyüklerden olur?' Demiş ki: 'Ne zaman kendini küçüklerden bilirse!'
'Ne zaman küçüklerden olur?' 'Ne zaman kendini büyüklerden bilirse!'

Ne dersiniz? Bu yorumlardan sonra biz de kendimizi büyüklerden biri
olarak görebiliyor muyuz? Yoksa tevazu kapısında bekleyen küçüklerden
biri olmaya çoktan razı olduk mu?


ahmet şahin
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages