İkinci
sır: Mübayenet-i mahiyet
ve adem-i takayyüdün kolaylığa sebebiyeti ise şudur
ki:
Sâni-i Kâinat, elbette kâinat cinsinden değildir. Mahiyeti,
hiçbir mahiyete benzemez. Öyle ise, kâinat dairesindeki mânialar, kayıtlar
Onun önüne geçemez, Onun icraatını takyid edemez. Bütün kâinatı birden
tasarruf edip çevirebilir. Eğer kâinat yüzündeki görünen tasarrufat ve
ef’âl kâinata havale edilse, o kadar müşkülât ve karışıklığa sebebiyet
verir ki, hiçbir intizam kalmadığı gibi, hiçbir şey dahi vücutta kalmaz,
belki vücuda gelemez.
Meselâ, nasıl ki kemerli kubbelerdeki ustalık
san’atı o kubbedeki taşlara havale edilse ve bir taburun zabite ait
idaresi neferâta bırakılsa, ya hiç vücuda gelmez, veyahut çok müşkülât ve
karışıklık içinde, intizamsız bir vaziyet alacak. Halbuki, o kubbelerdeki
taşlara vaziyet vermek için, taş nev’inden olmayan bir ustaya verilse ve
taburdaki neferâtın idaresi, mertebe itibarıyla zabitlik mahiyetini haiz
olan bir zabite havale edilse, hem san’at kolay olur, hem tedbir ve idare
suhuletli olur. Çünkü taşlar ve neferler birbirine mâni olurlar; usta ve
zabit ise, mânisiz, her noktaya bakar, idare eder.
İşte,وَ
ِللهِ
الْمَثَلُ
اْلاَعْلٰى
1Vâcibü’l-Vücudun mahiyet-i kudsiyesi, mahiyât-ı
mümkünat cinsinden değildir. Belki bütün hakaik-i kâinat, o mahiyetin
Esmâ-i Hüsnâsından olan Hak isminin şualarıdır. Madem mahiyet-i
mukaddesesi hem Vâcibü’l-Vücuddur, hem maddeden mücerreddir, hem bütün
mâhiyâta muhaliftir; misli, misali, mesîli yoktur. Elbette o Zât-ı
Zülcelâlin o kudret-i ezeliyesine nisbeten bütün kâinatın idaresi ve
terbiyesi, bir bahar, belki bir ağaç kadar kolaydır. Haşr-i âzam ve dâr-ı
âhiret, Cennet ve Cehennemin icadı, bir güz mevsiminde ölmüş ağaçların
yeniden bir baharda ihyâları kadar
kolaydır.
Dipnotlar - Arapça İbareler -
Haşiyeler :
1 : “En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl
Sûresi, 16:60.
|
Lügatler
:
adem-i takayyüd : kayıtsızlık, bir sınırla
sınırlanmama dâr-ı âhiret : âhiret yurdu ef’âl :
fiiller, hareketler Esmâ-i Hüsna : Cenâb-ı Hakkın en güzel
isimleri hâiz : sahip, elde etmiş Hak : herşeyi
hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan
Allah hakaik-i kâinat : kâinatın iç yüzündeki
gerçekler haşr-i âzam : en büyük haşir; öldükten sonra tekrar
diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma icad : yaratma, var
etme icraat : faaliyet, iş yapma ihyâ : diriltme,
hayat verme intizam : düzenlilik itibariyle :
özelliğiyle kâinat : evren, yaratılmış herşey kudret-i
ezeliye : varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan
Allah’ın kudreti mâhiyât : mahiyetler, temel
özellikler mahiyât-ı mümkünat : yaratılmışların mahiyetleri,
temel yapıları mahiyet : özellik, temel yapı mâhiyet-i
kudsiye : her türlü noksanlıktan uzak mahiyet, temel
yapı mâni : engel mânia : engeller mesîl :
benzer, eş misal : benzer, örnek misil : eş,
benzer muhalif : karşıt, zıt mübayenet-i mahiyet :
temel yapıdaki farklılık, farklı özelliklere sahip olma mücerred
: soyut, soyutlanmış müşkülat : zorluklar,
güçlükler nefer : asker, er neferat :
askerler nev’i : tür, çeşit Sâni-i Kâinat : evreni ve
herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah suhulet :
kolaylık tabur : dört bölükten meydana gelen askerî
birlik takyid : kayıt altına alma, sınırlandırma tasarruf
etmek : kullanmak tasarrufât : tasarruflar, icraatlar,
faaliyetler tedbir : idare etme, çekip
çevirme Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan, varlığı hiçbir
sebebe bağlı olmayan Allah vücuda gelmek : var olmak, meydana
gelmek vücut : varlık zabit : subay Zât-ı
Zülcelâl : sonsuz haşmet sahibi Zât, Allah
|