Tuncay Özkan’ın dünü ve bugünü

15 views
Skip to first unread message

salim akkaya

unread,
Jul 9, 2009, 2:39:32 AM7/9/09
to forumm

 

Date: Sun, 8 Jun 2008 11:10:36 +0300
From: mugur...@gmail.com


---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: a. b. k. <abk...@gmail.com>
Tarih: 07 Haziran 2008 Cumartesi 23:15
Konu: Tuncay Özkan'ın dünü ve bugünü
Kime: abk...@hotmail.com




----------

Tuncay Özkan'ın dünü ve bugünü

Tuncay Özkan kimin yanında

Tuncay Özkan Apo'nun yanında
Apo'nun: 1999 yılı.. Tuncay o dönem Aydın Doğan'ın "sol" gazetesi Radikal'de haftada bir yazıyor. 1 Temmuz 1999 tarihinde yani Apo yakalandıktan birkaç ay sonra yazdığı "Artık Tek Yol Barışmak" başlıklı yazısında şunları döktürüyor: "Kürt dilinin öğretilmesi, hatta Kürtçe televizyon ve eğitim kurumlarının kurulması noktasında devlet bir adım önde olmalıdır. Bunu Pişmanlık Yasası ile de pekiştirmek gerekir..." Tuncay'ın o dönem savunduğu şeylerin hepsini AB talep ediyor, AKP uygulamaya koyuyor. İşin ilginci, Tuncay'ın bu talepleri PKK'dan bile önce dile getirmesi.
Tuncay Özkan Mesut Yılmaz'ın yanında
Mesut Yılmaz'ın: Tantan'ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde bir dizi yolsuzluk operasyonu yapılıyor. Beyaz Enerji operasyonundan sonra Enerji Bakanı Cumhur Ersümer istifa etmek zorunda kalıyor. Balina operasyonunun ucu ise Mesut ve Turgut Yılmaz'a kadar uzanıyor. İşte tam da bu noktada devreye giren Tuncay, bütün bu operasyonların Mesut Yılmaz'a karşı bir komplo olduğu iddiasını ortaya atıyor. Bununla da yetinmeyen Tuncay, bütün bu komploların sorumlusu olarak dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ı gösteriyor.
Tuncay Özkan Fethullah'ın yanında
Fethullah'ın: Yıllar yıllar öncesinde Susurluk olayı ile ilgili yayınlanan MİT kaynaklı bir belgede Fethullah'ın da adı geçer. Bunun üzerine harekete geçen Tuncay, Fethullah'ı kurtarmak için operasyona başlar. Önce röportaj için dil dökmeler, yalvarmalar mizanseni yaratılır. Öyle ki, zannedersiniz Allah'la röportaj yapılıyor. Oysaki Fethullah'ın alçakgönüllülüğüne hiç yakışıyor mu bu peşinden koşturmalar falan. Röportajın içeriğinin bir önemi yok aslında. Çünkü karşımızda bir tiyatro oynanıyor. Bugün yandaş medya Tayyip'e ne yapıyorsa, Tuncay da Fethullah'a onu yapıyor.
Bir satışın perde arkası Cumhurbaşkanlığının Abdullah Gül'e teslim edilmesinden sonra bir kısım "Atatürkçü"nün elinde kalan son mevzi olan Kanaltürk'ün Fethullahçı Akın İpek'e satılmasının yankıları sürüyor. Tuncay Özkan'a kanan 1 milyonun üzerindeki insanın bir kısmı artık mücadeleden umudunu kesip elini eteğini çekme yolunu tutmuşken, bir kısım "BizKaçKişiyiz"ci de inat ve ısrarla Tuncay'ın peşinden hayal alemine dalmakta ısrar ediyor. "Kanaltürk öldü, yaşasın Bizim TV!" şiarıyla yola devam eden Tuncay, Atatürkçülerin umuduyla oynamaya devam edecek gibi görünüyor.
Geçtiğimiz hafta İnan Kahramanoğlu, hepimizin bildiği ve cuk oturan Zübük benzetmesiyle satışın trajikomik durumunu gözler önüne sererken, Celal İmren de Tuncay Özkan'ın Kanaltürkçüleri zaten satışa getireceğini, hatta bu satışın sinyallerini aylar öncesinden verdiğini hatırlatıyordu. Yazısını Tuncay'ın durumunu çok güzel ifade eden bir halk türküsünün sözleriyle bitiren İmren, yine de umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini, mücadele içerisinde bu tür sahtekarların her zaman olabileceğini belirterek gerçek Atatürkçü mücadeleye devam çağrısında bulunmuştu.
Biz de bu hafta Tuncay'ın evveliyatını da biraz karıştırarak satış olayına açıklık getirmeye çalışacağız. Çünkü bu olayın bizce etrafta dolaşan "Atatürkçülerin kandırılması, satışın psikolojik etkileri" gibi tartışmalardan çok daha farklı bir boyutu var.
Devir devir Tuncay Özkan
Tuncay Özkan "Milli Şef" olmadan önce biliyorsunuz gazeteciydi. Gazeteciliğe 1981 yılında Ankara'da başlayan Tuncay'ın basına esas sızması ise 1984 yılında Hürriyet grubuna bağlı Hürgün gazetesinde çalışmaya başlamasıyla olmuştur. Daha sonraki durağı Cumhuriyet gazetesi olan Tuncay'ın, özellikle 90'lı yılların ortalarından itibaren yıldızı parlamaya başladı. 1996-2002 tarihleri arasında Kanal D'yi yöneten Tuncay, 2002 Temmuzundan sonra Karamehmet'e ait Akşam grubuna geçti. Doğan grubu bünyesindeki Radikal ve Milliyet'te köşe yazarlığı da yaptı. Çukurova grubundan ayrıldıktan sonra ise kalpaksız Kuvayı Milliyeci pozlarında gördük kendisini.
Aslında bu hayat hikayesi özeti bile karşımızdaki adamın ne kadar ilkesiz ve tutarsız olduğunun kanıtı.
Cumhuriyet, Doğan Medya ve Karamehmet grubunun üçünde birden iş yapmak gerçekten de her babayiğidin harcı değil. Ama söz konusu Tuncay ve çıkarları olunca gerisi teferruattır.
Tuncay, 28 Şubat'ın ilk yıllarında Radikal'de konuşlanıyor. 1998-2001 tarihleri arasında bugün küfrettiği İsmet Berkan'la aynı gazetede çalışan Tuncay, o zamanlar haftalık yazıyor. Gazetenin konseptine uygun Kürtçü çıkışlar ve 28 Şubat'ın yeni yapılmış olması nedeniyle Şeriatçı terör örgütleri hakkında o dönem moda olmuş yazı dizileri ve yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan Tayyip'in yolsuzlukları Tuncay'ın belli başlı konuları.
Şimdi; "Bunda ne var? Adam daha o dönem Tayyip'le uğraşmaya başlamış!" diyebilirsiniz ama işin aslı pek öyle değil. 99 seçimlerinin hemen sonrasında polis, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ndeki yolsuzluklarla ilgili operasyon başlatır. Belediye İktisadi Teşekkülleri (BİT) adlı kuruluştaki yolsuzluktan dolayı Tayyip ve danışmanları topun ağzındadır. Ama Tuncay, operasyonun seçimler sonrasına getirilmesinden ve Fazilet Partisi'nin oy oranının bu durumdan etkilenmemesinden gayet memnundur. 29 Nisan 1999 tarihli "Üç Kilit Adam Aranıyor" başlıklı yazısında polisin zamanlamasından dolayı memnuniyetini dile getirir.
Mesut Yılmaz'ın tetikçisi
99 seçimlerinden sonra ise Tuncay'ın önlenemez yükselişi başlar. 2001 yılının Şubat ayında Radikal'den ayrılır ve bir basamak atlayarak Milliyet'e geçer. Bu geçişte dönemin Başbakan Yardımcısı olan Mesut Yılmaz'la kurduğu iyi ilişkilerin de etkisi vardır. Zaten kendisi de başı ne zaman sıkışsa Yılmaz'ın yardımına koşar. Hem de ne koşmak? Tuncay artık Aydın Doğan'ın tetikçiliğini bile aşarak bizzat Mesut Yılmaz'ın tetikçiliğine soyunur. İftiralar, yalancı şahitlikler hepsi Mesut Yılmaz içindir. Devran döndükçe, iktidar değiştikçe Tuncay da değişmiştir. O günlerde Mesut Yılmaz iktidardı ve iktidar el üstünde tutulmalıydı.
Tuncay'ın bu dön baba dönelim tavrı ve rakip tanımaz hırsı pek çok bilinen ismin olur olmaz ithamlarla suçlanmasına sebep olmuştur. Kanal D'ye geçer geçmez Uğur Dündar'ın başını yiyen Tuncay'ın Mesut Yılmaz'ı koruma içgüdüsü, dönemin İçişleri Bakanı olan Sadettin Tantan'ın da başını yakmıştı.
Hikaye çok eski değil, o nedenle hatırlayacaksınız. Sadettin Tantan'ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde bir dizi yolsuzluk operasyonu yapılıyor. Beyaz Enerji operasyonu, Balina ve Örümcek Ağı operasyonları bunların en bilinenleri. Beyaz Enerji operasyonundan sonra Enerji Bakanı Cumhur Ersümer istifa etmek zorunda kalıyor. Balina operasyonunun ucu ise Mesut ve Turgut Yılmaz'a kadar uzanıyor.
İşte tam da bu noktada devreye giren Tuncay, bütün bu operasyonların Mesut Yılmaz'a karşı bir komplo olduğu iddiasını ortaya atıyor. İddiasına kanıt olarak da Balina operasyonu sanıklarından Abdurrahman Yakupreisoğlu'nun; "İfademe beyanım dışında eklemeler yapılmıştır. Ben ifademde Mesut Yılmaz, Turgut Yılmaz, Sümer Oral gibi isimler geçirmedim. Daha sonra da önüme getirilen ifadeyi baskı altında imzalamak zorunda kaldım" şeklindeki ifadesini gösteriyor.
Bununla da yetinmeyen Tuncay, bütün bu komploların sorumlusu olarak dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ı gösteriyor. 17 Mayıs 2002 tarihli "Oyun İçinde Oyun" başlıklı yazısında şunları yazıyor: "İzmir'de yürütülen soruşturmalar sırasında oluşturulan siyasi komplo olayı, Türkiye'nin aslında temiz toplum yolunda ilerlerken önünde hangi engellerin bulunduğunun da göstergesi. 'Balina ve Örümcek Ağı' operasyonlarında olaylar, gerçekler, belgeler bir yana konmuş, siyasi olgular üzerine bir komplolar silsilesi oluşturulmuş. Tantan'ın siyasi çabaları yüzünden operasyonlar adli ve mali değil, siyasi boyutlarıyla öne çıktı. Üstelik düzmece ifadeler kasalarda saklandı. Neden? Sakın ola ki 'Yurttaş Hareketi' denilen siyasi oluşumun seçim hesapları olmasın bu işin arkasında?"
Sonrasında ise Mesut Yılmaz, Tantan'a savaş açacaktır. Gerekçesi ise Tantan'ın Cumhur Ersümer ve Cavit Kavak'ın telefonlarını Mesut Yılmaz'dan izinsiz dinlemesidir. Hatta Mesut Yılmaz bir grup toplantısında; "Aramızda hainler var" bile demiştir. Buna karşılık Tantan da; "Efendim, 'yolsuzluk operasyonları çerçevesinde partimizden şunları şunları takibe aldık' diyecek halimiz yoktu" diyerek kendini savunmuş ve istifa etmişti.
Tuncay'ın Tantan'a attığı ikinci iftira ise Tantan'ın Fethullahçı olduğu idi. Bu iftira ise yukarıdakinden bir yıl önceye denk düşer. İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü, İstanbul'daki 3055 polisin tayini için kararname düzenler. Gerekçe bu polislerin "çete-mafya" işlerine bulaşmalarıdır. Zamanın İstanbul Valisi Erol Çakır, bu tayinlere direnir ve İçişleri Bakanlığı tarafından soruşturmaya uğrar. Bunun üzerine Tuncay, Tantan'a tavır alan valiyi savunan bir yazı yazar. Tarih 20 Nisan 2001. Yazının başlığı: "Valiye Çirkin Tuzak." Yazıda Tantan'ın Fethullahçı olduğunu, tayinlerin de emniyet içerisindeki Fethullahçı örgütlenme için yapıldığını belirtir: "Emniyet Müdürü ile İçişleri Bakanlığı bu karşı çıkışı nedeniyle Erol Çakır'ın valilikten alınmasını istiyor. Bu konuda İçişleri Bakanlığı müfettişleri soruşturma üstüne soruşturma yapıyorlar. Vali gitsin bu operasyon gerçekleşsin diye. Peki ama bu kadro operasyonuyla gelecek olan kişiler kim olabilir? Emniyet içinde Fethullah Gülen'in kadro harekatını bilmeyen kaldı mı? Ben araştırınca gördüm ki, Fethullah Gülen ve adamları emniyette, özellikle üst düzey yöneticiler ile telefon dinlemede etkili olan istihbarat birimlerini ele geçirmek için inanılmaz bir çabanın içindeler."
