SARI SICAK [Yaşar Kemal]

269 views
Skip to first unread message

Kemal Simsek

unread,
Jun 2, 2016, 3:24:21 AM6/2/16
to aydinlik-gelecek-hareketi


Sarı Sıcak

 

YAŞAR KEMAL

 

Yaşar Kemal 1922'de Adana'da, Osmaniye'ye bağlı Hamite (Gökçeli) köyünde doğdu.

Ortaokulun son sınıfından ayrıldı. Çalışarak hayatını kazanmak zorunda kaldı.

Kunduracı çıraklığı, ırgatlık, bekçilik, kâtiplik, arzuhalcilik yaptı.

Bir ara folklora merak sardı. Bu konuda çeşitli denemelere girişti.

Edebiyata şiirle başladı.

İlk-şiiri 1939'da Görüşler dergisinde çıktı.

Ardından 1942-44 yılları arasında Ülkü, Kovan, Millet, Başpınar dergilerinde şiirler, folklor yazıları ve küçük hikâyeler yayımladı.

1951'de İstanbul'a geldi. Cumhuriyet Gazetesine girdi.

1955'te «Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün» başlıklı yazı dizisiyle Gazeteciler Cemiyeti'nin Röportaj Armağanı'nı kazandı.

İnce Memed adlı eseri Varlık dergisinin okurları arasında açtığı soruşturmada yılın en beğenilen romanı seçildi. Şimdiye dek yirmi üç dile çevrildi.

Demirciler Çarşısı Cinayeti ile 1974 Madaralı Roman Ödülü'nü aldı.

 

ESERLERİ

 

Hikâye: Sarı Sıcak (1952), Bütün Hikâyeler (1967), Allahın Askerleri (1978). — Roman: İnce Memed (1955, 2. cilt 1969), Teneke (1955), Ortadirek(1960), Yer Demir Gök Bakır (1963), Ölmez Otu (1969), ÇakırcauEfeuTO), Demirciler Çarşısı Cinayeti (1974), Yusufçuk Yusuf (1975), Yılam öldürseler (1976), Al Gözüm Seyreyle Salih (1976), Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca (1977), Kuşlar Da Gitti (1978), Deniz Küstü (1979). — Efsane/Hikâye: Üç Anadolu Efsanesi (1967), Ağrı Dağı Efsanesi (1970), Binboğalar Efsanesi (1971). — Röportaj: Yanan Ormanlarda Elli Gün (1955), Çukurova Yana Yana (1955), Peri Bacaları (1957), Bu Diyar Baştan Başa (1971), Bir Bulut Kaynıyor (1974). — Deneme: Taş Çatlasa (1961), Baldaki Tuz (1974). — Konuşma: Ağacın Çürüğü (1980).

 

«Sarı Sıcak»

 

ÖZET

 

Köyde çocukların da çalışması zorunludur. Özellikle erkek çocukların.

Gerçekte bu, küçük yaşta çocukların işe alıştırılmasıdır, ama asıl sebep ekonomiktir.

Osman da o binlerce yoksul çocuktan biridir.

Köyde beslenme yeterli olmadığından çocuklar çoğunlukla sıska, çelimsiz ve güçsüzdür.

Öyleyken, daha o yaşlarda Osman, sorumluluğunu bilmekte, işe gitmeye, babasına destek olmaya çalışmaktadır.

Gelgelelim, her gün alacakaranlıkta tatlı uykusundan uyanması güçtür.

Onun için, yatmadan önce, anasına sıkı sıkı tembih eder:

«Uyanmazsam iğne sok etime. Saçlarımı çek. Döv beni.»

Oysa, soluk yüzlü, ak saçlı ananın yüreği bir başka türlü çarpmaktadır. Çocuğunu uyandırmaya kıyamaz. İşe gitmesine gönlü elvermez. Çünkü, yavrusu henüz büyüme çağındadır. Uyku ister, iyi beslenme ister, bakım ister. Yazık ki bütün bu istekler ananın içinde kalmıştır.

