Şeyh Ubeydullah Nehri Hareketi 1. Bölüm

83 views
Skip to first unread message

dineveri el kurdi

unread,
Mar 17, 2007, 10:55:34 AM3/17/07
to diwa...@googlegroups.com
 

Giriş.

    İnş. En kısa zamanda  "Osmanlı Arşiv Belgeleride   Şeyh  Ubeydullah hareketi" kitabımız  Doz yayınlarından  Kürt  Halkına sunulacak.  Burada Belge numaralarını vermedim, ama kitap çıktıktan sonra tüm Belge numaralarına ve Orjinal Belgeleri okumanıza sunulacak. Buradaki kısım ise kısaltılarak, ön sözden ibarettir.

 

 Önemli bir açıklama.  Kürt halkının "ideolojik" tutumlardan dolayı bir çok Kürt önderi hakkında yanlış kanaatler mevcuttur.İdris-i Bitlisi, Seyit Taha, Simko, Said-i Kurdi,Şerif Paşa, Şeyh Said efendinin bacanağı Binbaşı Kasım,  gibi Kürt büyükleri  hakkında yanlış tutumlar sergilenmektedir. Çalışmalarımız Tamamen belgelere dayanarak bu yanlış kanaatleri de yıkacak tır.Bunun çok ciddi bir iddia olduğunu biliyorum  ve ben bu sorumluluğun altına imza atıyorum.

Bir örnek. Prof.Dr.Celile Celinin yazdığı Şeyh Ubeydullah hareketi, kitabında tamamen "Marksist" bir bakış acısıyla bakılarak yazılmıştır.ve ideolojisi gereği Kürt hareketini "Ekonomik"  nedenlere dayandırmıştır. Halbuki Şeyh Ubeydulah hareketi "Müsbet Milliyet" Fikr-i Milliyet"'e dayalı bir mücadeledir. Yani "Ulusal" mücadeledir. Kürdistan sorunu "Ekonomik" bir sorun değildir.

 

 

Şeyh Ubeydullah Nehri Hareketi        1. BÖLÜM

 

 

 

 

   

      Her hareketin Tarihi bir geçmişi ve yapısında bulunan unsurların oluşturduğu bir dış yüzü vardır. Bu açıdan bir hareketin mütalaa edilmesi kolaydır.

Bizler tarih ve sosyal hareketler ile ilgili eserleri okuyarak bir takım bilgiler elde edebiliriz. Fakat daha derin daha ince ve zor olan şey bir hareketin iç dinamizminin fikirlerinin inançlarının iç tezatlarının henüz yansımamış düşüncelerinin araştırılması çeşitli acılardan incelenmesi ve özellikle de değerinin takdir edilmesidir.

 

Kürdistan halkı için Tarih nedir ne ifade eder sorusu sorulduğun da benim verebileceğim en güzel yanıt, " Tarih şimdiki zamanı ortaya çıkaran bir geçmiştir"   cevabını vereceğim.

 

     Kürdistan halkının 19. yüz yılda baş gösteren özgürlük ayaklanma ve başkaldırıları arasında 1880 başkaldırısı kadar gerek dünya diplomasisindeki gerekse de Kürt halkını kazanımları acısından etkili olmuş bir başkaldırı yoktur.Hatta diplomatik ilişkiler Birinci Dünya savaşına kadar Urmiyede bütün olaylar Şeyh Ubeydullah'ın gelişine göre  tarihlendirilmiştir.

   19. asrın en önemli Kürt Hareketi, Şeyh Ubeydullah'ın hareketidir. 1880 yılından sonra harekete geçen Şeyh Ubeydullah ilk defa Kürdistan'ın bağımsız olma taleplerini dile getirmiş, Fars ve Osmanlı devletlerine karşı aynı anda savaş açmış ve bu iki devlete karşı Kürt ulusal devletini kurma düşüncesini savunarak savaşmıştır.

   Diğer taraftan Şeyh Ubeydullah Kürtleri birleştirmek içinde büyük çabalar sarfederek, bu amaçla birçok Kürt aşiret reisi ve ileri geleni ile geniş katılımlı bir toplantı yaparak ilk defa Kürt ligasını" ilan etmiştir. İlk defa bir Kürt hareketi müsbet milliyetçilik anlamında dış ilişkileri geliştirmeye çalışarak, Kürdistan'ın bağımsızlığı diplomasi yolu ile de uluslararası kamuoyu ve devletlere  tanıtılmaya çalışılmıştır.

    19. yy'da bağımsız Kürt devleti düşüncesi bu hareket ile dile getirilmiştir. Dış boyutu ile Şeyh Ubeydullah hareketi aynı zamanda ilk defa Kürdistan'ın ortak sömürge edilmesinin temelini de oluşturuyor. Çünkü isyan İngiltere, Rusya, Almanya, Fransa, Osmanlı İmparatorluğu ve Fars devletinin ortak birliği ile bastırılıyor ve uluslararası sömürge Kürdistan'ın temelleri de bu devletlerin kendi aralarında yaptıkları antlaşmalarla atılmış oluyordu .

