YTÜ FORUM : A-Z ye tüm hastalıklar

70 views
Skip to first unread message

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:40:31 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9428#9428
Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
MENENJIT


Bazı menenjit tipleri çok hızlı şekilde beyin hasarına ya da ölüme neden olabilir. Öte yandan bazı virüslerin yol açtığı menenjit hafif seyreder. Menenjit aşıları özellikle salgınlar sırasında uygulanır ve çocuklara rutin aşılama yapılmaz.
Menenjit, meninksin (beyni ve omuriliği örten zarlar) iltihaplanmasıdır. Çoğunlukla vücudun başka bir bölgesindeki enfeksiyondan tipik olarak kan dolaşımı yoluyla meninkse ulaşan mikroorganizmaların yol açtığı enfeksiyon sonucu oluşur. Doktorunuz omurilik sıvısından aldığı örneği inceleyerek menenjit tanısı koyabillr. Bebeklerde ve genç çocuklarda belirtileri saptamak zor olabilir.

MENENJİT TİPLERİ :
Viral menenjit: Çoğunlukla görece hafif seyreder ve ABD de bakteriyel menenjitten daha yaygın olarak ve daha çok kış aylarında salgınlarla görülür. Genellikle tedavi gerekmez ve çoğunlukla 2 hafta içinde iyileşir.
Bakteriyel menenjit: Yaşamı tehdit edici olabilir ve hemen tedavi edilmesi gerekir. Günümüzde, Streptococcus pneumoniae ve Neisseria meningitidis (meningococcus) tek tek vakalar ya da salgınlar şeklinde görülen bakteriyel menenjitin önde gelen nedenleridir. Haemophilus influenzae tip b, ABD de 1990 lı yıllardan önce 6 yaşından küçük çocuklarda menenjitin önde gelen nedeniydi. Ancak çocuklara rutin aşılamanın bir parçası olarak uygulanan aşılar, bu tip menenjit insidansını düşürmüştür. Yeni doğanlarda, grup B streptococcus ve E. coli gibi başka bakteriler menenjite yol açabilir

BELİRTİLER:
- Yenidoğan bir bebekte huzursuzluk ya da uyuşukluk olabilir ve beslenemez. Hafifçe içe göçük olan başın yumuşak bölümü (bıngıldak = fontanel) gergin ya da dışarı çıkık duruma gelir. Daha büyük bir çocukta şiddetli ve sürekli baş ağrısı ve/ya da ense sertliği, alışılmadık biçimde sessizlik, parlak ışığa karşı duyarlılık, bulantı ya da kusma hissi.
- Bakteriyel menenjitte belirtiler hızla, bazen birkaç saat içinde gelişir. Belirtilerin ortaya çıkmasından sonra uyuşukluk başlar ve bazen bilinç kaybı olur. Vakaların yarısında koyu kırmızı ya da morumsu lekeler görülebilir.
- Viral menenjitte belirtiler daha hafiftir ve gribe benzeyebilir.
KORUNMA:
Bakteriyel menenjitin belirli suşları için aşılar mevcuttur ve bunlar salgınları kontrol altına almaya ya da belirli bölgelere seyahat edenlere yardımcı olabilir. Enfekte kişiyle yakın temasta bulunanlar (aile üyeleri) enfeksiyondan korunmak için antibiyotik kullanabilir. Enfekte kişinin ağız salgısından uzak durulması (öksürükten ve öpüşmekten kaçınmak) ve ellerin dikkatle ve sık yıkanması da alabileceğiniz diğer önlemlerdir.
< ="http://pagead2.googlesyndication.com/pagead/show_ads.js" =text/>


Yıldız Teknin Üniversitesi Gayri Resmi Web SitesiYTÜ PLATFORMU'na Hoşgelsiniz...
YTÜ PLATFORMUNU KARALi COMPUTER HAZIRLAMIŞ VE SUNMUŞTUR...
Bilgi, İstek ve Şikayetleriniz için KARALi COMPUTER'a yazın: in...@karalicomputer.com

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:40:50 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9429#9429

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
MENIER SENDROMU


Menier sendromu belirtileri yüz yıl evvel Prosper Meniere adında bir Fransız tarafından açıklandı. Tarif ettiği tipik belirtiler gelip giden işitme kaybı ile beraber baş dönmesi, kulak çınlaması ve etkilenmiş olan kulakta bir basınç hissi duyulmasıdır. Menier sendromu ekseriyetle önce bir kulağı etkiler ve vakaların yüzde yirmibeş ila yüzde ellisinde ilerde ikinci kulak da etkilenir. Bu hastalığın nedeni henüz bilinmiyor. Labirent denilen iç kulakta sıvı artışı görülüyor. Bu sıvı fazlası labirent zarında basınç yapar. Bu zarı bozar ve bazen de yırtar. Neticede denge ve işitme duyuları bozulur.

Belirtiler

- Şiddetli baş dönmesi ve beraberinde bulantı ve kusma

- Kulak çınlaması.

- Soğuk ve bozuk işitme.

- işitme kaybı.

Teşhis

Menier hastalığı, dönem dönem ataklarla ortaya çıkar. Bu dönemler arasında herhangi bir belirti görülmez; hastalık dönemlerinin arası birkaç saat, birkaç ay ve hatta birkaç yıl olabilir. Hastalığın ortaya çıktığı dönemler de birkaç saat, bir gün ya da daha uzun sürebilir.

Hastalık belirtileri hafif ya da ciddi olabilir. Genellikle değişen düzeylerde baş dönmesi (çoğu kez bulantı ve kusmaya neden olacak kadar şiddetlidir), kulak çınlaması ve özellikle düşük frekanslarda işitme azalması ya da kaybı görülebilir. Hastalık dönemlerindeki şikayetler giderek daha ağırlaşır.

Bu belirtilerin herhangi biri ortaya çıkarsa, gecikmeden doktorunuza başvurun. Doktorunuz çeşitli ses frekanslarında ne kadar işittiğinizi ölçmek için bir test yapacaktır. Bu test yetersiz kalırsa, teşhis koymak için başka testler de gerekebilir.

Bu tür bir testte (elektronistagmografi) kulağa sıcak ve soğuk su verilir. Bu işlem yapıldığında gözlerinizde çeşitli hareketlerin olduğunu fark edersiniz. Gözlerdeki bu hareketler değerlendirilir. Bu test farklı sıcaklıklardaki sularla tekrarlanır; her kulağın verdiği yanıt kaydedilir ve diğer kulakla ve normal yanıtlarla karşılaştırılarak iç kulağın denge işlevinin normal olup olmadığı belirlenir.

Bazı kimselerde bu arada sırada gelen krizlerdir ve esasında sadece zorluk yaratan bir durumdur. Fakat daha az sayıda da olsa bazılarında tamamen sağırlık, sık gelen ve güçsüz bırakan baş dönmesi ve bulantı yapar.

İlaçla Tedavi

Doktorunuzun baş dönmesini ve arkasından gelen bulantı ve kusmayı durdurmak için ilaç vermesi olasıdır. Diğer bir tedavi yolu da idrar sökücü ilaç alıp vücuttaki sıvı miktarını azaltmak olabilir. Kafein, alkol ve nikotini kesmek de yararlı olabilir. Şiddetli bir krizin sebep olabileceği gerginliği gidermek için sakinleştirici ilaçlar da verilebilir. ilaç tedavisinin uzun süren tedavilerde ne zaman yararlı olduğunu söylemek zordur. Çünkü Menier Sendromu hafifleyip kendi kendine ortadan kaybolabilir.

Ameliyat

ilaç tedavisi krizlerin sıklığını ve şiddetini kontrol edemezse, ameliyat gerekebilir. Ameliyatla iç kulaktaki ve zarlarındaki basınç ortadan kaldırılır. Bazen dengeyi kontrol eden sinir kesilir. Hasta kulakta çok veya tamamen işitme kaybı olduğunda ve baş dönmesi çok şiddetli ise tüm iç kulağın yok edildiği bir uygulama önerilebilir. Bu durumlarda denge sağlama görevi diğer kulağa ve adaletin kendiliğinden verdiği işaretlere (impulse) ve görme duyusuna geçer. Eğer her iki kulakta da Menier Sendromu varsa tedavi daha zordur. Ameliyat güçsüzlük

yaratan krizleni durdurabilmek için daha zayıf olan kulağa yapılır. Kulağa toksin (zararlı, zehirli madde) etkisi yapan antibiyotik stneptomisin dikkatle kontrollü miktarlarda verilebilir. Bu uygulamada iç kulağın denge sağlayan kısmı yok edilirken, işitme görevi yapan kısmı (bölümü) korunmak istenmektedir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:41:11 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9430#9430

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
MENISKUS (YARALANMALARI)


Menisküsler, diz ekleminde yastık görevi görürler, diz ekleminin bütünlüğüne yardım ederler ve dönmelerde güvence unsurudurlar. Menisküsler genelde dize yandan gelen darbeler sonucu yırtılırlar. Diz bükülü iken uyluğun içe doğru aşırı dönmesi ile ve dizde aşırı gerilme sonucu da menisküsler yırtılabilir.

Başlıca yırtılma nedenleri:
- kaza ve darbelere bağlı
- hasar oluşturan eklem hastalıklarına bağlı
- eklem bağı hasarlarına bağlı
- doğuştan var olan şekil değişikliklerine bağlı kendiliğinden yırtılma

Başlıca yırtılma şekilleri:
- longitudinal (uzunlamasına) yırtıklar
- transvers ve oblik (yatay ve eğri) yırtıklar
- menisküs kisti ile birlikte olan yırtıklar

Tanı

Muayene, röntgen, çift kontraslı artrografi, bilgisayarlı tomografi ve artroskopi ile tanı kesinleştirilebilir.

Başlıca Belirtiler

- Kilitlenme : dizin 20-25 derece bükülü kalması, dizin gerilememesi durumudur. Bu durum bir kaç günlük istirahatle geçer. Ancak kilitlenmeye neden oalbilecek diğer durumlardan (ağrı, kitle gibi) ayırılmalıdır.

- Boşalma : dizlerde boşalmaya neden olabilecek diğer durumlardan ayrılmalıdır.

- Şişlik (sıvı birikmesi) : darbe - kaza sonucu meydana gelen menisküslerde görülebileceği gibi, menisküs yırtığı da sıvı birikmesine neden olabilir.

Tedavi

Menisküs yırtığı tanısı konulduktan sonra, yırtığın şekline ve olayın akut veya kronik oluşuna göre menisküsün tamamı veya bir kısmı ameliyatla alınır. Bir kısmının alınması tercih edilir. Ayrıca artroskopik yöntem günümüzde daha çok kullanılmaktadır.

Diskoid menisküs denilen durum gelişim sırasında meydana gelen bir anomalidir ve sıklıkla dış menisküsde görülür. Dizin hareketleri sırasında sesli bir kayma meydana gelir. Yırtık gelişirse ağrı ve kayma şiddetlenir.

Menisküs kisti; dış menisküsde daha sık görülür. Dışta ağrılı bir şişlik şeklinde görülür. Diz gerginken şişlik belirginleşir, bükülü iken kaybolur.



Son Güncelleme: 2003-01-31

YENİ KONULAR• Propolis
• Yürümenin Faydaları
• Tüberkilin Testi (tüberküloz (verem) İçin)
• Lomber Ponksiyon
• Mesleğe Göre Vitamin

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:41:22 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9431#9431

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
MESANE VE IDRAR YOLU


Mesane kalça kemiği ile rahim arasında uzanır. İdrarın, böbrekler tarafından üretildikten sonra depolandığı kesedir. Mesanenin, idrar doldukça genişleyebilen esnek ve kaslı duvarları vardır.

Bu duvarlar kasıldığı zaman idrar 3,5-4 cm. uzunluğunda ince bir tüp olan uretraya (idrar yolu) sızar. Uretra nın ağzı klitoris ile vajina arasındadır.

Erkeklerde ve kadınlarda da mesane ve uretra (idrar yolu) vardır, ama bunların yapısı iki cinste birbirinden farklıdır. Bu nedenle ortaya çıkabilecek sorunlar değişiktir ve bazı rahatsızlıklar daha çok kadınlarda görülür. Örneğin, kadınlarda, üretra hem vajinaya hem de mikrop barındıran anüse daha yakın ve erkeklerdekine kıyasla daha kısa olduğu için; üretra ve mesane enfeksiyonları (sistit) daha fazla görülür.

Ayrıca, bazı yaşlı kadınlarda idrarını tutamamak gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Bunun nedeni, alt karın kaslarının zayıflayarak mesane ve diğer iç organları taşıyamaz hale gelmesi sonucunda, organların aşağıya sarkmasıdır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:41:54 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9432#9432

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
MIGREN


Migren öncesinde hastalar genel bir kırklık ve nöbetin başlamasından 12-24 saat kadar önceye uzanabilen tanımlayamadıkları bir huzursuzluk yaşarlar; böylece nöbetin yaklaştığını anlarlar. Bazen migren nöbeti ön belirti vermeden, beklenmedik bir anda, örneğin rahat bir uykudan sonra başlar. Ama genellikle ruhsal gerginlik ya da adet döneminin yaklaşması gibi hızlandırıcı etkenler vardır.

Migrenden hemen önce yaşanan ve baş ağrısının başlayacağını gösteren "aura" dönemi, belirtileri sara nöbeti öncesindekilere benzediği için bu adla anılır. Hastaların çoğunda ayrıca kısa bir süre için bir gözde görme alanını sınırlayan canlı bir ışık çizgisi (parıltılı skotom) belirir; bu görme kusuru başın karşı tarafında ağrı başlayınca ortadan kalkar.

Ağrı şiddetli, zonklayıcı ve ilerleyici özelliktedir. Başlangıçta gözün üzerinde yoğunlaşır, sonra şakak bölgesine yayılır. Migrenin tuttuğu baş yarısında deri duyarlığı artmıştır; deriye dokunmak ya da en küçük baş hareketleri ağrıyı başlatabilir. Hasta ses ve ışığa karşı da aşın duyarlılaşır; bu nedenle sessiz ve karanlık bir ortam ister. İştah kesilir. Bulantı, kusma ve halsizlik sık görülen öbür belirtilerdir.

Migren nöbetlerinin süresi çok değişkendir; kısa süreli nöbetler birkaç saatten 12-24 saate kadar, ağır migren nöbetleri ise birkaç gün sürebilir.

Aşın idrar çıkartılan hızlı bir çözülme dönemiyle nöbet biter. Migrenden hiçbir iz kalmayan hasta normal yaşamına döner.

NEDENLERİ

Migrenin nedenleri ancak varsayımlarla açıklanmaktadır. Bugüne değin yapılan gözlem ve deneyler, hastalığın klinik tablosuyla ilgili sınırlı bilgilere doyurucu bir yorum getirememiştir.

Migren uzun zamandır damar ya da sinir sistemine bağlı bir hastalık olarak açıklanmaktadır. Damar sistemiyle ilgili olduğu varsayımA önceleri daha çok benimsenmiştir. Ama son zamanlarda sinir sistemine bağlı olduğu görüşü yaygınlaşmaktadır. Damar sistemini temel alan görüş, migrenin kafa atar damarlarının ağrılı genişlemesinden kaynaklandığım savunur. Gene bu kurama göre genişleme öncesinde de belirli bir odakta şiddetli bir damar büzülmesi görülür. Büzülme nedeniyle beynin bazı bölgelerine gelen kan akımı yavaşlar; buna bağlı olarak da bazı oksijen yetersizliği ve belli noktalarda geçici sinir sistemi belirtileri (aura) ortaya çıkar.

Hastalığı öncelikle sinir sistemine bağlayan yaklaşım, migren nöbetinden sorumlu birincil etkenin beyinde damar gerginliğini denetleyen bir merkez olduğunu savunur. Bu merkezin dış ve iç uyaranlara verdiği yanıtlar, migrenle ilgili damar değişikliklerine neden olur. Bu değişiklikler ve atardamar duvarlarındaki ödem sonucunda migren ortaya çıkar. Sinir sistemi ya da damarlardaki yanıtın serotonin, histamin, prostaglandinler, pıhtılaşma etkenleri, endorfinler ve monoaminoksidazlar gibi bazı maddelerin serbestleşmesi sonucunda ortaya çıktığı da öne sürülmüştür.

Migrenin oluşum sürecinde kişisel bir yat4ınlık ya da eğilim ve kalıtsal etkenlere bağlı ağrı eşiği düşüldüğü de önemlidir. Bu nedenle birçok olguda migren nöbetini önceden tahmin etmek tümüyle olanaksızdır. Çok çeşitli etkenler nöbeti başlatabilir. Heyecan, bedensel ve/ya da zihinsel yorgunluk, güneşte kalma, kapalı ortam, sigara dumanı, ani hareket, iklim değişildiği, gürültü, alışkanlıklarda değişiklik ve bazı besinler etken olabilir.

TEDAVİ

Migrende belirtilere yönelik ve koruyucu olmak üzere iki çeşit tedavi uygulanır. Belirtilere yönelik tedavi aralıklı olarak baş ağrısı çeken, nöbet sayısı ayda ikiyi bulmayan, her gün ilaç kullanmak istemeyen ya da bazı nedenlerle ilaç kullanamayan hastalar için uygundur.

Koruyucu tedavi ise nöbet sayısı ayda ikiyi aşan, nöbetlerin sıklığı ve şiddeti nedeniyle düzenli ilaç kullanmaya hazır olan hastalara önerilir. Koruyucu migren tedavisinde kullanılan birçok ilaç vardır.

Uygulamada ilaçlar yalnız etkililiğine değil, hastalık tablosuna ve hastanın biyolojik-davranışsal özelliklerine de bağlı olarak seçilir. Örneğin flunarizin, siproheptadin gibi genellikle iştah açıcı, uyku verici ve şişmanlatıcı etkileri olan ilaçlar iştahsız, zayıf ve uykusuzluk çeken hastalara verilir; şişman ve uyanıklık gerektiren işlerde çalışan hastalarda ise kullanılmaz. Propranol kalp atışları normalden yavaş olan hastalara verilmez, ama tansiyonu yüksek ve/ya da kalp atışları hızlı olan hastalarda öncelikle kullanılacak bir ilaçtır.

Hastaların büyük bölümü daha önce bazı koruyucu ilaçları kullanmış olduğundan koruyucu migren tedavisinde uygun ilaçların seçilmesi zor olmaz. Önceden kullanılmış ilaçların dikkatle sorgulanması, birkaç seçenek arasından ilaç seçiminin yapılmasını sağlayabilir.

Kronik bir hastalığın tedavisinde bir ilaç uzun süre kullanılınca hastada bazı yan etkilere yol açabilir. İlacın tedavi edici değeri yüksek olduğu halde, hasta yan etkileri nedeniyle tedaviye ara verebilir.

Migrenin belirtilere yönelik tedavisinde kullanılan ilaçlar son 30-40 yılda fazla değişmemiştir. Bunların başlıcaları ağrı kesiciler, çavdarmahmuzu türevleri, barbitürat-ağrı kesici karışımları ve ağrı kesici etkisi olan küçük ve büyük grup uyuşturuculardır (narkotik).

Migrene karşı etkileri iyi bilinen aspirin, steroid yapısında olmayan öbür iltihap giderici ilaçlar ve asetaminofen en çok kullanılan ağrı kesicilerdir. Bunlar genellikle reçeteyle değil, hastaların kendi kendilerine aldıkları ilaçlardır. Aspirin bazı hastaların ara sıra gelen baş ağrılarını gidermede de çok etkilidir.

Çavdarmahmuzu türevlerinin migrene iyi geldiği geçen yüzyıldan beri bilinmektedir. Bu konudaki araştırmaların büyük bir bölümü de bu yüzyılın başlarında yapılmıştır. Ayda iki defadan fazla baş ağrısı nöbeti tutmayan hastalarda çavdarmahmuzu türevleri çok yararlı olabilir.

Bu ilaçlarla tedavi edilen hastalar, ilaç kesildikten sonra "geri gelen" (rebound ) baş ağrıları ve kolayca oluşan ilaç bağımlılığı nedeniyle yakından izlenmelidir. Baş ağrısı başladığında ağız ya da dilaltı yoluyla 1-2 mg.lık dozlar önerilir; bu miktar 30-60 dakika sonra yeniden verilebilir ve gerekirse bir saatlik aralarla yinelenir. Hastaya verilecek en yüksek doz 6 günde mg ı, haftada ise 10-12 mg ı geçmemelidir.

20. yüzyılın başında kullanıma giren barbitüratlar da migren tedavisinde yararlanılan ilaçlardır. Ama özellikle kısa etkili barbitüratların alışkanlık yapma tehlikesi oldukça yüksektir. Çavdarmahmuzu türevleri gibi bu ilaçların da aralıklı olarak kullanılması yeterlidir. Bir ay içinde 20 den fazla kısa etkili barbitürat tableti alan bir hastada alışkanlık oluştuğunu düşünmek gerekir.

Küçük uyuşturucular grubuna giren ilaçların başlıcaları kodein ve asetaminofendir. Bunlar özellikle hafif ağrı kesici ya da barbitürat tedavisine yanıt vermeyen ve çavdarmahmuzu türevlerini alamayan hastalarda yararlıdırlar. Bu ilaçlarda da alışkanlık tehlikesi vardır ve ayda 20 tabletten fazla alan hastalarda bağımlılık geliştiği düşünülmelidir.

Ağrı kesici etkisi bulunan büyük uyuşturucular ise morfin ve türevleridir. Bunlar da bazen migren ve öbür baş ağrılarının tedavisinde kullanılır.

İlaç bağımlılığı tehlikesinin yukarıda sayılan bütün ilaçlar için geçerli olduğu unutulmamalıdır. Alışkanlık gelişen bir hastada ilaç kesildikten sonra "geri gelen" baş ağrısı nöbetleri görülebilir. Örneğin, barbitüratlarla tedavi edilen bir hasta, baş ağrısını hafifletmek için düzenli olarak günde birkaç kez ilaç alabilir. Hasta dikkatle izlendiğinde barbitürat yoksunluğu belirtileri gösterdiği ve bu belirtilerden biri olan baş ağrısını gidermek için ilacın dozunu gittikçe artırdığı görülür. Aynı süreç çavdarmahmuzu türevleri, çeşitli ağrı kesiciler ve her iki gruptan uyuşturucular için de geçerlidir. Tedavinin önemli bir yönü de nöbetin ortaya çıktığı koşulların değerlendirilmesi ve olabildiğince düzeltilmesidir.

Nöbeti başlatan ruhsal gerginlik, heyecan, hafta sonu ya da tatillerin ilk günlerindeki ani gevşemeler, peynir, çikolata, şarap gibi tiramin ya da feniletilamin içeren yiyecek ve içecekler, yaşam alışkanlıklarında önemli değişiklikler, açlık, iklim değişildiği ve hormonal etkenler dikkatle izlenmelidir.

Hastanın daha önceki tedavilere verdiği yanıt çok önemlidir. Hastalık öyküsü alınırken bu konu üzerinde özellikle durulmalıdır. Baş ağrısını şiddetlendiren menopoz, yüksek tansiyon, boyun ve/ya da ağız-çene bölgelerinde çeşitli işlev bozukluklarıyla ruhsal ve duygusal bozukluklar da titizlikle değerlendirilmelidir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:42:13 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9433#9433

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
MULTIPLE SKLEROZ (MS)


MS merkezi sinir sisteminde iltihabi değişikliklere neden olabilen bir hastalıktır. Hastalık çoğunlukla ataklarla ve düzelmelerle seyreder, bazılarında ise sürekli ilerleyen (yavaş veya hızlı) bir durum gösterir.

Hastalık beynin beyaz cevherinde ve merkezi sinir sisteminde hızlı iletimi sağlayan sinirsel yapıları kaplayan kılıflarda (myelin) hasar meydana getirir. Hastalığın gelişiminde bağışıklık sisteminin myelin kılıfını yanlışlıkla yabancı gibi tanıyarak savunma mekanizmasını çalıştırmasının etkili olabileceği düşünülmektedir. Bununla birlikte genetik olarak hastalığa yatkın kişilerde virüslerle bu hastalığın meydana gelebileceği üzerinde de durulmaktadır.

Farklı zamanlarda ortaya çıkabilen bu iltihabi durum ve kılıf hasarı, beyin ve omuriliğin herhangi bir seviyesinde gelişebileceğinden, hastada ortaya çıkan belirtiler son derece değişken ve çeşitlidir.

MS bulaşıcı veya kalıtsal (anne-babadan geçen) bir hastalık değildir.


Belirtiler

MS sıklıkla 20-40 yaşları arasında, genellikle duyu kaybı, görme bozuklukları, kuvvet ve denge kayıpları, idrar tutma bozukluklarından bir veya birkaçı ile birlikte başlar. Başlangıçta belirtiler çok hafif olabileceği gibi çok şiddetli bir şekilde de başlayabilir.

Beyindeki ventriküller civarında yerleşen MS plakları sık olmakla birlikte genelde belirtilere neden olmazlar.

Beyin sapı ve beyincikte yerleşim durumunda; çift görme, gözlede kayma (nistagmus), konuşma ve yutma bozukluğu, denge bozukluğu, yürüme zorluğu, kol ve bacak hareketlerinde zorlanma gibi belirtiler meydana gelir.

Göz sinirlerinin tutulması MS de en sık rastlanılan başlangıç bulgularındandır. Görme keskinliğinde azalma meydana gelir.

Omuriliğin boyun bölgesinde meydana gelen tutulum mevcutsa; kol ve bacaklarda kuvvet kaybı ve hareket bozukluğu, duyu kaybı, idrar tutma bozukluğu, cinsel fonksiyon bozukluğu meydana gelir.

İlk 5 yıl; hastaların %65 inde düzelme ve ataklarla seyreden bir durum vardır. %15-20 hastada hem ataklar hem de ilerleme devam eder. İlk 5 yılın sonunda ise hastaların %10-20 si normal hayatlarına devam ederken, %10-25 i yardımcı yürüme cihazlarına gereksinim duyarlar.


Tanı

Doktorunuz MS tanısını muayene sonucunda koyar.

Manyetik Rezonans, Beyin Omurilik Sıvısı analizi gibi laboratuvar yöntemleri muayene bulgularını destekleyen yöntemlerdir.


Tedavi

1. Atak Tedavisi: İlk beş yıl ataklar kendiliğinden düzelebilr. Ancak 5 yıldan sonra her atak bir sekel bırakarak hastalık ilerler. Ataklar sırasında 5-7 gün süreyle damardan (infüzyon şeklinde) metilprednizolon verilir. Sık atak geçirenlede bu tedavi ayda 1 gram olacak şekilde tekrarlanır.

2. Şikayetlerin Tedavisi: Hastadaki kas sertliği hareket zorluğunun temel nedenidir. Bunu gidermek için, baclofen ve tizanidin gibi ilaçlar kontrollü olarak kullanılabilir. Hasta ayrıca fizik tedavi ve egzersiz programına alınmalıdır.

Mesane kontrolünü sağlamak için; idrar tutamama gibi durumlarda oxybutinin, yapamama durumunda ise aralıklı mesae sondası uygulaması kullanılır.

Erkeklerdeki iktidarsızlık sorunu şeker hastalarındaki gibi penise papaverin uygulanması ile geçici olarak çözülebilir.

Aralıklı oalrak görülen yanma, batma, uyuşukluk ve ağrı gibi şikayetlerde amitriptilin, karbamazepin ve sodyum valproat gibi ilaçlar kullanılabilir.

3. Bağışıklık Sistemini Etkileyen İlaçlar Kullanılabilir: Yaygın kullanım kazanmamıştır

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:42:38 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9434#9434

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
MUSKULER DISTROFI


Müsküler distrofi ilerleyici bir hastalıktır. BU hastalıkta kas dokusu küçülür ve zayıflar. Bu ender görülen hastalığın en yaygın tipine Duchenne müsküler distrofisi denir. Bunun en duyulmuş eş anlamlısı alancı hipertrofik müsküler distrofıdir.

Belirtiler

- Belirgin bir koordinasyon yokluğu ile karakterize adale zayıflığı, yürüme bozukluğu ve kolları başın yukarısına kaldıramamak, ilerleyen rahatsızlık, sonuçta hareket yeteneğinin kaybına varır.

Henüz anlaşılmamış olan nedenlerden bu hastalığa tutulan kişilerde adale fonksiyonu için şart olan temel bir protein yoktur. Bu proteinin yokluğunda adaleler gittikçe zayıflar yine de normalden büyük görülebilir çünkü kaybedilen adalenin yerini yağ dokusu alır.

Bu ender görülen hastalığa yatkınlık kalıtımsaldır. Genellikle erken yaşta (çoğu zaman 5 yaşından önce) başlar ve yalnız erkeklerde görülür.

Teşhis

Küçük çocukta hareket güçlüğü -yürüme, tırmanma, merdiven çıkma, elleri başın üzerine kaldırma zorluğu- Duchenne musküler distrofisi bulunduğunu gösterebilir. Doktor büyük ihtimalle adale dokusunun biyopsisini isteyecektir.

Müsküler Distrofi ilerleyici bir hastalıktır. Çoğu vakalarda kollar, bacaklar ve belkemiği gittikçe deforme olur. Çoğu hastaların yirmi yaşına gelmeden tekerlekli sandalyeye ihtiyaçları olur. Göğüs enfeksiyonuna yatkınlıkları nedeniyle birçok hastalar yetişkin çağa gelmeden ölür, bunun sebebi genellikle zatüre veya diğer bir göğüs enfeksiyonudur.

Tedavi

Tedavisi yoktur. Yapılacak en iyi tedavi fizik tedavi yoluyla şekil bozukluklarını en aza indirmeye çalışmaktır.

Korunma

Tedavisi hakkında pek bir şey bilinmemekle birlikte, vakaların yarısından fazlasında hastalığın kalıtımsal olduğu açıktır. Etkilenen genler bayanlar tarafından taşındığı için, ailesinde müsküler distrofi bulunan herhangi bir bayan. hamileliği düşünmeden önce doktora danışmalıdır. Taşıyıcının erkek çocuğunun bu hastalığa tutulma ihtimali % 50 dir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:43:03 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9435#9435

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
NASIR


Nasırlar cilt üzerine sürekli basınç veya tekrarlanan sürtünme sonucu oluşur. Sıklıkla, ayaktaki nasırların nedeni iyi uymayan ayakkabılardır. Ellerdeki nasırlar genellikle tekrarlanan işlerin yarattığı basınç ve sürtünmeden meydana gelir. Eğer her gün kürek veya diğer bir el aleti kullanıyorsanız zaman geçtikçe ellerinizin nasır kaplandığını farkedersiniz.

Belirtiler : Sıklıkla ayak parmakları arasında görülen kalınlaşmış deri tabakası.

Nasır yaygın olarak görülür ve nadir olarak hafif bir rahatsızlık duygusu yaratmanın ötesi-ne geçer. Bununla birlikte, şeker hastalarında enfeksiyon ve diğer komplikasyonlar gelişebilir, bu nedenle uygun bakımın yapılması gereklidir. Nasır ağrılı olmaya ya da üzeri ülserleşmeye başlarsa doktorunuza başvurun.

Tedavi

Çoğu kimselerde nasır tedavisi, nedeni ortadan kaldırmak meselesidir. Eğer nasırın nedeni uygun olmayan ayakkabı giymekse, yumuşak deriden, uygun biçimde ayakkabılar giyiniz. Birkaç haftada nasıl kaybolmalıdır. Eğer problem devam ederse doktorunuz sizi, dokuyu cerrahi olarak çıkartabilecek olan bir podiatriste gönderebilir.

Banyodan sonra nasırınız yumuşadıktan sonra, üzerindeki kalınlaşmış deriyi bir havluyla ovalayarak aşama aşama inceltebilirsiniz. Suyla birlikte sabunun alkalen özelliği deriyi yumuşatacaktır, böylece üst tabakayı soyabilirsiniz.

Banyo sırasında ya da sonrasında nasır dokusunun kalınlığını azaltmak için bir sünger taşı kullanın. Bununla birlikte, şeker hastalığı ya da dolaşım bozukluğunun olduğu durumlarda bu yöntem önerilmemektedir

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:43:18 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9436#9436

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
NAZOLAKRIMAL KANALIN DOGUSTAN TIKANIKLIGI


Nazolakrimal kanalın (burun ve gözyaşı kanalı) doğuştan tıkalı olması, gözyaşı drenaj (boşaltım) sisteminin gelişiminin tamamlanmamış olmasından kaynaklanan bir durumdur.

Normal olarak, gözyaşları ve göz sekresyonları gözyaşı kanalından drene olur (akar). Bu kanal, göz kapaklarının iç köşesindeki iki ufak delikten geçerek önce burna yönelmekte, sonra da daha aşağıya inerek burun boşluğu içine ulaşmaktadır. Bu drenaj sistemi kısmen ya da tamamen tıkalı ise gözyaşları gözlerden drene olamaz.

Bu durumda genellikle doğumdan sonraki ilk birkaç gün içinde karşılaşılır. Soğukalma ya da cereyanda kalma veya çevre sıcaklığının düşmesi durumunda sorun genellikle ciddiyetini artırır. Ana babanın durumu tipik olarak farkettikleri ilk işaret bebeğin gözlerinde gözyaşlarının belirmesi olacaktır. Gözyaşı gözde havuzlanmış olarak görülebileceği gibi damlalar halinde akıyor da olabilir. Ayrıca göz kenarlarında beyaz ya da sarı renkte akıntılar ve bebek bir süre uyuduktan sonra göz kapaklarının yapışmasına neden olan bir çapaklanma da görülebilir.

Nazolakrimal kanal tıkanması olan bebeklerde bazen kanal bölgesinde iltihap da gelişebilmektedir. Göz altına gelen alanın şiştiği, kızardığı ve hassaslaştığı görülebilir. Ayrıca bebeğin ateşi yükselebilir ve tahriş duyarlığı artabilir.

Bu oldukça yaygın bir durumdur ve aylarca sürse bile göze nadiren zarar verir. Başlıca tedavi yolu, bebeğin gözkapaklarının günde iki ya da üç kez ılık su ile temizlenmesi ve etkilenen alana masaj yapılmasından oluşur. Enfeksiyonun önlenmesi için antibakteriyel damlalar da kullanılmaktadır.

Çoğu vakada gereken tek tedavi budur ve sorun bebek bir yaşını doldurmadan çözülür. İnatçı vakalarda hekimin kanalı genişletmesi gerekli olabilir. Bazen tüp sokulması veya rekonstrüktif cerrahi gerekir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:43:49 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9437#9437

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
NEFES DARLIGI (DISPNE)


Nefes darlığı, hastanın güçlükle nefes alıp vermesi halidir. Nefes darlığı, sübjektif olarak duyulan rahatsız edici bir duyudur. Hasta soluma eforunun arttığını duyar. Nefes darlığına "zorlu solunum" demek de mümkündür. Normal bir insanın alışkın olduğundan fazla bir iş yaparken fazla solunum gereksinmesi (hiperpe) bir nefes darlığı değildir. Her kişinin bir iş kapasitesi vardır. Bunu aşınca normalden daha derin ve daha hızlı solumaya başlar. Özellikle hareketsiz bir hayat yaşayanlar, yaşlılar, şişmanlar ve kadınlar küçük bir eforla daha fazla solunum gereksinmesi ile karşılaşırlar. Bunları nefes darlıkları arasına katmamak gerekir. Kısacası dispne bir hastalık halidir. İstirahat halinde bir şahsın bir dakikada soluduğu hava (dakika solunum hacmi), zorlu şekilde bir dakikada soluduğu havanın (maksimum solunum kapasitesi) 1/3 ünden azdır. Bu oranın büyümesi, yani solunum yedeğinin azalması, dispneye neden olur.

Dispneye neden olan başlıca hastalıklar ve nedenler şunlardır:

1-HİPERVANTILASYONA (SOLUNUM ARTIŞI) YOL AÇAN NEDENLERLE DİSPNE
Anemi
Karbonmonoksid zehirlenmesi
Methemoglobinemi
Sulfhemoglobinemi
Oksijen basıncının düşmesi
Ateşli hastalıklar
Hipertiroidi
Asidoz
2-HİPOVANTILASYONA (SOLUNUM AZALMASI) YOL AÇAN NEDENLERLE DİSPNE
Aşırı şişmanlık
Diyafragma inişinin engellenmesi
Diyafragma hernileri
Solunum kasları yetersizliği
Solunum merkezi baskılanması
Göğüs deformitelerl
Ankllozan spondilit
3-HAVA YOLLARINDA TIKANMAYA BAĞLI DİSPNELER
Farinks ve larinks hastalıkları
Retrofarenjeal abse
Farinks tümörü
Yabancı cisim, yapışkan balgam
Akut larenjit, difteri
Kronik larenjit
Larlnks spazmı, allerjik ödem
Larinks tümörü
Travma
Ses telleri felci
Larinks, trekea ve bronşların sıkıştırılması
Guatr
Aorta anevrizması, vasküler halka
Mediasten tümörleri, adenomegalilerl
Özofagus kanseri
Bronş kanseri
Bronş stenozu
4-AKCİĞER HASTALIKLARINA BAĞLI DİSPNELER
Akut bronşit
Bronkopnömoni
Kronik bronşlt
Aınfizem
Bronşial astma
Bronşektazl
Atelektazi
Absorpsiyon atelektazisi
Dıştan baskı ile atelektazi
Bronş kanseri
Bronşioler kanser
Akciğerlere kanser metastazı
Pnömoniler
Pnömokok pnömonisi
Stafiokok pnömonisi
Streptokok pnömonisi
Friedlaender pnömorıisi
Pseudomonas pnömonisi
Influenza pnömorıisi
Diğer virus pnömonileıi
Mikoplasma pnömonisi
Psittacosis pnömoms:
Q ateşi pnömorüsi
Tüberküloz Prı~monisi
Mikotik pnömoniler
Allerjik alveolit
Aspirasyon pnömonisi (Mendelshon sendromu)
Löffler sendromu
Akciğer emboli ve infarktüsü
Multiple Akciğer Embolisi
İnterstisyel akciğer hastalıkalrı ve yaygın fibroz
Pnömokonvozlar
Antrakoz
Silikoz
Berilloz
Akciğer sarkoidozu
Lymphangitis cartinomatosa ve alveoler karsinoma
Milyer tüberküloz
Akciğerlerin mantar infeksiyonları
Histoplasmosis
Coccidioidomycosis
Blastomycosis
Nocardlosis
Cryptococcosis
Torulosis
Actinomycosis
Aspergillosis
Moniliasis
Kollajen hastalıklar
Polyarteritis nodosa
Romatoid artrit
Sistemik eritemli Lupus
Skleroderma
Diğer akciğer fibrozları
Radiasyon fibrozu
Idiopatik pulmoner fibroz
Pülmoner alveoler proteinoz
Pülmoner alveoler mikrolitiaz
5-PLEVRA HASTALIKLARINDA DİSPNE
Pnömotoraks
Plevra boşluğunda sıvı
6-KARDİAK DİSPNE
Efor dispnesl
Kardiak astma
Akut akciğer ödemi
Periyodik solunum
7-NON-KARDİYOJENİK AKCİĞER ÖDEMİ
8-PSİKOJENİK DİSPNE
< ="http://pagead2.googlesyndication.com/pagead/show_ads.js" =text/>

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:44:11 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9438#9438

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
NEVRALJI


Nevralji sinir yollarının biri boyunca duyulan şiddetli ağrı spazmlarından oluşur. Bu spazmlar sinirin zedelenmesi veya tahrişi sonucu ortaya çıkabilir. Ancak birçok vakaların olarak nedeni bilinmemektedir.

Belirtiler : Son derece keskin, batıcı ağrı veya sürekli yanma duygusu ile birlikte gelen ağrı krizleri.

Ağrılar genelde keskin ve batıcı niteliktedir. Saniyeler ya da dakikalar süren kesik krizler halinde gelen ağrılar günler, hatta haftalar sürebilir.

Bu rahatsızlığın okut bir döneminde, hassasiyet o kadar artar ki bazen en ufak bir temas bile çok şiddetli acı duyulmasına neden olabilir.

Bazı tür nevraljiler herpes enfeksiyonu (zona) sonucu ortaya çıkabilir. Aksırmak veya yemek yemek gibi hareketler spazm krizlerini teşvik edebilir

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:44:26 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9439#9439

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
NÖROPATİK AĞRI


Beyin veya omurilikte bir hasar sonrası ortaya çıkan bu ağrı türü, kendini genellikle önce bacak ve ayaklarda hissettiriyor


Nöropatik ağrı, merkezi ya da çevresel sinir sisteminin hasar görmesi sonucunda ortaya çıkan süreğen ağrıya verilen isimdir. Nöropatik ağrı, çevresel ve merkezi sinir sistemi arasındaki karmaşık etkileşimlerle ortaya çıkar.


Nöropatik ağrı, hastalar tarafından çeşitli şekillerde tanımlanabilir. En sık kullanılan tanımlayıcı sözcükler batıcı, delici, saplanıcı, yakıcı, iğnelenme tarzında ağrıdır. Ağrı çok şiddetli olabilir, uzun sürelidir ve standart ağrı kesici ilaçlara yanıt vermez. Nöropatik ağrı, diğer birçok ağrının aksine genellikle geceleri artar. Nöropatik ağrıya neden olan durumlar arasında şeker hastalığı, böbrek yetersizliği, zona gibi enfeksiyon hastalıkları, çeşitli damar hastalıkları, alkolizm, bazı nörolojik hastalıklar ve kanser yer alır. Bu gibi hastalıkları olan kişilerde uzun süreli ağrı ortaya çıktığında nöropatik ağrı olabileceği düşünülmelidir. Nöropatik ağrı tanısında ağrının niteliği, zamanı, dağılımı, eşlik eden diğer belirtilerin dikkatle araştırılması önem taşır. Ağrının değerlendirilmesinde en güvenilir kanıt hastanın bildirimidir. Nöropatik ağrı, sinir dağılımına uygun şekilde özel bir yerleşim sergiler, örneğin şeker hastalarında çorap-eldiven tarzında ağrı oluşması tipiktir. Tanı konması için hastaların duysal yakınmalarının yanı sıra sinirlerde hasar oluştuğunun gösterilmesi yeterlidir.


Nöropatik ağrıya neden olan hastalığın tedavi edilmesi gerekir, örneğin şeker hastalarında kan şekerinin sıkı kontrol altında tutulması önemlidir. Nöropatik ağrı tedavisinin temelini ağız yolundan alınan ilaçlar oluşturmaktadır. Nöropatik ağrı, standart ağrı kesici ilaçlara yeterince yanıt vermez, ancak günümüzde etkili ve güvenilir tedavi yöntemleri vardır. Bunların dışında çağın kabusu haline gelen stresi azaltmaya yönelik davranışsal terapilerin de ağrının azaltılmasında yararlı olduğu bilinmektedir.a

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:44:40 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9440#9440

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
ORAK HUCRELI ANEMI



Orak hücreli anemi kalıtsal bir kan bozukluğudur. Hem annenizden hem de babanızdan orak hücreli gen geçerse orak hücreli anemili olarak doğarsınız. Annebabanızın birinden orak hücreli, diğerinden normal gen geçerse orak hücre özelliğinizin olduğu söylenir. Bu durum, orak hemoglobin taşıyıcısı olduğunuz ve orak hücre özelliğinizin çocuğunuza da geçebileceği anlamına gelir.

Orak Hücreli Anemi Nedir?
Anemiye ve belirli aralıklarla tekrarlanan ağrıya neden olan bir kan bozukluğudur. Orak hücreli anemili kişilerde hemoglobinin (alyuvarlarda [eritrosit] oksijeni akciğerlerden vücudun diğer bölümlerine taşıyan bir molekül) bir bölümü uygun biçimde iş göremez. Hemoglobinin bir bölümü alyuvarları sert ve orak şekline dönüştüren çubuk benzeri yapılar oluşturur. Bu hücreler küçük kan damarlarını tıkayarak bazı organların ya da dokuların yeterli oksijen almasını engeller. Bu durum, şiddetli ağrı ataklarına neden olabilir.
Eşinizde orak hücre özelliği ya da orak hücreli anemi varsa, çocuğunuza orak hücreli anemi de geçirebilirsiniz. Orak hücreli anemi özellikle, ataları Güney ve Orta Amerika, Küba, Suudi Arabistan, Hindistan, Türkiye, Yunanistan ve Italya dan göç edenler arasında sık görülür. Bu hastalık iyileşmez.

Orak Hücreli Anemiye İlişkin Bulgu Ve Belirtiler:
- Kemiklerde, kaslarda ya da karında günlerce ya da haftalarca süren şiddetli ağrı (ağrılı krizler olarak adlandırılır).
- Halsizlik, solgunluk ve nefes darlığı. Tüm bunlar anemi ya da alyuvar eksikliği belirtileridir.
- Vücudun herhangi bir bölümünde ya da eklemde öngörülemeyen ağrı
- Retina (gözün görüntüyü alan arka bölümü) dolaşımdaki alyuvarlardan yeterince beslenemediğinde görme sorunları ya da körlük.
- Karaciğerde işlev bozukluğu (sarılık) nedeniyle derinin ve gözlerin sararması.
- Çocuklarda büyümenin ve pubertenin gecikmesi ve eriçkinlerde ince yapı.
- Enfeksiyonlara yüksek düzeyde yatkınlık.
- Beyindeki küçük kan damarlarının beynin bazı bölümlerinde hasara neden olabilecek biçimde daralması ya da tıkanması (inme)
- Enfeksiyonun ya da akciğerde sıkışıp kalan orak hücrelerin neden olduğu komplikasyonlar.

Tanı:
Birçok eyalette yeni doğan tüm bebeklere diğer tarama testleriyle aynı anda, orak hücreli hastalık ya da orak hücre özelliği açısından basit bir kan testi de yapılması da öneriliyor. Orak hücreli anemiye erken evrede tanı konması önemlidir çünkü, bu bozukluğun bulunduğu çocuklar için uygun bir tedavi şekli bulunabilir. Çocuklara ve erişkinlere basit bir kan testiyle tanı konulabilmektedir.

Tedavi:
- Antibiyotikler bebeklerde enfeksiyonları önlemeye yardımcı olur ve ağrı kesiciler (ağızdan ya da damar yoluyla), damar yoluyla alınan sıvılar ve oksijen solumak ağrı ataklarının tedavisinde yararlı olur.
- Kan transfüzyonu, dolaşımdaki alyuvar sayısını artırarak aneminin düzeltilmesine yardımcı olur.
- Diğer ilaçlar ve işlemler halen araştırılıyor. Hidroksiüre bazı erişkinlerde yararlı olabilir, ancak çocuklarda tedaviye ilişkin araştırmalar devam ediyor

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:44:52 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9441#9441

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
OSTEOMIYELIT


Osteomiyelit kemik iliğinin iltihabıdır. Genellikle bir bakteri enfeksiyonunun sonucunda ortaya çıkar, sıklıkla yaralanma, kırık veya başka bir zedelenme sırasında giren bir bakteridir. Aynı zamanda, kemiğe kan yoluyla da taşınabilir.

Belirtiler

- Hassasiyet ve şişme,

- Tutulan kemikte ağrı ve sıcaklık duygusu,

- Ateş,

- Halsizlik.

Osteomiyelit büyüklere kıyasla çocuklarda daha yaygındır. Genellikle, antibiyotiklerde başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir Fakat nüksedebilir.

Teşhis

Osteomyelitten kuşkulanıldığında, teşhis için kan tahlilleri, röntgen, radyoaktif izotoplarla kemik taraması ya da iğne biyopsisi kullanılabilir.

Kemik biyopsisi de gerekebilir; bu yöntemde derindeki bir apseden kemik örneği, cerahat ya da başka dokular çıkarılarak laboratuvarda incelenir.

Tedavi

Tedavide 3 hafta ya da daha uzun bir süreyle penisilin veya diğer bir antibiyotik kullanılır. Yatak istirahati ve etkilenen kemiklerin sabitlenmesi de önerilmektedir. Bazı vakalarda, enfeksiyonun olduğu dokuların ameliyatla çıkarılması gerekebilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:45:41 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9442#9442

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
OSTEOPOROZ (Osteoporosis)


Kemik yoğunluğunun yaygın olarak azaldığı ve kemik yıkımının, kemik yapımından fazla olduğu durumdur. Normalde kemiğin yapım ve yıkımı arasında bir denge vardır. Herhangi bir nedenle kemik yapımının azalması veya yıkımının artması sonucu osteoporoz meydana gelir.

Uzun süre hareket edememe, felç, yetersiz beslenme, yetersiz kemik dokusu yapımı (osteogenesis imperfekta hastalığı), hormonal nedenler (Cushing hastalığı, menapoz sonrası (Tip I osteoporoz)) ve yaşlılık (Tip II osteoporoz) osteoporoza neden olan başlıca durumlardır.

Kadınlar osteoporoza daha erken yaşlarda duyarlı hale gelmektedirler, çünkü hormonları yaklaşık 50 yaş civarında iyice azalmaktadır. Buna karşın erkeklerde hormon düzeyleri 70 yaşlarına kadar yüksek düzeyde devam eder. Menapoza bağlı osteoporoz, en sık rastlanan metabolik kemik hastalığıdır.

Eğer hastalık mevcut ise kemik - yoğunluk ölçümleri yapılabilir, bu ölçümler ne kadar kemik kaybınız olduğunu gösterir. Bu ölçümler osteoporoz riski olanlarda riski saptamak için yapılabileceği gibi osteoporozlu hastalarda da tedavinin veya durumun değerlendirilmesi amacı ile yapılabilir.

Başlıca belirtiler:

- kemik ağrıları (özellikle sırtta)

- yuvarlak - hafif bir kamburluk meydana gelmiştir, boy kısalması vardır (omurga kemiklerinde eydana gelen kırılmalar nedenni ile)

Tedavi

Hastalığın nedenine göre teadvi seçenekleri değişebilir. Özellikle menapoz durumunda düşük dozlarda östrojen ve progesteron verilmelidir, doz düşük tutulduğu sürece 10-20 yıl süre kullanılabilir, ancak 6 ayda bir jinekolojik muayene gerekir. Böbrekleri normal olanlarda kalsiyum, sodyum florid ve Vitamin D verilebilir. Böbrek problemi olanlarda kalsitonin kullanılmalıdır.

En iyi tedavilerden birisi kalsitonin (calcitonin (som balığı paratiroid beslerinden elde edilen hormon)) adı verilen ve vücutta kalsiyum dengesini sağlayan hormondur.

Diyetinizde dikkat etmeniz gerekenler

- Protein alımını azaltın

- Hayvansal protein yerine bitkisel proteinler alın

- Soyalı gıdalar kullanabilirsiniz

- kıvırcık lahana (broccoli) ve yeşil yapraklı sebzeler tüketin. Bunlar kemiklerin korunmasına yardımcı olan K vitamini içerirler.


Osteoporoz olmamak için kemiklerinizi koruyun: bunun için günde 1 - 1.5 gram kalsiyum ve 400 IU D vitamini alın. Bol miktarda yeşil yapraklı sebzeler tüketin ve düzenli egzersiz yapın. Özellikle yürüme, koşma ve ağırlık kaldırma gibi egzersizlerin ileriki yıllarda kemik erimesi oranını azalttığı saptanmıştır. Ayrıca zayıf olanların, normal kiloda olanlara göre daha fazla risk altında oldukları da gözlenmiştir

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:46:06 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9443#9443

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
PARKINSON HASTALIGI


Hastalık ilk kez 1817 de İngiliz doktor James Parkinson tarafından tanımlanmış ve Dr. Parkinson hastalığı "sallayıcı felç" olarak kaleme almış.

Yaşlılık döneminde ortaya çıkan, hareketlerde yavaşlama, istirahat halinde ellerde ve daha nadiren ayaklarda titreme, kaslarda sertlik ve denge dozukluğuyla ile gelişen Parkinson hastalığı ile ilgili merak ettikleriniz...

PARKİNSONİZM NEDİR?

Parkinsonizm kelimesi belli bir hastalıktan çok, değişik nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan bir dizi belirtiyle tanınan bir durumu çağrıştırır. Bu belirtilerin en önemlileri uzuvların titremesi, kasların sertliği ve vücut hareketlerinin yavaşlığıdır. Bu üçlemeye eklenebilecek diğer belirtiler arasında, öne eğik duruş şekli, küçük adımlarla ve ayaklarını sürüyerek yürüme, yumuşak, hızlı ve aynı tonda konuşma sayılabilir. Parkinson hastalığı, çeşitli parkinsonizm tabloları arasında kendine özgü belirtiler ve beyinde oluşturduğu değişikliklerle ayrı bir yere sahiptir ve ileride ayrıntılarıyla ele alınacaktır.

Parkinsonizmdeki titreme, özellikle elleri ve ayakları, bazen dudakları, dili, çeneyi, seyrek olarak da gövdeyi etkileyebilir. El veya ayakta dinlenme halinde ortaya çıkan titreme bir hareket sırasında kaybolur. Örneğin uzanıp bir cismi tutma hareketi sırasında eldeki titreme kaybolur, dinlenme haline geçince tekrar ortaya çıkar. Titremenin tıbbi karşılığı "tremor"dur. Dinlenme sırasında ortaya çıkma özelliği diğer hastalıklarda görülebilen çeşitli titremelerden ayırdedilmesine yardımcıdır.

Parkinsonizmde kaslarda dinlenme halinde bile değişmeyen bir sertlik bulunur. Hastayı muayene eden doktor uzuvları pasif olarak hareket ettirdiğinde sabit ve değişmeyen bir dirençle karşılaşır. Ancak etkilenmiş kaslar gevşeyemez gibi görünürse de, bu istenilen şekle sokulabilen bir sertliktir. Kaslardaki bu sertlik haline "rijidite" denir.

Üçüncü belirti vücut hareketlerinin yavaşlamasıdır ve "bradikinezi" olarak isimlendirilir (Yunanca’da "brady "yavaş, "kinesis" ise hareket manası taşır). Yeni bir harekete başlarken tereddüt, o eylemi yaparken yavaşlık ve hızla yorulma ile şekillenen karmaşık bir olaydır. Bradikinezi, gözleri kırpma, yürürken kolları sallama, konuşurken açıklayıcı olarak yapılan el ya da beden hareketleri veya yüz ifadesini yaratan hareketler gibi farkında olmadan yaptığımız otomatik hareketleri yapmaktaki yetersizliği de içerir. Hastalarda tüm bu hareketler yavaşlamıştır.

PARKİNSONİZMİN NEDENİ

Parkinsonizm adı altında toplanan karmaşık belirtiler beyinde "substansiya nigra" denilen özel sinir hücrelerinin oluşturduğu bir çekirdeğin iyi işlev görememesinden ileri gelir. Latince’de kelime anlamı "kara madde" olan bu çekirdeğin otopsi incelemesinde çıplak gözle hemen farkedilebilecek biçimde derinlemesine koyu renkte olduğu bilinir. Mikroskopla bakıldığında bu çekirdek içinde yer alan sinir hücrelerinde yoğun halde boya (pigment) zerrecikleri görülür.

Substansiya nigranın sinir hücreleri "dopamin" denilen kimyasal bir madde yapar ve depolar. Bu hücreler beynin derinliğinde bulunan ve komşu konumdaki küçük bir gri cevherden oluşan ve "korpus striatum" (çizgili cisim) denilen bir yapının sinir hücreleriyle bağlantılıdır. Substansiya nigra hücrelerinin yaptığı dopamin, sinir lifleriyle korpus striatuma taşınır ve oradaki hücreler arasında kimyasal iletici olarak görev alır. Substansiya nigra hücreleri hasara uğrarsa dopamin yapıp depolayamaz ve striatumda dopamin eksilir. Bu eksiklik ciddi boyutta olduğunda parkinsonizm belirtileri ortaya çıkmaya başlar.

Beyinde dopamin eksikliğine yol açan nedenler:

1- Substansiya nigranın sinir hücreleri çeşitli sebeplerden yok olabilir: Bu durumun en sık rastlanan örneği Parkinson hastalığıdır. Diğer nedenler arasında beyinde adı geçen bölümün damar hastalıkları ve tümörleri, bazı kimyasal maddelerin harabedici etkisi, ansefalitler (beyin dokusu iltihabı) sayılabilir.

2- Bazı ilaçlar dopaminin striatumdaki doğal etkisini engeller, böylece dopamin kimyasal mesajını iletemez ve dopamin eksikliği varmış gibi bir sonuç doğar. Psikiyatri hastalarında kullanılan bazı ilaçlar (majör trankilizanlar) ile içinde rezerpin bulunan tansiyon düşürücü ilaçlar, kusmaya karşı kullanılan bir çok ilaç parkinsonizm tablosuna yol açabilir, fakat sorumlu ilacın kesilmesiyle bu durum düzelir.

3- Substansiya nigra hücrelerinin yanı sıra, striatumdaki sinir hücrelerinin de hasara uğradığı durumlarda, dopamin eksikliğinde oluşan tablolarla benzerlik ortaya çıkar. "Mültisistem dejenerasyonlar" adıyla tanınan bu hastalıklarda parkinsonizm dışında beynin başka bölgelerini de ilgilendiren nörolojik belirtiler söz konusudur. Bu hastalıkların küçük bir bölümünün kalıtımla geçtiği bilinir.

Daha fazla ayrıntıya girmeksizin görülmektedir ki parkinsonizmin birçok olası nedeni vardır ve bunların içinde en sık rastlananı Parkinson hastalığıdır.

PARKİNSON HASTALIĞI’NIN İLK BELİRTİLERİ

Parkinson hastalığı belirtileri genellikle çok sinsi ve yavaş bir biçimde başlar, öyle ki hastalar çoğu zaman hastalığın başlangıç tarihini kesin olarak söyleyemezler. Hastalar ilk belirtinin farkına vardıkları zaman hastalığın bazı belirtileri uzun zaman önce başlamış olabilir. Bir elinde titreme yakınmasıyla başvuran bir hastanın 5-6 yıl öncesine ait çekilmiş video filmlerinde yürürken bir kolunu sallamadığı fark edilebilir ya da bazen hastanın eski fotoğraflarında öne eğik duruş özelliği dikkati çekebilir. Nitekim Parkinson hastalarının büyük çoğunluğunda sıklıkla ilk belirti titremedir, kimi hasta ise örnekte olduğu gibi titreme ortaya çıkınca hekime getirilir. Bunun gibi bazı hastalık belirtilerinin uzun süre devam etmesine karşın, Parkinson hastalığına ait bilgi eksikliği nedeniyle hekime geç başvurulduğuna tanık olmaktayız.

PARKİNSON HASTALIĞI’NIN TEMEL BELİRTİLERİ

Titreme (Tremor)

Parkinson hastalığının titreme, kas sertliği ve hareket azlığı ile şekillenen üç temel belirtisinden en belirgini olan titreme genellikle hastanın doktora en sık başvurma nedenidir. Parkinson hastalarının yaklaşık % 80’inde titreme ortaya çıkmaktadır.

Titreme sıklıkla bir taraftaki elde, bazen de bir ayakta ortaya çıkar. Titreme tek bir parmağın titremesine sınırlı kalabildiği gibi bazen de dili, dudakları ve çeneyi etkileyebilir ancak baş veya ses titremesine yol açmaz.

Titreme ufak salınımlı, yukarı-aşağı basit kol ve/veya bacak hareketi şeklinde olabildiği gibi daha sıklıkla karmaşık bir hareket halini de alabilir. Ön kolun hafifçe dışa dönmesi, baş parmak ve işaret parmakların ileri-geri hareketleri ve elin bozuk para sayma ya da bir çakıl taşını baş parmak ve işaret parmak arasında yuvarlama hareketi şeklinde olabilir. Titreme ayakta ortaya çıktığı zaman pedala basma hareketini andırır.

Düzenli ve belli bir hızda olan titreme saniyede 5 ya da 6 vurumludur. Parkinson hastalığında etkilenmiş olan el veya ayak, diğer hastalıklarda görülebilen titremelere benzemeksizin, dinlenme sırasında titrer. Titreme uyku sırasında ve o uzvun harekete başlamasıyla kaybolur. Sinirlilik, yürüme, stres altında kalma ya da zihinsel faaliyetle aşırı meşgul olma titremeyi arttırır. Böylece aralıklı olarak ortaya çıkabilen titreme hastanın ruh halini yansıtabilir. Örneğin evde gazete okurken titremesi olmayan bir hastanın ziyaretçisi gelince titremesi tekrar ortaya çıkabilir. Titremenin bu yönü hastaların toplum içinde sıkıntıya girmelerine yol açmaktadır ve bir çoğu bu nedenle arkadaşları arasında olmaktan vazgeçmektedirler.

Hastalar gözle fark edilemeyecek kadar ince titremeyi bile hissedebilirler ve bunu titreşim hissi gibi algılarlar. Nadir olarak görülen karın kaslarının titremesi, içerde titreyen bir şey varmış gibi hissedilir. Diyafram veya göğüs kasları titremesi "çarpıntı" gibi hissedilir ve hasta kalple ilgili bir sorun olduğunu düşünerek ilgili hekime başvurur. Bu şekildeki titreme kalp elektrosunda (EKG ) saptanabilir.

Titremesi olan her kişinin Parkinson hastası olmadığını vurgulamak gerekir. Sağlıklı insanlarda korku, heyecan gibi stresli durumlarda ellerde, bacaklarda geçici olarak titreme ortaya çıkabilir. Bunun dışında her yaşta görülebilen ve "esansiyel tremor" adı verilen iyi huylu, ailevi bir hastalıkta, kollar öne doğru uzatılınca ellerde titreme olur. El titremesinin yanı sıra özellikle yaşlı hastaların başında da titreme görülebilir. Bu hastalığın bir çok özelliği gibi tedavisi de Parkinson hastalığından farklıdır. Bunun dışında titremeye yol açan çeşitli nedenler arasında bazı ilaçların kullanımı, tiroid bezinin aşırı çalışması veya beyincik hastalıkları sayılabilir.

Kas sertliği (Rijidite)

Bazı hastalar uzuvlarında sertlik hissinden yakınırlar. Bununla birlikte kas sertliği çoğu kez hastanın bir yakınması olmayıp hekimin fizik muayenede pasif harekete karşı olan bir direncin varlığını saptaması ile tanınır. Hekim hastaya gevşemesini söyleyerek, hastanın uzuvlarını eklem yerlerinden bir çok kez nazikçe gerer ve büker ve bu pasif harekete karşı eklem çevresinde direnç arar. Böyle pasif harekete karşı sürekli bir direnç bulunmasına "rijidite" denilir. Normalde kasların dinlenme halinde yumuşak ve gevşek olması gerekirken rijidite varlığında dinlenme halinde bile sabit biçimde gergin ve elle hissedilebilen belli bir sertlikte olduğu görülür. Parkinson hastalığında rijidite en sık el, ayak bileği, dirsek veya diz gibi eklemlerde saptanır.

Bazen kas sertliği hekim tarafından eklemde sanki "dişli çark" takılması varmış gibi hissedilir. Hastalar kas sertliğini yorgunluk, batma hissi, ağrı veya kramp şeklinde hissedebilirler. Omurga çevresi kasların sertliği oldukça seyrek görülür, sırt ağrısı ya da bel ağrısı yaratabilir ve genellikle öne eğik durmakla şiddetlenir. Baldır ve ayak kasları sertliği ağrılı kramplar şeklinde ortaya çıkabilir.

Hareketlerde yavaşlama (Bradikinezi)

Parkinson hastalığının belki de özürlülük yaratan en temel belirtisi olan hareketlerdeki yavaşlama yani "bradikinezi", her hastada erken veya geç olarak gelişir. Hareket yavaşlığı günlük yaşamdaki faaliyetlerin tümünün belli bir yavaşlıkta olmasına yol açar. Hareketlerin düzenli aralarla tekrarı ve eklemlerin hareket açıklığı azalmıştır. Hastaların basit günlük işlerini yapma sırasında, örneğin düğme ilikleme, kravat ve ayakkabı bağlama, yazı yazma ve çatal-bıçak kullanma gibi incelik isteyen işlerde başlangıçta hafif derecede hissettikleri güçlük giderek artar. Zamanla istemli hareketlerin çoğunun yapılmasında, örneğin yemek yerken ve çiğnerken, alçak bir koltuktan doğrulurken, otomobile binerken ve inerken, yatakta bir taraftan diğer tarafa dönerken zorlanmalar dikkati çeker. Yukarıda sözü edilen istemli hareketlerin yavaşlamasının yanı sıra, gözleri kırpmak ve yürürken kolları sallamak gibi otomatik olarak yapılan, birbirinin aynı olan hareketler de azalır ya da kaybolur.

Hareket yavaşlığı ne çok kadar belirgin olsa da hastaların kas gücü, yani kuvveti normaldir. Hastanın bu yöndeki yakınması genel bir yorgunluk hali, örneğin yürürken ya da diş fırçalarken yapılması gereken ardısıra hareketlere kumanda ederken uzuvlarda hissettiği tutukluktur. Hareketlerdeki bu tür yavaşlık zamanla hastaları başkalarına bağımlı hale getirebilir. Yavaşlığı ağır derecede olan bir hastada titreme ya da rijidite bulunmayabilir.

"Akinezi" ise hareketsizlik anlamı taşır ve genellikle hastalığın ilerlemiş olduğu dönemlerde ortaya çıkar. Bu durumdaki Parkinson hastaları uzun süre izlendiğinde, gözle görülür bir hareket yapma yeteneğini yitirdikleri görülür: göz kırpma, doğal yüz ifadesini oluşturan hareketler (mimikler), oturuşu düzeltmek gibi yardımcı hareketler gözlenmez. Böyle hastalar sadece kıpırdamadan oturur ve sabit bir bakışla bakarlar.

Parkinson Hastalarında Beden Eğitiminin Yeri

Parkinson hastalarında tıbbi tedavinin yanı sıra beden eğitimi hareketleri de çok önemlidir. Fiziksel olarak zinde olan hastaların uzun hastalık seyriyle daha iyi başa çıktıkları bilinen bir gerçektir.

Beden eğitiminin, yapılabildiği ölçüde, özellikle kas sertliği ve hareket yavaşlığı üzerine olumlu etkisi nedeniyle hastanın kendisini daha iyi hissetmesine katkısı vardır. Bilindiği gibi kullanılmayan kasların zamanla kitlesi azalır ve boyu kısalır (kontraktür), dolayısıyla vücudun kas yapısının korunması için beden hareketleri yapmak zorunludur. Benzer biçimde, eklemlerin her gün normal hareket menzilinde hareket ettirilmeleri gereklidir, aksi takdirde kullanılmayan bir eklemi kuşatan bağ dokusu sertleşir ve eklem hareket yeteneğini kaybederek kalıcı biçimde işlev kaybına uğrar. Böylece düzenli kas faaliyeti kasları ve eklemleri korur, ayrıca kalbin çalışmasına, kan dolaşımına ve akciğerlerin havalanmasına da katkıda bulunur.

Bunların dışında beden hareketleri yapanlarda daha az kabızlık olur, böbrekler, idrar yolları ve mesane daha iyi çalışır. Öte yandan fiziksel faaliyet zihin için de iyidir. Kaslardaki gevşeme ve rahatlama fikirlerin olumlu yönde değişmesine de yol açar. Beden hareketlerinden sonra mutluluk hissi, kendini iyi hissetme duyguları kişiye hakim olur.

Kendi gözlemimize dayanarak hastalarımız arasında düzenli olarak beden hareketleri yapanların, yapmayanlara göre günlük yaşamlarında daha hareketli olduklarını söyleyebiliriz. Beden eğitimi hareketleri özellikle alışık olmayan hastalar için başlangıçta zevksiz ve sıkıcı görünse de, bunu günlük yaşamın bir parçası olarak kabul etmeleri kendileri için yararlı olacaktır. Aile bireyleri de en az hekim kadar bu konuda destekleyici ve teşvik edici bir tutum içinde olmalıdırlar. Mesleği gereği fazla hareket eden hastaların bu bakımdan daha şanslı olduklarını belirtmekte yarar vardır.

Hastalar normal hareket açıklığına kavuşması amacıyla tüm eklem ve kaslarını her gün kısa sürelerle çalıştırmalıdırlar. Bu çalışmaların hastayı aşırı derecede yoracak kadar ağır olması ya da uzun sürmesi şart değildir. Eğer hasta tercih ediyorsa sabit duran bisiklet ya da kürek çekme aleti gibi bazı aletlerden yararlanabilir, ancak bunların aletsiz yapılan hareketlere bir üstünlüğü görülmemiştir.

Yürüme hastalar için mükemmel ve ılımlı bir egzersizdir. Yürümenin hızı, süresi ve mesafesi hastanın yetenek ve gücüne göre değişebilmekle birlikte günde bir buçuk-iki kilometre yürüyüşün yorucu olmadığı gibi gevşetici ve canlandırıcı bir etkisi de vardır. Yürüme şehirde ya da kırsal kesimde kolaylıkla hobi şeklinde yapılabilir, veya her sabah köşedeki dükkana gidip alışveriş yapmak, dönüşte başka bir yoldan dönmek şeklinde günlük yaşamın bir parçası haline getirilebilir. Bunun dışında yüzme son derece yararlı bir spordur, ancak denge ve yürüme bozukluğu olmayan hastalara, eğer imkanları varsa yazın sığ sularda, güvenli koşullarda yüzmesi önerilir. Eskiden beri yapmaktan hoşlandığı tenis, futbol gibi faaliyetleri varsa hasta bunları sürdürmelidir, zira bu tür sporlarda öğrenilmiş hareketler, yürüme gibi içgüdüsel olarak yapılan hareketlere kıyasla Parkinson hastalığından daha az etkilenir.

BEDEN EĞİTİMİ HAREKETLERİ

Büyük eklemleri ve onları ilgilendiren kasları düzenli olarak her gün çalıştırmanız size son derece zindelik kazandıracaktır. Özellikle sabah yataktan kalkar kalkmaz yapıldığında, gün boyu daha fazla hareketlilik kazanabilirsiniz. Parkinson hastalığına ait belirtileriniz tıbbi tedaviyle kontrol altına alınmış ise ve ağır kalp yetmezliği sorunu taşımıyorsanız, aşağıda yer verilen bazı basit beden eğitimi hareketlerini çalışmanızın size yararlı olacağına inanıyoruz.

Bazı hareketleri bir kez öğrendikten sonra, evde her gün kendi başınıza yapabilirsiniz. Hareketlerinizdeki kısıtlılık nedeniyle tek başınıza beden hareketlerini çalışamayacaksanız, bir fizyoterapistin yardımıyla germe egzersizleri ve bazı pasif hareketler yapılabilir ve daha sonra aile bireylerinden biri tarafından her gün ve düzenli olarak uygulanabilir. Her gün yapılan egzersizlerin günlük yararı hafif olsa bile, birikmiş yararlı etkisini haftalar sonra fark edeceksiniz. Günde 5-10 kez ya da daha fazla yapmanız önerilen bazı egzersizler aşağıda tarif edilmiştir.

Sırtüstü Yatarken Yapılacak Egzersizler

1. Her bir bacağınızı, diz bükülü haldeyken, sırayla karnınıza doğru çekiniz, diğer bacağınızı yataktan kalkmayacak şekilde bastırınız. Bu arada ellerinizden destek alabilirsiniz.

2. Ellerinizden destek alarak, her iki bacağınızı dizlerinizi bükerek karnınıza doğru çekiniz.

3. Her bir bacağınızı sırayla, dizlerinizi bükmeden havaya kaldırınız.

4. Dizlerinizi bükmeden ayaklarınızı bilekten kendinize doğru bükünüz ve 5 sn tutunuz.

5. Kol ve bacaklarınızı yanlara doğru açıp kapatınız.

6. Her iki bacak bitişik ve dizler bükülü halde iken kalça hareketi ile sağ ve sol yana dönerek dizlerinizi yatağa değdirmeye çalışınız.

7. Bir önceki hareketi yaparken bacaklarınızı bir yana, başınızı aksi yöne çeviriniz.

8. Dizleriniz bükülü halde, el ve ayaklarınızı yatağa bastırarak kalçanızı yataktan yukarı doğru kaldırıp 5 sn. tutunuz.

9. Bir önceki hareketi, avuç içi yukarı bakacak şekilde ellerinizden kuvvet almadan tekrarlayınız.

10. Dizleriniz hafif bükülü iken, baş ve omuzlarınızı kaldırarak ellerinizi dizlerinize değdirmeye çalışınız.

11. Dizleriniz bükülü, elleriniz kenetli iken sırayla sağa ve sola doğru uzanmaya çalışınız ve 5 sn. kalınız.

Yüzüstü Yatarken Yapılacak Egzersizler

1. Eller arkada kenetli iken baş tavana bakacak şekilde göğsünüzü yataktan kaldırınız. Bu durumdayken başınızı sağa ve sola çeviriniz.

2. Ellerinizle yatağa abanarak, dirsekler düz olacak şekilde baş ve göğsünüzü yataktan kaldırınız.

3. Dizlerinizi sırasıyla bükünüz.

Otururken Yapılacak Egzersizler

1. Kollarınız yanda, gövdeniz öne eğik pozisyonda iken nefes alınız ve sırtınız dik olacak şekilde doğrulunuz.

2. Vücudunuzun ağırlığını sırayla sağ ve sol yanlara eğilerek aktarınız.

3. Bir dizinizi kendinize doğru çekerken diğer tarafa eğilerek ağırlık aktarınız.

4. Dizinizi kendinize doğru çekiniz ve başınızı yavaşça dizinize yaklaştırmaya çalışınız. Başlangıç konumuna geri dönünüz. Sırtınızı dik tutmaya çalışınız.

5. Sırayla topuklarınızı ve parmak uçlarınızı yerden kaldırınız.

6. Daha sonra bir ayağınızın topuğunu kaldırırken diğer ayağınızın parmak ucu kalkacak şekilde hareketi tekrarlayınız.

7. Elleriniz dizler üzerinde çapraz yaptıktan sonra, kollarınızı yanlardan yukarıya doğru bir daire çizecek şekilde kaldırınız ve indiriniz. Kollarınızı kaldırırken burundan derin bir nefes alıp, kollarınızı indirirken ağızdan nefes veriniz.

8. Kollar yana açık konumda iken ellerinizi omuzlarınıza koyunuz ve sağa doğru dönerek 5sn. durunuz, daha sonra orta pozisyona gelip işlemi sola doğru dönerek tekrarlayınız.

9. Sağ kol düz bir şekilde ileri uzatılırken, sol bacağınızı karnınıza doğru çekiniz. Daha sonra aynı işlemi sol kol-sağ bacağınızla tekrarlayınız.

10. Sırayla sağ ve sol dizinizi düz bir şekilde ileri doğru uzatınız.

11. Her iki omuzunuzu yukarı kaldırarak kulaklarınıza değdirmeye çalışınız.

12. Her iki omuzunuza kendi ekseni etrafında daireler çizdiriniz.

13. Başınızı önce öne sonra arkaya yatırınız.

14. Başınızı sağa ve sola yatırınız.

15. Başınızı bir yandan diğer yana çeviriniz.

16. Başınızı önce saat yelkovanı yönünde, sonra ters yönde döndürünüz.

Not: 13-16. maddelerde belirtilen hareketleri başdönmesi, boyun eklemlerinde hareket kısıtlılığı, boyun fıtığı olan hastaların çalışmaları sakıncalıdır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:46:23 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9444#9444

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
PERIFERIK NOROPATILER


Periferik sinir sistemi tüm hareketleri (motor sinirleri) ve duyumları (duyum sinirleri) denetleyen sinir şebekesidir. Bu sinir şebekesi merkezi sinir sitemine beyin sapından ve omuriliğin birçok noktasından bağlıdır. Vücudun en uzak köşelerine bile uzanabilen bir şebekedir.

Belirtiler

- El ve ayaklarda karıncalanma hissi;

- Aynı yörelerde uyuşma;

- Dengesizlik veya koordinasyon bozukluğu;

- El ve ayaklarda zafiyet ve ağrı.

Periferik sinir sistemi, beyin ile organlar, kan damarları, kaslar ve deri arasındaki iletişimi sağlar. Beynin emirleri motor sinirleri ile iletilir ve gerekli bilgi duyum sinirleri ile beyne geri gelir.

Periferik sinirlerden birinin zedelenmesi 0 yöre ile beyin arasındaki iletişimi etkiler. Bu kasları harekete geçirmeye veya ilgili periferik sinir boyunca ağrıya da neden olabilir. Periferik nöropati, beyini ve omuriliği etkilemeden periferik sinirlerin zedelenmesine verilen addır. Önemsiz zedelenmelerde, akut ve yakıcı bir ağrı duyulur. Ciddi durumlarda ise denge bozuklukları, kas zafiyeti hatta felç görülebilir,

"Carpal Tunnel" sendromunda olduğu gibi bir tek sinir zedelenmiş olabilir, ya da GuillainBarre sendromunda olduğu gibi birçok sinir aynı anda hasara uğrayabilir.

Periferik nöropatinin birçok nedeni vardır. Zedelenme, sinir üzerine devamlı baskı ve hastalıktan ya da zehirlenmeden kaynaklanan sinir tahribatı bu nedenlerden bazılarıdır. Periferik nöropatinin en yaygın nedenleri şeker hastalığı, vitamin eksikliği, dengesiz beslenme ve alkolizm ile kalıtımsal bozukluklardır.

Sinir üzerinde basınç bir tümörden kaynaklanabileceği gibi, alçıda olmak veya yürürken koltuk değneği kullanmak ya da uzun süre sıkışık bir pozisyonda kalmak da böyle bir basınca neden olabilir. Romotoid artirit, bazı aletlerin yarattığı şiddetli titreşimler, sinir kanaması, fırlamış diskler, soğuğa veya radyasyona maruz kalmak ve bazı kanser türleri de sinirler üzerinde basınç oluşturabilir. Yaygın bir periferik nöropati cinsi olan "nevralgia paresthetica yanma duygusu, uyuşma ve bacakların ön kısımlarında hassasiyet ile ortaya çıkar.

Mikroorganizmaların sinirlere doğrudan saldırıya geçip, periferik sinir hasarına yol açmaları da mümkündür. Ayrıca toksik (zehirli) maddeler (kurşun, cıva, arsenik) de bu hastalığa neden olabilir.

Belirtiler genelde aylarca süren bir dönem boyunca ortaya çıkar. Ancak arsenik zehirlenmesi gibi vakalarda belirtiler hemen görülür. Önceleri ayak parmaklarında başlayan karıncalanma yavaş yavaş yukarılara yayılır. Bazen de ellerde başlayıp, kollara yayılır.

Aynı şekilde uyuşma da yayılır. Deri hassaslaşır ve hatta bazen en ufak bir temas acı verir. Ciddi durumlarda, kaslarda giderek yaygınlaşan bir zafiyet belirir.

Şeker hastalığı vakalarında, periferik nöropatinin belirtileri hastalığın başlangıcından 15-20 yıl sonrasına kadar ortaya çıkmayabilir. Ancak kan şekeri düzeyi iyi kontrol edilmezse, belirtiler çok daha önceden baş gösterebilir.

B12 vitamini eksikliğinin ağır durumlarında pernisyöz anemi), periferik nöropati başlamadan önce, solgunluk, güçsüzlük, yorgunluk veya nefes tıkanıklığı gibi belirtiler başlar. Deri sarımtırak bir renk alır ve ağızla dilde hassasiyet görülür.

Periferik nöropatiye en çok alkolikler tutulabilir. Genelde yetersiz beslenme ile birlikte gelen alkolizm nöropatiye yol açar. Kansızlık da ortaya çıkınca, periferik nöropati kaçınılmaz olur.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 2:48:48 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9445#9445

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
PERITONSILER ABSE


Anjin de denen bu hastalıkta bademciklerden biri iltihaplanır ve bu bademcikle çevresindeki yumuşak dokular arasında abse olur. Abseden önce yumuşak dokuda yayılan enfeksiyon absenin de çok geniş bölgelere yayılmasına neden olur. Enfeksiyon boyuna ve hatta göğüse iner. Peritonsiler abse gençlerde görülür.

Belirtiler

- Boğaz ve yumuşak damak ağrısı,

- Yutkunmada büyük acı,

- Ateş,

- Başı acının ters yönünde bir tarafa yatırmak ihtiyacı.

Teşhis

Boğaz ağrısı ve huzursuzluk vardır. Doktorunuz şişmiş bir bademcik ve bunu örtecek kadar şişmiş damak arkası yumuşak dokusu görürse buna anjin diyebilir.

Doğru tedavi edilmezse abse boyuna, göğüse, kalbe, akciğer arasındaki zara kadar inebilir. Bazen çok şiddetli bir şişmeyle ağzın damak tarafında dile yaklaşır ve nefes borusunun tıkanmasına neden olur.

Tedavi

Bu enfeksiyon antibiyotikle tedavi edilebilir. Cerahat varsa ve kendiliğinden akmazsa, doktorunuz abseyi ameliyatla akıtabilir. Bu antibiyotik tedavisi başladıktan hemen sonra veya enfeksiyonun bitmesinden 6 hafta geçtikten sonra olabilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:27:45 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9447#9447

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
PILONOIDAL SINUS (SINUS PILONOIDALIS)


Sakral sinüs olarak da adlandırılan pilonoidal sinüs, kuyruk sokumu bölgesinde meydana gelir ve küçük bir çukur veya geniş bir açıklık şeklinde gözlenebilir.

Pilonoidal sinüslerin çoğunluğu doğuştan itibaren vardır ve zararsız küçük bir çukur şeklinde farkedilmeden durabilir. Bu çukurluklar bazılarında fazla miktarda kıl içerebilir. Pilonoidal sinüsler aynı zamanda derin bir kanala dönüşebilirler, bu durumda bu kanal içerisinde kıl olan bir sinüs meydana gelebilir. Kanal şeklindeki sinüsler mikropla enfekte olabilir ve akıntı oluşabilir. Çok nadir olarak bu kanal ilerleyerek omuriliğe ulaşabilir.

Ergenlik döneminde pilonoidal çukur veya kanalcıklar enfekte olarak kist şeklinde bir yapı meydana getirebilirler buna pilonoidal kist veya sakral kist adı verilir. İşte böyle durumlarda o bölgede tekrar tekrar enfeksiyon gelişmesini engellemek için cerrahi olarak ya o bölge tamamen çıkarılır ya da kist boşaltılır.

Nedenleri

- Doğuştan pilonoidal sinüs olması

- ciltte doğuştan kanal şeklinde sinüs bulunması

Evde Yapabilecekleriniz

O bölgeyi düzenli olarak temizleyip banyo yaparak, pilonoidal sinüsün temiz tutun ve ölü dokuları temizleyin. Koyu veya açık olsun her hangi bir akıntı meydana geliyorsa hekiminize müracaat edin.

Belirtiler

Bu bögede şişlik, kızarıklık, akıntı veya hassasiyet hissederseniz hekiminize müracaat edin.

Bebeklik ve çocukluk döneminde yapılan düzenli hekim muayeneleri sırasında nadiren bu durum saptanmaktadır ve genelde belirti vermayeceğinden gözden kaçmaktadır.

İlerlemiş hastalarda bacaklarda hareket sırasında meydana gelen ağrılar, idrarını tutamama gibi ciddi şikayetler meydana gelebilir.

