Prof. Dr. Cengiz TOSUN
2007 Şubat başında Kültür ve Turizm Bakanlığı, şair Sezai Karakoç'a "Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü verdi.
Bir şairin ödül alması çok hoş ve güzel bir olay. Bu açıdan bakıldığında görüntü ve davranışı takdir etmek gerekir.
Ben burada şair Sezai Karakoç'un ne denli bu ödüle layık olup olmadığını tartışmayacağım. Ancak ödül gerekçesini okuyunca bazı soruları sormaktan ve gerekçeyi nasıl anlamam gerektiğini sorgulamaktan kendimi alamadım.
Hiçbir işe yaramayan irili ufaklı onlarca ödüle koşa koşa giden şairlerimize ibretlik bir tavır Sezai Karakoç'tan geldi. Bir kaç ödül dışında tüm ödüllerin anlamsız bir balçığa dönüştüğü günümüz Türk Edebiyatı ortamında Sezai Karakoç'un tavrı tertemiz bir tavır olarak parladı. Şairin, en büyük çekincesinin, ödül alırken, tv'lerde, gazete ve dergilerde reklam olacağı korkusu olduğu öğrenildi. Bir ödülün nasıl reddedilmesi gerektiğinin en soylu örneğini ve bir ödülün bir şairin granitten abidesine toslayıp tuzla buz olmasının gösterisini sundu. Düşüncesi, şiir anlayışı ne olursa olsun, bir şairin, gerçek bir sanatçının durması gerektiği noktayı, dengesini bize gösterdi.
Bütün şairlere örnek olması dileğimizle…
Ahmet Yıldız
HABER (Ajanslar)
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca her yıl verilen ''Kültür ve Sanat Büyük Ödülü''nün bu yılki sahibi şair-düşünür Sezai Karakoç'un, tören istemediği, sadece plaketin adresine gönderilmesini talep ettiği ve para ödülünü de bakanlığın tasarrufuna bıraktığı öğrenildi.
Sezai Karakoç, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un imzasıyla kendisine gönderilen ödül yazısına verdiği cevapta, "uygun görülmesi halinde" ödülle ilgili bir tören yapılmamasını istedi, ödül plaketi ile diğer ilgili belgeleri de posta yoluyla kabul edebileceğini bildirdi.
Edindiği izlenimlerden, ödülün açıklanmasından sonra kamuoyunda yeterli yankıyı uyandırdığı düşüncesinde olduğunu kaydeden Karakoç, yazısında ayrıca para ödülünün de kültür hizmetlerinde veya uygun görülecek başka herhangi bir alanda kullanılmak üzere bakanlık tasarrufuna alınması ricasında bulundu.
Zamanının büyük bir bölümünü Cağaloğlu'ndaki mütevazı ofisinde geçiren Karakoç'un Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nün bu yılki sahibi olduğu, yaklaşık bir ay önce bakanlık tarafından açıklanmıştı.
Şair Sezai KARAKOÇ'a verilen "Ödül'ün Gerekçesi" üzerine.
Prof. Dr. Cengiz TOSUN
2007 Şubat başında Kültür ve Turizm Bakanlığı, şair Sezai Karakoç'a "Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü verdi.
Bir şairin ödül alması çok hoş ve güzel bir olay. Bu açıdan bakıldığında görüntü ve davranışı takdir etmek gerekir.
Ben burada şair Sezai Karakoç'un ne denli bu ödüle layık olup olmadığını tartışmayacağım. Ancak ödül gerekçesini okuyunca bazı soruları sormaktan ve gerekçeyi nasıl anlamam gerektiğini sorgulamaktan kendimi alamadım.
05 Şubat 2007'de Doğan Hızlan'ın Hürriyet Gazetesindeki "Bakış" adlı sütununda "Edebiyatçıların saklı hayatı" yazısında yer alan ödül gerekçesi
aynen şöyle: "Karakoç, insanda insani duyguların canlı algılar halinde yaşayarak gittiği büyük şiir yatağında akması, insanlık macerasında, ruhun
ve milletimiz özelinde yüksek bir ifadeye kavuşmuş olan tarihi yeniden
yapılanma fırtınalarını şiirlerinde yansıtması sebebiyle ödüle layık
görüldü."
Bu cümleyi defalarca okuyarak anlamağa çalıştım ama pek de yararlı olmadı. İlk sorum haliyle Sezai Karakoç'u niteleyen sıfatların hangileri
olduğuydu. Bununla ilgili bir tek sıfat bulamadım. İnsanda insani duygular
canlı algılar halinde yaşayarak gidip büyük şiir yatağında akıyormuş.
Sonra, insanlık macerasında ruhun ve milletimiz özelinde yüksek bir ifadeye
kavuşmuş olan tarihi yeniden yapılanma fırtınaları varmış, Karakoç'da bunları şiirlerinde yansıtmış.
Acaba böyle söyleyince anlaşılıyor mu? Acaba
bunu yazan çok büyük laflar ettiğini mi sanmış? Anlam bütünlüğü, tutarlılık,
bağdaşıklık açılarından olaya hiç mi bakmamış? "Canlı algı"
deniyorsa "ölü algı"
da olabilir. Ama olamaz çünkü "algı" olgusu bir canlıda onun duyusal ve zihinsel işlevleriyle oluşur. Burada kavramlar öylesine yuvarlanmış ki,
insanlık macerası, ruhun özeli, milletimizin özeli, tarihî yeniden yapılanma
fırtınaları gibi her birinin neyi kapsadığı, neyi çağrıştırdığı, neye karşılık olduğu anlaşılamıyor.
Bu durumda kişi ister istemez şu soruyu soruyor. Niçin böyle karışık, anlaşılması güç, ne demek istediği belli olmayan bir gerekçe yazılır?
Sebebini yazanda mı, yazdıranda mı aramak gerekir? Bunu yazan,
hazırlayan bir raportör varsa eğer, bu olguyu önemsemedi mi, inanmadı mı yoksa hiçbir hazırlığa gerek mi duymadı?
İşte bu sorulara açıkça bir cevap bulmak gerçekten güç.
Bu durumda, hangi özellikleriyle bu şair ödüle layık görülmüştür sorusuna anlaşılabilir bir yanıt bulmak için Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın
Dergah Yayınlarından çıkmış olan "Şiir Tahlilleri 2" adlı kitabının (Eylül 2005, 14. baskı) 309. sayfasındaki yazdıklarına bakmak gerekiyor: "Sezai
Karakoç, hayat görüşü bakımından ne 2. yeni akımına, ne de aynı üslubu kullanan ve çoğu Marksist olan gruba dahildir. Onu umumi bir ideoloji
veya temayüle bağlamak istersek milliyetçi, dindar, muhafazakar zümreye sokabiliriz. Gene aynı kitabın 314'üncü sayfasında:
"Sezai Karakoç, Cumhuriyet devrinde, kendi denemelerinden önce çok sapa görünen bir yol
tutturmuştur. Basma-kalıplar içine hapsolmuş, kurumuş katılaşmış din duygusunu tüze bir ilhamla yeniden diriltmiştir.
Acaba gerekçeyi yazan bu tür yargıları açığa vurmaktan mı kaçınmıştır,
ne dersiniz?