YAŞADIĞIMIZ SÜRECİ KİM YÖNETİYOR?

6 views
Skip to first unread message

Yusuf Çağlayan

unread,
May 14, 2015, 2:06:47 PM5/14/15
to asder...@googlegroups.com, ASDER GOOGLE GRUP, Adnan TANRIVERDI, Nevzat Tarhan
Şu günlerde yaşadığımız süreci hükümet veya cemaatin değil, Ergenekon'un yönettiğini ta başından beri defalarca yazdım. 17 Aralık'tan kısa bir süre sonra yazdığım bir yazı eklidir. Bu yazıya gelen yorumlar da eklidir. Aradan geçen süre içinde geldiğimiz durum, maalesef yaşadığımız sürecin giderek daha da Ergenekon'un kontrolüne geçtiğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Umuma selam ve dualar. Yusuf Çağlayan 
30 Mart süreci ve beklentiler
Yusuf ÇAĞLAYAN
04 Nisan 2014, Cuma
17 Aralık’la başlayan seçim öncesi süreçte ilk defa kadim İslâm muhaliflerinin sadece seyirci olarak tribünlerde yerini aldığı ve şakşakçısı olduğu bir “İslâm’a karşı İslâm” çatışması yaşandı.
 
28 Şubat hükümetleri ile bile bu kadar çatışmamış olan bir cemaat, hayret edilecek bir şekilde kendi imajını kökten değiştiren davranışlar sergiledi. Kadim İslâm muhalifleri ile kol kola girdi. Bu güne kadar “siyaseti hizmete alet etmiş” ve yurt dışında okulları koruyup kollamış, içeride ise bürokratik kadrolaşmasını cemaat yoluyla tamamlamış bir hükümete antidemokratik bir yöntemle isyan etti. Sadece kendini değil, bütün hizmet cemaatlerini siyasetle birlikte anılır bir pozisyona düşürdü. Hem hükümet, hem de toplum nezdinde kendi meşrûiyetini yerle bir etti. Buna ilave olarak, toptan tasfiye edilmeyi hak edecek dozajda bir algıyı adeta bilinçli olarak inşa etti. Toplumun büyük ölçüde dindar ve muhafazakâr kesimi nezdinde bu tasfiye meşrû hale geldi. Eskiden beri cemaatin tasfiyesi için canla başla çalışan malûm cephe, karşı cephedeki bu çöküşü nefeslerini tutarak iştahla izledi. 17 Aralık sürecinde aynı dine, inanca hizmet dâvâ edenlerin bir anda belli bir kampta birbirlerine karşı mevzilenmiş olarak kendini bulduğu, tam anlamı ile ipe sapa gelmeyen, deli saçması olaylar yaşadık. 
Olayı sadece 17 Aralık sürecini kapsayan bir üst bakışla tanımlamaya kalkarsak, 17 Aralık’ı da teşhis edemeyiz. En azından İslâma karşı yürütülen mücadelenin billurlaştığı 28 Şubat dönemini de kapsayan bir nazarla olaya bakmamız gerekmektedir.
Herkesin malûmu olan 28 Şubat’ı şöyle bir hatırlayalım. NATO, düşman kuvvetleri sembolize eden rengi yeşil olarak değiştirmişti. 28 Şubatçılar da, birinci dereceden tehdit olarak irticayı belirlemişti. Arada bütün boyutları ile tam bir paralellik vardı. Bu küresel ve yerel tehdit algısındaki tevafuk, Neo-con’ların İslâm coğrafyasına askerî ve sosyolojik müdahalelerinin yoğunlaştığı bir döneme denk geliyordu. Özetle, 28 Şubat müdahalesi, İslâm bölgesine gerçekleştirilen küresel müdahale ile eş zamanlılık ve eş amaçlılık arz ediyordu. Bir farkla ki, hedef küreselde radikal İslâm, yerelde ise irtica olarak kodlanıyor ve müdahale ise bu iki kavram üzerinden meşrûlaştırılıyordu. Hükümet devrilmişti. Ancak, İslâma karşı cemaatler üzerinden gerçekleştirilecek asıl operasyon gerçekleştirilememişti. 28 Şubat hükümetleri bile, siyasî maliyetini bildikleri için alınan kararları tam anlamı ile hayata geçirmekte ayak sürüyorlardı. Bu çalkantı içinde ekonomik kriz kapıya dayandı. Hükümet erken seçim kararı aldı ve yapılan seçimlerde, 28 Şubat döneminde hükümet kuran bütün partiler sandıkta tasfiye edildiler. Cemaatlerin bitirilmesi planı atiye kalmıştı.
28 Şubat’ın ikinci raundu, AKP’nin iktidara gelmesi ile başladı. Bu yeni dönemde hedef “AKP ve Cemaati bitirme” olarak planlandı. Bu plan, AKP açısından malûm darbe girişimleri, cemaat açısından ise MGK kararlarında tezahür etti. Bu saldırı, hükümeti ve cemaati omuz omuza getirdi ve birbirine güç vererek hem darbeleri atlattılar, hem de darbelerin en etkin ayağı olan ideolojik bürokratikleşmeyi sökerek milletin değerleri ile barışık bir bürokratik yapı inşa ettiler. 28 Şubat’ın ikinci raundu da bu şekilde sona erdi.
28 Şubat’ın üçüncü raundu 17 Aralık süreci ile başladı. 28 Şubat güçleri, bizzat rol aldıkları çatışmada başarıya ulaşamayacağını net olarak anlamıştı. “AKP ve Cemaati Bitirme” planında, simetrik çatışma yerine asimetrik çatışma stratejisini başarı ile devreye soktular. Artık ringde 28 Şubatçılar yoktu. MİT “paralel yapı” raporunu hükümete sundu. Cemaat, MİT’i hedef alan yargı operasyonu yaptı. Hükümet karşı tedbirler aldı. Ringde karşılıklı ilk yumruklar böyle başladı. Arkasından dershane sorunu ve yolsuzluk operasyonu… Artık, maçın aktörleri değişmişti. İlk paragrafta arz ettiğim olaylar ardı ardına patladı. Cemaat kendini günah keçisi haline getiren, arkasında Müslüman bir akıl bulunması düşünülemeyecek kasetlerin, şantajların ve dinlemelerin odağı haline geldi. Artık hükümeti devirme işini ihale almış bir cemaat ve cemaati bitirmeye and içmiş bir hükümet vardı. Ergenekon’u, 28 Şubat’ı yargılayan mahkemeler “paralel yapı” algısı ile yerle bir oldu. Cezaevleri boşaldı. 28 Şubatçılar seyirci koltuklarında yerlerini almışlardı. Onlar için artık bekleyip görmekten başka  yapacakları bir şey kalmamıştı. Bu iç gelişmelere paralel olarak, Türkiye’nin Ortadoğu’da parlayan yıldızı sönmeye başladı. 
30 Mart seçimleri yeni bir kırılma noktası olmalı. Ancak bu kırılma müsbet kırılma olmalı. Seçim sürecindeki gidişatın sürdürülmesinin bütün ülkeyi bir kaosa doğru sürüklediği idrak edilmeli. Herkes hatalarını görmeli. Ve bilinmeli ki, toptancı bir yaklaşımla hükümeti hedef alan bir cemaat de, yine toptancı bir yaklaşımla cemaati hedef alan bir hükümet de bu ülkede sadece kendi geleceğini yıkmayacak, ülkenin de, İslâmın da geleceğine büyük zararlar verecektir. Elbette bu yaşananların hukukî muhasebesi de yapılmalı. Ancak, bu muhasebeye kavgayı sürdürme boyutu kazandırılmamalı. “İslâm, sulh ve müsalemettir, dahilde niza ve husûmet istemez.” Dahili bir niza ve husûmetin tarafı olanlar, müsbet hareket ve hizmet  edemezler. Bu unutulmamalı…
Okunma Sayısı: 835
Yorumlar
 
  • Zalimlerin hasmıyım
04.04.2014 21:07:00
Yorumunuza şapka çıkarıyorum. Demek ki nurcuların arasında aklı başında insanlar da varmış
 
  • Mustafa Torun
04.04.2014 17:25:00
Sığ bir değerlendirme olmuş maalesef. Türkiye’de olup bitenler ve tarafların rolü AB nazara alınmadan yapılırsa sığ kalır.
Sürekli rakipler üretilerek beslenen bir iktidar var ve halk kahramanı olarak kalmaya devam etmeli düşüncesi hakim. Bu değirmenin suyunun kaynağının chp olması ile cemaat olması arasında bir fark yok. Erbakan nasıl balondu 28 şubatta patlatıldı ve görevi bitti. ...
Mehmet FIRAT
04.04.2014 15:58:00
 
Yusuf Bey, yazınızda Cemaat’e yüklendiğiniz ifadelerin ağırlığına bakılınca kavganın diğer tarafı için çok yumuşak davrandığınızı söylemek istiyorum. Evet Cemaat bahsettiğiniz yanlışları yaptı(benim kana tim de aynı yönde), fakat hükümetin, özelde AKP veya başbakanın tavırlarını hiç bir demokratik ülkede rastlamak mümkün değildir. Kasıtlı da olsa, bu süreçteki baskı ve haşinliği hükümet yerine getirdi. Karşı taraf için söylediği argümanların hiçbirini kamuoyunu ikna edecek şekilde ispatlayamadı ve halen hakkındaki iddialar orta yerde duruyor.
Bu kavganın geri planını bizim çok iyi bilmemiz mümkün değil, ama gördüğümüz oyunun her yönünün çirkin olduğudur. Bu arada güçlü olana daha bir yumuşak davranıldığı gibi bir görüntü oluşuyor(seçim sonuçlarının etkisi de var). Şunu sormak hakkımız; Cemaatin tümüyle tasfiye edildiğini, kavgada sıfır etki olduğunu düşünelim, Peki yapılan despot tavırlar, ciddi şayialar ile ilgili dindar camia hiç bir soru sormayacak mı? Sorarsa başına ne gelir?
 
  • demokrat
04.04.2014 14:49:00
 
İslam’a karşı İslam mıne alaka,ne münasebet...Biri din taciri diğeri homojen olmayan-olmadığı seçim adı verilen sayım sonuçlarında tezahür ett-camianın güç harbinin yansıması...Bunlaraİslamifadesini
-hangi manası ile olursa olsun-vermek ve yakıştırmak bile abesle iştigaldir.Eğer bunlara (ya da yaptıklarına)İslam çatışması derseniz,bir söylediği diğerini tutmayan ve emperyalizmin uşaklığını yapan bu siyasal İslamcılara prim ve taviz vermiş;hatta vebal almış olursunuz.Risalelerde sarih olarak anlatılan siyaset ve din ilişkisi aslında tam da bu zamanda ulemanın ilgi alanı ve tartışma konusu olmamalı mı?Ne dersiniz...Dua ile...
  • S.Üsküdarlı (Demokrat)
04.04.2014 14:27:00
 
Kardeşim Yusuf Çağlayan genelde doğru bir tahlilde bulunmuşsunuz bu noktada tahliliniz vakıalarla da uymludur diyebilirim. Ancak bazı deyim /tabir veya vasıflandırmalarda hatalar olmakla birlikte tekrar edersem vakıalara uygun bir tahlil. Diğer yandan bu tahlil siyasi anlamda da vakıalara uyumlu bir tahlil vasfındadır. Teşekkürler.
 
  • Mehmet YÜZER
04.04.2014 11:12:00
 
Yusuf Kardeşim,Sayın Komutanım,diline sağlık,kalemine kuvvet.Tebrik ederim,Başarılar dilerim.Görüşlerinin dikkate alınması temennisiyle...
 
  • İbrahim Faik Bayav
04.04.2014 09:36:00
 
İslam’a karşı İslam olmaz

Dr. Ali Şeriati ’Dine karşı din’ adıyla kitap yayınlamıştı. İfade doğru idi. Bizim bazı fikirdaşlarımız, ifadeyi çarpıttılar, ’İslam’a karşı İslam’ şeklinde saçma bir ifade oluşturdular. Halen bir çok dindar papağan gibi bu çarpıtılmış ifadeyi kullanıyor.

Kur’an’da ayet şöyle: ’’Size din olarak İslam’ı seçtim’’.

Bize din olarak İslam seçilmişse, bunun karşısında oluşan şey İslam olmaz. O başka bir şeydir.