      Yine bununla beraber ardında bu kadar belge ve arşivi bırakan doğulu batılı araştırmaların araştırma konusu olan tarihi, siyasi ve toplumsal açıdan dikkat çekmiş başka bir hareket de yoktur. Bunun temel sebebi de hiç kuşkusuz Şehy Ubeydullah Nehrinin hareket için yaptığı program coğrafya seçimi ve topyekün bir uyanış hedefine almasıdır.

  Aynı zamanda Kürdistan sorununun da bu belgelerlele güncellene bilinir. Kürt Halkının birliği ve bağımsızlığı için verilen mücadele, siyasi tarih acısından dikkatleri üzerine çekmesi de ayrı bir öneme sahiptir. Bu doğrultuda yapılacak araştırmalar Kürt halkının özgürlük mücadelesi nin bu gününüde doğru bir şekilde anlamaya ve "niteliğini"belirlemeye de sonsuz katkı sunacaktır.

     Şeyh Ubeydullah Nehri 19. yüzyıl son çeyreginde Dini bir lider yeni dönem siyasetçisi olarak İran Devleti ve Osmanlının zulmü altında inleyen, bir taraftan fakirlikle bir taraftan yönetimlerin baskılarına direnen Kürt halkın bu halini iyi görmüştür. Kürdistan coğrafyası halkı, aşireti ve büyükleriyle tüm Kürt halkı Osmanlı ve İran devletinin savaş meydanı, çekişme alanı ve oyun melzamesi olmuştur. Kısacası Kürt ülkesi ve halkı bu iki devletin iki ateş arasında kalmıştı.

        Topraklarında savaş istemeyen Kürtler savaşanlara razı olmamıştır. Kürdistan toprakları bu iki devlet karargah'ı olmuştu. Her iki devlet kendi aralarında Kürdistan'ın her bir şehrini stratejik önemine göre pay etmiştir. Bunların sonucu olarak da Kürt evleri ocakları söndü viraneye döndürüldü. Her biri ekini, semeresi işgalci devletlerin askerlerince payimal edildi. Hatta yabani hayvanlara kadar tüm canlılar büyük yıkımlar gördü.

         Kürdistan'ın taşı toprağı ağacı bu iki zorba devletin her daim zulmü ile inliyordu. Bununla beraber bu iki devletin Kürdistan halkının ekonomisine toplumsal, kültürel ve siyasal yönlere etkisi de tahribi de bunlardan farksız değildi. Hatta bu iki devletin kendi aralarında savaşlar sonrası yaptığı antlaşma ve işbirliği projelerinin ve getirmiş olduğu yıkım savaşların tahribatından büyük oluyordu.

       15. yüzyılın başında İran devletinin kurulmasıyla safevi yönetimi (1501)   ve Birinci Şah İsmail'in (1487- 1524) yayılmacı politikası bu devletin dört bir tarafına doğru yapılmıştır. Aynı zamanda Şii mezhebini ihraç ve kuvvetlendirmek için ( ki Şah İsmail şahlığının ilk günün de Şii mezhebini resmi Mezheb olarak ilan eder) 1506 yılının kış mevsiminde İran birlikleri Kürdistan'a sokulmuştur. Diyarbakır, Musul, Bağdat (1508) ve tüm Kürt köylerine saldırılmıştır, bu yerler talan ve işgal edilmiştir. Kürdistan halkı görülmemiş katliamlardan geçirildi, Müslüman Kürtlere kan kusturuldu.

         Şah İsmail'in bu saldırıları Osmanlı devletini doğrudan korkuttu ve Sultan Selim 1514 de büyük bir orduyla   ( ki bu ordunun bir bölümü de  Kürtlerden oluşuyordu) Kürdistan adına Tebrize saldırdı zira Tebriz Safevi devletinin hem başkenti hem de askeri merkezi idi. Saldırı öncesi Safevi ordu komutanı Osmanlı ordusuna nefes aldırmamak amacıyla şehir ve kasabaları yaktı yıktı.

      Bu iki ordu Urmiye gölünün kuzey batısındaki çaldıran ovasında savaştı. Savaş sonrası çok sayıdaki asker öldü ve sonunda Safevi ordusunun yenilmesiyle Kürdistan coğrafyasının büyük bir bölümü Osmanlı Devletinin yönetiminin eline geçiyor.

   Kürtlerin bu savaşta Safevilere karşı Osmanlıyı desteklemeleri sonucu Sultan Selim ve büyük Kürt bilgini İdrisi Bidlisinin (1452- 1520) doğum günü şerefine tüm Kürt bey ve beyliklerini koruyacağını ilan etmiştir.

      Buna benzer savaşlar Osmanlı Safevi arasında yaklaşık 20 yıl sürdü taki 1555 te iki devlet arasında imzalanan amasya anlaşmasına kadar. Bu anlaşmaya göre Kürdistan iki ülke arasında resmen bölüşüldü. Batı ve Kuzey Kürdistan Osmanlı yönetimine geçerken, Doğu Kürdistan da Safevilerin yönetimine geçmiştir.

 

    Yine 1877- 1878 Osmanlı- Rus savaşında Kürt halkı Osmanlıların yanında yer aldı. Bu savaş Kürtler acısından çok büyük acılara sebep olmuştur. Savaşın kuzey doğu Eyaletlerinde    neden olduğu tahribat yüzünden Kürdistan'da beklenmeyen toplumsal ekonomik yıkımlar olmuştur.Ekinler, Evler, Hayvanlar, Köyler tamamen yağmalanmış bir durum haline dönüşmüştü.                                                                         

    Bun noktada Şeyh Ubeydullah, Kürdlerin geleceği konusunda bir irade haline dönüşüyordu. Şeyh Taha'nın oğlu olan Şeyh Ubeydulah silsilenin başına geçer. Kürt halkın yaşadığı trjediye bir son vermek için Peygamber vari bir solukla kendini halkının özgürlüğüne adar.

   Şeyh Ubeydullah'ın hareketini değerlendirirken bilinmeyen gizli kalmış ve halka yansımamış bazı yönlerini izah etmeğe çalışacağız. Bu çalışmamızı Arşiv Belgelerine dayandırarak vesikalar ışığında Şeyh Ubeydullah hareketini en ince detayına kadar yorum katmadan bizzat belgeleri sunmak suretiyle, ayaklanmanın sebep ve sonuçlarını ele alacağız..

 

 

 

Şeyh Ubeydullah  hareketinin  başlangıç nedenleri.

 

   Müslüman ümmetin esirleri olan Kürt milleti birçok zamanlarda komşu Müslüman kardeşleri tarafından zulme uğramış mal ve canları payı-mal edilmiş ve kendilerine rakip olarak gördükleri Kürtleri sürekli ezmeye ve hak ile yeksan etmeğe çalışmışlar. Kürt milletinin varlığını kabul etmemişler. Bu harekete karşı Kürtler Allah'ın kendilerine tanımış olduğu meşru müdafaa hakkını kullanmış, zulüm ve zorbalığa karşı canlarını vererek kıyam etmiş, Allah'tan başka hiçbir kimseye boyun eğmemiştir. Kürdistan bölgesini egemenliği altına almak isteyen zorbalara karşı meşru müdafaa hakkını kullanarak kıyam etmişler. Tarih boyunca Kürtler hiçbir zaman saldırgan taraf olmamış daima saldırılan taraf olmuştur. 1880 tarihinde meydana gelen Şeyh Ubeydullah hareketi Osmanlı Arşivi'nden aldığımız belgeler bunu teyit etmektedir. Bu olayın içinde bulunan ve bizzat hareketi yönlendiren şahıslardan olan Şeyh Ubeydullah ve Oğlu Şeyh Abdulkadir tarafından Sultan Abdülhamit'e göndermiş oldukları Farsça mektuplarında bu olayın başlamasına neden olan sebepleri ayrıntılı olarak vermektedir. Bu olayın tam olarak aydınlana bilmesi için bazı belgeleri özetleyerek vermek istiyoruz.

 

Şöyleki: Ebi Abdillah imzalı Şeyh Ubeydullah'ın 17. Ra. 1298 tarihinde Sadaret'e Farsça yazmış olduğu mektubu aynen veriyoruz.

 

    " Sultan Abdühamit Kürdistan ve İran'da meydana gelen Şeyh Ubeydullah hareketinin iç yüzünü öğrenmek üzere gizlice Ahmet Bey'i görevli olarak gönderdi. Şeyh Ubeydullah'da yanına gelmiş olan Ahmet Bey'e savaşın sebeplerini Farsça yazısıyla on madde halinde sıralamıştır.

 

 

 

 

 

   Birinci Fıkra : İran topraklarında bulunan Kürt Müslüman halkı cihat etmek üzere Beyazıt topraklarına gitmişti. İran Devleti birkaç tabur asker Savuçbulak yöresine göndererek asırlardan beri orayı yurt edinen ailelerden ve alimlerinden birçoğunu öldürüp evlerini de ateşe verdiler bazılarını yurtlarından çıkararak perişan hale soktular geri kalan kısmını da esir ederek beraberinde götürdüler.

 

  İkinci fıkra: Savaştan sonra her yıl yedi sekiz Müslüman Kürt kadınını Savuçbulak bölgesinden cebren ve zor kullanmak suretiyle alıp esir ettiler. Ayrıyeten Şah'a bağlı bulunan dört yüz beş yüz asker yılda en az iki sefer İşnoviyye ve Savuçbulak'a gelerek fakir fukaranın evlerine misafir oluyor ve çoluk çocuk ve kadınlar arasında kaldıkları için hoşlarına giden kadınların iffetine ve namusuna el uzatıyor ve bölgeyi terk edeceği sırada da bu kadınları zorla yanlarına alarak götürüyorlar .

 

  Üçünçü fıkra: Urmiy Hakimi İkbalü'd-Devle'nin oğlu ve koruması Albay Abdulali Han ile birlikte Urmiye bölgesinde bulunan Soma ve Bradost nahiyelerine giderek vergi toplamaya başladılar. Bu sırada on Müslüman kadını esir alarak yanlarında götürdüler ve fakir Müslüman halkın birçok mallarını gasp ederek yağmaladılar ve Müslüman Kürt kadınların ırzlarına akla ve hayale gelmeyecek derecede tecavüz ettiklerinden bunları açık bir şekilde padişah hazretlerine anlatmaktan utanç duyduğumdan meselenin tamamını anlatamıyorum.

 

  Dördüncü fıkra: Nasruddin Şah'ın amcası ve Urmiye Hakimi Müinüddevle geçen sene Eşneviyye'ye beyzadelerinden Abdullah Han ve İbrahim Han ve yörenin ileri gelenlerinden birkaç kişiyi yakalayıp   götürdükten sonra Müinu'd-Devle'de birkaç süvari ve piyade taburlarıyla  Urmiye'den Eşneviyye'ye giderek Müslümanların malına yüz bin tümenden fazla zarar vermiş zaten kıtlık ve yoksulluk içerisinde olan halk daha da perişan hale düşmüştür. Bu yetmiyormuş gibi beş altı kadın ve kızı zorla esir edip Tebriz'e götürdüler. Esirler Tebriz'de bir müctehidin evine sığınmışlardı. Bu olayın faillerinden İran Şah'ının ve Emniyet güçlerinin tamamının haberi oldukları halde göz yumdular ve bu cinayeti işleyenler hakkında hiçbir işlem yapmadılar ve esirleri dahi geri vermediler.

 

    Beşinci fıkra: alış veriş işi veya dava açma ve şikayette bulunmak gibi şer'i bir muhakeme sonucu Sünni Müslüman alimler tarafından karara mühür basılmış ve imza atılmışsa kesinlikle kabul edilmiyor ve bu hüküm batıldır diyerek o hükmü hiçe sayıyorlar. Ancak şia alimleri tarafından verilen hükmü kabul ediyorlar. Rafizi halkın açmış oldukları davaların delil ve ispatına bakılmaksızın haksız olarak mahkeme kararlarını mühürleyip onların ellerine şer'i delil olarak veriyorlar. Haksızlığa uğrayan Müslüman halk ahu enin etse dahi kimse sözüne itibar etmediği gibi kulak bile vermezler. Müslüman halkın elinde bulunan mal ve mülklerini cebren ve böyle fasit hüccetlerle ve haksız fetvalarla ellerinden gasp ediyorlar. Şia alimleri tarafından verilen böyle haksız   fetvalara hükümet görevlileri derhal kanunları yürürlüğe koyup zorla Müslüman mallarını alıp şialara veriyorlar.

 

    Altıncı fıkra: Sünni Kürt Müslüman halkın vakıflarını cami ve mescitlerini Acem hükümeti amirleri tarafında   zapt ediliyor  Sünni alemleri her ne kadar feryad ediyorlar ise kulak verilmiyor ve Müslümanların bütün Camileri, vakıfları ellerinden alınarak boş ve muattal bırakılıyordu.

  

     Yedinci fıkra: Urmiye şehrinde nüfusun çoğunluğunu temsil eden Sünni Müslüman Kürtlere ait Urmiye merkezinde bulunan camilerini kapatmışlar ve ehli sünnete göre ezan okunmasını Hutbeler de Hülefayı Raşidin isimlerinin zikredilmesini ve dinin hamisi yeryüzünde Allah'ın hükmünün icracısı ve Müslümanların halifesinin dahi isminin hutbede zikredilmesine müsaade etmemişler. Halbuki islamın doğuşundan günümüze kadar hutbelerde adet üzere Hülafayı Raşidin ve diğer halifelerin isimleri zikredile gelmiştir. Şiaların Sünni Müslüman Kürtlere karşı izlemiş oldukları bu baskı ve zulme tahammül edecek güç ve takat kalmamıştır. Bu baskı ve zulme karşı kiyam etmekten başka da bir çaremiz yoktu.

 

   Sekizinci fıkra: İran devletinin her sene halktan toplamış olduğu belli miktar vergi vardı. Halkı şia olan köy ve kasabalardan daha önce belirlemiş oldukları vergiyi tahsil ediyordu. Fakat sünnilerin ve Kürtlerin bulunduğu kasaba ve köylerden her sene yüzde yüzden fazla vergilere zam yapmak suretiyle tahsil ediyordu. Buna itiraz eden halk bir türlü sesini yöneticilere duyuramıyor. Böyle çaresiz kalan Sünni Müslümanlar her ne kadar vergilerinin emsali gibi makul seviyeye indirilmesi için bağırıp çağırıyorsa da bu talepleri kabul edilmiyor. Uygulanan bu baskı ve zulüm sonucu Sünni Müslüman halk altın değerinde ki arazileri ve mülkleri terk etmek zorunda kalıyor ve herhangi bir haksızlığa karşı müracaat edecekleri ne bir merci, nede bir kanun ve nizam vardı. Bazı bahanelerle Sünni Müslümanları sorgusuz sualsiz hapse atıp cezalandırıyorlar ve bunlara büyük bir meblağ para cezası kesiyorlar ki bunlar yurtlarını bırakıp gitsinler.  

 

    Dokuzuncu fıkra: Belbasi Aşireti Reisi Hamza Ağa Savuçbulak bölgesinin valisi ve diğer hükümet erkanına karşı son derece iyi geçinmeye çalışıyordu ve gelen valileri ziyaret ederek hediyeler takdim ediyordu. Bir gün Savuçbulak valisini ziyaret etme esnasında ansızın yüz Acem askerleri kendisine, kardeşine ve onunla birlikte bulunan aşiret efradına tüfekle ateş açtılar, biraderzadesi ile birkaç hizmetçileri olay mahallinde   öldürüldüler, Hamza ağa da yaralı olarak bu ateş hattından kurtulmayı başardı.

 

   Onuncu fıkra: Savuçbulak'ta Hamza Ağa'nın biraderzadesinin ölümünden sonra Sünni Kürt Müslümanlar aleyhine bir karar çıkararak bundan böyle Cuma günü camilerde okunacak hutbelerde üç Hulefa-i Raşidin'in ve mü'minlerin sultanı Müslümanların imamı İslam dininin hamisi olan Hazret-i Hilafet Penahi'nin isimleri hutbeler de okunmayacaktır. Allah devletini ve saltanatını ahir zamana dek devamlı kılsın. Yalnız Emirul müminin imamı Ali Keremullahu vechehu nun adı ve Nasreddin Şahın adı hutbelerde zikredilecetir.

  Şialar tarafından kendilerine ve dinlerine karşı yapılan bu saldırıya tahammül etmeyerek camilerin kapatılmasına ve hutbelerinin değiştirilmesine ve şia imamlarının isminin zikredilmesi ve diğer halifelerin isminin zikredilmesine yasak getirmeleri ehli islamın çok zoruna gitmiş bunun üzerine bütün Müslümanlar ittifak ederek dediler ki: Şimdiye kadar Rafiziler bizim mal ve ırzımıza dokundular, her ne kadar sabır ve tahammül ettik. Bu sefer dinin rükünlerine dokunduklarından asla katlanmayacağız. Bütün Sünni Kürtler yurtlarını terk ederek Dize'de bulunan Şeyh Abdulkadir'in tekyesine sığındılar. Feryad edip mazlumların yardımına yetişin diyerek durumlarını izah ettiler.   Şimdiye kadar Rafiziler bizim mal ve ırzlarımıza saldırıyorlardı buna sabır edip tahammül ediyorduk fakat şimdi dinimize saldırıyorlar ve ibadetimize müdahale ediyorlar camilerimizi kapatıp dinimizin tebdiline çalışıyorlar bizim buna tahammül etme imkan ve iktidarımız kalmamıştır. Bizi bu zulümden kurtarmak için yardımınızı ve desteğinizi talep ediyoruz. Bunun üzerin Şeyh Abdulkadir Diyze'de Müslüman Kürt milletini mazlum ve perişan bir halde yurtlarından çıkarılmış ve tehcire tabi tutulmuş olarak kendilerine iltica ettiğini görünce O da bu hakaret ve zulme tahammül etmeyip durmaz bu olayı yerinde araştırmak üzere bir heyet ile Kürtlerin tehcir edildiği bölgeleri yerinde görmek araştırmak üzere gider Müslüman Kürtlere reva görülen bu zulüm ve tecavüzlerin nedenini öğrenmeğe ve bilgi almaya çalışır bu sırada yol üzerinde bulunan Salduz kazasına gidiyor oranın halkından Büyük Han, Celal Han, Han Keşi ve Karapapak Aşireti Reisi hanlarından yaklaşık dört bin hanenin tamamı her ne kadar Rafizi dinine mensup olsak da tamamız komşumuz olan Kürtlerle birlikte sana sığınıyoruz diye Seyyid Abdulkadir'e bağlılıklarını bildirdiler. Madem Ehl-i İslam olan bu mazlumlar o kadar zulüm ve tecavüze uğradılar bizde onlarla yakın komşuyuz rica ediyoruz ki bizi kendinizden ayırmayın ve Kürdistan Aşiretlerinin bir parçası sayın diye ricada bulundular. Böylelikle Karapapak hanedanları kuvvetleri de Kürdistan'a katılmış oldular ve onların mal ve canlarına dokunulmadı. Şeyh Abdulkadir Salduz halkının bağlılıklarını aldıktan sonar Savuçbulak bölgesine hareket etti. Her ne kadar maksadı savaş değildi fakat onun gelişini haber alan Savuçbulak Hakimi Şahzade Lütfi Ali Mirza korkudan şehri terk ederek kaçmıştı. Şeyh Abdulkadir kendisine defalarca haber gönderip biz savaşmak için gelmedik biz Müslümanların uğradığı zulüm baskıyı yerinde görmek ve bu meselenin çözümü için neler yapa biliriz diye konuşmaya geldik. Ehl-i İslam'a reva görülen bu zulüm ve tecavüzlerin nedeni ve İslam dinine yapılan bu hakareti öğreneyim ki sebeb nedir? Lakin adı geçen şahzade geri dönmedi ve Tebriz beldesine gitti.

   Şeyh Abdulkadir mazlum Müslümanların davalarına destek vermiş ve Savuçbulak'ta birkaç gün kalarak halka nasihat ederek vaaz vermişti. Şeyh Abdulkadir dayısı Nurullah Bey onun emri üzerine Savuçbulak civarındaki Kürt Müslüman fakirlerinin durumunu teftiş için gönderildi.

    Gizliden acem Aşiretlerinden olan   Selim Han Çeharduveli nin çetesi, sırf halk arasında fitne yaratmak için iki yüz atlı rafizi adamlarıyla Meyan Devab tarafından gelip Şeyh Abdulkadir'in dayısı Nurullah Bey'i ve onunla beraber bulunan birkaç kişiyi öldürüyor ve tekrar Meyan Devab tarafına kaçıyorlar. Bu olay vuku bulduğu vakit haber Savuçbulak'a ulaşır. Bunun üzerine Kürdistan Aşiretlerin tamamı Selim Han'ı takip ederek Meyan devab denilen mevkiye geliyorlar. Bundan sonra olaylar patlak veriyor ve Kürtlerle acemler arasında savaş başlıyor. Artık olaylar kontrolden çıkıyor. Heyecana ve galeyana gelmiş olan halkı zaptetme imkanı olmuyordu.

    Hazret-i Padişah'ın inancı olsun ki bu olayda bizim hiçbir kusurumuz olmamıştır. Allah'a yemin ederim ki Şeyh Abdulkadir'in dayısı öldürülmeden önce hiçbir Müslüman Kürdün aceme saldırısı olmamıştır. İlk olayı onlar başlatmış ve bundan böyle olaylar yayılmaya başlamıştır. Bu olayın patlak vermesiyle olaylar büyümüş Urmiye bölgesine komşu olan yerlerden ve Urmiye'ye bağlı Soma halkı, Bradost, Terkur, Merkur ve Burdesur aşiretleri ile Devleti Aliye'ye bağlı bazı aşiretler de onlara katılıp Urmiye tarafından hucüma geçtiler. Bu haber bendenize (Şeyh Ubeydullah'a) ulaştığında, nahiyede telgraf bulunmadığından   dolayı hükümete acilen haber verme imkanım olmadı. Bundan dolayı da hükümete haber ulaştıramadım bunun üzerine Urmiyede bulunan dış devletlerin tebeası olan Nesturilere her hangi bir zarar dokunulmasın ve Devlet-i Âliye sorumlu tutulmasın endişesi ile mecburen kendim Urmiye'ye gittim ki dış devletlerin milletlerini koruyup himaye edeyim. Elhamdulillah bırakmadım dış devletlerin tebasına bir zarar dokunulsun. Bu esnada, Bağdat vilayeti tarafından telgraf çekildi ki bu olay neden meydana geldiğini ve bize bağlı bulunan askeri birliklerin geri çekilmesini istediler ve Van vilayeti aynı şekil telgraf çekilerek Kürdistan'da İran'a karşı yapılan saldırıdan vazgeçilmesi ve askerlerinin derhal geri çekilmesi talebinde bulundular. Osmanlı Devleti baskısı sonucu Şeyh Abdulkadir ve ona bağlı bulunan Kürt aşiretleri geri döndükten sonra eskiden beri İran'ın mühtelif bölgelerinde asırlardan beri yerleşik olan Müslüman Sünni Kürtlere hücum ederek mallarını yağmaladılar ve bir çok insanları kılıçtan geçirdiler. Ve Sünni Müslümanlara mürted (dinden çıkmış) hükmünü vererek Rafizi mezhebini kabul etmeyen Müslüman Kürtlerin tümünü öldürdüler ve hatta hiçbir dinle mükellef olmayan küçük çocukları dahi katlettiler.

 

    Güzel ve bakire olan tüm kadınları esir tuttup götürdüler. Katliamdan sonra bütün evleri ateşe verdiler ve Kürdistan bölgesinin tamamını harabeye çevirdiler.Hak Teala Celle Celaluhun himayesi ve muhafazası sayesinde kaçıp canlarını kurtara bildiler bu sayede Rafizilerin ellerine düşmediler, Zatı Hilafetinize büyük ümitler bağlamışlar ve bundan dolayı birçoğu Osmanlı hududunda bulunan Kürdistan bölgesine sığınmışlar. Rafizilerin Müslümanlara karşı ta'assub inatlı olduklarının şahidi şudur ki Karapapak Aşiret'i Kürdistan askerleri ile beraber ittifak etmişler ve onlar Kürt Müslümanlardan fazla Devab Ermerilerini katletmiş ve mallarını yağmalamışlardı, eğer Rafizilerinin Ehl-i İslama karşı olan kin ve nefretleri sebeb değilse, neden onlara göz yumdular ve karapapak taifesine bir şey söylemediler ve yapmış oldukları bu katilden dolayı da sorumlu tutmadılar. Bu olaydan sonra aniden Ehl-i İslam'ın katliamına başladılar. Müslüman Kürt aşiretleri dine olan sevgisi ve İslamiyet'e olan bağlılıkları sayesinde canlarını feda ederek intikam almaktan geri kalmayacaklarını ifade etmektedirler. Şayet Osmanlı Devleti bu hususta rafizilere bir yaptırım uygulamazsa kendi elimizle intikamımızı alacağız. İran Ehl-i İslam'ın mal ve mülklerinden tümü ile elini çekmezse ve zulüm tecavüzlerine son vermezse, kesinlikle bu katliamın intikamını alacağız diye aşiret efradı beyan etmektedir. Bundan böyle Ehl-i İslam'ın ister içerde olsun ister dışarıda olsun Ehl-i Rafizi ile uzlaşması ve beraber yaşam sürmeleri imkan ve ihtimali yoktur. Ricam şudur ki: bu konu hakkında Kürdistan halkından hiç bir kimseyi ve hatta benim çocuklarımdan Şeyh Abdulkadir ve diğer aile fertlerinden de hiçbirisi sorumlu değildir. Bu olayda Padişah Hazretleri'de bizleri sorumlu tutarak ferman buyurmasın. Zaten Ahmet Bey Zatı Hilafetpenahiniz tarafından görevli olarak tarafımıza göndermişsiniz Kürdistan bölgesinde meydana gelen bütün olaylardan da kendiside haberdardır. Fazla detaya girip anlatmama da gerek yoktur. Emir ve karar padişah hazretlerinindir. 17 Ra 1298

 

  29 Teşrin-i evvel 1880 tarihli vakit gazetesi yukarıda verdiğimiz belgeyi teyit etmekte ve hareketin başlangıç  nedeni hakkında bu olayın oluş sebebini şöyle anlatmaktadır.

 

"İran tarafından aldığımız bilgiler ve Tebriz'den çekilen telgraftan anlaşıldığına göre İran memleketinde Kürtlerin ayaklanması özellikle İran valilerinin adalet ve insaf yolundan çıkarak zülüm ve zorbalığa sapmalarından ileri gelmiştir.

 Özellikle valilerin çoğunlukla Azerbaycan Şialarından olması ve halkı haksız yere katlederek yollarını keserek zülüm ve işkencelere baş vurmaları gibi ve gaddarane hareketlerinin vuku bulması Kürtleri canlarından bezdirmiştir. Özellikle İran devletinin Kürtlerin mezheplerine ve milliyetlerine karşı olan saldırıları asırlar boyu devam ede gelmiştir. Bundan dolayı Kürtlerin İran'a karşı olağan üstü   nefretleri ve kinlerinin  uyanmasına vesile olmuşlardır. Buna rağmen Kürtler yine iki İslam devletleri arasında yapmış oldukları anlaşma gereği aralarında ki dostluk ve sevgi bağlarını bozmadılar. Mezhebler arasındaki çatışma ve nefretin kaldırılmasına tam bir sabır ile tahammül ettiler. Birinci Dünya harbinde iki İslam devletleri aralarında umulan ve beklenilen ittihat ve yardımlaş hasıl olmayıp kaçırıldığı gibi bunun arkasında başka maksatlı oyunlarda oynanmaktadır. Ve hatta perde arkasında Ermenistan ve Bulgaristan meseleleri ortaya atılmaktadır. Bulgaristan da bulunan Müslüman kardeşlerimiz hakkında oynanılan katliamlar Kürdistan sahnelerinde de aynı oyunlar oynatılmak isteniliyor. Artık (El-mü'minu la yeldeğu fi hücrin merreteyni) Bir Mü'min bir delikten iki sefer sokulmaz. Bu hikmetli sözü kendimize rehber alarak İslamiyet, ırz ve namuslarını muhafaza emrinde ittihat edip el ele vermek ve mezhep ve   ayrılıklarına bakmayarak hep bir dairede toplanmak lüzumunu Kürtler his eylemişlerdir.

 

  Özet olarak İran'da Azerbaycan Türklerini hesaptan çıkardığımız gibi ittihad-ı İslama hazır tek bir milleti görürüz ki onlar da Kürtlerdir. İran ve Osmanlı Devletleri hudutları arasında bulunup İran'da kiyam eden Kürt halkına katılmaları kesin olan Van, Hakkari, Şenu, Lahican, Savuçbulak, Bane, Sakız Yelbas, Mamşir Mekri, Menkur, Mirbevan, Avreman, Sine, Cevanrud, Mahideşt, Gernıd, Zihab, Gerus, Afşar, Kabileleri ile Caf, Sekani, Gelhor, Zend-i Zengene Goran, Sıncabi, Lek, Dar-ı hor, Lorkıli Aşiretleri ve Şiraz ile Horosan taraflarında bunlar gibi Bahtiyari kabileleri mevcut olup bunlar daima bir hareketli ordu mesabesinde bulunuyorlar. Bu ayaklamanın başı olan Hazma Ağa ise (Ebül-ye'sten ) bozulmuş olan Belbaşi Aşireti'nin Reisi olup adı geçen aşiretin İran'a bağlılığı ancak Osmanlı Devleti'nin ancak kuvveti sayesinde mümkün olabilir.

Çünkü Kürt Reisleri'nin Osmanlı Devletine meyletmeleri inkar edilemez veKürtleri Osmanlı'ya bağlıyan bağ ittihadı İslam noktasına dayanmaktadır. Bu islami bağ ise aralarında olan birlik ve beraberliği tesis ederek sevgi ve muhabbeti daha da kuvvetlendirmiştir.

İmza

Bir Kürd

Vakit Gazetesi 1880

                                                                                                                                                                                            Hîvda    İletişim

Rebaz sores

unread,
Mar 17, 2007, 8:48:18 PM3/17/07
to diwa...@googlegroups.com
http://nuclearworldconflict.com/iran.html
Bi rastî ez pir naxwazim binivsînim.
Sedemê vê jî;
Ez dibînim ku pir peyam/mail tên, herkes tiştekî dinivîsîne lê ji hêla min
ve tê dîtin ku bi qandî ku tê nivîsandin, nayê Xwendin, an jî xweşik nayête
xwendin. Ev jî dibit asteng ji bona ku em ji hevdî rind fahm bikin.
Ez dibêm: Divê em Xwendekariyê jî bi qandî Nivîskariyê girîng bigrin.
Welhasıl ez dirêj nekim werim ser dabaşa xwe.

Divêt ez pêşî kêmasiyeke hevalê Komê bidim diyarkirin ku li ser ziman pir
ranawestin û serê xwe pêre naêşînin, bi mijarê İdeolojîk û felsefî re pir
demê dikujin.

Ya rastî Doza xwe pir xweş û mukemel tînin ziman û mafê nivîsê jî bêkêmasî
didinê, lê ku Ziman ne Zimanê meriv be, wê demê rewş pir nexweş dibe.
Ji ber ku Hebûna me bi zimanê me ve girêdayî ye, Ziman tune be emjî tunene.
Madem emê her tim bi Tirkî biaxivin, naxwe doza me ji boy çiye? Em doza çi
dikin? Ma em ne ji bona ku Zimanê me azad bibe û em bi Zimanê xwe biaxivin
têkoşînê dikin!

Wusa dixwuyê ku me hê di nava xwe de pirsgirêka ziman çareser nekiriye. Hê
di Kesayetiya me de Helwesta Kurdînîyê û xwedî derketina zimanê zikmakî
rûneniştiye.

Hêvîdarim ku emê vê pirsgirêkê çareser bikin.

Ji hêle ke dî ve jî hevalên me hevûdû vedixwînîn bal şêwaz û Rêbazên pak û
biqîmet.

Ku em Doza Kurdewariyê bikin û nivîsê bi pejnên Kurdayetiyê hatinê nivîsîn
bi şêwazê ne xweş tawanbar bikin, Peyva me dibe Derew û em bi peyva xwe re
ne semîmî ne wê demê.

Rexna Edîtorê Kurdistan Time d cihê xwede bû, tu nexweşî têde tune bû,
şêwaza wî jî bi sewiye bû.
Ku hinek heval ji wan rexnan nerehet bûbin bila xwe parîkî bixin şûna
Kurdekî Nemisilman û li xwe fikir bikin. Dema ku Zilm û zordarî li Kurdekî
ne misilman jî bû be û meriv wê zilmê weke ku nebûbe bide şiyandan ne eyb û
şerm e!.

Ji ber wê dema min Nivîsa Rexneyî xwend, min baş pêşwazî kir.
Lê piştre min dît ku hevalne dî ew rexne ne ecibandine û wan jî girtiye ev
heval rexne kirine, piştî wî yekî dî rexne kiriye, piştre min îşev dît
hevaleke dî rexne kiriye.

Hevalno! Ez tênagihêm, wun çi rexne dikin?

Şêwaz û Rêbaza Edîtorê Kurdistan Time, di cihê xwe de ye û kêmdîtinî,
heqaret di nivîsa wî de tune ye.
Wun neheqiyê lê dikin.

.

_________________________________________________________________
Her yönüyle sohbetin tadi ancak Messenger ile çikar!
http://messenger.msn.com/?mkt=tr&DI=3490&XAPID=2584

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages