Sorunlar yaşamın parçasıdır. Hayat devam ettiği müddetçe sorunlarla, çatışmalarla mutlaka karşılaşacağız. İçimizi kemiren, bizleri derinden rahatsız eden, yaralayan, içe doğru büken ve konuşmaktan kaçınıp da konuşamadığımız hasıraltı ettiğimiz fikirsel ve kişisel o kadar çok sorunlarımız var ki, diye düşünüyorum.Konuşmak öz güvenin göstergesidir. Fikrine ve fikrini oluşturan metoda güvenenler çok rahatlıkla sorunların üstesinden gelebilirler.
Peki bu sorunlarımızı nasıl çözüyoruz? Meşhur söylemde olduğu gibi ‘asgari müştereklerde ittifak’ edip halledilmesi gerekirken halletmediklerimizi huzurumuzu kaçırmasın, kimsenin hatırı incinmesin düşüncesiyle ilerde hallederiz diye halının altına, süpürerek kokuşmaya mı bırakıyoruz? Unutmayalım ki fikrimize talip olanların ilk bakacakları yer halımızın altı olacaktır. Halı altına süpürdüklerimiz tarafından huzurumuzun kaçmasını istemiyorsak bir an evvel sorunlarla yüzleşip/gündeme alıp hal çaresine bakmak zorundayız. Ve yine unutmayalım ki, sorunlarımızı konuşmazsak, sorunlar bizim hayatımıza konuşlanır.
Genel olarak tüm insanların, özel olarak da Müslümanların en önemli ve öncelikli problemlerinden biri de karşılaştıkları sorunlar üzerinde düşünüp kafa yormamaları çözümsüzlük düğümünü sıkılaştırıyor. Çözüme yönelik adımlar atılmadığından, kalıcı çözümler üretilmediğinden dolayı bir noktaya gelip tıkanma yaşanıyor.
Meseleleri kolay ve doğru çözümlerle halledebilmek için elbette yolu, yordamı, kuralları bilmek gerekir. Daha hukiki bir terimle; doğru usule, doğru yönteme sahip olunması gerekir. ‘Usül: Bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi lazım gelen esaslar, bir hedefe ulaşmak için tutulan düzenli yol’[1]
Düşünmek, fikretmek, üretmek ancak bir usülle olur. ‘Usul esastan önce gelir’ bu güzel tesbitte olduğu gibi. Herkes her konuda birşeyler söyleyip, çözümlemeler yaparak tesbitlerde bulunuyor, yapılan tesbitlerin reveransları çelişkili, usülsuz olması veya usulün yanlışlığı varılan hükmün şazz kalmasına sebebiyyet veriyor. Bu da gösteriyor ki doğru usülle hareket edilmiyor. Cemil Meric’in “vüsulsüzlüğümüz, usulsüzlüğümüzdendir.” sözünde olduğu gibi.
Ezcümle, birşeyde başarısızlık söz konusuysa o şeyin usulünü bilmeyişimizden kaynaklanmaktadır. Amaca ulaşabilmek, sonuç alabilmek için kuralları, usülü doğru bilmek ve uymak gerekir. Basit bir yemeği yapmanın, matematik problemini çözmenin, eşyanın tabiatını bilmenin, sosyal bir sorunun üstesinden gelmenin, ila-ahir bir metodu/usulü vardır, yoksa da tabiyatına uygun şekilde oldurulmalıdır.
Aklımız erdiği, gücümüz yettiği ve ilmimiz elverdiğince bu konuda çözüm yollarını insanlarla paylaşmalı, onlara ulaştırmalıyız; bunun da yolu iletişimden yani konuşmaktan/yazmaktan geçer, insanlar arası ilişkilerde lisan başat rol oynamaktadır. İnsanda oluşan fikri hemcinsine aktarabilmek için bunu ister yazılı, ister sözlü olarak usulüne uygun bir şekilde kullanmak gerekir.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran en bariz özelliklerinden biri de konuşabilmesidir. Bunu birileri insanı tarif ederken ‘İnsan: Konuşan hayvandır.’ [2] Diye tarif etmiş. Birbirimize meramımızı açık bir şekilde anlatabilmek için ortak lisana ihtiyacımız var. Bundan dolayıdır ki Allah’ın bile elçilerinin dedikleri anlaşılsın (insanların bahanesi kalmasın) diye mesaj gönderildikleri toplumların diliyle/lisanıyla ulaştırılmıştır. [3] Onlar tolumdaki sorunları gündeme taşımışlar, insanları gerçeklerle yüzleştirmişlerdir. Allah’ın bizlere elçilerinin kıssalarını anlatmasının nedeni onlardan ders çıkararak onların usüllerini anlamak , onlar gibi yapmamızı istemesindendir. Konuşmak, insanlar arasındaki iletişimi, anlaşmayı, kaynaşmayı, sevgiyi sağlayan büyük bir ilahi lütufdur. Sosyal bir varlık olan insan, duygu ve düşüncelerini konuşarak ifade eder. Konuşmak bir ihtiyaçtır. Ancak bu ihtiyacımızı acaba yerli yerinde mi, yoksa bazen de israfa kaçacak şekilde mikullanıyoruz? Sorunlarımızı çözebilmemiz için ilk önce sorunu belirlemek, gündeme almak ve makul bir dille konuşur olmak, bize çok yol aldıracaktır. Aslında en öncelikli sorunumuz sorunları konuşmamamız, konuşmuyor oluşumuzdur! “Konuşmuyorsanız sizde hayır yok, dinlemiyorsak bizde hayır yok” diyor Ömer (ra).
Sorunu konuşuyor olmak, gündeme almak çözümün, çözümlemenin yarısını oluşturur, bunu yapmakla aynı zamanda çözüm arayışını üretmeye başlamış olacağız. Konuşmak için konuşmamak, çözüm üretmek için konuşmak. Meselenin etrafinda gezinmeden, lafı dolandırıp sarmalamadan ve sulandırmadan ciddi konuşmak. Laf olsun torba dolsun” cinsinden değil de, çözüm üretmek için konuşulmalıdır. İçi boş konu ve konuşmalar söz israfından başka birşey değildir. Allah indinde bir kıymeti harbiyesi yoktur.
“Onları gördüğünde kalıpları, kıyafetleri senin hoşuna gider, onları beğenirsin. Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Gerçekte ise onlar, âdeta duvara dayatılan, ruhsuz kütüklere benzerler. İçleri boş, ödlek olduklarından çıkan her sesten pirelenir, her yeni haberi kendi aleyhlerinde sanırlar.” [4] Allah indinde değerli olan tavır ise “O kimseler ki boş söz ve işlerden yüz çevirirler.”[5] Bundan dolayıdır ki yerinde ve ölçülü konuşmayı ahlak haline getirmeliyiz. Muhammed aleyhisselama atfedilen bir sözde de “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun” [6] geçer
Konuşmak öz güvenin göstergesidir. Fikrine ve fikrini oluşturan metoda güvenenler çok rahatlıkla sorunların üstesinden gelebilirler.
Bu çerçevede ya sorunlarımızı konuşup, istişare ederek sorunlarımıza çareler üreteceğiz ya da bizden sonraki nesillere çözmeleri için sorunlar yumağını miras olarak devredeceğiz.
M.Celil
1-Büyük Lugat, Usül maddesi sh:1026
2- Aristoteles
3- İbrahim suresi/4
4- Münafikun Sûresi /4
5- Mü’minûn Suresi /3
6- Buhârî, Edeb, 31