Dışa vuramadığı gibi, gerçekleştirme olanağı da yoktur.

Osman'ın babası, anasına göre, serttir, daha doğrusu, öyle olmak zorundadır.

Gerçi zayıf ve küçük çocuğunun getireceği para çok azdır, ama köyün o yaştaki çocukları çalıştığına göre, onunki de işe gidecek, şimdiden eli ekmek tutmaya alışacak, ergenlik çağında da tam bir erkek olacaktır...

*

Erkenden kalkamayacağını düşünen Osman, gece uyumamaya karar verir.

Ortalık ışırken annesi «Osman!» der demez yataktan fırlayacak, onu şaşırtıp sevindirecektir.

Ne var ki, uyku yine ağır basar, gözlerini kırpar, direnir, ama boşuna.

Uyku su gibi dört yanını sarar, gittikçe yükselir. Elinde olmadan Osman'ın gözleri yumulur.

Sabahleyin, kocasının ihtarına karşın, annesi oğlunu uyandırmaya kıyamaz.

Baba onu öfkeyle çardaktan aşağı indirir ve boş bir çuval gibi kadının ayakları dibine bırakır.

Osman ne olduğunu anlamaz. O sırada Mustafa Ağanın arabası gelir.

Ana, ırgatlardan Zeynep'e çocuğu teslim eder. Onu kollamasını rica eder.

Tarlaya varırlar. Daha gün doğmamıştır. Osman, canla başla çalışmaya koyulur.

Gün doğduğunda iyice yorulmuştur.

Bir ara sıcaktan başı dönmeye, yorgunluktan ayakları titremeye başlar. Gömleğinden ter fışkırır.

Durumu gören Zeynep kadın onu sapların üzerine yatırır. Kendine gelsin diye başından soğuk su döker. Toparlanan küçük emekçi canını dişine takarak yine çalışır. Ama başaramaz.

Güçsüzlüğünden utanır, üzülür. Ailesi evde para beklemektedir. Kadın bu kez onu atın üzerine bindirir.

Bir süre de böylece sap taşır. Çalışmakta direnir.

Artık gün dolmuştur. Herkes gündeliğini alarak evinin yolunu tutmuştur.

Mustafa Ağa ise Osman'a parasını vermeyi unutmuştur.

Neden sonra hatırlar, çocuğun avucuna bir yirmi beş kuruşluk sıkıştırır.

Osman bütün yorgunluğunu unutur, üzüntüsü geçer. Sevinçle eve koşar. Parayı verir.

«Ana, yirmi beşliği üç defa başında döndürüp dudağına götürür».

 

YARGI

 

«Sarı Sıcak hikâye kitabı, Yaşar Kemal'e kısa zamanda ün sağlamıştır. Akıcı bir dille anlatılan bu 9 hikâyede, acı gerçeklerin yanında, bir şiir havası da var. Yaşar Kemal, bugünkü hikâyeciliğimizin ve romancılığımızın başlıca zirvelerinden biri sayılmaktadır.»

(Türker Acaroğlu).

 

«Orhan Kemal'in 'Uyku' hikâyesinde olduğu gibi Yaşar Kemal de 'Sarı Sıcak' hikâyesinde, çalışmak zorunda kalan veya zorla çalıştırılan bir çocuğu ele alıyor. Yaşar Kemal'in hikâyesinde de uykuyla savaş ve yorgunluk önemli bir yer tutuyor. İki hikâyede de, çocukların beden yapıları bakımından zayıf olmaları, aç kalmaları ve aşırı sıcaklık karşısında baygın düşmeleri dikkati çekiyor.

Yalnız Orhan Kemal'in hikâyesinde mekan fabrika olduğu halde, 'Sarı Sıcak'da köy ve tarladır.

Sosyal çevreyi meydana getiren şahıslar da farklıdır.

İki yazarın da gayesi, çocuğa karşı acıma duygusu uyandırmak ve çocukların bir kazanç vasıtası olarak kullanılmasının bir nevi zulüm olduğunu ortaya koymaktır. (...)

Yaşar Kemal, hadiseler arasında ikna edici münasebetler kuramıyor.

Tasvirleri şairane olsun diye beyhude uzatıyor.

Bu zaaflar Yaşar Kemal'in romanlarında da vardır.

Tasvirin şairaneliği yanında Yaşar Kemal, sevgi ve iradeye de önem veriyor. Böylece ezici güçlere karşı, insanı kurtaran bir denge kuruyor. (...)

'Sarı Sıcak' adı ve tabiat tasvirine verdiği geniş yer, yazarın fakirlik ve zulüm temiyle bir nevi şiir duygusunu birleştirme maksadı güttüğünü de düşündürüyor.

Hikâyede şahısların konuşmalarıyla tabiat tasvirleri birbirini takip ediyor. Fakat arada ikna edici bir bağ kurulmuyor. Karıyla koca, Osman ile tabiat ve çevresi arasındaki münasebet iyi işlenmemiş izlenimini veriyor. (...)

Hikâye kahramanlarının duygu ve düşünceleri de alabildiğine basit.

Hareketleri belirtmekle yetinen yazar, sebepler üzerinde düşünmediği gibi, derin sayılabilecek psikolojik tahliller de yapmıyor. Şahısların duygu ve davranışları da vaka ve dünya görüşü gibi basit ve sığ

(Mehmet Kaplan).

 

«İşte bir kitap, öyle bir kitap ki elinizden bırakamıyorsunuz. Dikkati nasıl çekeceğini; tutacağını, mükâfatlandıracağını bilen, gösterişi sevmeyen bir yazarın kitabı bu. (...)

Her hikâye, ıstırap, insanların direnme gücü ve hepsinden çok sevgiyle dolu. Siyasi ya da felsefi fazlalıklar yok. Hiçbir doktrin, hikâyeleri yaralamıyor. Toplumsal hiçbir nedenle yanlış yollara sapmıyor. (...)

Yapmacık, suni bir derinlik yaratmak için suları bulandırmaz. Hikâyeleri, Kazancakis'inkiler gibi, kolayca okunabilen, hayatın kendisi gibi hemencecik anlaşılabilen türdendir. (...)

Kemal'in üslubu kadar hikâyelerinin planı da yalın, duru. Çoğunlukla cinayet hikâyelerine yaraşan karışık anlatım türlerine alışkınlar için, Yaşar Kemal'in hikâyeleri plansız sayılır.

Örnek olarak 'Taze Soğanlar' hikâyesini verebiliriz; bir delikanlı bir tren kompartımanında soğan yemekle, bir yandan karısı verem olan bir adamla konuşmaktadır. Delikanlı gideceği yere varınca, onları köyüne davet eder. Kemal'in diğer hikâyeleri de bunun kadar yalındır. Kemal'in kişiliği, çok düzenli, karışık hayatları anlatamaz. Kemal, herkes gibi kişilerin, herkesinki gibi olan yaşantılarından parçalar alır. Uzak bir Türk köyündeki hayatın zevkleri, acıları insanı başka düşüncelere salar. Karşılığını derhal, iyi isabet ettirilerek atılan bir taşın suda gittikçe yayılan dalgaları gibi görürsünüz.»

(Manoacher Aryanpur).

 

«Yaşar Kemal'in bu kitabında dokuz hikâye yer alıyor. Üzerinde durulan konu: Çukurova'nın bereketli üretiminde emek harcayan insanların hayatıdır. Hiç şüphe yok ki bu hayat, biribirine bağlı birçok çatışma ve mücadelelerle değer kazanıyor. İlkin tabiat şartları...

Nefes bile aldırmayan yakıcı, kavurucu sıcak, sonra bataklıkların beslediği 'bulut halinde hücum eden sinekler', sonra açlık.

Ve bu hercümerç içinde yardım eden, derdi hafifleten iyi yürekli insanlarla, bunlara karşı koyan kötü insanların savaşı. (...)

O, uzun zaman içinde bulunduğu Çukurova halkını dramatize ediyor ve bize bu hayat çizgisinde yaşayan insanların macerasını duyurmak istiyor.

Yani batı dilindeki deyimiyle bir 'Antitez' edebiyatı yapıyor.

Gerçi bir 'Leica' objektifi hassasiyetiyle tespit edilen tabloların okuyucu üzerinde esaslı bir etki bırakacağı doğrudur. Fakat zannederim ki işin sadece bu tespit ve müşahede safhası aktif bir edebiyat için yeter değildir. Dekor iyi çizilmiş olabilir, konuşmalar canlı, dil yerli bünyesine uygun, tipler realist bulunabilir, hatta hikâye kompozisyon yönünden başarı gösterebilir. (...)

O halde Yaşar Kemal'de yoksun olan ne?

İlkin, kitabın dokuz hikâyesinde de boy gösteren çeşitli tipler arasında belli bir kişiye rastlamıyoruz. Yani Çukurova hayatının yarattığı karakteri takdim edilen tiplerin hiçbirinde bulamıyoruz. Hakkında en çok bilgiye sahip olduğumuz 'Bebek' hikâyesinin kahramanı İsmail, karısının ölümü üzerine şaşırmış, iradesiz, aciz hale düşmüş bir zavallıdır. Diğerleri de az veya çok hayatı olduğu gibi kabullenmiş kişiler.

Bu sönük ve silik kişiler üzerine realist bir edebiyat kurulamaz kanaatindeyim.

Elbette Çukurova'nın da mücadeleci, enerjik, canlı ve uyanık insanları vardır.

Onlar da aynı hava içinde yetişmişlerdir ama hayatı olduğu gibi kabul etmezler, daha iyi olmasını isterler. Her şey bu istekte ve bu isteğin tahakkuku için çalışmaktadır. Yazar konu ve meseleye bu yönden müdahale edebilir ve etmesi de lazımdır.»

(Fahir Onger)

 

Yaşar Kemal, Sarı Sıcak'ta bir araya getirdiği 9 hikâyesinin 8’inde bize yoksul köylülerin yaşama kavgalarından kesitler sunmaktadır.

Hikâyelerde göze ilişen en önemli husus, Yaşar Kemal'in, yukarıda isimleri sıralanan yazarlar gibi tespitçi ve tasvirci bir üslupla çalışmasına rağmen, gerçekliğin yüzeysel görünümlerinde takılıp kalmayıp, özüne nüfuz edebilmesidir.

Özellikle o unutulmaz 'Bebek' isimli hikayesiyle, 'Dükkâncı' isimli hikâyesinde köylü yaşayışından alınmış dural birer kesiti yansıtmakla beraber, kırsal kesim insanlarının tragedyasının temel dinamiğini büyük bir başarıyla dışlaştırmasını bilmiştir Yaşar Kemal.

Bu nedenledir ki sonradan anlatmak istediklerini romansal yapı içerisinde dengelemeyi seçen Yaşar Kemal'in hikâyelerini yukarıdaki isimlerin hikâyelerinden ayrı bir yere koymak gerekir.»

(Mehmet Ergün).

 

KAYNAK

 

Türker Acaroğlu (Edebî Eserler Sözlüğü, 1965), Fahir Onger (Beraber, 1.12.1952), Manoacher Aryanpur (Yeni Edebiyat, Eylül 1952), Ayhan Hünalp (Yeditepe, 1.11.1952), Mehmet Kaplan (Hikâye Tahlilleri, 1979), Mehmet Ergun (Hikâyemizde Bekir Yıldız Gerçeği, 1975).

 

Satır içi resim 1





Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages