Bulgaristan, Rusya, Ermenistan ve daha birçok ülkenin vazgeçilmez
enerji kaynağı olan nükleer enerjinin fayda ve zararlarından
bahsedelim;
Nükleer enerjinin üretimiyle bilindiği gibi radyasyon açığa
çıkar. Bu olay, gayet doğal karşılanmalıdır. Şu konu açıkça
belirtilmelidir ki; insan ömrünün her saniyesinde 15,000 radyasyon
parçacığı, insan vücuduna çarpar. Böylelikle insana, yılda 500
milyar radyasyonik parçacık çarpar. Tüm ömür boyunca 40 trilyon
partikül çarpması meydana gelir.
Bir röntgen çekilmesi halinde insan vücuduna trilyonlarca partikül
geçer. Ancak, şu sonuç açıkça belirtilmiştir ki, 50 katrilyonda
bir parçacık (1/50.000.000.000.000.000) insan hücresine zarar
vermektedir. Tabii ki her radyasyon ışını bu rakamlar eşiğinde
güvenlidir anlamına gelmez. Ancak biraz önceki oranlar denetiminde
radyasyon şiddeti (sayısı) değil de, radyasyon cinsi önemlidir
sonucuna varabiliriz.
Yapılan araştırmalarda, oluşan kanserin %0,5'i, insanlara,
ömürleri boyunca çarpan radyasyonik parçacıklardan oluşmuştur.
Şüphesiz ki radyasyon kanser riskini artırır. Ancak her insan,
mutlaka radyasyona maruz kalmaktadır. Eğer insan radyasyondan
korunmak istiyorsa; topraktan kendini izole etmelidir, çünkü toprak
uranyum kaynağıdır. Beton ve tuğla evler yerine ahşap evlerde
oturmalıdır çünkü beton ve tuğla uranyum ve potas barındırır.
Böyle durumda insan kurşun zırhtan elbiseler giymelidir. Bunun gibi
daha birçok önlem alınmalıdır. Bu önlemler oluşan radyasyonun
ancak %20 sini engeller. Ancak bunların hiçbiri mümkün
olmadığına göre şu kabullenmeyi tekrar hatırlayalım; sıradan
bir insana çarpan 50 katrilyon radyasyon parçacığından sadece biri
kansere yol açabilir. Radyasyonun en kullanışlı birimlerinden biri
olan mrem, 7.000.000 parçacığa verilen isimdir.
Öyle ki, 1 mrem radyasyon, televizyon izleyerek, fosforlu saatlerden
vb. önemsiz kaynaklardan kolaylıkla alınabilir. 10.000 mremin
altındaki radyasyonlar düşük seviyeli radyasyonlardır. Şu ana
kadar olan bütün reaktör kazalarının çoğunda da 10.000 mrem
sınırı aşılmamıştır.
ABD Bilimler Akademisi, İyonlaştırıcı Radyasyonun Biyolojik
Etkileri Komitesi'nin vardığı bağımsız sonuca göre ''1 mrem
radyasyon, kanserden ölme riskini sekiz milyonda bir (1/8.000.000)
oranında artırır''. Uluslararası Radyolojik Korunma Kurulu
(ICRP) ise bu oranı on milyonda bir (1/10.000.000) olarak
açıklamıştır.
Radyoaktif serpinti, ekstentif bir değişimdir. Örneğin bir nükleer
serpinti olduğunda o çevrede yaşayan nüfus ne kadar ise kişi
başına düşen parçacık sayısı da yaklaşık olarak onun oranı
kadar olur.
Her parçacık insanlara çarpmak zorunda değildir. Toprağa
adsorplanabilir. Bir reaktör kazasının olması günümüzde zor bir
ihtimaldir. Çünkü önceki kazalar teknolojik yetersizlikten ileri
gelmiştir. Günümüzde ileri teknoloji kullanılmaktadır. Fransa ve
İtalya da reaktörler sebze ve meyve tarlalarıyla bitişik inşa
edilmiştir. Hiçbir tehlikeli durum olmamaktadır.
ABD'de reaktör kazaları olmuştur. Bu kazalarda çevreye radyasyon
saçılmıştır ancak bir röntgen filminde alınan radyasyon 80 kat
daha fazladır yani 80 mremdir. Japonya'ya atılan atom bombası
sonrasında çok yüksek seviyeli (100.000 mremin üzerinde) radyasyon
açığa çıkmıştır. Atom bombasının atılmasının ardından
80.000 kişilik bir Japon grubu üzerinde yapılan testlerde; 8.500
Japon, toplam 100 bin ile 600 bin mremlik radyasyona maruz kalmış ve
1974 yılına kadar, beklenenden 200 kişi fazlasında, kanserden
ölüm vakası görülmüştür.
1935-1954 yıllarında İngiltere'de ''ankylosing spondylitis''
denilen omurga hastalığı tedavisinde 300.000 mrem civarında ağır
dozlarda radyasyon uygulanırdı. 1970'e kadar, tedavi gören 14.000
hastada, beklenenden 80 kişi fazlası kansere yakalanmıştır.
Önemli konulardan biri de genetik bozukluklardır. Yaygın bir
nükleer sanayinin yol açacağı genetik etkiler 2,6 gün geç çocuk
sahibi olmakla aynı değeri taşır. Geç yaşta annelikte, çocuğun
dawn sendromu, turner sendromu vb. kromozomal düzensizliğe yakalanma
şansı çok artarken; yaygın bir nükleer sanayinin bulunduğu
yerlerde, normalde oluşan genetik bozuklukların üç binde biri kadar
artış olmuştur.
Kimyasal maddeler (kükürtdioksitin suda çözünmesiyle ortaya
çıkan bisülfatlar, nitrojen oksitlerden elde edilen nitrözamin ve
nitröz asiti vb.) genetik bozukluklara yol açarlar. Ayrıca hava
kirlenmesiyle, kimyasal maddeler bozulurlar ve birçok genetik
bozukluklara sebebiyet verirler. Yine 28,35 g. alkol, genetik etki
bakımından 140 mremlik radyasyona eşittir. Kafein de buna benzer.
Dünya televizyon kanallarından biri, bazı insanları korkutmak için
çok fazla tahrip edici özelliği olan, hurler sendromuna yakalanmış
iki güzel ikiz bebeği (çok cici elbiseler giydirilmiş olarak) konuk
etmiştir. Tüm ayrıntılar bu hastalığın dehşet verici
sonuçlarıyla ilgiliydi.
5 yaşına gelince kör ve sağır olacaklar ve 10 yaşında ölmeden
önce de kalp, karaciğer, akciğer ve böbrek rahatsızlıkları
geçireceklerdi. Çok kısa bir süre için, radyasyonun söz konusu
olduğu bir işte çalışmış olan babaları, seyircilere,
çocuklarının, genetik hastalığına kendisinin maruz kaldığı
radyasyonun neden olduğunu açıkladı. Radyasyonun ne kadar korkunç
bir şey olduğunu gösterebilecek daha etkili bir propaganda olabilir
mi?
Ancak babasının işi dolayısıyla aldığı radyasyonun sadece 1300
mrem olduğu; yani eşinin çocuklara hamile kaldığı zamana kadar
aldığı doğal radyasyonun yarısından da az bir doz olduğu
belirtilmedi. Bu dozda bir etkilenim sonucu, çocukların genetik
bozuklukla doğma olasılığı 25 binde birdir; normal risk,
kendiliğinden meydana gelen mutasyonlara bağlı olarak %3 tür.
Çocukların genetik sorunlarının, babalarının işyerinde aldığı
radyasyona bağlı olma olasılığı ise; binde birdir.
Nükleer enerji karşıtları, her an yeni bahaneler üretmek isterler.
Bunlardan biri de Dünya Ülkelerinin nükleer enerjiden vazgeçtiği
söylentisidir. Dünya Ülkeleri bu enerjiden vazgeçmemiştir. Sadece
ekonomik durgunluk, Çernobil muhalifleri akımı, gelişmiş
ülkelerin yeterince nükleer enerji santralleri olduğu için artık
ihtiyaç duymaması gibi etkenler, bu imajı ortaya çıkarmıştır.
Bu enerjiden, İsveç'in vazgeçtiği söylenir. İsveç, bu
santrallerden vazgeçmemiştir. Halen nükleer santraller
çalışmaktadır ve asla vazgeçemez. Çünkü bu santraller, çevreye
hiçbir zarar vermemektedir (Aksine ekonomik faydası vardır, çevreye
dosttur, çünkü İsveç'te diğer santral türlerinden saatte 29
kg/h'lık CO2 açığa çıkarken, nükleer santrali olmayan
Danimarka'da bu miktar 890 kg CO2 sınırını zorlamıştır).
Ancak yeni santral yapmama kararı almıştır. Çünkü siyasiler, oy
kaygısı çekmektedir. Ülkenin %60'ı nükleer enerjiye hayır
demiştir. Yine Kanada, nükleer santral yapmamaktadır. Çünkü çok
fazla santrali vardır. Bu ülkenin artık nükleer enerji santraline
ihtiyacı yoktur.
Çin ve Kore, dörder tane santral inşa ediyor. Şu sıralarda inşa
işlemi yavaşlatılmış durumdadır. Bunun sebebi, çevreye zarar
verdiği değildir, tek sebebi ekonomik durgunluktur. Son 3 yılda 11
adet nükleer enerji santralleri inşasına başlanmıştır. 1996
yılında dördü Çin'de olmak üzere 6 tane, 1997 yılında 1 adet G.
Kore'de, 1998 yılında 3 adet yine G. Kore'de, 1999 yılında 1 adet
Slovakya da başlanmış ve halen inşaları devam etmektedir.
Aklımıza şöyle bir soru gelebilir, ''Niçin gelişmiş ülkeler
de inşa işlemi yoktur?'' Tek sebebi, gelişmiş ülkelerin yeni
santrallere ihtiyaç duymamasıdır. Bu ülkelerin yeterince
santralleri vardır, bunlardan asla vazgeçmemiştirler ve asla da
vazgeçemezler.
Fransa'nın, yaklaşık olarak %75'lik enerji ihtiyacı nükleer
reaktörler vasıtasıyla karşılanır. Yine ABD'nin %25'lik enerji
ihtiyacı bu enerjiyle karşılanır. Ülkemiz; stratejik açıdan çok
önemli bir mevkiidedir. Uluslararası gücümüzün sürekliliği
için nükleer enerji santralleri şarttır. En uygun bölge de
Akkuyu'dur. Çünkü en güvenli yer orasıdır. Gerek soğutma suyuna
(denize) yakınlığı ve gerekse deprem bölgesi olmayışı ile en
uygun yerdir.
Nükleer enerji santralleri, insanoğlunun inşa ettiği en güvenli
makinedir. Geçmişte olan nükleer enerji kazaları abartılmaktadır.
Çünkü insanların aklına birden atom bombası gelmektedir. İyi bir
nükleer enerji santrali, atom bombasından bile etkilenmez.
Günümüzde, bir de rüzgar enerji santralleri ortaya atılmıştır.
Bu yeni enerji sistemi 4,6 cent/kwe enerji üretmektedir. Bu sistem
çok ucuza enerji üretmektedir. Elbette ki inşasına karşı
değiliz, yapılmalıdır. Ancak şu unutulmamalıdır ki hiçbir
enerji, nükleer enerjiye alternatif değildir.
Nükleer enerji, 2,5 cent/kwe enerji üretmektedir. Ayrıca 1000 MW
lık bir adet reaktör, 1 er MW lık 8000 adet rüzgar santraline
eşdeğerdir. Çünkü 1 rüzgar paneli, 1 MW tan fazla enerji
üretemez. Ürettiği enerjide %20 verimlidir. 8000 MW lık inşaa
edilen rüzgar santralleri ancak 1000 MW enerji üretebilir.
8 adet reaktör (1 Akkuyu Projesi) = 64.000 adet rüzgar paneli
8000 adet rüzgar santrali ise yüzlerce hektar arazinin işgali
demektir. Bu araziye insan girmesi de sakıncalıdır. Yine Güneş
Enerjisi üretimi metodu da buna benzer. Ülkemiz, rüzgar ülkesi
değildir. Bazı Ege kesimleri yeterli rüzgarı görmektedir. Elbette
ki rüzgar sistemleri de kurulsun. O bölgeye bağımsız enerji
sağlayabilir. Ya rüzgar kesilirse?
