Eğer o zîruhlar zevil’ukulden ise, zaten saadet-i ebediyeye
ve maddî ve mânevî kemâlâta medar olan âlem-i bekàya ve o Sâni-i Hakîmin
dünyadan daha güzel, daha nuranî olan âlem-i berzah, âlem-i misal, âlem-i
ervah gibi diğer menzillerine, başka memleketlerine bir seyr ü seferdir;
bir mevt ve adem ve zevâl ve firak değil, belki kemâlâta
kavuşmaktır.
Elhasıl: Madem Sâni-i Zülcelâl vardır ve
bâkidir; ve sıfât ve esmâsı daimî ve sermedîdirler. Elbette o esmânın
cilveleri ve nakışları, bir mânevî bekà içinde teceddüd eder; tahrip ve
fenâ, idam ve zevâl değildirler. Malûmdur ki, insan, insaniyet cihetiyle,
ekser mevcudatla alâkadardır. Onların saadetleriyle mütelezziz ve
helâketleriyle müteellimdir. Hususan zîhayat ile, ve bilhassa nev-i
beşerle, ve bilhassa sevdiği ve istihsan ettiği ehl-i kemâlin âlâmıyla
daha ziyade müteellim ve saadetleriyle daha ziyade mes’ut olur. Hattâ,
şefkatli bir valide gibi, kendi saadetini ve rahatını onların saadeti için
feda eder.
İşte, her mü’min, derecesine göre, nur-u Kur’ân ve
sırr-ı iman ile, bütün mevcudatın saadetleriyle ve bekàlarıyla ve
hiçlikten kurtulmalarıyla ve kıymettar mektubat-ı Rabbâniye olmalarıyla
mes’ut olabilir ve dünya kadar bir nur kazanabilir. Herkes derecesine göre
bu nurdan istifade eder.
Eğer ehl-i dalâlet ise, kendi elemiyle
beraber, bütün mevcudatın helâketiyle ve fenâsıyla ve zâhirî idamlarıyla,
zîruh ise âlâmlarıyla, müteellim olur. Yani, onun küfrü, onun dünyasına
adem doldurur, onun başına boşaltır; daha Cehenneme gitmeden Cehenneme
gider.
|
Lügatler
:
adem : yokluk, hiçlik alâkadar : alâkalı,
ilgili âlâm : elemler, acılar âlem-i bekà : devamlı ve
kalıcı âlem âlem-i berzah : kabir âlemi âlem-i ervah :
ruhlar âlemi âlem-i misal : bütün varlıkların ve olayların
görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem bâki : devamlı,
kalıcı bekà : devamlılık ve kalıcılık,
sonsuzluk bilhassa : özellikle cihet : yön,
taraf cilve : yansıma, görüntü daimî : devamlı,
sürekli ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapmış olanlar,
inançsız kimseler ehl-i kemâl : kemâl sahipleri, olgun
kimseler ekser : çoğunluk elem : acı,
keder elhâsıl : özetle, sonuç olarak ervâh-ı bâkiye :
kalıcı ve devamlı ruhlar esmâ : isimler esmâ-i İlâhiye
: Allah’ın isimleri fenâ : yokluk, yok oluş firak :
ayrılık helâket : mahvolma hususan :
özellikle insaniyet : insanlık istifade :
yararlanma istihsan : beğenme, güzel bulma istinad :
dayanma kemâlât : mükemmellikler, üstün
özellikler kıymettar : değerli küfür : inkâr,
inançsızlık malûm : bilinen mânevi : mânâya ait, maddî
olmayan medar : kaynak mektubât-ı Rabbâniye : Allah’ın
birer mektup gibi yazdığı ve san’atla yarattığı eserler,
varlıklar menzil : yer, durak mevcudat :
varlıklar mevt : ölüm mü’min : Allah’a
inanan müteellim : elem çeken mütelezziz : lezzet
alan nakış : işleme, dokuma nev-i beşer :
insanlık nur : aydınlık, ışık nuranî :
nurlu nur-u Kur’ân : Kur’ân’ın nuru saadet-i ebediye :
sonsuz mutluluk Sâni-i Hakîm : herşeyi hikmetle ve san’atlı bir
şekilde yapan Allah Sâni-i Zülcelâl : büyüklük ve haşmet sahibi
san’atkâr, Allah sermedî : sürekli, devamlı seyr ü
sefer : gidiş-geliş sıfât : sıfatlar; Allah’ın yüce Zâtını
niteleyen İlâhî özellikler, ilim, kudret, hayat gibi sırr-ı iman
: iman sırrı tahrip : yıkılma, bozulma teceddüd :
yenilenme valide : anne zahirî : görünen
yön zevâl : yokluk zevil’ukul : akıl
sahipleri zîhayat : canlı, hayat sahibi zîruh : ruh
sahibi ziyade : çok, fazla
|