cenazeme gelir misin?

2 weergaven
Naar het eerste ongelezen bericht

**safir***

ongelezen,
6 nov 2008, 16:34:4906-11-2008
aan edep dairesi
cenazeme gelir misin?

Biliyorum, hiç beklemiyordun bu daveti. Ansızın geliverdi değil mi?
Ansızın vurdu şakağına; saçaktan düşen buzdan kılıçlar gibi. Şaşırdın.
Huzurunun göbeğine irice bir taş savruldu; halka halka titremede
gönlünün düştüğü göl şimdi. Neşesi kaçtı vaktin; sevinçlerini pervane
ettiğin mumlar titredi, bitti. Akrep ve yelkovanın ayakları dolandı;
beklediğin 'az sonra'lar havada asılı kaldı. Hüznün ölü kelebekleri
kıpırdadı, sızılandı. Aşinâlığın tadı bozuldu; acının ketum, kekre
sütunları devrildi göğsüne. Başını yasladığın uzun saatler, uzanıp
uyuduğun bitmez günler vaadlerini yerine getiremeyeceklerini
söylediler; yüzleri yerde, mahçup. Oyala(n)dığın ağaç gölgeleri
çekildi üzerinden. Avunduğun/avuttuğun haz perdeleri parelendi.
Gözlerini ıslatamadan giden yağmurlar elindeki şemsiyeyi uçurdu.
Konforunu bozmamak için parmak uçlarına basa basa odana gören, kalbini
kanatmadan usulca gidiveren uzak acılar yakana dolandı şimdi. 'Daha
dün konuşmuştuk ama...' diyorsun. 'Ama nasıl olur!'lar çekip
çekiştiriyor iki yakanı. 'Hiç beklenmedik bir ölüm!' 'Vakitsiz'
'Erken!' 'Sürpriz!' İşine ara vereceksin bugün... Kocaman bir pürüz
olup çıkıverdim karşına. Hızını kestim hayatının. Üzerine saldım
kaygılarını. Köşe bucak kaçtığın korkulara sobelettim seni. Ölümle
arana koyduğun duvarı yıktım. 'Ölüm bize de yaklaşırmış/yakışırmış'
dedin. 'Ölmesi kanıksanmış, ölünesi bir yaştayız artık.' 'Rahmetli...'
sıfatını ismimin üzerine yumuşak bir şal gibi atıvereceksin. İki
yakasında da eksiğim İstanbul'un. Vapurların hiçbiri beklemiyor beni
iskelede. Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi otoyolların. Şimdiye
kadar hep başkalarıydı ölen. Hayret! Ben öldüm bu defa... Şimdilerimin
hiçbirine dokundurmadığım, yarından sonrasına bile yaklaştırmadığım
ölüm şimdi/m oluverdi. Oysa, oysa...Gitsen de bir gitmesen de bir; bir
cenaze olurdu camilerden birinin avlusunda. Belki bir kalabalık
çıkagelirdi önüne... Bir sokağın başında. Yol kenarında, gözünü
sakındığın mezarlığın giriş kapısında. 'Nasılsa, ölen biri çıkar bu
şehirde her gün!' diye kanıksadığın. Adını bile sormaya zahmet
etmediğin. Eksilenin kim olduğuna aldırış etmediğin. Gitti diye
üzülmediğin birinin cenazesi işte. Aynı manzara, aynı tabut, aynı
üzgün yüzler. Aynı güneş gözlükleri. Ağladığı mı, yoksa ağlayamadığı
mı anlaşılmasın diye saklanan gözler. Sanki hayatın ortasında duran
ölümü inkâr etmek için göz göze gelmemeler. Sıradan bir cenaze yani.
Seni bilmem ama ben bu cenazeye mutlaka gitmeliyim. Ayıp olur, çok
ayıp... Davetlilerin yüzüne bakamam sonra. Dediği gibi şairin, bir
musallâlık saltanatım bu benim. Başroldeyim. Toprağa konulacak adam
rolü benim. Ardından ağlanılacak adamı ben oynayacağım. Hiç itirazsız
karanlığa uzanmak bana düştü bu defa. Üzerine toprak atılan adamı...
Unutulmuşluklar altında yüzü erimeye bırakılan adamı... Hüzünlerin
münasebetsiz müsebbibi olacak adamı... Ayakkabısı kendisini beklerken
bağları çözülecek adamı.... Elbiseleri evden çıkarılacak adamı... Ben
oynayacağım. Yatağı soğuk kalacak adamı... Akşam eve dönmeyecek
adamı... Kapıyı çalması beklenmeyecek adamı... Sofrada yeri olmayacak
adamı... Adı telefon rehberinden silinecek adamı... Şehrin
dudaklarından yarım ağız çıkmış bir hece gibi önemsizleşecek adamı....
Ben oynayacağım. Sevinçlerin ortasına en fazla bir hıçkırık gibi
sokulsa bile hatıraların eşiğinden yüz geri edilecek adamı... Resmine
bakıp bakıp da ağlanacak (yoksa ağlanılmayacak mı?) adamı... . 'Adı
neydi.... Hani....!' diye yokluğu kanıksanacak adamı.... Soluk bir
resimde mahzun bir tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan
adamı... Ben oynuyorum bugün... Sahnedeyim. Beklerim. En öndeki
olmalısın ayakta duranların. En dik duranı. İşte davetiyen: Canını çok
seven, her günün sabahında burada sonsuzca yaşayacağına yeniden kanan,
her lezzetin tükenişinde ölümün yanına uğradığını unutan, her hazzın
zirvesinde yakasındaki ölümlü etiketini isteyerek düşüren, her yaz
sıcağında içi dünyaya iyiden iyiye ısınan, doğduğu yılın rakamının
büyüklüğünün kendisini kabirden uzak tuttuğunu sanarak avunan,
kalbinin her atışında ölümlerden döndüğünün farkında olmayan,
damarlarının bir köşesinde ansızın geliverecek pıhtılardan yapılmış
veda haberleri saklayan, ayrılıkların çatlaklarından giren hüzünleri
ölümün nefesi gibi yudumlayan, sevenlerinin gözlerinin ışığına
sığınarak ısınan, unutulmayı, yok sayılmayı en ürkütücü uçurum bilen,
güzelliğini aynaların kırıklarında arayan, toprağa girmeye üşenen,
uzun süredir aramızda yaşayan dostumuz, arkadaşımız, sırdaşımız,
kardeşimiz, babamız, evladımız, şimdilik unutmayacağımızı umduğumuz,
bir süre unutmaktan utanacağımız, sonra unutacağımız, en sonunda
unuttuğumuzu da unutacağımız senai demirci doğduğu gün yakalandığı
fanilik hastalığından, uzun süredir yatalak olmasına yol açan 'her
nefis ölümü tadacaktır!' yarasından, ömür boyu sancısını çektiği
amansız yaşama rahatsızlığından kurtulup aramızdan ayrıl[maya
ayarlan]mıştır. Cenazesi -umulur ki- en uzak zamanda, sızılarının köşe
başlarında kılınan cenaze namazını takiben kaldırılacak, gözünden
(belki gönlünden) uzak bir yerde unutuluş toprağına gömülecektir.

Senai DEMİRCİ

**Ölüm ki ah kar tanesi...
Ölüm ki ah yalnızlık...
Ölüm ki ah çıkmaz sokak...
Ölüm ki ah son durak...***


Allen beantwoorden
Auteur beantwoorden
Doorsturen
0 nieuwe berichten