İslam Dini, yalanı kabul etmez. Öyleyse şöyle denmeli: İçi yalan dolu her oluşum İslam’ın karşısındaki dindir. Eğer toplumda yalan üzere iş yrütmek revaç bulmuşsa, ’kizb’ dini ’sıdk’ dini karşısında mevzilenmiş demektir. Böyle bir oluşumu yürütenler, -adları İslam adı olsa bile- toplumu cehenneme sürükleyenlerdir. -i.f....@hotmail.com-
ömer
04.04.2014 09:25:00
çok güzel bir tahlil olmuş. 17 aralık süreci ile ilgili okuduğum en mantıklı yorum diyebilirim. yazarın kalemine sağlık. tebrikler...
 
 
 
 
 
 

ERSAN ERGÜR

unread,
May 16, 2015, 6:07:09 AM5/16/15
to Yusuf Çağlayan, asder...@googlegroups.com, ASDER GOOGLE GRUP, Adnan TANRIVERDI, Nevzat Tarhan
Yusuf Abiciğim yazınızı tahlil etmek istiyorum;
Bir kere İslama karşı İslam ifadesi doğru bir ifade değil. Kurana Karşı Kuran ifadesi doğru olur mu mesela. Sanırım İslama karşı İslami görünümde grupların davranışları demek istediniz. Ama İslama karşı İslam olamaz. Çünkü İslam Allahın dinidir ve mükemmeldir. Hata yapamaz.
Cemaat kadim İslam düşmanları ile kol kola girdi cümleniz şu anlama geliyor ki bu insanlar Müslümanların arasında Müslümanlardan görünerek nifak soktular demektir. Hem hükümet hemde toplum nezdinde cemaatin meşruiyetini yerle bir etmesi hiçte mühim değil çünkü cemaat namaz, tesettür gibi şiar meselelerde Kuran ve Sünnete muhalif hareketleri ile zaten İslami çerçevedeki meşruiyetini yerle bir etmişti. Ancak görüntüde İŞslama hizmet için bir fedakarlık söz konusu olduğundan hariçteki düşmanla mücadele gereği hiç bir cemaat ve siyasi bu cemaate karşı bir karşı harekette bulunmadı. Cemaati eskiden beri tasfiye etmeye çalışan kesim cümlesi aslında üst akıl gereği cemaati İslam dairesi içerisinde göstermek adına oynanmış bir oyunun sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Hedefin İslam olduğu iddianız kesinlikle doğru. Ergenekon ve 28 Şubat sürecinde olanlarda zaten kendilerine göre radikal olarak isimlendirilen Ehli sünnet vel cemaat akidesine göre hareket eden Müminlerdi. Bu nedenle saldırı bu noktadan yapıldı doğru. Cemaatte bugün radikal olarak isimlendirilen Ehli sünnet vel cemaat fikrinde olana Müslümanların karşısında bir tavır sergiledi. Buda göstermektedir ki aslında 28 Şubatçılarda Cemaatte İslama karşı plan yapan bir üst akılın kontrolünde idi. Ama hücre yapılanması gereği gerek 28 Şubat zihniyeti ve gerekse Cemaat zihniyeti bir birini tanımayan bir hücre yapısında idi ama her iki kesimde bir üstünde yer alan aklı tanıyordu. Hücreer yatayda birbirini tanımaz ama hücreleri tepeye doğru yönetenler diğer hücreleri tanır.
Hücreler birbirini tanımayınca ve yola çıktıkları binekleri de farklı olunca bir birlerini zahirde rakip olarak gördüler. Dolayısı ile birbirlerini düşman ilan etmeleri normaldi. Ama derinlemesine baktığınızda TSK düşman bildiği cemaatten çok fazla insanı tasfiye edememişti çünkü onları perdeleyen üst akıl bunu başarmıştı. Cemaatin liderini yanına almış ve 28 Şubatçıların tehdidinden korumuştu.
Böyle bir durumda Müslüman görünümü ile hizmet eden bir tarafı siyasilerin desteklemesi ve kadrolaşmada onları kullanması normaldi. Çünkü 28 Şubatı ve cemaati yönetenler 28 Şubat maşası ile cemaate saldırınca otomatik olarak siyasiler cemaate sarıldılar.
Cemaatte bu vesile ile başlarındaki insanların serbes bırakması ile 28 şubat zihniyetini tasfiyeye girdi. Çünkü asalayı kuranların asaladan vaz geçerek Türkiyeye imha ettirmeleri gibi bir durumdu bu.
Bu arada MİT beklenilmeyen şekilde cemaati keşfedince üst akıl cemaati daha önce kadrolarını yerleştirdiği gerekçesi ile MİTin bu faaliyetini durdurmak adına kıskaca almak istedi ama o günden sonra bunu başaramadı çünkü artık tuzak kurucuların en büyüğü Allah Müslümanlara merhamet etmiş ve ihlaslı hareketleri nedeni ile Müslümanları zafere taşımaya başlamıştı. Geçmişten beri Müslümanlara ya gayri ahlaki yada hırsızlık damgası ile saldırıldığından çünkü başka tutar yön yok. Bu kezde yolsuzluk hırsızlık damgası ile saldırmaya başladılar. Buda tutmadı tutmayacak inşallah... Hatalar yokmu elbette var. Ama üst akıl olan Allah bu işin hesabını elbet soracaktır. Kendisini İslamın içerisinde gören cemaat eğer Allahın Kitabı ve Peygamberinin sünnetine göre 28 şubat ve ergenekon sürecini yönetse idi bugün serbest kalanlar içeride olacaktı. Müslüman zalimden hakkını alırken dahi haksızlık edemezdi. Ama onlar gelecekte hükümeti kıstırabilmek adına ergenekon balyoz ve 28 şubat soruşturmalarını fırsat bilerek kendi kurmaylarını terfi ettirmek için terfi etmesi muhtemel masumlarıda buna yamayınca. Sizinde inandığınız Üstadınız Bediüzzaman rah bildirdiği gibi bir otobüste bir masum olsa diğer zalimlerde imha edilmez düsturu ile hepsi serbes kaldı.
Dahilde müspet harekete gelince. Sizin gazetesinde yazı yazdığınız Yeni Asya cemaati 1996 yılında Bediüzzaman Saidi Nursi mevlidinde Aczmendilere karşı müspet hareket ettimi ki bugün cemaat ve hükümet arasında ki meslede müspet hareket edilebilsin. Sonra müspet hareket islamın vecibelerin yaşanmasında tavizsiz olmak olarak anlaşılmalıdır. Sizin ifade ettiğiniz anlamda da müslümanlar bir birleri ile arasındaki muhalefette olmalıdır. Kendisini ingilize ABDye yahudiye kullandıran bir cemaate karşı müspet hareket Ümmete ihanettir. Bugün siyasi iktidar aslında cepheye sürülen Cemaat nezdinde Tüm avrupa ile tüm İngiliz ile Tüm yahudi ile mücadele ediyor. Aslında cephede nifak ehli var. Ve onların arkasında Tüm islam düşmanları var. Hala görmediniz mi?

14 Mayıs 2015 21:03 tarihinde 'Yusuf Çağlayan' via adaleti-savunanlar <adaleti-s...@googlegroups.com> yazdı:

--
Bu mesajı [ASDER] grubuna üye olduğunuz için aldınız.
 
Grupta bir kişi veya grubu tahkir, saldırı veya zan altında bırakacak tarzda yazı yazmak uygun görülmemiştir, bu şekilde yazı yazanların grupla ilişkileri kesilir.
---
Bu iletiyi Google Grupları'ndaki "adaleti-savunanlar" grubuna abone olduğunuz için aldınız.
Bu grubun aboneliğinden çıkmak ve bu gruptan artık e-posta almamak için adaleti-savunan...@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.
Bu grubu http://groups.google.com/group/adaleti-savunanlar adresinde ziyaret edebilirsiniz.
Daha fazla seçenek için https://groups.google.com/d/optout adresini ziyaret edin.



--
Ersan Ergür
0 532 223 70 47
İyiki varsınız ve İyiki Sizlerleyim!

H. Ç.

unread,
May 16, 2015, 10:39:35 AM5/16/15
to asder...@googlegroups.com
Ersan kardeşim 
Cemaatin dış güçlerle birlikte elele ülkenin kuyusunumu kazıyorlar demek istiyorsun karanlık güçler birlikte mi iş görüyorlar mı diyorsun kısaca

iPhone'umdan gönderildi

16 May 2015 tarihinde 13:07 saatinde, ERSAN ERGÜR <ersan...@gmail.com> şunları yazdı:

Bu iletiyi Google Grupları'ndaki "asderassam" grubuna abone olduğunuz için aldınız.
Bu grubun aboneliğinden çıkmak ve bu gruptan artık e-posta almamak için asderassam+...@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.