Bir diğer ilginç hikaye de Türkbank yolsuzluğu ile ilgili. Biliyorsunuz Mesut Yılmaz bu dava ile ilgili Yüce Divan'da yargılandı. Duruşmalardan birinde aralarında Tuncay'ın da bulunduğu dört gazeteci (Uğur Dündar, İsmet Berkan ve Sedat Ergin) bilgilerine başvurulmak üzere mahkemeye çağırıldı. Üç gazeteci konu ile ilgili bildiklerini mahkeme heyeti ile paylaşırken bizim Tuncay adeta Yılmaz'ın avukatlığını yapmıştı. Mesut Yılmaz'ın mafya ve çetelere karşı nasıl mücadele ettiğini anlatan Tuncay'ı, Eyüp Aşık'la Alaattin Çakıcı arasında geçen ve dinlemeye takılan telefon görüşmesi yalanlıyordu. Çünkü Aşık, Çakıcı'ya Mesut Yılmaz'dan aldığı bir haberi iletiyordu: "Amerika'ya senin için ekip gönderiyorlar, kaç!" İşte Tuncay ve onun çetelerle mücadele eden Başbakanı.
Son olarak kendisinin Mavi Akım'ı savunan ilk gazeteci olduğunu hatırlatalım.
Görüldüğü gibi Tuncay bir dönem Mesut Yılmaz'ın has adamı olmuş, bütün yeteneklerini Yılmaz'ı aklamak ve rakip olarak gördüğü kişileri karalamak için kullanmış. Bunu yaparken de pek fazla zorlanmamış. Çünkü iktidarın bütün gücü arkasındaymış. Bütün bilgiler Tuncay'a akarmış. Yani Tuncay'a günümüzün Fehmi Koru'su da diyebiliriz.
Tuncay MİT'le çalıştı iddiası
Tuncay'la ilgili ortaya atılan bir ilginç iddia da Tuncay'ın MİT'e çalıştığı iddiası. Bu iddia da yine Mesut Yılmaz döneminden gelen bir şey. Tuncay o dönem sadece Yılmaz'la değil, MİT Ankara Bölge Daire Başkanı olan Şenkal Atasagun'a da çok yakın. Bu yakınlığın muhbirlikten kaynaklandığı aşikar. Mesut Yılmaz, Şenkal Atasagun ve Tuncay Özkan ülkeyi yöneten troykadır artık. Tuncay'ın yükselişi de esas bu döneme tesadüf eder. Birbiri ardına bomba haberler patlatan Tuncay, ödül üstüne ödül almaktadır.
MİT ajanı etiketi ise Tuncay'ın sırtına artık yapışmıştır. Ama nedense kimse bunu yadırgamaz. İddia ortaya atıldığında bütün medya camiası bunu çok doğal bir şey olarak karşılar. Çünkü söz konusu olan kişi Tuncay'dır ve Tuncay'ın giremeyeceği kılık yoktur.
Hatta o dönem Tuncay "Bir Gizli Servisin Tarihi" isimli bir kitap da yayınlamıştır. O dönem çok ses getiren kitap meğerse Şenkal Atasagun'la beraber hazırlanmış.
İddianın sahibi, MİT eski Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür. 2002 yılında konuya açıklık getiren Eymür, Tuncay hakkında şunları söylüyor: "Esasında Tuncay Özkan uzunca bir müddet, o tarihte MİT Ankara Bölge Daire Başkanı olan Şenkal Atasagun'la birlikte çalışmıştır. MİT'le ilgili anlatımlarının bir kısmı Şenkal Atasagun'un şahsi fikirleridir. Bazı eski MİT'çilerle görüşmeleri bizzat Atasagun organize etmiştir. Kitap basılmadan önce MİT'in incelemesine sunulmuş ve Psikolojik İstihbarat Başkanlığı tarafından incelenerek bazı bölümlerin düzeltilmesi istenmiştir." Ayrıca kitapta bazı bilgi yanlışları olduğunu da ifade eden Eymür, bunun da bilinçli olarak yapıldığını söylemiştir.
Hemen yakın zamanda Mahir Kaynak da MİT üzerine bir kitap yayınlamış ve MİT tarafından dava edilmişti. Tuncay'ın kitabında daha ayrıntılı bilgiler olmasına rağmen herhangi bir takibata uğramaması da kafalardaki soru işaretlerini artırıyor.
PKK'dan önce Kürtçü talepleri dillendirdi
Bu kadar dönekliğin, kıvırmanın, yalakalığın içerisinde tutarlı bir şey yok mu diyeceksiniz. Var tabi olmaz mı!
Daha önceki yazılarımızdan birinde Tuncay'ın Kanaltürk'teki bir konuşmasında teröristbaşı Apo'yu sözde barış için kullanmaktan bahsettiğini yazmıştık. Daha birkaç ay önce Apo'yu yere göğe sığdıramayan Tuncay; "Abdullah Öcalan, Türkiye'deki barışı ve kardeşliği yüceltmek için kullanılamazsa, Abdullah Öcalan'ın bugünkü açılımını ve yaklaşımını Türkiye değerlendiremezse çok yazık eder. Abdullah Öcalan'ın bugünkü siyasi tutumu, Türkiye'nin bütünlüğüne, birliğine çok farklı bir açıdan yarar sağlar. Türkiye biraz akıllı davranmak zorunda. PKK sorunu ya da emperyalizmin Kürt halkını kullanarak Türkiye halkını parçalama olgusu Abdullah Öcalan ile birlikte çözüme kavuşturulabilir" demişti.
Şimdi yıllar öncesine uzanalım. Mesela 1999 yılına. Tuncay o dönem Aydın Doğan'ın "sol" gazetesi Radikal'de haftada bir yazıyor. 1 Temmuz 1999 tarihinde yani Apo yakalandıktan birkaç ay sonra yazdığı "Artık Tek Yol Barışmak" başlıklı yazısında şunları döktürüyor: "Kürt dilinin öğretilmesi, hatta Kürtçe televizyon ve eğitim kurumlarının kurulması noktasında devlet bir adım önde olmalıdır. Bunu Pişmanlık Yasası ile de pekiştirmek gerekir..."
Tuncay'ın o dönem savunduğu şeylerin hepsini AB talep ediyor, AKP uygulamaya koyuyor. İşin ilginci, Tuncay'ın bu talepleri PKK'dan bile önce dile getirmesi.
Tuncay Fethullah'ı aklıyor
Şimdi geçtiğimiz hafta bir cümle ile bahsettiğimiz Fethullah röportajı konusuna gelebiliriz. Yıllar yıllar öncesinde Susurluk olayı ile ilgili yayınlanan MİT kaynaklı bir belgede Fethullah'ın da adı geçer. Bunun üzerine harekete geçen Tuncay, Fethullah'ı kurtarmak için operasyona başlar. Önce röportaj için dil dökmeler, yalvarmalar mizanseni yaratılır. Öyle ki, zannedersiniz Allah'la röportaj yapılıyor. Oysaki Fethullah'ın alçakgönüllülüğüne hiç yakışıyor mu bu peşinden koşturmalar falan.
Röportajın içeriğine gelince... İçeriğinin bir önemi yok aslında. Çünkü karşımızda bir tiyatro oynanıyor. Bugünlerde internet sitelerinde çok tutulan röportaj görüntülerini izleyenler de bize hak vereceklerdir. Bugün yandaş medya Tayyip'e ne yapıyorsa, Tuncay da Fethullah'a onu yapıyor. Yapmacıklığı yüzünden akan ifadeler, "efendim"ler, el pençe divan durmalar, iki büklüm olmalar, çanak sorular ve Fethullah'ın Türk insanının gözünde yüceltilmesi ve aklama çabaları. Tuncay'ın olanca ezikliğine karşın Fethullah o kadar rahat ki, Kanal D ekranlarında karşısında süklüm püklüm oturan Tuncay'ın yüzüne bile bakmaya tenezzül etmiyor. Sağa sola bakarak, kıçını başını kaşıyarak bir şeyler anlatıyor. Tuncay pür dikkat dinliyor ayaklarında.
Tuncay soruyor:
"Efendim MİT iddiaları hakkında ne diyorsunuz?"
"Bu tür iddiaların gerçekle ilgisi yoktur. Bu tür iddialar bizi yıpratmaya çalışanların iftiralarıdır. Yok efendim bizim arkamızda ABD varmış gibi bir sürü iddialar atılıyor. Bunların hepsi iftiradır" gibi bir sürü zırva.
Zaten her hali sahtekarlık kokan bu adamın Fethullah'ın karşısındaki hali gerçekten mide bulandırıcı. Mitinglerde kendi kendini gaza getirme çabaları, bağırmaları, küfürleri, Kerimcan ile ağlaşmaları ne kadar gayrıciddi geliyorsa Fethullah'ın karşısındaki ezik tavrı da o kadar aşağılayıcı. Bu adamın, şimdilerde Atatürkçü olduğunu iddia eden bir örgütlenmenin lideri olması kadar utanç verici bir şey olamaz. Ne diyelim, onu lider belleyenler utansın!
Atatürkçülük adam olmaktır
Yukarıda yazılanlar Zübük Özkan'ın aşağı yukarı 10 yıllık evveliyatının bir özeti. Bu özetten çıkan sonuç şudur: Tuncay tipi insanlar çıkarları neredeyse oraya giderler. Bu tip insanların çıkarları da her zaman iktidarınkiyle birebir örtüşür. 10 yılın tek doğru çizgisi Tuncay'ın şaşmaz bir iktidar yandaşı olmasıdır.
Tuncay Özkan vakasını Zübük'e benzetmemizin nedeni de bu. Bu tür insanlar hayatta çok önemli mevkilere gelebilirler, bakan olurlar, başbakan, cumhurbaşkanı olurlar ama adam olamazlar. Tuncay, geçmişte en büyük medya grubunun başındaki isimdi. Başbakanla yediği içtiği ayrı gitmezdi. Elindeki medya gücüyle Mesut Yılmaz'ın bütün rakiplerini birkaç gün içinde ekarte edebiliyordu ama şimdi ne oldu? Fethullah'a bile değil, adamına satılan "satılık Atatürkçü" oldu. Tuncay bu durumdan rahatsız mı peki? Hiç değil. Adam ertesi gün yeni kanal ve parti kurmaktan bahsetti.
Yekta Güngör Özden'in bir sözü vardır; "Atatürkçülük her şeyden önce adam olmaktır." diye. Şimdi önümüzde iki örnek var. Ya Yekta Bey'i dinler adam olursunuz, kısıtlı imkanlarla ama sırtını halka dayayarak onurlu bir şekilde mücadelenizi verirsiniz; ya da Tuncay'ın peşinden gidersiniz adınız Atatürkçülüğü Fethullah'a satan adamın yandaşları olarak tarihe geçer. Karar sizin!
Bugün de iktidara karşıymış gibi görünüp iktidar karşıtlarını oyalarken, bir taraftan da Atatürkçü insanların sırtından kesesini doldurmaya bakıyor. Bir yandan ağlayıp zırlarken, bir yandan da için için seviniyor. Gelsin kontör paraları, gelsin üyelik aidatları. Nasıl olsa internet üzerinden yapılan bu tür üyeliklerin kaydı tutulmuyor. Kimse Tuncay'a bunun hesabını soramaz. Adam başı 20'şer YTL üyelik aidatı topluyor. Kanaltürkçülere tavsiyem; "Tuncay'a destek olmadılar" diye insanları suçlayacaklarına bu paraların nereye gittiğini soruştursunlar. Adam kanalın uydudan izlenebilmesi için yatırması gereken parayı yatırmamış, çalışanlarının maaşlarını ödememiş, vergi ödememiş, gelen paraları bir yerde biriktirmiş. Sonra da utanmadan; "Kimse bize el uzatmadı..." diyor. Pişkinliğin bu kadarına az rastlanır. Be adam sen yola çıkarken kim oldukları bile bilinmeyen "ulusalcı" iş adamlarına güvenip mi yola çıktın?
Sözün burasında iğneyi kendimize batıralım. Bu durum aslında Tuncay'ın eseri değil. Bu tamamen mücadeleden kaçan, devrimcilikten kaçan, bilgisayar başında, sohbet odalarında vatan kurtarmaya çalışan "Atatürkçülerin" eseridir. Zübükleri sırtında taşıyan kitleler olduğu sürece Zübüklerin sonu gelmeyecek. Ne yazık ki Atatürk'ün ölümünden sonra başlayan sağcılaşma süreci toplumun her kesimi gibi Atatürkçüleri de bozdu. Bu bozulmanın son noktası da işte bu "Zübük taşıyıcılığı." Atatürkçülerin Zübük taşıyıcılığından kurtulmalarının tek yolu ise Mustafa Kemal'in çağrısına kulak vermeleri ve devrimci olmalarıdır.




Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.

salim akkaya

unread,
Jul 9, 2009, 2:39:34 AM7/9/09
to forumm

Haluk Sisman

unread,
Jul 11, 2009, 6:32:25 AM7/11/09
to e-tur...@googlegroups.com
Güzel bir yazı.
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages