Yazar: Kâmil Eşfâk Berkî
En "farklı" şiirlerinden biri olan Av Edebiyatı'nda TEHLİKELİ KORO başlıklı bir 'ara şiir' vardır. Bu şiirde YEŞİL KORO, TEHLİKELİ KORO, YEŞİL AYDINLIK KORO, ARAYA GİREN KATMERLİ TEHLİKELİ KORO: KANA ÖVGÜ şiirin bütünü içinde, bir iç-ses, bir iç-karşı ses, günübirlik ve absürd riskine karşı adeta mutlak'ın sesi diyebileceğimiz, yayında da italikle dizilmiş olan bu ara-şiirlerden tehlikeli Koro'da bir mısrada ilginç bir ironi olduğunu düşündüğüm bir noktaya değinmek istiyorum:
Av yaşamaktır balık av olmak için çıkar su yüzüne
Avlamayan av olmaya çıkar
Kuş av olmak için şehrin üstünden uçar
Köprünün direklerine konar martılar
Av dileğiyle oynamak martı bunu yapar
Avcının olduğu yerdedir avın yaşaması
Medeniyet avla başlar
Şimdi de ayı avlamak istememiz boşuna mı
Avlanın avlanın varolduğunuzu bilmek için
İnsan insan olduğuna avla çıkar
Avla bulur tabiatı ve tabiatın ötesini
Burada "şimdi de ayı avlamak istememiz boşuna mı" dizesinde, şiirin başında kuşlar, aslan, tilki geçtiği için bunu da ayı sanmamız doğal bir şeydir. Ancak, Sezai Karakoç şiirinin derinlikli ve girift yanları da bulunan bir 'yapı şiiri' olduğunu unutmamak gerekiyor. Şiir kimi ironik sürprizleri de bizim karşımıza getirir. Burada gökteki ay vurgulanmıştır. Böylece insanlığın sanayi devriminden bu yana içerisine girmiş olduğu tehlikeli sürecin şairde uyandırdığı endişe, tedirginlik Sezai Karakoç'a mahsus bir Şiir Dili içersinde yerini almış, ve
Şimdi de ayı avlamak istememiz boşuna mı gibi ilginç bir söyleyiş doğmuş oluyor. Yoksa arslanın, tilkinin yanına ayıyı da koymamız bizi yanıltmış, bizi şiirin özel diline giremeyişimize neden olur. Modern Şiir, Klâsik Şiir tartışmaları bir yere kadardır. Klâsik çağların mutlak değerlere bağlılık özelliğinden ayrılmak, uzaklaşmak gidişini ortaya koymak isteyen bir 19. ve 20. yüzyıllar gerçeği karşısında, sağduyu ve hikmetin sesi olan şairler gerekirdi. Mutlak değerlerden kopmayı kınayan, insanlık dostu bir şair olarak Sezai Karakoç sadece Türk edebiyatında değil, Ortadoğu şiirinde de, özellikle İslâm medeniyeti imge ve düşüncesini sanatında 'yeniden doğurmak' sancısı ile çok farklı ve üstün bir konumdadır. (1969'da yazılan 'Ay Diyalogu' yazısı bu şiirle bağlantılıdır.)
Onun özelliklerinden birisi de düşüncesinin, şiirinden filizlenmiş oluşudur. Bu nokta çok önemli. Batı edebiyatında T.S. Eliot ve Ezra Pound, ikisinden daha önce W.B.Yeats'in şiirinde de medeniyet ve tarih perspektifleri belirmiştir. İslâm medeniyetinin çıkardığı İkbal ve Sezai Karakoç gerçeğini de artık benimsemek, gereksiz bir çekingenlikten kaçınmak gerekiyor. Açıktır ki, Sait Ahmet Said [Adonis] de Sezai Karakoç'la aynı yıllarda Arapçada yeni bir şiirin arayışları içinde olmuş bir şairdir. Coğrafyaya kuşbakışı bir bakışta, 1950-1960 arasında Türkiye, Suriye ve Mısır'da klâsik şiirden, serbestle yazılan yeni bir şiire geçilmekte olduğu görülür.
Sezai Karakoç sakin ve kararlı edebiyat ve düşünce hayatında sadece Türkiye için değil çağdaş İslâm toplumu için de bir kaynak, bir kendine güven ve gelişme, ilerleme muhtevası ortaya koymuştur. İslâm Medeniyetinde total bir ses çağımızda.
Hikâye sanatında da yeni bir öykü dünyasının kuruluşu olabilme özelliği gösteren eserler vermiş olduğunu eklemek isterim. Çünkü bugünkü genç öykücülerde, bir kısmında, bir kısırlaşmaya doğru giden aşırı modernist eğilimler gözlenmektedir. Böyle bir açı.
Bu toplumun şiirle yeniden buluşmasında Sezai Karakoç'un şiirleri, bir aile edebiyatı özelliği taşır. İnsana içerden seslenen bir sıcaklık. Her ruhun "beni söylüyor" diyeceği bir Şiir adetâ.
kaynak: milligazete.com.tr