TÜRKİYE
Kronoloji
1806 Süleymaniye'de Baban Kürtlerinden Abdurrahman Paşa isyan
etti.
1812 Baban Kürtlerinden Ahmet Paşa
Süleymaniye'de ayaklandı. Mir Mehmet adlı Kürt beyi, bugün Irak'ın
kuzeyinde bulunan Soran beyliğinin başına geçti. Revanduz'da hüküm sürdü. 30
bin kişilik ordu kurdu. 20 yıllık sürede askeri ve diplomatik girişimlerle
kendisini Osmanlı sarayına da kabul ettirdi. Kendisine «paşa» unvanı verildi.
1826'da bağımsızlık ilan etti. İnce
Bayraktar Paşa ve Mustafa
Reşit Paşa'nın kumanda ettiği ordular üzerine gönderildi (1833-34).
Botan Beyi Bedirxan, Mir
Mehmet'e pek yardım etmedi. 1836'daki savaşta Kürt mollaların da
telkiniyle teslim oldu. İstanbul'a götürüldü. İstanbul dönüşü şüpheli bir
şekilde kayboldu (1837). Saray
tarafından öldürüldüğü iddia edilir.
1815 Beyazıt, Van, ayrıca İran'daki
Erivan, Nahcıvan ve Hoy'da bulunan göçebe Kürt aşiretleri ayaklandı.
1820 Zaza beyleri ayaklandı.
1828 Türk-Rus Savaşı sırasında
Revanduz, Botan, ve Hakkari Kürt beyleri savaşa katılmaktan kaçındı.
Beyazıtlı Kürt Behlül Paşa
Ruslarla birleşmeye çalıştı. Muş'taki Emir
Paşa da ayaklanmak istedi.
1830 Yezidi Kürtleri Sincar Dağı'nda
ayaklandı. Ayaklanma 3 yıl sürdü.
1834 Bitlis'te Şerif Ahmet Han
ayaklandı.
50
1836 Osmanlı
ordusu Botan vilayetinin merkezi sayılan Cizre'yi kuşatınca, Kars Emiri Xan Mehmûd 20 bin kişi
olduğu sanılan ordusuyla yardıma gelmek istedi. Botan nehri üzerindeki köprüler
tahrip edildiği için seferi yarım kaldı.
1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması
imzalandı (16 Ağustos.)
Tanzimat Fermanı ilan edildi (3 Kasım.)
1839 Diyarbakır'ın Garzan bölgesindeki aşiretler
ayaklandı. Hafız Paşa
komutasındaki birlikler ayaklanmayı kısa zamanda bastırdı.
Osmanlı ordusu Nizip'te Kavalalı İbrahim Paşa
komutasındaki Mısır ordusuna yenilince Cizre Beyi Bedirxan faaliyetine
hız verdi. Aynı yıl Süleymaniye'de Mahmut Paşa da isyan etti. Bedirxan,
etkinliğini zaman zaman Van gölü civarı, Diyarbakır ve Musul'a kadar genişletti.
Hafız Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Bunun
üzerine Bedirxan Bey bağımsızlık ilan etti (1842). Kendi adına para
bastırdı. Bu arada Hakkari'deki Hristiyan Masturiler, buradaki emire vergi
ödemeyi reddedince, Bedirxan buraya yürüdü (1843). Sefer, 10 bin Nasturi'nin öldüğü bir
katliamla sonuçlanınca, İngiltere ve Fransa elçiliklerinin de sıkıştırmasıyla
Osmanlı sarayı Bedirxan'ın üzerine asker gönderdi. Bu kez Topal
Osman Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu geldi. Bugün İran'daki Urumiye kenti
yakınında savaş başladı. Osmanlı ordusunun bir kolu da Cizre'ye girdi. Bunun
üzerine Bedirxan Cizre'ye gitti. Ancak iki ateş arasında kaldı. Eruh kalesine
çekildi. Yeğeni Yezdan
İzzettin Şer taraf değiştirince teslim oldu (1847). Önce Girit,
sonra Şam'a sürüldü (1847). Burada
sürgünde öldü (1868).
1845 Bedirxan'ın
yenilmesinden sonra Hakkari'ye vali tayin edilen yeğeni Yezdan İzzettin Şer
azledildi (1850). Osmanlı-Rus
Savaşı'nın (1855) yarattığı sıkışmadan yararlanmak isteyen Yezdan Şer, 2 bin
kişilik bir güçle Bitlis'i ele geçirdi. Büyük
bir ayaklanma başladı. Yezdan Şer, Bitlis'ten sonra Van, Bağdat, Musul
arasını denetimi altına aldı. İngiltere'nin Musul Konsolosluğu görevlisinin de
araya girmesiyle (Nimrud Rassam), Yezdan Şer İstanbul'a götürülüp tutuklandı.
Başsız kalan isyan,
askeri harekata gerek kalmadan dağıldı.
51
1854 Osmanlılar Batılılardan borç almak için ilk anlaşmayı
imzaladı (24 Ağustos).
1876
1. Meşrutiyet ilan edildi (23 Aralık).
1877-78
Osmanlı-Rus Savaşı
sırasında Bedirxan Bey'in oğullarından Osman Paşa ve Hüseyin Kenan Paşa Cizre,
Midyat bölgelerinden Hakkari'ye kadar olan alanda ayaklandı. Sonuç
alamadılar.
1880 Nakşibendi şeyhi Ubeydullah,
Osmanlı sarayının da desteğini alarak İran'daki Kürt aşiretlerinden vergi
istedi. Verilmeyince bütün Güney Azerbaycan'ı ele geçirdi. Şeyh Ubeydullah, Osmanlı ile dirsek
temasını sürdürmesine rağmen, bağımsız Kürt devleti kurabilmek için İngiltere,
Rus Çarlığı, Mekke Şerifi ve Mısır Hidivi ile ilişki kurdu.
Ama Rusya ve İngiltere, şeyhin askeri başarısından rahatsız oldular. Osmanlı
sarayına Şeyh Ubeydullah'a olan desteğini kesmesi için baskı yaptılar. Bunun
üzerine Babıali, Erzurum'daki askeri güçlerini bölgeye gönderdi. Şeyh teslim olmak
zorunda kaldı. İstanbul'a gönderildi. Daha sonra Mekke'ye sürüldü. 1908 Meşrutiyetinden sonra serbest
kaldı.
1886 İhtilalci nitelikteki Ermeni Hınçak
cemiyeti faaliyete geçti.
1889
Jön Türkler, İttihadı
Osman'ı adlı bir örgüt kurdular.
Bedirxan Bey'in oğullarından Emin Ali ve Mithat Bey deniz
yoluyla Trabzon'a, oradan da Erzincan'a geçti. Bir isyan başlattı. Çatışmalar sürerken,
Saray bunları affedince İstanbul'a döndüler.
1890 Sultan
II. Abdülhamit tarafından Kürt aşiretleri temelinde ünlü Hamidiye alayları
kurulmaya başlandı.
1891'de ilk olarak 36 alay kuruldu. Yine bu yıllarda biri
İstanbul'da, diğeri Bağdat'ta olmak üzere iki «aşiret mektebi» açıldı.
Buralarda Kürt beylerinin çocukları eğitim görmeye başladı. Hamidiye
alaylarının adı, 1908'deki II. Meşrutiyet' ten sonra «aşiret alayları» olarak
değiştirildi.
1898 Mithat
Bedirxan,
Kurdistan adlı ilk Kürtçe dergiyi yayınladı (9 Nisan). Kahire'de
yayınlanmaya başlanan dergi, daha sonra Cenevre, Londra ve Folkestone
(İngiltere) adlı kentlerde 31 sayı çıktı.
1900
Diyarbakırlı Fikri Efendi
tarafından Kurdistan Azmi Kavmi Cemiyeti kuruldu.
52
1908 İttihat
ve Terakki önderliğindeki hareket sonucunda II. Meşrutiyet ilan edildi
(24 Temmuz). Meşrutiyetin ilanı ile birlikte II.
Abdülhamit'e hizmet eden Kürt bey ve paşaları rütbelerini kaybettiler. Bunun üzerine bir kısmı
İstanbul'da Kürt Terakki
ve Teavün Cemiyeti'ni kurdu (19 Eylül 1908). Kurucuları arasında Seyit Abdulkadir, Bedirxanlı Emin
Ali, Şerif Paşa, Halil Hayali var. Yönetimdeki
anlaşmazlıktan dolayı kısa sürede dağıldı.
1912 Bu yılın sonlarına doğru kurulan
Kurdistan Muhibban
Cemiyeti de uzun ömürlü olmadı. İstanbul'daki Kürt
öğrenciler Hevi (Umut)
Cemiyeti'ni kurdu. Dernek Erzurum ve Diyarbakır başta olmak üzere
birçok yerde şube açtı. Derneğin ileri gelenleri arasında Ömer Cemil Paşa, Kadri Cemil, Fuat
Temo ve Cenahzade Zeki gibi isimler vardı.
Bedirxanlı Hasan Süleyman,
Abdürrezzak Kamil ile Halil ve Ali Remo'nun önderlik ettiği ve Arabyan (Mardin)
aşiretinin de katıldığı bir isyan meydana geldi. Şeyh Selim, yardımcısı
Selahattin Ali ile birlikte Bitlis'te ayaklandı. Ayaklanma bastırılınca Bitlis'teki
Rus Konsolosluğuna sığındılar. Birinci Dünya Savaşı
başlayınca konsolosluk basıldı ve bu liderler idam edildi (1914).
1913 Hevi Cemiyeti üyeleri,
Süleymaniyeli Abdülkerim Bey'in yönetiminde Roji
Kurd (Kürt Güneşi) adlı bir dergi çıkarmaya başladılar. Türkçe ve
Kürtçe olarak çıkan dergide Dr.
Abdullah Cevdet, Babanlı İsmail Hakkı Bey, Vanlı Memduh Selim Bey, Bitlisli
Yusuf Ziya Bey, Kemal Fevzi Bey, Kerküklü Necmettin Hüseyin Bey, Süleymaniyeli
Abdülkerim Bey ve Mikisli Hamza Bey imzalı yazılar çıkıyordu. Dergi
hükümet tarafından kapatıldı. Bu kez de Mikisli Hamza Bey'in yönetiminde Hateve
Kurd adlı dergi çıkarılmaya başlandı (24 Ekim). Dergi, Hevi Cemiyeti'nin
varlığını sürdürdüğü 1914'e kadar yayınına devam etti. Yine bu yıllarda, 1920
yılına kadar 32 sayı yayınlanan Jin (Hayat) adlı bir Kürtçe dergi daha dikkati
çeker. Hevi Cemiyeti ilk kongresini yine 1913'te yaptı. Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla
birlikte cemiyetin varlığı fiilen sona erdi.
Molla
Selim, Siirt ve Bitlis yöresinde Rus
çarlığı desteğinde bir ayaklanma başlattı, ancak diğer aşiretlerden destek
alamadı.
53
1914 Osmanlı
İmparatorluğu fiilen Birinci Dünya Savaşı'na girdi
(30 Ekim). Bunun üzerine Rusya (3 Kasım) ve İngiltere ile Fransa da (5 Kasım)
Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaş kararı aldı. Osmanlı
yönetimi ilgili bütün Avrupa devletlerine kapitülasyonların kaldırıldığını
bildirdi.
1915
Osmanlı İçişleri Bakanlığı, 14 valilik ve 10 mutasarrıflığa bir emir gönderdi.
Emirde karışıklık çıkaran Ermenilerin başka bölgelere nakli
bildirildi (24 Nisan.)
1917 İngiltere,
Rusya ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'nu nasıl paylaşacaklarına dair anlaşmayı
imzaladı (12 Mart).
1918 Amerikan Başkanı Woodrow Wilson,
ünlü 14 prensibini açıkladı (8 Ocak). Mondros ateşkes anlaşmasıyla Osmanlı
İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'nda yenilgiyi kabul etti (30 Ekim).
1919 Mondros
Mütarekesi'nin ardından, diğer etnik toplumlar gibi Kürtler de yasal örgütler
kurmaya başladı. İstanbul'da İstiklali
Kürdistan Cemiyeti, Kahire'de yine Kürt İstiklal Cemiyeti kuruldu. Mayıs'ta
İstanbul'da faaliyete geçen Kürt Teali Cemiyeti bunların en ünlüsü oldu.
Kurucuları şöyleydi: Seyit
Abdülkadir (başkan), Hüseyin Şükrü (Baban) (genel sekreter), Dr. Şükrü Mehmet
(Sekban) Bey, Muhittin Nami Bey, Babanzade Hikmet Bey, Aziz Bey.
Cemiyet Wilson prensiplerinin Kürtlere uygulanmasını
istiyordu.
Prof. T. Z. Tunaya'ya göre, Kürtlerin, böyle bir örgüt kurmasını, Araplar ve
Ermenileri dengelemek için hükümet istedi. Hükümet sonuçta Kürtlerle
anlaşabileceğini hesap ediyordu. Ancak sonradan hükümet Cemiyeti kontrol edemedi. Cemiyet
yöneticileri, İstanbul'daki Batılı ülke temsilcileriyle Kürtler adına ilişki
kurdu ve görüşmeler yaptı. Cemiyetin kuruluşundan sonra Hevi isimli gençlik
örgütü yeniden faaliyete geçti. Jin
adlı dergi yeniden yayınlanmaya başladı. Seyit
Abdülkadir, dönemin Danıştay'ı sayılan Şûrayı Devlet'in de başkanı
idi. «Bağımsızlık değil
özerklik istiyoruz» yolundaki açıklamasından sonra cemiyette bölünme
oldu (Zaten bu arada
M. Kemal'in Anadolu'daki faaliyeti Cemiyetin Doğu ve Güneydoğu ile bağlantısını
önemli oranda koparmıştı).
54
Bedirxani Emin Ali ve Ferit Beylerle Şükrü Baban, Dr. Şükrü
Mehmet, Bitlisli Kamil Feyzi, Ekrem Cemil Paşa, Kerküklü Necmettin Hüseyin Bey,
Mollazade Raif Bey, Mahmut Selim Bey
cemiyetten ayrıldı ve Teşkilatı
İçtimaiye adıyla yeni bir örgütlenmeye gittiler. Yeni cemiyet Hevi'nin yayın organı Jin'i kendisi çıkarmaya
başladı. Bu arada Kürt
Teali Cemiyeti Diyarbakır'da da örgütlendi. Halk arasında adı
«Kürt Kulübü» olarak bilinen cemiyetin önde gelen isimleri şöyleydi: Ekrem Cemil Paşa, Cerciszade Kerim,
Cerhizade Fikri, Ganizade Reşat ve Ömer Cemil Paşa.
Öte yandan, Midyatlı bir aşiret reisi olan Ali
Batı, Mardin, Savur, Cizre ve Nusaybin'deki aşiretlerden bir
kısmının desteğini alarak Nusaybin'e geldi (11 Mayıs). Cezaevindeki tutukluları
serbest bıraktı. Bölgeye askeri birlikler sevkedilince (12 Mayıs) Ali Batı
dağlara çekildi. 9-10 Haziran'daki çarpışmalarda isyancılar büyük kayıp verdi. Ali Batı da öldürüldü
(19 Ağustos).
Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak üzere Samsun'a çıktı (19 Mayıs).
Erzurum Kongresi yapıldı (23 Temmuz-6 Ağustos). Sivas Kongresi toplandı (4
Eylül).
Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti kuruldu (7 Eylül).
İstanbul'da Türkiye
İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kuruldu (28 Eylül). Kurucuları arasında Vedat
Nedim (Tor) ve Şefik Hüsnü (Deymer) gibi isimler de var. Ermeniler, Sevr Barış Konferansım
sundukları bir bildiri ile Ermeniler ve Kürtlerin, büyük devletlerin
denetiminde bağımsızlıklarına kavuşması talebinde bulundular
(25 Kasım.)
1920 Son Osmanlı Meclisi Mebusan'ı misakı
milli'yi (milli and) kabul
etti (28 Ocak).
İtilaf Devletleri
Yüksek Konseyi, Ermenistan'da bir manda yönetimi kurulmasını önerdi
(l Nisan).
55
ABD,
bağımsız Ermenistan devleti kurulmasını destekleyeceğini açıkladı (20 Nisan). TBMM Ankara'da toplandı (23 Nisan). Türkiye ile
Fransa arasında ateşkes anlaşması imzalandı (30 Mayıs).
ABD Senatosu,
Ermenistan'da manda kurulması önerisini reddetti (1 Haziran).
Doğuda Ermenilere karşı seferberlik ilan edildi (9 Haziran).
Sevr Anlaşması
imzalandı (10 Ağustos). Anlaşma
bir Ermenistan ve Kürdistan yaratılmasını öngörüyordu. Anlaşmanın
ilgili maddeleri şöyle:
«Madde 62- Fırat'ın doğusunda kalan, ileride saptanacak Ermenistan'ın güney sınırının güneyinde
ve 27. maddenin 11/2. ve 3. fıkralarında tanımlanan Suriye ve Irak ile Türkiye
sınırı kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün
bulunduğu bölgelerin yerel özerkliği için, işbu anlaşmanın yürürlüğe
konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul'da toplanan ve İngiliz,
Fransız ve İtalyan hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan
komisyon bir plan taslağı hazırlayacaktır. Herhangi bir sorunda
oybirliği oluşamazsa, sorun komisyon üyelerince kendi hükümetlerine
götürülecektir. Bu plan, Süryani-Geldaniler ile, bölgelerin içindeki öteki
etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceler de
kapsayacaktır; bu amaçla İngiliz, Fransız, İtalyan, İranlı ve Kürt
temsilcilerden oluşan bir komisyon incelemelerde bulunmak ve işbu anlaşmaya
göre Türkiye sınırının İran sınırı ile birleştiği yerlerde Türkiye sınırında
yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu bölgeleri ziyaret
edecektir.
Madde 64- İşbu andlaşmanın yürürlüğe
konuşundan bir yıl sonra, 62. maddede yazılı bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun
çoğunluğunun Türkiye'den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler
Cemiyet Konseyine başvururlarsa ve konsey de bu nüfusun bağımsızlığa yetenekli
olduğu görüşüne varır ve bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türkiye'ye salık
verirse, Türkiye, bu tavsiyeye uyacağını ve bu bölgeler üzerinde bütün
haklarından ve sıfatlarından vazgeçeceğini şimdiden kabul eder. Bu vazgeçmenin ayrıntılı
hükümleri başlıca Müttefik devletlerle Türkiye arasında yapılacak ayrı bir
sözleşmeye konu olacaktır.
Bu vazgeçme gerçekleşirse
ve gerçekleşeceği zaman, Kürdistan'ın şimdiye kadar Musul vilayetinde kalmış
kesiminde oturan Kürtlerin, bu bağımsız Kürt devletine kendi istekleriyle katılmalarına,
başlıca Müttefik devletlerce hiçbir itirazda bulunulmayacaktır.»
56
Baku Doğu Halkları Kurultayı
toplandı (1
Eylül). Kazım Karabekir komutasındaki Türk birlikleri Ermenistan seferine
başladı (28 Eylül).
Ermenistan, Batılı devletlerden yardım istedi (19 Ekim). Sovyetler Birliği,
Sevr Anlaşmasını tanımadığını açıkladı (19 Ekim).
ABD Başkanı Woodrow
Wilson, Trabzon, Erzurum başta bazı doğu illerinin
Ermenistan'a verilmesi gerektiğini ileri sürdü (22 Kasım).
Sovyet Kızılordu
birlikleri Ermenistan'a girdi. Ermenistan' da Sovyet Cumhuriyeti kuruldu
(22 Kasım). Ermenistan'la Türkiye Gümrük Anlaşması'nı imzaladı (3 Aralık).
1921 : TKP
lideri Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon
açıklarında uğradıkları bir saldırıda öldürüldü (28-29 Ocak). İttihat ve
Terakki'nin sivil lideri ve son Osmanlı sadrazamlarından Talat Paşa Berlin'de
bir Ermeni tarafından öldürüldü (15 Mart).
Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki Moskova Anlaşması imzalandı (16 Mart).
22 gün süren Sakarya savaşını Türkiye kazandı (23 Ağustos-13 Eylül). Türkiye
ile Kafkasya'deki üç Sovyet cumhuriyeti (Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan)
arasındaki Kars Anlaşması imzalandı (13 Ekim). Türkiye ile Fransa arasında
Ankara Anlaşması imzalandı (20 Ekim).
İngilizler Malta'ya
sürgüne gönderdikleri Türk liderleri serbest bıraktı. Türkiye de karşılığında
Anadolu'da tutuklu bulunan İngiliz askeri personelini geri yolladı
(30 Ekim).
57
1922 Sivas ve Erzincan yöresinde geniş bir alanda yaşayan
yaklaşık 40 bin kişilik bir nüfusu kontrol eden Koçgiri aşireti
ileri gelenleri, İstanbul'daki Kürt Teali Cemiyeti ile de bağlantılı idi.
Aşiret, Alevi mezhebindendi. Aşiret reisinin oğlu Haydar, Kürt Teali Cemiyeti
İmranlı şubesini kurdu. 1920 yılı başlarından itibaren bölge hareketli idi.
Veteriner (Baytar) İhsan Nuri (Dersimi), aşiret ileri gelenlerinden Haydar,
Alişan ve Alişir, bölgedeki Kürt aşiretlerini bağımsız bir Kürt devleti için
ikna etmeye ve örgütlemeye çalıştı. 15 Kasım 1920'de Ankara hükümetine, daha çok Kürt özerkliği
konusunda tutumunu soran bir muhtıra verildi. Ankara buna cevap vermedi. Bunun üzerine 25
Aralık'ta Dersim ileri gelenleri şu telgrafı kaleme aldılar: «Ankara Büyük Millet Meclisi
Riyasetine/Sevr Muahedesi mucibince Diyarbekir, Elaziz, Van ve Bitlis
vilayetlerinde müstakil bir Kûrdıstan teşekkül etmesi lazım geliyor,
binaenaleyh bu teşkil edilmelidir, aksi takdirde bu
hakkı silah kuvvetiyle
almaya mecbur kalacağımızı beyan eyleriz.» İmza yerinde bazı
Dersim aşiret reisleri yazıyordu, 1921'in ilk günlerinde bölgeye askeri
birlikler kaydırıldı. 6
Mart 1921'de ilk büyük çarpışma oldu. Bu tarih, isyanın başlangıcı da sayılır.
Sonuçta bölgeye takviye birlikler gönderildi. Tüm liderler yakalandı ve
ayaklanma bastırıldı (17 Haziran). 500 kadar isyancının
öldürüldüğü belirtilir. Türk
Milli Kurtuluş Savaşı'mn son durağı olan Büyük Taarruz başladı
(26 Ağustos).
Kurtuluş Savaşı'nda
ateşkes Mudanya'da imzalandı (11 Ekim).
623 yıllık Osmanlı saltanatı kaldırıldı (1 Kasım).
1923 : İzmir
İktisat Kongresi toplandı (17 Şubat).
Lozan Anlaşması imzalandı. Anlaşmanın 3. maddesinde Musul sorunu şöyle «çözüm»e
bağlandı: «Türkiye ile Irak arasındaki sınır
dokuz ay içinde Türkiye ile Büyük Britanya arasında dostça belirlenecektir. Sınır çizgisi konusunda alınacak
karara değin, Türkiye ve Britanya hükümetleri, kesin geleceği bu karara bağlı
toprakların bugünkü durumunda herhangi bir değişiklik ortaya koyacak nitelikte
askersel ya da başka türlü hiçbir eylemde bulunmamayı karşılıklı olarak
yükümlenirler» (24 Temmuz). Türkiye'de
cumhuriyet ilan edildi (29 Ekim).
58
1924 : TBMM, hilafetin kaldırılmasına karar
verdi (3 Mart).
Tevhidi Tedrisat
(öğretimin birliği) Kanunu kabul
edildi (4 Mart.) Musul
sorunu Fethi (Okyar) Bey ile İngiliz temsilci Pecry Cok
arasında müzakere edildi (24 Mayıs). Musul'la
ilgili görüşmelerin sürdüğü sırada İngilizlerin silahlandırdığı Hristiyan Nasturiler Hakkari Valisi Halil
Rıfat Bey'i esir aldılar (7 Ağustos). Bazı aşiretlerin
girişimi ile vali ve beraberindekiler serbest bırakıldı. 3 bin 500 kadar silahlı gücü bulunan
Nasturilere karşı askeri hareket 10 Eylül'de başlatıldı. Harekat 28 Eylül'de
tamamlandı. Nasturilerin çoğu İran'a kaçtı.
Musul sorunu Milletler
Cemiyeti (Cemiyeti Akvam) gündemine alındı. Bir inceleme
komisyonu kurulması kararlaştırıldı (20 Eylül).
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Başkanlığa
Kazım Karabekir getirildi. Partinin yöneticileri arasında Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay
gibi isimler var (17 Kasım).
1925 :
Aşar Vergisi
kaldırıldı (27 Şubat).
Daha 1922'de Erzurum'da Kürt İstiklal Cemiyeti adıyla bir teşkilat kuran Cibranlı Miralay Halil Bey,
1924'teki Nasturi isyanı sırasında askeri birlikten firarlarla ilgili olarak
tutuklandı. Bu arada Elazığ, Erzurum
yöresinde etkili bir Nakşibendi şeyhi olan Şeyh Sait de ifadesi alınacağı
gerekçesiyle Bitlis'teki mahkemeye çağırıldı. Şeyh Sait'in bulunduğu Diyarbakır'a 30 km.
uzaklıktaki Piran (bugünkü Dicle) köyüne bir jandarma birliği geldi. Şeyh dahil
birçok Kürdü götürmek istedi. Karşı konulunca bir subayla iki er öldürüldü (13
Şubat). Böylece başlayan isyan, Şeyh Sait'in nüfuzu sayesinde kısa zamanda
yayıldı. Pekçok Kürt kaynağı ve lideri, aslında bir isyan hazırlığı olduğunu,
fakat Piran köyündeki olayın bunu zamansız başlattığı görüşünü dile getirir.
Elazığ il merkezi isyancıların eline geçti. Diyarbakır'ın Lice ilçesi de aynı şekilde
isyancıların eline geçen yerler arasındaydı. Hükümet isyanı «şeriatçı» bir ayaklanma
olarak sundu ve isyan bölgesinde sıkıyönetim ilan edildi (21 Şubat). Fethi (Okyar) Bey yerine İsmet
(İnönü) Paşa başbakanlığa getirildi (3 Mart).
59
Aynı gün Takriri Sükun Kanunu çıkarıldı. Ankara ve Diyarbakır'da
iki istiklal mahkemesi kuruldu. Mart başında isyancı kuvvetler Diyarbakır'ı kuşattı. 3 ya
da 5 bin silahlı Kürt saldırıya geçti (7
Mart). Başarılı olamayınca geri çekildiler. Hükümet pek çok aşireti isyana
katılmaması konusunda ikna etti. Bazı
aşiretler ise askerlerle birlikte isyancılara karşı çarpıştılar.
Askeri durum isyancıların aleyhine döndü. Şeyh Sait ve
yanındakiler Varto yakınında yakalandılar (15 Nisan). Bu arada
Cibranlı Miralay Halit Bey ve Yusuf Ziya Bitlis'te idam edildi (14 Nisan).
Askeri harekat 31 Mayıs'a kadar sürdü. Öte yandan, 13-14 Nisan'da tutuklanan Kürt Teali Cemiyeti yöneticileri de Diyarbakır'a getirildi.
İstiklal Mahkemesi 6 kişiyi idama mahkum etti (23 Mayıs). Seyit Abdülkadir, oğlu Seyit Mehmet,
Kör Sadi, Kemal Fevzi, Hoca Askeri ve Avukat Hacı Hadi Diyarbakır'da idam edildi (27
Mayıs). Şeyh Sait
isyanıyla ilgili davada karar 28 Haziran'da açıklandı. Mahkeme
49 idam kararı verdi. İkisi hapis cezasına çevrildi, hükümler 28-29 Haziran
gecesi Diyarbakır'da
yerine getirildi. Şeyh Sait, mahkemedeki ifade ve savunmasında Kürt devleti
kurmak için ayaklandıkları iddiasını reddetti. Ancak Kürt kaynaklan ısrarla
bunun bir «milli hareket» olduğunu ileri sürer. İdam edilenler şunlar: Şeyh Sait, Şeyh Abdullah, Halit oğlu
Kamil Bey, Baba Bey, Şeyh Şerif, Fakih Hasan Fehmi, Hacı Sadık Bey, Şeyh
İbrahim, Şeyh Ali, Şeh Celal, Şeyh Hasan, Mehmet Bey, Salih Bey, Şeyh Abdullah
(Canlı), Şeyh Ömer, Şeyh Adem, Şeyh Ömer, Kadri Bey, Molla Mahmut, Şeyh
Şemsettin, Şeyh İsmail, Şeyh Abdüllatif, Molla Emin, Arab Abdi, Halil oğlu
Mehmet, Hasan oğlu Süleyman, Molla Cemil, Demirci Ömer oğlu Süleyman, Şerif
oğlu Süleyman, Fakih Hasan 'm Katibi Tahir, Mustafa Bey oğlu Mahmut Bey, Şeyh
Musa oğlu Şeyh Ali, Hacı Halit, Timur Ağa, Kamil Bey oğlu Abdüllatif, Muşlu
Mehmet, Süleyman Bey, Bahri Bey, Zorabadlı Şeyh Cemil, Süleyman oğlu Yusuf, Ali
Baban, Kargapazarh Halit, Mehmet oğlu Tahir, Tayyip Ali, Jandarma Halit, Hanili
Salih Bey oğlu Hasan.
60
Bu arada, 27 Mayıs'ta Diyarbakır'da
idam edilen Seyit
Abdülkadir'in oğlu Seyit Abdullah, 1924 baharından beri bulunduğu
memleketi Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde hazırlık yapmaya başladı. Seyit Abdullah'ın Veteriner (Baytar) İhsan Nuri
(Dersimi) ile de bağlantısı vardı. 25 Haziran'da Şemdinli'de görevli 6. Hudut Taburu subaylarını ziyaret
bahanesiyle köyüne davet edip esir aldı. Sonra da öldürttü. Daha sonra tüm
taburu etkisiz hale getirdi. Oramar ve Gerdi aşiretlerinden de
destek sağladı. Üzerlerine yeni birlikler sevkedildi. 12 gün süren bir
çarpışmadan sonra isyancılar Irak'a kaçtılar. Aynı yıl hükümet, Doğuda
istikrarı sağlamak için özellikle muhalif Kürt aşiretlerini silahsızlandırmaya
başladı. Bu amaçla Siirt-Sason-Diyarbakır arasında yaşayan Raçkotan ve Raman aşiretlerinin
elindeki silahları toplamak istedi. Bunun üzerine Raman aşireti reisi Emen ve adamları
Ziveiulya'ya çekildi. Başka aşiretler de kendisine katıldı (7 Ağustos). Ama
askerler silah toplama işini 5 günde tamamladılar (12 Ağustos).
Musevi Ruhani Başkanlığı, Lozan Anlaşmasıyla kendi
cemaatlerine tanınan özel haklardan vazgeçtiklerini açıkladı (8
Ekim).
Kılık Kıyafet Kanunu
kabul edildi (11 Ekim). Şapka
Kanunu kabul edildi. Fes yasaklandı (25 Ekim). Tekke ve zaviyeler kapatıldı
(30 Kasım). Milletler Cemiyeti, Musul'un İngiltere'nin
mandasındaki Irak'a verilmesini kararlaştırdı (16 Aralık).
Türk-Sovyet
Tarafsızlık ve Saldırmazlık Anlaşması imzalandı (17 Aralık.)
Yeni saat ve takvim
sistemini getiren yasa kabul edildi (26 Aralık).
1926 :
Medeni Kanun kabul
edildi (17 Şubat).
İngiltere ile Musul konusundaki Ankara'da yürütülen
görüşmeler anlaşma ile sonuçlandı (5 Haziran). Türkiye-Irak
sınırı böylece bugünkü şeklini aldı. Hoybun'un kuruluş
çalışmaları sürerken, Şeyh
Sait isyanının ardından Ağrı Dağı'na sığınan Haydaran, Cibran, Hasanan ve Celali
aşiretleri, Celali Berho'nun liderliğinde isyan için hazırlıklara başladı.
61
Bu sırada Irak'ta bulunan İhsan Nuri, İran
üzerinden Ağrı'ya geldi. Hoybun tarafından «Ağrı Askeri Delegesi ve Milli
Hareketin Genel Komutanı» olarak atanan İhsan
Nuri, Kürt birliklerini eğitmeye başladı. Hoybun'un gönderdiği
bir matbaa makinesi ile «Ağrı»
ve «Gaziya Welat» (Vatanın Çağrısı) adlı iki gazete yayınladı.
Ayrıca, «Ağrı Eğir
Dıbarine» (Ağrı Ateş Yağdırıyor) başlıklı bir bülten çıkardı.
İsyana hazırlık yapan birlikler arasında telsizle haberleşme sistemi kuruldu. İsyan
16 Mayıs'ta başladı. Başlangıçta isyancılar askeri bakımdan başarılı oldular.
Takviye birliklerle askeri harekat başlayınca da isyancılar, Küçük Ağrı
Dağı'nın İran sınırları içinde kalan tarafına geçtiler.
Eruhlu Yakup Ağa ve
oğulları Misto Halil ve Yusuf, şapka kanunu uygulamasına karşı, yanlarına
Siirt'in Zilan ve Adıyan aşiretlerini de alarak ayaklandılar (7
Ağustos). Üzerlerine askeri birlik gönderilince de Suriye'ye kaçtılar. Siirt'in
Pervari ilçesi Ruba köyüne gelen ve bir mahkeme için köyün ağalarına ihzar
müzekkeresi getiren jandarma birliğine ateş açıldı. Takviye birlikler
gönderildi. 17 gün
süren çatışmada isyancıların çoğu öldürüldü. Şeyh Sait
ayaklanmasına katılıp da yakalanamayan Koçuşağı aşireti mensupları tekrar isyan
etti (7 Ekim). Ayaklanma 30 Kasım'da bastırıldı.
Türkiye ile Yunanistan arasında Rum ve Türk halkın
karşılıklı mübadelesini öngören anlaşma imzalandı (1 Aralık).
1927 :
ABD Senatosu, Lozan Anlaşmasını onaylamayı reddetti (18 Ocak).
Hakkari'nin Ertuşi, Güyan, Jirki ve Şerefhan
aşiretleri Nordüzlü
Ebubekir ve Lezki kardeşlerle, Livinli
İsmail Ağa ve Şeyh Enver'in önderliğinde, Kürt aşiretlerinin Batı Anadolu'ya
göç ettirilmesine karşı çıktılar. 1926 Ekim ayından beri
hazırlanan isyan, bu yılın Şubat ayında başladı. Ayaklanma yaklaşık 1 yıl kadar
sürdü. Takviye askeri birlik gönderildi. Bölgenin etkili aşiretlerinden Pinyaniş'in reisi Kerem (Zeydan) Ağa,
adamlarıyla birlikte hükümet kuvvetlerine yardım etti. İsyancıların bir kısmı
İran ve Irak'a kaçtı.
62
Bir kısmı da yakalanıp
idam edildi. Şeyh Sait
ayaklanmasından sonra Kürt ileri gelenleri bir durum değerlendirmesi yaptılar.
Dış destek ve dünya kamuoyunda seslerini duyurmak için Ermenilerle ilişkilerini düzeltmeye
karar verdiler. Paris Konferansı sırasında Kürtler ve Ermeniler
adına hareket eden Şerif
ve Nubar paşalar arasında görüşmeler yapıldı. Ermeniler
Kürtler aleyhine propagandalarına son vermek ve «Kürt davası»nı desteklemek
sözü verdiler.
İki tarafın da birden istediği bölgeler sorununun ise, gelecekte kurulacak
hükümetler tarafından çözümlenmesinde anlaştılar. Lübnan'da Bihamdun
kasabasında bir toplantı yapıldı (Eylül). Toplantıya Dr. Mehmet Şükrü (Sekban)
başkanlık etti. Toplantıda yer alanlar arasında Ermeni Taşnak Cemiyeti lideri Vanlı Vahan Papazyan (Goms)
da bulunuyordu. Bu toplantıda Hoybun
(Xwebun) Cemiyeti kuruldu. Hoybun «bağımsızlık», «istiklal» anlamına
geliyordu. Cemiyet 1939 yılına kadar varlığını sürdürdü.
Ağrı Dağı'nda askeri bakımdan varlığını sürdüren isyancılara karşı ikinci
askeri harekat 10 Eylül'de başladı. Askeri birlikler isyancıların yine İran'a
geçmesini önlemek için sınırda tertibat aldı. Bu noktada iki tarafın da ağır
kayıplar verdiği çarpışmalar oldu. Ancak isyancılar yine bütünüyle yenilgiye
uğratılamadı.
Hükümetin, Bitlis'in Mutki ilçesine bağlı 35 köyü başka bölgelere naklettirmesi
sözkonusuydu. Bunun üzerine 6 bin insanın yaşadığı köyler ayaklandı. 26
Mayıs'ta isyancı köylülere karşı askeri harekat başladı. Üç ay sonra tüm
isyancılar ele geçirilmeden harekat sona erdi (25 Ağustos). Şeyh Sait
isyanından arta kalan bazı gruplar bir süre dağlarda saklandı. Bunlar 2 bin 500
kişilik bir grup Diyarbakır'in Lice ve Hani ilçelerinin kuzeyi ile Kulp
ilçesinin batısında, Murat suyu güneyinde, Palu'nun doğusunda askeri birlikler
tarafından kuşatıldı (7 Ekim). Çok sayıda isyancı öldürüldü ve grup
dağıtıldı (22 Ekim).
1928 :
Anayasa'da değişiklik yapılarak, devletin dininin İslam
olduğu maddesi anayasadan çıkartıldı (10 Nisan). Uluslararası
rakamların kullanılmasını öngören yasa kabul edildi (24 Mayıs). Arap
alfabesinin yerine Latin alfabesinin kullanılmasıyla ilgili kanun kabul edildi
(1 Kasım).
63
1929 : Takriri
Sükûn Kanunu kaldırıldı.
Haklarında tutuklama kararı verilen Zilanlı
Resul Ağa ve kardeşi Agit buna karşı koyunca Siirt'in Eruh ilçesi
Lido nahiyesindeki bir köyde çatışmalar çıktı (22 Mayıs). Zilan
ve Bekiran aşiretleri isyan etti. İki ay süren çarpışmalardan sonra isyancılar yenildi. İsyanın liderleri İran'a kaçtılar
(3 Ağustos).
Ağrı Dağı çevresinde yaşayan ve aslen İranlı olan Şeyh Abdütkadir'i etkisiz
hale getirmek isteyen askeri kuvvetler, önce aşiretinin silahları teslim
etmesini istedi. Reddedilince askeri harekat başladı (20 Eylül). Şeyh
Abdülkadir ve yakınlarının İran'a kaçması üzerine Tendürük harekatı sona erdi
(27 Eylül).
1930 :
Atatürk'ün emriyle Serbest Fırka kuruldu.
Başkanlığına Fethi Okyar getirildi (12 Ağustos). Parti
üç ay sonra kapatıldı (18 Kasım).
Ağrı'da üçüncü askeri harekat bu yıl yapıldı. Çünkü, önceki harekatlarda
isyancılar sıkışınca İran tarafına kaçıyordu. Bu arada isyancılar, Ağrı'yı, «bağımsız Kürdistan'ın bir vilayeti»
olarak ilan ettiler. Hoybun
Cemiyeti, Celali aşireti reisi İbrahim Heski'yi paşa rütbesi ile
buraya vali tayin etti. Askeri birlikler 7 Eylül'de Ağrı'ya saldırı başlattı.
Bu arada, Türkiye, Van
vilayetinden bir kısım toprağı İran'a verdi ve karşılığında, Kürt isyancıların
sık sık geçip saklandıkları Küçük Ağrı Dağı'nın çevresini aldı.
Böylece, isyancıların
İran'a geçiş yolu kapanmış oldu. Çember içine alındılar. 14
Eylül'de askeri harekat, isyancıların yenilgisiyle sonuçlandı. Bir kısım
isyancı liderler İran'a sığınmayı başarırken, bir kısmı da yakalandı.
«Zeylan isyanı» diye bilinen isyan Ermeni Abraham Paşa,
Seyiddid Abdülvehap
(Ercişli), kardeşi Seyit Resul, Hal» ve Ferzande kardeşler, Tahir Asaf, Said,
Kör Hüseyin Paşa oğullarından Mehmet ve Nadir, Şeyh Abdurrahman, Emin Paşa
oğullarından Burhan ve Ömer, Şaki Dinamolu, Şaki Burundu'nun
önderlik yaptığı isyan 2 Haziran'da başladı. Zeylan bucak merkezi karakolu
basıldı. Çaldıran-Beyazıt telgraf hattı kesildi.
64
İsyancılar daha sonra Erciş'i basmak istediler. Başarılı
olamadılar. Sonuçta isyan 18 Eylül'e kadar süren bir askeri harekatla bastırıldı.
Şeyh Ahmet Barzani komutasındaki 500 kişilik silahlı bir
grup, sınırı geçip Yüksekova'daki Oramar askeri kışlasına baskın düzenledi
(22 Temmuz). Bu baskının amacı, bir kısım askeri birlikleri güneyde tutarak
Ağrı'daki isyancıları rahatlatmaktı. İsyan Şemdinli bölgesine de sıçradı.
Benavikli Ahmet ve Sikanlı Hacı İbrahim de isyancılara katıldı. Kasım, Kerem ve Ferhat ağalar
hükümetten yana tutum aldılar. İsyan 28 Temmuz'da bastırıldı. 3-4 Ağustos
gecesi, yine Hoybun
Cemiyeti'nin planı doğrultusunda Mardin'e bir saldırı
planlandı. Irak'tan gelen Ekrem Cemil Paşa komutasındaki isyancı kuvvetler,
işler planlanan doğrultuda gelişmeyince pek bir şey yapamadan geri dönmek
zorunda kaldılar.
Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın önerisi üzerine Pülümür'ün
Aşkirik, Kürk, Dağbey ve Haryi köylerinin Batı Anadolu'ya nakli için 24 Ekim-14
Kasım tarihleri arasında bölgede askeri operasyonlar düzenlendi.
1932 : İran'la sınır anlaşmazlıkları Tahran Anlaşması ile
çözüldü (23 Ocak).
Vedat Nedim (Tör)
ve Yakup Kadri
(Karaosmanoğlu) tarafından Kadro
dergisi yayınlanmaya başlandı (Ocak). Cenevre'deki
uluslararası silahsızlanma konferansında genel ve tam bir silahsızlanma
konusundaki SSCB önerisini destekleyen tek ülke Türkiye oldu
(Şubat).
1934 :
Buban aşiretinden Turi
köylü Reşit, Hersemuhan köyünden Abdülaziz, Nebemek köyünden Çeçen, hükümetin
almak istediği «yol
parası» adı altındaki vergiyi vermemek için silahları teslim
etmemek için isyan ettiler. İsyan bir yıl kadar sürdü. İsyan bastırıldı, önderleri
öldürüldü. Geriye kalanlar da Batı Anadolu illerine sürüldü.
Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Atina'da Balkan Paktı
imzalandı (9 Şubat).
Soyadı Kanunu
kabul edildi (21 Haziran).
1936 :
Boğazların denetimini
Türkiye'ye veren uluslararası Montrö Sözleşmesi imzalandı (20
Temmuz).
65
Cumhuriyetin ilk döneminde
«istikrar» harekatının yapılmadığı Doğu ve Güneydoğu'daki tek bölge Dersim
kaldı. Burada, özellikle kırsal kesimde devlet otoritesi tam sağlanamıyordu.
Önce «Tunceli Kanunu» kabul edildi. «Dersim» adı Tunceli olarak değiştirildi (31 Aralık 1935). «İdam
hükümlerinin vali ve kumandan tarafından tecile lüzum görülmediği takdirde
infazı emrolunur» hükmü getirildi. Hükümetin Tunceli'de kontrolü
sağlamaya yönelik tedbirlerini haber alan aşiretler kendi aralarında toplantı
yaptılar. Aşiretler arası çekişmeler yüzünden bir karar alamadılar. Kürt
liderlerden Nuri Dersimi
durumu şöyle anlatır: «Başta
Seyit Rıza olduğu halde, Yukarı Abbasan, Ferhadan, Karabafyan aşiretleriyle
Bahtiyar, Yusufen, Demenan, Haydaran, ve kısmen Kalan aşiretleri kuvvetli ve
sıkı bir ittifak yapabilmişlerdi. Ovacık, Koçan, Şemkan, Mazgirt, Pülümür ve
Nazimiye mıntıkaları aşiretleri tamamen tarafsız ve yalnız tedafüi (kendini
savunma) vaziyette kalmaya, Hozat aşiretleri ise hükümete teslim olmaya karar
vermişlerdi. Bu aşiret reisleri Elaziz'e gelmiş, (General) Alpdoğan'a dehalet
etmiş (sığınmış), hükümetin her türlü teklifini kabul edeceklerini
bildirmişti.» Hükümet önce, Murat nehri üzerine beton köprüler
yapmaya başladı.
1937 :
Demenan aşireti mensupları 21-22 Mart gecesi Kahmut köprüsünü
yaktılar ve karakola saldırdılar. Bu arada Seyit
Rıza da Sin
karakoluna saldırdı. Ancak yine de ciddi çarpışmalar olmuyordu. Aşiretlerin ilk
büyük saldırısı 26 Nisan gecesi Askisor
karakoluna saldırıyla gerçekleşti. Yine aynı gece, Harçik suyu doğusundaki 9.
Seyyar Jandarma Taburu Süvari Bölüğü de saldırıya uğradı. Kürt
kaynakları ise isyanın çıkışını başka türlü anlatır. Onlara göre, silah
toplamak amacıyla Yusufhan aşiretinin bölgesine gelen askeri bir müfreze bir
kıza tecavüz etti. Bunun üzerine çatışma çıktı. Bunun üzerine Seyit Rıza'nın oğlu Bra İbrahim Hozat'a
geldi ve general Abdullah
Alpdoğan ile görüşerek olayların büyümesini önlemeye çalıştı.
Dönüşte Bra İbrahim öldürüldü. Bunun üzerine Seyit
Rıza, Sin karakoluna saldırdı. Olaylar birden genişledi. İsyanın liderliğini Seyit Rıza yapmaktadır.
İsyanın «kurmayı» ve «teorisyeni» ise Şeyh
Hasanan aşiretinden Alişer'dir.
66
Bu arada Seyit
Rıza'nın yeğeni Rehber, hükümet taraftarıdır. Seyit tarafından Irak
ya da İran'a kaçması istenen Alişer'i
«hile» ile öldürür. Olaylar daha da büyümektedir. Hükümet Tunceli için tenkil kararı
alır (4 Mayıs). Harekat bir hafta kadar sonra başlar (12
Mayıs). Harekatta
uçaklar da kullanılır. Çarpışmalar bütün yaz sürer. Sıkışan
Seyit Rıza İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na bir mektup yazar ve «3 milyon Kürt
adına» yardım ister (30 Temmuz). İngiltere Dışişleri Bakanlığı, İstanbul
Başkonsolosluğuna yazdığı bir yazıda şöyle der: «Eğer Türk hükümetine mektubun tarafımızdan dikkate
alınmadığı gayri resmi olarak iletilirse, iyi olur» (5 Ekim). Bu
arada Kozluca adıyla bilinen çarpışmada Seyit
Rıza bin kadar adamını kabeder. Sonunda, Seyit Rıza Erzincan'da
tutuklandı (5 Eylül). Bazı kaynaklar şeyhin teslim olduğunu yazar. 10
arkadaşıyla birlikte idama mahkum oldu (10 Kasım) ve hüküm Elazığ'da yerine
getirildi (18 Kasım).
Türkiye ile İran
arasındaki sınır düzeltme anlaşması imzalandı (27 Mayıs).
Türkiye, İran, Afganistan ve Irak arasında Tahran'da Saadabad Sarayı'nda Saadabad Paktı
imzalandı (8 Temmuz).
1938 : Tunceli'deki
harekat bu yıl da devam etti. İsyana katılan aşiretlerin bir kısmı Batı
Anadolu'ya göç ettirildi. Bu yıl bütün aşiretler devlet
otoritesine boyun eğdi. Dağlı bölgeye çekilen Demenan aşiretinin direnmesi ise
yer yer 1942'ye kadar sürdü.
Nâzım Hikmet tutuklandı (17 Ocak). Dava sonunda 28 yıl hapse mahkum
edildi.
1939 :
İkinci Dünya Savaşı Almanya'nın Polonya'ya girmesiyle başladı (1 Eylül).
1941 :
Almanya Sovyetler
Birliği'ne saldırdı (22 Haziran).
1942 : Varlık
Vergisi Kanunu kabul edildi (11 Kasım). Azınlıklara yönelik
olarak uygulanan ve sonradan büyük eleştirilere uğrayan yasa 14 Mart 1944'te kaldırıldı.
1943 : Van'ın
Özalp ilçesi Kukur (Sefo) deresi mevkiinde 33 Kürt köylüsü General Mustafa
Muğlalı'nın emriyle suçsuz yere kurşuna dizildi (22 Temmuz).
Yaralı olarak kurtulup İran'a kaçan İbrahim
Özay hariç hepsi öldü.
67
1944 : Nihal Atsız ve
22 arkadaşı ırkçılık-Turancılık suçlamasıyla tutuklandı (18
Mayıs).
1945 :
Yalta Konferansı toplandı (4 Şubat).
Türkiye Birleşmiş Milletler'e, üye olabilmek için 28 Şubat geceyarısından
itibaren geçerli olmak üzere Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etti (23 Şubat).
Potsdam Konferansı toplandı (17 Temmuz). -1946 Türkiye ile ABD arasında askeri
yardım anlaşması imzalandı (27 Şubat).
Türkiye Sosyalist
Partisi kuruldu (14 Mayıs). Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kuruldu
(20 Haziran).
Demokrat Parti kuruldu
(7 Ocak).
Türkiye'de ilk tek dereceli genel seçimler yapıldı (21 Temmuz).
Sovyetler, Türkiye'ye Boğazların ortak savunulması için bir nota verdi (8
Ağustos). Bu isteğini tekrarladı (24 Eylül). Her iki istek de reddedildi.
1947 :
Türk-Amerikan askeri yardım anlaşması imzalandı (22 Mayıs).
Devlet okulları
dışında ve hükümetin gözetimi altında din eğitimine izin verildi
(27 Ocak).
1949 : NATO
kuruldu (4 Nisan).
Türkiye 5.5.1949'da
kurulan Avrupa Konseyi'ne üye oldu (8 Ağustos).
1950 : Emekli
General Mustafa Muğlalı, Van'ın Özalp ilçesinde 32 köylüyü suçsuz yere kurşuna
dizdirmekten suçlu bulundu ve divanı harp tarafından 20 yıl hapis cezasına
çarptırıldı (2 Mart).
Genel seçimleri DP
kazandı (14 Mayıs).
Kore Savaşı başladı
(25 Haziran).
Türkiye Kore'ye 4.500
asker göndermeye karar verdi (25 Temmuz).
Türkiye NATO"ya
girmek için başvurdu (1 Ağustos).
NATO, Türkiye'nin
üyelik isteğini reddetti (18 Eylül.)
68
1951 ABD Senatosu Türkiye'nin NATO'ya alınması önerisini reddetti (4 Nisan).
ABD, 11 üye devlete gönderdiği notalarda Türkiye ve Yunanistan'ın NATO'ya alınmasını önerdi (15 Mayıs). NATO Konseyi, Türkiye ve Yunanistan'ı üyeliğe kabul etti (20 Eylül).
Ünlü TKP tutuklamaları başladı (26 Ekim). 200'ü aşkın kişi tutuklandı. 188 kişi yargılandı. Sonuçta 131 kişi 1-10 yıl arası hapis cezalarına çarptırıldı (7.10.1954).
1952 Türkiye NATO'ya girdi (13 Şubat).
Türk-İş kuruldu (31 Temmuz).
1953 Sovyetler, Türkiye'den herhangi bir toprak talebi olmadığını resmen açıkladı (30 Mayıs.)
1954 Oldukça liberal hükümler getiren Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası kabul edildi (18 Ocak).
Hikmet Kıvılcımlı ve 12 arkadaşı Vatan Partisi'ni kurdu (11 Kasım).
1955 Türkiye ile Irak arasında savunma anlaşması imzalandı (25
Şubat). CENTO ya da Bağdat Paktı olarak bilinen bu pakta sonradan İran, Pakistan ve İngiltere de katıldı. ABD gözlemci üye oldu.
Asya-Afrika ülkeleri Konferansı Bandung"la başladı (17 Nisan.)
Selanik'te Atatürk'ün evine bomba atıldığı iddiasıyla İstanbul'da azınlıklara yönelik yağma ve saldırı olayları oldu (6-7 Eylül).
1959 Irak CENTO'dan çekildi (25 Mart).
Türkiye, ATye girmek için başvurdu (31 Temmuz). Siyasi tarihte «49'lar» diye bilinen Kürt aydınlarının tutuklanması başladı (22 Eylül 1959). Bu tarihte ileri Yun gazetesinin sahibi Abdurrahman Eflıem Dolak, Yazıişleri Müdürü Av. Canip Yıldırım, ve Kımıl şiirinin yazarı Musa Amer tutuklandılar. 49 kişinin yargılanmasına 27 Mayıs'tan sonra Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde başlandı. Bazı kişiler, örneğin Sait Elçi, Kürtlerin haklarından bahseden savunmalar yaptı. Mahkemenin verdiği idam cezalarını Yargıtay birkaç kez bozdu.
69
Bu 49 kişinin adları ve meslekleri şöyle: Şevket Turan (Lev. Bnb. Mardin), Ziya Şerefhanoğlu (Avukat. Sonradan Yeni Türkiye Partisi senatörü iken Lübnan'a, ardından ABD'ye kaçtı), Koço Elbistan (Doktor-Elbistan), Sıtkı Elbistan (Hukuk Fakültesi öğrencisi), Sahabettin Septioğlu (Ziraat Mühendisi-Elazığ), Hasan Akkuş (Tüccar,) Naci Kutlay (Doktor), Yusuf Kaçar (İnşaat Teknikeri-Tünceli), Necati Siyahkan (Tıp Fak. Öğrencisi), Esat Cemiloğlu (Ziraat Müh.-Diyarbakır), Yavuz Çamhbel (Subay), Mehmet Ali Dinler (Hukuk Fak. öğrencisi), Durdu Akkayunlu (Tüccar), Sait Elçi (Serbest Muhasebeci-Bingöl), Selim Kılıçoğlu (Öğretmen), Ali Karahan (Avukat), Sait Bingöl (İktisat Fak. öğrencisi-Elazığ), Yaşar Kaya (İktisat fak. öğrencisi), Dr. Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şıvvan-örgütün genel sekreteri), Haydar Aksu (Avukat), Faik Savaş (Tıp Fak. Öğrencisi), Fadıl Budak (Hukuk Fak. öğrencisi), Mustafa Direkçigil (Doktor), Fevzi Kartal (Avukat-Van), Fevzi Avşar (Doktor), Hasan Ulus (Müteahhit), Halil Demire! (Subay), Hüseyin Çok (Tıp Fak. öğren ;isi), Musa Anter (Avukat-Gazeteci), Muhsin Savata (Tüccar-Malatyah), Nazmı Balkaş (Ziraat Fak. öğrencisi), Ziya Acar (Hukuk Fakültesi öğrencisi), Ferit Bilen (Tüccar), Mehmet Çiğdem (Doktor), Mehmet Eydemir (Tıp Fak. öğrencisi), Abduırahman Efhem Dolak (Gazeteci), Canip Yıldırım (Avukat-Diyarbakır), Emin Kotan (Elektrikçi-Muş), Ökkeş Karadağ (Çiftçi), Turgut Akın (Hukuk Fakültesi öğrencisi), Mustafa Ramanlı (Hukuk Fak. öğrencisi), Mehmet Özer (Tıp Fak. öğrencisi), Feyzullah Demirtaş (Hukuk Fak. öğrencisi-Elazığ), Samet Balkaş (Tıp Fak. öğrencisi), Cezmi Balkaş (Ziraat Fak. öğrencisi), Halis Yokuş (Mühendislik öğrencisi), Medet Serhat (Hukuk fakültesi öğrencisi), Nurettin Yılmaz (Hukuk Fak. öğrencisi)
1960 Silahlı kuvvetler yönetime el koydu (27 Mayıs).
485 Kürt gözaltına alındı. Sivas'ta bir kampla toplandı (l Haziran).
Sürgün Yasası çıkarıldı (19 Ekim). 485 kişiden 55 ağa ve aşiret ileri geleni Batı Anadolu illerine sürgün edildi. 55 kişi 2 yıl sonra kentlerine geri döndü.
1961 TİP kuruldu (13 Şubat).
İlk işçi kafilesi çalışmak üzere Almanya'ya gitti (24 Haziran).
Ankara SBF Fikir Kulübü kuruldu (7 Mart).
70
Anayasa halk oylamasında kabul edildi (9 Temmuz). DP hükümetinin iki bakanı Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam edildi (16 Eylül).
Silopi'de bazı Türkiye Kürtleri tarafından «Kürdistan Demokrat Partisi Mesullûğü» adıyla gizli bir siyasi çekirdek oluşturuldu.
Adnan Menderes idam edildi (17 Eylül). Yön dergisi yayın hayatına başladı (20 Aralık). Önce 531 imzalı, sonradan katılanlarla 1042'ye çıkan, ünlü «Yön bildirisi» de yayınlandı. Yön yayın hayatına 30 haziran 1%7'de son verdi.
İstanbul'da Saraçhane Meydanı'nda miting yapan 100 bin kadar işçi, iş yasasının düzeltilmesini ve grev hakkı uygulamasını istedi (31 Aralık).
1962 Talat Aydemir'in birinci başarısız darbe girişimi (21-22 Şubat).
Liberal görüşlü Ahmet Hamdi Başar, «Barış Dünyası» adlı bir dergi çıkarmaya başladı (Nisan). Kürt meselesiyle ilgili farklı görüşlerde oldukça ciddi kabul edilen makaleler ve okuyucu mektupları yayınlandı. Dergi 1%3'te kapatıldı. İsa Şans, Silvan 'in Sesi'ni yayınladı.
Dicle-Fırat dergisi yayınlanmaya başladı (Ekim). 8 sayı yayınlanabilen derginin sahibi Edip Karahan'ûı. Yazarları arasında Musa Anter, Sait Kırmızıtoprak, Halit Nazmı Balkaş, Ahmet Botanlr ' ve İsa Şans vardı. İstanbul'daki fakültelerde okuyan İran ve Irak kökenli Kürt öğrenciler Avrupa Kürt Talebe Cemiyeti'nin İstanbul Şubesi'ni kurdular (Kasım). Sonradan I-KDP'de önemli görevlere yükselecek Muhsin Dizayi de bu çalışmalar içinde oldu. Gizli olarak kurulan cemiyetin yöneticiliğine İbrahim Mamhıdır, Hasan Şelevi ve Cemal Alemdar seçildi.
1963 Sosyalist Kültür Demeği kuruldu (Ocak). Kurucuları arasında Sadun Aren, Tarık Ziya Ekinci, Türkkaya Ataöv, Erdoğan Alkin, Mükerrem Hiç, Adnan Başer Kafaoğlu, Atilla Karaosmanoğlu, İlhami Soysal, Mümtaz Soysal ve Doğan Avcıoğlu gibi isimler de bulunuyordu.
(*) Sayın Enver Aytekin,, Botanlı'nın kendisi olduğunu açıkladı.
71
İstanbul İstinye'deki Kavel fabrikası işçileri greve gitti (13 Şubat).
Deng dergisi iki sayı yayınlandı (Nisan-Mayıs). Sahibi Ergün Koyuncu, yazıişleri müdürü Yaşar Kaya, genel yayın müdürü Medet Serhat idi.
Roja Newe (Yeni Gün) adlı dergi yayınlanmaya başladı (Mayıs). Sahibi Doğan Kılıç Şıhhesenanlı, genel yayın müdürü Hasan Kıltçkaya, yazıişleri müdürü Hasan Buluş'tu. Talat Aydemir ikinci kez darbe girişiminde bulundu (20-21 Mayıs). Yargılamalar sonunda Binbaşı Fethi Gürcan 27 Haziran 1964'te, Aydemir ise 5 Temmuz 1964'te idam edildi.
Reya Rast dergisi yayınlandı. Yöneticisi Avukat Ziya Şerefhanoğlu idi. Bu dergi de, diğer «Kürtçü» yayınlar gibi Haziran'daki «23'ler» tutuklanmasına kadar yayınını sürdürdü.
Türkiye ile A T arasında ortaklık sürecisini başlatan Ankara Anlaşması imzalandı (12 Eylül).
1965 Diyarbakır merkez alınarak «Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi» adıyla gizli bir parti kuruldu. Partinin yöneticileri arasında Faik Bucak, Sait Kırmızıtoprak, Sait Elçi, Hikmet Buluttekin (Çeko), Hasan Yıkılmış (Brûsk) da vardı. Parti, aynen Irak-KDP gibi, Kürtler için otonomi istiyordu.
TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) kuruldu (8 Temmuz). CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) Genel Başkanı İsmet İnönü, partisinin ortanın solunda olduğunu açıkladı (29 Temmuz). Alparslan Türkeş, CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) başkanı oldu (31 Temmuz).
Genel Seçimleri AP (Adalet Partisi) kazandı. TİP 15 milletvekili ile TBMM'de yer aldı (10 Ekim). Siyasal Bilgiler Fakültesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Yüksek Öğretmen Okulu, Fen Fakültesi fikir kulüpleri FKF'yi (Fikir Kulüpleri Federasyonu) kurdular. FKFnin aaı, 9-10 Ekim 1969'daki 4. Kurultay'da Türkiye Devrimci Gençlik Demekleri Federasyonu (Dev-Genç) oldu.
1966 ABD Başkanı Johnson'ın 1964'te dönemin başkanı İnönü'ye yazdığı ünlü mektup Hürriyet gazetesinde yayınlandı (13 Ocak).
72
Aylık Yeni Akış dergisi çıktı. 4 sayı yayınlanan derginin sahibi ve yazıişleri müdür Mehmet Ali Aslan idi. Yazılardan dolayı Aslan'ın yanı sıra Abbas İzol ve Kemal Burkay tutuklandı.
T-KDP'nin ilk genel sekreteri Avukat Faik Bucak, Urfa'nın Karaköprü mevkiinde hâlâ aydınlanmayan bir suikastte vuruldu (4 Temmuz). İki gün sonra hastanede öldü. Sonbaharda Malatya'da yapılan TİP 2. Kongresi'nde parti içindeki ayrılık su yüzüne çıktı. 1965 seçimlerinden sonra tartışılmaya başlanan «anti-emperyalist mücadele-sosyalist mücadele», «milli demokratik devrim-sosyalist devrim», «aşağıdan devrim-tepeden inmecilik» gibi sorunlar bir bölünmeye yol açmadı ama artık açıkça tartışılmaya başladı. Mihri Belli ve çevresi milli demokratik devrim tezlerini, Mehmet Ali Aybar, Sadun Aren ve Behice Boran ise sosyalist devrim görüşünü savunuyordu. Bu, 1960 sonrasında Türk solundaki ilk ve en büyük bölünme idi. Daha sonraki bölünmelerin de bir anlamda temeli oldu (20-24 Kasım). Yön'ütı yayın hayatını noktalamasından sonra, Mihri Belli ve çevresi, bir geniş cephe anlayışıyla haftalık Türk Solu dergisini çıkarmaya başladı (17 Kasım).
1967 Maden-İş, Lastik-İş ve Gtda-İş, DİSKİ (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kurdu (13 Şubat).
Doğu mitingleri başladı. Genellikle TİP (Türkiye İşçi Partisi) mensupları tarafından organize edilen ve «Doğu» gerçeğini kamuoyunda ilk kez yaygın bir şekilde tartıştıran mitingler, 2 yıllık bir dönem içinde sırayla şu merkezlerde düzenlendi: Suruç (17 Temmuz 1967), Silvan (13 Ağustos 1967), Siverek (24 Eylül 1967), Batman (8 Ekim 1967), Tunceli (15 Ekim 1967), Ağrı (22 Ekim 1967), Ankara (18 Kasım 1967), Hil-van (27 Temmuz 1969), Varto (2 Ağustos 1969), Siverek (2 Ağustos 1969), Lice (24 Ağustos 1969), Diyarbakır (3 Eylül (1969).
1968 TRT Ankara Televizyonu deneme yayınına başladı (31 Ocak.)
Ankara İlahiyat Fakültesi'nde boykot başladı. Bu, ülkedeki ilk fakülte boykotuydu (15 Nisan).
Ankara DTCF’de (Dil Tarih Coğrafya Fakültesi) boykot ve işgal başladı (10 Haziran).
73
Paris'te öğrenciler ile polis arasında kanlı çatışmalar oldu (11 Haziran).
Polisin İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi) Gümüşsüyü öğrenci yurduna yaptığı baskında Vedat Demircioğlu adlı öğrenci öldü. Demircioğlu, 1960 sonrasında siyasi bir olayda ölen ilk öğrenciydi (17 Temmuz).
SSCB önderliğindeki Varşova Paktı orduları Çekoslovakya'ya girdi. «Prag Baharı» noktalandı (21 Ağustos).
1969 ODTÜ Rektörünü ziyarete gelen ABD Ankara Büyükelçisi Robert Comer'in arabası üniversite bahçesinde öğrenciler tarafından yakıldı (6 Ocak).
Türkeş'in CKMP'si ad değiştirdi ve MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) adını aldı (9 Şubat.)
Çorum Özel İdaresi'ne ait Alpagut Linyit İşletmesi'nde çalışan 786 işçi 70 günlük ücretlerini alamadıkları gerekçesiyle işletmeyi işgal edip üretimi kendileri gerçekleştirmeye başladılar. Üretim yüzde 50 arttı (13 Haziran). Devrimci Doğu Kültür Ocakları kuruldu (Mayıs). Bu, cumhuriyet döneminde kurulan yasal ilk Kürt örgütü idi. Çoğunluğunu üniversiteli Kürt öğrencilerin oluşturduğu dernekler önce Ankara'da, ardından İstanbul'da, daha sonra da Diyarbakır, Silvan, Ergani, Batman, Kozluk Beşiri ve Kulp'da örgütlendi. DDKO'lar şubeler şeklinde değil, her biri bağımsız bir kuruluş olarak kuruldu. Daha 12 Mart 1971'den önce kurucu ve yöneticiler hakkında çoğu TCK'nın 141-142. maddelerinden olmak üzere dava açıldı. Sanıklar çeşitli mahkumiyetler aldı. 1974 affıyla salıverildiler. Sanıkların listesi şöyle: Fikret Şahin, Nusret Kılıçarslan, Mümtaz Kotan, Eyüp Sabri Çepik, Zeki Kaya, İhsan Yavuztürk, İbrahim Güçlü, Yümnü Budak, Nezir Şeminkanh, Faruk Araş, Ali Beyköylü, İsa Geçit, Ferit Uzun, Hasan Acar, Canip Yıldırım, Musa Anter, Mehmet Emin Bozarslan, İhsan Aksoy, Sait Elçi, Ali Yılmaz Balkaş, Mahmut Kıllı, Banal Bare, Niyazi Dönmez, Zerruh Vakıfahmetoğlu, Mehmet Tüysüz, Sait Pektaş, Cimşit Bilek, Mahmut Fırat, Şehmuz Aslan, İbrahim Halil Önen, Ahmet Zeki Okçuoğlu, Agâh Uyanık, Tayyar Alaca, Nizamettin Barış, Süleyman Atay, Fesih Şeşeoğulları, Ömer Bakkal, Eyüp Alacabey, Mehmet Demir, Kemal Burkay, Mehmet Mehdi Zana, Ruşen Arslan, Edip Karahan, Yusuf Ekinci, Tahsin Ekinci, Zülküf Bilgin, Mehmet Naci Kutlay, Tarık Ziya Ekinci, Abdûlhamit Karakoç, Nazım Sönmez, Niyazi Tatlıcı, Süleyman Çelik, Halit Ayçiçek, Abdurrahman Uçaman, Fikri Gürbüz Yıldızhan, Abdurrahman Düne, Ferudun Yazgan, Vedat Erkaçmaz, Yusuf Küıçer, Akif Işık, Bahri Evliyaoğlu, Mehmet Zeki Bozarslan, Fikri Müjdeci, Mehmet Sözer, Mehmet Gemici, Mustafa Düşenekli, Ömer Kan, Abdurrahman Demir, Mehmet Emin Tektaş, Ahmet Özdemir, İbrahim Er-batur, Mehmet Sıddık Yıldız, Ubeydullah Aydın, Sabri Yıldız, Ahmet Melik, Mehmet Nuri Sarmaşık, Kasım Kahraman, Mehmet Yıldız, Ferruh Kurtcebe Ozaner, Abdûsselam Basutçu, Mehmet Şirin Baltaş, İrfan Bozgil, Ahmet Eren, Hikmet Basutçu, Necmettin Şad, Abdullah Begik, Ahmet Suat Yıldırım, İbrahim Babaoğlu, Mehmet Emin Değer, Halil Bülbül, Abdülkadır Özışıklar, Nadir Yektaş.
74
Türkiye ile ABD arasındaki ikili anlaşmaları tek metinde birleştiren temel ikili anlaşma Ankara'da imzalandı (3 Temmuz).
Sait Kırmızıtoprak, Türkiye'de-KDP'yi kurdu. Genel seçimleri AP kazandı (12 Ekim). TÖS ve İlk-Sen 'e üye ilk ve orta dereceli okul öğretmenleri 4 günlük uyarı boykotu yaptı (15 Aralık).
1970
Necmettin Erbakan ve 17 arkadaşı Milli Nizam Partisi'ni (MNP) kurdu (25 Ocak).
Yeni sendikalar yasa tasarısını protesto eden 70 bin kadar işçi İstanbul ve Kocaeli'de yürüyüşler yaptı (15-16 Haziran).
TİP 4. Kongresi toplandı (29 Ekim). Kongrenin Kürt sorunuyla ilgili aldığı karar şöyleydi: «Türkiye'nin Doğu' sunda Kürt halkının yaşamakta olduğunu, Kürt halkı üzerinde baştan beri, hakim sınıfların, faşist iktidarların, zaman zaman kanlı zulüm hareketleri niteliğine bürünen, baskı, terör ve asimilasyon politikasını uyguladıklarını, Kürt halkının yaşadığı bölgenin, Türkiye'nin öteki bölgelerine oranla geri kalmış olmasının temel nedenlerinden birinin, kapitalizmin eşitsiz gelişme kanuna ek olarak, bu bölgede Kürt halkının yaşadığı gerçeğini göz önüne alan hakim sınıf iktidarlarının güttükleri ekonomik ve sosyal politikanın bir sonucu olduğunu, bu nedenle Doğu sorununu bir bölgesel kalkınma sorunu olarak ele almanın hakim sınıf iktidarlarının şoven-milliyetçi görüşlerinin ve tutumunun bir uzantısından başka bir şey olmadığını, Kürt halkının anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak ve diğer tüm demokratik özlem ve isteklerini gerçekleştirmek yolundaki mücadelesinin, bütün anti-demokratik, faşist baskıcı şoven-milliyetçi akımların amansız düşmanı olan partimiz tarafından desteklenmesinin olağan ve zorunlu bir devrimci görev olduğunu, Kürt halkının gelişen demokratik özlem ve isteklerini ifade ve gerçekleştirme meselesi ile, işçi sınıfının ve onun öncü örgütü partimizin öncülüğünde yürütülen sosyalist devrim mücadelesini tek devrimci dalga halinde bütünleştirmek için, Kürt ve Türk sosyalistlerinin parti içinde omuz omuza çalışmalarının gerektiğini, Kürt halkına karşı uygulanan ırkçı-milliyetçi şoven burjuva ideolojisinin, partililer, sosyalistler ve bütün işçi ve diğer emekçi yığınlar arasında yerle bir edilmesini sağlamanın, partinin ideolojik mücadelesinin ve gelişmesinin temel ve devamlı bir davası olduğunu, partinin, Kürt sorununa, işçi sınıfının sosyalist devrimci mücadelesinin gerçekleri açısından baktığını kabul ve ilan eder.» Anayasa Mahkemesi, sonradan TİP'i kapatırken bu kararı gerekçe gösterdi.
75
1971 İş Bankası Ankara-Emek Şubesi, Deniz Gezmiş ve arkadaşları tarafından soyuldu (11 Ocak).
NATO'nun Ankara-Kepekli Boğazı'ndaki elektronik taburunda görevli 4 Amerikalı asker Gezmiş ve arkadaşları tarafından kaçırıldı. Kaçıranlar bir bildiri ile THKO'nun (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) kurulduğunu ilan ettiler (4 Mart).
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ve kuvvet komutanları Faruk Gürler, Celal Eyicioğlu, Muhsin Batur hükümete bir muhtıra verdiler (12 Mart). Yeni kurulan Nihat Erim Hükümeti 11 ilde sıkıyönetim ilan etti (26 Nisan).
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) militanları tarafından İsrail'in İstanbul Başkonsolusu Efraim Elrom kaçırıldı (17 Mayıs). THKP-C bu tarihte yayınladığı bir bildiri ile kuruluşunu ve amaçlarım duyurdu. TİP, Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatıldı (20 Temmuz). Sait Kırmızıtoprak, Kuzey Irak'ta aralarında görüş ayrılığı çıkan Sait Elçi ve Mehemmede Bego"yu öldürttü. Bunun üzerine Irak-KDP de Kırmızıtoprak, Çeko ve Brûsk adlı üç Türkiye kürdünü kurşuna dizdirdi (Mayıs sonu ya da Haziran başı).
76
1972 Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını önlemek için 4 İngiliz teknisyeni kaçıran Mahir Cayan ve arkadaşları Niksar'ın Kızıldere ilçesinde öldürüldü. Ölenler şunlar: Mahir Cayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Sinan Kazım Özüdoğru, HûdaiAnkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Selahat-tin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy (30 Mart). Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan Ankara'da idam edildiler (6 Mayıs).
1973 Ankara'da Abdullah Öcalan ve arkadaşları, Kürt sosyalistlerinin ayrı örgütlenmesini savunan ayrı bir çevre oluşturmaya başladılar (Nisan).
TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist) ile TİKKO'nun (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) kurucusu İbrahim Kaypakkaya sorgu sırasında öldü (18 Mayıs). Arkadaşları onun işkence ile öldürüldüğünü ileri sürdüler. Genel seçimlerde Ecevit'in CHP'si birinci parti oldu (14 Ekim).
İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Demeği (İYÖKD) kuruldu (Kasım).
1974 Af yasasını meclis kabul etti (26 Nisan).
TSİP (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi) kuruldu (22 Haziran).
Kürt öğrenciler tarafından DDKD (Devrimci Demokratik Kültür Demekleri) kurulmaya başladı.
Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Demeği kuruldu.
Türkiye Kıbrıs'a çıkarma yaptı (20 Temmuz). İkinci harekat 14 Ağustos'ta başladı.
Bir grup Kürt aydını tarafından Komal Yayınlan kuruldu.
1975 Özgürlük Yolu çevresi tarafından gizli TKSP (Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi) kuruldu (Ocak sonu). Genel Sekreterliğe Kemal Burkay getirildi.
77
Vatan Partisi kuruldu (21 Ocak.)
Birinci MC (Milliyetçi Cephe) hükümeti AP, MSP, MHP ve CGP tarafından kuruldu ve meclisten güvenoyu aldı (12 Nisan).
Behice Boran ve arkadaşları tarafından TİP kuruldu (30 Nisan).
Mehmet Ali Aybar ve arkadaşları tarafından SDP (Sosyalist Devrim Partisi) kuruldu (30 Mayıs.)
Mihri Belli ve arkadaşları TEP'i (Türkiye Emekçi Partisi) kurdu (23 Şubat).
Kemal Burkay ve arkadaşları tarafından Özgürlük Yolu der¬gisi çıkarılmaya başlandı (Haziran). Derginin son sayısı 1979 Ocak ayında yayınlandı.
Sait Kırmızıtoprak'ın (Dr. Şıvvan) arkadaşları toplandı ve T-KDP'yi devam ettirme kararı aldı (20-25 Nisan).
1976
Komal Yayınevi çevresindeki Kürt aydınları Rızgari dergisinin ilk sayısını yayınladı (21 Mart).
DDKD-Şıwancılar olarak bilinen grup bölündü. Sovyetler Birliği'ni emperyalist olarak gören kanat «Kawa» adlı yeni bir grup oluşturdu.
Halkın Kurtuluşu adlı gruptan kopan Ali Rıza Koşar ve arkadaşları «Beş Parçacılar» diye bilinen bir fraksiyon kurdular.
1977
İstanbul-Taksim'deki l Mayıs mitinginde çıkan karışıklıklarda 36 kişi öldü (1 Mayıs). Failleri hâlâ bulunamadı. Genel seçimlerde CHP birinci parti oldu. Ama 226'lık salt çoğunluğu sağlayamayıp 213 sandalyede kaldı (5 Haziran). «Şıwancı»\ar olarak bilinen ve 1975'te T-KDP'yi sürdürme kararı alan grup adını «Kürdistan İşçi Partisi» (KİP) olarak değiştirdi. Ancak bunu açıklamadı.
T-KDP, üçüncü kongresinde bölündü. Sosyalist fikirleri benimseyenler KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) adıyla yeni bir hareket oluşturdular.
Kawa bölündü. Üç dünya teorisini savunmaya devam eden kanat «Denge Kawa» adıyla yeni bir grup kurdu. Demirel'in başbakanlığında 2. MC hükümeti kuruldu (21 Temmuz). Meclisten güvenoyu aldı (1 Ağustos).
78
1978 Ecevit hükümeti kuruldu (5 Ocak).
Doğu Perinçek ve arkadaşları TİKP'yi (Türkiye İşçi Köylü Partisi) kurdular (30 Ocak).
Hakkari'nin ilçelerinde I-KDP ile Talabani'nin Kürdistan Yurtseverler Birliği peşmergeleri arasındaki çatışmalarda yüzlerce kişi öldü (Mayıs).
«Kurtuluş» hareketi bölündü ve ayrılan Kürt sosyalistleri «Tekoşin» (Mücadele) adlı yeni bir grup oluşturdular. Rızgari hareketi bölündü. Ayrılanlar Ala Rızgari (Kurtuluş Bayrağı) adlı yeni bir dergi yayınlamaya başladılar. Kamuoyunda «Apocular» veya «UKO'cular» (Ulusal Kurtuluş Ordusu) adıyla bilinen grup Diyarbakır'ın Lice ilçesi Fiş köyünde düzenlediği ilk kongre ile Partiya Karkeren Kurdis-tan~PKK (Kürdistan İşçi Partisi) adım aldı (27 Kasım). Öldürülen iki solcu öğretmenin cenazesinde büyüyen olaylar sonucu üç gün içinde Kahramanmaraş'ta 104 kişi öldü (23 Aralık). Ecevit hükümeti 13 ilde sıkıyönetim ilan etti (26 Aralık).
1979 Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, ülkücü militan Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü (1 Şubat).
Senato üçte bir yenileme seçimlerinde (14 Ekim) CHP büyük oy kaybedince, Ecevit hükümeti istifa etti (16 Ekim). Silahlı kuvvetler, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanlarının imzasıyla Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e bir «uyan mektubu» verdi (27 Aralık). TKSP iki bölünme geçirdi. Ayrılanlar Kürdistan Halk Partisi ve Pekanin adlı iki grup oluşturdu.
1980 Ekonomide «liberalleşmeyi» ve Batılı ülkelerle entegrasyonu hedefleyen, çalışanlara kemer sıktıran ünlü ekonomik kararlar açıklandı (24 Ocak).
Silahlı kuvvetler, idareye el koydu (12 Eylül).
1981 KİP bölündü.
KUK bölündü. Ayrılanlar KUK-SE (Kürdistan Ulusal Kur-tuluşçulan-Sosyalist Eğilim) adıyla yeni bir grup oluşturdu.
1982 PKK, Devrimci Yol, THKP-Acilciler, SVP, TKEP, Devrimci Savaş, TKP/İşçinin Sesi ve TEB'in katılımıyla «Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi» kuruldu (l Haziran).
Yeni anayasa halkoyuna sunuldu. Yüzde 92'lik bir çoğunlukla kabul edildi (7 Kasım).
79
1983 Paris'te, 12 Kürt aydını tarafından «Kürt Enstitüsü» kuruldu.
Kurucular arasında Yılmaz Güney, Cigerhun, Osman Sebri, Hejar, İsmet Şerif Vanlı, Dr. Nurettin Zaza, Prof. Qanate Kurdo, Tewfik Wehbi gibi isimler vardı (Şubat). KİP, adını Kürdistan Öncü İşçi Partisi (Partiya Peşenga Karkeren Kurdistan-PPKK) olarak değiştirdi. Türkiye, sınırdan «eşkıya» tacizlerini önlemek gerekçesiyle Irak toprakları içinde 3 km'ya kadar bir operasyon gerçekleştirdi (27 Mayıs). I-KDP bunu çok sert eleştirdi. PKK ile Irak-KDP arasındaki güçbirliği protokolü imzalandı (Temmuz).
Ala Rızgari bölündü. Yekitiya Sosyalista Kürdistan (Kürdistan Sosyalist Birliği) ve Berbanga Kürdistan (Kürdistan Şafağı) adlı iki grup oluştu.
Genel seçimler yapıldı. ANAP 400 üyeli parlamentoda 211 sandalye kazandı (6 Kasım). Özal hükümeti kuruldu (13 Aralık).
1984 Aydınların 1260 imzalı dilekçesi Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanlığına verildi (19 Mayıs).
PKK, Eruh ve Şemdinli ilçelerini basarak silahlı hareket başlattı. HRK (Kürdistan Kurtuluş Birliği) kuruldu. (15 Ağustos).
Sinema sanatçısı Yılmaz Güney Paris'te öldü (9 Eylül). Irak'la Türkiye arasında, sınırda karşılıklı 5 km'ye kadar, önceden haber vermek kaydıyla, operasyon yapabilmeyi öngören 5 maddelik anlaşma imzalandı (5 Ekim). TKP, TİP, TSİP, TKEP, PPKK, TKSP ve KUK adlı örgütler «Sol Birlik» adıyla güçbirliği karan aldılar.
1985 PKK tarafından Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (Eniya Rızgariye Nttewa Kurdistan-ERNK) kuruldu (21 Mart). Türk ordusu Irak'ta ikinci sınırötesi operasyonu yaptı (5 Temmuz.)
1986 KUK tekrar bölündü. İki taraf da KUK adını kullanmaya devam etti.
Türk ordusu Irak'ta üçüncü sınırötesi harekatı gerçekleştirdi. Harekata 10 uçak katıldı (15 Ağustos).
80
1987 Türkiye, Irak sınırları içinde 30 uçağın katıldığı bir sınırötesi harekat gerçekleştirdi (4 Mart).
Irak-KDP Politbürosu, PKK ile güçbirliği protokolünü feshettiğini açıkladı (Nisan).
Türkiye AT'ye tam üyelik için başvurdu (14 nisan).
Rızgari, adını Kürt Kurtuluş Hareketi (Râdstina Rızgariya Kürdistan) olarak değiştirdi.
1988 Rızgari, adını Kürdistan Kurtuluş Partisi (Partiya Rızgariya Kürdistan) olarak
değiştirerek partileştiğini açıkladı.
Sosyalist Parti kuruldu (l Şubat).
Türkiye kökenli 8 Kürt örgütü Brüksel'de bir basın toplantısında Tevgera Rızgariya Kürdistan (Kürdistan Kurtuluş Hareketi) adı altında bir güçbirliği örgütü kurduklarını açıkladılar. Katılan örgütler şunlar: Ala Rızgari (Kur-. tuluş Bayrağı), Kürdistan Ulusal Kurtuluşçulan-Sosyalist Eğilim (KUK-SE), Kürdistan Yurtsever Güç Partisi (ParhJa), Kürdistan Demokrat Partisi-Ulusal Örgütü, Kürdistan Öncü İşçi Partisi (Partiya Peşenga Karkeren Kurdistan-PPKK), Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi (Partiya Sosyalist a Kur-distana Tırkiye-PSKT), Kürdistan Devrimcileri (Şoreşgeran Kürdistan), Yekitiya Sosyalista a Kürdistan (Kürdistan Sosyalist Birliği) (22 Haziran).
Avrupa Sorumlusu Avukat Hüseyin Yıldırım ve Kesire Öcalan, PKfCûan ayrıldılar.
1989 Paris Kürt Enstitüsü ve Fransa Özgürlükler Vakfi'mn ortaklaşa düzenlediği Paris Kürt Konferansı yapıldı (14-15 Ekim).
SHP Merkez Disiplin Kurulu, Paris'teki Kürt konferansına izinsiz katıldıkları gerekçesiyle 7 milletvekilini 4'e karşı 5 oyla ihraç etti. İhraç edilen «7»ler şunlar: Mahmut Almak, Adnan Ekmen, Mehmet Ali Eren, İsmail Hakkı Önal, Kenan Sönmez, Salih Sümer ve Ahmet Türk (17 Kasım).
81
1990 Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) yasal olarak kuruldu (4 Haziran).
SHP'nin hazırladığı «Kürt raporu» yayınlanmaya başlandı (15 Temmuz).
Ala Rızgari geleneğinden gelen çevre ve gruplar tekrar birleştiler (Ekim).
1991 Sosyalist Birlik Partisi (SBP) kuruldu (15 Ocak). KUK-Dara kanadı T-KDP ile birleşti (Mart). Stockholm Kürt Konferansı yapıldı (15-17 Mart). PKK kamplarına karşı Türkiye Irak sınırının içlerinde bir . harekat yaptı (Mart sonu)
Irak Kürt ayaklanması yenilince Türkiye'ye 500 bin kadar Kürt mülteci sığındı. İran'a sığınan mülteci sayısının ise bir buçuk milyon olduğu bildirildi. Sığınanlar içinde 50 bin kadar Türkmen ve Arap da var (Nisan). Batılı ülkelerin Kuzey Irak'ta kurduğu «güvenlik bölgesi» sonucu, Türkiye'deki 500 bine yakın mülteci ülkelerine döndü (Mayıs-Haziran).
82
«İç»i İle «Dış»ı Arasındaki Farklar
Sofu bir Müslüman için «Tanrıya inanır mısın» sorusu, kötü niyet olmasa bile, cehaletin ürünüdür. Türkiye kökenli Kürt örgütleri için de, «amacınız nedir» sorusu, buna yakın bir tepkiyle karşılanıyor: «Kürtler ayrı bir millettir. Kendi devletlerini kurmalarından daha doğal ne olabilir ki?»
İşte bu noktada «iç» ve «dış» Kürtler arasındaki politika farklılıktan devreye giriyor. İran ve Irak Kürt örgütleri, bu soruya, kendi kaderini tayin hakkını savunmalarına rağmen, «otonomi» diye cevap veriyorlar. «Gerçekçi» diye niteledikleri politikalarının ise, sadece bölge devletlerinin değil, Batılı ülkelerin de bağımsız bir Kürt devleti istemiyor olmalarına bağlıyorlar. İran ve Irak Kürt örgütleri, bu yüzden, değil bağımsızlık, gerçek anlamda bir otonomi için bile büyük bir devletin dışarıdan desteğinin şart olduğuna inanıyorlar. Son dönemde hemen bütün Kürt örgütlerinin Batıdan sağladıklarına inandıkları desteğe fazla önem vermelerinin altında da zaten bu tahlil yatıyor.
Kürt sözcü ve liderlerle görüşmelere 1989 yılı sonbaharında başladım. Birinci tur görüşmelerim sonucunda iç ve dış Kürtler arasındaki o günkü farkları notlarımın arasına koymuştum. Bugün gelinen nokta hakkında daha net bir fikir sahibi olmak için notlarımdan bazı aktarmalar yapmak istiyorum. Önce «bağımsızlık» konusu:
«Görüştüğüm iç Kürtlerin hemen tamamı ayrı devleti savunuyor. Bir tek Kemal Burkay'ın lideri bulunduğu Türkiye Kûrdistan Sosyalist Partisi, eşitliğin sağlandığı tek devleti tercih edeceğini açıkça söyleyebiliyor. Türkiye kökenli Kürt gruptan 'ayrı devlet' ya da 'bağımsızlık' derken, halkın bugünkü eğilimi ve talebi nedir, ona pek bakmıyorlar. Her örgüt bu konuda diğer örgütlerden ve kadro düzeyindeki insanlardan gelen ya da gelmesi muhtemel eleştiri ve suçlamalardan çekiniyor. Bu konuda en çok çekindikleri örgüt de, beklenebileceği gibi PKK. Zaten PKK tarafından derece derece 'hain', 'işbirlikçi', 'sömürgecilerin uşağı', "reformist', uzlaşmacı'diye suçlanan Türkiye kökenli diğer Kürt grupları, 'biz aslında birliği tercih ederiz' diyecek olursa, en azından 'uzlaşmacı' kimliklerini ele vermiş sayılmaktan çekiniyorlar. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın 'birliği' vurgulayan son açıklamaları, diğer gruplarda açık bir rahatlama yarattı. Böylece, PKK'dan gelen 'uzlaşmacı' suçlamalarının en azından hafifleyeceğini hesaplıyor bazıları. Ancak bazı örgütler de, 'biz demiştik' uyanıklığı içinde aynı suçlamayı PKK'ya yöneltmeye hazırlanıyor.»
«Dış» Kürtlerin hemen tamamı «otonomi» derken, «iç» Kürtlerin «bağımsızlığı» vurgulamaları nedenlerinden biri olarak da, 1989 sonunda şu notu düşmüşüm:
«İç ve dış Kürtler arasındaki bu farkın nedenleri tartışılabilir. Ancak ilk göze çarpan şu: Dış Kürtler bir açıklama yaparken 'halk ne der' diye hesap yapıyor. İç Kürtler ise, genellikle, 'diğer gruplar ve kadrolarım ne der' kaygısı içinde.»
İki yıl sonra bugün durum nedir?
Mart 1991 'de Stockholm Kürt konferansında Türkiye kökenli hemen tüm Kürt gruplarıyla yeniden konuşma fırsatı buldum. Değişme şaşırtıcıydı. Kürt sözcü ve liderlerde «revizyonizm», «uzlaşmacılık», «işbirlikçilik» mayınlarıyla dolu arazide yürüdüğünü sanan insanların doktriner katılığı çözülmeye başlamıştı. Hepsinde gelişen eğilim, «birlikçi» tutumdu. PKK dışındaki gruplar, Abdullah Öcalan'ın son dönemde birliği vurgulayan açıklamalarının da verdiği rahatlıkla, suçlanma endişesi taşımadan görüşlerini açıklıyorlardı.
Ama Kürt Örgütlerindeki esnekliğin asıl kaynağı PKK'daki değişme değildi. Bizzat PKK'yı da etkileyen faktörler, bölgedeki ve Türkiye iç siyasetindeki gelişmelerden kaynaklanıyordu. Bu faktörlerden en önemlisi, sosyal ve siyasi sürecin sonuçta «Kürtçe yasağı»nı kaldırma aşamasına gelmesiydi. Bir diğer gösterge de, Iraklı Kürt liderler Celal Talabani ve Muhsin Dizayi'nin Mart (1991) başında «devlet davetlisi» olarak Türkiye'ye gelmeleriydi.
Bu iki belirtinin bölgedeki pek çok değişikliğin habercisi olduğuna inanan Kürt örgütleri, şimdi bunun çapını ve hızını kestirmenin arayışı içindeler.
Sayfa 25-26
Kürt Örgütlerinde «Reform» Şaşkınlığı
Özal tarafından atılan bazı adımlara «reform» diyecek olursak, şimdi Kürt örgülerinin hepsinde bir «reform şaşkınlığının yaşandığını söyleyebiliriz. PKK dahil, Türkiye kökenli bütün Kürt örgütleri, Ankara'nın tam da ne yapmak istediği, nasıl bir takvime sahip bulunduğu konusunda net bir fikre sahip olamamanın tedirginliğini yaşıyorlar desem, fazla abartmış sayılmam. Kürt örgütleri önceki dönemde siyaset tespit etme açısından son derece rahattılar. Nasıl olsa Ankara her şeye karşı çıkıyor, Kürt meselesinin çözümüne yönelik hiçbir siyasi ve sosyal açılımda bulunmuyordu. Örgütlerin savunduğu her şeye «hayır» diyen bir yönetime karşı çıkmak, buna ilişkin siyasetler geliştirmek, onlar açısından pek de zor değildi. Örgütler de «her şeye karşı olduğunu» açıklayarak devreyi tamamlıyorlardı.
Ama şimdi durum bir ölçüde değişti «Dil yasağı» gibi hiçbir platformda savunulamayacak uygulama artık gündemden kalkıyordu. Talabani ve Dizayi'yi davet ederek de Ankara, Kürt meselesinde Ortadoğu 'da yeni bir siyasi turnike olma niyetini ortaya koyuyordu. Ankara, Kürt meselesinde ilk defa inisiyatifi ele almış gözüküyordu böylece.
Stockholm konferansı sırasında, PKK hariç, Türkiye kökenli hemen bütün Kürt grupları lider ve sözcülerine şunu sordum: «Ankara'nın yeni reformcu yaklaşımına nasıl karşılık vereceksiniz?» Hepsinin esnek bir tutuma yöneldiği açıktı. Ancak, bunun kadar açık olan bir başka yön ise, «reformcu bir Ankara»ya karşı hiçbirinin hazırlıklı olmadığıydı. Birçoğu Türkiye'ye dönme, yasal platforma çıkma olanaklarını araştırma fikrini bile gündemlerine yeni alıyordu. Bu yüzden, hiçbir Kürt grubu Özal'ın adımlarına karşı somut politikalarla çıkamadı.
Aynı durumu PKK'da da gördüğümü söyleyebilirim. Ancak PKK, diğerlerine göre daha dinamikti Öcalan'ın ağzından sadece devlete ve Türk kamuoyuna yönelik mesajlar verdi. Öcalan iki konuda vurgulama yapmaya özen gösterdi: Silahta ısrarlı olmayıp siyasi çözümleri de kabul edebilirlerdi. İkinci olarak da, «illa ayrı devlet peşinde değillerdi». Hatta en son benimle yaptığı görüşmede, «Türkler bıraksa bile biz Türkleri bırakmayacağız» diyecek kadar esnek gözükmeye dikkat etti.
Ancak, Öcalan 'in bir noktada farklı bir tutum içinde olduğu görülüyor: Silahlı eylemlere devam mı, yoksa, en azından bir süre için tamam mı? Eylemler, bu soruya «devam» karşılığı verdiğini gösteriyor. Zaten görüşmemizde «silahla bugüne kadar sonuç aldık» diye bir değerlendirme yaptı ve buna bağlı olarak da «önümüzdeki dönemde silahlı eylemleri tırmandıracağız» yönünde bir açıklamada bulundu. Kamuoyuna vermeye çalıştığı esneklik mesajlarıyla, devanı eden silahlı eylemler arasında bir çelişki olduğunun o da farkında. Bu yüzden olacak ki, «daha seçilmiş», «daha makul» hedeflere «vurmaktan» söz etti. Böylece kamuoyunda büyük tepki yarattığını gördüğü kadın ve çocuklara yönelik eylemlerden kaçınılacağını, ima yollu da olsa vurgulamaya çalıştı.
Bu arada, geçerken belirtmek isterim. PKK liderinin, kadın ve çocuklara yönelik eylemlerin merkezi bir politika sonucu olmadığı yönündeki açıklamaları bana ikna edici gelmedi. Diyarbakır'a, Hakkari'ye yaptığım çeşitli seyahatlerden biliyorum. Feodal intikamcı değerlerin hâlâ belli oranda geçerli olduğu Kürtler arasında, «işbirlikçi» ve «hain» olarak nitelenen insanların kadın ve çocuklarını da yok etmek, Güneydoğu'da sanıldığından daha az tepki topluyor. Bu tür eylemler, feodal meşruiyet platformuna fazla uzak değil. PKK'nın son dönemde kadın ve çocuklara yönelik eylemlerden uzak durmaya çalışmasında bölge içi tepkilerden çok, bölge dışı faktörlerin etkili olduğunu düşünüyorum. Öcalan için devlete ve kamuoyuna siyasi mesajlar vermenin önemi arttıkça PKK'nın sürpriz dönüşler yapabileceğini, şaşırtıcı esneklik gösterilerine gireceğini söylemek, spekülasyon sayılmamalı.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Çankaya'dan esen esneklik ve ılımlılık rüzgârı, daha bu aşamada Türkiye kökenli bütün Kürt örgütleri üzerinde etkisini fazlasıyla göstermiş durumda. Eğer süreç bu yönde ilerlemeye devam ederse, şaşırtıcı derinleşmeleri hep birlikte yaşayacağız.
Sayfa 27-28
10 Ocak 2009 Cumartesi 13:02 tarihinde Kemal Simsek <kemalsi...@gmail.com> yazdı:
Fransa'da kabine açıklandı - Sarkozy / Kouchner
Fransa'da kabine açıklandı
BBC - 18 Mayıs 2007
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, François Fillon başkanlığında oluşturulan yeni kabinenin üyelerini açıkladı.
Fillon'un daraltılmış kabinesinde 15 bakan var
Sarkozy'nin kapsamlı ekonomik ve toplumsal reform programını uygulayacak olan kabinede görev tanımları ve sorumluluk alanlarında değişiklikler yapıldı.
Sarkozy, üye sayısı itibariyle daraltılmış kabinede, en önemli görevlerden bir kaçına diğer partilerden isimleri getirdi, kadınlara erkeklerle eşit sayıda görev vermeye çalıştı.
Kabinedeki bakanlardan sadece biri kırk yaşın altında, beşi ise altmış yaşında ya da üzerinde.
Dışarıdan bakanlar
Kabinedeki en dikkat çekici isimlerden birisi Dışişleri Bakanlığı'na getirilen Bernard Kouchner.
Ana muhalefetteki Sosyalist Parti'den eski bir sağlık bakanı olan Senatör Kouchner, çoğu zaman partisinin çizgisine göre farklılıklar sergileyen bir siyasetçi.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) yardım kuruluşunun kurucularından olan Nobel Barış Ödüllü Kouchner, ayrıca Birleşmiş Milletler'in eski Kosova yüksek temsilcisi.
Kouchner, Sarkozy'nin aksine Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkmamasıyla tanınıyor.
Türkiye, Kouchner'in Sosyalistlerin gündeme getirdiği 'Ermeni soykırımı'nın inkarını suç sayan yasa konusundaki tavrını da merakla izleyecek.
Fransız dış politikasını 67 yaşındaki Sosyalist Kouchner belirleyecek
Merkez eğilimli Fransa Demokrasi Birliği UDF'den Herve Morin de savunma bakanı oldu.
Morin bir süre merkezci siyasetçi François Bayrou'ya yakın durmuş, ancak daha sonra Sarkozy'ye yakınlaşmıştı.
Bu isimlerin kabineye girmesi hükümeti geniş bir tabana oturtmak isteyen Sarkozy için önemli bir başarı.
Süper bakanlıklar
Kabinede bakan sayısı 15'e düşürüldü ve bazı bakanlıklar birleştirildi. Göçmenlik konusu içişleri bakanlığının sorumluluğundan alınıp ayrı bir bakanlık yapıldı, sağlık ise gençlik ve spor bakanlığıyla birleşti.
Çevre, enerji ve ulaşımdan sorumlu olan yeni "süper-bakanlık" için eski başbakan Alain Juppe görevlendirildi.
Eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac kampının önde gelenlerinden olan 61 yaşındaki Juppe'nin adı bir süre önce yolsuzluk skandallarına karışmıştı.
BİRLEŞTİRİLEN BAKANLIKLAR
Çevre, Enerji ve Ulaşım
Ekonomi, Maliye ve İstihdam
Göçmenlik, Entegrasyon ve Ulusal Kimlik
Çalışma, Toplumsal İşler ve Dayanışma
Sağlık, Gençlik ve Spor
Parti içindeki mali finansman skandalı dolayısıyla Juppe, 2005 yılında bir yıl kamu görevinden men cezası almıştı.
Çalışma bakanı Jean-Louis Borloo ise birleştirilen çalışma ve ekonomi bakanlıklarının başına getirildi.
Cumhurbaşkanı'nın en önem verdiği konular arasındaki göçmenlikten sorumlu olacak yeni Göç, Entegrasyon ve Ulusal Kimlik Bakanlığı için ise Sarkozy'nin yakın çevresinden Brice Hortefeux seçildi.
Yedi kadın bakan
Kabinede Sarkozy'nin daha önceki vaatleri doğrultusunda yedi de kadın bakan bulunuyor.
Bunlar arasında İçişleri Bakanlığı'na getirilen eski Savunma Bakanı Michele Alliot-Marie ve Adalet Bakanlığı'na getirilen Sarkozy'nin Cezayir- Fas kökenli kampanya sözcüsü Rachida Dati'nin adları dikkat çekiyor.
Christine Lagarde (Tarım ve Balıkçılık), Roselyne Bachelot (Sağlık, Spor ve Gençlik), Valerie Pecresse (Yüksek Öğretim) Christine Boutin (Konut ve Kentsel Yaşam) ve Christine Albanel (Kültür ve Haberleşme ayrıca Hükümet Sözcüsü) de diğer kadın bakanlar.
Xavier Bertrand (Çalışma, Toplumsal İşler ve Dayanışma), Xavier Darcos (Eğitim) ve Eric Woerth (Kamu Maliyesi ve Bütçe) de diğer kabine üyeleri.
Göçmen kökenli bir aileden gelen Dati, Adalet Bakanı oldu
Bu kabine aynı zamanda ülkeyi 10 ve 17 Haziran'da düzenlenecek genel seçime hazırlayacak.
Sarkozy, dün Başbakanlığa 53 yaşındaki François Fillon'u getirmişti.
Sarkozy'nin Halk Hareketi Birliği (UMP) partisinden eski bir bakan olan Fillon, Sarkozy'nin reform girişimlerini benimseyerek destek verecek bir isim olarak görülüyor.
Fillon'un sosyal işler bakanı iken emeklilik sisteminde, bunu takiben eğtim bakanıyken okullarda yaptığı reformlar protestolarla karşılanmıştı.
Sarkozy de ülkede köklü reform ihtiyacına inanıyor. Seçimi de önümüzdeki beş yılı kapsayan görev süresinde Fransa'ya yeni bir yön verme vaadiyle kazandı.
Sarkozy, dış politikada önceliklerinin insan hakları ve küresel ısınmayla mücadele olacağını söylemişti.
10 Ocak 2009 Cumartesi 12:51 tarihinde Kemal Simsek <kemalsi...@gmail.com> yazdı:
GİRİŞ
Abi, Buralarda Bir Kürt Enstitüsü Varmış
Paris'te, La Payette Caddesi'nde telefon kulübesi bulmak için etrafıma bakınırken, yanıma iki esmer genç yaklaştı. Bıyıklı, yakalan açık ve utangaçtılar. Belli ki, bizim «Doğulu» vatandaşlardan. İlk sorulan, «abi, sen Türk müsün» oldu. «Evet» demem üzerine ikinci soru geldi: «Abi, buralarda bir Kürt Enstitüsü varmış, yerini biliyor musun?»
Güldüm. «Türk» olarak bir «Kürt» kuruluşunun yerini bilmem çok doğal gibiydi onlar için. Son yıllarda Türkiye'de «Kürt» ekseni etrafında yapılan «bölücülük» tartışmalarının yaratmış olması gereken ayrımın pek farkında değildiler sanki. Kürt Enstitüsü 'nü arıyorlardı ama kafalarındaki kimlik katarının «biz» kompartımanı, «Kürt» ve «Türk» vagonlarının önünde gidiyordu hâlâ.
Hemen yakındaki binayı gösterdim, «sağ ol» diyerek gittiler.
Aslında aynı paradoksu, Türkiye kökenli Kürt sol gruplarının liderleri ile görüşürken de yaşıyor insan. Siyasi konuşmalarda «Kürt» ve «Kürdistan» kelimelerine vurgu yapmaya özen gösteren sözcüler, sohbet faslı başlayınca, Türkiye ile ilgili her şeyi «biz» kavramının içine alıveriyorlar hemen. Türkiye'nin «artı»ları da, «eksi»leri de «bizim» oluveriyor.
«İç» Kürtlerin yanı sıra «dış» Kürtlerin liderlerinin «dostluk-düşmanlık haritasındaki koordinattan da «biz»e fazla uzak değil aslında.
Sıradan «dış» Kürdün bakışı nasıl acaba? Kerkük, Erbil ve Duhok'tan Türkiye sınırına doğru kaçan yüzbinlerce Kürt içinde bir peşmergenin şu sözünü kolay unutamam. Çoğu kadın ve çocuk «ölüm den kaçış kervanı»nı göstererek, «Türkiye'de böyle bir şey olmaz» demişti. Açıklama isteyen bakışlarıma cevabı ise oldukça kısaydı:
«Her şeyden önce Türk halkı razı gelmez.»
Ama Türkiye kamuoyu sorunun farklı yönlerini öğrenme imkânına sahip olamadı. Bırakalım sokaktaki sıradan insanımızı, çözümler üretmede sorumluluk taşıyan aydınlarımızla «Kürt meselesi» arasına «bölücülük» duvarı çekildi bugüne kadar. Bunda resmiyetin yasakçılığının yanı sıra, Türkiye kökenli Kürt örgütlerinin siyasi çalışmayı «bağımsızlık ajitasyonu» ile sınırlamalarının rolü inkâr edilebilir mi?
Ana Muhalefet Hangisi?
Sadece Türkiye'nin değil, Ortadoğu'nun da başlıca sorunlarından biri durumuna dönüşen bu konunun «bölücülük» dar zeminine sığmayacağını benimseyenler artık küçük bir azınlık olmaktan çıktılar. «Kürt meselesini tartışmalıyız» yaklaşımı bugün eskimeye yüz tuttu, «tartışma»nın kendisi yapılmaya başlandı yavaştan.
Bunu sadece son bir-iki ayın gazete ve kitap yayınlarını dikkate alarak söylemiyorum. Öncesi de var. İşte, bana göre oldukça anlamlı sayılabilecek bir örnek: Geçenlerde büyük bir gazetemizin arşivinde Kürt meselesiyle ilgili bir bilgi için dosyaları tarıyordum. Dosyaların çokluğu dikkatimi çekti Sadece PKK ile ilgili olanları saydım. 1984 Ağustosunda eylemlere başlayan PKK'yla ilgili irili ufaklı tam 49 kupür dosyası vardı.
Nedense, kafamdan bir «acaba» geçti İki büyük muhalefet partimizle ilgili Türk basınında aynı dönemde çıkan haberlerin hacmi ne kadar diye düşündüm. Sonuç, beklediğimden de şaşırtıcı çıktı. DYP'nin dosya sayısı ancak 35'ti Ana muhalefet SHP'ninki daha fazlaydı ama yine de 46'da kalıyordu.
Yanlış anlamayı önlemek için peşinen belirteyim. Dosyalar sadece bir gazetede çıkan haberlere göre değil, ortanın sağı solu, belli başlı bütün Türk gazete ve dergilerinden kesilen yazılardan oluşuyordu.
Bu duruma bakarak, olguların protokolü resmiyetinkini alt üst etti desem, haksız sayılır mıyım bilmem? Hayat, Kürt meselesini toplumsal gündemin en başına kendiliğinden getirip yerleştirdi Biz ne kadar tersini de iddia etsek, görmezlikten gelip yasaklasak da, toplum olarak gerçekte Kürt meselesini hep tartıştığımız anlamı çıkıyor bu olgudan.
Yazılı basın böyle. Ya devlet televizyonu nasıl acaba? Mehter takımı gibi arada geri vitese takmasına rağmen, televizyonun konuya açılımı «iki adım ileri» değil, sanki bir sıçrama.
Nisan ayının ilk günleriydi Bir yabancı gazeteci grubuyla Irak'tan yeni döndüğümüzde TRT Van muhabiri benimle de röportaj yapmak istedi Kürt bozgunu henüz başlamış, sınırlarımıza doğru sayılan yüzbinlerle ifade edilebilecek bir mülteci akını sözkonusuydu Olayın en yeni görgü tanıklarıydık. «Kabul ama» dedim, «Kürt kelimesini kullanmam şartıyla.» Her şey bir yana, sınırlarımızda yaşanan dramı «Kürt»süz anlatabileceğimi aklım kesmemişti
Muhabir arkadaş oldukça rahattı. «Oo, siz yokken çok şey değişti Talabani bile televizyona çıktıktan sonra(*), sen 'Kürt' demişsin, hiç önemli değil» diye açıkladı rahatlığının nedenini.
Gerçi devlet televizyonu şimdi «Kuzey Iraklı» ile «Kürt» arasında gidip geliyor ama bir tabudan söz edilemez artık. Iraklı Kürt liderler Mesut Barzani ve Celal Talabani, televizyon haberleri sayesinde toplumumuz için aşina yüzler arasına girdiler bile. Seçimlerde yüzde 8-9 oy almış muhalefet liderlerine bile ekran yasağı uygulayan devlet televizyonu için bunun başdöndürücü bir değişme olduğunu söylesem, hiç de ölçüyü kaçırmış sayılmam.
(*) l Nisan 1991'de yayınlanan 32. Güri programında Celal Talabani ile yapılan bir söyleşiye de yer verildi.
Neden «Kürt Dosyası»?
Bütün bunlara rağmen zorluklarımız büyük. Tartışma, veriler ve bilgiler temelinde yürütülürse, anlamlı olur. Oysa, Kürt meselesinde Türkiye'de sloganlar ve suçlamalar dışında o kadar az malzeme var ki herkesin ulaşabileceği. Çoğu da son bir-iki ayın ürünü.
Mesleğim gereği Kürt meselesiyle 1987'den beri yakından ilgilendiğimi söyleyebilirim. Son 5 yılda, iç ve dış, hemen bütün Kürt liderlerle birkaç kez görüşme fırsatı buldum. Kürtlerin yaşadığı diğer ülkelere gidip olayların içinde yaşama şansım oldu. Hem hükümetin kontrolündeki, hem de peşmergelerin elindeki Kürt bölgelerini dolaştım. 1988 sonbaharındaki Kürt mülteci akınını ve 1991 baharındaki yüzbinlerin dramını o insanlarla birlikte yaşadım. Paris ve Stockholm Kürt konferanslarını, kulisiyle birlikte, yerinde izledim. Gazeteci olarak yürüttüğüm çalışmaları, bir gün kitaplaştırabilirim düşüncesiyle, başından beri kapsamlı tutmaya gayret ettim. Sonuçta ortaya, gecikmeli de olsa, bu çalışma çıktı.
Kürt liderlerle görüşmeleri yürütürken, tek bir ölçüye dikkat ettim: Bilgi verici olmak. Kendi rolümü aktarıcı ya da yansıtıcı olmakla sınırladım. Önemli olan, büyük ya da küçük, iç ya da dış, ulaşabildiğim bütün Kürt örgüt ve çevrelerin, temel tartışma konularında programının ne olduğunu birinci elden vermekti.
Kaçınılmaz bir kuruluğa yol açacağını, bunun da okumayı zorlaştıracağını bilmeme rağmen, Kürt liderlerle onların görüşleri üzerine tanışmaya girmedim. Bu, onlarla her konuda mutabık olduğum anlamına gelmiyor. Okuyucu ile liderler arasına girmek yerine, görüşlerin tartışmasını kamuoyuna bırakmayı tercih ettim. Zaten Kürt meselesinde eksiğimiz de bu değil mi?
Kürt meselesinde benim açımdan tartışılmaz bir tek gerçek vardır: O da bu konuda her şeyin tartışılması gerektiğidir. Etnik kökeni ne olursa olsun, bütün insanlarımızın çıkarına olacak çözümlerin ancak böyle bulunacağına inanıyorum.
Amacım, Türk olsun, Kürt olsun bütün insanlarımızın gönüllü ve eşit birliğine, ufak da olsa, böylece katkı yapabilmektir.
Okuyucu ile Kürt lider ya da sözcüler arasına girmeyeceğim dedim. Ama, önsöz niyetine de olsa, birtakım gözlemlerimi aktarmam, büsbütün yararsız olmayacak sanırım. Yıllar öncesine kısa bir gezinti ile başlamak istiyorum işe.
Ceviz ve Üzüm Karşılığı Kürtçe Küfür Dersleri
«Kürt» sözünü ilk ne zaman duyduğumu doğrusu hatırlayamıyorum, ilçemiz Kaman 'in birkaç da Kürt köyü bulunduğu için çok erken bir yaşta olsa gerek. Ancak, bir Kürtle ilk defa karşılaşmamı hiç unutmadım bugüne kadar.
İlkokulun galiba ikinci sınıfındaydım. Ders yılının ortasına doğru okulumuza yeni bir öğrenci geldi «Kürt» olduğunu söylüyordu herkes. Cin gibi biriydi Yanlış hatırlamıyorsam, bizim köye gelin gelmiş ablasının yanında kalıyordu. Şimdi belleğimi zorluyorum, o günlerde kafamda bir «Kürt» kavramı var mıydı diye. Yoktu. O dönemde köyümüze gazete girmediği, radyo ve televizyon da olmadığı için, Iraklı Kürtler yurtlarından sürülseydi bile haberim olamazdı zaten. Köylülerim için ise etnik köken farkı önemli sayılmıyordu ki, kafamda «Kürt» kavramı oluşmamıştı henüz.
İsmini şimdi hatırlayamadığım çocuk sayesinde sadece ben değil, bütün okul «Kürt»ü keşfetmeye başladık. İlk öğrendiğimiz şey, Kürt olmanın insana «küfretme özgürlüğü» sağladığı oldu. Kendimizden farklı gördüğümüz için, gaddarlık derecesinde olmasa bile sık sık takılır, kovalardık çocuğu. O da hem kaçar, hem de ağız dolusu bir Şeyler söylerdi bize. Başlangıçta bir türlü anlamıyorduk ama küfrettiğini çıkarmakta gecikmedi çocuk aklımız.
Aslında bu konuda tecrübesiz sayılmazdım. Daha ilkokula bile gitmiyordum. Hirfanlı Barajı inşaasında çalışan ecnebi mühendisler gelmişti köyümüze. Sarı saçları, ince uzun boylarından çok, konuşurken anlaşamamak şaşırtmıştı beni. Ne konuştuklarını anlamıyordum. Aslında onların ne konuştuğunu anlayamayışım değildi garip olan. Bu koca koca adamlar da bizim ne söylediğimizi anlamıyormuş. Hatta, baraj inşaatında çalışan köylülerimizden öğrendiğimize göre, analarına, avratlarına küfretsek bile farketmiyorlarmış.
Benden büyük birkaç çocuk bunu denemeyi önerdiklerinde «hayır» diyemedim. Fakat, «ya anlarlarsa» korkusuyla, diğerlerinin aksine, sesim ancak bir mırıltı gibi çıktı. Korkum boşunaymış. Gerçekten, dönüp bakmadılar bile.
İşte, yabancı dil konusundaki bu tecrübe zenginliğim sayesinde Kürt çocuğu ile aramdaki ilişki değişti. Artık ceviz ve üzüm taşıyordum ona. Bir tek isteğim vardı: Kürtçe küfür etmeyi öğretmesi.
Kürt çocuğu ders yılı bitmeden okulumuzdan ayrıldığında, küfür repertuarım hayli zenginleşmişti. Bazılarını bugün bile unutmadım.
Ortaokuldan itibaren sınıflarımda hep Kürt çocuktan oldu. Yaşımla birlikte kafamdaki Kürt kavramının içi de dolmaya başladı. Ama natürel Kürt gerçeği ile ilk kez öğretmenliğimde yüzyüze geldim.
Hakkari Dedikleri
Selahattin Şimşek'in «Hakkari Dedikleri» kitabının da etkisiyle, aldığım ilk tayin yazısında gönüllü isteğim üzerine gidiş adresi olarak Hakkari yazıyordu. Aynı okuldan mezun olduğumuz çocukluk arkadaşım Özer Yavuz'la birlikte Kırşehir'den ömrümüzün ilk uzun yolculuğuna çıktık.
Evranis (Demirtaş) köyünün dik yokuşlu patika yolunda, 18 yaşıma rağmen, nefesimin kesilmesini gülerek seyreden yeni köylüm Abdullah Yaşar'ı ilk portre olarak hafızama kaydettim. Köydeki izlenimlerim, malumun ilanı da olsa çarpıcıydı benim için. Kadınların hiçbiri konuştuğum dili bilmiyordu. Erkekler ise Türkçe ile gerçek anlamda ilk kez askerde karşılaşmıştı. Sadece Türkçe okuma-yazma öğretmek, köydeki 8 ayımın özetiydi denilebilir.
Iraklı Kürt lider Molla Mustafa Barzani'ye coğrafya bakımından oldukça yakında bulunuyorduk aslında. Ama köylüler de, ben de bu konuyu hiç açmadık birbirimize. Sanki aramızda anlaşma yapmıştık. 24 yıl sonra tekrar karşılaştığım Evranis köyünün imamı İhsan Aydoğan da, «Barzani bizim için uzak bir alemin gerçeğiydi» diye değerlendirdi o günleri. Barzanilerle değil ama rüzgârıyla karşılaştım bir kez.
Yoğun kar yağışlı bir ay başında, maaş dönüşünde, bir grup öğretmenle zorunlu olarak konakladığımız bir karakolda jandarmaların Hakkari merkezden aldıktan, «Barzani'nin uçağı sınırı geçmiş» haberi üzerine nasıl heyecanlandıklarını hatırlıyorum.
O yıllarda bütün dikkatim TİP (Türkiye İşçi Partisi) ve TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) üzerinde toplandığı için, Hakkari'nin çifte kimlikli olduğunu farkedememişim ne yazık ki. Bu, bilincimde «Kürt» bulunmasına rağmen, «meselesi» olmamasından ileri geliyordu galiba. Sanıyorum tüm Türk solu böyleydi o dönemde.
Hakkari'de Barzani-PKK Rekabeti
İlkinden tam 20 yıl sonra, 1987'de Hakkari'ye bu kez gazeteci olarak gittiğimde ancak farkedebildim şehrin çifte kimliğini Hakkari'nin vitrine koyduğu bir «resmi» kimliği vardı, bir de pek saklı tutmadığı «öteki» kimliği. Övgü ya da eleştiri penceresinden bakmıyorum konuya. Bir olgu bu. Dönüşte, gazetemde gözlemlerimi «Hakkari'de Barzani-PKK Rekabeti» başlıklı yazıda şöyle dile getirdim:
«Hakkari'de bugün biri açık, diğeri alttan alta, iki mücadele sürüyor. PKK'nın devlete karşı yürüttüğü hareket açıkta cereyan ediyor. Barzanilerin Kûrdistan Demokrat Partisi (KDP) ile PKK arasında 2 yıldır giderek artan rekabet ise, şimdilik pek dikkati çekmeyen gizli bir çekişme halinde gidiyor. KDP'nin Hakkari'ye ilişkin siyaseti eskiye dayanıyor. Bazı Kürt kaynaklarına göre, Barzaniler Hakkari'yi Kuzey Irak'ın 'doğal uzantısı' sayıyorlar. Burada Türkiye kökenli Kürt gruplarının örgütlenmesini istemiyorlar. Şimdi iyice zayıflamış bulunan Türkiye Kûrdistan Demokrat Partisi de, geçmişte burada örgütlenmiyordu. 12 Eylül'den önce Türkiye kökenli solcu Kürt gruplarının Hakkari'de sadece gençlik ve aydın kesimde taraftar bulabilmesi de buna bağlanıyor.
Bu kuralı ilk bozan Kürt örgütü PKK oldu. 12 Eylül'den önce, değil köylük kesimde, Hakkari'nin il ve ilçe merkezlerinde bile taraftarı bulunmayan PKK, 1982'den itibaren köylere girmeye başladı.
Barzaniler, 1985 ortalarına kadar PKK'nın Hakkari'deki eylemlerine ve örgütlenmesine pek ses çıkarmadılar. Tutum değişikliği ise iki temel nedene bağlanıyor:
Birincisi, KDP doğal cephe gerisi olarak gördüğü Hakkari'de başka bir örgütün üstünlük kurmasını, uzun vadeli çıkartan açısından doğru bulmadı. 1978 Mayısında, Talabani'ye bağlı 400 kadar silahlının Barzanilerin emriyle Hakkari'de yok edilmesi, Kürt örgütleri arasındaki rekabetin şiddetine örnek gösteriliyor. Hakkari'deki bu hesaplaşmanın Türkiye devletinin gözü önünde cereyan etmesi de dikkat çekilen başka bir nokta.
İkincisi ise, PKK'nın Hakkari bölgesindeki eylemleri KDP'ye zarar veriyor. KDP Merkez Komitesi üyesi Dr. Sait Barzani'nin de açıklıkla söylediği gibi peşmergelerin silahı İran ve Irak'tan, erzağı ise, kaçakçılıkla da olsa Türkiye'den gidiyor. Kaçakçılığa Türk yetkililerin ister istemez göz yumduğu ise, herkesin üzerin¬de birleştiği bir konu. PKK'nın eylemleri yüzünden Türkiye'nin bölgeye asker yığması da Barzanileri düşündürüyor. Barzani-PKK çekişmesi sınır köylerinde daha açık görülüyor. Buralarda, başta korucular olmak üzere, devlete en çok yakınlık gösterenler Barzani sempatizanları. Hatta Barzani etkisinin açıkça bilindiği köylere koruma için gece askeri bir tim bile gönderilmiyor. Gerekçe, 'PKK saldırırsa, peşmergeler yardıma gelir' oluyor. Birçok askeri ilgili, koruculardaki Barzani sempatizanlığını kendilerinin de bildiklerini söylüyor. Devletin Hakkari'deki KDP etkisine şimdilik göz yumması, ön çelikle PKK faktörüne bağlanıyor. 'Bugün silaha sarılan KDP değil, PKK' deniyor. Ayrıca, KDP'nin bu ildeki etkinliğini bugüne kadar yıkıcı eylemlerde kullanmadığına dikkat çekiliyor. Barzani-PKK çekişmesi yüzünden devlet, sınır köylerinde korucu bulmakta pek zorlanmıyor. Bu yüzden son aylarda Şemdinli'de PKK eylemleri hep başarısız oldu. Son iki köy baskınında köylüler 4 PKK militanını öldürdüler.
Bazı askeri yetkililer, PKK'nın eylemlerini Mardin-Siirt eksenine kaydırmasının bir sebebinin de, Hakkari'deki sıkışmaları olduğunu ileri sürüyor. Bu kaynaklara göre PKK Hakkari'de artık eskisi gibi hareket edemiyor.(*)
Bu yazının, PKK'nın yayın organlarından Semvebûn ya da Berxwedan 'da, «biz demiyor muyduk» havasıyla bir kupürünün kullanıldığını gördüm sonradan.
(*) Milliyet, 28 Ağustos 1987, sayfa 9.
PKK O Köyü Basamaz
Yukarıya aktardığım yazıdaki yargıya nereden varmıştım?
Pek çok olay öğrenmiştim konuyla ilgili. Şimdi bunları yazmak istemiyorum. Ama 1961 'den beri sınır kaçakçılığının Barzanileri beslediği, sokaktaki vatandaşın da, devlet görevlilerinin de paylaştığı bir görüş. Devletin Hakkari'deki sınır ticaretine sadece «bizim» kaçakçıları memnun etmek için göz yumduğuna inanan herhangi bir saf yorumcuya da rastlamadım henüz.
Zaten son 30 yılda Irak sınırındaki zorunlu protokol görüşmelerinde Türk subaylarının muhatabı, Barzani'nin peşmerge komutanları oldu çoğu kez. Sınırın karşı tarafı onların denetimindeydi çünkü. Askerliğini Hakkari'de yapmış subayların albümlerinde peşmerge komutanlarıyla çekilmiş hatıra resimlerinin sayısı hiç de az değildir. Sınırın her iki tarafındaki bu fiili durum, devlet tarafından da doğal görülüyor artık.
1987'deki Hakkari gezimdeydi. Sınır köylerini dolaşıyordum. PKK eylemleri sürüyordu. Sınıra oldukça yakın bir garnizona uğradım. Yanlış hatırlamıyorsam, yüzbaşı rütbesindeydi konuştuğum subay. Bölgedeki durumu sordum.
O günlerde arazide denetimin gündüz askerde, gece PKK'da olduğu yolunda haberler çıkıyordu gazetelerde. Yüzbaşı, bu tür haberleri tekzip etmek istercesine, bulunduktan mıntıkayı nasıl başarıyla denetlediklerini anlatmaya çalıştı. Harita üzerinde göstererek bölgedeki her köyde ya karakol ya da seyyar tim olduğunu söyledi övünerek. Yalnız sıfır noktadaki bir köyde ne karakol vardı, ne de tim. Nedenini, «PKK o köyü basamaz» diye açıkladı. Yine anlamadığımı görünce zorunlu bir dipnot düştü:
«Onlar Barzanicidir. PKK saldıracak olursa, peşmergeler köyün yardımına koşar.»
Subay, bir gazeteciye devlet sırrını açıklamış olmuyordu aslında. O yörede herkesin bildiği ve doğal karşıladığı sıradan bir olguydu bu.
Siyaset Biliminde Yeri Var mı?
Bir yıl kadar sonraydı. 1988 Ağustosunda Iraklı Kürtler yine böyle bir kaçış yaşıyordu. Hakkari'de, bugünkü kadar olmasa da, dağ taş yine insan kaynıyordu.
Belediye Başkanı Şükrü Çallı'ya ait Hakkari'nin tek kalınabilir oteline doluşan yerli-yabancı onlarca gazeteci, bu insanlık dramım gazetelerimize iletmek için çırpmıyorduk. Haber atlamamak için bir ilçeden diğerine koşuyorduk.
Böyle yolculuklardan birindeydi yine. Taksideki tek gazeteci benim. Diğerlerinin, parlamentoda grubu bulunan partilerden birinin ilçe yöneticileri olduğunu öğrenmiştim yola çıkmadan önce. Aralarında yarı-Türkçe, yarı-Kürtçe tartışıyorlar. Konu, malum, Kürt göçü. Hepsi bir noktada birleşti:
«Partinin sorumluluğu büyük. Bu sonucu hesap etmeliydi.»
Bir Türk partisi ile Kürt göçü arasında bu düzeyde bir bağlantı kuramadım hemen. Galiba yardım çalışmalarının yeterince organize olmadığını vurgulamak istiyorlardı. Ama hayır, arkası geldi:
«Halkı koruyamayacaktı da neden silaha sarıldı?»
Şaşkınlıkla yüzlerine baktığımı farketmediler bile. «Parti» derken, «kendi» takımlarının yenilgisinden söz eden hasta bir Fenerbahçeli kadar doğaldılar. Ama tabelası Hakkari'de asılı duran parti değildi bahsettikleri. Çiğnemeden yutulan büyük bir lokma gibi zor da olsa, «parti» diye Barzanilerin Kürdistan Demokrat Partisi'ni kasdettiklerini çıkarabildim sonunda.
Bunu söyleyenlerin hangi partinin ilçe yöneticileri olduğunu tahmin etmek için kendinizi yormayın boş yere. Hangi partiden olduklarının hiçbir önemi yok. Güneydoğu 'da bugün parlamento içi ya da dışı bütün Türk partilerinde böyle çift partili insanlarınızın sayısı hiç de az değildir. Bu olgunun sosyoloji ve siyaset biliminde bir yeri vardır herhalde.
Hakkari faslını taze bir anıyla kapatalım isterseniz.
Sonuncu (gerçekten sonuncu olacak mı?) Kürt göçünün henüz başlamadığı günlerde (Mart 1991) yine Hakkari'deyim. Üst düzey bir yetkiliye, gazeteci olarak nezaket ziyaretine gittim. Sohbet ediyoruz. «Şırnak'a bağlanan ilçeleriniz hariç, son 3-4 yıldır Hakkari'de PKK eylemleri oldukça azaldı» diye hatırlatıp nedenini sordum.
«Devletle, yöneticilerle halk arasındaki mesafeyi azalttık» diye açıklamak istedi durumu.
Mesafe gerçekten azaldı mı, bilemem. Ama ben, bölgedeki Barzani etkinliğini devlet nasıl görüyor, onu anlamak derdindeyim. «İldeki bazı aşiretlerin Barzanilerle akrabalığı ve yakınlığı da PKK'ya fren yapıyor galiba» dedim. Oldukça gerçekçiydi muhatabım:
«Evet, o da bir faktör elbette. Barzaniler Türkiye ile iyi geçinmeye dikkat ediyor.»
Son anda serbest bırakılmasına rağmen, bölgedeki pek çok il ve ilçenin tersine, Hakkari'de Newrozun kutlanmadığını hatırlatarak bu bölümü burada noktalıyorum.
Bunları niye anlattım? Barzanilerin ne kadar Türk «işbirlikçisi» olduğunu göstermek için mi?
En ciddi görünen iddiacıları bile bunun böyle olmadığını çok iyi bitir. Sınır boylarındaki hayat, en kıvrak siyasi tespitlerden bile daha zengindir. Petrol denizinin üstünde yüzen Ortadoğu 'da yarım yüzyıldır ayakta kalmasını bilen Barzaniler için çok şey söylenebilir ama siyaset bilmedikleri asla. Afrika 'daki kabileler platformunun bile kabul etmediği kukla liderliklere Ortadoğu' da rol biçmek ve birilerinin boynuna «işbirlikçi» yaftası asmak, ancak kuralsız bir siyasi rekabetin defterinde yazar.
Konuya bir de tersinden bakalım. Türk devleti Hakkari ve yöresini gözden mi çıkardı? Ya da Hakkari kendisini «dışta» mı hissediyor? Sanıyorum, bu da konuyu aşın basitleştirmek olur. 600 yıllık imparatorluğun mirasçısı bir devletin realistlik katsayısı, Kürt kimliğini reddediyor olsa bile, sanılanın çok üzerindedir.
Kendi açımdan konuya bağlamak isterim. Ben bunları yaşadığım için anlattım sadece.
İğnenin Daha Kalınını Görmedim
Kürt liderlerle görüşmelerin değerlendirmesine geçmeden önce, aktarmak istediğim gözlemlerim henüz bitmedi. Siyasi yargılara insani boyut ekleyeceğini umduğum bu gözlemleri kaydetmeye devam ediyorum.
Önce, biraz daha güneyimizden bir hatırlatma yapalım. Ortadoğu 'da İsrail devletinin kurulmasından 40 yıl sonra icad edilen Filistin intifadası, Yahudilerde askeri ve siyasi korkuların yanı sıra ahlaki kaygı da yarattı. Arafat'ın çocuk generallerinin Musa Peygamberden beri bilinen sapanlarıyla baş edemeyen İsrailli askerler, televizyonda isyanla izlediğimiz dehşet sahnelerinin mimarları oldu. Yahudi bilim adamları, «şiddetin pisliğine bulaşmış hastalıklı bir nesil oluşuyor» diye toplumlarını uyarmaya çalıştılar. Konu bilimsel olarak neye bağlandı bilmiyorum.
Farklı boyutta bir başka insanlık dramı da Kürtler arasında yaşanıyor yıllardır. Birkaç yıl önce Kuzey Irak'a, Barzanilerin bölgesine geçmiştim. Sınıra yakın ilk Irak-Kürt köyünde peşmerge komutanının karargâhında sohbet ediyoruz. Beraberimde götürdüğüm bir Türkiye Kürdü çevirmenliğimi yapıyor. Hoş, o olmasaydı bile sorun çıkmazdı. Barzani peşmergeleri arasında Türkçe bilene de, Türkiye Kürdüne de sıkça rastlamak, o bölgeyi bilen kimseyi şaşırtmıyor.
Konu askeri duruma geldi. Bölgede son günlerde Bağdat yönetimine bağlı güçler saldırı halindeydi Sayılarının hayli kabarık olduğu söyleniyordu. Umursamaz görünüyordu peşmerge komutanı.
Nedenini de, «saldıranlar caş, bizim karşımızda dayanamazlar» diye açıklıyor.
Çevirmenimiz bu cevabı çevirirken, «caş» kelimesine gelip takıldı. Nasıl çevireceğini bilememenin sıkıntısı ile kıvranmaya başladı. Oysa ben üniversite yıllarından beri «caş»ın ne anlama geldiğini biliyordum. Sözlükte karşılığı «eşek sıpası» olan «caş», Kürt siyasi terminolojisinde «hain», «işbirlikçi» anlamına kullanılıyordu.
Çevirmenin sıkıntısı bitecek gibi değildi. Hâlâ uygun bir Türkçe karşılık arıyor «caş»a. «Tamam, anladım» diye araya girmem bile onu ikna etmişe benzemiyor. Bütün dil yeteneğini kelime dağarcığına daldırmış arıyor ama bir türlü uygun karşılığı bulamıyor. Sonunda bir karara varıyor. Gözünü gözümden kaçırarak hükmünü açıklıyor:
«Caş, yani benim gibi.»
Çevirmenimin Türkiye tarafında «korucu» olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum. Sinir sigortalarımın hepsini birden devreye sokmanı bile titrememi engelleyemiyor. Aman Tanrım, hiçbir sofu Katolik onun kadar içten günah çıkaramaz, en gelenekçi Leninist bile onun gibi acımasız özeleştiri yapamazdı sanıyorum.
Yanlış anlaşılmasın. Kimseye hain ya da işbirlikçi demek istemiyorum. Beni, insanların kendilerini nasıl gördükleri ya da hissettikleri ilgilendiriyor.
Hisseme utanmak düşüyor. İnsanların kendisini böylesine deforme hissetmesine yol açan bir bölgenin aydınıyım sonuçta.
En son Irak seyahatimde aynı utancı tekrar duydum. Kürtler henüz yenilmemişti. Kaçan Saddam askerleriyle birlikte güneye çekilen bir avuç feodalin dışındaki bütün Kürtler ayaklanmayı destekliyordu. Sayılarının 120 bini bulduğu söylenen eski «caş»lar şimdi Kürt ayaklanmasının esas gücü haline gelmişti. Ama gazeteci olarak bu konu benim için mayınlı araziydi. «Eski caşlardan biriyle konuşmak istiyorum» diye söyleyemedim kimseye. Sohbet bu konuya yaklaştıkça kaçırılan o kadar çok göz vardı ki, ısrar etmeye utandım. İnsanların zaaflarını deşmek zalimlik gibi geldi bana.
Ne dersiniz, psikologlarımızın bu konuyu incelemeleri gerekir mi?
Dansöz Efruz ve Kürtçe Yasağı
Memleketimin cümle rakkaseleri beni bağışlasın, dansözlerin işlerini severek yaptıklarını hiç düşünmezdim. Nedense öyle bir önyargı vardı bende. Bir «Kürt gecesinde dansöz Efruz'u seyredinceye kadar sürdü bu.
1989'un ilk aylarıydı galiba. Perapalas'ta, Kürt kökenli avukatların düzenlediği bir geceye davetliydim. Bildiğiniz sazlı sözlü, yemekli toplantılardan biri. Hafif radikalizmi de çağrıştıran «Kürt» adına rağmen alaturka geleneğe uyulmuş, dansöz de dahil edilmişti programa.
Sanırım, dansözlerin en çok kalça ve göbek hareketleri ilgi uyandırır. Ustalık da, bu iki organı kullanıştaki beceriyle ölçülür herhalde. Ama Efruz bir değişik geldi bana. İnsanı sürekli yüzüne bakmaya zorluyordu sanki. Yüzündeki dingin ve mutlu ifadeye bakmak, işini severek icra ettiğini düşündürüyordu insana.
Küçük Kürt kızlarının da eşliğinde programını tamamlayan Efruz'dan sonra beklenen an geldi. Adı sanı duyulmamış, en azından benim bilmediğim bir erkek sanatçı çıktı sahneye. Ta ilk akşamdan beri onu bekliyorduk. Kürtçe türkü yasağı «delinecekti».
«Kahraman» türkücünün işe önce Türkçeyle başlamasına kim itiraz edebilirdi? Anlaşılan, yumuşak geçiş yapacaktı. Bir, iki, üç, dört... Beklentimiz olmasa, arabeskin en çekilmez piyasa işi parçalarına zor katlanırız ya, sabrediyoruz işte. Tamam, Urfa türkülerine geçti. Araya bir iki Kürtçe kelime sıkıştırmaya da başladı nakaratlarda. Ama asıl «delme» harekâtı bir türlü gelmiyordu. Uyarı ve talep karışımı itirazlar yükseldi masalardan. Sonunda masamıza çağırdı genç arabeskçi. «Bak» dendi kendisine, «sen Kürtçe söyle, bir şey olmaz. Olsa bile, bu salonda gördüğün insanların hepsi avukat. Mahkemede 200 avukat birden savunur seni. Gazeteler hep senden bahseder, meşhur olursun.» O dönemde anti-demokratik 141-142 ve 163. maddeler kalkmadığı için herkes en fazla 3 avukat tutabilir diye bir şart yoktu kanunlarımızda.
Arabeskçi bir an düşündü. Gazetelerde kendisinden söz edecek haberlerin cazibesi ile ihtiyatlılık freni arasında gitti geldi Sonunda «kaygısız aşım, ağrısız başım» ağır bastı ki, yanaşmadı Kürtçeye.
Kürt avukatlar dayanamayıp kendi yasaklarını kendileri delmeye karar verdiler. Mikrofonu eline alan Avukat Ahmet Zeki Okçuoğlu, nağmelerini Türkçesinden çok iyi tanıdığım Kürtçe bir türküye başladı. Önce tek başınaydı Ahmet'in bana biraz çekingen gibi gelen sesi. Bütün salon katıldı sonra.
Salondaki kolektif trans halinin dışındaydım. Koca koca adamların yüzündeki çocuksu cesareti okumaya çalışıyordum. 15-16 yaşındaki erkek çocuklar sigara içtiklerini nasıl özellikle farkettirmeye çalışırlarsa, öyleydiler. Kolay mı? İstanbul'un göbeğinde, lüks bir otelin salonlarında ««kendi» türkülerini söyleyebiliyorlardı ya.
Üçüncü Dünya ülkelerinin, insanlara cesaretini sınaması için sonsuz fırsatlar sunduğunu bir kere daha öğrenmiş oldum. Kürtçe türkü yasağı getiren 2932 sayılı yasanın kaldırılması, bu fırsatlar manzumesinde bir eksilme yarattı galiba.(*)
(*) 12 Nisan 1991'de yayınlanan «Terörle Mücadele Yasası», TCK'nın 141-142 ve 163. maddelerinin yanı sıra, Kürtçe yasağını düzenleyen 2932 sayılı yasayı da yürürlükten kaldırdı.
«Bizim» Kürtler Aslında Türkçe Düşünüyor
Birkaç yıl sonra antropolojik kazı yapmaya meraklı mizahçıların malzemesi olacağını zannettiğim «dil yasağı»nın bugününe ilişkin bazı bilgi ve gözlemleri burayı almakta yarar görüyorum.
Stockholm Kürt konferansı sırasında Türkiye 'den bir Kürt sözcü ile konuşuyorduk. Türkiye kökenli Kürt siyasi gruplarının hemen hepsinin yayın organlarında Türkçe'nin birinci dil olduğunu, Kürtçe bölümlerin adeta bir süs gibi kaldığını hatırlattığımda, şu değerlendirmeyi yaptı:
«Doğrudur. Sadece yazı dili değil, konuşma dilimiz bile Türkçe. İran ve Irak Kürtleri bizden farklı. Onlar aralarında Farsça ya da Arapça konuşmazlar. Ama biz bir araya geldiğimizde Türkçe konuşmayı tercih ediyoruz.»
Ona göre bu durum, «Türkiye 'deki asimilasyonun daha ileri boyutta yaşanmasının bir sonucuydu».
Benzer bir durumu Paris Kürt konferansı sırasında yaşamıştım: Konferansta konuşmalar dört dile birden simültane çevriliyordu: İngilizce, Kürtçe, Fransızca ve Türkçe. Delege ve davetlilerin yarıdan çoğunu Türkiye kökenli Kürtler oluşturuyordu. Herkes kendisine verilen kulaklığı istediği dilin numarasına ayarlayıp konferansı öyle izliyordu. Türkçe'nin numarası 4'tu. Merak edip bir yemek arasında organizasyon masasına bırakılan kulaklıkların daha çok hangi numaraya ayarlandığına baktım. En az yarısı 4 numaraya ayarlanmıştı. Türkiye Kürtleri «konferanslarını» Kürtçe değil, Türkçe izliyorlardı. İran, Irak ve Suriye Kürtleri «kendi dillerini» tercih etmişlerdi.
Avrupa'daki Kürtçe yayıncılık alanında da aynı durum yaşanıyor. Birçok Kürt lidere göre Avrupa'da 500 bin Kürt yaşıyor. Siyasetçinin abartma payını düşüp bunu 300 bine indirsek bile, küçümsenmeyecek bir rakam. Avrupa 'da dil yasağı bir yana, Kürtçe için özel bir teşvikten bile söz etmek mümkün. Ama çok kitaplı Kürt yazarlarından Mahmut Baksi, Kürt dilindeki eserlerin 1500-2000'lik tek baskıyı ancak yapabildiğini anlattı üzülerek. Türkiye Kürtleri sadece siyasi çalışmalarını değil, edebi tüketimlerini de Türkçeyle gerçekleştiriyorlar bugün.
Makale ve konuşmalarını «Seçme Yazılar» adıyla 4 ciltte toplayıp Türkçe bastıran PKK lideri Abdullah Öcalan'ın dil konusunda oldukça ilginç tespitleri var zaten.
«Ben tamamen Türkçe düşünce eylem gücünü geliştiriyorum. Kürtçe ise ikinci planda kalan bir eylem ve düşünce gücüdür... Önce Kürtçenin kurtuluşu için çaba harcayanlar var. Bu benim düşüncemde yoktur. Kürtçenin kurtarılmasından önce kurtarılması gereken çok büyük değerler vardır. Kürtçeye en son sıra gelecektir. Bağımsızlık sağlandıktan sonra bile, uzun bir süre bağımsızlığı Türkçe ile icra edeceğiz. Elbette bu temelde Kürt dili gelişecektir ve Kürt kültürü kendi diliyle ifade olunacaktır...»(*)
Yukarıdaki bilgileri övmek ya da yermek için değil, sadece olguları tespit etmek düşüncesiyle aktardığımı tekrar belirtmeme gerek var mı, bilmiyorum.
(*) Doğu Perinçek, Abdullah Öcalan İle Görüşme, Kaynak Yayınları, Ekim 1990. s. 30-31.
Jön Türklerden 100 Yıl Sonra
Söz Avrupa'dan açılmışken, devam edelim.
Bugün daha çoğu Almanya, Fransa ve İsveç'te olmak üzere, belli başlı tüm Avrupa ülkelerinde bir Kürt siyasi mülteci kolonisi oluşmuş durumda. 12 Eylül'den sonra Türkiye'den kaçan Kürt aydınlar büyük sayısal ağırlığa sahip bu çevrelerde. Ama Avrupa'da büyümüş genç bir aydın kuşak ise, yüksek öğrenim yapıyor olması, birkaç Avrupa dilini bilmesi, mültecilere göre daha esnek üslubu ile hemen dikkati çekiyor. Birkaç yıl sonra Kürt aydın kolonilerinde etkinliğin, mültecilerden yerleşik karakterli bu insanlara geçeceğini sanıyorum.
Birçok Kürt sözcü, yüzyılın başında Avrupa'da kümelenen Jön Türklere benzetiyor bu kolonileri. «100 yıl geriden de olsa bizim de Jön Kürtlerimiz yetişti» diyor.
Aydınlar arasında durum farklı olmakla birlikte, işçi ya da mülteci olarak Avrupa 'da yaşayan Kürtler arasında PKK, diğer tüm Kürt hareketlerine göre açık bir üstünlüğe sahip. PKK saflarını besleyen üç önemli kadro kaynağından birinin Avrupa olduğunu herkes kabul ediyor. Diğer ikisi Türkiye ve «dış» Kürtler.
Avrupa Kürtleri arasında etkin diğer bir güç ise, Komkar adlı kitle örgütünü denetleyen Kemal Burkay'ın Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi. TKSP'nin aydınlar arasında hatırı sayılır bir etkisi var.
«Terör»ü reddetmesi de, onun Avrupalı kuruluşlarla ilişkisini kolaylaştıran bir faktör.
Rızgari ve Ala Rızgari çevresi de aydın karakterli
Kürt Kadınları Memelerini Neden Açamıyor?
Ya Avrupa'daki Türklerle Kürtler arasındaki ilişkiler nasıl gidiyor?
Doğrusu, özellikle sıradan insanlar bakımından durumu açıklayacak yeterli bilgi ve gözlemlere sahip değilim. Yine de, fena olmadığı şeklinde verilen bilgiler bana ters gelmiyor. Ama Kürt siyasilerle, militan olmayan Türk aydınları arasında bir kopukluktan, hatta yer yer bir zıtlaşmadan söz edilebilir.
Türk aydınları, Kürtlerin «Türk düşmanlığına düştükleri inancında. «Hükümetlerin Kürt varlığını tanımayan politikalarına karşı çıkmak başka, anti-Türk tavırlar geliştirmek başka» diyorlar.
Solcu bir Türk aydın, Kürtler engellediği için İsveç Yazarlar Birliği'nin, sol içerikli dahi olsa, Türklere ait eserlerin basımına pek yardım etmediğini anlattı yakınarak. Kürt aydınlar bu tür iddiaları peşinen reddediyor tabii ki. Türk aydınlarını ya yanlış değerlendirmekle ya da gereksiz derecede alıngan olmakla eleştiriyorlar. Yeterince araştıramadım, ancak Kürt siyasilerin bu konuda titiz olmadıkları yönünde bir izlenim edindim.
Her türlü baskıcı ve geri uygulamayı Üçüncü Dünya 'nın siyasi ve sosyal dekorunun değişmez öğesi saymaya şartlanmış Avrupalı bakış açısının Kürt siyasilere bir propaganda kolaylığı sağladığı çok açık. Bir Kürt aydınının gülerek anlattığı şu olay, bir fikir verir sanırım.
İsveçli orta yaşlı muhatabına Kürtlerin Türkiye'de hangi zorluklar altında yaşadığını anlatmaya çalışan bir Kürt, örnek olsun diye, pek çok Kürt gencin öldürüldüğünü söylüyor. İsveçlinin yüz çizgilerinde belli belirsiz oluşan karılmalar, onun pek de etkilenmediğini gösteriyor. Sıra hapisane ve işkence konusuna geliyor. Tehlikeyi, rahat koltuğuna gömülüp sadece televizyon film ve haberlerinde izlemeye alışmış İsveçlinin yüzündeki ilgisizlik perdesinde yine bir aralanma yok. Türkiye ne de olsa bir Üçüncü Dünya ülkesi, doğal karşılıyor. Dil yasağını anlatmak bile İsveçlinin orta sınıf dünyasında ciddi bir titreşim yaratamıyor.
Bizim Kürt propagandacı «kitle çizgisi» ilacını kullanmaya karar veriyor sonunda. Sesine en dramatik havayı vermeye dikkat ederek, şok tesiri yapacağından emin bombasını patlatıyor:
«İşte böyle. Türklerin baskıları yüzünden Kürt kadınları havuza giremiyor, güneşte memelerini bile açamıyor.»
Güneşi yakalamak için her yaz Akdeniz sahillerine ülkece göç eden, kendi ülkesinde bile güneş, yüzünü azıcık gösterince kadınları çayırlara üstsüz uzanan İsveçli, canevinden vurulmuştur. «Bu kadarı da olmaz» diye neredeyse ayağa fırlıyor.
Washington-Londra-Paris Üçgeni
Batının Kürt meselesindeki tutumu nedir sorusunun cevabı, her şeyden önce bu üç başkentin politikasının araştırılmasına bağlıdır. Bonn ve Moskova, şimdilik, geri planda gözüküyor. Satır başlarıyla da olsa, Batının Kürt politikasında bazı gerçeklerin altını çizmek mümkün:
• Kürt liderlerin görüşmelerde vurguladığı gibi, Batının Kürt meselesine ilgisinin son yıllarda giderek arttığı temel bir gerçek.
• İkincisi, Batı, Kürt meselesinin bugünkü haliyle kalamayacağı inancında. Onlara göre değişmeler ve iyileştirmeler şart.
• Batılı başkentlerin gizli niyetleri ayrı bir tartışma konusu. Ancak açıkladıktan resmi görüşleri, Kürt meselesine mevcut sınırlar içinde bir çözüm bulunması şeklinde.
Batılı ülkelerin Kürt meselesine ilgilerinde 14-15 Ekim 1989'da Paris'te yapılan Kürt konferansı bir dönemeç noktasını oluşturdu. Ana muhalefet partisi SHP'nin, katıldılar diye 7 milletvekilini partiden ihraç ettiği bu konferansın önemi nereden kaynaklanıyordu? Konferans sonunda gazetem Milliyet'e gönderdiğim ve büyük oranda kısaltılarak yayınlanan değerlendirme haberimi hiçbir değişiklik yapmadan tekrarlayarak bu sorunun cevabını vermek istiyorum:
«Paris'te iki gün süren Kürt konferansından, Kürt meselesinin Birleşmiş Milletler'e götürülmesi kararının çıkması, çeşitli ülkelerden gelen Kürt temsilcilerini hem şaşırttı, hem de sevindirdi. Toplantının son anına kadar böylesi bir kararın alınmasını beklemeyen Kürt temsilcilerin bazıları, sonucu, 'Sevr'den sonra Batılı ülkelerin Kürt sorununda aldığı en ileri' tutum diye nitelediler. Konferansı ve alınan kararları Amerika, İngiltere ve Fransa'nın "üçlü senaryosu'na bağlayan ve 'Batılılar Kürt meselesinde çözüm dikte ettirmek istiyor' diye konuya yaklaşan Kürt temsilciler bile konferansa açıkça karşı çıkmaktan kaçınıyor. Bilindiği gibi, 14-15 Ekim tarihlerinde Paris'te toplanan konferansı Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand'ın eşi Danielle Mitterrand'ın başkanlığını yaptığı Fransa Özgürlükler Vakfı ile Paris Kürt Enstitüsü birlikte düzenledi. Konferansta Kürt sorununun insan hakları platformunda ele alınacağı duyurulmasına rağmen siyasi kararlar alındı. Bu kararlarla, Fransa Özgürlükler Vakfı'nın girişimiyle demokratik ülkeler parlamenterlerine açık bir parlamenterler misyonu kurulması öngörüldü. Ve bütün Kürtlerin temsil edileceği bir ortak Kürt örgütünün kurulması, buna Birleşmiş Milletler'de gözlemci statüsü verilmesi, BM'nin yakın gelecekte bir 'Kürt özel oturumu' düzenlemesi çağrısı yapıldı. Ayrıca, Kürtlerin sadece BM'de değil, Avrupa Konseyi dahil, bütün uluslararası kuruluşlarda temsil edilmesi de toplantı sonunda açıklanan kararda yer aldı.
Kürtler Ne Diyor?
Toplantıdan sonra çeşitli kişilerin görüşlerini ve değerlendirmelerini aldık:
Karavag (PKK): Konferans Kürt sorununu uluslararası plana götürecektir. Bana öyle geliyor ki, Batılılar bizim görüşümüzü almadan çözümlerini empoze etmek istiyorlar. Bunların tutmayacağını, meseleyi uluslararası alana çıkarsa dahi sonuca götürmeyeceğini, çözüme Kürt halkının kendi kaderini tayin çerçevesinde Kürt halkının karar vereceğini düşünüyorum.
Kemal Burkay (TKSP Genel Sekreteri): Burada karara bağlanan noktalar asgari noktalardır. Katılmadığımız, eksik bulduğumuz noktalar var. Mesela, çözümün mevcut sınırlar içinde aranmasıyla sınırlanması.
Serhad Dicle (Peşeng-Kürdistan Öncü İşçi Partisi Genel Sekreteri): Konferansı olumlu değerlendiriyoruz. İlk defa böylesine uluslararası ve geniş çapla bir konferans düzenlenmiş oluyor. Uluslararası dayanışmayı artıracak. Alınan kararlar, bir başlangıç olması nedeniyle yeterli sayılabilir. Daha fazlasını beklemiyorduk. Batı bir çözüm oluşturmaya çalışıyor, Kürt halkı da.
Hatice Yaşar (Ala Rızgari): Kürt sorununu uluslararası arenaya taşıması bakımından olumlu. Ancak, Batılılar Kürt hareketinin dişlerini çekip ona bir çözüm dayatmak istiyorlar.
Kawa: Konferansın gidişatına karşı çıktık. Kürt meselesi üzerinde burada ticaret yapılıyor. İnsan hakları bağımsızlığın önüne çıkarılmak isteniyor. Avrupalılar bize akıl hocalığı yapmak istiyor. Biz onlardan akıl istemiyoruz.
Zerruh Vakıfahmetoğlu (Kürdistan İşçi Partisi-KİP): Olumlu yönlerini de, olumsuz yönlerini de kabullenmek zorunda kaldığımız bir gelişme.
İbrahim Aksoy (O zaman bağımsız, şimdi HEP milletvekili): Kararları ayakta alkışladım.
Bu arada Iraklı Kürt örgütlerinin konferansta alınan kararlara genelde olumlu baktıktan da verilen haberler arasında.
Konferansın Kulisi
Konferansın 'beklenmedik' kararlarla sonuçlanması, Paris'e gelen Kürt örgütleri arasında hararetli tartışmalara neden oldu. Dün de kendi aralarında basına kapalı özel bir toplantı yapan Türkiye kökenli Kürt sol örgütleri, bir durum değerlendirmesi yaptılar. Konferansta dikkat çeken olgular ise şöyleydi:
• Amerika, İngiltere ve Fransa 'nın öncülüğünde Batı, gündeme 'Kürt meselesi'ni aldı. Fransa'nın önde gözükeceği bir girişimle bölge ülkeleri Kürt sorununun çözümünde adımlar atmaya zorlanacak.
• Üç ülkenin tutumu, toplantıya katılım bakımından da önemliydi Fransa, Bayan Mitterrand'ın yanı sıra, bir 'Kürt dostu' olarak bilinen Devlet Bakanı Bernard Kouchner ile temsil edildi.
Kararların oluşmasında Bakan Koutchner'in aktif tutumu ve inisiyatifi herkesin dikkatini çekti. İngiltere, parlamento İnsan Hakları Grubu Başkanı Lora Avebury ile konferansta hazır bulundu. Amerika, konferansta biri Senato Dış İlişkiler Komitesi üyesi (Peter Galbraith) olan iki senatörle (diğeri Claibome Pell) yer aldı. Bu bakımdan, Kürt sorununun BM gündemine
alınması, bir özel oturum yapılması ve birleşik Kürt örgütüne BM'de gözlemci statüsünün tanınması, sadece çağrı düzeyinde kalacak gibi değil.
• Toplantıda Batılı ülkelerin inisiyatifi o kadar açıktı ki, sonuç bildirisi tartışılırken bu durum iyice ortaya çıktı. Kapanış oturumunu yöneten Fransa Özgürlükler Vakfı 'nın Genel Sekteri Raphael Doueb, Kürt temsilcilerden gelen düzeltme ve ek önerilerinden istediğini kabul etti, istemediğine de 'bu olmaz' diyerek karşı çıktı. Bunları yaparken oylama yapma ihtiyacı bile duymadı.
• PKK'nın görüşlerini savunduğu belirtilen bir temsilci, karar metnine, 'sorunun kesin çözümünün bağımsızlık olduğunun' eklenmesini istedi Raphael Doueb, 'bunu gireceğiniz uluslar arası kuruluşlarda kendiniz dile getirirsiniz' diye hemen reddetti.
• Kürt sorununa 'Batı çözümü'nde Sovyetlerin tutumu neydi? Sovyetler Birliği Akademisi Doğu Bilimleri Enstitüsü Kürtçe Bölümü Direktörü Prof. Lazarev'in bir sözünü bu konuda ipucu verebiliriz. Lazarev, salonda bulunan Kürtlere dönerek aynen şöyle konuştu: 'Kürtler açısından Sevr bir umuttu, Lozan ise iflas. Paris toplantısı ile şimdi umut yeniden yeşeriyor. Biz Sovyet heyeti olarak Kürt sorununun BM'ye götürülmesini destekliyoruz. Sorun BM'de konuşulsun.' Lazarev bir de uyanda bulundu salondaki Kürtlere: 'Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı tanınmalı. Ancak sorun evrimle ve tedrici olarak çözülmeli. Tam siyasi bağımsızlık son bir aşama olabilir. Ama işe önce siyasi özerklikle başlanmalı. İleriye doğru hızlı sıçramalardan kaçının. Ana hedefinize zarar verir.' Sovyet heyeti sözcüsünün bu açıklaması, bazı Kürtler tarafından, Kürt sorununda Batı senaryosunda Sovyetler de bulunabilir değerlendirmesine yol açtı.
• Bazı Türk sol örgütleri ve sözcülerinin, 'Kürt sorununun çözümü bağımsızlıktan geçiyor' yönünde verdiği karar tasarısı, Bakan Kouchner tarafından salona duyurulmadı bile.»(*)
Türkiye kamuoyu konferansta alınan kararları, Batının planları ve Kürtlerin politikalarını değil de, maalesef, 7 SHP milletvekilinin toplantıya katılmasını tartıştı.
Oysa, Doğu Perinçek'in konferanstaki konuşmasında da belirttiği gibi, Kürt meselesi her şeyden önce bir Türk meselesi haline gelmişti ve konuyu tartışmaları gereken de başkalarından çok bizlerdik.
(*) Milliyet, 17 Ekim 1989.Sayfa 21-22-23-24
---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: Kemal Simsek <kemalsi...@gmail.com>
Tarih: 10 Ocak 2009 Cumartesi 12:48
Konu: KÜRT DOSYASI [Rafet Ballı]
Kime: aydinlik-gel...@googlegroups.com
KÜRT DOSYASI
Rafet Ballı
- Genişletilmiş Yeni Basım -
Cem Yayınevi
Birinci Basım, Temmuz 1991 İkinci Basım, Ağustos 1991 Üçüncü Basım, Ocak 1992 Dizgi: Cem Yayınevi Baskı: Yaylacık Matbaası
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ : 5
TÜRKİYE
Türkiye Kürt Örgütleri Soyağacı : 48-49
Kronoloji : 50
ALA RIZGARİ
Hatice Yaşar
Tarihçe : 83
Önce Ayrı örgütlenmeye Karşıydım : 84
Dev-Genç'ten Ayrılıp DDKO'ya Katıldım : 86
Yol Ayrımı: Şemdinli Çatışması : 87
Erkek Egemen Ortamda Bir Kadın : 88
Rakip Devletlerle İttifak Politikası Çıkmazdır : 89
Peşmergenin İç Çamaşırını da Düşüneceksin : 90
Çare Şehitlere Ağırlık Vermek : 92
Batının Çözümü Özerklik : 92
Sovyetler Birliği ve Kürt Meselesi : 93
Diğer Kürt Örgütlerine Bakış : 94
Kürtler ve İslâmiyet : 96
Sosyalizmin Sorunları ve Reformlar : 97
Kurtuluş Savası ve Sevr Anlaşması : 98
Ankara-Kürt Diyaloğu : 99
Özal Ülke Gerçeğini En iyi Kavrayan Lider : 102
Sosyalist Bir Sistem Hiç Olmadı ki : 103
Tek Partide Birleşmek İstemiyorum : 104
Türk Solu «Bütün Türkler Birleşsin» Derse : 105
İbrahim Güçlü
Tarihçe : 107
Paris, Olumlu Fakat Eksik Bir Adım : 108
Batının Tutumu Yeni Değil : 109
Kürt Örgütlerindeki Bölünme : 110
Türk Solu ile Birlik Şimdi Daha Anlamlı : 111
Ayrı Örgütlenme ve Bundculuk : 112
Türk Soluyla İlkelerde Yakın, Pratikte Uzağız : 112
Milli Meselede Çözüm : 113
Bağımsızlık da Olur, Federasyon da : 114
Çok Partili Bir Sosyalizm istiyoruz : 115
Silahlı Mücadele Zamansızdır : 116
PKK ile Hep ittifak Yolunu Aradık : 118
Biz de Gerilla Kampları Kurduk : 119
İ-KDP, Komela veTalabani ile Bağlantımız Oldu : 120
Sosyalizm Milli Meseleyi Çözemedi : 122
Doğu Avrupa Sosyalizme Gidiyor : 123
GAP Yeni Dinamikler Yaratacak : 124
Diyalogu Ankara İstedi : 125
Reform Politikası Örgütleri Nasıl Etkiler : 127
Özal, Mustafa Kemal'e Benziyor : 128
Sosyalizm Değil, "Reel Sosyalizm" Çöktü : 129
Kapitalist Ülkeler Daha Tutarlı : 131
PKK'da Hafif Bir Değişme Var : 132
Türk Solu Kemalizmden Uzaklaşıyor : 133
Anti-Emperyalizm Şartlanması : 134
MAHMUT BAKSİ (Yazar)
Tip Doğulular Grubu içinde Yer Aldım : 137
Hiçbir Kürt Siyasi Örgütüne Girmedim : 138
Yazılı Bir Kürt Edebiyatı Var mı? : 140.
Kürtçe Romanlar Ne Kadar Satıyor? : 141
Kırmançca mı, Soranca mı? : 142
Latin Alfabesine Geçmek İstiyoruz : 142
Türk Solu Bizi Kısıtladı : 143
Neden Ayrı Bir Devlet : 144
KAWA-KÜRDİSTAN PROLETARYA BİRLİĞİ
Tarihçe : 146
Paris Konferansı'nı Sosyal Demokratlar Düzenledi : 147
Kürtlerin ABD'ye İlgisi Arttı : 148
Sovyetler de Özerklik İstiyor : 149
Bağımsız, Birleşik Bir Kürt Devleti istiyoruz : 150
Çözümün Yolu ve Aracı : 151
Bölünme ve Birlik : 152
PKK Nasıl Bir Örgüt? : 153
Bölge Devletleriyle ilişki Nasıl Olmalı? : 154
Çözüm Önce Türkiye'de Mümkün : 155
Kürt Solu ye İslâmiyet : 157
Reformlar ve Sosyalizmin Sorunları : 158
Doğu Avrupa'da Burjuva Sistemi Kuruluyor : 160
Özal'ın Realistliği ABD'den Geliyor : 161
KUK (KÜRDİSTAN ULUSAL KURTULUŞÇULARI
AVRUPA YÜRÜTME KOMİTESİ)
Tarihçe : 163
Bağımsız ve Birleşik Bir Devlet : 164
Barışçı Yolu Biz De isteriz Ama : 166
PKK İle İttifak Yapmak Çok Zor : 167
Ayrılma ya da Birliğe Halk Karar Verir : 169
Türk Solu Hâlâ Misakı Milli Diyor : 170
Kürtlerin Rakip Başkentlerle İttifakı : 171
İslamcı Hareketle İttifak Yapmalıyız : 172
Sosyalizm Değil, «Reel Sosyalizm» Çöktü : 174
Sosyalizm Milli Meselede Önemli Adımlar Attı Ama : 176
AHMET ZEKİ OKÇUOGLU (Avukat)
Milliyetçi-Sol Kürt Çevrede Yer Aldım : 180
Önce Kawa İçinde Yer Aldım : 181
Soğuk Savaş Örgütleri Dönemi Kapandı : 183
Artık Marksist Değilim : 184
Kürt Gruplarında Marksistler Ağırlıklı : 185
PKK Pekin Moskova Kamplaşmasını Dert Edinmedi : 186
Kürt Aydınlarının Çoğu Kürtçe Bilmez : 187
Türkiye'dekiler Bağımsızlık, Diğerleri Otonomi Diyor : 189
Kürt Sorununu Silah Değil Diplomasi Çözecek : 191
Türkiye Kürt Örgütleri Neden Keskin : 193
Türk ve Kürt Aydını Birbirine Yakınlaşıyor : 194
Anti-Emperyalizm Bir Soğuk Savaş İdeolojisidir : 194
Mustafa kemal Ne Yaptı? : 196
Irak Kürtleri Neden Yenildi? : 197
PKK Demokrat Bir Hareket Olabilir : 198
Batının Kürt Senaryoları : 199
PKK (PARTİYA KARKEREN KÜRDİSTAN)
Abdullah Öcalan
Tarihçe : 204
Fikir Ozgürlüğü için Bilgi Edinme Hakkı : 207
Kürtler Türklere Endekslenmiştir. : 210
Türklerin Yaptığını Kürtler Neden Yapamadı : 212
Abdülhamit ve M. Kemal'in Kürt Politikası : 214
Saddam, Atatürk Gibi Yapmak istedi : 217
Kürt Hareketleri Öç Gruba Ayrılır. : 219
İsyancılığın Sonu Yoktur : 221
Mesut Barzani İle Oturup Görüşürüm : 224
PKK Irak ve İran'da Şube Açacak mı? : 226
Çeşitli Ülkelerdeki Kürtlerin Kıyaslanması : 228
İlla Devlet Kuracağız Demiyorum : 231
Türkler Bizi Bıraksa, Biz Bırakmayacağız : 233
Apo, «Birlik istiyorum» Diye Taktik mi Yapıyor. : 234
Türk Birliğinden Memnun Olurum : 237
Türkmen Türk Solcusundan Daha Bağımsızdır : 239
Türk Ulusunun Orijinalitesini Arıyorum : 242
Kürtlerde ABD Taraftarlığı Artacak : 243
İşbirlikçi Kürt Partisine de Şiddet Uygularız : 246
SHP'yi Bitirdik : 250
Cizre'yi Türk Özel Timi Sayesinde Kazandık : 251
Hedef Ortadoğu Konfederasyonu : 252
Sosyalistlerle Bir Seçim Bloku Kurmak İsteriz : 254
Türk Sosyalistleri İdeolojide Radikal Ama : 256
Türkiye Kürt Grupları Politika Yapamıyor. : 257
İşçi ve Marksizm Kelimelerini Fazla Kullanmayı Sevmiyorum : 258
Ozal İkinci Bir Doğuş Yapabilir : 260
Önümüzdeki İki Yılda Çok Şey Olabilir : 262
Silahlı Mücadeleyi Tırmandıracağız : 265
Tamponla Saddam Dengelenecek, Kürtler Kontrol Edilecek : 267
Kürtlere İkinci İsrail Rolü Verilmek İsteniyor : 268
Irak'ta Türkiye Denetiminde Kürt Özerkliği : 269
Irak'takiler Başlangıçta Doğru Hareket Ettiler : 270
Saddam, ABD-Sovyet Dengesine Taş Koydu : 271
Avrupa'da Her Ülkede Büromuz Var : 272
Almanlar, İngilizler İlişki Kurmak istiyor : 274
Mustafa Kemal'le Benzer Yönlerimiz Var : 275
Kemalist Milliyetçilik Devrini Tamamladı : 278
Sevr'i de Lozan'ı da Aşacağız : 280
Öcalan, Apo'yu Eleştirdi : 282
Lider Putlaştırması ve Önder İhtiyacı : 283
Demokrasi Adacıkları Yarattık : 284
Sosyalizmin Çöküşü ve Tek Parti : 287
Reel Sosyalizm Çözümsüz : 288
Sovyetleri Karşıya Alsaydık, Bizi Yaşatmazlardı : 290
Tek Parti de Olur, Çok Parti de : 291
Kültürden Önce Siyasi Temel Hazırlanmalı : 292
Erkeğin Gözü Kadını Ahıra Çekmekte : 293
Kampta Karı-Koca Aynı Odada Kalmıyor : 294
Kürt Aydınlanmasının Kaynağı Siyasettir : 295
Apo Entelektüel Gıdasını Nereden Alıyor : 296
Kürtler Arasında Gelişen İslam Değil : 298
PKK, İslamcılardan Daha İslamcıdır. : 299
Osmanlı Padişahları İncir Çekirdeğini Dolduramadı : 301
Sünni Kürtler, Alevi Kürtler : 303
Kürtler Evsahibi, Ermeniler Misafir : 305
Suriye'de Anti -Türk Temelde Kalmıyoruz : 306
Doğu Perinçek ve Diğer Kürtler : 308
PPKK(PEŞENG-KÜRDİSTAN ÖNCÜ İŞÇİ PARTİSİ)
Serhad Dicle
Tarihçe : 309
Paris Hem İyi Hem de Zayıftı : 311
Batı, Bağımsız Kürdistan istemiyor : 312
Sovyetlerin Kürt Politikasını Anlıyoruz Ama : 313
Bağımsız, Birleşik Bir Devlet : 315
PKK'nın En Büyük Olumsuzluğu : 317
Kürt-Türk Federasyonu : 319
Devlet İslamı Destekliyor. : 321
Glasnost ve Perestroyka : 321
Reel Sosyalizm ve Milli Mesele : 323
Kürt Meselesi ve Türk Siyasi Partileri : 325
Ankara-Kürt Diyaloğu Olumlu Fakat : 327
Özal'ın Politikası Batıyla Bağıntılı : 329
Kürtler ve Anti-Emperyalizm : 330
Sosyalizm Son Kırıntlarını Tüketiyor : 331
Türk Solunun Kürt Politikası Yok : 332
RIZGARİ (KÜRDİSTAN KURTULUŞ PARTİSİ)
Ruşen Arslan
Tarihçe : 334
DDKO: Yarım Yüzyıl Sonra İlk Yasal Örgüt : 335
Paris Konferansına Neden Katılmadık : 336
Batının Niyeti Geri Bir Kültürel Özerklik : 338
Çözümün Adı ve Yöntemi : 339
Kürt Örgütlerini Bölen İki Olgu : 340
Kürt Örgütleri İle İlişkiler : 341
Çelişkilerden Yararlanmak Ayrı, Angaje Olmak Ayrı : 342
Türkiye'nin Farklılığı : 343
T.C. Kürtlere İslamı Uygun Görüyor : 344
Sosyalist Ülkelerdeki Gelişmeler : 346
GAP'ın İki Yönlü Etkisi : 347
T-KDP (TÜRKİYE-KÜRDİSTAN DEMOKRAT PARTİSİ)
Ferhat AydınÖzal'ın Kürt Politikasının Kaynağı : 360<span style="F
Tarihçe : 350
KUK ile Tekrar Birleştik : 352
Türk Örgütlerinden Nasihat Değil Destek Bekliyoruz : 353
Emperyalizm Sadece Ekonomide Kaldı : 354
Batılılar Harita Değişsin İstemiyorlar : 355
İttifak Politikamız : 356
Ankara-Kürt Diyaloğu Çok Önemli Değil : 358