وَاِلَيْهِ
الْمَصِيرُ Yani,
dâr-ı fâniden dâr-ı bâkiye dönülecek ve Kadîm-i Bâkînin makarr-ı
saltanat-ı ebediyesine gidilecek ve kesret-i esbabdan Vâhid-i Zülcelâlin
daire-i kudretine gidilecek, dünyadan âhirete geçilecek. Merciiniz Onun
dergâhıdır, melceiniz Onun rahmetidir. Ve hâkezâ...
Şu kelimenin
bunlar gibi ifade ettiği pek çok hakikatler var. Şu hakikatlerin içinde,
saadet-i ebediye ile Cennete döneceğinizi ifade eden hakikat ise, Onuncu
Sözün on iki burhan-ı kat’î-yi yakîniyle ve Yirmi Dokuzuncu Sözün pek çok
delâil-i katıayı tazammun eden altı esasıyla o derece kat’î ispat
edilmiştir ki, başka beyana hâcet bırakmıyor. Gurub eden güneşin ertesi
sabah yeniden tulû edeceği kat’iyetinde o iki Söz ispat etmişler ki, şu
dünyanın mânevî güneşi olan hayat dahi, harab-ı dünya ile gurubundan
sonra, haşrin sabahında bâki bir surette tulû edecektir. Ve cin ve insin
bir kısmı saadet-i ebediyeye ve bir kısmı da şekavet-i ebediyeye mazhar
olacaktır.
Madem Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözler bu hakikati
kemâliyle ispat etmişler. Sözü onlara havale edip, yalnız deriz
ki:
|
Lügatler
:
adem : yokluk, hiçlik âdi : basit,
değersiz âhiret : öldükten sonraki sonsuz hayat bâki :
devamlı, sürekli, ölümsüz beyan etme : açıklama,
anlatım burhan-ı kat’î : kesin delil daire-i kudret :
Allah’ın sonsuz güç ve iktidarının hâkim olduğu daire dar-ı bâki
: devamlı ve kalıcı yer, âhiret dar-ı fâni : gelip geçici yer,
dünya delâil-i kâtıa : kesin ve şüphesiz
deliller derecât : dereceler dergâh : huzur, padişah
kapısı evsaf-ı kemâl : mükemmel sıfatlar,
özellikler gurûb : batma hâcet :
ihtiyaç hâkezâ : bunun gibi harab-ı dünya : dünyanın
sona ermesi, kıyamet haşr : insanların öldükten sonra tekrar
diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması icad : yaratma, var
etme iltibas : karıştırma ins : insanlar Kadîm-i
Bâkî : varlığının başlangıcı olmayan ve sürekli hayat sahibi olan
Allah kat’iyet : kesinlik kemâl :
mükemmellik kesret-i esbab : sebeplerin çokluğu mahlûk
: yaratılmış makarr-ı saltanât-ı ebediye : ebedî saltanat
merkezi, âhiret mazhar olma : erişme, nail olma melce
: sığınak merci : başvurulacak, sığınılacak yer muhal
: imkânsız, olmayacak şey muhalât : imkânsız, olmayacak
şeyler muhît : kuşatan nihayetsiz :
sınırsız rahmet : şefkat, merhamet, bağış saadet-i
ebediye : sonsuz mutluluk Sâni-i Âlem : bütün varlık âlemini
san’atlı bir şekilde yaratan Allah suhulet :
kolaylık suret : biçim, şekil şekavet-i ebediye :
sonsuz sıkıntı ve mutsuzluk tazammun etme : içine alma,
kapsama teşekkül : oluşma, meydana gelme teşkil :
meydana getirme, var etme tevehhüm : vehimlenme, korkuya
kapılma tulû : doğuş Vâhid-i Zülcelâl : bir olan ve
herbir varlıkta birliği görülen, celâl, haşmet sahibi, Allah vücuda
gelmek : meydana gelmek vücut : varlık yakîn :
şüphesiz ve kesin olarak bilme zerre : atom
|