Nükleer enerjiye hiçbir enerji alternatif değildir. Dünya'da
400'ün üzerinde nükleer santral vardır. En çok da Kanada'dadır.
Üstelik bu santrallerin çoğu, turistik yerleşim merkezlerine
yakındır. Pickering Santrali, bir köyün içinde ve yat marinasıyla
yan yanadır. Burada 8 reaktör vardır. Çevreye hiçbir zarar
vermemektedir. Bu tür Candu santrallerinde asla serpinti olmaz.
Bizim yapmayı tasarladığımız sistem de Kanada teknolojisine
benzer. Bu sistemde serpinti ortaya çıksa; ilk önce yakıtın
kendisi, nükleer serpintiyi adsorplar. Radyasyonun buradan
kurtulduğunu düşünelim. Bu defa kapalı soğutucu sistem içinde
kalır. Buradan da kurtulduğunu varsayalım. Soğutucu sistemin
dışında yine kapalı bir sistem olan reaktör koruma kabı vardır.
Hadi buradan da kurtulduğunu düşünelim. Bu defa en dışta beton
sistemi ve onun içinde 4-25 cm kalınlığında çelik sistemi
bulunan, beton konteynır vardır. Zaten serpintinin bu kısma gelmesi
mümkün değildir. Gelse bile asla dışarıya sızma yapmaz.
Çernobil Santrali'nde bu sistem yoktu. Sadece kütleyi taşıyacak
çelik bir kap ve dışta betonarme bir bina vardı. Zaten kazada
vardiya değişimi sırasında, reaktörün gücünün birden
düşürülmesinden, yani insan hatasından meydana gelmiştir. Yeni,
teknolojik santrallerde böyle hatalar olmaz. Serpinti ortaya çıksa
bile, yedi katmandan oluşan reaktörden, dışarıya asla sızıntı
olmaz.
Elbette ki her enerji üretme sistemi çevreye zararlıdır. Ancak
içlerinde en çevrecisi nükleer enerji santralidir. Nükleer enerjiye
karşı olan insanlarımız, eski enerji üretim metotlarımızdan
memnun gözüküyorlar. Ancak nasıl bir enerji üretimi
yaptığımızı bilmiyorlar. Barajlarımız dönümlerce arazimizi
sular altında bırakmıştır, üstelik yetersizdir. Bu açığı
kapatmak için kullandığımız termik santrallerimiz
aracılığıyla, tonlarca CO2, CO, SO2, NO2, ağır metallerden Ag,
Pb, Sg, U ve daha birçok zararlı maddeleri doğaya verdiğimizden
haberleri var mıdır?
Yine enerji açığımızı doğalgaz ile kapatmaya çalışıyoruz. Bu
enerji türü, doğaya, termik santralden daha az zararlıdır. Ancak
sonuçta zararlıdır, çünkü çevreye yine zararlı gazlar
verilmektedir. Üstelik doğalgaz bulmamız çok da kolay değil. Eğer
komşu doğal gaz ülkeleri, bu enerji kaynağı transferini keserse
açıkta kalırız.
Alternatif diye düşünülen, Güneş ve rüzgar enerjisinden başka
bir de termal enerji vardır. Yeraltından gelen sıcak su çok
korroziftir. Nitekim, Denizli'deki su da böyledir. Ayrıca atık su
ise çok zehirlidir. Bu suyun tekrar yeraltına gönderilmesi gerekir.
Çevreye zararlıdır. Bu enerji sistemi de, nükleer enerjiye asla
alternatif olamaz.
Türkiye'nin en büyük barajı Atatürk Barajı'dır. Bu barajın
gücü 2400 MWh'tir. Verimi ise %50 ile 1000 MWh'tir. Akkuyu'ya
yapılması tasarlanan nükleer enerji santralindeki 8 adet reaktörün
gücü ise 8000 MWh civarındadır. Buna göre;
8 adet Atatürk Barajı = 1 Akkuyu nükleer santrali (Enerji
bakımından) olur.
Nükleer reaktör yakıtı olarak genelde U235 kullanılır. Yakıt
reaktife girmeden önce doğal radyoaktiftir. 1x1 cm ebadındadır. Bir
yakıt kabında 37 tane çubuk kap sistemi vardır. Her çubuk 50 adet
yakıt (1x1 cm ebatlı) almaktadır. Bir yakıt kabı toplam; 37 x 50 =
1850 adet yakıt bulundurur. Bu da 1850 ton kömüre eşdeğerdir. Yine
1kg nükleer yakıt, 2 milyon litre benzine eşdeğerdir.
Nükleer enerji karşıtlarının en önemli soruları, ''Nükleer
atıklar ne yapılacaktır'' sorusudur. Cevap olarak birçok
yöntem var. Bunlardan en önemlileri, camlaştırma ve kayalaştırma
yöntemidir; Camlaştırma yöntemine göre; reaktörden çıkan atık,
ilk 10 yıl reaktör kabı yanındaki havuzda bekletilir. Sonraki 20
yıl ise beton havuzda bekletilir.
Atıkta U238, U237, Neptinyum, Sezyum, vb. maddeler bulunur. Bu
atıklar istenirse sonsuza dek burada bekletilir. İstenirse
camlaştırılarak (küçük cam küreler halinde) etrafında çelik
küre, yine etrafında fiziksel koruyucu, aşınmaya karşı
etkileşimli madde, dış dolgu maddesi bulundurularak yerin 600 metre
altına gömülür. 600 metre aşağıda su olduğunu düşünelim; Bu
su asla yeryüzüne çıkamaz. Zaten 200 yıl sonra, atık maddenin
%98'i kaybolur.
Geriye %2 lik U238, U235, Protaktinyum, Plütonyum gibi doğada çok
fazla bulunan maddeler kalır. Bunlar zaten doğada çok fazladır.
Yeryüzüne çıksalar bile radyoaktif tesirleri, doğadaki gibi doğal
normlarda olur.
200 yıl boyunca cam küreciklerde hiçbir aşınma olmaz
(Mezopotamya'da 3000 yıl dayanan camlar su içerisinde bulunmuştur).
Zaten 200 yıl sonra nükleer etki doğal hale gelir. Mutlaka çok azda
olsa zehirlilik etkisi vardır, ancak Hg, Cd, As, Cd gibi diğer
zehirli kimyasallarla karşılaştırıldığında radyoaktivite için
durum çok daha olumludur.
Kaya kütlelerine dönüştürme yöntemine göre ise; atıklar
kayalaştırılarak yeraltına gömülmektedir. Kayaların hareketi
çok iyi bilindiği için hiçbir riski yoktur. 200 yıl sonunda zaten
nükleer atık, doğal radyoaktiviteye dönüşür. Biz bu sorunları
düşünmemeliyiz. Bilim adamları bu sorunları çözdüler. Bizler,
kömürün yanmasıyla oluşan atıkları düşünelim (Her yıl
Amerika'da bu kirlilikten dolayı binlerce kişi ölmektedir). Baraj
suları altında telef olan hektarlarca arazimizi düşünelim. Bunlara
çözümler arayalım.
Sonuç olarak; yüksek teknolojiyle inşa edilen bir reaktör,
insanlara radyoaktif etki yapmaz. Reaktörlerin atık maddeleri de
toprağın altına betonlanarak, çeliklenerek veya kurşunlanarak
bırakıldığı taktirde izole edilir, zamanla zararsızlaşır.
Bir gram aktif maddenin reaktörde yakılmasıyla; E = m C2kadar enerji
açığa çıkar, sayısal değer olarak bu enerji; E = m C2 = 1 g x
(30.000.000.000 cm/sn)2 = 900.000.000.000.000.000.000 (900.000
katrilyon) Erg'likenerji açığa çıkar. Q = 900.000 katrilyon erg x
0,00000002389cal/erg=1.501.000.000.000 cal/1g kadar ısı enerjisi
açığaçıkar. Bu değer ise; P = 25.002.000 kWh/1g güce eşittir.
Bu rakamlar, hiç de küçümsenecek rakamlar değildir. Nükleer
enerji aleyhindeki tepkiler, halkımızın bilinçsizliğinden ileri
gelmektedir. Reaktörler, diğer enerji kaynaklarına oranla daha
tehlikesiz, daha yararlı, daha ucuz, ve daha çevrecidir. Niçin
çevreci ve ekonomik yol varken diğerlerini alternatif kabul edelim?