ERSAN ERGÜR

unread,
May 16, 2015, 2:10:05 PM5/16/15
to asder...@googlegroups.com
Hikmet Bey,
Karanlık güçler olarak düşünülebilir ama Yusuf Beyin yazısında cemaatin kadim İslam düşmanları ile kol kola olduğu tespiti var. Ancak bana göre Karanlık güçlerle birlikte iş görmüyor. İslam düşmanlığı yapan ve 28 şubat zihniyetinide kullanan güçlerin kontrolünde iş yaptığını söylüyorum. Birlikte değiller.

16 Mayıs 2015 17:39 tarihinde H. Ç. <hikmet...@hotmail.com> yazdı:

Ekrem Ata

unread,
May 17, 2015, 5:38:16 AM5/17/15
to Nevzat Tarhan, Yusuf Çağlayan, asder...@googlegroups.com, ASDER GOOGLE GRUP, Adnan TANRIVERDI

Her şey toz duman. At izi it izine karıştı. Olaylar çok karmaşık hale geldi. Çok farklı yorumlar var. Ben şahsen meselenin çok karmaşık olmadığını düşünüyorum. İlk günden beri aynı fikirdeyim. Hatta bu konuda hemen 17-25 Aralık hadisesinin hemen akabinde “bir oyuna mı geliyoruz” konu başlıklı yazmış olduğum yazıyı paylaşmıştım. Bunu da ekte tekrar arz ediyorum.

 

Sonuç noktasında Ergenekon ve balyoz planlarında “ne yapıp yapıp hükümet ile cemaatin arasını açmalıyız” stratejisi öne çıkıyordu. Bu plan medyaya tüm hatları ile yansımıştı. Nitekim bugüne gelindiğinde planın oldukça başarılı olduğunu görüyoruz.

 

Türkiye Cumhuriyeti’ne Lozan anlaşması ile bir elbise dikildi. Bu elbise hiçbir şekilde değiştirilmeyecekti. Zira sözde istiklalimizin tanınmasına ancak bu şekilde izin verilecekti. Tüm kurumlar buna göre dizayn edilecekti. Ordu-bürokrasi-hükümet üçlüsü her zaman kontrolleri altında olacaktı. Hükümet de olunsa bir yere kadar muktedir olunabilecekti. Zira ordu ve bürokrasi zaten emin ellerde idi.

 

Sonraki süreçte bu elbise artık bize olmuyor, yeniden dikmemiz gerekir diyenler (Rahmetli Menderes, Özal ve Erbakan gibi…) bir şekilde tasfiye edildi.

 

Ancak 2003 yılı yeni bir dönemin başlangıcı idi. 2007-2008 yılına gelindiğinde ilk defa hükümet-bürokrasi-halk aynı tarafta duruyordu. Büyük bir destek vardı. TSK içinde halkın değerlerine yabancı, darbeyi kendine görev bilenlere karşı büyük bir operasyon başlatılmıştı. İlk defa hem iktidar, hem de muktedir olunuyordu. Bu gidişatın önü alınmalı idi. Bazı çatlak sesler gelmeye başlamıştı. Her zaman olduğu gibi İngiltere gene başrolde gibiydi sanki.

 

Financial Times'ta Haziran 2012’de Daniel Dombey diyordu ki; "Türkiye'de Erdoğan pek çok kurulu düzene meydan okuyor. Başbakan'ın karşısındaki esas zorluk, pek çok devlet kurumunda örgütlü cemaattir. Türkiye bölgede yeni güç olma peşinde ama kendi arka bahçesindeki sorunların tehdidi altında."

 

Bu boş yere söylenmiş bir söz değildi. Sonra şeytanın bile aklına gelmeyeceği muazzam bir plan yapıldı. Hükümet ve cemaatin zayıf taraflarına oynandı. Kılıçlar öylesine çekilmeli idi ki her ikisi de yok olmadan bir daha kılıçlar kınına girmemeliydi.

 

Bakın bugün derin yapı sessizce izliyor. Doğu Perinçek hükümet bizim dediğimiz noktaya geldi diyor. Tüm cemaatleri bitireceğiz diyor. Ordunun yarısı işgal edilmiş durumda bunları tasfiye edeceğiz diyor.

 

Bugün maalesef paralel yapı tasfiye edilecek diye TSK içinde bir operasyon planlanması sadece derin yapıyı sevindirir. Gene aynı şekilde 600-700 bin memur tasfiye edilecek gibi söylemler normal bir düşüncenin ürünü değildir. Adeta devlet tasfiye ediliyor. Yıllardır Ergenekon zihniyetinin yapamadığı tasfiyeler şeytani bir plan ile kendi dostlarımız üzerinden yapılır duruma geldi.

Gene bugün maalesef devlet savrulmuş durumda. Emniyet büyük ölçüde tasfiye edildi. Devlet zaafa uğratıldı. İki gün önce Van’da idim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mitingi vardı. Kalabalık olmadığı gibi bize mihmandarlık eden çok iyi bildiğimiz bir dostumuz dahi miting alanının yakından dahi bizi geçirmedi. Bizi kayıt altına alırlar dedi, şaşırdım. Böylesine sinmiş bir halk ve maalesef elimizden kaçmış bir şehir gördüm. Bir de şunu gördüm. Dönüşte de aynı uçakta idik. Çağdaş yaşamı destekleme derneğinin kadın üyeleri hatırlı sayılacak derecede orada idi. Sokaklarda dolaşıyordu. Zaten patlamaya hazır bomba halinde gelmiş halkın arasında cirit atıyorlardır. Yani derin yapı iş başında.

 

·         Çözüm süreci politikasında sıkıntılar var,

·         Dış politikada sıkıntılar var,

·         Ekonomide 2008 yılından beri yerinde sayan bir yapı var,

·         İçerde ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, dışarda ise yalnızlaştırıcı bir politika var.

·         Bütün bunların üstüne tasfiye olan bir devlet var.

Bana göre çok büyük bir oyunun içindeyiz. Özellikle ASDER olarak siyaset üstü olabilmeyi her zaman başarabilmeli, doğruları söylemekten çekinmemeliyiz. Bize önemli görevler düşüyor.

 

Şunu da kabul etmek gerekir ki zahiri sebepler arkasında mutlaka kaderin de bir hükmü vardır ki bu musibetler başımıza geldi.

 

Evet, biz parayı, makamı, malı sevdik. Davamızı unuttuk. Birbirimizin hatalarını gördük, kabahatleri örtmedik. Birbirimizle çekiştik. Fakirin hakkını gözetmedik. Elimizdeki kuvveti kendimizden sandık. Enfal süresi 46 ncı ayetindeki azara müstehak olduk.

 

“Allah'a ve Peygamberine itâat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz ve sabredin, şüphe yok ki Allah, sabredenlerle berâberdir.”

 

Cenab-ı Hak inşallah tez elden bu musibeti sona erdirsin. Başımızdakilerin başına akıl, kalplerine iman versin.

 

Amin, amin, amin…

 

 

Açıklama: imza

Ekrem ATA

Pazarlama Müdürü

KURALKAN Mot. Arç. Ürt. S. Ve Dış Tic.A.Ş.

 

Eski İzmit Yolu Üzeri Tepeören Mevkii

34940 Tuzla / İstanbul

Tel: 0216 581 21 46

Cep: 0 552 321 3117

Faks: 0216 304 05 55

Web: www.kanuni.com.tr, www.bajaj.com.tr

 

 

From: adaleti-s...@googlegroups.com [mailto:adaleti-s...@googlegroups.com] On Behalf Of Nevzat Tarhan
Sent: Thursday, May 14, 2015 9:20 PM
To: Yusuf Çağlayan
Cc: asder...@googlegroups.com; ASDER GOOGLE GRUP; Adnan TANRIVERDI
Subject: [ASDER:21095] Re: YAŞADIĞIMIZ SÜRECİ KİM YÖNETİYOR?

 

Yusuf kardeşim hadiseler bu fikri doğruluyor islama karşı islamın Türkiye versiyonundayız ve her iki tarafta kör 

dua ve sabır 

Nevzat Tarhan

--

image003.jpg
image004.jpg
BİR OYUNA MI GELİYORUZ.docx
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages