BİRAZ İRONİK AMA GERÇEK BİR HİKÂYE
Diyarbakır'dan Lice'ye doğru 20 kilometre gidince sola sapacaksın, orada bir köy var, biz gitmesek de gezmesek de o köy Ramazan'ın köyüymüş. Mutlaka asfalt yoldan gitmeliymişsin; yoksa şaşırırmışsın yolu, diyor Ramazan.
Dershanemizde müstahdemdir kendisi, yani Ramo. Hani biz Kürtler isimleri kısaltıp önüne bir "o" getiririz Hasan'a Haso Hüseyin'e Huso Ramazan'a Ramo… gibi. Dedik ya arada sırada Ramo'yla konuşur hal hatırını sorar, çay ısmarlar, ayaküstü konuşmalar yaparım. Ramo'nun iki ikiz çocuğu var, toplam dört çocuk. Dediğine göre onlara bakmakta zorlanıyormuş. Ayrıca Ahmet Kaya'yı çok seviyor, arada sırada ondan şarkılar mırıldanıyor. Günde de bir iki sigara içiyormuş. Müdür kendisini uyarmış sigara içersen maaşından sigara parası kadar para keserim, demiş.( yani hem sigaraya para veriyor, hem de sigara parası ayrıca maaşından kesiliyor) O da sigarayı bırakmış; ama yine de gizliden kuytu yerlerde iki nefes alıyormuş.
Onun biraz ironik hikâyesi Şırnak'ta asker iken başlamış. Anlattığına göre bölüğün bütün işlerini kendisi yapıyor. Camları siliyor, koridorları paspaslıyor, beğenilmeyence bir daha aynı iş yaptırılıyormuş. O işlerini bitirince yemek hazırlamada yardımcı eleman olarak mutfağa gidiyor, bulaşıkları yıkıyormuş… vs vs
Hani diyor ki: Gözümü işten ayıramıyorum. Depoya koş, oraya koş, buraya koş derken bütün günüm dolu, bir an bile boş kalmıyor, bunlar yetmiyormuş gibi gündüz dört, gece dört saat olmak üzere 8 saat nöbet tutuyorum, en çok da nöbeti seviyordum. Asık suratlı komutanların yüzünü görmek istemiyordum. Günler geçmiyor işler de bitmiyordu askerlikte. Hatta Erzurumlu bir uzman çavuş vardı, onun çoraplarını bile yıkadım, odasını temizledim, her gün kendisine tekmil verdim. " Ramazan… Diyarbakır emret komutanım" içimden de: " Ez qûna te nım!" derdim hep. Uzman çavuş bu durum karşısında çok seviniyor, gururlanıyordu.
Ramazan devamla şunu söyledi: boğazıma kadar işe battım yap yap bitmiyor, bazen ayakta uyuyorum, hatta bir gün depoyu temizledim, duvara sırtımı dayadım, farkına varmadan yığılmışım yere uykusuzluktan. Biraz sonra yüzümde kulağımda değişik acılar duyuyorum. Baktım ki fareler kulağımı, yüzümü kemiriyor. Yüzüm ve kulağım kararmış kanamıştı. Ertesi gün revire gittim, doktor bana inanamadı.
İşler habire ağırlaşıyordu. Bedenim bu tempoyu kaldıramadı ve bir gün koğuşta uyuyakaldım. Erzurumlu çavuş hakkımda tutanak tuttu. Adam bana kafayı taktı, askerlik boyunca tam altı tutanak tutuldu hakkımda. Hâlbuki o uzman çavuşa o kadar da iyiliğim dokunmuştu, kadir bilmezin tekiymiş. Bölüğün eli, kolu ayağı her şeyiydim. Bütün kötü ve adi işleri bana yaptırırlardı. Bir gün değil, iki gün değil, üç gün değil, çekilmiyordu bu durum. Mutfağın yemeğini, bulaşığını, temizliğini her gün erkenden kalkıp yapıyordum. Hayatım boyunca bu kadar iş yapmadım. Nöbetler de aynı zamanda devam ediyordu. Tek arkadaşım köpeklerdi. Arta kalan yemekleri çöpe boşaltıyordum. Oradaki köpekler beni tanıyordu. Benden korkmuyordu. Onlara sürekli yemek, et ve kemik veriyordum. Beni görünce seviniyordu köpekler.
Bu iş çekilecek gibi değildi. Bir plan yapmalıydım ve yaptım.
Bir gün arkadaşıma dedim ki:
— Köpeklerle cinsel ilişkiye giriyorum. Çok güzel oluyor.
Arkadaşım beni kınadı, küfretti, uzaklaştı benden.
Bana: murdar, dedi. Ama ben her türlü olumsuzluğu göze almıştım.
Bu yalanım, ta komutanların kulağına gitti. Beni yanına çağırdı komutan.
— Sen misin köpeklerle yatıp kalkan çocuk ulan, dedi.
— Evet, komutanım, dayanamıyorum, mecburum, dedim.
Bana çok kızdı, beni bir güzel dövdü.
Arkasından da bana:
— Eşyanı, pılını pırtını topla. Sınırda bir karakola gidiyorsun, dedi.
Beni ciple sınır karakoluna bıraktılar. Ben oraya varmadan namım karakola çoktan varmıştı.
Komutan oradakilere telefonla:
— Sana bir adam gönderiyorum. Bu adi adamı mutfağa sokmayın, bulaşık yıkatmayın, köpeklere hiç yaklaştırmayın, görev vermeyin, nöbet vermeyin, hiçbir iş yapmasın, demiş.
Hâlbuki üstlerime karşı bir suç işlememiştim, devletin malına zarar vermemiştim. Çalmamış, çırpmamıştım. Sadece bir yalanla köpekle cinsel ilişkiye geçtim dedim. Beni sınır karakoluna sürgün ettiler. Türk silahlı kuvvetlerin yasalarında köpekle cinsel ilişkiye geçtiğin için cezası şudur şeklinde bir madde yoktu sanırım. Varsa da oradaki komutanları haberi yoktu. Ben de kurtulmuştum. Bütün işlerden kurtuldum ama yeni karakolda canım sıkılıyor akşama kadar oturuyordum. Günde bir buçuk paket sigara içiyordum. Baktım olmayacak, geceleri sınır boyundaki Suriye topraklarına gidiyor karpuz, kavun çalıyordum. Geceleri karpuz yiyor gündüzleri ise onu ter olarak çıkarıyordum. Ve kısacası askerliği böyle bitirdim
Ramo ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Gökten üç elma düştü, biri Ramo'nun başına, biri sistemin başına, diğeri de siz okuyanların başına.
İnanın ki arkadaşlar ben de askerlik yaptım, Ramazan'ın çektiği sıkıntıların benzerlerini Doğulu çocuklara çektirildiğini çok gördüm. Bunlar hiç de abartı değil. Diyarbakırlı Mehemed'in hikâyesi daha da acı vericiydi. Bizzat ben şahid oldum. Bizden askere giden çocuklar Kürd olduğundan çekmediği sıkıntılar kalm
BİRAZ İRONİK AMA GERÇEK BİR HİKÂYE
Diyarbakır'dan Lice'ye doğru 20 kilometre gidince sola sapacaksın, orada bir köy var, biz gitmesek de gezmesek de o köy Ramazan'ın köyüymüş. Mutlaka asfalt yoldan gitmeliymişsin; yoksa şaşırırmışsın yolu, diyor Ramazan.
Dershanemizde müstahdemdir kendisi, yani Ramo. Hani biz Kürtler isimleri kısaltıp önüne bir "o" getiririz Hasan'a Haso Hüseyin'e Huso Ramazan'a Ramo... gibi. Dedik ya arada sırada Ramo'yla konuşur hal hatırını sorar, çay ısmarlar, ayaküstü konuşmalar yaparım. Ramo'nun iki ikiz çocuğu var, toplam dört çocuk. Dediğine göre onlara bakmakta zorlanıyormuş. Ayrıca Ahmet Kaya'yı çok seviyor, arada sırada ondan şarkılar mırıldanıyor. Günde de bir iki sigara içiyormuş. Müdür kendisini uyarmış sigara içersen maaşından sigara parası kadar para keserim, demiş.( yani hem sigaraya para veriyor, hem de sigara parası ayrıca maaşından kesiliyor) O da sigarayı bırakmış; ama yine de gizliden kuytu yerlerde iki nefes alıyormuş.
Onun biraz ironik hikâyesi Şırnak'ta asker iken başlamış. Anlattığına göre bölüğün bütün işlerini kendisi yapıyor. Camları siliyor, koridorları paspaslıyor, beğenilmeyence bir daha aynı iş yaptırılıyormuş. O işlerini bitirince yemek hazırlamada yardımcı eleman olarak mutfağa gidiyor, bulaşıkları yıkıyormuş... vs vs
Hani diyor ki: Gözümü işten ayıramıyorum. Depoya koş, oraya koş, buraya koş derken bütün günüm dolu, bir an bile boş kalmıyor, bunlar yetmiyormuş gibi gündüz dört, gece dört saat olmak üzere 8 saat nöbet tutuyorum, en çok da nöbeti seviyordum. Asık suratlı komutanların yüzünü görmek istemiyordum. Günler geçmiyor işler de bitmiyordu askerlikte. Hatta Erzurumlu bir uzman çavuş vardı, onun çoraplarını bile yıkadım, odasını temizledim, her gün kendisine tekmil verdim. " Ramazan... Diyarbakır emret komutanım" içimden de: " Ez qûna te nım!" derdim hep. Uzman çavuş bu durum karşısında çok seviniyor, gururlanıyordu.
Ramazan devamla şunu söyledi: boğazıma kadar işe battım yap yap bitmiyor, bazen ayakta uyuyorum, hatta bir gün depoyu temizledim, duvara sırtımı dayadım, farkına varmadan yığılmışım yere uykusuzluktan. Biraz sonra yüzümde kulağımda değişik acılar duyuyorum. Baktım ki fareler kulağımı, yüzümü kemiriyor. Yüzüm ve kulağım kararmış kanamıştı. Ertesi gün revire gittim, doktor bana inanamadı.
İşler habire ağırlaşıyordu. Bedenim bu tempoyu kaldıramadı ve bir gün koğuşta uyuyakaldım. Erzurumlu çavuş hakkımda tutanak tuttu. Adam bana kafayı taktı, askerlik boyunca tam altı tutanak tutuldu hakkımda. Hâlbuki o uzman çavuşa o kadar da iyiliğim dokunmuştu, kadir bilmezin tekiymiş. Bölüğün eli, kolu ayağı her şeyiydim. Bütün kötü ve adi işleri bana yaptırırlardı. Bir gün değil, iki gün değil, üç gün değil, çekilmiyordu bu durum. Mutfağın yemeğini, bulaşığını, temizliğini her gün erkenden kalkıp yapıyordum. Hayatım boyunca bu kadar iş yapmadım. Nöbetler de aynı zamanda devam ediyordu. Tek arkadaşım köpeklerdi. Arta kalan yemekleri çöpe boşaltıyordum. Oradaki köpekler beni tanıyordu. Benden korkmuyordu. Onlara sürekli yemek, et ve kemik veriyordum. Beni görünce seviniyordu köpekler.
Bu iş çekilecek gibi değildi. Bir plan yapmalıydım ve yaptım.
Bir gün arkadaşıma dedim ki:
-- Köpeklerle cinsel ilişkiye giriyorum. Çok güzel oluyor.
Arkadaşım beni kınadı, küfretti, uzaklaştı benden.
Bana: murdar, dedi. Ama ben her türlü olumsuzluğu göze almıştım.
Bu yalanım, ta komutanların kulağına gitti. Beni yanına çağırdı komutan.
-- Sen misin köpeklerle yatıp kalkan çocuk ulan, dedi.
-- Evet, komutanım, dayanamıyorum, mecburum, dedim.
Bana çok kızdı, beni bir güzel dövdü.
Arkasından da bana:
-- Eşyanı, pılını pırtını topla. Sınırda bir karakola gidiyorsun, dedi.
Beni ciple sınır karakoluna bıraktılar. Ben oraya varmadan namım karakola çoktan varmıştı.
Komutan oradakilere telefonla:
-- Sana bir adam gönderiyorum. Bu adi adamı mutfağa sokmayın, bulaşık yıkatmayın, köpeklere hiç yaklaştırmayın, görev vermeyin, nöbet vermeyin, hiçbir iş yapmasın, demiş.
BİRAZ İRONİK AMA GERÇEK BİR HİKÂYE
Diyarbakır'dan Lice'ye doğru 20 kilometre gidince sola sapacaksın, orada bir köy var, biz gitmesek de gezmesek de o köy Ramazan'ın köyüymüş. Mutlaka asfalt yoldan gitmeliymişsin; yoksa şaşırırmışsın yolu, diyor Ramazan.
Dershanemizde müstahdemdir kendisi, yani Ramo. Hani biz Kürtler isimleri kısaltıp önüne bir "o" getiririz Hasan'a Haso Hüseyin'e Huso Ramazan'a Ramo... gibi. Dedik ya arada sırada Ramo'yla konuşur hal hatırını sorar, çay ısmarlar, ayaküstü konuşmalar yaparım. Ramo'nun iki ikiz çocuğu var, toplam dört çocuk. Dediğine göre onlara bakmakta zorlanıyormuş. Ayrıca Ahmet Kaya'yı çok seviyor, arada sırada ondan şarkılar mırıldanıyor. Günde de bir iki sigara içiyormuş. Müdür kendisini uyarmış sigara içersen maaşından sigara parası kadar para keserim, demiş.( yani hem sigaraya para veriyor, hem de sigara parası ayrıca maaşından kesiliyor) O da sigarayı bırakmış; ama yine de gizliden kuytu yerlerde iki nefes alıyormuş.
Onun biraz ironik hikâyesi Şırnak'ta asker iken başlamış. Anlattığına göre bölüğün bütün işlerini kendisi yapıyor. Camları siliyor, koridorları paspaslıyor, beğenilmeyence bir daha aynı iş yaptırılıyormuş. O işlerini bitirince yemek hazırlamada yardımcı eleman olarak mutfağa gidiyor, bulaşıkları yıkıyormuş... vs vs
Hani diyor ki: Gözümü işten ayıramıyorum. Depoya koş, oraya koş, buraya koş derken bütün günüm dolu, bir an bile boş kalmıyor, bunlar yetmiyormuş gibi gündüz dört, gece dört saat olmak üzere 8 saat nöbet tutuyorum, en çok da nöbeti seviyordum. Asık suratlı komutanların yüzünü görmek istemiyordum. Günler geçmiyor işler de bitmiyordu askerlikte. Hatta Erzurumlu bir uzman çavuş vardı, onun çoraplarını bile yıkadım, odasını temizledim, her gün kendisine tekmil verdim. " Ramazan... Diyarbakır emret komutanım" içimden de: " Ez qûna te nım!" derdim hep. Uzman çavuş bu durum karşısında çok seviniyor, gururlanıyordu.
Ramazan devamla şunu söyledi: boğazıma kadar işe battım yap yap bitmiyor, bazen ayakta uyuyorum, hatta bir gün depoyu temizledim, duvara sırtımı dayadım, farkına varmadan yığılmışım yere uykusuzluktan. Biraz sonra yüzümde kulağımda değişik acılar duyuyorum. Baktım ki fareler kulağımı, yüzümü kemiriyor. Yüzüm ve kulağım kararmış kanamıştı. Ertesi gün revire gittim, doktor bana inanamadı.
İşler habire ağırlaşıyordu. Bedenim bu tempoyu kaldıramadı ve bir gün koğuşta uyuyakaldım. Erzurumlu çavuş hakkımda tutanak tuttu. Adam bana kafayı taktı, askerlik boyunca tam altı tutanak tutuldu hakkımda. Hâlbuki o uzman çavuşa o kadar da iyiliğim dokunmuştu, kadir bilmezin tekiymiş. Bölüğün eli, kolu ayağı her şeyiydim. Bütün kötü ve adi işleri bana yaptırırlardı. Bir gün değil, iki gün değil, üç gün değil, çekilmiyordu bu durum. Mutfağın yemeğini, bulaşığını, temizliğini her gün erkenden kalkıp yapıyordum. Hayatım boyunca bu kadar iş yapmadım. Nöbetler de aynı zamanda devam ediyordu. Tek arkadaşım köpeklerdi. Arta kalan yemekleri çöpe boşaltıyordum. Oradaki köpekler beni tanıyordu. Benden korkmuyordu. Onlara sürekli yemek, et ve kemik veriyordum. Beni görünce seviniyordu köpekler.
Bu iş çekilecek gibi değildi. Bir plan yapmalıydım ve yaptım.
Bir gün arkadaşıma dedim ki:
-- Köpeklerle cinsel ilişkiye giriyorum. Çok güzel oluyor.
Arkadaşım beni kınadı, küfretti, uzaklaştı benden.
Bana: murdar, dedi. Ama ben her türlü olumsuzluğu göze almıştım.
Bu yalanım, ta komutanların kulağına gitti. Beni yanına çağırdı komutan.
-- Sen misin köpeklerle yatıp kalkan çocuk ulan, dedi.
-- Evet, komutanım, dayanamıyorum, mecburum, dedim.
Bana çok kızdı, beni bir güzel dövdü.
Arkasından da bana:
-- Eşyanı, pılını pırtını topla. Sınırda bir karakola gidiyorsun, dedi.
Beni ciple sınır karakoluna bıraktılar. Ben oraya varmadan namım karakola çoktan varmıştı.
Komutan oradakilere telefonla:
-- Sana bir adam gönderiyorum. Bu adi adamı mutfağa sokmayın, bulaşık yıkatmayın, köpeklere hiç yaklaştırmayın, görev vermeyin, nöbet vermeyin, hiçbir iş yapmasın, demiş.