ÜÇÜNCÜ
TEMSİL(DEVAMI)
Öteki
arkadaş ise, ya elli sene mütemadiyen gezecek ve müşkülâtla her yeri görüp
her hâdiseyi işitecek; veyahut milyonlarla lirayı sarf edip, devletin tel
ve telefon temdidatı kadar ve padişah gibi telgraf sahibi olacak. Tâ,
evvelki arkadaşı gibi o mükemmel eseri yapsın.
Öyle de, وَ
ِللهِ
الْمَثَلُ
اْلاَعْلٰى
1eğer hadsiz eşya ve mahlûkat Vâhid-i Ehade verilse, o
vakit o irtibatla herşey birer mazhar olur. O Şems-i Ezelînin tecellîsine
mazhariyetle, kavânin-i hikmetine ve desâtir-i ilmiyesine ve nevâmis-i
kudretine irtibat peydâ eder. O vakit, havl ve kuvvet-i İlâhiye ile
herşeyi görür bir gözü ve her yere bakar bir yüzü ve her işe geçer bir
sözü hükmünde bir cilve-i Rabbâniyeye mazhar olur. Eğer o intisap kesilse,
o şey, bütün eşyadan dahi inkıta’ eder, cirmi kadar bir küçüklüğe sığışır.
O halde bir ulûhiyet-i mutlaka sahibi olmalı ki, evvelki vaziyette gördüğü
işleri görebilsin.
Elhasıl: Vahdet ve iman yolunda, vücub
derecesinde bir suhulet ve kolaylık var. Şirk ve esbabda, imtinâ
derecesinde müşkülât ve suubet var. Çünkü bir vâhid, külfetsiz olarak,
kesîr eşyaya bir vaziyet verir ve bir neticeyi istihsal eder. Eğer o
vaziyeti almayı ve o neticeyi istihsal etmeyi, o eşya-yı kesîreye havale
edilse, o vakit pek çok külfetle ve pek çok hareketlerle ancak o vaziyet
alınır ve o netice istihsal edilir.
Meselâ, Üçüncü Mektupta
denildiği gibi, semâvât meydanında, şems ve kamer kumandası altında
yıldızlar ordusunu harekete getirmekle, her gece ve her sene, şâşaalı,
tesbihkârâne bir seyeran ve cereyan vermek demek olan cazibedar, sevimli
vaziyet-i semâviye ve mevsimlerin değişmesi gibi büyük maslahatların vücut
bulması demek olan o ulvî, hikmetli netice-i arziye, eğer vahdete verilse,
o Sultan-ı
Ezel, kolayca, küre-i arz gibi bir neferi o vaziyet ve o netice için
ecrâm-ı ulviyeye kumandan tayin eder.
Dipnotlar - Arapça İbareler -
Haşiyeler :
1 : “En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl
Sûresi, 16:60.
|
Lügatler
:
cazibedar : cazibeli, çekici cereyan :
hareket, akım cilve-i Rabbâniye : bütün varlıkları terbiye eden
ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah’ın cilvesi,
yansıması cirm : cisim desâtir-i ilmiye : ilmin
düsturları, kuralları
ecrâm-ı ulviye : gökcisimleri,
yıldızlar elhasıl : kısaca, özetle esbab :
sebepler eşya : şeyler, varlıklar eşya-yı kesîre :
çokça olan, çeşitli olan şeyler, varlıklar hadsiz : sonsuz,
sınırsız havl : güç, iktidar imtina :
imkânsızlık inkıta : kesilme, tükenme intisap :
bağlanma irtibat : bağ, ilişki istihsal etme : elde
etme kamer : ay kavânin-i hikmet : hikmet
kanunları kesîr : çok, çeşitli kuvvet-i İlâhiye :
ilâhî güç, kuvvet külfet : yük, güçlük külfetsiz :
zahmetsiz, kolay küre-i arz : yerküre, dünya mahlukât
: varlıklar maslahat : fayda, yarar mazhar : erişme,
nail olma; yansıma ve görünme yeri mazhariyet : ayna olma,
görünme yeri müşkülât : zorluklar, güçlükler nefer :
asker, er netice-i arziye : dünyanın dönmesiyle sebep olduğu
sonuçlar nevâmis-i kudret : kudret kânunları,
namusları peydâ etme : meydana ve açığa çıkma sarf
etmek : harcamak semâvât : gökler seyeran :
gezinme, hareket suhulet : kolaylık Sultan-ı Ezelî :
kudret ve hükümranlığının başlangıcı olmayan Allah suubet :
zorluk şâşaalı : gösterişli, göz alıcı bir
şekilde şems : güneş Şems-i Ezelî : ezelden beri var
olan, zamanla kayıtlı olmayan ve bütün tecellilerin kaynağı olan
Allah şirk : Allah’a ortak koşma
tayin
etme : atama tecellî : yansıma, görüntü temdidat :
uzanan hatlar, uzatmalar tesbihkârâne : tesbih
ederek ulûhiyet-i mutlaka : sınırsız ilâhlık ulvî :
yüce, büyük vahdet : birlik vâhid : bir Vâhid-i
Ehad : birliği herşeyi kapladığı gibi herbir şeyde de ayrı ayrı
tecellî eden Allah
vaziyet : durum, hal vaziyet-i semaviye :
gökyüzünün değişik hâl ve vaziyetlere girmesi vücub :
zorunluluk, gereklilik vücut bulma : var olma
|