HABER
25 Nisan’da Kadıköy’e… | ||
Kadıköy (8 Aralık 2008, Küresel Eylem Günü) |
22/04/2009 |
Türkiye, küresel ısınmaya neden olan gazların salımında geri dönüşsüz noktaya doğru büyük bir hızla sürükleniyor. Geçen hafta Türkiye’nin 2007 sera gazı emisyon envanteri Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi sekretaryası tarafından sessiz sedasız açıklandı. Envanterler her yıl 2 yıl öncesinin rakamlarını temel alır. Bu yıl karşımıza çıkan tablo iyice korkutucu.
Türkiye
2007 yılında atmosfere 372 milyon ton sera gazı salmış. Bu rakam, sera
gazı salımında bütün dünyada baz yıl kabul edilen 1990’daki 170 milyon
tonun %119 üzerinde. Artış hızında Türkiye’ye ait emisyon
envanterlerinin açıklanmaya başlandığı 2004 yılından bu yana her yıl
olduğu gibi Türkiye yine birinci. Bu artış oranı 2004’te 1990’a göre
%74,5, 2005’de %83,7, 2006’da ise %95,6 idi. Görüldüğü gibi sadece
1990’a göre meydana gelen artışın miktarı değil, hızı da artıyor.
1990-2007
arası yıllık ortalama artış %4,8. Yani Türkiye 1990’dan bu yana her yıl
bir önceki yıla göre ortalama %5’e yakın daha fazla karbondioksiti
atmosfere salıyor. Ancak bu ortalamaya bakmak aynı zamanda yanıltıcı.
Çünkü 18 yılın ortalamasına değil son 5 yılın ortalamasına bakarsanız
artış hızının %6,6 olduğunu, son 2 yılda ise %9,2’ye çıktığını
görüyorsunuz. 2007’de ise Türkiye gerçek bir rekor kırmış. 2007 yılında
sera gazı salımı bir önceki yıldan, yani 2006’dan tam %12 daha yüksek!
Bu
rakamlar size sıkıcı gelebilir. Zaten Çevre ve Enerji Bakanlıklarında
çalışan bürokratlar ile onların güdümündeki uzmanlar da bu nedenle
Türkiye’nin başına sarılan bu büyük belayı kamuoyundan
gizleyebiliyorlar.
Nasıl bir bela mı? Biraz daha rakamlarla ilgilenirsek, belanın büyüklüğünü kendi gözlerimizle görebiliriz.
Türkiye’nin
12 sene kaçtığı ve bu sene Kopenhag’da ikinci dönemine dair anlaşmaya
varılacak olan Kyoto Protokolü’nün mantığı, ülkelerin başlıca kömür,
petrol ve doğal gaz kullanımından, dolayısıyla enerji, ulaşım ve sanayi
politikalarından kaynaklanan sera gazı salımlarını düşürmek için bazı
bağlayıcı hedefler üzerinde uzlaşmalarıdır. Örneğin bir ülke ben 5 yıl
sonra salımlarımı %10 düşürmeyi hedefliyorum derse, (kabaca) bu yıl
(mesela) 300 milyon ton olan sera gazı salımı 5 yıl sonra 270 milyon
tona inecek demektir.
Elbette bütün ülkeler aynı miktarda indirim
hedefi almıyorlar. Sanayi devriminden bu yana atmosfere toplamda daha
fazla karbondioksit bırakan sanayileşmiş ülkeler tarihsel
sorumluluklarının gereği olarak daha fazla indirim yapmakla yükümlü. Bu
anlamda en fazla sorumluluk sahibi ülke tabii ki İngiltere. Bir de
bugün daha fazla sera gazı salımı yapan ülkelerin (şu anda birinci ABD)
daha fazla yükümlülük almaları bekleniyor.
Ancak
bir de kişi başı salım var. Bir ülkenin toplam sera gazı salımını
nüfusuna bölerseniz, her bir yurttaşın payına düşen kişi başı salımı
bulursunuz. Elbette daha fazla sanayileşmiş ülkelerde kişi başı salım
da yüksek ve küresel adalet ilkesi gereği kişi başı salımı az olan
ülkeler daha az indirim alıyorlar, hatta az gelişmiş ülkelere
salımlarını arttırma hakkı veriliyor. Kişi başı salımı yüksek Batı
ülkeleri ise en fazla yükümlülük alması gereken ülkeler.
Kişi
başı sera gazı salımında dünya ortalaması yaklaşık 4 ton. ABD 24 tonla
yine en üstlerde. AB ortalaması ise 10,5 ton (AB içindeki 12 yeni üye
ülkenin ortalamasının 9,5 ton olduğunu da ekleyelim). Peki ya Türkiye?
Hükümet
ve bazı uzmanlar, Türkiye’nin daha yeterince sanayileşmiş bir ülke
olmadığı, bu nedenle de sera gazı salımlarını azaltmasının gerekmediği
tezini kişi başı salıma bakarak temellendiriyorlardı. Diyelim ki bu
yaklaşım doğru olsun…
Türkiye’nin
yeni açıklanan 2007 envanterine göre kişi başı salımı 5,3 tona çıkmış
durumda. 1990’da bu miktar 3 tondu ve Türkiye yıllarca bu 3 ton
rakamını kullanarak iklim görüşmelerinden uzak kalmayı başardı.
Yapılacak basit bir senaryo çalışması ise önümüzdeki yıllarda durumun
çözümsüz noktaya sürükleneceğini gösteriyor. Eğer yıllık artış hızı
1990-2007 ortalamasında seyrederse nüfus artış hızı da gözetilerek
yaptığımız bir hesaba göre kişi başı ortalama 2012 yılında 6,5 tona,
2020’de 9,5 tona çıkıyor. Eğer bu artış hızı son 3 yılın ortalamasında
gidecek olursa, aynı rakamlar 2012’de 7 ton, 2020’de 12 ton oluyor. Son
yılın rekor artışının devam etmesini ise hayal etmek bile zor
(sırasıyla 9 ve 22 ton).
Türkiye
nereye gidiyor görebiliyor musunuz? Eğer hükümet sera gazı salımını
düşürmek için Kopenhag’da da hiçbir hedef almazsa, gündemdeki 47 yeni
kömürlü termik santral yapılacak olursa, kaynaklar nükleer gibi
tehlikeli ve pahalı teknolojilerle heba edilirse, rüzgar ve güneş gibi
enerji üretim yöntemleri marjinal kalmaya, verimlilikle ilgili
çalışmalar reklam kampanyası düzeyinde ele alınmaya devam ederse,
Türkiye bundan sadece birkaç yıl sonra, yani Kyoto sonrası yükümlülük
dönemi başlarken Avrupa ortalamasına yetişebilir. On yıl sonra ise
Avrupa ortalamasının çok üzerinde sera gazı salan (AB’nin 2020’ye kadar
salımlarını %20 azaltmaya şimdiden karar verdiğini unutmayın), kişi
başı ortalamada ABD gibi ülkelerle yarışabilecek kadar kirletici, yani
küresel ısınmaya en fazla neden olan ülkelerden biri haline geleceğiz.
Acaba
ekonomik krizden çıkmak için otomotiv sektörünü canlandırmak dışında
akıllarına bir şey gelmeyen, enerjide kömüre ve nükleere mecbur
olduğunu sanan hükümet yetkilileri Türkiye sadece birkaç yıl sonra
enerji ve ulaşım altyapısının yarattığı fosil yakıt tuzağından çıkamaz
hale geldiğinde ve uluslararası iklim görüşmelerinde köşeye
sıkıştığında nasıl hesap verecekler?
Öte yandan ne yazık ki hükümete
muhalefet etmeyi sadece laiklik ve yolsuzluk tartışması yapmak
sananlar, Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atan enerji, ulaşım, tarım
ve çevre politikalarına ve sosyal politikalara dair ne bir muhalefet
geliştirebiliyorlar, ne de çözüme dair düzgün bir proje üretiyorlar. Bu
işin vebali sadece hükümete de ait değil yani.
Şu anda
elimizdeki tek yol bu gerçekleri hiç bıkmadan tekrarlamak, rakamları
okumaktan da sıkılmamak ve sokağa çıkmak. 25 Nisan Cumartesi günü
Kadıköy meydanında, "İklim Değişikliğini Durdurun; Başka bir enerji
Mümkün" demek için bir kez daha toplanıyoruz. Hem iklim değişikliğini
durdurmak, hem de gerçek muhalefetin ne olduğunu göstermek için
Kadıköy’de olmaktan başka çaremiz yok.
Ümit Şahin, Yeşiller Partisi Kurucusu, MYK Üyesidir.