DÖRDÜNCÜSÜ(DEVAMI)
Evet, acaib-i san’at ve garaib-i hilkat noktasında cüz’iyat
külliyattan geri değil; çiçekler yıldızlardan aşağı değil; çekirdekler
ağaçların mâdûnunda değil; belki çekirdekteki nakş-ı kader olan mânevî
ağaç, bağdaki nesc-i kudret olan mücessem ağaçtan daha aciptir. Ve
hilkat-i insaniye, hilkat-i âlemden daha aciptir. Nasıl ki bir cevher-i
ferd üstünde, esir zerrâtıyla bir Kur’ân-ı hikmet yazılsa, semâvât
yüzündeki yıldızlarla yazılan bir kur’ân-ı azametten kıymetçe daha
ehemmiyetli olabilir. Öyle de, çok küçük cüz’iyatlar var, mu’cizât-ı
san’atça külliyattan üstündür.
BEŞİNCİSİ:
Sabık beyanatımızda, icad-ı mahlûkatta görünen hadsiz
kolaylık, gayet derecede çabukluk, nihayetsiz sür’at-i ef’âl, nihayetsiz
suhuletle icad-ı eşyanın sırlarını, hikmetlerini bir derece gösterdik.
İşte şu nihayetsiz sür’at ve hadsiz suhuletle vücud-u eşya, ehl-i hidayete
şöyle kat’î bir kanaat verir ki:
Mahlûkatı icad eden Zâtın
kudretine nisbeten Cennetler, baharlar kadar; baharlar, bahçeler kadar;
bahçeler, çiçekler kadar kolay gelir. مَا
خَلْقُكُمْ
وَلاَ
بَعْثُكُمْ
اِلاَّ
كَنَفْسٍ
واَحِدَةٍ1 sırrıyla,nev-i beşerin
haşir ve neşri, birtek nefsin imâte ve ihyâsı gibi suhuletlidir.
اِنْ
كَانَتْ
اِلاَّ
صَيْحَةً
وَاحِدَةً
فَاِذَا
هُمْ
جَمِيعٌ
لَدَيْنَا
مُحْضَرُونَ2
tasrihiyle, bütün insanları haşirde ihyâ etmek, istirahat
için dağılan bir orduyu, bir boru sesiyle toplamak kadar
kolaydır.
İşte şu hadsiz sür’at ve nihayetsiz suhulet, bilbedâhe,
kudret-i Sâniin kemâline ve herşey Ona nisbeten kolay olduğuna delil-i
kat’î ve burhan-ı yakînî olduğu halde, ehl-i dalâletin nazarında Sâniin
kudretiyle eşyanın teşkili ve icadı—ki vücub derecesinde suhuletlidir—bin
derece muhal olan kendi kendine teşekkül iltibasa sebep
olmuştur. Yani bazı âdi şeylerin vücuda gelmelerini çok kolay gördükleri
için, onların teşkilini, “teşekkül” tevehhüm ediyorlar. Yani, “icad
edilmiyorlar, belki kendi kendine vücut buluyorlar.” İşte, gel, ahmaklığın
nihayetsiz derecâtına bak ki, nihayetsiz bir kudretin delilini, onun
ademine delil yapar, nihayetsiz muhalât kapısını açar. Çünkü o halde,
Sâni-i Âleme lâzım olan nihayetsiz kudret ve muhît ilim gibi evsâf-ı
kemâl, her mahlûkun her zerresine verilmek lâzım gelir, tâ kendi kendine
teşekkül edebilsin.
Dipnotlar - Arapça İbareler -
Haşiyeler :
1 : “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz
de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.
2 : “Tek bir sesledir ki, hepsi birden toplanıp
huzurumuza getirilirler.” Yâsin Sûresi, 36:53.
|
Lügatler
:
acaib-i san’at : san’at harikaları
adem : yokluk, hiçlik
âdi : basit, değersiz beyanat :
açıklamalar bilbedâhe : açık bir şekilde bürhân-ı
yakînî : çok kesin delil cevher-i ferd : atom,
zerre cüz’iyat : ferdler, bireyler delil-i kat’î :
kesin delil
derecât : dereceler ehemmiyet : değer,
önem ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar,
inkarcılar ehl-i hidayet : doğru yolda olanlar, iman nimetine
ermiş olanlar
evsaf-ı kemâl : mükemmel sıfatlar,
özellikler garâib-i hilkat : yaratılış
harikaları hadsiz : sınırsız haşir : öldükten sonra
âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma hikmet :
gaye, fayda, yarar hilkat-i âlem : âlemin
yaratılışı hilkat-i insaniye : insanın yaratılışı icad
: yaratma, var etme icad-ı eşya : varlıkların
yaratılması îcâd-ı mahlûkât : varlıkların yoktan
yaratılışı ihyâ : diriltme, hayat verme
iltibas : karıştırma imâte :
öldürme kat’î : kesin kemâlât : mükemmel
özellikler kudret : güç, iktidar kudret-i Sâni :
herşeyi san’atla yaratan; güç, kuvvet, iktidar sahibi Allah Kur’ân-ı
azamet : büyüklük ve yüceliğin Kur’ân’ı Kur’ân-ı hikmet :
hikmet Kur’ân’ı külliyât : türler, cinsler, kapsamlı
varlıklar mâdûn : aşağı, alt derece
mahlûk : yaratılmış mahlukât :
varlıklar mu’cizât-ı san’at : san’at mu’cizeleri
muhalât : imkânsız, olmayacak şeyler
muhît : kuşatan mücessem : cisimleşmiş,
maddî yapısı olan nakş-ı kader : kader yazısı,
nakşı nazar : bakış, görüş, düşünce nefs :
can nesc-i kudret : ilâhî kudret dokuması neşir :
yayma, ortaya çıkma nev-i beşer : insanlar, insanlık
türü nihayetsiz : sonsuz nisbeten : oranla,
kıyasla sâbık : önceki, geçmiş Sâni : herşeyi san’atlı
bir şekilde yaratan Allah
Sâni-i
Âlem : bütün varlık âlemini san’atlı bir şekilde yaratan
Allah semâvât : gökler suhulet :
kolaylık sürat-i ef’al : fiillerdeki sür’at tasrih :
açıkça ifade etme
teşekkül : oluşma, meydana gelme teşkil etme
: oluşturma, meydana getirme
teşkil : meydana getirme, var etme tevehhüm
: vehimlenme, korkuya kapılma vücub : kesinlik,
zorunluluk
vücuda
gelmek : meydana gelmek vücud-u eşya : varlıkların
yaratılması, herşeyin var edilmesi
vücut : varlık zerrât : atomlar
zerre : atom
|