Yirmi
Altıncı Sözün hâtimelerinde denildiği gibi, nasıl ki bir mahir san’atkâr,
kıymettar bir elbiseyi murassâ ve münakkaş surette yapmak için, bir miskin
adamı, lâyık olduğu bir ücrete mukàbil model yaparak, kendi san’at ve
maharetini göstermek için, o elbiseyi o miskin adam üstünde biçer, keser,
kısaltır, uzatır; o adamı da oturtur, kaldırır, muhtelif vaziyetler verir.
Şu miskin adamın hiçbir hakkı var mıdır ki, o san’atkâra desin: “Beni
güzelleştiren bu elbiseye neden ilişip tebdil ve tağyir ediyorsun ve beni
kaldırıp oturtup meşakkatle benim istirahatimi bozuyorsun?”
Aynen
öyle de, Sâni-i Zülcelâl, herbir nevi mevcudatın mahiyetini birer model
ittihaz ederek ve nukuş-u esmâsıyla kemâlât-ı san’atını göstermek için,
herbir şeye, hususan zîhayata, duygularla murassâ bir vücut libasını
giydirerek, üstünde kalem-i kazâ ve kaderle nakışlar yapar, cilve-i
esmâsını gösterir. Herbir mevcuda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret
olarak, bir kemâl, bir lezzet, bir feyiz veriyor.
مَالِكُ
الْمُلْكِ
يَتَصَرَّفُ
فِى
مُلْكِهِ
كَيْفَ
يَشَاُ 1
sırrına mazhar olan o Sâni-i Zülcelâle karşı hiçbir şeyin hakkı var
mıdır ki, desin, “Bana zahmet veriyorsun, benim istirahatimi
bozuyorsun.”Hâşâ!
Evet, mevcudatın hiçbir cihette
Vâcibü’l-Vücuda karşı hakları yoktur ve hak dâvâ edemezler. Belki hakları
daima şükür ve hamd ile, verdiği vücut mertebelerinin hakkını edâ
etmektir.
Dipnotlar - Arapça İbareler -
Haşiyeler :
1 : Mülkün sahibi, mülkünde nasıl dilerse
öyle tasarruf eder.
|
Lügatler :
cihet : yön, taraf cilve-i esmâ : Allah’ın
isimlerinin varlıklardaki yansıması, görüntüsü edâ etmek :
yerine getirmek feyiz : mânevî gıda hak : doğru,
gerçek hamd : teşekkür ve övgü hâşâ :
asla hâtime : sonuç, son hususan :
özellikle istirahat : rahat etme ittihaz etme :
edinme, alma kalem-i kazâ ve kader : Allah’ın olacak hadiseleri
olmadan önce bilip takdir etmesi ve bu bilinen ve takdir olunan hadiseleri
zamanı gelince meydana getirmesi kemâl :
kusursuzluk kemâlât-ı san’at : san’attaki
mükemmellikler kıymettar : değerli libas :
elbise maharet : beceri, ustalık mahir :
becerikli mahiyet : nitelik, özellik makam :
konum mazhar : erişme, nail olma mertebe :
derece meşakkat : güçlük, zorluk mevcud :
varlık mevcudat : varlıklar miskin :
zavallı muhtelif : değişik, farklı mukabil :
karşılık murassâ : süslenmiş, süslü münakkaş :
nakışlanmış, süslenmiş nevi : tür, çeşit nukuş-u esmâ
: isimlerin nakışları remiz : işaret Sâni-i Zülcelâl :
sonsuz yücelik ve haşmet sahibi ve herşeyi san’atla yaratan
Allah suret : biçim, şekil tağyir : değiştirme,
başkalaştırma tebdil etme : değiştirme Vâcibü’l-Vücud
: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan
Allah vukuat : meydana gelmiş olaylar vücut :
varlık zîhayat : canlı
|