Tedavi

Hafif bir ağrı ve akıntı olan durumlarda kuvvetli antibiyotik ve antiinflamatuvar ilaçlar denenebilir, ancak kist oluşan durumlarda cerrahi tedavi gerekmektedir.
< ="http://pagead2.googlesyndication.com/pagead/show_ads.js" =text/>

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:28:08 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9448#9448

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
PITYRIASIS ROSEA


Pityriasis (pullu) rosea (gül renkli) çok görülen zararsız bir döküntüdür. En fazla gençlerde görülür.

Belirtiler : Gövdede kolların üst kısmında boyunda ve bacakların üst kısımlarında hafifçe kaşınan kırmızı noktalar.

Gövdede tek bir pullu kırmızı leke ilk belirti olabilir. Birkaç gün sonra başka lekeler de belirir.

Bir virüsün neden olduğu sanılmaktadır. Döküntü genellikle 3 ile 10 hafta içinde kaybolur. Doktorunuz başka hastalıkları saf dışı etmek için kan tahlili isteyebilir.

Tedavi

Bu döküntünün tedavisi yumuşak bir şekilde olmalıdır, çünkü cildi tahriş etmek, bu döküntülerin, vücudun başka yerlerine de yayılmasına yol açar.

Hafif yağlayıcılar ve kaşıntı losyonları kaşıntıya fayda edebilir. Hidrokortizon kremi de faydalı olabilir.

Makul ölçüde güneş banyosu faydalıdır, fakat güneş yanıklarından kaçının; doktorunuz antihistamin tabletleri de verebilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:28:27 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9449#9449

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
POLISITEMI (POLISITEMIA VERA)


Kemik iliğinde aşırı kan hücresi üretimi sonucunda kan hücrelerinin sayısında (özellikle kırmızı kan hücreleri = eritrositler) anormal derecede artış meydana gelmesine verilen addır.

Polistemia vera doğumsal değildir, daha sonra gelişir. Bir kemik iliği hastalığıdır. Tüm kan hücrelerinde (eritrosit, lökosit, trombosit) aşırı üretim sözkonusudur. Oldukça nadir görülen bir hastalıktır, sıklıkla erkeklerde gözlenir ve 40 yaş altında nadiren gözlenir. Nedeni tam olarak bilinmemektedir.

Hastalık yavaş yavaş gelişir, genellikle 50-60 yaşlarından sonra akut myelojenik lösemiye dönüşebilir. Kanın yoğunluğunda meydana gelen artış (akışkanlığının azalması) ve trombositlerin sayısında meydana gelen artış bir inme veya kalp krizi gelişmesine neden olabilir. Bazı hastalarda trombositlerin pıhtı oluşturma yetenekleri azaldığından, kanamalar meydana gelebilir. Riskli gruplar bilinmemekle birlikte, yahudilerde daha sık gözlenmektedir.

Belirtiler (şikayetler genelde kanın akışkanlığının azalmasına bağlıdır).

- başağrısı

- sersemlik

- kaşıntı (özellikle sıcak bir banyodan sonra)

- karnın sol üst kısmında şişkinlik hissi

- ciltte kırmızılık, özellikle de yüzde

- nefes darlığı

- yatar durumda zor nefes alma

ilave oalrak aşağıdaki şikayetler de bulunabilir:

- görme bozuklukları

- ciltte kırmızı nokta tarzında lekeler

- yer yer morluklar

- halsizlik

Tanı ve testler

- kan hematokrit değerinin artması

- kan beyaz küre sayısının artması

- kan trombosit sayısının artması

- kan hacminin artması

- kırmızı küre incelenmesi (periferik yayma)

- kan vitamin B-12 düzeyi ölçümü

- kemik iliği biyopsisi

- laktat dehidrojenaz enzim düzeyi analizi

- idrar analizi

- serum ürik asit düzeyi ölçümü

- trombosit agregasyon testi

- sedimentasyon (sedim) hızı ölçümü

- eritropoietin ölçümü

- lökosit alkalen fosfataz enzim ölçümü

Tedavi

Tedavinin temel amacı kanın akışkanlığını arttırmak, kanamaları ve damar içi pıhtılaşmayı önlemektir.

Flebotomi (kan alınması) kanın yoğunluğunu (koyuluğunu) azaltmak amacı ile kullanılan yöntemlerden birisidir. Kan hematokrit düzeyi 45 in altına düşene dek her hafta 1 ünite kan alınır. Flebotomi işlemi kan hematokrit düzeyi 45 in altına düşene kadar devam edebilir.

Kemik iliğindeki üretimi baskılamak için bazı hekimler tarafından kemoterapi uygulanabilir.

Aspirin benzeri ilaçlar (pıhtılaşmayı engelleyici - kanı sulandırıcı) kullanılmamalıdır, çünkü mide kanamasına neden olabilir.

Gerekli önlemler alınmadığında 11-15 yıl içerisinde ölüm meydana gelebilir. Ölümün en önemli nedeni; damar içi pıhtılaşmaya bağlı inme veya kalp krizleridir. İleriki dönemlerde lösemi gelişebilir.

Gelişebilecek Diğer Hastalıklar

- Damar içi pıhtılaşma

- mide ülseri

- mide kanaması

- gut hastalığı

- lösemi

- kalp yetmezliği

- miyelofibrozis

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:28:42 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9450#9450

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
PROKTIT


Proktit, rektumun iltihaplanmasıdır. Bu bir enfeksiyondan (bakteri veya virüs) kaynaklanabilir. Ülserleşmiş kolitin veya Crohn hastalığının belirtisi de olabilir. Bazen proktit anal cinsel ilişkiden olabilir. Proktiti cinsel ilişki yoluyla almış olan bir kimse bu enfeksiyonu cinsel ilişki yoluyla başka bir partnere geçirebilir. (Seks ilişkisi Yoluyla Geçen Hastalıklar).

Belirtiler

- Dışkıda, kan balgam veya cerahat bulunması,

- Kabızlık

- İshal,

- Şiddetli rektal ağrılar,

- Ateş.

Proktite bağlı bazı belirtiler enfeksiyonun olası nedenini açıklar. Balgam, kan veya cerahatın dışkıda görülmesi iltihaplanmanın bel soğukluğundan kaynaklanmış olabileceğini belirtir. Proktiti eğer herpes simpleks virüsü yapmışsa, anüsün etrafında yara veya su toplaması gibi kabarcıklar bulabilirsiniz. Her iki durumda da makat yanar ve kaşınır. Tekrar tekrar duyulan aşırı dışarı çıkma hissi veya bağırsakları hareket ettirmeme hali meydana gelir. Eğer enfeksiyon rektumda değil de daha derin-de bağırsağınızda ise (protokolit) belirtilerin daha kuvvetli olması, anorektal sancı ve ateş görülmesi beklenir.

Teşhis

Doktoronuz anüs çevresindeki cildi muayene edecek dışkıdaki balgamı (varsa) inceleyecek ve protosigmoidoskopik (Kolon Kanseri için Radyografik Tarama) bir muayene programı uygulayacaktır. Frengi için bir kan testi de yapılabilir.

Bu hastalık enfeksiyon sebebine bağlı olarak kolayca tedavi edilebilir veya edilemez. Bakteriyel enfeksiyonlar (bakteriden kaynaklanan) antibiyotiklere cevap verebilir. Fakat viral (virüsten kaynaklanan) enfeksiyonlar vermez.

İlaç Tedavisi

Bakteriyel enfeksiyonların ilk tedavisi antibiyotiktir. Ekseriyetle tetracycline hydrochloride ile tedavi yapılır. Herpes simpleks virüsün neden olduğu proktiti tedavi edebilecek ilaç yoktur. Gene de doktorunuz enfeksiyonun yayılmasını önleyici ve belirtileri hafifletici müstahzarlar verebilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:28:58 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9451#9451

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SAC DOKULMESI (ALOPESI)


Saç dökülmesi terimi çok farklı problemleri anlatmak için kullanılabilir (saçlardaki hafif bir incelmeden tüm saçların dökülmesine kadar) ve bu durum bir çok nedenden kaynaklanabilir. Normal şartlarda, her gün yaklaşık olarak kafamızdaki saçlardan 50-100 arasında saç telini kaybederiz. Anormal saç dökülmesi durumlarında ise bu sayı artar ve taraklarınızda, banyo ve lavabo giderlerinde ve elbiselerinizde aşırı miktarda saç biriktiğini görürsünüz.
Tıbbi olarak saç dökülmesi aşağıdaki şekillerde sınıflandırılabilir:

Telogen effluvium: vücudun genel olarak strese (sıkıntıya) maruz kalmasının ardından (uzun süreli yüksek ateş, büyük bir ameliyat veya ciddi bir enfeksiyon) 2-3 ay sonra meydana gelen yaygın saç dökülmesidir. Bu tür saç dökülmesi vücuttaki ani hormon değişiklikleri sonucu da meydana gelebilir; özellikle kadınlarda doğum yaptıktan sonra.

İlaçların yan etkisi: belirli ilaçlar yan etki olarak saç dökülmesine neden olabilir; özellikle lityum, beta blokörler, warfarin, heparin, amfetaminler, levodopa ve diğer bazı ilaçlar. Daunorubicin ve kanser tedavisinde kullanılan diğer ilaçlar, ani ve yaygın saç kaybına neden olabilirler.

Hastalık belirtisi olarak: saç dökülmesi bazı hastalıklaırn belirtisi olarak meydana gelebilir. Bu hastalıklardan bazıları; lupus eritomotozus, sifiliz, tiroid hastalığı (hipotiroidi veya hipertiroidi), seks hormon dengesizliği, sarkoidoz, kanserin cildi tutması (yayılması), ciddi beslenme bozuklukları (protein, demir, çinko veya biotin eksiklikleri). Bu tür beslenme yetmezlikleri özellikle zayıflama diyeti uygulayan bayanlarda ve adet kanamaları çok ağır geçenlerde sık olarak görülmektedir.

Tinea capitis (kafa serisinin mantar hastalığı): yama şeklinde dökülme meydana gelen bu tip saç dökülmesinde hastalığa neden olan mikrop Trichophyton tonsurans dır. Bu enfeksiyon, saçın tam deriden çıktığı noktada kırılmasına neden olur.

Tarvmaya bağlı saç dökülmesi: bu tür saç dökülmesi insanların kendileri tarafından neden olunan saç dökülmesidir. saçlarını çekiştirmek, saçları aşırı sıcağa maruz bırakmak ve saç maşası ile aşırı kıvırmak, saça kuvvetli kimyasal maddeler sürmek (saç boyaları, spreyler gibi).

Erkek tipi saç dökülmesi: erkeklerde saç dökülmesi tipik bir şekilde meydana gelebilir (ön taraftaki saç çizgisinin geri çekilmesi ve/veya tepedeki saçlarda incelme / azalma). Bu en yaygın saç dökülmesi tipidir ve erkeklerde herhangi bir yaşta başlayabilir, hatta ergenlik çağlarında bile başlayabilir. Bu durum genelde 3 etkenin ortak sonucu olarak meydana gelebilir; ailevi saç dökülmesi şekli, erkek hormonlarının varlığı ve ilerleyen yaş. Tamamen benzer bir şekilde, bir çok kadında da kadın teipi saç dökülmesi meydana gelmektedir. Kadın tipi saç dökülmesinde; ön tarafta seyrekleşme, tepede veya tepenin çevresinde taç şeklinde seyrekleşme meydana gelebilir, dolayısı ile erkek tipi alın açılması meydana gelmez.

Belirtiler

Saç dökülmesi durumunda, yukarıda anlatılanlara ilave olarak; saçlarınızın fazlaca ince olduğunu, alnınızdaki saç çizginizin değiştiğini veya başınızda saçsız yama tarzı alanlar oluştuğunu fark edebilirsiniz.

Saç dökülmesi telogen effluvim veya ilaç yan etkisine bağlı olarak meydana geldiğinde, saç dökülmesi başın her tarafındadır; oysa mantar enfeksiyonlarında saç dökülmesi küçük yamalar şeklinde meydana gelir. Mantar enfeksiyonlarında başka şikayetler de bulunur; saç derisinde pullanma, saçların diplerinden kırıldığı siyah noktalarla kaplı alanlar veya kalınlaşmış deri ile karakterize alanlar. Travmaya bağlı saç dökülmesinde; yöntemin uygulandığı yere bağlı olarak belirli yerlerde saçsız alanlar ortaya çıkar. Erkek tipi saç dökülmesinde, saç çizgisi genelllikle şakaklardan itibaren çekilmeye başlar, bunu tepedeki saçlarda incelme takip eder. Aşamalı olarak, tepedeki alan tamamen saçsız kalır.

Tanı

Doktorunuz, saç dökülmenizin hangi tipte olduğunu saptarken yapacağı fizik muayeneye ilave olarak, kullandığınız ilaçları, geçirdiğiniz hastalıkları, ailenizdeki bireylerde saç dökülmesi olup olmadığını, beslenme alışkanlıklarınızı ve saç bakım alışkanlıklarınızı araştıracaktır. mantardan şüphelenilen durumlarda laboratuvar muayenesi için saçınızdan örnek alınabilir. Başka bir hastalığa bağlı olduğu düşünülüyorsa, kan tahlili gerekli olabilir.

Saç dökülmesinin ne kadar süre ile devam edeceği, sebebine bağlıdır. Örneğin; telogen effluvium tipi saç dökülmesinde süre genelde 1-5 ay kadardır ve daha sonraki aylarda saç tekrar çıkar. İlaç yan etkisine bağlı oalrak meydana gelen saç dökülmesinde, ilaç kesildikten sonra saçlar normal haline dönmeye başlar. Saçları çekmeye bağlı meydana gelen alopeside ve abartılı saç bakım alışnalıklarına bağlı alopeside; alışkanlıklardan kurtulmayı takiben saçlar normal haline dönmeye başlar. Mantar enfeksiyonuna bağlı alopeside ise en az 6-12 hafta süre ile tedavi uygulanmalıdır. Mantar hastalığına bağlı alopeside erken tanı ve tedavi, olası kalıcı bir saç kaybını engellemede önemlidir. Erkek ve kadın tipi saç dökülmesinde durum ilerleme eğilimindedir ve bu durumun problem olduğunu düşünenler için tedavi yöntemleri uygulanabilir.

Önleme

Bazı tür saç dökülmeleri, stesi azaltarak, iyi ve dengeli beslenerek, saç bakım teknikleri konusunda daha bilinçli davranarak ve saç dökülmesine nden olan ilaç kullanımından (mümkünse) kaçınarak engellenebilir. Mantar enfeksiyonlarına bağlı saç dökülmesi; saçları temiz tutarak ve şapka, tarak gibi malzemeleri baçkaları ile paylaşmayarak engellenebilir. Erkek tipi alopesi de bazen bazı ilaçların kullanımı ile engellenebilir.

Tedavi

Telogen effluvium nedenli alopesi veya ilaç nedenli alopesi tedavi gerektirmez. Kötü beslenmeye veya hastalıklara bağlı alopesi bu etkenler ortadan kalkınca düzelir. Mantara bağlı alopeside 6-12 hafta boyunca ilaç kullanmak ve bazen şampuan (selenyum sülfit veya ketokonazol içeren) ile tedaviyi desteklemek gerekebilir.

Erkek tipi ve kadın tipi saç dökülmesi gelişen bir çok kadın ve erkek genelde mutludur ve tedaviye gereksinim duymazlar. Tıbbi tedavi isteyenler için ise lokal minoksidil (tansiyon düşürücü bir ilaç) veya oral finasteride (sadece erkeker için) kullanılabilir. Yine saç ekimi denilen yöntemleri ve saçsız bölgenin ameliyatla alındığı yöntemleri kullananlar vardır.

FİNASTERİDE : Bu ilaç, Type II 5a-reductase adı verilen bir enzimin çalışmasını engeller; böylece de testosterone hormonunun 5a-dihydrotestosterone (DHT) adı verilen ve erkek tipi saç dökülmesi ile ilgili olduğu iddia edilen maddenin oluşumunu engeller. Ancak kullanımı sonrasında cinsel istekte azalma, sertleşme problemleri, boşalma problemleri, meni sıvı miktarında azalma, memelerde büyüme ve hassaslaşma gibi yan etkiler 12 aylık kullanım sonunda ortalama %1.4 oranında gözlenmiştir.

ALOPECİA AREATA

Alopecia areata denilen durum 2-5 cm çapında, saçlı deride saçsız alanların meydana gelmesidir. Bazı hastalarda bu küçük daireler daha büyük olabilir ve tüm kafada ve hatta tüm vücuttaki kıllı bölgelerde saç dökülmesi gelişebilir. Bu hastalık bazen kortikosteroidli ilaçlarla tedavi edilebilir (krem olarak veya o bölgeye iğne ile enjekte edilerek), ancak garantili bir tedavi yöntemi yoktur. Saçsız bölge çok küçükse etraftaki saçalr tarafından bu bölge zaman içerisinde kapatılacaktır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:29:13 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9453#9453

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SAGIRLIK (DOGUSTAN)


Sağırlık irsi bozukluklardan (anormalliklerden) kaynaklanabilir. Kalıtıma bağlı bir böbrek hastalığı olan irsi nefritle (Alport Sendromu) beraber gelişmiş olabilir. Kalıtıma bağlı daha birçok sağırlık türleri vardır. Guatrla birlikte sağırlık (Pendred Sendromu), dış kulak, yüz ve boyun sakatlıklarının doğurduğu sağırlık, cilt anormalliklerinden kaynak!anan sağırlık, zihinsel geriliğin neden olduğu sağırlık; retinitis pigmentosa (gece körlüğü) ve periferal nöropatiye bağlı sağırlık (duyma özürü) bu tür sağırlıklardır.

Sık rastlanmayan ve başka anormalliklerle (bozukluklarla) ilgisi olmayan sağırlık türleri de vardır. Bunlar yaygın sayılmaz. Eğer ailenizden birinde veya çocuğunuzda bu tür bir sağırlık belirlenirse bir uzmandan genetik konuda bilgi edinin. Sağır bir bebek veya çocuk için uygun tedavi ve eğitime gecikmeden başlanmalıdır.

Eğer bir hamile anne adayı kızamıkçık geçirirse, gelişen bebeğin etkilenme riski vardır. Eğer kızamıkçık (German measles) hamileliğin ilk üç ayı içinde olursa, çocuğun sağır olarak doğma olasılığı vardır. Ayrıca katarakt, kalp problemleri ve beyin veya sinir sistemi bozuklukları gibi başka ciddi sakatlıklar da olabilir. Hamileliğin daha sonraki aylarında geçirilen kızamıkçık işitme kaybı yapabilir, fakat diğer sakatlıklara neden olma olasılığı azdır. Erken doğum (prematüre), doğum sırasında veya hemen doğum sonrası oksijensiz kalmak, kan uyuşmazlıkları ve menenjit genç yaşlarda sağırlık yapabilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:29:37 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9454#9454

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SAP HASTALIGI


Tanım
Halk arasında tabak hastalığı olarak bilinen, bütün çift tırnaklı hayvan türlerinde görülebilen bulaşıcı bir hastalıktır.
Aft Humması, ayak-ağız hastalığı (foot-mouth disease) isimleri de kullanılmaktadır.
Sığırlar, domuzlar, koyunlar ve keçiler hastalığa çok çabuk yakalanırlar. Bunun yanı sıra hayvanat bahçesindeki bazı hayvanlarla doğal hayattaki kirpi, fare, ceylan gibi hayvanlar da hastalığa yakalanabilmekte.
Öncelikli olarak hayvanın ağız içi, tırnaklar, memeler, işkembe de çeşitli (kesecikler) yaralarla karakterizedir. Hayvan, yaşına ve cinsiyetine gore hassasiyet gösterir. Şap hastalığının etkeni bir virüs olup, birbirinden farklı 7 tipi mevcuttur. Bunlar A, O, C, Sat 2, Sat 3 ve Asya 1 Tipi olarak adlandırır. Tiplerin içinde ayrıca çok sayıda alt tipler mevcuttur. Koruyucu aşılar buna göre hazırlanır.|Bulaşma
Hasta hayvanların sağlamlara teması, idrar, gübre, süt, sparma ile bulaşma olur. Ayrıca hastalık etkeninin bulaşmış olduğu deri, yem, yataklık, ot, su, bakıcı, nakil vasıtaları, hastalıklı etlerden yapılan salam, sosis, gibi ürünler ile fare, kuş, yılan, kaplumbağa, gibi taşıyıcılarla da bulaştırma mümkündür.
Sap, sürüler arasında direk temas ve havadaki virüsün teneffüs edilmesiyle bulaşıyor. Sap virüsü, karada rüzgar yoluyla kilometrelerce uzaklara taşınabiliyor. Suda ise mesafe daha da artıyor. Hasta hayvanların hareket etmesi şapı ayrı sürülere bulaştırabiliyor. Araçlar, aletler, tarım ürünleri ve insanlar da taşıma görevi görüyor. Virüs uzun süre etlerde,iliklerde, iç organlarda ve pastörize edilmemiş ürünlerde yaşayabiliyor. |Hastalık Belirtileri
İçi su dolu kabarcıklar ilk belirtiler. Diğer belirtiler arasında ise topallık, uyuşukluk, iştah kaybı ve sütten kesilme bulunuyor.
Hastaların ağızlarından ip gibi salya akar, ateş 40 -41 C, ağız şapırdartması ve sütten kesilme, dilinde, dişetlerinde, dudağın iç kısmında mercimek veya fındık büyüklüğünde su keseleri (veziküller) görülür. Takip eden günlerde ayak tırnak aralarında, memelerde, boynuz diplerinde, burunda enfekte yaralar oluşur.
Kültür ırkı sığırlarda ve körpe buzağılarda hastalık çok çabuk seyreder. Hastalık belirtileri tam olarak meydana çıkmadan solunum güçlüğü ve kalp yetmezliğinden aniden ölebilirler.

İNSANLARDA HASTALIK BELİRTİLERİ
Hastalıklı hayvanların sütünü içen küçük çocuklarda, bulaşık yer ve eşyaları kullanan yetişkinlerde de ağız, göz ve parmak aralarında küçük su kesecikleri görülebilir.
İnsanlar için tehlikeli olmadigi düsünülmekteir. İngiltere de 1966 yılında, insanda sadece bir vakaya rastlandı. Nezlenin belirtilerine benziyordu ve ellerde kabarcıklar oluşmuştu.
İnsanlar, virüsten etkilenmiş bir hayvanın etini tüketmekle veya diğer insanlardan hastalığı kapamaz.|Etkenin (Virüsün) Dayanıklılığı:
1) Direkt güneş ışınları karşısında kısa zamanda harap olur.
2) Isıya dayanıksız olup, 60- 65 oC de, 30 dak. 85 oC de se derhal ölür.
3) Çevre şartları: Etken, kuruluğu, soğuk ve karanlığı sever
4) Sığır derisi ve kıllarda, 4 hafta; Lastik çizmelerde, 14 hafta; Samanda, 15 hafta; Toprakta, 4 hafta; Kuru otlarda ve danelerde, 5 ay hastalık yapma gücünü korur.
5) 1 / 2000 lik konsantre formol; % 3-5 Çamaşır Sodası; % 4-5 lik Sodyum Karbonat (Soda); 1 / 10 oranında sulandırılmış sirke yahut %4 lük Alkol; 1 / 200 lük Potasyum Permanganat; 1 / 250 lik lodophore gibi antisepliklere karşı hassastırlar.|Hasta hayvanların ağız, ayak ve memelerinde meydana gelen yaraların çabuk iyileşmesi için yukarıdaki antisepliklerle yıkanması yanında, güçlü antibiyotikler ve pomatlar tatbik edilerek iyileşme hızlandırılır.
Sürü tedavilerinde, ahırın kapısına 15 -20 cm derinlikte uygun uzunlukta beton havuzlar yapılarak, içerisine %2 lik çamaşır sodası veya %5 lik formolün göz taşı doldurarak hayvanlar içerisinden geçirilir.|Hayvanlarda Koruyucu Önlemler:
1. Bir yaşına kadar olanlara 4 ayda bir, bir yaşından sonra 6 ayda bir kombine aşılar yapılmalıdır. Aşılar soğuk zincir içerisinde taşınmalı ve ve kurallara uygun tatbik edilmeli
2. Yeni satın alınan hayvanlar en az 10 gün karantinaya alınmalı.
3. Ahırlara hayvan bakıcısından başkasının girmemesi, bakıcının ahırda özel elbise, çizme kullanması
4. Sağım öncesi ve sonrası malzemelerin mutlaka sıcak su ile yıkanması
5. Hastalıklı bölgelerden asla hayvan alınmamalı
6. Ölen hayvanların yakılarak yahut derin çukurlara gömülüp üzerine kireç dökülmeli, kullanılan, malzemeler 70-80 oC kaynatılmalıdır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:29:54 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9455#9455

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SARBON (ANTHRAX)


Şarbon genelde keçi, koyun, sığır gibi hayvanların hastalığıdır. Bacillus anthracis isimli bakteri tarafından meydana getirilen, insanlarda deride kötü karakterli yaralara neden olan, solunum sistemi, sindirim sistemi ve kan yoluyla yayılarak beyin zarlarında da enfeksiyon oluşturabilen bir hastalıktır.

ETKEN:

Hastalığın etkeni Bacillus anthracis isimli, hareketsiz, çomak şeklinde, havalı ve havasız ortamda üreyebilen, havalı ortamda ve 20-30 OC de üreyince ısıya dayanıklı sporlar oluşturan bir bakteridir. 12-44 OC de özellikle 37 OC de üreyebilirler. Dayanıklı sporları su ve sıvılarda yıllarca yaşayabilir.

BULAŞMA YOLLARI:

Şarbon basilleri insan vücuduna deriden temas yoluyla veya solunum ve sindirim yoluyla bulaşırlar. İnsandan insana bulaşma nadirdir. En sık görülen şekli deri şarbonudur. Deri şarbonu bulaşık saç, tüy ve yünlere temas yoluyla bulaşabilir. Solunum ve sindirim yoluyla bulaşmaya daha az rastlanır. Sindirim yolu ile bulaşma sporlar vasıtasıyla olur. Ot yiyen hayvan türleri ve bunlardan elde edilen ürünler bulaşmaya neden olabilir. Mikrop sporları su, yağmur ve rüzgarlarla çok uzaklara yayılabilir.

KULUÇKA SÜRESİ:

1-7 gündür. 10 güne kadar uzayabilir.

HASTALIK BELİRTİLERİ:

Deri şarbonunda daha çok vücudun çıplak yerlerinde oluşan çevresi kızarık kabartılar, sonradan içi sarı veya kanlı sıvı ile dolu kara çıbanlara dönüşür. Sızıntı ve siyah kabuklar oluşur.

Hafif vakalarda ateş olmayabilir. Ağır vakalarda yorgunluk, baş ve eklem ağrıları, orta dereceli ateş, hatta kusma ve kanlı ishal görülebilir. Çok ağır vakalarda hastalığın birinci haftası sonunda veya ikinci hafta başında hasta ölebilir.

Akciğer şarbonunda yüksek ateş, nefes darlığı ve morarma, halsizlik, öksürük, kanlı ve pis kokulu balgam, boyun ve göğüs derisi altında ödemler ve kollaps görülür. Bir veya birkaç gün içinde ölümler olabilir.

Sindirim sistemi şarbonunda şiddetli ve bazen kanlı kusmalar, karın ağrıları, şişkinlik ve kanlı ishal görülür. 2-3 gün içerisinde barsak delinmesiyle şekillenen peritonit veya kollaps sonucu hasta kaybedilebilir.

Tedavi edilen vakalarda ölüm %1 düzeyindedir. Buna karşılık tedavi edilmeyen vakalarda ölüm çok yüksek oranlardadır.

TANI YÖNTEMLERİ:

Hastalık için temel tanı klinik seyir ile konur. Laboratuvarlarda mikroorganizmanın izole edilmesi tanıyı kesinleştirir. PCR yöntemi ile mikroorganizmanın genetik materyali saptanarak hızlı tanı konulabilir.

TEDAVİ

Penisilin, tetrasiklin, kloramfenikol, eritromisin ve sulfonamidler tedavide kullanılabilecek ilaçlardır. En yüksek başarı penisilinlerle elde edilmektedir.

KORUNMA:

Bulaşmayı önleyecek tedbirler alınmalıdır. Solunum maskeleri kullanılması, tehlikeye maruz insanların aşılanması yararlıdır. Bulaşık yerlerin ve malzemelerin uzun ve etkili dezenfeksiyonu gereklidir. Bulaşan yerlerin ve malzemelerin uzun ve etkili dezenfeksiyonu gereklidir. Bulaşan yerler sabunlu krezol, kireç kaymaklı su veya kostik soda ile ıslatılıp bu şekilde 1-2 saat bırakılmalıdır. Kaynama sırasında sporlar 10 dakika dayanabilmektedir.

ŞARBON SABOTAJI NASIL OLABİLİR?

· Uçaklardan aerosol tarzında püskürtme ile,

· Özellikle bakterinin sporları sulara bulaştırılarak,

· Enfekte edilmiş hayvanlar ve bunların ürünleri ile,

· Mikroorganizma sporları bulaştırılmış cisimlerle,

· Havalandırma sistemleri ile.

ŞÜPHELİ PAKET VE POSTALAR İÇİN İPUÇLARI:

· El yazısı ile veya anlaşılmaz şekilde yazılmış adresler,

· İade adresi bulunmazyan zarflar,

· Gerçekçi olmayan iade adresleri,

· Ağırlık-büyüklük arasında orantısızlık

· Yağlı damga, renk bozuklukları veya kötü koku,

· Alüminyum folyo veya hışırtı sesi

· Nereden geldiği belli olmayan veya iade adresi ile tutarsız damgalar

ŞARBON ŞÜPHELİ BİR PAKETLE KARŞILAŞINCA YAPILMASI GEREKENLER:

· Şüpheli paketi sallamayın veya boşaltmayın,

· Paketi plastik bir ambalaj veya benzeri bir kutuya koyun,

· Bu kutuya temas etmemeye gayret edin ve çevrenizdekileri bu hususta uyarın,

· Kutuyu düşmeyecek, devrilmeyecek bir yere koyun, odayı boşaltın, güvenliğe haber verin,

· Ellerinizi bol sabunlu su ile yıkayın,

· Paketi dokunanların bir listesini çıkartın, bu listeyi güvenliğe ve olayı değerlendirecek sağlık ekibine verin.

ŞARBON ŞÜPHELİ TOZLA KARŞILAŞINCA YAPILMASI GEREKENLER

· Tozu temizlemek için uğraşmayın. Üstünüzü silkelemeyin. Tozun havalanmasına engel olun,

· Çalışan klima, havalandırma ve vantilatörleri durdurun,

· Paketi plastik bir ambalaj veya benzeri bir kutuya koyun,

· Bu kutuya temas etmemeye gayret edin ve çevrenizdekileri bu hususta uyarın,

· Kutuyu düşmeyecek, devrilmeyecek bir yere koyun, odayı boşaltın, güvenliğe haber verin,

· Ellerinizi bol sabunlu su ile yıkayın,

· Elbiselerinizi bir an önce üzerinizden çıkartın ve plastik bir torbaya koyun,

· Bol su ve sabunla duş alın,

· Paketi dokunanların bir listesini çıkartın, bu listeyi güvenliğe ve olayı değerlendirecek sağlık ekibine verin.

HAVALANDIRMA İLE SABOTAJ ŞÜPHESİNDE YAPILMASI GEREKENLER:

· Havalandırma sistemlerini kapatın

· Odayı hızla terk edin, kapıyı kapayın ve insanların girmesini engelleyecek uyarıları koyun,

· Güvenliğe haber verin, merkezi sistem havalandırmalar için kontrol merkezini haberdar edin,

· Sabotaja maruz kalmış olabileceklerin bir isimlerini belirlemeye çalışın, bu listeyi güvenliğe ve olayı değerlendirecek sağlık ekibine verin.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:30:09 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9456#9456

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SARKOIDOZ


Sarkoidozun nedeni bilinmemektedir. Vücudun deri, göz, çevresel sinirler, karaciğer, lenf düğümleri ve kalp de dahil hemen hemen her tarafını etkileyebilir, ancak vakaların %90 ında akciğerleri etkiler.

Belirtiler

- Hiç belirti olmayabilir

- Genel kırgınlık

- Ateş

- Nefes darlığı, özellikle egzersiz sırasında

- Kilo kaybı

Sarkoidoz bağışıklık sistemini de tutuyor gibi görünmektedir. Vücudunuzu hastalıklardan koruyan akyuvarların bir tipi olan yardımcı T lenfositler aşırı çalışarak dokularda iltihap hücrelerin birikmesine neden oluyor gibi görünmektedir. Akciğerlerde bu hücre birikimi, alveol (akciğerdeki küçük hava torbacıkları) duvarlarına, bronşlara ve kan damarlarına zarar vererek akciğerdeki normal oksijen dağılımını değiştirir.

Sarkoidoz kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. Nadir olarak çocuklarda ve yaşlılarda da görülmesine rağmen, hastaların çoğu 20 ile 40 yaş arasındadır.

Teşhis

Sarkoidoz, özelikle beden hareketleri sırasında ve sonrasında genel bir yorgunluğa, ateşe ve nefes darlığına neden olabilir. Bununla billikte, özellikle hastalığın erken döneminde belirti vermeyebilir. Çoğu kez başka bir nedenle akciğer filmi çektirilirken sarkoidozun varlığından kuşkularıılır. Teşhisi doğrulamak için fiberoptik bir bronkoskopla akciğer dokusundan biyopsi ile örnek alınır (laboratuvarda incelemek amacıyla alınan doku örneği). Bazen bu dokularda tutulursa, deri, lenf düğümü, göz akında da biyopsi yapılır. Ara sıra kan kalsiyum düzeyi normalden yüksek bulunur.

Sarkoidoz genellikle yavaş seyirli bir hastalıktır. Hastaların çoğu tedavi yapılmadan tam olarak iyileşirler ya da yalnızca birkaç hafif belirti kalır. Ancak, hastaların % 10-15inde hastalık kronikleşir ve yıllar boyu aktif olarak kalır ya da ara sıra hastalık nöbetleri ortaya çıkar. % 5-10 da, sarkoidoz yıllar sonra ölüme neden olur.

İlaç tedavisi

Eğer ciddi şikayetleriniz var ya da hastalık 4-6 ay içinde kendiliğinden iyileşmediyse doktorunuz kortikosteroid ilaçlar verebilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:30:29 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9457#9457

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SARS : CİDDİ AKUT SOLUNUM YOLU SENDROMU


Dünya Sağlık Örgütü’nün ‘dünya çapında bir sağlık tehdidi’ olarak ilan ettiği, akut solunum yolu yetersizliği sendromu (SARS=Serious Acute Respiratory Syndrome) adı verilen gizemli hastalık, nedenini belirleyerek yayılmasını kontrol etmeye ve hayat kurtarmaya çalışan araştırmacıların aklını karıştırıyor.


SARS nedir?


SARS yakın zamanda Asya’da, Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da görüldüğü bildirilen bir solunum yolları rahatsızlığıdır.


Akut solunum yolu yetersizliği sendromunun (SARS) semptomları nelerdir?


Hastalık genellikle ateşle başlar (38 derecenin üzerinde). Ateşe zaman zaman titreme ya da baş ağrısı, genel bir rahatsızlık hissi ve vücutta ağrılar da dahil olmak üzere başka belirtiler eşlik eder. Bazı kişilerde, hastalığın başlangıcında solunum yollarıyla ilgili hafif belirtiler de görülebilir.


SARS hastaları iki ila yedi gün arasında, kuru bir öksürüğe tutulabilirler. Bu duruma kana yeterince oksijen gitmemesi eşlik edebilir ya da durum o noktaya varabilir. Vakaların %10 ila %20’sinde, hastaların yapay yollardan solunuma gereksinimleri olacaktır.


SARS’a maruz kalırsam, hasta olmam ne kadar sürer?


SARS’ın kuluçka dönemi genellikle 2 ila 7 gündür; öte yandan, birbirinden ayrı haberlere göre, yumurtlama dönemi 10 güne kadar uzayabilir.


SARS hastalarına nasıl bir tıbbi tedavi tavsiye edilmektedir?


CDC (Communicable Disease Center- Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi) halen SARS hastalarının, bilinmeyen bir nedene dayalı, topluluk içinde bulaşan, tipik olmayan, ağır zaatürreye yakalanmış her hastaya uygulanan tedavinin aynısını görmelerini tavsiye ediyor. SARS hastalarında sayısız tedavi yöntemleri kullanıldı, ancak şu anda bunun yararını görüp görmediklerni anlamak için yeterli bilgi mevcut değil.


Uygulandığı belirtilen tedavi yöntemleri arasında, antibiyotikler önde geliyor. Tedavilerin arasında oseltavimir ya da ribavirin gibi antiviral ajanlar da yer alıyor. Sterodiler de oseltavimir ya da ribavirinle birlikte ağızdan ya da damar yoluyla hastalara uygulanıyor.


SARS nasıl yayılıyor?


SARS’ın temel yayılma yolu, görünüşe bakılırsa damlacıkların aktarılması. Yani SARS hastası olan biri öksürerek ya da hapşırarak havaya damlacıklar saçması ve başka birinin onları soluması yoluyla yayılır.


SARS’ın hava yoluyla ya da virüsün bulaştığı nesnelerden daha geniş çapta yayılması mümkün.


SARS hastası olan birinin etrafındakilere bu hastalığı bulaştırması tehlikesi ne kadar sürer?


Bugüne kadar gelen bilgilere göre, bu insanların ateş ya da öksürme gibi belirtiler sergilemeye başladıkları zaman, hastalığı bulaştırma olasılıkları en yüksektir. Öte yandan, SARS hastalarının, semptomların başlamasından ne kadar zaman önce ya da sonra, hastalığı diğerlerine bulaştırdıkları bilinmemektedir.


SARS’a yakalanma riski en yüksek olanlar kimlerdir?


SARS vakalarının, öncelikle hastalığı taşıyan biri ile doğrudan temas halinde olan, örneğin SARS hastasının aile fertleri ya da SARS hastasına bakarken enfeksiyon kontrol süreçlerini takip etmeyen sağlık görevlileri gibi insanlar arasında görüldüğü bildirilmektedir.


SARS’ın nedeni nedir?


CDC’de ve başka laboratuvarlardaki bilim adamları SARS hastalarında bundan önce bilinmeyen bir koronavirüs tespit ettiler. Yeni koronavirüs SARS’ın nedeni konusunda hala önde gelen varsayım olsa da, olası nedenler arasında yer alabilecek, başka virüsler de hala araştırılıyor.


Koronavirüsler nedir?


Koronavirüsler mikroskopta bakıldığında hale ya da tacı andıran bir görünüme sahip olan virüs gruplarıdır. İnsanlarda hafiften, orta ve üstü ağırlığa uzanan solunum yolu rahatsızlıklarının yaygın nedeni olan bu virüsler, hayvanlarda ise mide ve bağırsak, karaciğer ve sinir sistemi hastalıklarıyla ilişkilendiriliyor. Koronavirüsler dış ortamda üç saat gibi uzun bir süre boyunca hayatta kalabiliyorlar.


SARS için geliştirilen bir test var mı?


SARS için henüz elde hiçbir test bulunmuyor. Öte yandan, Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi Dünya Sağlık Örgütü’yle işbirliği içinde, yeni koronavisürün antikorlarının tespit edilmesinde son derece umut vadedici görünüyor.


SARS’tan korunmak için ne Yapmalısınız?


Hastalık, akut solunum yolu yetersizliği sendromu (SARS) hastası olan birinin öksürerek ya da hapşırarak havaya damlacıklar saçması ve başka birinin onları soluması yoluyla yayılır. SARS’ın hava yoluyla ya da virüsün bulaştığı nesnelerden daha geniş çapta yayılması mümkün.


Merkezi ABD’de bulunan sağlık kuruluşu CDC (Communicable Disease Center - Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi) hastalığın yakın temas halinde bulunulan kişilere ya da iyileşmekte olan SARS hastalarıyla ilgilenen sağlık görevlilerine bulaşmasını denetlemek amacıyla, solunum yollarındaki belirtilerin ve ateşin geçmesinden en az on gün sonra, aşağıdaki güvenlik önlemlerinin alınmasını tavsiye ediyor:


1. SARS hastaları ev dışındaki etkileşimlerini sınırlamalılar, işe, okula, evin dışındaki günlük bakım birimlerine ya da başka kamusal alanlara gitmemeliler.


2. Bu on günlük süre boyunca, SARS hastasının bulunduğu ailenin bütün fertleri ellerin sık sık yıkanması ya da alkol bazlı temizleyicilerin kullanılması gibi, el hijyeni ile ilgili tavsiyelere büyük bir dikkatle uymalılar.


3. Her SARS hastası öksürmeden ya da hapşurmadan önce ağzını ve burnunu mendille kapamalıdır. Mümkünse, SARS’ı atlatmakta olan hasta virüsün bulunmadığı insanlarla yakın temas halindeyken ameliyat maskesi takmalıdır. Hasta ameliyat maskesi takamıyorsa, evdeki diğer insanlar hastayla yakın temas halindeyken maske takmalılar.


4. SARS hastasının vücudundan çıkan sıvılarla gerçekleşecek her türlü temasta, bir kez kullanılıp atılan eldivenler tercih edilmelidir. Öte yandan, vücut sıvılarıyla teması gerektiren faaliyetlerin hemen ardından, eldivenler çıkarılarak atılmalı, eller yıkanmalıdır. Eldivenler yeniden kullanılmamalı, gerçek el hijyeninin yerine geçecekleri düşünülmemelidir.


5. SARS hastaları ailenin öbür fertleriyle yemek araç-gereçlerini, havlularını paylaşmaktan, onlarla birlikte yatmaktan kaçınmalıdır; bununla birlikte, bu eşyalar su ya da sıcak sabunla yıkanmak veya çamaşır makinesine atmak gibi rutin temizliklerden sonra kullanılabilir.


6. Ailenin diğer fertlerinin, ateş ya da solunum yolu rahatsızlıkları gibi SARS belirtileri göstermedikleri sürece, dışarıdaki faaliyetlerini sınırlamalarına gerek yoktur.


7. CDC’de görevli bir seyahat danışmanı kıta Çin’i, Hong Kong, Hanoi, Vietnam ya da Singapur’a, gerekli olmayan bir seyahat yapmayı planlayan kişilerin, seyahatlerini bir dahaki duyuruya dek ertelemelerini tavsiye ediyor.


SARS hastası olabileceğinizi düşünüyorsanız


Gizemli zaatürreye ilişkin söylentiler dünyanın her yanında gitgide yayılırken, sağlık görevlileri acil serviste ya da muayenehanelerinde, SARS’a yakalanmış olabileceklerinden korkan, endişeli ama aslında sağlıklı insanlarla, gitgide artan bir oranda karşılaşıyorlar.


Yetkililer öksürme, solunum zorluğu ve ateş gibi belirtilerin hüküm sürmekte olan soğuk algınlığı ve grip mevsiminde çok yaygın olduğunu söylüyorlar.


Ancak yakın bir tarihte Güneydoğu Asya’ya seyahat etmediyseniz ya da bu hastalığı taşıyan biriyle yakın temasta bulunmadıysanız, SARS hastası olmanız son derece uzak bir olasılık.


Dünya Sağlık Örgütü hastalığın nedeni belirlenene dek, akut solunum yolu yetersizliği vakasını, ana hatlarıyla, aşağıdaki belirtilerle tarif ediyorlar:


1. 38 derecenin üzerinde ateş


2. Şu solunum yolu belirtilerinden biri ya da daha fazlası: öksürme, nefes darlığı ya da nefes zorluğu


3. SARS hastası olduğu bilinen biri ile yakın temas ya da belirtilerin ortaya çıkmasından önceki son on gün içinde, hastalığın etkilediği alanlarda birine seyahat etmiş olmak.


Yetkililer yakın tarihte seyahat ya da hastalığı taşıyan bireylerle temasın ardından, bu zaatürre belirtilerini gösteren herkesi bir sağlık görevlisiyle temasa geçmesi, seyahatine ve temasın türüne ilişkin ayrıntıları eksiksiz olarak vermesi konusunda uyarıyor.


Sağlık görevlisi akut solunum yolu yetersizliği sendromuna maruz kalmış olabileceğinizi düşünüyorsa, hastalığın diğer olası nedenlerini elemek için daha fazla test uygulaması gerekir.


Bu gizemli zaatürreye ilişkin daha fazla bilgi elde edilene dek, yetkililer doktorların SARS’ta, zaatürrenin bilinmeyen her türünde uyguladıkları tedavileri uygulamalarını tavsiye ediyorlar.


Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi ve Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiyelerine göre, SARS hastalığına yakalandığı düşünülen kişiler, standart bulaşıcı hastalık tedavisi genel ilkelerine göre, hastaneye yatırılmalı ve diğer hastalardan tecrit edilmeli.
< ="http://pagead2.googlesyndication.com/pagead/show_ads.js" =text/>

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:30:48 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9458#9458

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 SEDEF HASTALIGI (PSORIAZIS)


Nedeni tam olarak bilinmeyen sedef hastalığında, vücudun bazı bölgelerindeki deride aşırı bir büyüme ve bunun sonucunda kalınlaşmış, kırmızı, yama görünümünde kaşıntılı, göze hoş görünmeyen alanlar meydana gelmektedir. Kafa derisi, dizler ve dirsekler en sık tutulan yerlerdir, ancak hastalık tüm vücutta geniş alanları kaplayan lezyonlar meydana getirebileceği gibi eklem iltihaplarına da neden olabilir. Genetik bir yatkınlık olabilir. Hastalığın şiddeti zaman içerisinde değişiklik gösterebilir, azalma ve artışlar stres ve psikolojik durumla ilişkilidir. Kullanılan tedavi yöntemleri kesin tedavide yetersizdir.

Aşağıdaki yöntemler tedaviye yardımcı olarak önerilebilir:

Güneşte daha çok zaman geçirin, mümkünse güneşi bol bir yere yerleşin. Güeş ışığı, sedef hastalığında son derece faydalıdır.

Daha az yağ ve daha az protein tüketin; karbonhidrat tüketimini arttırın.

Tedavi amacı ile devedikeni (Silybum marianum) bitkisinin ekstresini deneyin. Bu bitki ekstresi zararsızdır ve alkol kullanımına bağlı meydana gelen karaciğer hastalıklarına karşı kullanılmaktadır. Bir litre kaynar suya 50 gram meyvesinden konularak demlenir ve günde 2 kez birer çay bardağı, 3 ay boyunca içilir. Eğer hazır hapları bulunabilirse, günde 2 kez birer tablet, 3 ay süresince alınır.

Stres azaltma tekniklerini deneyin; hipnoz sonucu hastalığın gerilefiğini gösteren çalışmalar mevcuttur

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:32:26 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9460#9460

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SEKER HASTALIGI


Seker Hastaligi Nedir ?|Eger Seker hastasi iseniz, insulin denilen hormondan vucudunuzda ya yeterince yoktur ya da vucudunuz bu hormonu dogru bir Sekilde kullanamiyordur. Bu durumda kaninizda dolaSan Seker vucudunuz tarafindan yeterince kullanilamaz ve kaninizda bulunan bu fazla Seker kalbinize, kan damarlariniza, böbreklerinize, sinirlerinize ve gözlerinize zarar verebilir. Bunun sonucunda da kalp hastaligi, körluk, böbrek yetmezligi, felç, iktidarsizlik oluSabilir. Eger gerekli önlemleri alirsaniz bu rahatsizliklarin oluSmasini engelleyebilirsiniz.|Kan sekerimin Yukselmemesi için Neler Yapmaliyim ?|seker hastaliginizi kontrol edebilmek için kan Sekerinizin yukselmesini engellemeniz gerekir. ideal kan Sekeri kiSiden kiSiye degiSir. Bu yuzden kan Sekerinizin hangi duzeyde olmasi gerektigine doktorunuzla birlikte karar vereceksiniz. Kan Sekerinizin yukselmemesi için aSagidaki önerilerimize uymaniz gerekir: Mumkun oldugu kadar degiSik yiyecekler tuketin, devamli ayni Seyleri yemeyin. Yedikleriniz az yagli olsun. sekerli ve bol enerjili yiyeceklerden uzak durun (hamur iSleri, tatlilar gibi). Eger SiSman iseniz doktorunuzun önerecegi Sekilde kilo verin. 3 buyuk ögun yerine 5-6 kuçuk ögununuz olsun. Duzenli spor yapin. Spor yapamiyorsaniz yuruyuS yapin. Ancak bunlara baSlamadan önce doktorunuza daniSin. Ilaçlarinizi doktorunuzun tavsiye ettigi gibi ve duzenli olarak kullanin. Verilen tedaviyi uygulayamiyorsaniz, bunu doktorunuza iletin. ozellikle insulin kullaniyorsaniz gunde bir kez açlik kan Sekerinizi ölçun veya ölçturun. Açlik kan Sekerinizi her ölçturdugunuzde bu formun arkasinda bulunan takip formuna açlik kan Sekerinizi yazin ve kontrole geldiginizde bunlari doktorunuza gösterin. Yiyeceklerinizi ve yaptiginiz sporu buna göre ayarlayabilirsiniz.|seker Hastaligina Bagli GeliSen Hastaliklari onlemek için BaSka Neler Yapmaliyim ?|oncelikle duzenli olarak doktorunuza kontrole gidin. Bunun diSinda aSagidaki hususlara dikkat edin: DiSlerinizi hergun firçalayip, diS ipi ile temizleyin. Yilda 2 kez diSlerinizi kontrol ettirin. Tansiyonunuzu yilda 5-6 kez kontrol ettirin. Tansiyon durumunuz ile ilgili olarak doktorunuzdan bilgi alin. Kan kolesterolunuz hakkinda doktorunuzdan bilgi alin. Kan kolesterolunuzun yukselmemesi için duSuk kolesterollu yiyecekler tuketin. Sigara içmeyin. Yilda bir kez veya doktorunuzun istedigi siklikta gözlerinizi muayene ettirin.|seker Hastaligimin Ayaklarima Zarar Vermemesi için Nelere Dikkat Etmeliyim ?|Kendiniz hergun ayaklarinizi kontrol edin. Her kontrole gittiginizde doktorunuzdan ayaklarinizi muayene etmesini isteyin. Ayaklarinizda kizariklik, SiSlik, uyuSukluk, uzun suren agri, keçelenme farkederseniz hemen doktorunuza daniSin. Ayakkabinizin içerisinde taS, çivi vs olup olmadigini kontrol etmeden kesinlikle giymeyin. Kesinlikle yalinayak yurumeyin. Yeni ayakabi alirken ayaginiza uygun ve yumuSak ayakkabi alin. Ayakkabi almaya akSam uzeri gidin (bu saatlerde ayaklariniz biraz SiSmiS haldedir). Tabani duz ayakkabi almayin. Beyaz çorap giyin ve çoraplarinizi çikartinca, lekelenme olup olmadigini kontrol edin. Ayaklarinizi hergun yikayin ve tam olarak kurulayin. ozellikle parmak aralarinizin kuru oldugundan emin olun. Sert havlu kullanmayin. Ayaklarinizi tirnaklarinizla kaSimayin. Ayaklariniz çok terliyorsa pudra kullanin.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:32:40 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9461#9461

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SEKER HASTALIGINA BAGLI BARSAK RAHATSIZLIKLARI


Uzun süren şeker hasta-xxx-lığı, midenin ve barsak siste-xxx-minin geri kalanının kas et-xxx-kinliğini denetleyen sinirlerin fonksiyonunda azalmayla sonuçlanabilir.

Şeker hastalığına bağlı gastroparezi denilen bir du-xxx-rum ortaya çıkar ve midede-ki karıştırma ve itme faaliye-xxx-tini azaltır. Zaman içinde, mi-xxx-de gevşek bir torbaya ben-xxx-zemeye başlar ve giderek genişler. Periyodik olarak büyük miktarlarda sıvı ve bir, hatta iki gün önce yen-xxx-miş, kısmen sindirilmiş ye-xxx-mekleri çıkarabilirsiniz. Yiye-xxx-ceklerin mideden barsaga doğru hareketlerindeki dü-xxx-zensizlik, şeker hastalığının kontrolünü çok güç hale ge-xxx-tirmektedir. Metoklopramid denilen bir ilaç, bu rahatsızlı-xxx-ğın tedavisinde zaman za-xxx-man etkili olmaktadır.

Sinir hasarının esas yeri barsaklar olduğunda, barsa-xxx-ğın itici hareketi zayıflar. ls-xxx-hal geceleri ortaya çıkma eğilimindedir ve anüs çevre-xxx-sindeki kas halkasının his ve işlevinin zayıflaması nede-xxx-niyle uyku sırasında dışkıyı tutamama söz konusu olabi-xxx-lir. Bir miktar emilim bozuk-xxx-luğu görülebilir, ama aynı zamanda ortaya çıkan aşırı bakteri artışının, tropik ol-xxx-mayan sprunun ya da pank-xxx-reas yetmezliğinin de sonu-xxx-cu olabilir.

Bazı durumlarda, periyo-xxx-dik (her ay 1 hafta gibi) anti-xxx-biyotik tedavisi ishali kontrol altına alır. Bu, hareketleri zayıflayan ince barsaktaki aşırı bakteri büyümesinin rahatsızlıktan sorumlu ol-xxx-duğunu düşündürür.

Başka zamanlarda, ishal barsağa giden sinirlerdeki fonksiyon zayıflamasının sonucu olabilir. Zaman zaman, bu durumda klonidin denilen bir ilaç etkili olmak-xxx-tadır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 9, 2007, 3:32:53 AM2/9/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9462#9462

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SEKER HASTALIGINDA AYAK BAKIMI


Eğer şeker hastasıysanız, ayaklarınızın bakımı için her gün birkaç dakikanızı ayırmalısınız. Böylece şeker hastalığının ayaklarınızda neden olabileceği sorunları en aza indirebilirsiniz. Aşağıdaki önerileri dikkate alın.

Ayaklarınızı Temiz Tutun

Ayaklarınızı her gün özenle yıkayın. ilik su ve sabun ya da doktorunuzun önereceği bir temizleyici kullanın. İyice temizleyin ve yumuşak ve temiz bir havluyla kurulayın. Deriyi korumak için nemlendirici bir losyon sürün (parmak aralarınıza sürmeyin).

Yumuşak, emici ve temiz çoraplar giyin. Çorap ve ayakkabılarınızın kan dolaşımını engelleyecek kadar sıkmaması ya da aşırı terlemeye yol açmamasına dikkat edin. Sentetik maddelerden yapılmış çoraplardan kaçırın, çünkü bunlar ayak derinizdeki nemin buharlaşmasını önler ve ayaklarınızın sürekli ıslak kalmasına neden olurlar.

Ayaklarınızı Her Gün Kontrol Edin

Ayaklarınızı, parmak aralarınızı ve tırnaklarınızı dik-

katlice kontrol edin. Görmekte güçlük çektiğiniz bölgeler için küçük bir ayna kullanabilirsiniz. Nasırlar, çatlaklar, kesikler, çürükler, sıyrıklar ya da şişme ve kızarıklık gibi enfeksiyon belirtileri olup olmadığına bakın. Ayağınızda hassas ya da enfeksiyonlu bir bölge fark ederseniz, doktorunuza danışın. Doktorunuz ayrıca normal kontrollerinizde de ayaklarınızı inceleyecektir.

Tırnaklarınızın Bakımına Dikkat Edin

Tırnak makaslarını kullanmayın; yaralanmaya neden olabilirler. Bir tırnak törpüsüyle, tırnaklarınızı parmağınızın şekline uygun olarak yuvarlak değil düz bir biçimde kısaltın. Tırnaklarınızı çok fazla kısaltmayın; böylelikle şeker hastalarında çok ciddi sorunlar yaratabilecek tırnak batmalarını önleyebilirsiniz.

Yaralanmalardan Kaçının

Egzersiz kan dolaşımını artırarak, ayaklarınızın sağlıklı kalmasına yardımcı olur. Bununla birlikte, fiziksel etkinliklerinizi seçerken, yaralanma riskini göz önünde bulundurun. Ayaklarınız ya da bacaklarınız yorulduğunda, etkinliğinize devam etmeden önce, birkaç dakika oturun ve ayaklarınızı yukarıya kaldırın.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:47:40 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9664#9664

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SEKER HASTASININ DIYETI


Kilonun sağlık için önemli bir faktör olduğu giderek açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Aşırı kilo, şeker hastaları sözkonusu olduğunda özellikle önemlidir. Şişmanlık en yaygın şeker hastalığı türüyle (insüline bağımlı olmayan şeker hastalığı) ilişkilidir. Açıktır ki, şişmanlık, genetik olarak duyarlı insanlarda şeker hastalığının gelişmesine yol açan bir tetikçi olarak etki göstermektedir.

Pankreas tarafından üretilen insülin miktarı normal kiloda bir kişi için yeterli olabileceği halde, aşırı kilolu insanlarda insülin talebi daha büyüktür. Şeker hastalığı olan şişman insanlarda, pankreas talebi karşılayamaz.

Bu nedenle, kilo kontrolü, insüline bağlı olmayan şeker hastalıklarının önlenmesinde ve tedavisinde çok önemlidir. ABD de yaklaşık 10 milyon insanda,hastalığın bu biçimi mevcuttur; yüzde 80 i fazla kiloludur. Bu insanların yarısı durumunun farkında değildir.

Diyette tavsiye edilen, karmaşık karbonhidratların alınması ve yağların azaltılmasıdır.

Şekeriniz varsa ve kilo kaybetmeniz gerekiyorsa, bir diyet uzmanından alınacak tavsiye-ler yararlı olabileceği gibi, genel diyet kurallarını izlemeniz de yeterli olabilir. Şeker hastası olanlar ve olmayanlar, aşağıdaki diyet kurallarını uygulayarak kilo verebilirler.

Kaloriler

Başarılı bir rejim için besleyici açıdan dengeli bir diyet temel alınmalıdır. Hafif bir kalori azaltımı günlük ihtiyacın yaklaşık 500 kalori altına sürekli kilo kaybı için çok uygun görünmektedir. İstediğiniz kiloya eriştikten sonra, kalori miktarını hafifçe arttırabilirsiniz, ama yeni kilonuzu korumaya dikkat edin.

Yağlar ve Karbonhidratlar

Yağ tüketiminizi, günlük kalori tüketiminizin yüzde 30 unun altına düşürün. Doymuş yağları (hayvansal yağlar) toplam kalorinizin yüzde 10una düşürün. Yediklerinizin yaklaşık yüzde 50 si, az işlenmiş tahıllı ekmek, hububat ve diğer tahıllar, patates, pirinç ve makarna gibi karmaşık karbonhidratlar açısından zengin olmalıdır.

Lif

Bazı araştırmalar, karbonhidratların kalori tüketiminin yüzde 50sini oluşturması durumunda, bazı lif biçimlerinin, kandaki glikozun ve kolesterolün kontrolüne yardımcı olabileceğini göstermektedir. Ancak, sonuçlar kesin değildir.

Taze meyva ve sebzeler, tahıllar ve hububatlar dahil olmak üzere, karmaşık karbonhidratlar açısından zengin bir diyette, kalori oranı görece düşük, lif oranı yüksektir.

Basit karbonhidratlar ve şeker açısından zengin gıdaların (tatlılar ve şekerli çörek, tart, kek ve bisküvi gibi fırınlanmış gıdalar dahil olmak üzere) tüketimini azaltın. Bu gıdaların birçoğu büyük miktarda yağ içerir.

Protein

Proteinin kalorilerinizin yüzde 12 ile 20 sini sağlaması gerektiği şeklindeki standart tavsiye, şeker hastası olsun olmasın herkes için geçerlidir (İstisna: böbrek ya da karaciğer sorunlarınız varsa, protein yıkımı sonucu ortaya çıkan atık ürünleri yok edemeyebilirsiniz. Bu nedenle daha az protein tüketmeniz gerekir. Tavsiye için doktorunuza danışın.).

Diğer Yaşam Tarzı Faktörleri

Şeker hastalığınızı denetlemeyi öğrenin; onun sizi denetlemesine izin vermeyin. Kilo denetiminin yanısıra, şeker hastalığı yönetiminin iki diğer elemanı da önemlidir:

İlaçlar

Tek başına diyet şeker hastalığınızı denetleyemiyorsa, ağızdan alınan ilaçların ya da insülin iğnelerinin kullanımı gerekli olabilir. Yediklerinizin zamanlaması ve miktarındaki tutarlılık, şeker hastalığı için ilaç alıyorsanız özellikle önemlidir.

Egzersiz

Egzersiz kilonuzun denetlenmesine yardımcı olmanın yanısıra, kan şekeri düzeyinizin de düşürülmesine de yardımcı olabilir.Yapmanız gereken düzenli bir hafif egzersizdir.Genel bir tıbbi muayeneden geçin, yavaş yavaş başlayın ve doktorunuzun talimatlarını dikkatle uygulayın. Şeker hastalarının özel sorunları vardır. Bazılarında dolaşım bozukluğu ya da bacaklarda zayıflamış sinirler söz konusu olabilir. Doktorunuz kişisel ihtiyaçlarınıza uygun bir egzersiz programının hazırlanmasında yardımcı olabilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:47:57 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9665#9665

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SES TELLERI SORUNLARI


Gırtlağın iki yanında bulunan ses telleri titreşerek sesin oluşmasını sağlarlar. Gırtlak kasları ses tellerinin uzunluğunu ve gerginliğini kontrol ederek titreşimi ayarlarlar. Ses telleri ayrıca yutkunma sırasında yiyecek ve içeceklerin akciğerlere kaçmasını önlemede de yardımcı olurlar.

Ses telleri konuşmada ve şarkı söylemede en önemli öğelerdir. Eğer yanlış ya da kötü kullanılırlarsa çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir. Bu tür sorunlar arasında polipler, nodüller ve ülserler bulunmaktadır.

POLİPLER

Polipler, ses tellerinin üstünü örten ince zarda ortaya çıkan şişliklerdir. Bunlar büyüdükçe yuvarlak bir şekil alırlar; tüm ses teli boyunca yayılabilir ya da bir bölümünde sınırlı kalabilirler.

Uzun süre ya da tekrar tekrar çığlık attığınızda, bağırdığınızda veya doğal olmayan çok düşük bir tonda konuştuğunuzda ses tellerinizde bir nödül gelişebilir. Kronik bir alerji sonucunda veya sigara dumanı ya da endüstriyel dumanlar gibi tahriş edici dumanları soluduğunuzda da polip gelişebilir.

Polipler sesinizin fısıltı halinde çıkmasına ya da kısılmasına neden olabilirler. Bunlar bazen larengoskopi denen özel bir muayene sırasında çıkarılabilirler. Kanser olmadığından emin olmak için polip biyopsisi de yapılabilir. Polip çıkarıldıktan sonra altta yatan nedeni düzeltmek için ses terapisi yapılmalıdır.

ŞARKICI NODÜLÜ

Profesyonel şarkıcılar, öğretmenler, seyyar satıcılar ve din adamları gibi sesini çok fazla kullananların ses tellerinde nodül oluşma riski vardır. Polipler gibi nodüllerde sesin aşırı kullanımı sonucu gelişir.

Bu tür nodüller sesin kısılmasına ya da fısıltı halinde çıkmasına neden olabilirler. Nodülün polipten farkı, ses tellerini örten ince zardan değil, bu zarın üstünü kaplayan hücre tabakasından(epitel) köken almasıdır. Deri yüzeyini de benzer hücreler örtüğü için yapısal olarak nasıra benzerler.

Birkaç hafta hiç konuşmayarak ya da çok az konuşarak ses tellerinin dinlendirilmesi nodüllerin küçülmesini sağlayabilir. Bazen biyopsi yapılması ve poliplerin ameliyat-la çıkarılması gerekebilir. Nodül oluşmasına yol açan sesin kötü kullanımını ortadan kaldırmak için ses terapisi oldukça önemlidir. Ara sıra çocuklarda sürekli bağırma sonucu ortaya çıkan nodüller sadece ses terapisi ile tedavi edilebilirler.

TEMAS ÜLSERLERİ

Ses tellerinde temas ülseri denen yaralar da görülebilir. Bu durum genellikle sesin uygun olmayan biçimlerde kullanılması sonucu oluşur. Mide sıvısının ağıza gelmesi ya da ameliyat sırasında anestezi için boğaza tüp takılması diğer sık görülen ses teli hasarlanma nedenleridir.

Temas ülserleri ses tellerinin birbirlerine dokundukları yerde bulunan kıkırdak parçalarında oluşur. Belirtileri arasında konuşurken ya da yutkunurken hafif ağrı ve ses kısıklığı bulunmaktadır.

Doktorunuz gırtlağınızı nasıl kullandığınızı ve yemek alışkanlıklarınızı belirlemek için bazı sorular soracaktır.

Ayrıca kanser olmadığından emin olmak için ülserleşmiş yaradan laboratuvar testleri yapılmak üzere örnek de alacaktır.

Temas ülserlerinin ilk tedavisi yaranın iyileşmesine olanak sağlamak için en az 6 hafta sesin dinlendirilmesidir. Ülserlerin tekrarlamasını önlemek için bu süreyi uzatmak da gerekebilir. Eğer ülserin nedeni mideden ağıza gelen sıvılarsa ülserin tekrarlamasını önlemek için birkaç yöntem bulunmaktadır. Doktorunuz antasit bir ilaç, yatmadan en az 2-4 saat önce yemek yemeyi ve yatarken başı 10-15 cm yükseltmeyi önerebilir.

LÖKOPLAKİ

Latince deki beyaz (leuko) ve yama (plakia) sözcüklerinin biraraya gelmesinden oluşan lökoplaki ses tellerinin birinde ya da her ikisinde oluşabilir. Bu durum kanserle ilişkili olabilir. Lökoplaki ortaya çıktığında laboratuvar incelemesi için çıkarılabilir. Çoğu kez oluşma nedeni sigara dumanıdır.

ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE GÖRÜLEN PAPİLLOMLAR

Birçok çocukta virüslerin neden olduğuna inanılan ve selim bir doku büyümesi olan siğiller ortaya çıkar.

Az sayıda çocukta, özellikle erkek çocuklarda, bunlar ses telleri üzerinde gelişir(çocukluk döneminde görülen papillomlar).

Bu oluşumlar habis değildir ve çoğu kez ergenlikte ortadan kaybolur. Bununla birlikte, bu siğiller ergenlikten önce sorun yaratabilirler; kümeler halinde büyüyerek, gırtlağa zarar vermeden çıkarılamayacak bir duruma gelirler. Nadir olarak çok hızlı büyüyerek çoğalırlar ve nefes almayı zorlaştırabilirler. Bu durum ortaya çıktığında, solunum yolu tamamen tıkanmadan hemen tedavi yapılmalıdır.

Ameliyatla çıkarmaktan daha etkili ve daha az zarar verici olduğu için lazer tedavisi tercih edilen bir yöntemdir. Çocukluk döneminde görülen papillomlar sık sık tekrar ettikleri için tedavinin tekrarlanması gerekebilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:48:16 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9666#9666

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SINDIRIM PROBLEMLERI


Sindirim süreci düzgün giderse besinler parçalanıp moleküllere bölünerek kan damarlarınıza geçebilir hale gelir. Zaman zaman bazı nedenlerle bu parçalanma doğru gerçekleşmez ve sindirim ve özümleme işlemleri tamamlanamaz. Bu durumda vücudunuza yarayacak besinlerin çoğu sindirilemez ve büyük abdest çıkar. Bu sindirim bozukluğu sonucu bozuk ve eksik beslenme ortaya çıkar.

Belirtiler

- Kilo kaybı,

- İshal,

- Karın ağrısı, gaz ve şişkinlik,

- Genel halsizlik,

- Kötü kokulu ve gri-siyah büyük abdest.

Sindirim bozukluğunun nedenleri çok farklı olabilir. Pankreasta bir hastalık varsa, sindirim için gereken enzimler eksik olabilir. Buna bozuk sindirim diyoruz. Sindirimin büyük bir kısmı ince bağırsakta olduğu için, buradaki bir hastalık önemli besinlerin sindirilmeden dışarı atılmasına neden olur. Bu durumda büyük abdest yağlı görünümlüdür. Gri veya solgun renkte ve normalden fazladır. Kötü kokuludur ve köpüklüdür. Büyük abdestle yağ ve protein kaybı olur. Besinlerin sindirilememesi A, Bi 2, D, E ve K vitaminleriyle folik asit kaybına neden olur. Kanda B12 ve folik asit düşüklüğü besinlerin sindirilemediğinin başlıca göstergesidir. Sürekli yağ kaybıyla birlikte kalsiyum da vücuttan atılır ve istenmeyen sorunlar doğar:

Böbrek taşları (kalsiyum oksitli) ve kemiklerde osteomalacia adı verilen kemik erimesi denilen hastalık ortaya çıkar.

ÇÖLYAK (TROPİK OLMAYAN) SPRU

Çölyak (tropik olmayan) spru, emilim bozukluğunun yaygın bir nedenidir. Bu hastalığa, buğday, çavdar, yulaf ve arpada bulunan bir protein olan glütene karşı duyarlılık yol açar. Glütene tahammülsüzlük, barsağın içini döşeyen tabakanın besinlerin emilmesini sağlayan ince kıvrımlarını (vilüsler) yitirmesine neden olur. Ayrıca, barsak enzimleri yeterli miktarda üretilmemeye başlar. Sık görülen belirtiler, kötü kokulu ishal, şişkin karın ve anemidir.

Çölyak spru çocuklarda sık sık görülür. Bu çocuklarda, en çarpıcı belirtiler kilo kaybı ve büyüyememedir. Çocuklarda raşitizmin kemik değişiklikleri görülebilir; yetişkinlerde kemik ağrısı ve aşırı hassasiyetiyle birlikte osteomalasi ortaya çıkabilir.

Aşırı miktarlarda yağ ve protein içerip içermedlgini anlamak için dışkınızı incelemenin yanısıra, doktorunuz çölyak spru hastalığından kuşkulanırsa, ince barsağın baryumlu röntgenini (bkz. Yemek Borusu, Mide ve Barsağın Baryumlu Röntgeni) isteyebilir. Ağızdan sokulan bir aletle incebarsağın iç yüzeyinden biyopsi de alınır. Numune tropik olmayan spruya özgü değişiklikler açısından mikroskop altında incelenir.

Çölyak hastalığı, genellikle yemeklerden glüten içeren gıdaların kaldırılmasıyla tedavi edilir. Bazı besin eksikliklerini karşılamak için, başlangıçta vitamin ve mineral ilaveleri verilebilir. Doktorunuz ya da diet uzmanınız, uygun bir glütensiz diyet konusunda size yol gösterecektir.

Glütensiz bir diyet dikkatli bir şekilde uygulanırsa, birkaç aylık bir dönem içinde ince barsağın vilüsleri normal biçimlerine ve emme kabiliyetlerine ulaşırlar. Dışkınız normale döner ve kilo kaybı sona erer. Glütensiz diyet hayat boyu izlenmelidir, yoksa belirtiler tekrar ortaya çıkar.

TROPİK SPRU

Bu, emilim bozukluğuna neden olan başka bir hastalıktır. Dünyanın tropik bölgelerine giden ziyaretçileri etkiler. Belirtiler tropik bölgeden dönüldükten aylar, hatta yıllar sonra ortaya çıkabilir. Bu hastalığın nedeni belirsizdir, ama bulaşıcı bir mikroorganizma olabilir.

Tropik sprusu olan kişiler ishal, kilo kaybı, anemi ve kilo alamama sorunlarıyla karşılaşırlar. Teşhis testleri temel olarak çölyak sprunun testleriyle aynıdır.

Tropik sprunun tedavisi genellikle bir folik asit ve vitamin ilavesi ile tetrasiklin gibi bir antibiyotikten oluşur. Genellikle, özel bir diyet gerekmez. Hastalığın şiddetine bağlı olarak, 6 ay kadar antibiyotik kullanmanız gerekebilir.

AŞIRI BAKTERİ ARTMASI

Normal olarak,bakterilerin ince barsakta aşırı artması bir sorun değildir, çünkü barsağın sürekli hareketi (peristaltizm) bakterileri dışarı atar. Ancak, bazı koşullar altında, barsak bakterileri emilim bozukluğuna yol açacak bir düzeye kadar artabilirler. Bu durum, barsağın da tutulduğu şeker hastalarında ishale katkıda bulunan bir faktör olabilir.

Bakterilerin aşırı artmasının nedeni genellikle peristaltizmin (barsağın kas hareketi) zayıflamasıdır, bu da bakterilerin birikmesine olanak sağlar. Bakterilerin aşırı artması, ince barsağın bazı kısımlarına uygulanan baypas ameliyatlarından sonra da görülür. Teşhis ince barsaktan kültür için alınan örneklerle ya da bazen kan ya da idrar alınmasını içeren dolaylı testlerle yapılır. Tedavi, her ay 1 hafta gibi periyodik biçimde verilen antibiyotiklerle yapılır.

SKLERODERMA

Skleroderma barsağı etkilediğinde, kas duvarlarının incelmesine yol açar, bu da hem besinlerin emilimini hem de barsağın hareketini zayıflatır. Skleroderma yemek borusunun kas tabakasını da da etkileyebilir ve mide yanmasına neden olabilir.

Hastalık ilerlediği ve başka organlara yayılabileceği için, klinik olarak ilerleyici sistemik skleroz (F SS) olarak bilinir. Bu kronik hastalığın nedeni bilinmemektedir. Bakterilerin aşırı büyümesinin yol açtığı şiddetli ishalle ilişkili olabilir. Periyodik olarak (her ay bir hafta gibi) verilen antibiyotikler yararlı olabilir.

AİDS

Emilim bozukluğu sorunları yaratan başka bir hastalık kazanılmış bağışıklık yetmezliği sendromudur (AIDS). Başlıca belirtiler olan ishal ve kilo kaybının AIDS hastalarında ince barsak ve kolondaki enfeksiyonların sonucu olduğu düşünülmektedir.

WHİPPLE HASTALIĞI

Bu emilim bozukluğu hastalığı esas olarak 45 yaşın üzerindeki erkekleri etkilemektedir. Hastalığa henüz kesin olarak tanımlanamamış bir enfeksiyon etkeninin yol açtığı düşünülmektedir. lshal, karın ağrısı, ilerleyen kilo kaybı ve derinin koyulaşması gibi belirtiler ortaya çıkabilir.

Bakteri enfeksiyonu da düşük dereceli ateşe yol açabilir. Teşhis ince barsaktan alınan bir biyopsiyle yapılır.

Uzun dönemli antibiyotik kullanımı, tipik olarak Whipple hastalığına bağlı emilim bozukluğunu düzeltmekte etkilidir.

AMİLOİDOZ

Nişastaya benzer özellikleri olan amiloid denilen bir proteinin varlığı bu hastalığı ortaya çıkarır.

Bu proteinin istenmeyen birikimlerinin vücudun neresinde görüldüğüne bağlı olarak, sonuçlar önemsiz ya da ciddi olabilir. Örneğin, amiloidin ince barsakta birikmesi içini döşeyen tabakayı lastiksi, sert ve yapışkan hale getirir ve sonuç olarak ciddi bir emilim bozukluğu ortaya çıkar. Bu durumun teşhisi ince barsak biyopsisiyle yapılır.

Amiloid birikintilerinin oluşmasını önlemenin bilinen bir yöntemi yoktur. Tedavi, belirtileri azaltmaya ya da amiloidozdan sorumlu olabilecek temeldeki bir hastalığı tedavi etmeye yöneliktir. Bu tür hastalıklar tüberküloz, Hodgkm hastalığı ve romatizmaya bağlı eklem iltihabıdır.

LAKTOZ TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜ

İnek sütündeki başlıca şeker olan ve yalnızca sütte ve süt ürünlerinde bulunan laktozun sindirilmesi için laktaz enzimi gereklidir. Laktoz tahammülsüzlüğü, ince barsak duvarlarının iç tabakası bu enzimi normal miktarlarda üretmediği zaman ortaya çıkar.

Laktoz tahammülsüzlüğü, belirli bir miktarın üzerinde süt alındığında, karın kramplarına, şişkinliğe, ishale ve aşırı gaza yol açar. Az miktarda süt genellikle belirtilere yol açmaz. ince barsağın içini döşeyen tabakadaki düşük bir laktaz düzeyi ya da laktaz eksikliği, etkilenen kişilerin yüzde 70 kadarında sorun yaratmayabilir.

Kuzey ve Batı Avrupalı beyazlarda ve onların Amerika Birleşik Devletleri ndeki torunlarında, düşük laktaz düzeyi görece az görülür. Bu nedenle, laktoz tahammülsüzlüğüne bu insanlarda çok sık rastlanmaz. Düşük laktoz düzeyleri , Akdeniz, Afrika ya da Asya kökenli insanlarda daha sık olarak görülmektedir.

Düşük laktoz düzeyleri, tropik olmayan ya da tropik spru, ince barsaktaki virüs ya da bakteri enfeksiyonu ve kistik fibroz gibi başka emilim bozukluğu rahatsızlıklarında ortaya çıkabilir.

Laktoz tahammülsüzlüğü varsa, süt ürünlerini diyetinizden tamamen çıkarmanız gerekmez.

Sadece süt ürünleri tüketiminizi azaltın, sütü yalnızca yemek sırasında için ve kalsiyumu, laktozun süte göre düşük olduğu süt ürünleri olan peynir ve yoğurttan almaya çalışın. Başka bir seçenek, sütünüze karıştırabileceğiniz ticari bir laktaz preparatı almaktır. Bu preparatlar laktozu kolayca sindirilebilen basit şekerlere dönüştürür.

KISA-BARSAK SENDROMU

Barsağın büyükçe bir kısmının ameliyatla alınmasından sonra, bazı insanlarda emilim bozukluğu sorunları ortaya çıkabilir. Bu duruma kısa-barsak sendromu adı verilir. ince barsağın farklı bölgelerinde farklı besinler emildiği için, cerrahi müdahalenin besin emilimi üzerindeki etkisi, barsağın ne kadar büyük bir parçasının ve hangi parçasının alındığına bağlıdır. Barsağın önemli bir kısmı alınmadıkça, kalan kısım genellikle daha fazla emilime uyum sağlamakta ve böylelikle besinlerin emilim yetersizliğini önlemektedir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:48:30 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9667#9667

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SINUZIT


1. AKUT SİNÜZİT

Genellikle gribal bir enfeksiyonla veya takiben gelişir. Bazen ani sıcaklık düşmeleri sonucu bir bölgedeki birçok insanı etkileyebilir. Yüzme sırasında derine dalma da sinüzit gelişimine neden olabilir.

Etken genellikle gram pozitif kok adı verilen bakterilerdir (streptokok, satafilokok, pnömokok gibi). Hemofilus influenza adı verilen mikroba bağlı gelişen sinüzitlerde ciddi problemler gelişebilir.

Burun tıkanıklığı, etkilenen sinüs bölgesinde basınç hissi (dolgunluk, ağrı), halsizlik, ateş ve baş ağrısı görülebilir. Burundan kanlı veya kansız akıntı, geniz akıntısı olabilir.

Tedavi

Sistemik antibiyotik, antihistaminik, lokal burun damlası kullanılır. Antibiyotik tedavisi en az iki hafta süreyle devam etmelidir. Ağrı fazla ise ağrı kesici kullanılabilir. İlaçla tedavi mümkün olmaz ise bir KBB uzmanı tarafından sinüslerin temizlenmesi (sinüs lavajı) veya cerrahi tedavi gerekebilir.



--------------------------------------------------------------------------------

KRONİK SİNÜZİT

Akut sinüzit tedavi edilmediğinde veya sık ataklar olduğunda, sinüslerin iç yüzeyini kaplayan deride değişiklikler meydana gelir ve sinüzit kronikleşir. Akut sinüzitteki belirti ve şikayetler daha hafif olarak yıllarca devam edebilir.

Kronik sinüzitte önemli olan konulardan birisi ostiomeatal bölge adı verilen yerlerin olaya karışmasıdır. Bu bölge çeşitli özelliklerinden dolayı çok kolay hastalığa yaklanır ve çok güç tedavi olur. Kronik sinüzitlerde bu nedenle bu bölgenin iyi bir şekilde araştırılması gerekir. Bunun için koronal bilgisayarlı tomografi ve endoskopi gerekebilir.

İlaçlarla tedavi mümkün olmaz ise cerrahi olarak sinüslerin boşaltılması ve daha sonra gelişecek akut sinüzitlerde tedavi geciktirilmemeli ve aksatılmamalıdır.



--------------------------------------------------------------------------------

SİNÜZİTE BAĞLI GELİŞEBİLECEK SORUNLAR

Sinüzite bağlı bir sorun geliştiğinde genelde aşğıdaki belirtilere rastlanır. Bu sorunlar sıklıkla akut sinüzit veya kronik sinüzitin akut atağı sırasında meydana gelir.

Belirtiler

1. yaygın ve inatçı ağrılar

2. kusma

3. konvülsiyon (havale)

4. ateş

5. göz kapaklarında veya alında şişlik

6. bulanık görme, çift görme veya inatçı göz arkası ağrısı

7. kafa içi basınç artışı bulguları (bulantı, kusma ...)

8. kişilik değişikliği

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:48:46 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9668#9668

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SIROZ


Siroz; normal karaciğer hücrelerinin yerine skar (nedbe) dokusunun oluştuğu duruma verilen isimdir, ve bu durum karaciğerin tüm fonksiyonlarında azalmaya neden olur. İlerlemiş hastalarda, hasar o kadar ciddidir ki, tek çözüm yolu karaciğer naklidir. Siroz ABD deki en sık ölüm nedenleri arasında sekizincidir ve her yıl 25 bin kişinin ölümüne neden olur. Ve yine binlerce kişinin karaciğerinin normal fonksiyonları yapma kabiliyetinde yavaş yavaş azalmaya neden olur.

Sirozun çok sayıda nedeni vardır. ABD ve Avrupada, en sık nedenler; aşırı alkol tüketimi ve kronik Hepatit-C virüs enfeksiyonudur.

Alkolik siroz, 10 veya daha fazla yıl süresince aşırı alkol tüketimi soucunda meydana gelir. Ancak sosyal içicilerde de (toplumsal olaylarda (toplantı, eğlence gibi) alkol tüketen kişiler) siroz meydana gelme olasılığı vardır. Alkolün karaciğer hücreleirne toksik etkisi vardır. Neden bazı insanların alkolün zararlı etkilerine daha dayanıklı olduğu bilinmemektedir, ancak kadınlar erkeklerden daha az alkol tüketseler de alkolik siroza yakalanaya daha yatkındırlar.

Kronik hepatit-C enfeksiyonu, karaciğer hücrelerinde inflamasyona neden olmakta ve sonuçta siroz gelişebilmektedir. Kronik hepatit-C hastası olan her 5 kişiden birinde 20 yıldan sonra siroz gelişmektedir. Kronik Hepatit-B, benzer şekilde karaciğer hasarı yapmaktadır ve dünyada sirozun en sık nedenidir. Hepatit-D sadece Hepatit-B hastalarında rastlanmaktadır.

Sirozun daha nadir nedenleri arasında karaciğer hücrelerini veya safra kanallarını tutan otoimmün hastalıklar, ilaçlara bağlı şiddetli yan etki gelişimi, çevresel zehirlere uzun süre maruz kalma, genelde tropikal bölgelerde bulunan bakteri ve parazitler, karaciğer konjesyonu (sıvı birikimi denilebilir) ile birlikte olan kalp yetmezliği atakları. Diğer bir neden de alkole bağlı olmayan steatohepatittir; bu durumda karaciğerde yağlanma ve bunu takiben nedbe dokusu oluşumu meydana gelir.

Nadir görülen bazı kalıtsal hastalıklar da siroza neden olabilir. Bu hastalıklar; hemakromatozis (karaciğer ve diğer organlarda aşırı demir birikimi), Wilson hastalığı (anormal miktarda bakır depolanması), alfa-1 antitiripsin eksikliği (karaciğerdeki özel bir enzim eksikliği).

Belirtiler

Erken dönemlerde genelde herhangi bir şikayete rastlanmaz. Ancak karaciğer hücreleri öldükçe, organ sıvı tutulumunu düzenleyen ve kan pıhtılaşmasını sağlayan proteinleri daha az üretmeye başlar ve bilirübin maddesini işleme kabiliyeti kaybolur. Bunların sonucunda meydana gelen belirti ve bulgular şunlardır:
- halsizlik
- iştah kaybı
- bulantı ve kusma
- güçsüzlük
- kilo kaybı
- bacakarda ve karında sıvı birikimi
- artmış kanama ve çürükler
- sarılık, deride ve gözlerde sararma
- kaşıntı

Hasar arttıkça, karaciğer kanı temizleyememeye başlar ve birçok ilacı daha az işleyebilir hale gelir, böylece ilaçarın etkinliğinde artış meydana gelir. Artan toksik (zehirli) maddeler özellikle beyinde birikir. Bunlara bağlı gelişen belirtiler:
- ilaçlara hassasiyetin artması
- kişilik ve davranış değişiklikleri, bunalr zihin bulanıklığı, boş bakışlar, unutkanlık, konsantre olamama veya uyku düzensizlikleri,
- şuur kaybı
- koma

Nedbe dokusu oluşumu, aynı zamanda kan akımını etkiler ve karaciğer toplar damarındaki basınç artar; bu duruma portal hipertansiyon adı verilir. Mide ve yemek borusundaki kan damarları genişler ve vücut bu bölgelerde yeni damarlar oluşturarak karaciğere uğramadan kanı geçirmeye çalışır. Bu damarlara varis adı verilir ve duvarları daha incedir. Bunlardan herhangi birisi hasara uğrarsa meydana gelen kanama saatler içerisinde ölümle sonuçlanabilir. Eğer kan kusmaya başladı iseniz, hemen acil servise müracaat edin.

Tanı

Doktorunuz normal bir anamnez ve fizik muayene yapacaktır. Doktorunuz karaciğerin işlevlerini değerlendirmek amacı ile çeşitli kan testleri isteyebilir. Karaciğerin bilgisayarlı tomografisi, ultrason veya radyoizotop ile karaciğer görüntülenebilir. Siroz tanısını kesinleştirmek için biyopsi yapılabilir.

Siroz sürekli ilerleyen bir hastalıktır, geri döndürülemez veya tedavi edilemez. Ancak meydana gelen hasar ve belirtiler tedavi ile durdurulabilir veya yavaşlatılabilir.

Sirozdan korunmak için yapılacak en iyi şey aşırı alkol tüketiminden uzak durmaktır. Eğer karaciğerle ilgili herhangi bir probleminiz varsa alkolden tamamen uzak durmanız gerekir. Ayrıca Hepatit B ve C den korunmak, uyuşturucu kullanmamak, güvensiz seksten ve çok eşlilikten kaçınmak korunmada alınacak önlemler arasında sayılabilir. Dövme vs yaptıracaksanız kullanılan aletlerin steril olduğundan emin olun. Sağlık personeli iseniz hastaların kan örneklerine maruz kalabileceğinizi unutmayın ve bu konuda dikkatli olun. Hepatit-B aşısı olun, 3 doz yapılan aşı %90 koruma sağlar.

Tedavi

Tedavi sirozun nedenine ve evresine bağlıdır. Meydana gelen karaciğer hasarı geri döndürülemeyeceğinden, tedavide amaç hastalığın ilerlemesini durdurmak ve meydana gelebilecek diğer komplikasyonları önlemektir.

Nedenden bağımsız olarak tüm siroz hastaları, alkolden uzak durmalı ve karacieğeri etkileyebilecek ilaçların kullanımı konusunda kontrollü olmalıdırlar (asetaminofen gibi). Allta yatan hastalığın da tedavisi yapılacağından tedavi protokolleri farklılık gösterebilir.

Tedavinin odak noktası genelde komplikasyonlardır. Sıvı birikmesini önlemek için az tuzlu diyet veya diüretik ilaç kullanımı önerilebilir. Toksik maddelerin vücuttan hızlıca atılması için laksatif (dışkıyı arttırıcı ve kolaylaştırıcı) ilaçlar kullanılabilir. Kaşıntı ve enfeksiyonlara yönelik tedavi verilebilir. Yine portal hipertansiyon için tedavi düzenlenebilir.

Kanayan varisler çeşitli şekillerde tedavi edilebilir. Bunlar arasında damarın bağlanası, balonla sıkıştırılması veya skleroterapi sayılabilir. Skleroterapide, damar içine kimyasal bir madde verilir ve damarın kuruması sağlanır. Transjugular intrahepatic portosystemic shunt (TIPS) yönteminde kan için yeni-yapay bir yol yapılır ve varislerdeki kan basıncı ortadan kaldırılır.

Eğer karaciğer hasarı ileri derecede ise tek tedavi yöntemi karaciğer naklidir. Nakil yapılan hastaların %80-90 ı yaşamaktadır, ve bağışıklık sistemini ibaskılayan siklosporin gibi ilaçlar sayesinde yeni karaciğer bağışıklık sisteminin saldırılarından korunmakta ve yaşam süreleri uzamaktadır.

Erken dönemde tanı konabilen hastalarda sonuç son derece başarılıdır. Bu hastaların çoğu uzun yıllar normal bir hayat sürmektedirler. Ancak alkol kullanımına son vermeyen alkolik sirozlularda ve ilerlemiş hastalarda sonuç iyi değildir. Bu hastalarda kanamalar veya beyin fonksiyonlarının kaybı sonucu ölüm meydana gelir. Sirozlu hastalarda enfeksiyon gelişme riski ve böbrek yetmezliği gelişme riski artmıştır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:49:23 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9669#9669

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SIRT AGRILARI


Vücuda destek olan sırtı önemsememek hiç doğru değil. Sırt ağrıları milyonlarca insanın ortak sorunu. Özellikle gelişmiş ülkelerde sırt sorunları önemli bir probleme dönüştü. Bunun için sırt sağlığına özen göstermeliyiz.

Yapılan bir araştırmaya göre sırt ağrılarından yakınanların yüzde 35’i için sırt ağrıları kronik bir soruna dönüşüyor. İnsanların sırtları neden ağrır? Tıp uzmanları başlıca nedenleri şöyle sıralıyorlar: Kötü duruş, incinme, stres, hamilelik, yaşlılık ve aşırı kullanma.

Duruşa dikkat

Eğer düzgün durmayı ilke edinirseniz sırt ağrılarınızın azaldığını göreceksiniz. Bir süre sonra da hiçbir şikayetiniz kalmayacak. Otururken öne doğru eğilmemeye dikkat edin. Omuzlarınız öne doğru gelmesin. Sürekli olarak omuzlarınızı geri itin ve midenizi içinize çekin. Böylece vücudun ağırlığını eşit olarak çeşitli bölgelere dağıtmış olursunuz. Sakın bacak bacak üstüne atarak oturmayın. Bu alışkanlık kan dolaşımını zorlaştırır. Eğileceğiniz zaman sırtınızı öne eğmeyin. Dizlerinizi kırarak diz çökün. Böylece sırtınıza fazla yük binmesini önlersiniz. Alışverişten dönerken, yükü bir elinizde taşımayın. İki ayrı çanta ya da torbaya eşit miktarda malzeme koyun ve öyle taşıyın. Sırtınız ve omuzlarınız arasında denge kurulmasını sağlamakla, sırt ağrısı çekmekten kurtulursunuz.

Ağrılara neden olan hastalıklar

Schuermann hastalığı:

Boyun ve bele göre sırttaki omurlar daha az hareketlidir. Bu nedenle büyüme çağında kan dolaşım problemlerine ait omur düzeyindeki gelişim hastalıkları en çok sırtta görülür. Büyüme çağında kas, eklem uyumsuzluğu yaşayan çocukların sırtlarında ortaya çıkan kifoz adı verilen yuvarlılık, kamburlaşma sırt ağrısına neden olabiliyor. Hastalığın habercisi olabileceği gibi bu dönemde öne doğru eğilmelerden de kaynaklanabilir. Skolyoz, çocukluk ve genç erişkinlik dönemlerinde omurganın üç boyutta eğrilmesi sırt ağrısıyla kendini belli edebilir. Bu sırt ağrıları hareketle artan dinlenmeyle geçen özelliktedir.

Enflamatuar (İltihaplı) romatizmal hastalıklar:

Enflamatuar, gece ağrıları diye adlandırılan bu sırt ağrıları hastalığın en çok bilinen belirtisidir. Gecenin ikinci yarısında uykudan uyandırabilecek şiddette görülür. Ağrıların yanı sıra eklem şişmeleri, sabah sertliği şikayetleri ortaya çıkar. Romatizmal hastalıklarda erken tanıyla, hastalık nedeniyle ortaya çıkabilecek tahribat en aza indirilmeye çalışılır.

Osteoporoz adı verilen kemik erimesi hastalığı:

Özellikle geceleri sırtta şiddetli ağrılara neden olabiliyor. Yaşlı kadınlarda sırt ağrıları, osteoporoz nedeniyle ortaya çıkan osteoporotik yıkım adı verilen, omurların şekillerini kaybedip çökmesinden kaynaklanabilir.

Kanser:

Orta yaş üstünde (40 yaş üzerinde) omurgaya yayılmış kanser nedeniyle gece sırt ağrıları ortaya çıkabilir. Ağrıların bu yönde araştırılması gerekiyor. Hastalığın elenmesinde en kolay tanı yöntemi iki yönlü sırt grafisi çekmek.

Oransızlık problemleri:

Kilo ve boy endeksine göre göğüsleri büyük olan kadınlar sırt ağrısı çekebiliyorlar.

Kalp hastalıkları:

Kürek kemiğine vuran sırt ağrıları, kalp hastalıklarından şüphelenmesine neden olabiliyor. Safra yolları hastalıklarında sırt ağrısı ilk belirti olarak ortaya çıkabiliyor.

Zona:

Sinir uçlarında iltihaplanması sonucu ortaya çıkan hastalık hiçbir belirti vermeden sırt ağrısıyla kendini gösterebiliyor.

Psikosomatik neden:

Sırt ağrıları sadece yaşam koşulları ve strese bağlanmamalı. Her türlü hastalık irdelenmeli.

Ağrıları geçirmek için

Eğer sırtınız ağrıyorsa, yaptığınız iş ne olursa olsun o işi bırakın. Eğer sırtınızda sıcaklık da varsa, soğuk kompres uygulayın. Eğer sırtınız ağrırken aynı zamanda geriliyorsa, sıcak su torbasını sırtınızda gezdirin. Bu arada ağrı kesici bir ilaç da alabilirsiniz. Eğer iki üç gün içinde sırt ağrılarınız geçmezse bir doktora görünmelisiniz.

Uzun süre yatak istirahati yapmak, sırta destek veren kasları zayıflatabilir. Bu nedenle sadece yatarak ağrı geçirmeyi denemek yanlıştır. Bu arada yoga hareketlerinin sırt için son derece yararlı olduğunu belirtelim.

Sağlıklı bir sırt için

1 - Stres ve gerginlik, sırt kaslarının gerilmelerine neden olur. Bu nedenle haftada bir kez sırtınıza masaj yaptırın ya da yoga yapmayı öğrenin. Sırt kaslarının rahatlaması için bu önlemleri almak zorundasınız.

2 - Sırtın sağlıklı olabilmesi için doğru egzersizleri seçmek çok önemlidir. Yüzme ve yürüyüş sırt için ideal egzersizler olarak nitelendirilir, ama siz gene de bir doktora danışın.

3 - Oturduğunuz sandalye ya da koltuk, mutlaka çok rahat olmalı. Ve sırtınıza destek vermeli. Evde iş yerinde ve arabada bu hususa dikkat etmelisiniz. Yumuşak kanape ve koltukların arkalarına yastık koyarak destek almak gerekir.

4 - Yaşamımızın yaklaşık üçte birini uyuyarak geçirdiğimize göre yatağımıza da dikkat etmemiz gerekiyor. Yatağınız kalçalarınızın ve omuzlarınızın rahat edebileceği bir şekilde olmalı.

Sırt Kaslarınız İçin Yapabileceğiniz Basit Egzersizler

1. Boynunuzu Esnetin

Dik olarak oturun ve başınızı kendi etrafında döndürmeden omuzlarınıza doğru hafifçe eğin. Telefonla konuşurken ahizeyi bir sağ omuzunuza bir de sol omuzunuza koyarak bu egzersizi yapabilirsiniz.

2. Omuzlarınız İçin

Dik oturuş pozisyonunuzu bozmadan gece yatış pozisyonlarınızdan kaynaklanan sırt ağrılarınızı gidermek için omuzlarınızı önce öne sonra arkaya doğru düzenli rotasyon ile hareket ettirin.

3. Göğüs Kasları İçin

Dik oturur pozisyonunuzu bozmadan kollarınızı gergin olarak önde göğsünüze paralel şekilde birleştirin. Kollarınızın gergin olmasına özen gösterin ve elleriniz birbirine birleşik iken, başınızın üstüne doğru kol iç kasları ve gögüs kaslarınızın gerilmesini sağlayın.

4. Sırt Kaslarına Devam

Dik oturur pozisyonunuzu koruyarak Önce sağ/sol kolunuzu yana doğru açın. Elinizi bileğinizden yukarı doğru avucunuz dışa bakacak şekilde gerin ( Bu sizin alt kol iç kaslarınızı açacaktır). Pozisyonu bozmadan kolunuzu sırtınıza doğru gerin ve el bileğinizi kendi etrafında çevirin. Kolunuzu başınıza paralel kaldırın ve aynı hareketi tekrarlayın. Kütürdeyen kas seslerinizi duyacaksınız. Aynı işlemi diğer kolunuza da uygulayın.

5. Sıra Bacaklarda

Sırtınızı dik tutmaya çalışarak bacağınızı göğsünüze doğru çekin. Arka bacak kaslarınızın gerginliğini hissedene bu hareketi yapın. Pozisyonu bozmadan ayak bileğinizi kendi etrafında döndürün ve gergin durumdayken yavaşça sandalyenin yanına 2. şekildeki gibi bırakın. Diğer bacağınıza da aynı işlemi tekrarlayın.

6. Yan Bacak Kaslarınız İçin

Dik oturur pozisyonda önce sağ/sol bacağınızı dik olarak gövdenize paralel olarak uzatın. Bacağınızı gergin hale getirip ayak bileğinizden ayağınızı kendi etrafında çevirin.
< ="http://pagead2.googlesyndication.com/pagead/show_ads.js" =text/>

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:49:42 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9670#9670

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SITMA (MALARYA)


Tropikal ve subtropikal ülkelerin salgın hastalıklarından biridir (bugün Türkiye de hemen hemen tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle de karşılaşılan vakalar oldukça seyrektir. Ancak yabancı kaynaklara göre Çukurova bölgesinde halen sıtma görülmektedir). Sıtma, plazmodyum parazitinin etken olduğu bir hastalıktır. Sıtmaya neden olan dört tip plazmodyum vardır: P. vivax, P. ovale, P. malariae ve P. falciparum. Bu parazitlerin hepsinin de alyuvarlar içinde üreyen trofozoit ve şizontları bulunur. P. falciparum dışında, diğer üç parazitin ikincil, alyuvarlar dışı doku hücrelerinde geçen yaşam dönemleri vardır. Alyuvarlar dışı yaşam dönemi sonucu sıtma tekrarlayabilmektedir.


Plazmodyumlar sivrisineklerle sporozoit halinde hastadan sağlam insana geçer. Kan nakli ve hastalık yoluyla da bulaşabilirler. Plazmodiler plasentadan fetüse geçip tehlikeli olabilirler. Tropikal bölgeden dönen kişide görülebilecek ateşli bir hastalıkta, ateşle birlikte olan komada sıtmayı da düşünmek gerekmektedir.


Kuluçka devresi: 10-14 gün.


Belirtileri: Baş ağrısı, titreme, terleme ve kollarla bacaklarda ağrılar.


Hastalığın Seyri


P. malariae nin etken olduğu sıtmada, etken organizmalar, karaciğere gelişlerinden 8 gün sonra gelişmiş hücre şeklinde kan dolaşımına katılır ve evrim 72 saat sürer. Organizmalar hem karaciğerde hem de alyuvarlarda ürerler. P. vivax ve P. Ovale nin etken olduğu sıtmada, gelişmiş hücreler 8. günde karaciğerden çıkarak kana karışırlar ve her 48 saatte bir alyuvarlardan ayrılırlar. Ancak, etken organizmaların hepsi birden karaciğeri terk etmezler ve eşeysiz üreme sürüp gider. P. falcifarum un neden olduğu sıtma, "habis sıtma" adını alır ve en tehlikeli sıtmadır. Karaciğere yerleşen organizmaların tümü birden 6. günde gelişmiş hücre halinde kan dolaşımına geçerler. Organizmaların gelişimi her zaman olmadığı için aktif hücrelerin alyuvarlardan ayrıldıkları zaman ortaya çıkan ateşli dönemler düzensizdir. Organizmalar, hastalığın herhangi bir evresinde kitleler halinde beyin, omurilik, akciğerler ve böbreküstü bezlerinin kılcal damarlarını tıkayabilirler. Bu nedenle ani ölümler ortaya çıkabilir.


Ağır sıtma vakalarında en tehlikeli yan etki karasu hummasıdır. Nedeni kesinlikle belli değildir. Hastalık ani alyuvar yıkımı ile kendini belli eder.


Sıtma tedavisinde göz önüne alınacak üç husus vardır:


1- Antiparazitik ilaçlarla parazitin ortadan kaldırılması,


2- Destekleyici tedbirler ve


3- Komplikasyonların tanınması ve her bakımdan tedavisi.


Sıtmanın spesifik tedavisi vardır. Tedavide kullanılacak ilaçlar:


1- Sprozoidleri ilk üreme dönemi eksoeritrositer şizontları öldürerek pofilaktik etki yapmalı,


2- Eritrositler içindeki şizontları ve kana dökülen şizontları yok etmeli,


3- Gametleri yok etmeli ve


4- Dokulara toksik etki yapmamalıdır.


Bütün sıtma şekillerinin akut dönemlerinin tedavisinde ilk düşünülecek ilaç; klorokin (Aralen) (4-aminoquinoline) dir. Bu ilaç alyuvar dışı üreme dönemi bulunmayan


P. falciparum enfeksiyonlarını tedavi eder. Diğer sıtma şekillerinde tam bir tedavi sağlanabilmesi için plasmodilerin alyuvar-dışı doku şekillerine etkili olan primakin in de klorokin ile birlikte kullanılması gerekir. Doku şekillerine primakin den başka etkili tatminkar bir ilaç yoktur. P. vivax ve P. ovale hipnozoitlerine karşı primakin kullanılarak bunların relaps yapmaları önlenir.


Tedavinin Gözlenmesi:


Tedavi esnasında gözlemler üç gayeye yöneliktir:


1. Tedavinin etkinliğini tayin etme,


2. Mümkün olduğu kadar çabuk sıtma komplikasyonlarını tanıma ve


3. İlaç toksistesini tesbit etme.


Günlük olarak kan yayma preparatlarında aseksüel parazitleri ihtiva eden eritrositler gözükmeyinceye kadar incelenmelidir. İlk 24 saat içinde parazitemideki artma geneldir ve tedavi yetersizliğini ima etmemelidir. Aseksüel parazitemi daha sonra azalmalı ve 5 günde kaybolmalıdır. Gametositemia günlerce haftalarca sürebilir ve tedavi yetersizliğini veya tedavi gereksinimini ima etmez.


KORUNMA:


Sıtma mücadelesinde başarılı olabilmek için bulaş halkasını ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için rezervuar insanların tedavisi ve aracı anofellerin üremesini önleyici tedbirlerin alınması gerekir.


Sıtma tedavisinde kullanılan ilaçlardan klorokin ve diğerlerine ilaç direncinin gelişmesi ve yaygınlaşması, insektisidlerin aracı anofellere etkisinin azalması korunma tedbirlerinin önem kazanmasına neden olmuştur.


Korunma tedbirleri arasında en önemlisi sivrisinek ısırımına maruz kalmamaktır. Bunun için, geceleyin sivrisinek ağlarının kullanımı, sivrisinek ısırımını azaltmaya uygun giysiler giymek, sinek kovucu ve sinek spreylerinin kullanımı gereklidir. Bu tedbirler %100 koruyucu olmamaktadır. İlaveten kemoprofilaksi yapılır.


Direnç bildirilmemiş yerlerde klorokin eritrositik enfeksiyonu baskılama için kullanılır. Sıtma sahalarına gitmeden 2 hafta önce ve bu bölgeyi terk ettikten sonra 6 hafta daha klorokin alınmalıdır Bu sahalardan dönenlere P.vivax ve P. ovale enfeksiyon riskini önlemeğe 14 gün süre ile primakin relapsları önlemeye verilir.


Kloroquin dirençli P. falciparum sahalarında koruyucu olarak meflokin, proguanil+klorokin verilir. Doksisiklin meflokin dirençli P. falciparum sahalarında korumada kullanılabilir.


Günümüzde, aşı geliştirme çabaları "kokteyl" aşılara doğru yönelmiş durumdadır. Zira farklı sıtma antijenleri ve sıtma parazitinin hayat-döngüsünün farklı devrelerine ait birçok epitopları vardır. Böylece, sporozoit, merozoit ve gametosit antijenlerinin bir kombinasyonunu aşı içermelidir. Bunlara karşı oluşan antikorlar diğerlerine karşı koruma sağlamadığından bu üç antijenin aşıda bulunması gereklidir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:49:56 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9671#9671

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SIYATIK (SIYATALJI)


Siyatik (ischiadic) sinirin irritasyonu (uyarılması - harabiyeti) sonucu meydana gelen ağrılı duruma verilen isimdir. Siyatik sinir vücudun en uzun siniridir. Omuriliğin bel ksmından çıkar, bacaklara kadar uzanır. Siyatik ifadesi, bu sinir irrite edildiğinde, sinir boyunca meydana gelebilen ağrıları tanımlamak için kullanılır. Bu uyarılma genelde siyatik sinirin çıkış yerindeki disklerde meydana gelen kaymalar veya sinirin yolu boyunca oluşan eklem iltihapları nedeniyle oluşur.|Bulgular|Siyatik rahatsızlığında, belden başlayan ve arka kısımda aşağılara inerek bacaklara kadar (nadiren ayaklara da) vuran ağrılar meydana gelir. Ağrı genelde acı, yanma veya soğukluk hissine neden olur. Başlangıçtan sonra rahatsızlık derece derce ilerler, geceleri ağırlaşır, ve hareket etmekle tekrarlayablir. Siyatik rahatsızlığında; etkilenen bacakta karıncalanma, hissizlik ve kas güçsüzlüğü görülebilir.|Tanı|Tanı genelde fizik muayene ile konur. Doktorunuz aynı zamanda sizden röntgen, tomografi ve MR da isteyebilir.|Hastalığın Seyri|Siyatik genelde iyi bir istirhat ve belirli hareketlerin yapılmaması sonucu iyileşir. Çoğu hasta 6 hafta içerisinde kendilerini daha iyi hissederler.|Korunma|Birkez siyatik tanısı konduktan sonra, yapılacak belirli egzersizler, germe hareketleri ve diğer fizik tedavi programları sayesinde ağrıların tekrar ortaya çıkmasını engelleyebilirsiniz. Bunlardan bazıları aşağıda verilmiştir:|Duruş pozisyonunun düzeltilmesi:
Ayakta dik olarak durun, kulaklarınız ile omuzlarınız aynı çizgi üzerinde olsun (yani tam olarak ileriye bakın), duvara yaslandığınızda kürek kemiklerinizin ucu ve kalçanız aynı anda duvara değsin, baldırlarınız gergin olsun.|Karın kaslarınızı güçlendirin:
Karın kaslarınızın güçlenmesi belinize de destek olacaktır. Günde 10-20 kez mekik yaparak bunu sağlayabilirsiniz, ancak bu hareketi yaparken belinizi yere tam olarak değdirin veya belinizin altına destek koyun.|Yürüyerek ve yüzerek bel kaslarınızı güçlendirebilirsiniz.|Yük kaldırırken dikkatli olun. Bir şeyi kaldırırken mutlaka çökerek kaldırın, kesinlikle eğilerek kaldırmayın. Bu şekilde sadece belinize değil kollarınıza ve kalçalarınıza da yük dengeli olarak dağılır.|Uzun süre oturmayın ve uzun süre ayakta durmayın. Eğer uzun süre oturmak zorunda iseniz, düzenli aralıklarla ayağa kalkın ve enazından birkaç adım yürüyün. Devamlı ayakta durmanız gerekiyorsa arasıra tek ayak üzerinde durarak ayaklarınızı ve belinizi dinlendirin.|Uygun bir pozisyonda uyuyun. Bunun için yan yatın, yan yatamıyorsanız belinizin altına yastık koyarak yatın.|Bir sandalyeye oturup, yere doğru eğilin, ağrı hissettiğiniz anda 30 saniye kadar bekleyin. Bu şekilde geme egzersizi yapmış olursunuz. Daha sonra rahat edeceğiniz bir konuma geçin, bu germe hareketini 6 kez tekrarlayın.|Kesinlikle yüksek topuklu ayakkabı giymeyin; 3 - 4 cm den daha yüksek topuklu ayakkabılar vücut ağırlığınızın öne kaymasına neden olarak bel ve sırt kaslarınıza fazladan yük bindirir.|Tedavi|Siyatik genelde iyi bir istirahat ve belirli hareketlerden sakınarak tedavi edilebilir. Doktorunuz sıcak ve soğuk uygulaması önerebilir. Bunların yanı sıra ağrı kesici ilaçlar (asetaminofen, aspirin, naproksen, ibuprofen gibi) almanızı da tavsiye edebilir.|Ağrılarınız birkaç günden fazla sürerse veya günlük hayatınızda yapmanız gereken işler bu ağrılardan dolayı aksamaya başlamışsa doktorunuza başvurun. Bacaklarınızda, kasıklarınızda veya makat bölgenizde aniden meydana gelen bir hissizlik durumunda veya idrar ve dışkı tutamama durumunda DERHAL doktorunuza müraccat edin. Bu bulgular yuarıda anlatılan yöntemlerle tedavi edilemeyecek bir surumda olduğunuzun habercisi olabilir.|Hastaların az bir kısmında ameliyat gerekebilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:50:12 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9672#9672

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SPASTIK KOLON (IRRITABIL BARSAK SENDROMU)


Kullanılan diğer isimleri: Pilorospazm, spastik kolitis, sinirsel hazımsızlık, barsak nevrozu, fonksiyonel kolit, irritabıl kolon, huzursuz barsak sendromu, muköz kolit, laksatif kolit, fonksiyonel dispepsi.
İnce ve kalın barsakların anormal derecede artmış spontan (kendiliğinden) hareketlerinin görüldüğü bir hastalıktır ve genellikle duygusal stresle artış gösterir.

İrritabıl barsak sendromu, karın ağrısı ve değişmiş barsak hareketlerinin birlikteliği şeklinde gözlenir. Olayın nedeni kalın barsaklardaki kasların hareketlerinde (motilite) bir bozukluk meydana gelmesidir; bununa birlikte barsak yapısında herhangi bir değişiklik yoktur.

Hastalık genellikle bayanlarda görülür ve en sık olarak 20-30 yaşlar arasında meydana gelir. Spastik kolon gelişimini kolaylaştıran nedenler arasında az lifli besinler tüketmek, duygusal sıkıntılar ve laksatif (ishal yapıcı) ilaçalr kullanmak sayılabilir.

Toplumun yaklaşık olarak %10-20 sinde irritabıl barsak sendromu ile uyumlu bulgular bulunmaktadır; ancak bunların çok az bir kısmı tedavi için sağlık kuruluşlarına müracaat etmektedir.

Korunma

İrritabıl barsak sendromu gelişme riski yüksek olan kişiler için şikayetlerin önüne geçmek her zaman mümkün olamayabilir.

Belirtiler

- ishal

- ishal - kabızlık dönemleri (yaklaşık 6 aylık dönemler)

- barsak hareketlerinin başlaması ile geçen ve yemekeri takiben ortaya çıkan karın ağrısı

- aralıklı olarak karında hassasiyet

- karında şişkinlik, gaz ve sıvı hareketlerinin hissedilmesi

- bulantı

- kusma

- iştah kaybı

- duygusal stres

- depresyon

Tanı amacı ile yapılan testlerde genelde herhangi bir anormal durum saptanmaz. 40 yaşın üzerinde yukarıdaki şikayetlerle gelen hastalara kalın barsak kanseri olasılığını bertaraf etmek için endoskopi gerekebilir. Sürekli ishali olan genç hastalarda da endoskopi gerekebilir.

Ancak hastaların şikayetleri tipiktir.

Tedavi

Tedavinin amacı şikayetlerin ortadan kaldırılmasıdır. Diyette değişiklik yapmak, bazı hastalarda şikayetlerin giderilmesine yardımcı olur. Her hastaya iyi gelecek bir diyet yoktur.

Diyetteki lifli besinleri arttırmak ve sindirim sistemini uyarabilecek yiyecek ve içeceklerden (kafeinli içecekler) uzak durmak faydalı olabilir. Diğer uygulanabilecek tedavi yöntemleri:

- anksiyete giderici uygulamalar (düzenli egzersiz gibi)

- yemeklerden önce antikolinerjik ilaçlar almak

- şiddetli anksiyete ve depresyon durumlarında psikiyatrik tedavi

Sonuç

İrritabıl barsak hastalığı, yaşam boyu sürebilir; ancak şikayetler ugun bir tedavi ile azaltılabilir veya tamamen ortadan kalkabilir.

Meydana gelebilecek sorunlar

- beslenme bozuklukları

- huzursuzluk

- dehidratasyon (su kaybı)

- depresyon

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:50:27 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9673#9673

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SPINA BIFIDA


Spine bifida, omurga kavsinde, birleşme noksanlığı sonucu ortaya çıkan bir kusurdur. Bu durum herhangi bir omurda görülebilir, ancak en yaygın olarak ortaya çıktığı yer alt omurganın tabanıdır.

Bu durumun varlığının işareti, kusurun bulunduğu yerin üzerine gelen deri üzerinde tüy kaplı bir alan, bir yağ birikimi veya çok ince damarların bulunmasıdır. Genellikle, bu durum röntgende küçük bir bulgu olarak görülür ve omurga sinirlerini tutmadığı için, ardında yatan nörolojik bir kusurla ilişkilendirilemez.

Spina bifida kusurlu olarak doğan bebeklerin küçük bir yüzdesinde bacaklarda, mesanede veya barsakta nörolojik rahatsızlıklar bulunabileceği için bu tür çocukların ayrıntılı bir nörolojik muayeneden geçirilmeleri gerekir

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:50:40 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9674#9674

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SU CICEGI


Suçiçegi Hastaligi|Suçiçegi (veya varisella), herhangi bir yaSta ortaya çikabilen ancak en xxx olarak çocuklarda görulen bir bulaSici hastaliktir. Bu hastaligin tipik özellikleri ateSle seyretmesi ve deride ortaya çikan kabartilardir. Bu kabartilarin birkaç saat içinde, içi saydam siviyla dolu kesecikler haline gelmesi ayirici özelliklerindendir.|BaSlica Nedenleri|Bu hastalik özellikle on yaSin altindaki çocuklari etkileyen salginlar Seklinde ortaya çikar. Varisella zoster virusunden kaynaklanir ve olaganustu bir bulaSiciliga sahiptir. Her ne kadar bu hastaligi geçirmekle yaSam boyu bagiSiklik kazanilirsa da, virus uyku halinde bekleyip daha sonra yetiSkinlik çaginda kendini herpes zoster yani zona olarak gösterebilir.|Suçiçeginin cocukluk cagindaki Belirtileri|Enfeksiyondan sonra 14 ila 21 gunluk bir kuluçka devresi vardir ve daha sonra çocuk ateSlenir ya da hafif bir titreme görulur veya kusma ile sirt ve bacaklarda agri gibi Sikayetlerle kendini daha hasta hissedebilir. Hemen hemen ayni zamanda, sirt ve göguste, bazen de alin çevresinde ve daha nadiren kol ve bacaklarda çok sayida kirmizi ve kaSintili kabarti oluSur. Bu kabartilar birkaç saat içinde saydam bir siviyla dolu kesecikler haline gelir. Bu keseciklerin görulmesi birkaç gun devam eder ve ikinci gunden itibaren içerikleri irine dönuSup, bir iki gun içinde patlayabilir ya da kuruyup buzuSerek tepelerinde kahverengimsi kabuklar oluSur. Bu kuçuk kabuklar bir haftaya varmadan pullanarak dökulur ve iyileSme tamamlanir.|Hasta çocuk dökuntunun görulmesinden itibaren bir hafta sureyle ya da kesecikler kuruyuncaya degin bu hastaligi geçirmemiS çocuklardan tecrit edilmelidir. Ancak kabuklarin dökulmesini beklemeye gerek yoktur.|KiS ve ilkbaharin ilk aylari suçiçeginin yaygin olarak göruldugu aylardir. YetiSkinler ve ergenlik çagindakiler, çocuklara kiyasla daha agir hastalik riski altindadirlar. Agri, ateSin suresi, kiriklik, kaSinti gibi belirtiler daha Siddetli olur, dökuntu daha geniS alana yayilir ve daha uzun surede iyileSir ve hastaligin seyri daha uzun olur. Ayrica, suçiçegi olan yetiSkinler ve gençler için Siddetli komplikasyon riski daha yuksektir.|Suçiçegi Tedavisi|Tedavi hem belirtilere yönelik hem de etkene yönelik yapilabilir. Belirtileri hafifletmek için antipretikler ya da sistemik antihistaminikler kullanilabilir. BagiSiklik sorunu olan ya da enfeksiyon ve komplikasyonlari açisindan risk altinda bulunan çocuklarin Varicella zoster enfeksiyonu tedavisinde antiviral ajanlar kullanilabilir. Uygulama dökuntulerin ortaya çikmasini takiben ilk 24 saat içinde ve 2 yaSindan buyuk çocuklarda yapilmalidir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:50:56 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9675#9675

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SİĞİLLER VE TEDAVİLERİ (VERRUCA)


Siğil viral kokenli bulasici bir hastalik olup, etkeni human papilloma virus (HPV) diye adlandirilan bir virus ailesindendir. HPV virusunun bircok altgurubu olup bunlar da degisik klinik goruntu ve degisik ve degisik bolgelerde gelisimine olanak saglar.


Sigillerin bulasma sekli direk deriden kontak seklinde olup, virusu tasiyan kisilerle temas, deriden deriye aktarilmasina neden olur. Bu nedenlede sigil tasiyan kisiler bunu diger aile bireylerine, arkadaslarina bulastirabilirler. Genital sigiller ise genellikle seksuel temas ile bulasir.


Her yasta sikca rastlanan sigiller viral kokenli olduklarindan herhangi bir tedavi yapilmadagi surece artabilir ve buyuyebilirler. El sikisma, opusme, dokunma, ayni havluyu kullanma ile de bu virusu baskalarina aktarabilir. Cogu zaman yuz, gogus ve boyunda kahverengi duz lekeler seklinde gorulup, taninmasi ve hasta tarafindan sigil oldugunun anlasilmasi zor olabilir. Bu kahverengi, sari lekeler cogalarak tum yuze, gogse ve hatta karin bolgesine dek yayilir. Yuz ve gogusde gorulen bu tip sigillere verruca planus(duz sigil) adi verilir. Bazen uzun yillar farkedilmeyebilirler, buda sayilarinin cok artmasina neden olabilir . Elde ve ayakta ise daha kabarik ustu tirtikli deri kabalasmalari olarak gorulur.


Sigillerin oynanmasi, koparilmasi yahut zaman icerisinde gecer dusuncesi ile tedavinin geciktirilmesi buyume ve artmalarina neden olabilir. Ozellikle ayak tabanindaki sigiller nasir ile karistirilabilir ancak nasir cogalma egiliminde degildir. Yan yana sigiller birleserek mozaik form dedigimiz genis sigil alanlari olustuturulabir ve yurumekte agri yaratabilir. Periungual tirnak etrafi sigiller ise ozellikle ya tirnak yeme aliskanligi olanlarda yada manikur yaptiranlarda sikca olusabilir ve tirnak yataginin altina yayilarak tedavileri zorlasabilirGenital bolgede ise ozellikle penis etrafinda, labiumlarin cevresinde minik kabarciklar seklindedir. bi tur sigiller genelde cinsel iliski ile bilasir. Kisa sure icinde tedavi edilmediginde kadinlarda rahim boynunda prekanseroz degisiklikler yaratabilir.


Sigiller tedavi edilmedigi taktirde artabilir. Tedavide kullanilan krem, jel tarzindaki urunler genelde yuzeysel ce az sayidaki sigilin tedavisinde uygulanir. Krioterapi (dondurma tedavisi) sivi azotun patolojik deri bolgesinde yarattigi destruksiyon ile iyilesmenin saglanmasidir. Elektrokoter(sicak ) ile yakma ise en yaygin ve guvenilir yontemlerden olup, lokal anestezi ile uygulanir. Sigil tedavi edildikten sonrada hastani iyilesmesi bir sure izlenir.


Dogru teshis ve dogru tedavi problemin cozulmesinde ve bulastiriciligin engellenmesinde onemlidir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:51:09 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9676#9676

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SİVİLCE


Sivilce, dermatolojik adıyla akne vulgaris, toplumda en sık karşılaşılan cilt hastalığıdır.Özellikle ergenlik dönemindeki gençlerde % 80-90 oranında rastlanmaktadır ve hemen hemen herkes hayatı boyunca en az 3-5 kez sivilce çıkarmaktadır.


Bu sık görülen hastalık hem fiziksel olarak görüntüyü bozmakta hem de bu görüntü bozukluğu psikolojik bozuklukların artmasına neden olmaktadır. Tedavi edilmediği takdirde uzun yıllar, hatta bir ömür boyunca devam edebilen bir hastalık haline dönüşmektir.


En sık karşılaştığımız 12-18 yaş gurubundan başlayarak, uygun tedavi alışkanlıkları ve tedavileri, hastanın cilt tipine ve hastalığın şiddetine göre uygulanmalıdır Sivilce sadece yüz bölgesinde değil aynı zamanda sırt, göğüs, boyun gibi vücudun diğer bölümlerinde de çıkabilir.


Ani başlayan ve ileri yaşlarda gelişen sivilce sorununun altında bazen hormonal bozukluk, stres, yanlış kozmetik ürünlerinin seçimi gibi nedenler yatabilmektedir. Hastaların cildindeki sivilceleri sıkması ve oynaması da iyileşme sürecini uzatmakta ve bazen de kalıcı çukurcuklar, izler oluşturabilmektedir. Temelde yapılan hatalardan bir diğeri de sivilce tedavisinin güzellik salonlarında yapılmaya çalışılması, yanlış yönlendirme ve tedavi girişimleri ile hastaların zaman kaybetmesidir. Sivilce temelde yağ bezlerinin fonksiyonlarının bozulması ve derideki birtakım bakterilerin buna katılmasıyla oluşur. Kimi formlarda siyah nokta veya butonlar şeklinde iken kimi zaman da iri, deri altına yayılmış ağrılı kabarcıklar şeklinde oluşabilir. Genellikle15-25 yaş arasında, erkek cinsiyetinde daha ağır formda yaygın ve şiddetli sivilcelere rastlarız.


Sivilcede, ne kadar erken yaşta tedaviye başlanır ise o kadar olumlu cevap alınır. Tedavi mutlak olarak dermatolog tarafından düzenlenmeli ve doğru bilgilendirmeyle yapılmalıdır. Tedavi için kaybedilen süre, sivilcenin ilerlemesine ve bazen de geriye dönüşü mümkün olmayan izlerin gelişmesine neden olabilir. Uygun bir tedavi, iyi bir temizlik sistemi ile başlar. Tahriş edici olmayan, cildi kurutmayan, Ph ı dengeli bir temizleyici uygun miktarda köpürtülerek cilde uygulanır. Fazla salgılanan yağın emilmesini, bakterilerin üremesini engelleyen krem ve jeller cilde düzgün aralıklar ile sürdürülür. İltihaplı sivilceler bulunuyor ise uygun bir antibiyotik, tedaviye eklenir. Dirençli ve yaygın sivilce formlarında ise A vitamini türevleri kullanılabilir.


Unutulmamalı ki sivilce bir hastalıktır ve tedavisi mümkündür. Erken dönemde tedavi yapılması hem tedavi süresini kısaltır, hem de komplikasyonları azaltır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:51:26 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9677#9677

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
SİVİLCE (AKNE)


Sivilce, derideki yağ beslerinin aşırı aktif olmasından kaynaklanan bir durumdur ve genellikle ergenlik dönemindeki artmış hormonal durumdan kaynaklanır.


Yüz, omuz ve sırt derisinde gözlenen en sık rahatsızlıktır. Erkeklerde kızlardan daha kötü bir tablo meydana gelir. Enfeksiyon sık oalrak gözlenen bir durum olmadığından, tetrasiklin ve benzeri antibiyotikler uzun süre kullanılmamalıdır. Diyet de aknenin nedenleri arasında ön sıralarda bulunan bir etken değildir, ancak fazla yağlı ve iyotlu (iyotlu tuz ve midye gibi kabuklu deniz hayvanları) yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Cildinizi su ve sabunla düzenli olarak temizleyin, ayrıca benzil peroksit içeren akne ilaçları da kullanabilirsiniz. Benzil peroksit en iyi temizleyici maddelerden birisidir ve bir çok krem ve losyonun içerisinde bulunur. Boya ve yağ içeren cilt bakım ürünleri kesinlikle kullanmayın.


Sivilce için aynısafa (öküzgözü, altıncık) (Calendula arvensis) isimli bitkiyi kullanabilirsiniz. Bu bitki güzel çiçekleri olan ve bahçenizde yetiştirebileceğiniz bir türdür. Parlak, portakal renkli çiçekleri bir çok losyon ve kremin yapımında kullanılır. Bu bitkinin çiçeklerinin demlenmesi ile elde edilen çayla cildinizi temizleyebilirsiniz.


Akneler genelde ergenliğin sonunda kendiliğinden kaybolurlar. Eğer, akne kaybolmamış veya şiddetlenmişse iz bırakmaması için etkili bir tedavi uygulanmalıdır. Vitamin A türevi bazı etkili ilaçlar, bu amaçla kullanılabilir. Bu tür ilaçlar son derece etkili ve toksik olduğundan mutlak bir dermatoloji uzmanının kontrolünde kullanılmalıdır.


Deniz suyunda yüzmek akneye iyi gelebilir.


Akne önlenemez. Bununla birlikte yeterince uyuyup, egzersiz yaparak şiddetlenmesi engellenebilir. Halk arasindaki yaygın inanışlara ragmen, yediginiz besinler akneyi nadiren etkilerler. Ancak çeşitli besinlerden oluşan gidalari yemek genel saglik için oldukça faydalidir.


Her akne olduğunuzda, yağli kremlerle makyaj yapmayi birakarak, toz yuz pudrasi kullanin.


Ergenlikten sonra aniden vücutta sivilce çıkması hormon bozukluğunun veya ilaç toksititesinin (özellikle steroid ilaçların) bir belirtisi olabilir. Bu durumda mutlaka bir hekime görünün.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:51:41 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9678#9678

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TALASEMI (AKDENIZ KANSIZLIGI)


Eski çağlarda Akdeniz çevresindeki bölgelerde ortaya çıkan ağır bir kansızlık türü kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze değin ulaşmıştır. Akdeniz kansızlığı olarak bilinen bu hastalığın öbür adı olan talasemi, Yunanca da "deniz" anlamına gelen bir sözcükten türetilmiştir.

HASTALIĞIN KALITSAL NİTELİĞİ

Akdeniz kansızlığının çeşitli biçimleri anne ya da babadan genler yoluyla çocuğa aktarılır. Doğumsal hemolitik sarılıkta, yani alyuvarların parçalanması sonucu ortaya çıkan sanlıkta olduğu gibi ana baba normal kalıtsal özelliklerle birlikte hastalık taşıyan genleri de çocuğa aktarır. Alyuvarlara ilişkin kalıtsal bir hastalığın söz konusu olduğu bu durumda erişkinin hemoglobin yapımında bozukluk vardır.

Elektroforez yöntemiyle sağlıklı kişilerin taşıdığı dört hemoglobin tipi saptanabilir. Alyuvarlarda değişik oranlarda bulunan bu dört hemoglobin molekülü içerdikleri protein yapısındaki farklılıklar nedeniyle birbirlerinden ayrılır. Hemoglobinin uluslararası simgesi Hh; dört tipinin ise Hb A1, Hb A2, Hb A3 ve Hb F dir. Hb A1 bütün hemoglobinlerin yüzde 97 sini oluşturur. l-lb A3 olasılıkla erişkin kanında yıkıma uğramış A1 hemoglobininden kaynaklanır. Hb F ya da dölüt (fetüs) hemoglobini yenidoğanın kanında yüzde 80 oranında bulunur. Bu oran 1 yaşında yüzde 1 e düşer.

Normal protein zincirlerinden farklı protein zinciri içeren sıra dışı hemoglobin tipleri de vardır. Örneğin S, C, E hemoglobin tipleri sıra dışı kabul edilir ve değişik kansızlık hastalıklarında görülür. Adı alyuvarların aldığı biçimden kaynaklanan orak hücreli kansızlık bunlardan biridir.

Akdeniz kansızlığı A1 hemoglobininin iyice azalmasına bağlı bir hemoglobin hastalığıdır. Bu eksikliği gidermek için hastanın kemik iliğinde Hb A2 ve/ya da Hb E üretimi başlar. Ama bu işlem eksikliği gideremediği gibi bazen kansızlığın ağırlaşmasına yol açar. Hb A1 in kısmen üretilmesi ya da hiç üretilememesi, bu hemoglobine özgü protein zinciri yapımını denetleyen gende bilinmeyen nedenlerle bir mutasyon (değişinim) olmasından kaynaklanır. Böylece Hb A1 normal biçimde üretilemez.

Daha önce belirtildiği gibi hastalık belirtilerinin ortaya çıkması kalıtsal etkenlere sıkı sıkıya bağlıdır ve Akdeniz kansızlığı baskın kalıtsal özellik gösterir.

Hem anne, hem de babanın hastalığı taşıması durumunda çocuk hastalık yapıcı geni her ikisinden de alabilir (homozigot durum). Çok ağır bir biçimde ortaya çıkan bu olgular Cooley kansızlığı (hastalığı), talasemi majör ya da büyük Akdeniz kansızlığı olarak bilinir.

Anne ve babadan birinin hastalığı taşıdığı durumlarda, çocuk hastalık taşıyan genin yanı sıra sağlıklı anne ya da babadan hemoglobin yapımıyla ilgili sağlıklı geni de alır (heterozigot durum). Sağlıklı gen hastalıklı genin etkisini zayıflatmakla birlikte ortadan kaldıramaz. Ama hastalık belirtileri önceki durumda olduğu kadar ağır değildir. Bu durumda hastalık talasemi minör ya da küçük Akdeniz kansızlığı olarak bil mu. Akdeniz kansızlığının üçüncü ve son tipi talasemi minimadır. Bu tip belirti vermez. Hastalık ancak kan tahlilleri ile ortaya çıkarılır.

Yukarıdaki sınıflama daha çok kuramsal bir önem taşır. Gerçekte Akdeniz kansızlığı tipleri, hastalıktan sorumlu anormal genin değişik biçimlerde etkisini göstermesinden kaynaklanır.

GÖRÜLME SIKLIĞI

Geziler, göçler ve değişik bölgelerden insanlar arasındaki ilişkilerin yoğunlaşmasıyla Akdeniz kansızlığı Akdeniz bölgesinin dışına da yayılmıştır. ABD ve Kuzey Afrika da Akdeniz kansızlığı olgularına rastlanmaktadır. Ama bu hastalık. özellikle bazı bölgelerde daha sık görülür. Örneğin İtalya nın kuzeyindeki Ferrara bölgesi, Po Irmağı havzası, Sardinya ve Sicilya da görülme sıklığı oldukça yüksektir. Bu coğrafi dağılımın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılara göre hastalık Eski Yunan kentlerinde ortaya çıkmış, daha sonra Avrupa, Afrika ve Asya ya yayılmıştır.

Akdeniz kansızlığı her yaşta ve her iki cinste de görülür. Kalıtsal özelliği nedeniyle genellikle erken yaşlarda ortaya çıkar. Eskiden çeşitli nedenlere bağlanmasına karşın, artık kalıtsal bir hastalık olduğu kesinlik kazanmıştır. Bununla birlikte hastalığın seyri ve yayılımı çevre koşullarından da etkilenmektedir. Bu yönüyle Cooley hastalığı ile sıtma arasında bir bağlantı kurulabilir.

Sıtma potansiyeli yüksek olan bölgelerde sıtma olgularında düşüş görülmektedir. Bu olay sıtma etkeni olan Plasmodium cinsi tek hücreli asalağın yalnız sağlıklı alyuvarlarda çoğalabilmesiyle açıklanır. Sağlıklı kişiler sıtma etkeniyle karşılaştıklarında sıtmaya yakalanırlar. Ama Akdeniz kansızlığı olan hastalar sıtma salgınlarından etkilenmezler. Eskiden sıtma, ağır durumlar dışında, Akdeniz kansızlığından daha tehlikeli bir hastalıktı; Akdeniz kansızlığına yakalananlar sıtmaya yakalanmaktan kurtulurlar ve daha uzun yaşama şansına sahip olurlardı.

Akdeniz kansızlığında alyuvarların ilk yapım aşamasında oluşan bozukluk, kanda normalden daha küçük, ortalama yaşama süresi azalmış, damla ve kalp gibi değişik biçimlerde alyuvarların belirmesine yol açar. Hastalığın seyri sırasında alyuvarların bu biçim ve işlev bozuklukları sonucu kansızlık, ayrıca dalak büyümesi, kemiklerde yapı değişiklikleri ve aşağıda sıralanan başka kansızlık belirtileri ortaya çıkar.

AKDENİZ KANSIZLIĞINA EŞLİK EDEN BAŞKA ALYUVAR HASTALIKLARI

Hemoglobinin globin bölümünü oluşturan polipeptit zincirlerinden bir çifti a (alfa), öbür çifti ß (beta) olarak adlandırılmıştır. Akdeniz kansızlığı ß zincirindeki yapım bozukluğundan kaynaklanır. Bu nedenle Akdeniz kansızlığının üstün tipleri ß talasemi (beta-talasemi) olarak da bilinir. a zincirinde ortaya çıkan bozukluklar ise Akdeniz kansızlığından ayrı olarak a-talasemi (alfatalasemi) adı altında toplanır. ß talasemiler başka alyuvar hastalıklarıyla birlikte görülebilir. Hemoglobin ya da enzim bozukluklarıyla ilişkili olabilen bu hastalıklar ancak kanın biyokimyasal incelemesi sonucunda ayırt edilebilir. Akdeniz kansızlığının öbür hastalıklarla ilişkisi her zaman olumsuz sonuç vermez. Örneğin, alfa-talasemi Cooley hastalığının belirtilerini hafifletir. Öte yandan heterozigot 13 talasemi ile Hb S hemoglobin bozukluklarının birlikte görülmesi daha ağır sonuçlar doğurur.

TEDAVİ VE KORUNMA

Küçük Akdeniz kansızlığı (talasemi minör) daha hafif bir hastalıktır. Hastanın yaşam süresi uzundur; hasta normal yaşamını sürdürebilir. Ama bu durumdaki kişiler, aynı gen bozukluğu bulunan taşıyıcılarla evlenmemelidirler. Böyle bir evlilikte, anne ve babanın Cooley hastalığına yol açacak genleri çocuğa aktarma olasılığı yüzde 25 tir.

Büyük Akdeniz kansızlığı (talasemi majör) olan çocuklarda ise yaşama olasılığı oldukça düşüktür. Ortalama yaşam süresi azalmıştır ve sağlık durumları kötüdür. Bu hastalığın da ağır ya da daha hafif seyreden biçimleri vardır. Cooley hastalığında kansızlık yalnızca kan nakliyle denetim altında tutulabilir. Verilecek kan miktarı duruma ve hastaya göre belirlenir. Bu tedavide amaç hemoglobin miktarını 100 mililitre kanda 10 gram dolayına çıkarmak ve bir süre bu düzeyde tutmaktır. Bu değer yüksek olmamakla birlikte, küçük hastaların organizma gereksinimleri için yeterlidir.

Küçük yaşlarda uyarlanma mekanizmalarının iyi olması sayesinde hastalar normalin altında hemoglobin miktarı ile yaşayabilirler. Kan naklinde dikkat edilecek nokta, uygulamanın yalnız gerekli olduğunda yapılmasıdır. Bu hastalarda demir düzeyi yüksek olduğundan, gereğinden çok kan nakli açığa çıkan demir miktarını artırır. Bunun sonucu olarak da aşırı demir, çeşitli organlarda birikme eğilimi gösterir. Günümüzde demiri bağlayıp idrarla atılmasını sağlayan maddelerin tıpta kullanıma girmesiyle bu tehlike önemli ölçüde azalmıştır.

Alyuvarların yaşam süresinin çok kısaldığı, kan nakline karşın kansızlığın giderilemediği durumlarda dalak çıkarılır. Bu girişimin sonuçlarını değerlendirmek zordur. Cerrahi girişim zamanla kan nakli sıklığının azalmasını sağlar.

Bu hastalıkta kesin iyileşme beklentisi olmasa da büyük Akdeniz kansızlığına yakalanmış çocuklarda uzun ve zor tedaviyi yürütmek bir görevdir. Zeki ve duyarlı olan bu çocukların rahat edecekleri ve normal yaşamlarını sürdürecekleri koşullar hazırlanmalıdır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:58:57 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9679#9679

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TALASEMI MAJOR (COOLEY KANSIZLIGI)


Bu hastalık sorumlu genin hem anne, hem de babadan, yani homozigot olarak geçmesiyle oluşur. Akdeniz kansızlığının en ağır belirtiler veren tipidir.

Yapılan incelemelerde anne ve babanın kanında talasemi minör ya da talasemi minimaya özgü hemoglobinler saptanarak hastalığın kalıtsal temeli açıkça ortaya çıkarılır.

Hastalık hemen her zaman çocukluk evresinde görülür. Yaşamın ikinci altı ayında tanı konabilmekle birlikte hastalık ilk iki ya da üç yaş içinde açık belirtiler vermeden yavaş yavaş gelişir. Kendini kötü hissetme durumu, hafif üşütme ve diş çıkarma gibi olaylarla ilgili ya da nedensiz ortaya çıkan hafif ateş yükselmeleri biçiminde belirtiler baş gösterir. Ana ve baba oldukça erken evrede bebeğin gittikçe solduğunu ve deri renginin sanlıkta olduğu gibi sarımtırak bir renk aldığım fark ederler. Bebekte iştahsızlık başlar ve büyüme yavaşlar.

Bu noktada hekim hastayı gözleyerek sarımtırak deri rengine ek olarak tanıya yardımcı başka önemli ve tipik belirtileri saptar. Bu belirtilerden biri dalak büyümesidir. Hastalıklı alyuvarların yıkıma uğradığı yer olan dalak, aşın çalışarak iyice genişler.

Karaciğer de büyümüştür ve karın, büyüyen bu iki organ nedeniyle şişerek, dışarı fırlamıştır. Bu durum ince bacaklarla belirgin bir zıtlık yaratır. İskelet yapısında ortaya çıkan değişiklikler ve kemik lezyonlarının da etkisiyle Akdeniz kansızlığına yakalanan çocukların görünümü ayırt edici bir biçim kazanır. Kan hücrelerinin yapılma yeri olan kemik iliği, yıkıma uğrayan alyuvarların eksikliğini karşılayabilmek için aşın miktarda çalışarak alyuvar üretir. Böylece kemik iliği aşırı çalışmaya bağlı olarak genişler, kemikler incelir ve kırıklar oluşabilir.

Uzman bir gözün bebeklerde hemen tanıyacağı bu fiziksel gelişme zamanla daha da belirginleşir. Kafatası genişleyerek köşeli bir görünüm kazanır. Burun basıklaşır ve burun kanatları genişler, burun kökü çöker, elmacık kemikleri çıkıklaşır, gözler çekikleşir.

İskelet filminde kalça, kol ve bacaklarda kemik dokusunun inceldiği, kafatası filminde kemiklerin fırça" biçimini aldığı görülür.

Cooley hastalığına kesin tanı koymada kan tahlillerinin büyük önemi vardır. Hastada kansızlık belirgindir. 1 milimetreküp kandaki alyuvar sayısı genellikle 3 milyonu aşmayan düzeydedir (normal değer 1 milimetreküpte 5 milyondur).

Ama asıl önemli olan dolaşımdaki hemoglobin miktarının azalmasıdır. Normalde 100 mililitre kanda yaklaşık 15 gram olması gereken hemoglobin miktarı, Cooley hastalığında çok azalarak 4 gramın altına düşer. Buna ek olarak fetal hemoglobin (Hb F) önemli ölçüde artarak dolaşımdaki hemoglobinlerin tamamına yakın bölümünü oluşturur.

Lam üstüne yayılan bir damla kan, mikroskopta incelendiğinde alyuvarların küçük, garip biçimli (damla, virgül, kalp, halka, yüzük vb) ve az miktarda hemoglobin içermesi nedeniyle hemen hemen saydamlaştığı açıkça görülür.

Aşırı alyuvar parçalanması sonucunda plazmada ayrışan demir ve bilirubin gibi hemoglobin ürünlerinin düzeyi yükselir. Bu, hafif sarılığa (subikter) yol açar.

Akdeniz kansızlığına yakalanan küçük yaşlardaki hastaların bu duruma oldukça iyi uyum sağladığı söylenebilir. Kansızlık belirginleşene değin hastalar normal yaşamlarım sürdürürler. Ama hastalık sürekli ilerler ve özellikle ilk yıllarda başlamışsa çocukluk yaşında ölüm oram oldukça yüksektir.

Hastalığın çok erken ortaya çıkmadığı durumlarda eşeysel gelişim de etkilenir. Boy ve kilo gelişimi durur. Kıllanma ve ses kalınlaşması gibi ikincil eşeysel özellikler gelişemez. Sonuçta ortaya enfantilizm (çocuk olarak kalma) olgusu çıkar. Genel durumda ve kan sayımında görülen belirgin bozukluğa karşın, hastaların ruhsal ve zeka gelişimlerinde gerileme yoktur. Hatta bu çocukların normalin üstünde bir zekası ve zengin bir iç dünyası olabilir.
< ="http://pagead2.googlesyndication.com/pagead/show_ads.js" =text/>

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:59:15 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9680#9680

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TATARCIK HUMMASI (TATARCIK HASTALIGI)


Tatarcık humması, akut, hafif seyirli, enfekte kişide sınırlı bir gelişimi olan ve tatarcık sineği ısırmasıyla bulaşan virüs etkenli bir hastalıktır. İnsanlar dışında bu virüslerin hastalığa neden olduğu başka bir canlı türüne rastlanmamıştır. Orta Doğuda tarla farelerinin ara konakçı olduğu düşünülmektedir. Akdenize kıyısı olan ülkelerde, Balkanlarda, Afrika nın doğu kesimlerinde, Rusya ve Orta Asya ülkelerinde, İran, Irak, Pakistan, Hindistan, Panama, Brezilya ve Trinidad adalarında görülür. Panama ve Brezilya daki olgular genellikle salgın şeklinde değildir ve daha çok ormanla ilişkisi olan insanlarda rastlanmaktadır. Görevli veya turist olarak Kıbrısa gidenlerde sık olarak görülür. Halk arasında Tavuk Hastalığı olarak da bilinir.

Tatarcık hummasının Phlebotomus papatasii ile bulaşan bir virüs hastalığı olduğu 1909 da bildirilmiştir. Tatarcık hummasının etkeni Arbovirüs ailesinden olan bunyavirüs grubundan bir RNA virüsüdür. Tatarcık humması 20 - 45 kuzey enlem dereceleri arasındaki endemik bölgelerde ve vektör phlebotomusların bulunduğu ülkelerde görülür.

Tatarcık Sinekleri (Flebotom)

Tatarcık sinekleri; tropikal bölgelerde yıl boyunca hastalık bulaştırabilirlerken, daha soğuk iklimlerde sadece sıcak aylarda etkilidirler. Orta Doğu ve Orta Asyada hastalık sıcak ve kurak aylarda (yaz veya sonbahar ayları) gözlenir ve insanlara enfekte tatarcık sineklerinin (phlebotomus papatasii) ısırmasıyla bulaşır.

Tatarcık sinekleri; sadece bir kaç milimetre boyunda olan sinekçiklerdir. Sadece dişi tatarcıklar insanları ısırır. Isırılan kişi eğer allerjik bir yapıya sahip değilse ısırılan yerde ağrı hissetmez ve lokal irritasyon görülmez; ısırılanların sadece % 1 lik kesimi ısırıldığının farkına varmaktadır.

Tatarcık sineği geceleri beslenir, gündüzleri karanlık yerlerde bulunur (duvar çatlakları, mağaralar, evler ve ağaç kovukları). Yumurtlama kan emdikten bir kaç gün sonra olur. Yumurtaların kanatlı tatarcıklar haline gelmesi için yaklaşık 5 haftalık bir süre gereklidir. Yetişkin bir tatarcık sineği sıcak ortamda bir kaç hafta yaşar.

Flebotomların hastalardan kan emerek virüs almaları, hastalık belirtilerinin başlamasından iki gün evvel ile hastalık belirtilerinin kaybolmasından 24 saat sonrası arasında olur. Bu süre dışında hastalardan kan emen dişi flebotomlar enfekte olmazlar. Tatarcıklar kan emdikten 6 - 10 gün sonra bulaştırıcı olurlar ve ömürleri boyunca bulaştırıcı kalırlar. Virüs, yumurta ile bir nesilden diğerine geçer.

Bu sinekler zemine yakın yerlerde bulunduğundan ve 3-4 m. yüksekliğe uçamadıklarından büyük binalarda hastalık daha çok alt katta oturanlar arasında görülmektedir. Uçuş menzilleri 100 metreyi geçmez.

Gündüz dinlenir, gece uçarlar. Dişi tatarcıklar yumurtalarını kaya diplerine, ağaç kovuklarına, organik maddelerden zengin nemli ve gevşek topraklara bırakırlar. Doğada tatarcık yumurtalarını, larva ve pupalarını bulmak çok güçtür.

Deri içi veya ven yoluyla aşılanan insanların %5 kadarı infeksiyona tutulmamakta, % 50 - 75 inde ise hastalık belirtileri ortaya çıkmamaktadır.

Belirtiler

Tatarcık sineğinin ısırdığı insanlarda, ısırığın olduğu yerdeki deride kaşıntılı kabarıklıklar oluşur ve 5 gün kadar devam eder. 3 - 6 günlük bir inkübasyon dönemini takiben hastalık aniden ortaya çıkar. Ateşin ortaya çıkışından 24 saat önceki ve 24 saat sonraki periyotta kandan virüs elde edilebilir.

Hastalık genel olarak birdenbire, titreme veya ürpermelerle ateşin yükselmesi şeklinde başlar, bazı hallerde önceden kırıklık, başdönmesi, bacak ve karında anormal hisler olabilir. Başlangıçta veya daha sonra baş ağrısı, gözlerde yanma, göz arkasında göz hareketleriyle ortaya çıkan ağrılar, ensede ve sırtta sertlik, oynaklarda ve taraflarda ağrılar, tat alma duyusunda değişiklikler, iştahsızlık, bulantı, kusma, kabızlık veya sürgün, boğazda ağrı, burun kanaması, baş dönmesi olabilir. Damakta küçük veziküller görülebilir ve maküler veya ürtikeryal döküntüler gelişebilir.

Ateş, 39 - 40 oC ye kadar yükselebilir. Genellikle ateş 2 - 4 gün kadar sürer (3 gün ateşi) ve bol terleme ile düşer; ancak ateş, 1 - 9 gün de sürebilir. Bazen ateş düştükten sonra kısa süren bir yükselme de görülebilir. Nabız yavaşlar. Tatarcık hummasında yüz ve boyun kızarmıştır. Gözde konjuktivadaki kanlanma ucu korneaya varan bir üçgen şeklinde dikkati çeker, fotofobi ve gözde yaşarma olabilir. Ağızda yumuşak damakta ve yutağın arka cidarında kanlanma olabilir. 2 - 12 hafta içerisinde hastaların % 15 inde ikinci bir atak gelişmektedir.

Nadiren splenımegali gelişir, lenfadenopati gözlenmez. Ateşin ilk günü kanda lökosit sayısı normaldir, lenfositler azalabilir ve nötrofillerin sola sapması ile gençlerin çoğalması görülebilir. Ikinci veya üçüncü günler kanda lökopeni polinukleoz yerleşir. Hastalığın sonunda veya iyileşme sırasında lökopeni belirgindir.

Diğer arbovirüs enfeksiyonlarında olduğu gibi tatarcık humması da aseptik menenjitle ilişkili olabilir.

Hastalık kendiliğinden iyi olur, ölüm bilinmemektedir.

İyileşme sırasında ateş ve belirtiler depreşebilir, geçici depresyonlar görülebilir.

Laboratuvar

Beyaz küre sayısındaki değişiklikler hastalıktaki tek pozitif laboratuvar bulgusudur. Düzeldikten 5 - 8 gün sonra lökositlerdeki değişiklikler tamamen normale döner.

Tanı genellikle klinik bulgular ve bölgesel bilgiler ışığında konur. Serumda antikor titresinde artış saptanabilir.

Bağışıklık

Bağışıklık tipe özgüdür ve bu bağışıklık en az iki yıl devam eder. Hastalığın endemik olduğu bölgelerde virüsün 20 kadar alt tipi vardır fakat bunlardan yalnızca 5 i hastalık yapıcıdır. Endemik bölgelerde hastalık çocukluk çağında geçirilir ve bir bağışıklık meydana gelir. Bu bölgelere gelen bağışıklığı olmayan yabancılar mesela askerler ve turistler sıklıkla bu hastalığa yakalanırlar.

Tedavi ve Korunma

Hastalık ilerleyici değildir ve özel bir tedavi gerektirmez. Şikayetlerin tedavisi, yatak istirahati, uygun sıvı verilmesi ve aspirin ile analjezi önerilebilir.

Hastalar, tatarcık geçirmeyen bir cibinlik içinde yatmalıdırlar. Insektisitlerle tatarcıklara karşı savaş çok etkilidir.

Kontrol

İnsektler arasında mücadelesi güç olanlardan birisi de tatarcıktır. Endemik bölgelerde geceleri ilaçlama yapılmalı ve yaşanılan mekanların çevresine kalıcı insektisid atılmalıdır.

Metrekare başına 2 gr DDT, 600 mg Dieldrin veya 1 gr organik fosforlu herhangi bir insektisit kullanılabilir. Tatarcık sinekleri klorlu hidrokarbon içeren insektisidlere karşı çok hassastırlar. Amerika, Avrupa ve Asya nın bazı ülkelerinde 900 - 2700 mg / m2 kalıcı DDT uygulanmasının 1 - 2 yıl kadar etkili olduğu gözlenmiştir.

Bodrum gibi kapalı yerlere insektisit tatbikatında BHC veya DDVP gibi fumigan olan insektisitler kullanılmalıdır. Bunlardan ayrılan kristaller bütün ortamı etkilerler.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 2:59:29 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9681#9681

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TENDINIT


Hafif bin incinme ya da aşırı kullanma, omuz ya da dirsekte ağrı oluşmasına yol açabilir. Genellikle nedeni, kası kemiğe bağlayan tendondaki küçük bir yırtık ya da iltihaptır.

Belirtiler : Özellikle dirsek ya da omuzda, eklemin hemen dışında ağrı ve hassasiyet

Tedinit en sık omuz ve dirsekte görülür. Kemikte herhangi bir sorun olup olmadığını anlamak için röntgen çekilebilir.

Tendinit, tendonlarda kalıcı hasara neden olabilir. Ağrılı bölgeyi hareket ettirmemeye çalışmak da katılaşmaya yol açabilir. Eğer aşırı kullanma yıllarca sürerse, önceleri belirsiz bir rahatsızlık yaratan bu durum, daha sonra dokularda nedbe oluşmasına bağlı esneklik kaybına yol açabilir. Bazen, dirsek ya da omuzunuzu dinlendirdiğinizde, tendinitin yarattığı rahatsızlık birkaç haftada ortadan kaybolabilir. Yaşlılar-da ve etkilenen bölgeyi sürekli kullananlarda, tendinit çoğu kez daha yavaş iyileşir ve genellikle ilerleyerek, kronikleşir. Omuzdaki bağlar ve tendonlar giderek sertleşerek, hareket kaybına neden olabilir; bu durum donmuş omuz olarak adlandırılır.

Tedavi

Dinlenme çok önemlidir. Etkilenen bölgeyi birkaç gün kullanmayın. Etkilenen bölgenin elastik bir bandajla sarılması ve kolun askıya alınması yararlı olabilir. Ayrıca bölgeye buz uygulaması, rahatsızlığı ve şişmeyi azaltabilir.

İlaç Tedavisi

Aspirin gibi bir ağrı kesici şikayetlerin azalmasına yardımcı olabilir. Eğer tendinit sürerse, doktorunuz hasta bölgeye kortizon gibi bir steroid ilaç enjekte edebilir.

Ameliyat

Bir tendon yırtıldığında, onarıcı bir ameliyat gerekebilir.

Egzersiz

Dinlenme tendinit tedavisinin önemli bir parçası olmasına rağmen, uzun süre hareket ettirmeme, eklemde sertleşmeye neden olabilir. Birkaç gün bölgenin dinlendirilmesinden sonra, ekleme hafif hareketler yaptırılarak, esnekliği korunmalıdır. Bu hareketler donmuş omuz oluşmasını engelleyebilir.

Önlem

Tendinitin tekrarlaması egzersizden önce eklemi ısıtarak ve egzersizden sonra soğutarak engellenebilir. Güçlendirici egzersizler de tendinitin tekrarlamasını engelleyebilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:07:25 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9682#9682

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TENISCI DIRSEGI


Tenisçi dirseği adı, bu rahatsızlık hiç tenis oynamayanlarda da ortaya çıktığı için, yanlıştır. Hem tenisçi dirseği önkolu dirseğe bağlayan kasların tendonlarında tekrarlayan küçük yırtıkların sonucu olduğu düşünülen dirsek ağrılarına yol açar.

Belirtiler

- Dirseğin kıvrım yerinin altında ve önkolun üst tarafının dış tarafında tekrarlayan ağrı.

- Bazı vakalarda önkolda bileğe doğru yayılan ağrı.

Bu yırtıklar, önkolda tekrarlayan dönme hareketlerinin yapıldığı çeşitli etkinliklerin sonucu ortaya çıkabilirler. Tenis oynarken "backhand" vurmak, boya yapmak ya da tornavida kullanmak tenisçi dirseğinin oluşumunu hızlandırabilir.

Teşhis

Teşhis için fizik muayene genellikle yeterlidir, ancak başka komplikasyonların olmadığından emin olmak için ağrılı bölgenin röntgeni çekilebilir. Tenisçi dirseğiniz varsa röntgende bir şey çıkmayacaktır.

Çoğu vakada rahatsızlık zaman içinde - 6 ile 12 ay arasında- azalacaktır.

Tedavi

Dirseğe buz uygulanması, masaj, geceleri tespit edici bir aracın kullanılması ve kolun dinlendirilmesi, tedavide uygun yaklaşımlardır.

Korunma

Tenisçi dirseğinin tekrarlamasını önlemek üzere destekleyici bir bandaj kullanabilirsiniz; dirseğin hemen altına takıldığında, iltihaplanmış tendonlar üzerindeki yükü azaltabilir. Ağırlık kullanarak, güçlendirici egzersizler yapılabilir (dirseğinizi avuç içi yere bakacak şekilde bükerek, bileğinizi aşağı yukarı hareket ettirin).

İlaç Tedavisi

Aspirin ya da diğer bir antienflamatuar ilaç, tenisçi dirseğinin ağrısını azaltmak için etkilidir. Bazen steroid bir ilaç enjekte edilebilir, ancak bunlar çok güçlü ilaçlar oldukları için, yalnızca ağır vakalarda kullanılmaları önerilmektedir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:07:40 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9683#9683

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TENYA (SERIT)


Şerit hastalığı olarak da adlandırılabilecek olan taenia enfestasyonu parazit adı verilen küçük canlılarla meydana gelen ve genelde sindirim sistemini tutan bir durumdur. Tenyalar, az pişmiş veya çiğ et (tenya bulunan) yemekle bulaşır. Sığırlar genelde Taenia saginata bulaştırırken, domuzlar taenia solium taşıyıcısıdırlar. Tenyalar segmentli yani boğumludurlar. Her boğum yumurta üretebilme kapasitesine sahiptir.
Dünya genelinde son derece yaygın bir durumdur.

Sığır Tenyası (Taenia saginata)

Etle alınan tenya larvaları (olgunlaşmamış tenyalar) insan barsaklarında olgun hale gelebilirler ve boyları 4-6 metreye ulaşabilir.

Tenya hastalığı genelde her hangi bir belirtiye neden olmaz. Kişi kendisinde tenya olduğunu genelde dışkısında tenyaları görünce fark eder, özellikle de hareketli parçacıkları.

Nadiren karın üst bölgesinde ağrı, ishal, bulantı, kilo kaybı görülebilir. Bazen apendiks, safra kanalları ve pankreas kanalında tıkanıklığa neden olabilirler.

Dışkıda parazitin yumurta ve boğumlarının görülmesi ile tanı konur. Taenia saginata nın hareketli parçaları dışkıda görülebilir. Parazit yumurtalarını makat civarında toplayabilmek amacı ile kullanılan selofan bant yöntemi ile %85-95 hastada tanı konulabilir.

Tenya hastalığı, ilaçlarla ve genelde tek doz kullanılarak tedavi edilebilir. En çok kullanılan ilaç niclosamide etken maddeli ilaçlardır.


Domuz Tenyası (Taenia solium)

Uzunluğu yaklaşık olarak 5 metre civarındadır. Ülkemizde yaygın olmamakla birlikte dünyada çok yaygındır.

Sığır tenyasından farklı olarak beyin, kalp, göz, akciğer, cilt altı ve kaslarda kist oluşumuna neden olabilirler: Domuz tenyası bulunan yetişkinler ve çocuklar eğer yeter derecede hijyene dikkat etmezlerse, dışkılama sonrası elleri ile makattaki yumurtaları alarak yutarlar. Bu yumurtalar barsaklara ulaştığında içlerinden larvalar çıkar ve dokulara geçerek kister oluştururlar. Eğer larvalar beyne ulaşırsa epileptik ataklar (havale ?) ve diğer sinirsel problemlere neden olabilirler. Bu duruma cysticercosis adı verilir.

Diğer belirtiler sığır tenyasında olduğu gibidir.

Dışkıda yumurta ve larvaların görülmesi ile tanı konabilir. Ayrıca radyolojik incelemelerde kistler görülebilir. Cilt altındaki şişliklerden yapılan biyopsi ile de tanı konulabilir.

Tedavide tek doz niclosamide kullanılır. Kist oluşan durumlarda tedavi cerrahidir.

Balık Tenyası (Diphyllobothrium latum)

Bazı tatlı su balıkları ve som balığı Diphyllobothrium latum adı verilen tenya bulaştırabilirler. Genelde tuzlanmış, çiğ veya iyi pişmemiş balık eti ile bulaşır.

Bunların uzunlukları 3-10 metre uzunluğunda olabilir.

Bu parazitler barsağa tutunurlar.

Dişi parazit günde 1 milyondan fazla yumurta çıkarabilir.

Karın ağrısı, karın krampları, kusma, kilo kaybı ve Vitamin B12 eksikliği ve makrositer anemi gelişebilir.

Dışkıda bol miktarda bulunan yumurtaların saptanması ile tanı konur.

Tedavide tek doz niclosamide kullanılır.


Tenyalardan Korunma

Etlerin yeterli miktarda pişirilmesi tenya larvalarını parçalar. Tuvaletten sonra yeterli el yıkama ve daima uygun hijyen hastalığın yayılmasını önler.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:07:58 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9684#9684

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 TERLEME (ASIRI TERLEME = HIPERHIDROZIS)


Aşırı terleme, esas olarak ter bezlerinin aşırı aktif olmasından kaynaklanmaktadır. Terleme, vücudun aşırı sıcağı vücuttan atma mekanizmalarından birisidir. Ancak bazı insanlar diğerlerine göre daha fazla terlerler.

Aşırı terleme mutlaka bir hastalıkla ilişkili olmak zorunda değildir. Genelde şişmanlıkla ilişkilidir, çünkü fazla kilolu olanlar yürümek gibi normal aktiviteleri için bile, normal kilolulara göre daha fazla efor harcarlar. Aşırı terleme belirli ilaçlardan da kaynaklanabilir. Bazen de sistemik bir hastalığın belirtisi olarak karşımıza çıkabilir (hipertiroidi gibi).

Kendiniz aşırı terlemenizin nedenini ve tam olarak yerini bulmaya çalışın: aşırı terlemeye erhangi bir hareketiniz mi neden oluyor, veya sıcak bir ortamda iken mi diğerlerine göre aşır terliyorsunuz ? Bazen stres ve sıkıntı ile iş toplantısı gibi durumlar aşırı terlemenize neden olabilir. Eğer stres ve benzerleri neden oluyorsa, kendinizi rahatlatmanın yollarını arayın.

Kahve, çay ve diğer uyarıcı alışkanlıklardan uzak durun. Bu tür uyarıcılar apokrin ter bezlerinin (vücudun kıllı bölgelerinde bulunan ve güçlü - keskin kokulu ter üreten özel bezler) aktivitelerini arttırırlar. Kafein gibi uyarıcılar vücudu savaş durumuna hazırlarlar denilebilir, yani bedeni uyararak her tür dış etkene karşı tetikte olmasını sağlarlar, bu durum da stres ve sıkıntıyı artırır. Bol miktarda su için, çünkü terleme ile kaybettiğiniz suyu tekrar almanız gereklidir.

Vücudunuzun sempatik sistemini uyarabilecek çevresel uyaranlardan uzak durun; gürültülü ve yüksek sesli müzik, çalıştığınız işe yoğunlaşmanızı engelleyen şeyler, ve hatta sizi sinirlendiren kişiler bu gruba dahil edilebilir. Rahatlamak için kendinize bir egzersiz bulabilirsiniz, nefes alma egzersizleri gibi. Meditasyonun da faydası olabilir. Düzenli egzersiz ter bezlerinizin düzenli çalışmasına yardımcı olur.

Terleme ile günde 3 mg kadar çinko kaybedebilirsiniz. Çinko özellikle protein ve DNA sentezi ile kan, beyin ve bağışıklık siteminin düzenli olarak işleyebilmesi için gereklidir. Günde 30 mg çinko alabilirsiniz.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:09:53 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9685#9685

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 TETANOZ


Tetanoz normalde toprakta yaSayan bakterilerin neden oldugu bir hastaliktir. Bu bakteriler genelde hasyvan diSkisi içeren toprakta bulunabilirler. Kesik, çizik, siyrik veya bir Seyin cilde batmasi sonucunda tetanoz mikrobu kana kariSabilir. bagiSik olmayan bir insanda diken batmasi gibi ufak bir yara dahi tetanoza neden olabilir. insan her yaSta tetanoz olabilir.|Belirtiler:|onceleri baS agrili huzursuz bir devre geçirilebilir. Asil belirtiler agrili adale kramplaridir. Bunlar özellikle boyun ve çene kaslarinda görulurler. Daha sonra gövdedeki kaslar sertleSir ve kramplar oluSur. nefes almada guçluk meydana gelir. Bazen ateS olabilir. Mikrobun alinmasindan sonra 5-20 içinde belirtiler ortaya çikar. Bu durumu genellikle havale nöbetleri takip eder. Bazi insanlar bu hastaliktan ölebilir. Halen yuzde yuz etkili bir tedavisi yoktur.|ASi: Bebeklere yapilan karma aSi difteri, tetanoz ve bogmacaya karSidir. Bu aSinin yapildigi çocuklar tetanoza karSi temel bagiSiklik kazanirlar. Ancak bu bagiSiklik zamanla azalacagindan tetanoz aSisinin belirli araliklarla ömur boyu tekrarlanmasi gerekir. Herkes on yilda bir aSi olmalidir.|Yaralanma ve Isirilmalarda:|ozellikle derin, kötu bir Sekilde çizilmiS, siyrilmiS veya kirlenmiS yaralanmalarda tetanoz aSisi için bir saglik birimine muracaat edilmelidir (hayvan isiriklari, agir yaniklar veya sokak pisligi - toprak bulaSmiS siyriklarda).|ASagidaki durumlardan birisi varsa aSi olmaniz gerekir;

- Temel aSi programinin uzerinden 6 veya daha çok yil geçmiSse. - BagiSikligi tazelemek için yapilan aSinin uzerinden 5 veya daha fazla yil geçmiSse - hayatinizda hiç tetanoz aSisi olmadiysaniz

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:10:10 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9686#9686

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TIRNAK BATMASI


Tırnak batması, bir ayak parmağı tırnağının keskin ucunun ayak parmağı etinin içine doğru büyümesidir, sıklıkla ayak başparmağında meydana gelir. Bu durum, normalden fazla kıvrık olan ayak tırnaklarından, iyi uymayan ayakkabılardan veya hatalı kesilmiş olan ayak tırnaklarından meydana gelebilir. Tırnağın etrafındaki doku mikrop kapabilir.

Belirtiler : Bir ayak parmağı tırnağının etrafında ağrı, şişme ve kızarıklık.

Tedavi

Eğer tırnağın çevresindeki doku enfekte olmuşsa, doktorunuz bir antibiyotik verecektir ve aynı zamanda parmağın içine doğru uzamış olan tırnak bölümünün kenarlarından alarak kısaltacaktır (Muayenehanede yapılan kolay bir işlem). Ilık kompres, bir antibiyotik ve istirahat de tavsiye edilebilir.

Koruma

Kronik olarak ayak parmağı tırnaklarının batmasını önlemek için, tırnaklarınızı çok fazla kısa kesmeyiniz; aynı zamanda ayak parmaklarınızın şekline uygun olarak kavisli kesmek yerine düz olarak kesiniz. Ayağınıza tam olarak uyan çorap ve ayakkabılar giyiniz ve ayaklarınız ve ayak parmaklarınız üzerinde aşırı basıncı önleyiniz.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:10:25 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9687#9687

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TIRNAKLARDA MANTAR ENFEKSIYONU


Mantar sporları, tırnaklarınızı meydana getiren keratin hücrelerinin yatağına yapışabilirler ve onun için de yaşayabilirler. Bundan doğan enfeksiyon onychomycosis olarak bilinir (tırnak tineası) ve sınırsız olarak sürüp gidebilir.

Belirtiler: Rengi bozulmuş veya kırılıp dökülen kenarları olan, kalınlaşmış, pırıltısını kaybetmiş el veya ayak tırnakları.

Bu tip enfeksiyonlara herkese açık alanlarda yalınayak yürümek ile atlet ayağı veya dolama sonucu tutulmak mümkündür.

Eldeki veya ayaktaki ilgili mantar enfeksiyonu hafif olabilir ve hiçbir iltihap meydana getirmeyebilir veya kabarcıklar ve ağrılı şişme yapacak şekilde akut olabilir. Tırnaklar tutulduğu zaman kalınlaşabilir, ayrılabilir ve düşebilir veya tırnak tamamen tahrip olabilir. Enfekte tırnağın parmağa bağlı olmayan ucunun altına da genellikle bir keratin birikmesi görülür.

Doktorunuzun tanı testleri arasında tırnak ucunun altında bulunan keratin birikintisini kazıyıp alarak mantarı belirlemek için incelme yapmak da bulunabilir. Mantar tespit edilirse, diğer tırnak hastalıkları olasılığı ortadan kalkacaktır.

Tedavi

Tırnaklardaki mantar enfeksiyonu için iyi bir tedavi yoktur. Solüsyonlar, krem veya pomatlar, çevredeki derinin mantar enfeksiyonunu kontrol altına alabilmekle birlikte, tırnağın içine işlemez. Bu amaçla sistemik ilaçlar kullanılır. Tırnaktan mantarın tamamen uzaklaştırılabilmesi için 6-12 ay kesintisi ilaç kullanımı gerekecektir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:10:39 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9688#9688

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TIRNAKLARDA RENK VE SEKIL BOZUKLUGU


Tırnakların birçok şekilde rengi veya biçimi bozulabilir. Ufak yaralanmalar en yaygın nedendir. çekiçle vurma sonrasında baş parmağınızın tırnağı altındaki siyah nokta kandır.

Uçlardaki beyaz bulut gibi işaretler küçük çarpmalar sonucudur. Yarılma, soyulma ve kırılma genellikle güçlü sabunlara veya kimyasal maddelere aşırı maruz kalmanın sonucudur. Sıkı veya uygun olmayan (vuran) ayakkabılar ayak tırnaklarını kalınlaşmasına veya batmasına yol açabilir, uygun bakım, bakterilerin ve diğer enfeksiyöz organizmaların dokulara girmesini ve muhtemelen kanınıza karışmasını önlemek için önemlidir.

Renk bozulması, mantar enfeksiyonları dahil birçok rahatsızlıklarda meydana gelir. Bunlar tırnaklarınızı sanıya, griye, kahverengiye veya siyaha döndürebilir. Yaralanma, kimyasal maddelere maruz kalma veya ilaçlara karşı reaksiyon da tırnaklarda bir dizi renge yol açabilir. İç hastalıklar tırnakları bozabilir. Parmaklanın kalınlaşıp tırnakların bunların etrafını sarması akciğerlerde bir problem olduğunu gösterebilir.

Tırnaklarınızın bir hastalık sırasında etkilenip sonra iyileşmesi çok seyrek görülen bir olay değildir. Fakat tırnaklar yavaş büyür: (el tırnakları ayda yaklaşık 3 mm. ve ayak parmakları ayda yaklaşık i mm.) Meydana gelen hasar ancak yeni tırnak büyümesi ile tamir edilebilir. Bozulmaya neden olan hastalık kontrol altına alındıktan veya iyileştikten sonra tırnaklar yavaş yavaş normale dönecektir. Fakat renk ve işaretlerdeki değişiklikleri doktora bildirin.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:11:07 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9689#9689

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TOKSIK ERITEM


Normal zamanında doğmuş bebeklerin takriben yüzde 50 si (prematüre bebeklerde daha az) doğumdan 1 ila 3 gün sonra toksik eritem geliştirirler. Genellikle yüzde, karın bölgesinde ve kol ve bacaklarda meydana gelir ve pire ısırığını andırır. Nedeni bilinmemektedir. Döküntüleri zararsızdır ve hiçbir tedavi gerektirmez; genellikle birkaç gün içinde geçer.

Belirtiler: Kırmızı bir yüzey üzerinde kendini beyaz sivilceler ya da kabarcıklarla beli eden bir döküntü.

Pamukçuk

Belirtiler

- Bebeğin ağzında, ağzının içinde ve çevresinde süte benzer ince bir tabaka.

Pamukçuk, ağızda meydana gelen hafif bir mantar enfeksiyonudur; yanakların iç tarafına, dilin üzerine ve ağzın tavanına sürülmüş beyazımsı lekelere benzer. Eğer beyaz leke kazınırsa, altında deri yanmış gibi görünür ve kanaya-bilir. Pamukluk, sağlıklı yeni doğmuş bebeklerde meydana gelir.

Teşhis

Pamukçuk olan bebeğin ağzı yaradır. Bebek emzirilirken rahatsızdır ve hatta emzirilmeyi reddedebilir. Eğer bebeğinizde pamukçuk olduğundan kuşkulanıyorsanız, bebeğinizin doktoruna başvurunuz. Teşhis koymak için çoğunlukla sadece bakmak suretiyle muayene bile yeterli olmaktadır.

Tedavi

Sağlıklı bir yeni doğmuş bebek genellikle hastalığı kendi başına yenebilmektedir. Fakat, özellikle pamukçuk geniş bir alana yayılmışsa, nystatin adı verilen bir antimartar madde bu süreci hızlandırmaktadır.
< ="http://pagead2.googlesyndication.com/pagead/show_ads.js" =text/>

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:11:23 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9690#9690

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TOPUK AGRISI


Topuk tabanı, yük bindiğinde ayağın altındaki yapıları koruyan fibröz (özel bir destek doku) bir dokudan oluşur. Topuk ağrısının, topuk tabanındaki dokuların kemiğe bağlandığı yerde oluşan küçük yırtıklar ve iltihabın sonucu olduğu düşünülmektedir. Ağrılı topuk sendromu da denilen bu hastalıkta oluşan ağrı hafif ya da çok şiddetli olabilir.

Belirtiler

- Yüklenmeyle topukta ağrı

- Topuğun üstündeki yük ortadan kalktığında ağrı geçmiyorsa, stres kırığı oluşma riski vardır; hemen doktora başvurunuz.

Teşhis

Doktorunuz ağrının sürekli mi yoksa topuğun üzerine basınca mı oluştuğunu belirleyecektir. Stres kırığı olmadığından emin olmak için, bir röntgen filmi çekilebilir. Bununla birlikte, stres kırıkları oluşmalarından sonraki 6 hafta içinde röntgen filminde görülmezler.

Röntgen filminde bazen, topuk kemiği üzerinde dikensi çıkıntılar görülebilir.Geçmişte topuktaki dikensi çıkıntıların topuk ağrısı yaptığına inanılmasına rağmen (hemen ameliyatla çıkartılırdı) , genellikle ağrıya neden olmazlar. Bu nedenle, nadir olarak ameliyat gerekli olur.

Teşhisi doğrulamak için, kemik radyoaktif izotoplarla görüntülendiği diğer bir röntgen türü (scan) de kullanılabilir.

Çoğu vakada kemik ağrısı birkaç haftada ortadan kaybolacaktır. Bununla birlikte, topuğa binen ağırlığın artığı egzersizler yaparken ayağınıza uymayan ayakkabılar giyerseniz, ağrılar tekrarlayabilir. Ayağınıza iyi uyan ayakkabıların giyilmesi yardımcı olabilir. Yapılan egzersizlerin türünün değiştirilmesi de tekrarlamayı engelleyebilir.

Ancak, çoğu yaka tam olarak iyileşir.

Tedavi

Topuğun ağrıyan bölümüne buz uygulanması ve masaj ağrıyı biraz azaltabilir. Topuğun ağrıyan bölümünün yükseltilmesini sağlayan özel tabanlıkların yerleştirildiği yumuşak tabanlı spor ayakkabılarının da yararı olabilir. Ağrı sürerse, doktorunuz özel bir ortopedik tabanlık kullanmanızı önerebilir.

İlaç Tedavisi

Önce aspirin ve diğer antienflamatuar ilaçları deneyin; yararı olmazsa doktorunuza başvurun. Doktorunuz, topuğunuza kortizon gibi bir antienflamatuar steroid ilacı enjekte edebilir, ancak bu tedavi, diğer yöntemler yetersiz kalırsa uygulanır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:11:48 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9691#9691

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
TÜBERKÜLOZ - SORU / CEVAP


Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, aşısı bulunduktan sonra ortadan kalktığına inanılan tüberküloz (verem) hastalığına, her yıl ortalama 8 milyon kişi yakalanıyor ve 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybediyor. WHO verilerine göre, günde 5 bin 500 ve 15 saniyede 1 kişiverem nedeniyle ölüyor. Dünya nüfusunun 3’te 1’i, yani 2 milyar kişi tüberküloz basili ile enfekte durumda.


TÜRKİYE’DE DURUM


Türkiye’de her yıl 20 bin yeni verem vakası ortaya çıkıyor. Türkiye nüfusunun 4’te 1’i verem basali ile enfekte, ancak rakamlarda bir artış bulunmuyor. Aksine hasta sayısında düşüş gözleniyor. Türkiye’de 1950’li yıllarda görülme sıklığı çok yüksek olan ve o yıllarda ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer alan hastalığın yaygınlığı, 1952 yılında başlatılan yoğun çalışmalarla hızla azaldı. Verem nedeniyle ölüm oranı, 1945 yılında yüzbinde 262 iken bugün yüzbinde 2.5’e, hastalığa yakalanma oranı ise 1965 yılında yüzbinde 172 iken bugün yüzbinde 30’a geriledi.


VEREM HASTALIĞININ BAŞKA İSMİ VAR MI?


Tıpta tüberküloz olarak adlandırılır. Ayrıca halk arasında ince hastalık, ciğerlerinde duman var denildiğinde de çoğu zaman verem kastedilir.


TÜBERKÜLOZ NASIL BİR HASTALIKTIR?


Tüberküloz asıl olarak akciğerlerde yerleşen, fakat tüm vücuda dağılabilen mikrobik, bulaşıcı, süreğen bir hastalıktır.


TÜBERKÜLOZ HALA KORKULACAK BİR HASTALIK MIDIR?


Bilinen en eski hastalıklardan birisi olmasına; sebebinin kesin olarak bilinmesine; 50 yıldır tedavisinin mümkün olmasına ve üstelik korunulabilir bir hastalık olmasına karşın halen dünyada en yaygın ve ölümcül bulaşıcı hastalıklardan biri olmaya devam ediyor. Yılda üç milyonu aşkın kişi tüberküloz nedeniyle hayatını kaybediyor.


DÜNYADA TÜBERKÜLOZUN DURUMU NEDİR?


Yerküre üzerinde yaşayan her üç kişiden birisi tüberküloz mikrobuyla karşılaşmış ve onunla tanışmış durumda. Halen yılda üç milyon kişi tüberküloz nedeniyle ölmekte olup her yıl 8 milyon yeni tüberküloz hastası teşhis ediliyor. Özellikle Asya, Afrika kıtasında çok sık olarak rastlanıyor. Eskiden gelişmiş Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri bu hastalıktan hiç söz etmezlerdi. Oysa AIDS salgınına ve küreselleşme sürecine paralel olarak bu ülkelerde de tüberkülozlu hastaların sayısı artmaya başladı.


NASIL BULAŞIR?


Hastalığa sebep olan mikrop veremli hastadan sağlam kişiye geçerek yayılır. Çok daha nadir olarak hasta sığırların süt ve bu sütlerden yapılan süt ürünleri ile de bulaşabilir.


HASTADAN SAĞLAM KİŞİYE NASIL GEÇER?


Verem mikrobu hava yoluyla bulaşır. Hasta kişinin öksürmesi, aksırması, konuşması ve nefes alıp vermesi sırasında havaya saçılan mikroplar havada günlerce asılı halde canlı kalabilir. Hasta kişiyle teması olan yani kapalı bir ortamda uzun süre aynı havayı soluyan sağlam kişiler nefes aldıklarında havadaki bu mikroplar onların akciğerlerine ulaşır ve orada yerleşerek hastalığı başlatır. Hastalığın yayılmasından sorumlu asıl bulaşma şekli budur. Bunun dışında cilt ve mukozalardan, doğum kanalından, anne sütünden de çok nadiren bulaşabilirse de pratikte bu tür bulaşmalar önemsizdir.


HER TÜBERKÜLOZ HASTASI MİKROBU BULAŞTIRIR MI?


Balgamında mikrop bulunan, hastalığı yaygın olup öksüren hastalar daha çok bulaşmadan sorumludur. Akciğer dışı organ tüberkülozu olanlar, 15 gündür tedavi almakta olanlar pratik olarak bulaştırıcı değildir.


HASTAYLA TEMASI OLAN HER SAĞLAM KİŞİDE HASTALIK ORTAYA ÇIKAR MI?


Tüberküloz hastasıyla teması olup mikropla karşılaşan, hatta mikrobu soluyan kişilerin çok şükür ki az bir kısmında hastalık gelişir.


NEDEN MİKROBU ALAN KİŞİLERİN BAZISINDA HASTALIK ORTAYA ÇIKARKEN DİĞERLERİNDE GELİŞMİYOR?


Bu solunan mikrobun sayısına, hastalık yapma gücüne (bazı mikroplar ölü veya zayıf olup hastalık yapamaz) ve sağlam kişinin direncine, savunma sisteminin kuvvetine bağlı olarak kişiden kişiye farklılık gösterir. Sigara içen, alkol alan, beslenmesi bozuk ve kötü yaşam koşullarına sahip kişilerde ve başka akciğer hastalığı, şeker hastalığı, bazı kan hastalıkları, AIDS ve böbrek hastalıkları gibi süreğen hastalığı olanlarda verem oluşma olasılığı daha yüksektir.


MİKROBUN BULAŞMASINDAN İTİBAREN NE KADAR SÜRE SONUNDA HASTALIK ORTAYA ÇIKAR?


Bu süre çok farklıdır. Mikrobu alan kişide bazen 1-2 ay; bazen bir kaç yıl bazen de onlarca yıl sonra hastalık gelişebilir. Veya hiç gelişmeyebilir.


TÜBERKÜLOZ MİKROBU DİĞER ORGAN VE DOKULARA NASIL ULAŞIYOR?


Mikrobun vücuda giriş yolu hastaların tamamına yakın bir çoğunluğunda akciğerlerdir. Ancak buradan lenf akımı ve kan yoluyla vücudumuzdaki tüm doku ve organlara yayılabilir.


TÜBERKÜLOZ AKCİĞER DIŞINDA EN xxx HANGİ ORGAN VE DOKULARI HASTALANDIRIR?


Kemik ve eklemler, böbrek ve üreme sistemi, beyin zarı, göğüs ve karın boşluğunu çevreleyen zarlar, cilt ve lenf bezelerinde sık yerleşir.


TÜBERKÜLOZUN BELİRTİLERİ NELERDİR?


Hastalık ani ve gürültülü olarak ortaya çıkmaz. Sinsi ve yavaş ilerler. Hastalar genellikle aylardır devam ede gelen halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, hafif ateş, geceleri terleme gibi yakınmalarla hekime başvururlar. Zamanla bunlara öksürük ve balgam çıkarma da eklenir. Balgamda kan da gelebilir. Ağrıya pek rastlanmaz. Akciğer dışı organ tüberkülozlarında tutulan organla ilişkili yakınmalar bulunabilir. Örneğin idrarla ilgili şikayetler (kırmızı idrar yapma, idrar yaparken yanma vb.), boyunda lenf bezelerinin büyümesi gibi ..


BU BELİRTİLER GÖRÜLÜNCE TÜBERKÜLOZ TEŞHİSİ KESİN MİDİR?


Bu sayılan yakınmaların hiç birisi tüberküloza özgü olmayıp diğer bir çok hastalıkta da rastlanabilen şikayetlerdir. Bu nedenle bu tür şikayetleri olan hastaların mutlaka konunun uzmanı bir hekim tarafından değerlendirilip, göğüs röntgeninin çekilip araştırılması gerekir.


TÜBERKÜLOZ TEŞHİSİ NASIL KONULUR?


Kişinin tüberküloz olduğu ancak vücut örneklerinde (balgam, idrar, mide açlık sıvısı, beyin omirilik sıvısı, plevra-periton sıvısı, lenf bezi aspirasyonu vb. ) tüberküloz mikrobunun görülmesi ve üretilmesiyle söylenebilir. Bazen alınan doku biyopsilerinde tüberküloza özgü değişikliklerin izlenmesiyle de tanı konabilir.


MİKROP ARAŞTIRILMADAN YADA ARAŞTIRILDIĞI HALDE BULUNMADAN SADECE ŞİKAYET VE MUAYENE BULGULARINA DAYANARAK TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİNE BAŞLANILABİLİR Mİ?


Maalesef bu tür tedavilere sık başlansada olmaması gerekir. Oysa tüberküloz tedavisi uzun süreli ve bir çok ilacın kullanıldığı bir tedavi olup ilaçlara bağlı yan etkiler ve maliyet göz önüne alındığında gereksiz yere, yanlış bir tüberküloz tedavisi uygulanma ihtimalinin yüksek olması dolayısıyla bu tür kör (ampirik) tedaviler doğru değildir. Üstelik yanlış tedavi asıl hastalığın teşhis ve tedavisini de geciktirir. Tüberküloz çok kere tümör ile benzer belirtiler verir. Buna bağlı olarak tümör teşhisi gecikip hasta için çok önemli zaman kaybı söz konusu olabilir. Tedavi edilebilir bir tümör tüberküloz zannedilerek kör tedavi sırasında vücuda yayılabilir.


MİKROBU ARAŞTIRMAK İÇİN GEREKLİ TETKİKLER YAPILAMIYORSA NE YAPILMASI GEREKİR?


Hasta bu tür incelemelerin yapılabildiği en yakın bir merkeze sevk edilmeli veya hastadan alınan balgam vb. örnekler usulüne uygun şekilde ilgili laboratuarlara gönderilmeli.


VEREM SAVAŞ DİSPANSERLERİNİN KURULUŞ AMACI NEDİR?


Ülkemizde Sağlık Bakanlığı verem ile savaşmak üzere Verem Savaş Daire Başkanlığı altında bir örgütlenme geliştirdi. Verem Savaşı Grup Başkanlıkları, yataklı kurumlar, dispanserler hemen her bölgede ve il ve ilçelerde mevcuttur. Tüberküloz teşhis, tedavi ve takibi, aşılamalar buralarda ücretsiz olarak yapılır. Bazı dispanserlerde mikrop araştırması da yapılır.


VEREM SAVAŞ DERNEKLERİNE AMAÇLA KURULMUŞTUR?


Verem savaşı için gerekli hizmetlerin finansını sağlamak, hasta ve ailelerine ekonomik yardımlarda bulunmak amacıyla hizmet vermekteler.


TÜBERKÜLOZUN TEDAVİSİ MÜMKÜN MÜ?


Elimizdeki tedavi imkanlarıyla uygun şekilde tedavi edilmek koşuluyla artık tüberküloz %100’e yakın tedavi edilebilir bir hastalık haline geldi. Ancak bu pratikte tüberküloz tedavisinde sorun olmadığı anlamına gelmez. Günlük uygulamalarda maalesef bir çok hastanın tedavisi yetersiz kalıp ve hastalık müzminleşmekte. Bunun nedeni de yanlış veya eksik tedaviler.


DOĞRU TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİ NASIL OLMALIDIR?


Öncelikte hastadan mikrop üretilerek teşhis kesinleştirilmeli ve mikrobun hangi ilaçlara duyarlı hangilerine dirençli olduğunu gösteren ilaç direnç testleri yapılmalı. Çünkü ülkemizde tüberküloz ilaçlarına karşı primer direnç oranları çok yüksektir. En az dört ayrı ilacı aynı anda birlikte kullanacak şekilde bir tedaviye başlanması gerekir. Daha az sayıda ilaçla başlanan tedavi ülkemiz için yanlıştır. Birlikte kullanılacak olan ilaçların hastanın yaşına, tıbbi durumuna göre seçilmesi gerekir. Tedavi süresince ilaçların mutlaka uygun doz ve sürelerde tedaviye ara vermeden, aksatmadan kullanılması gerekir. Günümüzde en kısa süreli tüberküloz tedavisi 6 ay devam etmek zorundadır. 6 aydan kısa tüberküloz tedavisi olmaz. Fakat hastanın durumuna göre bu süre 9 ay, 12 ay, 24 aya kadar hekim tarafından uzatılabilir.


BUNLARA DİKKAT EDİLMEZSE NE OLUR?


Yukarıda tanımlanan prensiplerden birisine bile dikkat edilmezse zamanla tüberküloz mikrobu tedaviye direnç kazanır ve bir müddet sonra artık tedavi edilebilir hastalık tedavi edilemez hastalık haline gelir. Bu nedenle Dünya Sağlı Örgütü “tüberkülozu yanlış tedavi etmenin hiç tedavi etmemekten daha kötü olduğunu” duyurmuştur.


YANLIŞ VEYA EKSİK TEDAVİLER SONUÇ VERMEZ Mİ?


Maalesef verir. Yani bu tür uygun olmayan tedavilere başlandıktan sonra da 15-20 gün içerisinde hastanın şikayetleri tamamen düzelir ve hasta iyi oldum, işler yolunda gidiyor zanneder. Oysa 3-6 ay içerisinde ilaca direnci gelişir ve hastalık tekrar geri döner. İşte bu taktirde tedavi çok zorlaşır bazen de imkansız hale gelebilir.


İLAÇ DİRENCİ OLUŞMUŞ HASTALARDA NE YAPILABİLİR?


Bu tür hastaların tedavisi güçleşmiş ve tedavinin başarılı olma olasılığı çok azalmıştır. Üstelik bu hastalar ilaçlara dirençli mikropları etraflarına yaydıkları için bunlardan mikrop kaparak hastalanan yeni kişilerin de tedavisi güçleşir. Bu şekilde toplumda tüberkülozun tedavi ve kontrolü giderek daha da zorlaşır. Bu durum tüm dünyada ilgili kişileri endişelendirmekte ilaç direncindeki artışın önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması hususunda yakın takip ve öneriler Dünya Sağlık Örgütü ve ilgili örgütler tarafından ülkelere iletilmektedir. Her şeye rağmen ilaç direnci olan veya ilk tedavileri yetersiz olan hastaların mutlaka bu tür hastaların yatırılarak tedavi edilebileceği, alternatif ilaçların kullanılabileceği, dirençli tüberküloz tedavisinde deneyimli uzmanların bulunduğu özel merkezlere gönderilmeleri ve sadece buralarda tedavi edilmeleri gerekir. Bu hastaların orada-burada rasgele tedavi edilmeleri, değişik ilaçları kullanmaları sadece zaman kaybettirmekle kalmaz hastalığı tamamen tedavi edilemez hale getirebilir.


TÜBERKÜLOZ İLAÇLARI NASIL KULLANILIR?


Streptomisin hariç diğer tüberküloz ilaçları ağızdan hap yada şuruplar şeklinde her gün bir defada topluca alınabilir. Gerekirse iki üç öğüne de bölünmüş olarak verilebilir. Rifampisin adlı ilacın aç karnına alınması önerilir.


HAFTADA İKİ GÜN İLAÇ ALINARAK TEDAVİ MÜMKÜN MÜ?


Teoride evet fakat ülkemiz koşullarında hayır. Çünkü bu tür aralıklı tedavi rejimlerinde ilaçların görevli bir sağlık personeli tarafından hasta adresinde ziyaret edilerek gözetim altında içirilmesi gerekir. Yoksa günlük tedavide olduğu gibi ilaçları hastaya vererek uygulanamaz. Çünkü bir doz unutma veya atlamada direnç gelişme olasılığı yüksektir.


TÜBERKÜLOZ İLAÇLARININ NE TÜR YAN ETKİLERİ VARDIR?


En önemli yan etki karaciğer üzerinedir. Bilhassa 35 yaşın üzerinde, alkol almış, hepatit veya başka karaciğer hastalığı olan kişilerde daha sık rastlanır. Görme, işitme ve denge üzerine olumsuz etkiler ile kırmızı yeşil renk körlüğü görülebilir. Böbrek ve sindirim sistemine zararlı tesirler olabilir. Allerjik reaksiyonlar da gözlenebilir.


İLAÇLARA BAĞLI İSTENMEYEN ETKİLER ORTAYA ÇIKTIĞINDA NE YAPILMASI GEREKİR?


Bu durumda hasta kendi başına tedavisini kesmemeli, önemsiz görüp hiçbir şey yokmuş gibi de davranılmamalı, derhal hekimine ulaşıp sorununu aktarmalı. İlaçla ilgili olsun olmasın tüberküloz tedavisi altında olan her hastada ortaya çıkan her türlü sağlık sorunu ilaç yan etkileri açısından hekimine bildirilmeli ve araştırılmalı. Eğer şikayetler ilaçlara bağlı ise öncelikle hangi ilaçla ilgili olduğu ve yan etkinin şiddeti saptanıp ona göre hareket edilmeli. Hafif sorunlarda ilaca devam edilirken önemli reaksiyonlarda ilaca bir süre ara verilebilir, yada o ilaç tedaviden tamamen çıkarılabilir.


TEDAVİ SIRASINDA KONTROL GEREKLİ Mİ?


Hem tedavinin etkili olup olmadığını görmek, hem de olası ilaç yan etkilerini gözden kaçırmamak için hasta aylık olarak kontrollere çağrılmalı.


TÜBERKÜLOZ HASTASININ VEREM SAVAŞ DİSPANSERİNDE TAKİP VE TEDAVİSİ ŞART MIDIR?


Tüberkülozu konunun uzmanı bir hekim dışarıdan da tedavi edebilir. Ancak hastanın düzenli olarak takip edilebilmesi, ilaçlarını ücretsiz alabilmesi ve ülkemizdeki tüberküloz sorunu hakkında dokümantasyonların yapılabilmesi açısından dispansere kayıt yaptırılması gerekir. Zaten tüberküloz teşhisi konan hastayı bildirmek yasal bir zorunluluktur.


TÜBERKÜLOZDAN NASIL KORUNABİLİRİZ?


Öncelikle hasta kişilerin teşhis edilip tedavi edilmesi gerekir. Çünkü kaynak onlardır. Bir hasta yılda ortalama 10 sağlam kişiye hastalığı bulaştırır. İkinci olarak hasta kişiden sağlam kişiye geçişin önlenmesi gerekir. Bunun için hastanın yaşadığı mekanın havalandırılması, negatif aspiratörlerle havanın temizlenmesi, ültraviyole ışınlama yapılması, hastanın maske kullanarak basil saçılmasının önlenmesi faydalı olabilir. Balgamında mikrop bulunan hastanın izolasyonuna artık pek başvurulmamaktadır. Üçüncü olarak sağlam kişilerin direncinin artırılması için aşılama yapılması gerekir. Eğer evde bir kişi tüberküloza yakalandı ise o hane halkı taranması ve gereken kişilere koruyucu tedavinin uygulanması gerekir.


AŞI KİMLERE YAPILMALI?


Doğumu takiben ikinci ay sonunda ve ilk okula başlayan her çocuğa BCG aşısı denen tüberküloz aşısı yapılması gerekir. Aşı konusunda bazı çevrelerin akıl karıştırıcı yaklaşımları varsa da ülkemizin durumu göz önüne alındığında bu aşının mutlaka yapılması gerekir. Aşı hastalığı %100 önlemese de sıklığını azaltır ve ağır türlerinin ortaya çıkmasını önler.


KORUYUCU İLAÇ TEDAVİSİ KİMLERE UYGULANMALIDIR?


Balgamında mikrop saçan tüberküloz hastasıyla yakın teması olan her kişinin koruyucu ilaç tedavisi açısından uzman hekim tarafından değerlendirilmesi gerekir. Bundan başka önceden tüberküloz mikrobunu almış, aktif olarak hastalık geçirmemiş fakat tüberkülozun yeniden aktive olması için uygun koşullar taşıyan yani vücut direncini düşüren başka bir hastalığı olan (AIDS, lenfoma vb ) veya direnç düşürücü bir başka tedavi alan (kortizon kullanan) hastalarda koruyucu ilaç tedavisi gerekebilir.


KORUYUCU İLAÇ TEDAVİSİ NASIL UYGULANIR?


Bu durumda kişi hasta değildir. Sadece mikrobu almıştır. Tedavi hastalığı iyileştirmek için değil hastalığı önlemek içindir. Bu nedenle genellikle tek ilaçla 6 ay müddetle uygulanır. Fakat kişinin durumuna ve temas olunan hastanın mikrop özelliklerine göre daha farklı rejimler de gerekebilir.


OKULDAKİ ÇOCUĞUN KOLUNA TÜBERKÜLOZ TESTİ YAPILIP, POZİTİF ÇIKMIŞ İSE TEDAVİ GEREKİR Mİ?


PPD veya tüberkülin deri testi dediğimiz uygulama tüberküloz mikrobuyla karşılaşıp karşılaşmama durumunu ortaya koymak için yapılır. Hastalığın olup olmadığını göstermez. Testin pozitif olması kişinin daha önce tüberküloz mikrobunu bir hastadan aldığını ve vücudunda tüberküloza karşı bir reaksiyon oluştuğunu gösterir. Ancak söz konusu kişi tüberküloz hastası olabilir de olmayabilir de. Bu nedenle pozitiflik tek başına tedavi gerektirmez.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:12:09 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9692#9692

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
UCUK

Uçuk iki çeSidi olan bir virus hastaligidir. Birinci çeSidi, genellikle agiz veya burun etrafinda görulur. Daha az yaygin olmamasina ragmen, cinsel organlarda veya vucudun baSka yerlerinde de görulebilir (tibbi adi herpes simplex tip 1). ikinci çeSidi olan, cinsel organ uçugu (genital herpes), genellikle cinsel organlarda veya çevrelerinde ya da makat bölgesinde görulur (tibbi adi herpes simplex tip 2). Hastaligin kendini göstermesi, her iki tipinde de, sizili bir kaSinti ile olur. Kirmizi bir leke belirir, sonra da iltihapli kabarciklar geliSip kabuklu yaralara dönuSerek yavaS yavaS kaybolur. Hastalik yaklaSik olarak 7-10 gun surer. Yaralar göruldugu surece, uçuk kiSiden kiSiye temas ile geçebilir.|Uçuk Su durumlarda daha xxx olabilir: - stres içindeyseniz. - yorgun ve zayif duSmuSseniz veya vucudunuzda baSka bir enfeksiyon varsa. - guneSte kaldiktan sonra.|Tedavi:|OluSan yaralari temiz ve kuru tutun. Yaralarin uzerine alkol emdirilmiS bir pamugu hafif hafif vurarak kuru kalmasini saglayabilirsiniz. Cinsel organinizda uçuk oldugunu saniyorsaniz, tam bir tedavi için doktora muracaat edin. Verilecek ilaçlar hastaligin iyileSmesini hizlandirir, yani kesin olarak tedavi eden bir ilaç yoktur.|Uçuk tedavisi için Sunlar önerilebilir:

- kendinizi kötu hissediyorsaniz (genellikle ilk baSta) 3-4 gun yatak istirahati kullanin. - hastalikli yerleri hafif sicak, tuzlu suyla gunde 2-3 kez yikayip, her defasinda özenle kurulayin (yarim kilo suya 1 çay kaSigi tuz).|onlemler:|BaSkalarinin uçuk yaralarina dokunmayin. Bu sure belirtilerin ilk ortaya çikiSindan (kaSinti, sizlama), cilt normale dönunceye kadardir. Sizde veya eSinizde, cinsel organ uçugu varsa, cilt normale dönene kadar cinsel iliSkide bulunmayin. Hastalik belirtileri bulunmasa da virus eSinize geçebilir. GuneSte kalak, hastaligin baSlamasina neden olabilir. Uçuklar tekrarlarsa, 15+ geniS etki alanli guneSten korunma kremi ve dudak kremi size yardimci olabilir.

UÇUK
(Bu Ay 19 Defa Okundu)

Nedeni Herpes simpleks denilen bir virüs olan uçuk genellikle dudak, ağız ve burun delikleri çevresinde ortaya çıkar. Eğer dokunulursa, yüze, göze ve vücudun diğer bölümlerine bulaştırılabilir.


Yapılan araştırmalar, dünya nüfusunun %80’inin yaşamları boyunca en az bir defa uçuk geçirdiğini gösteriyor. Türkiye’de ise her yıl 8 milyon kişinin uçuk nedeniyle sıkıntı ve acı çektiği tahmin ediliyor.


BELİRTİLERİ NELERDİR?


Uçuk çıkmadan önce kendini belli eder (0-24 saat önceden); karıncalanma, kaşınma, yanma, sızlama hissedilir. Bunu o bölgenin kızarması, şişmesi ve daha sonra da içi sıvı dolu kabarcıkların ortaya çıkışı izler. Bu kabarcıklar konuşurken, gülerken, yiyip içerken acı ve ızdırap verir. Zamanla kuruyup çatlar, sızıntı yapar ve açılarak görüntüyü bozan çirkin bir yara haline gelir.


NASIL BULAŞIR?


Uçuk, ön belirtileri ile açık yaranın kapanması süresi arasında bulaşıcıdır. Uçuğu olan bir kişinin kullandığı, havlu, bardak, çatal, kaşık vb. eşyalardan ve uçuklu kişinin öpmesi sonucu bulaşır. Uçuk virüsü (Herpes simpleks) ile insan genellikle ilk defa küçükken (0-5 yaş) tanışır. Uçuğu olan aile bireylerinden birinin “Sevgi dolu” öpücüğü sonucunda uçuk virüsü vücuda girer. Çoğunlukla fark edilmeyen küçük kızarıklıklar şeklinde ortaya çıkar; ağız içi, diş etleri ve dudaklar enfekte olur. Ama kimi hassas bünyelerde ciddi enfeksiyon şeklinde görülebilir.


DİKKAT! UÇUK BULAŞICIDIR!


Uçuğa dokunulmamalıdır. Dokunulursa eller çok iyi yıkanmalıdır.


Bayanlar makyajlarını çıkarırken özellikle çok dikkat etmelidirler. Kesinlikle gözlere dokunulmamalıdır.


Özellikle bebekler, çocuklar ve diğer insanlar öpülmemelidir.


Uçuklu insanın kullandığı havlu, bardak, çatal, kaşık vb. eşyalar ayrılmalı ve başkalarının kullanmasına izin verilmemelidir.


Yerken, içerken kullanılan malzemeler özellikle çocuklar ile paylaşılmamalıdır.


Uçuk ve uçuk yarasının kabuğu ile oynanmamalıdır. (Parmaklara uçuk virüsü bulaştırırken, uçuk yarasına da diğer mikroplar bulaştırılmış olur.)


NİÇİN NÜKSEDER?


Uçuk virüsü (Herpes simpleks) vücuda girip ilk enfeksiyonu yaptıktan sonra o bölgedeki isnir düğümüne girip yerleşir ve istenmeyen bu misafir, vücudun zayıf düştüğü durumlarda çoğalır ve uçuk çıkar.


Stres


Aşırı yorgunluk, uykusuzluk


Aşırı güneş ışığı ve UV ışınları


Diğer enfeksiyonlar


Adet dönemi, hamilelik gibi durumlarda virüs aktif hale geçebilir.


KONTROL EDİLEBİLİR Mİ?


Öncelikle uçuğun nüksetmesine sebep olan durumlardan sakınmak gerekir. Örneğin strese bağlı olarak gelişir ise; stresimizi azaltacak gevşeme tekniklerini öğrenmek. Yorgunluk ve uykusuzluk sebep ise; dinlenmek ve iyi uyumak. Güneş sebep oluyor ise; dudaklar için koruyucu krem ya da yüksek koruma faktörlü güneş yağı kullanmak ve şapka ile yüzü güneşten korumak gerekir. Tüm alınan önlemlere rağmen uçuk yine de nüksedebilir.


Ön belirtiler (karıncalanma, kaşınma, yanma, sızlama) hissedildiğinde o noktaya kısa aralarla antiviral bir uçuk kremini uygulamak gerekir. Uçuk ya hiç çıkmayacaktır ya da çıksa bile hafif seyredecektir.


EN ETKİLİ ŞEKİLDE NASIL TEDAVİ EDİLİR?


Önceden bazı madde ve ilaçlar uçuğun verdiği rahatsızlığı azaltmak için kullanılmıştır.


Alkol ve antiseptik ilaçlar, Uçuğun üzerindeki bakteri enfeksiyonunun gelişmesini engeller


Ağrı kesici ilaçlar; Uçuğun sebep olduğu ağrıyı azaltır.


Buz uygulamak; Ağrı azaltılabilir


Oysa günümüzde etkili tedavide kullanılan antiviral uçuk kremleri, deriden geçerek uçuk virüsüne (Herpes simpleks) etki eder ve deriye zarar vermelerini engeller.


KİMLER ÖZELLİKLE RİSK ALTINDADIR?


Sık sık veya uzun süreli olarak uçuk çıkıyorsa (Örneğin tedaviye rağmen 10 günden daha uzun süre devam ediyorsa)


Uçuk, bir bebekte ya da 6 yaşından küçük bir çocukta çıkmışsa


Dudak, ağız v eburun çevrenizin dışındaki vücut bölgelerinde, özellikle de gözlerinizde, parmaklarınızda ya da cinsel organınızda uçuk çıkmışsa


Uçuk ile birliket baş ağrısı, ateş ve kas ağrısı gibi başka şikayetleriniz varsa


Uçuk sarı renkte cerahatli ise


Bağışıklık sisteminizi baskı altına alan ilaçlar, örneğin kortizonlu ilaç kullanıyorsanız


Bağışıklık sisteminizin zayıflığı (yani bulaşıcı hastalıklarla mücadele etme gücünüzün azalmış olması) nedeniyle tıbbi kontrol altındaysanız.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:12:38 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9693#9693

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
ULSER (MIDE, DUEDONUM, GASTRIK)


Stres ve beslenme alışkanlıkları ile yakın ilişkili olduğu kabul edilen ülserlerin, son yıllarda Helikobakter pilori (Helicobacter pylori) adı verilen bir mikrop (bakteri) tarafından meydana getirildiği ve antibiyotik tedavisi ile bu hastalığın tedavi edilebileceği üzerinde yoğunlaşılmıştır. Ancak yapılan çalışmalar ve alınan sonuçlar bu bakterinin çevremizde çok yaygın olarak bulunduğunu ve tedavi edilse bile çok kısa sürede tekrar vücuda girdiğini göstermiştir. Sonuçta tek başına bu bakterinin ülser nedeni olmadığı kabul edilmektedir.

Ülserler genelde duodenumun (ince bağırsağın ilk bölümü) başlangıcında, midenin çıkışında gelişirler. Midede daha nadiren gelişmektedirler. Her iki durumda da ülser gelişen bölümdeki dokular, mide asidine karşı duyarlı hale gelirler. Kesin tanı endoskopik inceleme (gastroskopi) ile konur. Ülserler kendiliğinden kaybolabilir ve tekrar gelişebilir. Aktif durumda olduklarında, yemek yemekle kaybolan ağrılara neden olurlar. Ağrının yanı sıra ağızda ekşime, yanma gibi hoş olmayan şikayetlere de neden olabilirler.

Klasik tedavide bir çok ilaç kullanılmaktadır: antasitler, yüzeyi kaplayıp koruyan ilaçlar, spazm gidericiler ve en sık olarak da midenin asit üretimini engeleyen ilaçlar.

Aşağıdaki öneriler ülserli hastaların tedavilerine yardımcı olarak kullanılabilir:

- Kafeinli veya kafeinsiz her türlü kahveden ve tüm kafein içeren besinlerden uzak durun. Alkol, sigara kullanmayın.

- Aspirin ve benzeri ilaçlardan ve non-steroidal anti-inflamatuvar ilaçlardan (naproksen içerenler, diklofenak içerenler gibi) uzak durun. Ağrı kesici olarak asetaminofen (acetaminophen) grubu ilaç kullanın.

- Çay yerine nane çayı için.

- Size süt içmeniz önerilse de kesinlikle içmeyin, çünkü süt mide asit salgısını arttırır.

- Daha sık ancak daha az yemek yiyin. Uzun süre midenizin boş kalmamasına dikkat edin.

- Sarısabır (Aloe vera) suyu içebilirsiniz. Bu ülserin iyileşmesine katkıda bulunur. Ancak yüksek dozda kullanıldığında ishale neden olur. Bu nedenle her yemekten sonra 1 çorba kaşığı alınabilir.

- Bal, ülser tedavisinde kullanılabilen en etkin ilaç ve yiyeceklerden birisidir. Her yemekten sonra 1 çorba kaşığı çiçek balı yendiğinde ve buna 6 ay süresince devam edildiğinde hastaların %96 sında nedbe dokusu bırakmadan tam bir iyileşme olduğu gözlenmiştir. Ayrıca tedaviye başladıktan bir kaç gün sonra hazımsızlık, ağrı ve yanma - ekşime gibi şikayetler ortadan kalkmaktadır.

- Stres ve sıkıntıdan uzak bir hayat yaşamaya çalışın

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:12:58 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9694#9694

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
ULSERATIF KOLIT


İltihaplı bağırsak hastalığı denen diğer hastalık da ülseratif kolittir. Bu hastalığın nedenleri bilinmiyor. Ülserleşmiş kolit sadece kolonda görülür. Bu yönden bağırsağın herhangi bir bölümünde olabilen Crohn hastalığından farklıdır. Ufak yaraların ve apselerin sadece kolonun iç cidarında (mukoza) görüldüğü iltihaplı bir hastalık özelliğini taşıyan ülserleşmiş kolit bir kronik durumdur. İltihaplı reaksiyonlar neredeyse her zaman rektum bölgesinde oluşur ve kolonun diğer kısımlarına uzanır. Kolonun ne kadarının etkilendiği bir kimseden diğerine değişir. Eğer iltihap rektumla sınırlıysa bazen bu durum için ülserleşmiş proktit (proctitis) terimi de kullanılır. Bu hastalığa her yaşta yakalanılabilir. Ancak en çok 15 ila 30 yaşlar arasında görülür. Crohn hastalığında olduğu gibi beyazlar arasında yaygın bazı ailelerde daha sık görülür.

Belirtiler

- Kanlı ishal, cerahatli de olabilir.

- Karın ağrısı,

- Acilen, ağrılı olarak tuvalete çıkmak,

- Ateş,

- Kilo kaybı,

- Mafsal ağrısı,

- Deride lekeler.

Bazen ülserleşmiş kolit belirti vermez. Bazen de kolon iltihaplanır ve kanlı ishale neden olur. Böyle hastalığın alevlendiği sıkıntılı devreler arasında sakin rahat devreler yaşanabilir. Aşağı yukarı bu hastalığı yakalananların %15 inde tüm kolonu kaplayabilen ve değişen iltihaplanmalarla hastalık çok ciddi seyredebilir. Belirtiler kuvvetli kanlı ishal, ateş ve karın ağrısıdır. Bu belirtiler acil bir tıbbi durum da doğurabilir. Çünkü kolonun (toksit megakolon) şişmesi veya genellikle iltihaplanmış kolonun delinmesi riski vardır. Ülserleşmiş kolitler, vücudumuzun diğer yerlerindeki çeşitli belirtilerle de ilgili olabilirler. Büyük mafsallarda olan ağrı veya iltihaplanma en çok da dizde ayak ve kol bileklerinde görülenler bu tip belirtiler arasında sayılabilir. Bazı durumlarda ankilozan spondilit ülserleşmiş kolitle ilgili olabilir. Bazen de akut göz ve deri iltihaplanmaları görülür ve kısmen de tıkanabilir.

Ayrıca kolonun tamamı veya tamama yakın bir bölümü ülserleşmiş kolitten etkilenen kimselerde de hastalığın 8-10 yıl arasında devam etmesi halinde kolon kanseri riski doğar. Hastalık daha az yayılmışsa (örneğin, kolit sadece kolonun sol kısmında ise) risk azalır. Kanser riski zaman uzadıkça artar. Fakat risk iltihaplanma derecesine bağlı değildir. Ülserleşmiş kolit belirtileri en az düzeyde olsa bile kanser gelişebilir.

İlaçla Tedavi

Ülserleşmiş kolitlerin tedavisinde kullanılan ilaçlar iltihaba karşı tesirli olabilenlerdir. Bunlar "sulfasalazine ve "kortikosteroid lerdir.

Sulfasalazine, hastalığın zaman zaman görülen minor (çok önemli olmayan) artışlarında ve sancının giderilmesinde kullanılır. Kortikosteroidler ise kanlı ishalin daha şiddetli vakalarında kullanılır. Eğer iltihaplanma yalnız rektumda ise kortikosteroidlerden biri iltihabı geçirip belirtileri ortadan kaldırabilir. Son yıllarda aspirin gibi ilaçlarla hazırlanan bazı yeni preparatların iltihabı kuruttuğu ve faydalı olduğu görülmüştür. Ayrıca araştırmacılar aspirin gibi ağızdan verilen ve bağırsakta özümsenmeyen bileşimlerin faydalarını araştırmaktadır. Bunların iltihabı ortadan kaldırma özelliği doğrudan iltihaplı bölgede yararlı olabilir.

İshal çok fazlaysa hastaneye gitmek gerekebilir. Burada vücudun su ihtiyacı damar yoluyla sağlanıp ağızdan beslenme yapılmayarak dinlendirilebilir. Doktorun dikkatle kontrolü altında nadiren azathiopirine gibi ilaçlarla immunosuppresive tedavi yapılabilir.

Beslenme

Bazı durumu çok ciddi olan hastalar da-

mardan verilmek suretiyle beslenirler çünkü kolonları yemeğe tahammül edemez. Durumu o derece ciddi olmayanlarda ise ishal nedeniyle kaybedilen besinleri telafı etmek için sıvı bir ilave yemek, ağızdan verilebilir.

Ameliyat

Ülserleşmiş koliti olanların yaklaşık yüzde 20 ila 25 i bir zaman ameliyata gerek duyarlar. Bunlar, ilaç tedavisine yanıt vermeyen ya da ağır komplikasyonları olan insanlardır.

Şimdiki eğilim, hasta halsizleşene kadar beklemek yerine, ameliyatı hastalığın erken aşamalarında, kolonun iltihabının ilaç tedavisine yanıt vermediği anlaşıldığı zaman yapılması yönündedir. En yaygın olarak uygulanan ameliyat ileo-anal ağızlaştırmadır. Önceki tekniklerin tersine, bu teknik şekil bozucu değildir, dışkının anüsten normal çıkışını korur ve genellikle ameliyat için seçilenlerin çoğu tarafından iyi tolere edilmektedir. 8 ila 10 yıldır yaygın ülserleşmiş kolitiniz varsa, doktorunuz, kanserin önlenmesi için tüm kolonun isteğe bağlı olarak alınmasını tavsiye edebilir.

Alternatif olarak, doktor, kolonda habis hücrelere bir dönüşümü düşündüren değişiklikleri araştırmak ve kuşkulanılan alanlarda biyopsi yapmak için kolonoskopiyle kolonun dönem dönem muayene edilmesini önerebilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:13:12 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9695#9695

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
URETRA DARALMASI


Üretra (penisin içindeki idrar ve meniyi taşıyan ince boru) o kadar daralır ki, idrarın geçmesine engel olur. Bu seyrek görülen bir olaydır. Üretra daralmasının birçok nedeni olabilir. Penisin incinmesi veya bir hastalık sonucunda oluşup, zamanla büzülerek yolu daraltan yara izi, bunlardan birkaçıdır. Çok ender olarak idrar yolu tamamen kapanabilir. Üretra daralması, akut bir belsoğukluğu olayından yıllar sonra ortaya çıkabilir.

Belirtiler

- İdrara çıkma zorluğu;

- Ağrılı idrara çıkma.

Teşhis

İdrar yaparken ağrı veya zorluk varsa bir ürologa görünmek gereklidir. Üretra daralmasından başka nedenler de bu sorunları ortaya çıkarabilir. Doktor penisi inceleyerek, çeşitli testler yapacak ve üretrayı ince, esnek bir aletle inceleyerek, sistoskopi uygulayacaktır.

Normal idrar yapabilmeyi sağlayabilmek için, üretra daralmasının tedavi edilmesi gereklidir. İlk yapılacak şey, içine ince bir alet sokarak üretrayı genişletmek olacaktır. Bu işlem lokal anestezi ile yapılır. Bu tedavinin birkaç kere tekrarlanması gerekir. Eğer idrar yolu bu açma çabalarından sonra yeteri kadar genişlemezse, ameliyat yöntemine başvurmak gerekebilir.

Darlığın derecesi sistoskop ile bakarak anlaşılabilir. Ameliyat uygulandığı zaman da, bu işlem sistoskopa bazı özel aletler takarak gerçekleştirilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:13:50 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9696#9696

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
URETRIT (KRONIK)


Bazen uretra (idrar yolu) tahriş ve iltihaplanması, bakteri enfeksiyonu belirtisi olsun ya da olmasın, haftalarca hatta aylarca geçmez. Bu durumda devamlı idrar yapma ihtiyacı duyarsınız ve idrar yapmak rahatsızlık verir. Kronik uretra iltihabında arada düzelme olursa da, bu iyilik dönemi gitgide kısalır.

Belirtiler

- İdrar yaparken geçmeyen veya tekrarlayan rahatsızlık;

- Sık idrara çıkma.

Mesanenin dibine kadar ilerlemiş iltihaba "trigonitis" denir.

Trigonitisi teşhis etmek için ucunda ışık bulunan ince bir alet mesaneye sokularak bakılır (Sistoskopi).

ilaç Tedavisi

Gerçekten iltihap belirtisi varsa antibiyotik veya sülfamit verilir.

Başka tedavi yöntemlerinin de (örneğin uretranın bir alet yardımıyla açılarak esnetilmesi gibi) yardımı olur.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:14:18 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9697#9697

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
URTIKER (KURDASEN)


Ürtiker (kurdaşen), ciltte meydana gelen genellikle kaşıntılı, yuvarlak veya oval şişliklerdir. Bazen kırmızı olmakla birlikte, herzaman böyle olmak zorunda değildirler. Ürtiker plakları, derideki allerji ile ilgili hücreler (mast hücreleri) histamin adı verilen ve kılcal damarlardan sıvı sızmasına neden olan maddeleri salgılarlar. Damarlardan sızan bu sıvılar deride birikirler ve belirtilen şişliklere neden olurlar.

Çoğu insan bu şişlikleri gördüğünde alerjik bir reaksiyondan şüphelenirler. Ancak ürtiker plakları bazen sıcak, soğuk, güneş ışığı, egzersiz, stres, cildin bir bölgesine uzun süreli basınç uygulanması, ateş veya çok sıcak banyoya bağlı cildin sıcaklığında ani artış veya cildi tahriş eden kimyasal bir madde (kozmetik bir madde veya sabun gibi) gibi fiziksel kaynaklı etkenler de ürtiker gelişimne neden olabilir. Ürtiker plakları tüm vücudu ilgilendiren allerjik bir reaksiyonun da belirtileri olabilir:

- Solunumla alınan alerjenler: polenler, hayvan tüyleri, küfler

- böcek ısırıkları (özellikle arı), bazı ilaç enjeksiyonları

- yiyecekler : fındık-ceviz gibi yiyecekler, balık ve deniz ürünleri, süt ürünleri, gıda katkı maddeleri, penisilin veya aspirin gibi ilaçlar.

İnsanların yaklaşık %20 sinde yaşamları boynca en az bir kez ürtiker gelişmektedir. En sık ürtiker gözlenen yaşlar 20-30 yaşlar arasıdır. Nadiren, tüm vücudu etkileyen ve yaşamı tehdit eden boyuttaki anaflaktik şok adı verilen alerjik durumlarda da ürtiker ortaya çıkar. Bazı durumlarda, ürtiker plakları 6 hafta veya daha fazla süre kalabilir ve kronik (idiyopatik) ürtiker adı verilir. Sıklıkla, kronik ürtikerin nedeni bulunamaz, ve bir süre sonra kendiliğinden geçer.

Belirtiler

Ürtiker plakları, beyazımsı veya et renginde kabarıklıklar olarak gözlenirler; bazen kımızı bir bölge ile çevrilirler (eritem). Tipik olarak yuvarlak veya ovaldirler, sıklıkla kaşınırlar. Büyüklükleri değişkendir ve bazen çok büyük alanlar oluşturabilirler. Her hangi bir cilt bölgesinde ortaya çıkabilirler, acnak sıklıkla kol ve bacaklarda görülür. Çoğu ürtiker plakları kısa sürede ortadan kaybolur, ancak hasta aynı duruma maruz kalıyorsa 24-72 saatlik zamanlarda yeni alanlar ortaya çıkmaya devam edebilir.

Eğer ürtiker tüm vücudu ilgilendiren alerjik bir reaksiyonun ilk belirtileri olarak gelişmiş ise gelişebilecek diğer bulgular şunlardır: dilde, dudaklarda ve yüzde şişme, solunum güçlüğü, şuur bulanıklığı, göğüste daralma / sıkışma hissi. Bu belirtilerin araştırılması ve geliştiğinde acilen sağlık birimine müracaat etmek önemlidir çünkü bunlar anaflaktik şok habercisi olabilir.

Tanı

Muayeneye ve gerekirse alerjik deri testlerine göre tanı konur.

Aşırı yaygın olmayan ürtiker plakları genelde 8-12 saatte ortadan kaybolurlar. Ancak etken ortadan kalkmadığı sürece tekrarlayabilir.

Korunma

Sizde ürtikere neden olan durumları saptayabildi iseniz, bunlardan uzak durarak ürtikerden korunabilirsiniz.

Tedavi

Losyon veya krem türü bir antihistaminik ilaç ve ilave olarak antihistaminik tablet veya enjeksiyon gerekli olabilir. Eğer genel bir alerjiden şüphelenilmiyorsa kaşıntıyı geçirmek yeterli olabilir. Gerekli görülürse daha ileri tedaviler uygulanabilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:14:31 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9698#9698

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
UYKU HASTALIGI


Tripanosoma cinsi bir organizmanın etken olduğu tropikal bir hastalıktır. Genellikle çeçe sinekleri tarafından bulaştırılır.

Kuluçka devresi: 2-3 hafta.

Belirtileri ve seyri

Hastalığın uzun süren gizli bir dönemi vardır. Erken dönemde vücut ısısı dönümlü olarak yükselir, dalak ve lenf bezleri şişer, bacaklarda şişme görülür. Bu belirtiler yaklaşık üç yıl kadar sürer. Bu dönemden sonra hastada titreme nöbetleri başlar. Yüz ifadesi anlamsızdır, konuşmada yavaşlama belirtileri baş gösterir. Daha sonra hasta giderek hareketsizleşir. Genel bir halsizlik durumu vardır. İştah hiç yoktur ve hasta giderek zayıflar. Vücut ısısı normalin çok altına düşer. ölümden kısa süre önce hasta artık yerinden hiç kalkamaz ve sürekli uyku halinde komaya girer.

Tedavi

Erken teşhis edildiği takdirde ilaç tedavisi uygulamasıdır. Geç teşhis vakanın ağırlaşmasına neden olacağından tedavi uzun sürebilir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:15:26 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9699#9699

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
UYKU PROBLEMLERI


Aslında herkesin herhangi bir zamanda uyku problemi olur. Bunun için pek çok neden bulunmaktadır. Uykusuzluk en az üç hafta süren uykuya başlama ve devam etmede güçlük olarak tanımlanmıştır. Bir ya da iki gece bozulan uyku, uykusuzluk kavramına uymaz. Aynı zamanda gün boyunca yorulmadıysanız, ne kadar kötü uyuduğunuzu düşünürseniz düşünün uykusuzluk yakınmanız yoktur. Böyle bir durum bile zaman zaman uyuma probleminin olmadığı anlamına gelmemektedir ve bozuk bir uykunun sıkıntısını bilmek için uykusuzluk çekiyor olmanız gerekmez.

Genç kişilerin yaşlılardan daha az uyku problemi var gibi görünmektedir. Buna karşın yukarıda belirtildiği gibi bunun yaşlandıkça uyku paternlerinizde meydana gelen değişiklikle ilgisi olabilir. 20 li yaşlarında her 10 kişiden biri uyku problemi olduğundan yakınırken yetmişli yaşlardaki kişilerin 3 te biri şikayet etmektedir.

Farklı kişiler klasik olarak aşağıdaki problemlerin bir ya da daha fazlasıyla, farklı şekillerde karşılaşmaktadır:

- Uykuya başlama ve uyuma zamanı arasının uzunluğu (sıklıkla bir o yana bir bu yana dönme)

- Gece boyunca pek çok kere uyanma, bunun sonucu olarak da sabahleyin kötü uyku uyumuş olma duygusu

- Erken uyanma ve daha sonra tekrar uyuyamama

Kötü uykunun nedenleri

Endişe
- stres ve anksiyete

İlaçlar
- aşırı alkol
- aşırı nikotin
- aşırı kafein
- çeşitli reçeteli ilaçlar

Dış faktörler
- ses
- ışık
- aşırı sıcak ya da soğuk
- rahatsız yatak

Tıbbi durumlar
- ağn
- horlama ve uyku apnesi
- nefessiz kalma (örn. kalp ya da akciğer hastalığının yol açtığı)
- idrar sıklığı
- depresyon

Günlük hormonal ritmin bozulması
- uzun mesafe uçak yolculuğu
- gece işi

Fizyolojik
- yaşlılık


Anksiyete

Endişe, uyuma güçlüğü için öne sürülen en sık nedendir. Aslında; neredeyse herkes bir gece endişe nedeniyle rahatsız bir gece uykusu geçirmiştir - düşünceler kafanızda uykunuzu engelleyecek şekilde dolanırken klasik olan bir o yana bir bu yana dönme hikayesi. Eğer bu uyumada bir güçlüğün nedeniyse o zaman endişeye yol açan problemlerle uğraşmalı ya da en azından uyumak için geçmişin ya da ertesi günün endişelerini unutmak mümkün olacak şekilde yeni alışkanlıklar geliştirmektir.

İlaçlar

İlaçlar kötü uykunun en alışılmış diğer bir nedenidir. Uyku paternlerinde oluşturdukları rahatsızlıklar gençleri yaşlılardan daha az etkilemektedir.

Aslında, sıklıkla gecenin sonunda içilen bir ya da iki bardak kahve 30 lu yaşlarındaki insanların bile iyi uyumasını engellerken, 20 li yaşlarındakiler hemen hiçbir etki hissetmez ve çok iyi uyurlar.

Kafeinin sizi uyanık tuttuğu iyi bilinmektedir, özellikle de kahve gece geç içildiğinde nikotinin de benzer etkisi vardır.

Alkolün bozuk bir uykuya yol açtığı belki de daha az iyi bilinmektedir. Sıklıkla gecenin sonunda içilen sevdiğiniz bir kadeh içkinin iyi bir gece uykusu uyumanıza yardımcı olacağı düşünülmektedir. Bu alkolün alımdan birkaç saat sonra oluşan geri dönüm ya da çekilme etkisi nedeniyledir. Zira uykuya çabucak dalıp fakat sabahın erken saatlerinde uyanma deneyimi.

Uyku hapları doktorlar tarafından hastalarına geniş ölçüde reçete edilmektedir ve şaşırtıcı şekilde doktorların kendileri tarafından da kullanılmaktadır. Bu durum, kullanımlarının ortaya çıkardığı problemin şu anda iyi bilinmesi gerçeğine karşın devam etmektedir. En iyisi uyuma ile ilgili kısa dönem problemlerde yararlı olmalarıdır, fakat bu ilaçları uzun dönemler için kullanmak anlamlı değildir. Başka bir özellik de uzun süreli uyku hapları kullanmanın uyuma problemine neden olan sorunu ortadan kaldırmanıza yardımcı olmayacağı ve uyku haplarını aldıktan sonraki etkinin oldukça dramatik olabileceğidir. Tüm formülasyonlar REM ve non-REM uykusunun doğal ritmini değiştirmemesine karşın pek çoğunun etkileri belirsizdir.

Dış Faktörler

Çok gürültülü, çok sıcak, çok soğuk ya da yeteri kadar karanlık olmayan bir oda kolaylıkla uyku problemine yol açabilir. Eğer durum böyle ise o zaman odayla ilgili bazı değişikliklerin sırası gelmiştir. İdeal olarak da kat kat gecelik giymeyi gerektirmeyecek şekilde rahat olmanızı sağlayacak kadar sıcak olmalıdır (fakat tercihen rahatsız edici kadar da sıcak olmamalıdır!). Oda iyi havalandırılmalıdır - eğer mümkünse kısmen açık bir pencere ile uyuyun. Uyuyanların tümü, özellikle de iyi uykucular uykularını alabilmek için makul derecede bir sessizliğe gereksinim duyarlar ve tabii ki eğer ortam karanlık değilse uykuya dalmak daha güçtür - örneğin perdeler sokak lambalarını ya da dışarıdaki diğer ışıkları kapatmaya yetecek kadar kalın mı?

Pek çok kişi orta derecede sert bir yatakta kendini en rahat şekilde hisseder - kısa dönemde yumuşak bir yatak daha rahat görünebilir, fakat uzun dönemde sırtınız için iyi değildir ve iyi bir uykuyu harekete geçirmesi olanaklı değildir. Çift kişilik yataklar bir problem ortaya çıkarabilir, özellikle de eşlerden biri diğerinden daha sert bir yatak severse. Bununla birlikte, iyi bir çift kişilik yatak ortada bombe yapmaz.

Tıbbi koşullar

Uykusuzluğa neden olabilecek pek çok tıbbi problem vardır. Uyku apnesi esasen aşırı kilolu erkekleri etkileyen ilginç bir durumdur. Bu durumda uykuya dalışta hava yolları soluk almayı engelleyecek şekilde 20 ila 30 saniye kadar tıkanmış gibi gözükür. Bu da hastayı uykudan uyandıracak şekilde iki ya da üç kez güçlükle nefes almasına yol açar. Ardından hiçbir şekilde iyi bir uyku uyunamaz. Horlama da aşırı kilolu olmakla bağlantılıdır ve horlayan kişi genellikle iyi uyuyabilmesine karşın, eşi ve hattı aynı evdeki diğer insanlar oldukça etkilenebilir.

Uyku Sorununuzun Olası Yanıtları

Eğer problemli uykunuz varsa bu durumu düzeltmeye çalışmak için yapabileceğiniz pek çok şey vardır:

- Sizi uyandıran ya da uyutmayan şeyleri belirleyen birçok şey olabilir.

- Ozel problemlerle gün içinde ya da akşam ilgilenmeye çalışın - tamamen üstesin -den gelinmediyse en azından ertesi gün ilgilenmek üzere hareket planı yapmaya çalışın; daha sonra onları gece boyunca bir kenara koymak için çaba sarf edin. Bazı kişiler hareket planlarını yazmayı yararlı bulmaktadır.

- Gece geç saatte harekete geçirici aktivitelerden uzak durun - bunun içinde iş (bazen önlenemeyen ya da kurs!), ağır egzersiz ve tartışmalar vardır.

- Hemen yatma saati öncesi aşın yemeyin

- Kahve, çay ve tütün gibi uyarıcılardan gece geç saatte uzak durun

- Gece aşırı alkolden kaçının - alkol uyumanıza yardımcı olacak gibi gözükse de harekete geçirdiği uyku kalite açısından zayıftır ve ertesi sabah kendinizi zinde hissetmemenizi yoiaçar.

- Kendinize her akşam yapacağınız rutin bir iş bulun. Bu sizi rahatlatacak ve hoşunuza gidecek bir şey olmalıdır.

- Yatak odasını sadece uyku için kullanın - yatak odasında okuma (bunun uyumanıza yardım ettiğini bildiğiniz takdirde aksi olabilir), televizyon seyretme, yemek yeme ve kesinlikle çalışma yapılmamalıdır

- Hergün hatta erken kalkmanız gerekmeyen günlerde bile kendinizi erken kalkmak üzere ayariayın

- Eğer uyanma güçlüğünüz varsa, odanın diğer bir tarafına çalar saat koymayı ya da uyandığınızda hemen ışıkları açmayı deneyin

- Düzenli egzersiz yapmaya çalışın

- Yatak odasını yatmak için hazırlayın, fakat sadece yorgun olduğunuzda yatağa gidin

- Tüm bunlara karşın uykuya daima güçlüğünüz olduğunu fark ederseniz yatakta uyanık bir halde oradan oraya dönmeyin. Kalkın ve başka bir odada rahatlatıcı bir şeyler yapın. Kendinizi yorgun hissedene kadar da yatağa geri dönmeyin.

- Gece yarısı ya da sabah erken uyanırsanız yatakta yatmayı sürdürmeyin. Kalkın ve başka bir odada bir şeyler yapın. Eğer gece yarısı kendinizi böyle bir durumda bulursanız endişelenmeyin. Normalde yapma fırsatı bulamadığınız bir şeyler yapın,örneğin kitap okuyun, hafif müzik dinleyin ya da normalde yoğun olan dünyanızın huzur, sessizlik ve sakinliğinin tadını çıkarın.
< ="http://pagead2.googlesyndication.com/pagead/show_ads.js" =text/>

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:23:33 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9700#9700

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
UYKUSUZLUK


Uykusuzluk genelde; stres, sıkıntı, depresyon ve uyarıcı maddelerin kullanımı sonucunda meydana gelmektedir.

Hayatınızdaki tüm uyaranlardan kurtulun (çay, kahve, tütün, kola ve uyarıcı ilaçlar gibi).

Aerobik egzersizler yapmayı alışkanlık haline getirin. Gününüzün belirli bir bölümünü bu egzersizlere ayırın. Belirli bir süreegzersiz yapmak genelde geceleri rahat bir şekilde uyumanız için yeterli olabilir.

Yatmadan önce sıcak bir banyo yapmak (aşırı sıcak değil tabiiki), kaslarınızı gevşeterek uyumanıza yardımcı olur.

Eğer kas ağrılarınız ve kas spazmlarınız varsa ve bu nedenle uyuyamıyorsanız, şerbetçiotu (Humulus lupulus) bitkisinin çaylarını içebilirsiniz. Bira yapımında kullanılan bu bitki, binlerce yıldır yatıştırıcı ve rahatlatıcı oalrak kullanılmaktadır.

Yine ıhlamur çayı rahatlatıcı etkisi ile rahat uyumanıza yardımcı olur.

Yatmadan önceki 6 saat süresince çay ve kahve içmeyin.

Her sabah normalde kalktığınız saatten 1 saat önce kalkmaya çalışın.

Sinir - kas gevşemesini sağlayan kalsiyum ve magnezyum alın. Yatmadan hemen önce her ikisinden de 1000 mg alabilirsiniz. Glukonat ve sitrat formları mide-barsak sisteminde daha kolay bir şekilde emilmektedirler.

Yatmadan 30 dakika önce nişastalı bir şeyler yiyin; örneğin fırında pişirilmiş sade bir patates veya bir dilim ekmek gibi. Bunlar beyinden yatıştırıcı maddelerin salınmasına neden olabilir.

Uyumak için yattığınızda solunum egzersizleri yapın.

Kediotu (Valeriana officinalis) bitkisinin çaylarını (özellikle kökü) deneyebilirsiniz. Bu bitkiden elde edilen valepotriatların yatıştırıcı etkisi vardır.

UNUTMAYIN BİTKİLER DE (TIPKI İLAÇALR GİBİ) YÜKSEK DOZDA ZARARLI ETKİLER MEYDANA GETİREBİLİR.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:23:48 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9701#9701

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
UYUZ


Uyuz hastaligina, cildin diş veya nasirli tabakasinda yaşayan ve ureyen ufak bir böcekçik neden olmaktadir.Uyuz, özellikle parmak aralarinda ve dirseklerde kuçuk kabarciklar veya sivilceler halinde bir dökuntu ile başlar.ozellikle geceleri çok kaşinti yapar. Bebekler dişinda, kaşintili yerler her zaman için boyundan aşagisinda kalan bölgelerdir. En çok etkilenen kisimlar; kalça, cinsel organlar, meme uçlari, parmak, bilek, dirsek ve dizlerdir.Kisa bir sure sonra kaşinti istegi, iltihaplanabilecek kaşinti izlerine ve yaralara neden olur. Eger ayni evde yaşayanlarin hepsi veya bazilari gunlerdir veya haftalardir kaşiniyorlarsa, bunun nedeni buyuk olasilikla uyuzdur. Uyuz kişiden kişiye çabuk bulaşir.


Tedavi:


1. Doktorun verdigi ilaçlara ve önerilere özenle uyun.


2. şize verilmiş olan krem veya losyonu, cinsel organlari da kapsayarak, vucudunuzun boyundan aşagi tum kisimlarina surun. ilaci el ve ayak tirnaklarinin içleriyle, ayak parmak aralarinin arasi ve alti gibi her turlu gizli kalmiş bölgeye surmeyi unutmayin.


3. ilaci 24 saat, duş veya banyo yapmadan uzerinizde birakin. Bu sure içerisinde ayni giysileri giyin.


4. 24 saat sonra hafif sicak bir banyo yapip ilaçtan arinin. Butun giysi ve iç çamaşirlarinizi degiştirip, yatak çarşaflarinizin tumunu yikayin. Normal yikama şekli tum uyuz böcekçiklerini öldurmeye yeterlidir.


5. Evdeki tum uyuzlular ayni anda tedavi edilmelidir. Bazilari uyuz olmuş ancak henuz kaşinti başlamamiş olabilir. Okul veya yuvaya giden çocugunuz uyuz olmuş ise, ögretmenini bilgilendirerek okuldaki diger çocuklarin kontrolunu saglayin.


6. Yumurtalarindan çikmiş yeni uyuz böceklçiklerini de öldurmek amaci ile ilk tedaviden bir hafta sonra tedaviyi yeniden tekrar edin. Başarili bir tedaviden sonra kaşinti 1-2 hafta daha devam edebilir. Uyuz kremini fazla surmeyin, bu durum daha fazla tahrişe neden olabilir.


7. 12 ayliktan kuçuk bebekler için mutlaka doktora gidin, yukarida yazilanlari uygulamayin.


onlemler:


Uyuz olmak için uyuz olan birinin cildine temas etmek gerekir. Ayni yatagi paylaşmak, çocuk bakimi gibi durumlar uyuzun yayilmasina neden olabilir.


Okuldan Alikoyma:


Gereken tedavi başlamadan çocuklarin okula gitmelerine izin verilmez.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:24:01 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9702#9702

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
VITILIGO


Vitiligo, hemen her yaşta ortaya çıkabilen, doğumsal olmayan, sınırları net, parçalı, renksiz (açık renkli) alanlarla karakterize bir cilt hastalığıdır. Açık rekli alanın çevresinde genelde renk artışı vardır. Renk açıklığının olduğu bölgedeki kıllarda da renk kaybı meydana gelebilir. Her 100 kişiden birinde bu hastalığın olduğu düşünülmektedir.

Koyu tenli kişilerde daha belirgindir. Vitiligo nun nedeni tam bilinmemekle beraber pigment üreten hücrelerin (melanosit) kaybına bağlı olarak meydana geldiği düşünülmektedir. Bu hücrelerin hasara uğramasında da kişinin kendi bağışıklık siteminin etkili olduğu ileri sürülmektedir.

Doğuştan olmamakla birlikte bazı ailelerde sık görülmesi, genetik yatkınlık olduğunu düşündürmektedir.

En sık etkilenen bölgeler boyun, el sırtları ve cinsel organlardır (testis). Küçük lekeler halinde başlar, daha sonra bunlar büyüyerek veya birleşerek, klasik görüntüyü meydana getirirler.

Sadece muayene edilerek tanı konabilir.

Hastalığın gidişatı değişkendir. Belli bir büyüklükten sonra senelerce devam edebilir veya kaybolabilir. Bazı hastalarda ise tüm vücudu kaplayabilir.

Bu astalarda güneş yanığı sık gelişir, korunulması gerekir.

Yine vitiligo hastalarında pernisyöz anemi, hipertiroidizm ve Addison hastalığı da diğer insanlara göre daha sık görülmektedir (ya da daha sık birlikte bulunmaktadır).

Tedavi

Nedeni kesin olarak saptanamayan vitiligonun, kesin bir tedavisi de yoktur. Estetik amaçla, lekeleri kapatmak için bergamot esansı kullanılabilir.

8-metoksipsoralen veya trimetilpsoralen tedavileri lekeleri koyulaştırmadaki en etkin ilaçlardandır. Bu ilaçlar kullanıldıktan sonra hastaya ultraviyole-A ışını verilir. Bu ilaçlar 11 yaşın altında kullanılmamalıdır. Ancak bu tedaviye rağmen yeni bölgelerde hastalık oluşabilir.

Tedavide hipnozu önerenler de vardır.

Yurtdışında (Romanya) bulunan Gerovital H-3 yüz kremi (GH-3), adı verilen bir kremin yetişkinlerde etkili olduğu iddia edilmektedir.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:24:23 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9703#9703

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
YEMEK BORUSU (OZAFAGUS) TIKANMASI


Yemek borusu (gırtlaktan mideye uzanan boru) tıkanması ile dünyaya gelen bir bebek tam olarak gelişmemiş bir yemek borusuna sahiptir.

Tahminen 3000 ila 4500 de bir bebek bu bozuklukla dünyaya gelmektedir. Yemek borusu tıkanıklığı ile dünyaya gelen bebeklerin üçte biri prematüre olarak doğmaktadır.

Bu bozukluğun yanı sıra, genellikle soluk borusu bozukluklar gibi başka anormallikler de meydana gelmektedir. Dahası, yemek borusu tıkanması ile dünyaya gelen bebeklerin en az % 30 unda yasamı tehdit eden kalp, üreme sistemleri ve merkezi sinir sistemi problemleri gibi bozukluklar da meydana gelmektedir.

Bu doğum kusurunun belirtileri çoğunlukla daha doğum odasında ortaya çıkar. Böyle bir bebeğin ağzından anormal derecede fazla salgı gelir ya da annesi bebeği beslemek istediğinde bebek yutkunamaz, öksürür ya da morarır. Eğer doktor bebeğe ağzından midesine bir sonda sokamaz ise, bebeğin yemek borusu tıkanması teşhisi konur.

Eğer bebeğinizde yemek borusu tıkanması varsa, derhal ameliyat edilmesi gerekir. Eğer tıkanık bölge derin değil ise iyileşme de çabucak gerçekleşir. Fakat tıkanıklık uzun bir bölgeyi kaplıyor ise, cerrah yemek borusunu onarmak yerine uzatmayı tercih edebilir; bu durumda, bebeğin beslenmesini sağlamak için yemek borusundan midesine ek boru takılır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:24:37 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9704#9704

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
ZAYIFLIK (YETERSIZ KILO PROBLEMI)


Öncelikle kilo durumunuzu doğru bir şekilde saptamanız gerekir, bunun için ilgili sayfamızdaki hesaplama aracından yararlanabilirsiniz. Bu hesaba göre zayıf olduğunuz saptandı ise ve hekim tarafından başka bir rahatsızlığınız olmadığı size söylendi ise burada yazılanlar sizin içindir.

Şişmanlık özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir problemdir ve hemen tüm yazılı ve görsel maedya araçları zaman zaman insanların zayıflamasına yarsımcı olacağını iddia ettikleri yöntemlerden ve diyetlerden bahsederler.

Ancak ne yazık ki toplumun az bir kısmını ilgilendiren zayıflık problemi konusunda yeterli çaba harcanmamaktadır. Bununla birlikte zayıf insanların sağlıklı bir şekilde kilo almaları sanıldığı kadar kolay bir olay da değildir.

Bol miktarda kızartma, hamurişi, tatlı gibi bol kalorili şeyleri günboyu yiyerek sağlıklı bir şekilde kilo alamazsınız, tüm temel besin maddelerinden yeterli ve dengeli düzeyde almanız gerekir.

Sebze ve meyvelerden her gün 5 porsiyon yememiz gerekir. Bunlar doğal olmalıdır, yani dondurulmuş veya konserve olmamalıdır. Sebze ve meyvelerde bulunan antioksidanlar sizi hayat boyu bir çok rahatsızlıktan ve kanserden koruyacaktır.

Süt ve süt ürünleri, özellikle kalsiyum, protein ve vitamin açısından son derece zengin besinlerdir; bunun yanı sıra süt içerek aldığınız kalori miktarını en kolay şekilde arttırabilirsiniz. Eğer sütü sevmiyorum diyorsanız içerisine bir kaşık meyve püresi, meyveli yoğurt gibi şeyler katın. Eğer bol miktarda süt içmeye karar verdi iseniz, az yağlı sütü tercih edin aksi taktirde vücuttaki yağ dengeniz bozulabilir. Süt ürünlerinde de özellikle az yağlı peyniri bol miktarda tüketebilirsiniz.

Kanınızla ilgili her hangi bir problem yaşamamak için her gün iki porsiyon et (kırmızı, balık, tavuk) tüketin. Et demir içeriği açısından en zengin besindir. Ancak iki porsiyondan daha fazla et tüketmeyin. Et yerine yumurta, kuru baklagiller yiyebilirsiniz. Ancak salam, sosis, sucuk, hamburger gibi yağlı ve bol kalorili yiyecekleri en az düzeyde tüketin.

Ara öğünleriniz olsun, bu kilo almanıza yardımcı olur. Ancak yine bu öğünlerde bol kalorili, yağlı ve şekerli yiyecekleri az yüketin.

Belki de en önemlileri; öğün atlamayın, iştahlı ve göz zevkinize hitap edecek şekilde yiyeceklerinizi hazırlayın, yerken zevk almaya çalışın ve DÜZENLİ OLARAK EGZERSİZ YAPIN.


TEMEL KONULARA DEĞİNDİKTEN SONR AKİLO ALMANIZA YARDIM EDECEK İPUÇLARI

1) yiyeceklerinizi seçerken bol kalorili olmalarına dikkat edin.

2) Günde 4-6 öğün yemek yiyin (hepsi de bol kalorili)

3) Bol karbonhidrat ve protein alın. Ancak unutmayın kalorinizin çoğunluğunu daima karbonhidratlar oluşturmalıdır, proteinler değil.

4) Su için. Şişmanlara sorun, su içsek yarıyor diyeceklerdir, gerçekten de su esinlerin kullanılabilmesi için teml bir besin maddesidir ve kilo kazanmak istiyorsanız bol miktarda içmelisiniz.

5) Geceleri yatmadan 2-3 saat önce yemek yiyin. Böylece kaloriniz az harcanacaktır.

6) Yo-Yo diyeti uygulayın. Bu en iyi kilo alma yöntemlerinden birisidir. 4 gün boyunca yüksek kalorili bir diyet yapın, sonra 3 gün süresince daha çok kalori içeren yiyecekler yiyin. Bu durum zayıflamak isteyen şişmanların başına sık sık gelen bir durumdur. Zayıflamak için diyet uygularlarken, birden kendilerini kaybedip daha çok yemeye başlarlar, ancak siz bunu bilinçli yapacaksınız.

7) Biraz daha fazla sodyum alın. Bu vücudunuzun suyu tutmasını sağlayacaktır. Bu durum da zamanla kas mikarınızın artmasına neden olacaktır.

8) Kırmızı et diğer etlere göre daha fazla kilo almanıza neden olur. Ancak bunu sürekli olarak tüketmeyin, arada başka protein kaynakları da tüketin.

9) Protein ve aminoasit içeren içecekler için, bunlar eczanelerden bulunulabilir. Ayrıca bu amaçla sütün içerisine blendırda parçalnmış hurma koyarak iebilirsiniz.

10) Yiyin ve istirahat edin.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 10, 2007, 3:24:50 AM2/10/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=9705#9705

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: rdönmezs

 
ZONA (HERPES ZOSTER)


Etkeni varicella zoster virüsü olan bir enfeksiyon hastalığıdır. Virüsün, omurilik arka köklerine yerleştiği ve bir nedenle aktif hale geçerek, belirtileri ortaya çıkardığı kabul edilmektedir. Virüs yıllar boyunca hiç bir belirti ortaya çıkarmadan sessizce kalabilir.
Belirti ve Bulgular
Meydana gelen şikayetler, hangi sinirin kökünün etkilendiğine bağlıdır. Etkilenen sinirin yayıldığı bölgede bazen kaşıntı ile başlayan ve hafif ağrı yapan bazen de çok şiddetli ağrı meydana getiren (kozalji tipinde yanıcı ağrılar) kabarcıklar görülür.
Bu kabarcıklar genelde küçük gruplar halinde (3-5 tane bir arada) bulunur.
Bazen çok sayıda kabarcık bulunurken, bazen de az sayıda kabarcık bulunur.
En sık olarak kaburgalar arası sinirler tutulur.
Kabarcıklar vücudun bir yarısında kalır, orta hattı geçmez. Genelde 1-3 haftada kabarcıklar kaybolur, ancak kabarcıkların yerinde hafif koyu renkli lekeler kalır. Bu lekelere bastırınca, birkaç dakika süren şiddetli ağrılar meydana gelir. Bu ağrılar aylarca veya yıllarca sürebilir (bu duruma post-herpetik nevralji adı verilir).
Eğer kafa sinirlerinden bazıları tutulursa geçici yüz felci, kulak problemleri, göz problemleri görülebilir.
Lenfoma hastalarında tüm vücudu tutan yaygın zona görülebilir.
Tedavi
Kabarcıkların üzerine talk pudrası ve pomat (oxyde zinc) sürülerek ağrı ve kaşıntı azaltılabilir. Bunlar ayrıca kabarcıkların çevresinde oluşabilecek diğer enfeksiyonları önler. B vitamini faydalı olabilir.
Ağrı çok şiddetli değilse aspirin, parasetamol gibi ağrı kesiciler yeterli olabilir, ancak çok şiddetli ağrılarda enjeksiyon tipi ağrı kesiciler gereklidir.
Ağır hastalarda kortikosteroidler verilmelidir, bununla birlikte antibiyotik de kullanılmalıdır.
Kozalji tipinde yanıcı ağrısı olanlarda sinirleri bloke edici ilaçlar verilir, bu tür ilaçların kalp hastalığı olanlarda kullanılmaması gerekebilir, özellikle koroner kalp yetmezliği olanlarda kullanılmamalıdır.
Ağır hastalarda ve kabarcıkların ve ağrıların yaygın olduğu durumlarda antiviral (virüslere karşı etkili) ilaçlar kullanmak gerekebilir.
Post-herpetik nevralji döneminde; genelde yukarıda sayılan ilaçlar faydalı olmaz. Genelde antidepresan gibi psikiyatrik ilaçlar kullanılır.

YTÜ FORUM

unread,
Feb 15, 2007, 10:40:24 AM2/15/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=10734#10734

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: dtesdemes

 paylasım ıcın saol rıdoo

YTÜ FORUM

unread,
Feb 15, 2007, 10:46:58 AM2/15/07
to dostuz.biz
Merhaba dostuz.biz,
Foruma Bir Mesaj Gönderildi YTÜ FORUM Bu E-posta bu konuda bilgilendirilmek istediğiniz için gönderilmiştir.
Mesajı görüntülemek ve/veya cevaplamak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın :
http://www.dostuz.biz/forum/forum_posts.asp?TID=3829&PID=10741#10741

Forum: Sağlık
Konu: A-Z ye tüm hastalıklar
Mesajı Yazan: RdönMezs

eywallah kanka sen saol... 
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages