HDP solcu mu?
Gazeteciliğe 2000’e Doğru dergisinde başladım. Kürt hareketi ile PKK ile ilgili
çok haber yapan yayın organıydı...
Türkiye ikiye bölünmüştü; bir taraf kötülüyor diğer taraf övüyordu. Düşmanlık
tohumları serpiliyor; insanlar ölüyordu. Ortalık toz-buluttu; herkes bir düşman
arıyordu...
Ben ise kötülemek ya da övmekten değil açıklamaktan yanaydım.
Hep “neden” sorusunun peşine düştüm. Çünkü biliyordum ki...
F. Engels’in sözünü -değiştirerek söylersem-; “kapitalist üretimin gelişmediği
ülkelerde kaba-faydasız teoriler üretilir!”
Hiç teori yapmadım; sadece teori yapanlara “harç taşıdım” yani gazetecilik
yaptım. Görüyordum ki, Kürt meselesi eksik bilgilerle tartışılıyordu. Hâlâ da
öyle...
Tarih yazılımımızda en büyük güçlük; genellemelerin dayandırılması gereken
verilerin eksikliği, yetersizliği ve maalesef yokluğudur.
Evet, olgular üzerinden tartışmıyoruz.
Bu nedenle kimileri tarihe duygusal bakarak, Kürt tarihini idealleştirerek
“hikaye” yazıyor! Bunlar bilimsel çaba içinde değiller; tarihe hayallerinin
istediği oranında nitelik veriyorlar.
Propaganda yapıyorlar.
Bir tarihi kendi çerçevesi içinde; kendi gelişim dönemlerine göre görmek ve
iktisat biliminin (üretim biçimi-üretim ilişkileri) verilerine göre yorumlamak
esastır.
Aksi durumda; -Osmanlı vakanüvisleri veya münevverleri gibi- tarihi ekonomik
temelli değil salt siyasal olaylar üzerinden tartışıp dururuz...
Evet... Bugün...
Kürt problemi; salt siyaset ve kültür meselesi midir; yoksa hepsinin temelinde
yatan ekonomi sorunu mudur?
Açayım...
İsyanların temeli Kürt problemi...
Osmanlı mülkiyet/toprak ilişkisi bilinmeden analiz edilebilir mi?
Oysa... Osmanlı üretim biçimi ve ilişkileri konusunda kafalarda netlik yok.
Şöyle:
Osmanlı toprak düzeni Batı’da olduğu gibi klasik anlamda feodal bir rejim
miydi?
Ya da Osmanlı’yı “despotizm” çerçevesinde mi değerlendirmeliyiz?
Osmanlı düzeni ne feodal, ne de köleci deyip, “Asya Tipi Üretim Biçimi”
kavramıyla mı açıklamamız gerekiyor?
Yoksa... Osmanlı üretim biçimini, Osmanlı tarihini dönemlere ayırarak mı
tanımlamalıyız?
Yani işin zorluğunu anlatmak istiyorum. Ayrıca meseleyi içinden çıkılmaz yapan
ise...
Kürt meselesi konusunda yazanlar, Osmanlı toprak mülkiyetini
kavrayamadıklarından; üç ayrı Kürt aşiretinin üç farklı toprak sistemine tabi
olduğunu bilmiyorlar! Osmanlı’nın Doğu’daki idari taksimatından; klasik Osmanlı
sancaklarından farklı “Ekrad Sancağı” ve “Hükümet Sancağı”ndan haberi yok!..
Sanıyor ki... Osmanlı ABD gibi eyaletlere bölünmüştü ve eyalet ile sancakların
İstanbul’a olan bağlarında ayrı statüler söz konusu değildi!..
Sanıyor ki... Kürtler, bir gün -kafasına esti- bağımsız olmak için 19’uncu
yüzyıl başında ayaklandı! Cahillik...
Kuruluş döneminde Osmanlı devletinin gelirleri esas olarak savaş/fetih
gelirlerine dayanıyordu. Fetih bitince ve dünya iktisat piyasasına/pazarına
uyum sağlanamayınca, devletin maddi kaynakları azaldı. Bunun üzerine
Osmanlı’nın içeriye dönüp, “pamuk eller cebe” demesiyle iç savaş/ayaklanmalar
başladı.
Üstelik, 19’uncu yüzyıl başında sadece Kürt derebeyleri ayaklanmadı;
Balkanlarda Tepedelenli Ali Paşa, Pazvandoğlu Osman Ağa ve Tirsiniklizade
İsmail Ağa; Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa; Arabistan’da Vehhabi isyanları
da oldu.
Her ekonomik/mülkiyet ilişkisi çatışması aynı zamanda siyasal bir çatışmaya
neden olur. Tüm mülklerin sahibi Osmanlı çöktükçe/gücünü kaybettikçe toprağı
kapanın elinde kaldı.
Öyle ki...
Zorba jandarma, ayan, vali, mutasarrıf, kaymakam vb. arazilere el koyarak
toprak ağalığına terfi etti!
Olan köylüye- marabaya oldu...
Açayım...
Köylünün meskeni
Askerliğimi Bitlis/Tatvan’da yaptım.
Bölgede mezra yerleşimi yaygındı.
Gazetecilik dönemimde Anadolu’nun “kuş uçmaz kervan geçmez” yerlerinde
benzer yerleşimler gördüm.
Osmanlı burada nüfus sayımı yapamıyor ve itibarıyla ne vergi ne
de asker alıyordu.
Aslında... Buralar Osmanlı çöküşünün simgesiydi. Şöyle:
Gırtlağındaki lokması alınır hale gelen köylü, mültezim, “kuyruklu
sarraf”, derebeyi ve ağa zorbalığından kaçarak saklanacağı mezralar
kurdu. (Namık Kemal 1872’deki “Ziraatimiz” yazısında, köylü Ali’nin
tefecilerin eline nasıl düştüğünü yazar. Ziraat Bankası 1888’de
niye kuruldu sanırsınız? )
Köylü-maraba ne yapsın; devleti sadece vergi, asker ister; derebeyi,
toprak ağası, tefeci kanını emer. Kaçıp sığınacağı meskeni dağlardır.
Evet, köylü-maraba bitkin, ürkek, güvensiz bir başına bırakılmıştır.
Ne yapsın? Toprakların yüzde 40’ı derebeyinin, yüzde 30’u toprak ağalarının
elindedir. 100 bin topraksız aile vardır. Ve bu zulüm düzeninin en
önemli ayağı -hurafeyi din diye yutturan- şeyh-şıh ikilisidir. Uzatmayayım...
Yüzyılların bu köhnemiş düzenine ilk neşteri kim vurdu;
Atatürk!
Ülkenin en önemli kaynağı toprağın adil şekilde bölünmesi gerekmekteydi.
Bu; hem ülke topraklarının verimli işlenmesi, hem de gelir dağılımının
adil hale getirilmesi ve böylece toplumsal barışın sağlanması
için şarttı.
Genç Cumhuriyet 1925’te; -gelire çok ihtiyacı olmasına rağmen- yüzyıllardır
köylüyü ezen öşür vergisini kaldırdı. Hazineye ait 110 bin dönüm toprağı
marabaya dağıttı.
Atatürk geniş toprak reformu talebi meclisi aşamadı ve yasayı geçirmeye
ömrü yetmedi. İnönü, -toprak ağaları CHP’yi terk edip DP’yi kurmalarına
rağmen- yetersiz olsa da toprak reformu yaptı.
Toparlarsam...
Bugün... HDP’ye sol diyorlar!
Bölgedeki feodal yapıya dair bir tek söz etmeyerek; marabaları değil,
ağaları-şıhları meclise taşıyıp; yeni Duyun-i Umumiyeleri
alkışlayıp, emperyalist mandayı kabul ederek; -salt Kürt oldukları
için- gerici Şeyh Saitlere, Sait Nursilere övgü düzerek sol parti
olunabilir mi?..
Yemezler...
Güncel
Samsung Mobile tarafından gönderildi.