Fransa da Ermeni Lobisi'nin yeni kanun teklifi

2 views
Skip to first unread message

bilg...@aol.com

unread,
Nov 13, 2014, 7:19:40 AM11/13/14
to Turkiye-i...@googlegroups.com
 
 
 
 
 
Description : http://simg.hurriyet.com.tr/img/00/4m/profile_200.jpg?t=20141112189fd691a8a0473ab3af49d723068019
Fransa Anayasa Mahkemesinin İptal ettiği 'İnkâr Yasası'nı hazırlayan Valerie Boyer ve arkadaşları yine sahnede
...
Fransa’da 30 yıldır Emlak danışmanlığı yapan Lütfi Bilgen’den bir mail adım.
Bilgen’le 25 yıla dayanan yakın dostluğumuz var. Hiçbir zaman fevri hareket ettiğine şahit olmadım. Her zaman olaylara insani yaklaşır, haksızlığa uğrasa bile sorunu çözmek için iyi niyetle nedenini araştırır.  Birçok Ermeni ve Yahudi dostu vardır, her din ve mezhepten dostlarıyla çok iyi anlaşır,  onlarla iş yapar. Lütfi’nin gönderdiği e-mail adeta bir S.O.S çağrısı…
Şöyle başlıyor
Sevgili Dostlar, Ermeni lobisi yine harekete geçti ve Fransa Ulusal Meclisine “Yirminci yüzyılda soykırımların inkârını ve insanlığa karşı suçları cezalandırmayı amaçlayan bir kanun teklifi” verdi. Fransa derin bir ekonomik ve sosyal kriz yaşarken, totaliter rejimlerdeki gibi ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bu kanunu teklif edenler daha önce  ‘İnkâr Yasası’nı gündeme getiren Sarkozy'nin  'Halk Hareketi İçin Birlik-UMP partisi Milletvekili Valerie Boyer ve arkadaşları.
MÜSAADE ETSİNLER BİZDE KONUŞALIM
Bizler, hiçbirimiz Ermenilerin çektikleri çileleri, felaketi küçümsemek, hafife almak veya çarpıtmak çabasında değiliz. Ama müsaade etsinler de, bizde duyduklarımızı gördüklerimizi aktaralım, kafamıza takılan soruları sorabilelim. Anadolu insanının, yani Türklerin çektikleri çileyi, uğradıkları felaketi, işgal kuvvetleri ve onların yerli işbirlikçisi Ermeni çetelerinin bizlere yaptıklarını biz de söyleyebilelim.
Tarafsız tarihçiler arşivlere girip araştırabilsinler, arkeologlar, etnologlar, sosyologlar, kriminoloji uzmanları modern yöntemlerle incelemeler yapabilsinler. Mesela, o dönemde katliama uğramış insanların oluşturduğu bazı toplu mezarlar, geçtiğimiz yıllarda açılarak ilmi incelemeler sonunda Müslüman halka ait olduğu bulgularına ulaşılmıştı. Niçin pozitif ilimlerden, araştırmalardan, arşivlerin açılmasından korkuyorlar? Ermeni internet sitelerinde 2015 yılında Ermeni militanlar, dernekleri,  entelektüelleri ve Papazları ile 100. yıl etkinlikleri için Fransa da Türklerin yogun yaşadığı şehirleri hedef aldıklarını duyurdular. Türklerin yoğun olduğu yerleri hedef almak niye? Fransa da yaşayan Türkleri provoke etme planımı tezgâhlanıyor?
DÜSTURUMUZ "YURTTA BARIŞ, CİHANDA BARIŞ" 
Fransa da 20 şehirde birden ayni anda aynı sergi açarak Türk Sivil Toplum kuruluşlarını gafil avlayacaklar, dirençlerini kıracaklarmış güya. Sanki adamlar bizimle savaşa giriyor, 20 cephede  birden savaşacaklar! Bütün dertleri, sürtüşme ortamı yaratmak. Ama unuttukları bir şey var, o da bizlerin düsturu "Yurtta barış, Cihanda barış". Pek çoğumuz için, Fransa doğduğumuz yer olmasa da, doyduğumuz yer. Yani burasıda bizim yurdumuz. Onlar kadar bizim de sesimiz çıkabilir, demokratik tepki verebilir, oyunlarını bozabiliriz.  Zira ne Türkiye de, ne Fransa da, nede diğer ülkelerde yaşayan Türk toplumlarında hiçbir zaman "Ermeni düşmanlığı" olmadı, bizim Ermeni halkıyla hiçbir sorunumuz yok, aksine pek çoğu ile dostuz. Birçok kültürel birlikteliğimiz var.
ARTIK SUÇLAMALARDAN BIKTIK 
Seçimlerde oy olmak isteyen bazı politikacılar ve geçimini "Türk düşmanlığı" yaparak sağlayan bazı diaspora derneklerine karşı uyanık olalım. Amaçları kanun teklifini geçirmek için Türklerin yoğun olduğu birkaç yerde olay çıkarmak ve ‘3 T’ olarak tanımladıkları “Tanıtma-Tazminat-Toprak” hedefine ulaşmak. Avrupa’da yaşayan vatandaşlar olarak artık bu işten bıktık, ırkçı saldırılara, baskılara, aşağılanmalara, 'Katillerin torunları' suçlamalarına siyasiler ve yöneticiler artık bir son verdirsin. Kaçak güreşmeyi bırakıp, toplum olarak geçmişimizle yüzleşmekten korkmayan, ama asılsız suçlama ve polemiklere de pabuç bırakmayacak kadar cesur, yanlışlarımız varsa da özür dileyecek kadar dürüst olduğumuzu göstermek için birlik olmalıyız. Bu sorun bizden sonraki nesillere havale edilip onları da zehirlememeli. İki tarafın sorumluları artık bu sorunu çözmeli…
..İşte Fransa ulusal Meclisine verilen Kanun teklifinin ilk sayfası
 
Description : http://simg.hurriyet.com.tr/img/00/4m/yazi/14EKIM2014-YENIKANUN%20TEKLIFI-1.jpg
AYNI LOBİ İLE FIRTINANIN GELİŞİ
Evet... Lütfi Bilgen’in dikkat çektiği konular böyle… Fırtınanın gelişini önceden haber veriyor.  Bahsettiği Milletvekilleri daha öncede Fransa Ulusal Meclisi ve Senato’sunda kabul edildiği halde  ‘Fransa Anayasa Mahkemesi’nin İptal ettiği  ‘İnkâr Yasası’nı hazırlayan Valerie Boyer ve arkadaşları… Fransa Anayasa Mahkemesi, 2012 de Ermeni soykırımı inkârını suç sayıp  45.000 Euro para ve hapis cezasını içeren yasa teklifini 1789 tarihli İnsan Hakları Beyannamesi'ne göre Anayasaya aykırı bularak iptal etmişti.
Yeni kanun teklifine Valerie Boyer ile birlikte imza atan diğer Milletvekilleri : Olivier Audibert Troin, Sylvain Berrios, Bernard Brochand, Dino Cinieri, Éric CiottiI, Charles de Courson,Marc-Philippe Daubresse, Bernard Deflesseles, Patrick Devedjian, Dominique Dord, Charles-Ange Ginesy, Arlette Grosskost, Valérie Lacroute, Frédéric LefebvreE, Geneviève Levy, Josette Pons, Franck Riestier, Paul Salen, Guy Teissier, Michel Terrot, Dominique Tian, Philippe Vitel.
...
Kanun teklifinde “Yaşanan güncel olaylar bir kez daha soykırımların ve insanlığa karşı işlenen suçların inkârını cezalandıran bir kanuna acil ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Özellikle Ortadoğu’daki Hristiyanlara karşı trajik ve şok edici şekilde gerçekleştirilen zulüm belleklerimizden silinmeyen 100 yıl önceki Ermeni soykırımın acı gerçeklerini hatırlatıyor. O nedenle “Sadece Fransa’nın tanıdığı Yahudi soykırımı ile ilgili kanun ve cezalar yetmez onun yerine bütün soykırımlar ve insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili tek bir kanun olmalıdır" deniyor.
...
Yazık…  Çok yazık,  yıllar süren bu sürtüşmeyi oya tahvil etmek için pazarlayan siyasiler ve politikacılar 100.cü yıl arifesinde bu tür oyunlara kalkışmak yerine iki toplumu birbirine yaklaştıracak çözümler arasa daha iyi olmaz mı? 
 
 
 
Lutfi BILGEN
 

Arif N Caner <arifn...@gmail.com>: Nov 12 08:13PM +0300

JOHN OLIVER - ERDOGAN'S GRAND PALACE
 
 
 
 
 
http://www.youtube.com/watch?v=vX8WLaCSubU&sns=em
 
 
 
 
 
 
 
Saygılarımla,
 
Arif Neşet Caner
 
arifn...@gmail.com
Mustafa Nevruz SINACI <gercek....@hotmail.com>: Nov 12 05:01PM

HABERTÜRK Gazetesi yazarlarının köşeleri, saat 9:00'dan itibaren güncellenmektedir.100Murat Bardakçımbar...@htgazete.com.trYeni bulunan belgeye göre Atatürk 1877’de doğmuş10 Kasım 2014 Pazartesi, 06:50:38Güncelleme: 09:03:28Mehmet Ali Öz adındaki emekli bir din adamının Zübeyde Hanım ile çocuklarına aylık bağlanması hakkında Osmanlı Arşivleri’nde bulduğu 9 Ocak 1893 tarihli bir belgede, gümrük memuru Ali Rıza Efendi’nin oğlu Mustafa, 1893’te 16 yaşında görünüyor. Bu kayıt, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1881’de değil, 1877’de doğduğu anlamına geliyorTÜRKİYE’de hemen herkesin bildiği, daha çocukluk senelerinde ezberlere alınan ve hafızalardan hiç silinmeyen iki tarih vardır: 1881 ve 1938, yani Atatürk’ün doğum ve ölüm tarihleri...Vefat tarihi olan 1938’i kimse sorgulamaz, o zamanı yaşayanlar henüz hayattadırlar ama 1881 üzerinde arada bir tartışma çıkar. Atatürk’ün doğum kaydı henüz yayınlanmadığı için bu tarihin kesin olmadığını söyleyenler vardır, hangi gün doğduğu da henüz bilinmemektedir, üstelik 1930’lu senelerdeki bazı resmî yayınlarda 1881 yerine 1880 tarihi yeralır ve bu tarih daha sonra bir yıl ileriye çekilip 1881 yapılmıştır.BİLGİLERİ TAMAMLADIBundan iki ay önce yazmıştım: Mehmet Ali Öz adındaki emekli bir din adamı, Mustafa Kemal Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi ile annesi Zübeyde Hanım hakkındaki eksik bilgileri tamamlayan, tamamen belgelere dayanan ve yakında yayınlanacak olan bir çalışma yapmıştı. Öz, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Soy Kütüğü (Osmanlı Arşivi Belgelerine Göre)” ismini verdiği kitabında Devlet Arşivleri’nde bulduğu evrakı kullanarak Atatürk’ün nesiller öncesine uzanan şeceresini çıkartmış veZübeyde Hanım ile üç çocuğuna, Ali Rıza Efendi’nin vefatının ardından bağlanan aylıkların belgelerini de vermişti.20’ŞER KURUŞ AYLIKZübeyde Hanım 1870 ile 1880 seneleri arasında “rüsûmat” yani gümrük memurluğu yapan, daha sonra istifasını vererek ticaret hayatına atılan ve iflâsının ardından 1888’de vefat eden kocası Ali Rıza Efendi’nin ardından kendine ve yetim kalan Mustafa, Makbule ve Naciye isimli çocuklarına aylık bağlanması için bir dilekçe sunmuş. Dilekçeyi değerlendiren emeklilik komisyonu, Ali Rıza Efendi’nin on senelik hizmetinin ayrıntılarını çıkartarak Zübeyde Hanım ile çocuklarının aylık almaya hak kazandıklarını belirlemiş ve anne ile üç çocuğa yirmişer kuruş aylık bağlanmış. Kararda, aylığınMustafa’nın yirmi yaşına gelmesine yahut bir işe girmesine; Makbule ile Selânik’te daha sonra küçük yaşta vefat edecek olan Naciye’ye de evlenmelerine kadar ödeneceği ifade edilmiş.1893’TE 16 YAŞINDARumî tarihle 27 Kânunevvel 1309, yani Milâdî tarihle 9 Ocak 1893’te hazırlanan belgede çok önemli bir ayrıntı var: Aylık miktarları ile isimlerin üzerinde bulunan “sinni”, yani “yaşı” sütununun hemen altında Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım’ın oğulları Mustafa’nın o tarihte 16 yaşında olduğu yazıyor!Mustafa’nın 1893’te 16 yaşında olması demek, 1877’de dünyaya gelmiş olması demektir ve emekli din adamı Mehmet Ali Öz’ün ortaya çıkarttığı Atatürk ile ilgili bu en eski resmî belgede 1877 tarihinin görünmesi, onunla alâkalı bilgilerde büyük bir bilinmeyenin ortaya çıkması demektir.Mustafa Kemal hakikaten 1877’de mi dünyaya geldi, eğer öyle ise 1880 yahut 1881 tarihi niçin ve nasıl ortaya çıktı, askerî mektepte bulunduğu sırada yaşı dört sene küçültülüp doğum tarihi 1881’e mi çekildi, bilmiyoruz. Muamma, Mustafa Kemal’in Selânik’te bundan birkaç sene önce Yunanlı bir tarihçi tarafından ortaya çıkartılan ama henüz neşredilmeyen doğum kaydının yayınlanmasının ardından aydınlanacak.Yorumlar 10Onay Bekleyenler 0Tüm Yorumları OkuYorum EkleMisafir12 Kasım 2014 Çarşamba 13:53 mustafa kemal'in ölüm tarihi tartışılmaz. 1938. doğum tarihi tartışılsa da arada 4 yıl oynuyor. bu durumda atark 57 değil, 61 yaşında vefat etmiş oluyor. 'o' baş tacımız demek ki 4 yıl erken doğmuş. e.. ne olmuş? türkiye'nin kurucusu, milletinin atası olmuş. 4 yıl erken doğmuş(!).... keşke çok daha önce doğsaydı......00Misafir12 Kasım 2014 Çarşamba 11:41 ne farkeder ki...10Misafir12 Kasım 2014 Çarşamba 09:29 kime inanacağımızı şaşırdık. nasılsa hiç birinden bir şey anlamıyoruz. çıkıp kendimiz tarihi belgeleri araştıracak halimiz de yok. kime inanmak istiyorsak ona inanıyoruz.
"Ismail sarıçay" <isar...@gmail.com>: Nov 12 06:47PM +0300

*SEMPOZYUM BİLDİRİSİ*
 
*HASAN BASRİ ÇANTAY’IN İDEALİST KİŞİLİĞİ-3-*
 
*ÇANTAY’IN YUNAN İDEALLERİNE KARŞI GÖSTERDİĞİ TEPKİ:*
 
Çantay, Yunanlıların *“Megola idea**”* adını verdikleri büyük ideallerini
gerçekleştirmek için İzmir’e çıktıklarını ve asıl hedeflerinin Anadolu’yu
baştanbaşa işgal etmek olduğunu iyi biliyordu.
 
Yunan *“Megola idea**”*sının hedefi, kısaca söyleyecek olursak merkezi
İstanbul olmak üzere, eski Doğu Roma imparatorluğunu (Bizans’ı) yeniden
kurmaktı.
 
Bu durum ise bütün Müslüman Türk yurdunun baştanbaşa Yunanın eline geçmesi
anlamına geliyordu. Ayrıca Fatih Sultan Mehmet Hanın şu yüce hedefine de
engel olmaktı.
 
Sultan Fatih ne demişti; *“Dünya tek devlet, İstanbul merkez olacaktır.”*
Çantay, Yunanlıların İzmir’i işgali münasebetiyle yazdığı İnkisar-ı
hayal(Kırık hayal) şiirinde Türk milletini şöyle uyarıyordu.
 
*Uyan ey ümmet-i merhume, silkin artık Allah de!*
 
*Bakarken garba gördün ya, yılan geldi, Yunan geldi!*
 
*PEKİ, YUNAN MEGOLA İDEA'SININ GENEL HEDEFLERİ NEYDİ? *
 
Kısaca bunlardan da bahsedelim ki durumun vahametini daha iyi anlayalım.
 
· Batı Trakya ve Selanik'in alınması *(Aldılar)*
 
· Bütün Ege Adaları'nın alınması *(Aldılar)*
 
· On iki Adaların alınması *(Aldılar)*
 
· Girit Adası'nın alınması *(Aldılar)*
 
· Bütün Anadolu’nun veya en azından batı Anadolu'nun alınması
*(Alamadılar-Uğraşıyorlar)*
 
· Kıbrıs, İmroz ve Bozcaada'nın Yunanistan'a bağlanması
*(Çalışıyorlar)*
 
· Pontus Rum devletinin kurulması *(Başaramadılar-Uğraşıyorlar)*
 
· Ege Denizinin Yunan denizi haline getirilmesi *(Çalışıyorlar)*
 
· İki kıtaya ve 5 denize açılan Yunanistan’ın gerçekleştirilmesi
*(Çalışıyorlar)*
 
· Yunanistan'ın bir ayağının Avrupa'da, diğer ayağının Asya'da olması
*(Çalışıyorlar)*
 
· İstanbul'un işgal edilerek Doğu Roma İmparatorluğu'nun merkezi
yapılması*(uğraşıyorlar)* gibi hedefleri kapsamaktadır.
 
Hasan Basri Çantay 13 Mart 1919 tarihli SES’ deki yazında Yunanlıların
Anadolu üzerindeki bu *“Megola idea (Büyük ideal)”* hedeflerine karşı şöyle
meydan okuyordu.
 
*“Yunanistan başbakanı Venizelos, İslam ve Türk memleketlerini almak,
Yunanlı yapmak istiyor… *
 
*Aydınoğlu’nun, Kara İsa’nın, Ertuğrul ve Osman’ın övülmüş ve ebedi
emanetleri hiç lokma edilebilir mi?”*
 
*“Ey Yunanlılar ve Avrupalılar. İşte tarih, işte nüfus, işte İslam
eserleri! Bu memleket Türk’tür, Türk kalacaktır” *diyerek Yunan ideallerine
karşı meydan okumuş ve şu dizeleri yazmıştır.
 
*Diyorduk en tabii hakkıdır Türk'ün de istiklâl,*
 
*Mezarda böyle bir ses yükselip dünyaya can geldi.*
 
 
 
Hasan Basri Çantay’ın can dostu M.Akif Ersoy’da bu konuda şöyle diyordu.
 
*Binlerce yıl insanlığa önderdi bu millet*
 
*Mazideki iclalini (büyüklüğünü) rabbim yine lütfet.*
 
Bizde kaleme aldığımız Nizam-ı Âlem şiirimizde bu konuda şöyle demiştik.
 
*…*
 
*“Cihan hâkimiyeti Türk’ün yol haritası*
 
*Gelecek yüzyılların can sigortası*
 
*İstersen Ay yıldızlı Cihan’ı idare*
 
*Nesilleri eğitmektir bundan sonrası*
 
*****
 
*İdealler yıldızlar gibidir ışıtır yolunu*
 
*Görevi güçlü kılmaktır sağını solunu*
 
*Güneşin doğduğu yerden battığı yere*
 
*İmanla çalışanın Mevla uzatır kolunu*
 
*****
 
*Sarıçay doğru söyler sözüne kulak ver*
 
*Ati, geleyim göster bana yüce ideal der*
 
*Yoksa kutlu Nizam-ı Âlem hayallerinde*
 
*Akıbetini bekler, kara yağız yer”*
 
*SONUÇ*
 
Çantay’ın yazdığı yazılar, yaptığı çalışmalar ve tavsiyelere bakıldığında
aynen Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazinin oğullarına tavsiye ettiği
şu yüce hedefle paralellik gösterir.
 
Osman Gazi hasta yatağında ne diyordu oğullarına*;“Oğullarım sakın
birbirinize düşmeyin. Bizim hedefimiz ne toprak, ne altın, ne de kuru bir
cihangirliktir. Bizim hedefimiz İ’lay-i kelimetullah’tır.” *
 
İşte Çantay’ın ideali de bundan farklı değildi. Bütün çalışmalarını bu
temel idealler üzerinde şekillendirmiş ve buna göre yürütmüştür.
 
Bu düşünceyle H.B. Çantay ilk Kur’an meallerinden sayılan *“Kur’an-ı
Hâkim ve Meali Kerim”*i yayınlamıştır (1952-1953).
 
Yıllar sonra Çantay, gençlerle yaptığı bir sohbette şöyle diyecektir.
 
*“Bizim yıllarca sayıkladığımız güneşin altında hür ve müstakil
yaşıyorsunuz, kıymetini bilin.”*
 
Kendisine, vatana, millete ve İslâm’a yaptığı hizmetler hatırlatılınca
verdiği şu güzel cevapla bildirimize son verelim.
 
*“Övünmeye vesile aramadık, sadece vazifemizi yaptık.”*
 
 
 
*KAYNAKLAR:*
 
1. Balıkesir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, *Kara Günler ve İbret
Levhaları,* Balıkesir Müspet ve Manevi İlimler Vakfı Yayınları, Balıkesir
2006, s.20-66.
 
2. İsmail Sarıçay, Tarihi Türk idealleri, Sidas medya yayınları 2012,
s.23-40.
 
3. Balıkesir Politika Gazetesi, Hasan Basri Çantay’ı anlamak, 2 Aralık
2012.
 
4. Hasan Basri Çantay, Ses Gazetesi, 13 Mart 1919.
 
5. Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2007.
 
6. Ali İmran, 3/103, 139.
 
*-SON-*
"Ismail sarıçay" <isar...@gmail.com>: Nov 12 06:53PM +0300

*SEMPOZYUM BİLDİRİSİ*
 
*HASAN BASRİ ÇANTAY’IN İDEALİST KİŞİLİĞİ-3-*
 
*ÇANTAY’IN YUNAN İDEALLERİNE KARŞI GÖSTERDİĞİ TEPKİ:*
 
Çantay, Yunanlıların *“Megola idea**”* adını verdikleri büyük ideallerini
gerçekleştirmek için İzmir’e çıktıklarını ve asıl hedeflerinin Anadolu’yu
baştanbaşa işgal etmek olduğunu iyi biliyordu.
 
Yunan *“Megola idea**”*sının hedefi, kısaca söyleyecek olursak merkezi
İstanbul olmak üzere, eski Doğu Roma imparatorluğunu (Bizans’ı) yeniden
kurmaktı.
 
Bu durum ise bütün Müslüman Türk yurdunun baştanbaşa Yunanın eline geçmesi
anlamına geliyordu. Ayrıca Fatih Sultan Mehmet Hanın şu yüce hedefine de
engel olmaktı.
 
Sultan Fatih ne demişti; *“Dünya tek devlet, İstanbul merkez olacaktır.”*
Çantay, Yunanlıların İzmir’i işgali münasebetiyle yazdığı İnkisar-ı
hayal(Kırık hayal) şiirinde Türk milletini şöyle uyarıyordu.
 
*Uyan ey ümmet-i merhume, silkin artık Allah de!*
 
*Bakarken garba gördün ya, yılan geldi, Yunan geldi!*
 
*PEKİ, YUNAN MEGOLA İDEA'SININ GENEL HEDEFLERİ NEYDİ? *
 
Kısaca bunlardan da bahsedelim ki durumun vahametini daha iyi anlayalım.
 
· Batı Trakya ve Selanik'in alınması *(Aldılar)*
 
· Bütün Ege Adaları'nın alınması *(Aldılar)*
 
· On iki Adaların alınması *(Aldılar)*
 
· Girit Adası'nın alınması *(Aldılar)*
 
· Bütün Anadolu’nun veya en azından batı Anadolu'nun alınması
*(Alamadılar-Uğraşıyorlar)*
 
· Kıbrıs, İmroz ve Bozcaada'nın Yunanistan'a bağlanması
*(Çalışıyorlar)*
 
· Pontus Rum devletinin kurulması *(Başaramadılar-Uğraşıyorlar)*
 
· Ege Denizinin Yunan denizi haline getirilmesi *(Çalışıyorlar)*
 
· İki kıtaya ve 5 denize açılan Yunanistan’ın gerçekleştirilmesi
*(Çalışıyorlar)*
 
· Yunanistan'ın bir ayağının Avrupa'da, diğer ayağının Asya'da olması
*(Çalışıyorlar)*
 
· İstanbul'un işgal edilerek Doğu Roma İmparatorluğu'nun merkezi
yapılması*(uğraşıyorlar)* gibi hedefleri kapsamaktadır.
 
Hasan Basri Çantay 13 Mart 1919 tarihli SES’ deki yazında Yunanlıların
Anadolu üzerindeki bu *“Megola idea (Büyük ideal)”* hedeflerine karşı şöyle
meydan okuyordu.
 
*“Yunanistan başbakanı Venizelos, İslam ve Türk memleketlerini almak,
Yunanlı yapmak istiyor… *
 
*Aydınoğlu’nun, Kara İsa’nın, Ertuğrul ve Osman’ın övülmüş ve ebedi
emanetleri hiç lokma edilebilir mi?”*
 
*“Ey Yunanlılar ve Avrupalılar. İşte tarih, işte nüfus, işte İslam
eserleri! Bu memleket Türk’tür, Türk kalacaktır” *diyerek Yunan ideallerine
karşı meydan okumuş ve şu dizeleri yazmıştır.
 
*Diyorduk en tabii hakkıdır Türk'ün de istiklâl,*
 
*Mezarda böyle bir ses yükselip dünyaya can geldi.*
 
 
 
Hasan Basri Çantay’ın can dostu M.Akif Ersoy’da bu konuda şöyle diyordu.
 
*Binlerce yıl insanlığa önderdi bu millet*
 
*Mazideki iclalini (büyüklüğünü) rabbim yine lütfet.*
 
Bizde kaleme aldığımız Nizam-ı Âlem şiirimizde bu konuda şöyle demiştik.
 
*…*
 
*“Cihan hâkimiyeti Türk’ün yol haritası*
 
*Gelecek yüzyılların can sigortası*
 
*İstersen Ay yıldızlı Cihan’ı idare*
 
*Nesilleri eğitmektir bundan sonrası*
 
*****
 
*İdealler yıldızlar gibidir ışıtır yolunu*
 
*Görevi güçlü kılmaktır sağını solunu*
 
*Güneşin doğduğu yerden battığı yere*
 
*İmanla çalışanın Mevla uzatır kolunu*
 
*****
 
*Sarıçay doğru söyler sözüne kulak ver*
 
*Ati, geleyim göster bana yüce ideal der*
 
*Yoksa kutlu Nizam-ı Âlem hayallerinde*
 
*Akıbetini bekler, kara yağız yer”*
 
*SONUÇ*
 
Çantay’ın yazdığı yazılar, yaptığı çalışmalar ve tavsiyelere bakıldığında
aynen Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazinin oğullarına tavsiye ettiği
şu yüce hedefle paralellik gösterir.
 
Osman Gazi hasta yatağında ne diyordu oğullarına*;“Oğullarım sakın
birbirinize düşmeyin. Bizim hedefimiz ne toprak, ne altın, ne de kuru bir
cihangirliktir. Bizim hedefimiz İ’lay-i kelimetullah’tır.” *
 
İşte Çantay’ın ideali de bundan farklı değildi. Bütün çalışmalarını bu
temel idealler üzerinde şekillendirmiş ve buna göre yürütmüştür.
 
Bu düşünceyle H.B. Çantay ilk Kur’an meallerinden sayılan *“Kur’an-ı
Hâkim ve Meali Kerim”*i yayınlamıştır (1952-1953).
 
Yıllar sonra Çantay, gençlerle yaptığı bir sohbette şöyle diyecektir.
 
*“Bizim yıllarca sayıkladığımız güneşin altında hür ve müstakil
yaşıyorsunuz, kıymetini bilin.”*
 
Kendisine, vatana, millete ve İslâm’a yaptığı hizmetler hatırlatılınca
verdiği şu güzel cevapla bildirimize son verelim.
 
*“Övünmeye vesile aramadık, sadece vazifemizi yaptık.”*
 
 
 
*KAYNAKLAR:*
 
1. Balıkesir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, *Kara Günler ve İbret
Levhaları,* Balıkesir Müspet ve Manevi İlimler Vakfı Yayınları, Balıkesir
2006, s.20-66.
 
2. İsmail Sarıçay, Tarihi Türk idealleri, Sidas medya yayınları 2012,
s.23-40.
 
3. Balıkesir Politika Gazetesi, Hasan Basri Çantay’ı anlamak, 2 Aralık
2012.
 
4. Hasan Basri Çantay, Ses Gazetesi, 13 Mart 1919.
 
5. Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2007.
 
6. Ali İmran, 3/103, 139.
 
*-SON-*
Alaettin Hacimuezzin <hacim...@yahoo.com>: Nov 12 03:06PM

12 kasım 2014 BİLGİ NOTU:( Toprak-Su-Orman-Doğal Varlıklar-Balıklar ne kadar tüketilmiş?) Dünya geçtiğimiz 50 yılda bereketli üst toprağın 1/4'ünü, ormanların 1/3'ünü kaybetti.Her yıl suyumuzun büyük bölümü kirleniyor.Son 150 yılda doğal kaynakların 1/3'ü tüketildi.Önümüzdeki yıllarda 3 milyar insan daha aşırı tüketen duruma dahil olacak.Toprak aşırı sulama ,gübre ve ilaçlama nedeniyle bereketsizleşiyor. Yeraltısuyu seviyesi düşüyor;tarım alanları yerini şehirlere ve sanayi bölgelerine bırakıyor.Uzmanlar deniz ve nehirlerdeki balık miktarının son 40 yılda % 30 oranında azaldığını dile getiriyor.(...) Normalde doğanın toprakta suda kendini yenileme ve temizleme özelliği var Fakat insan müdahalesi öyle yıkıcı ki ,doğa kendi kendini yenileyemez duruma geldi.BİZİM İLAVEMİZ:  Dünyanın doğal kapasitesini 1 yıl boyunca kullanmamız gerekirken 19 ağustos 2014 itibariyle tüketmişiz ((17 eylül 2014 Bilgi Notumuz)Demek ki insanoğlu Dünyanın kuyusunu kazıyor. Peki biz ne kadar kuyu kazıyoruz ; ona bakalım.-Toprak deyince aklımıza tüm yeryüzü gelmemeli. Yeryüzünde ortalama 1 metre derinlikte toprağımız . Değişik mineral ve yapımlar dolayısıyla 1 cm toprağın oluşması için 200 ila 1000 yıla ihtiyacımız var. Toprak yüzeyinin aşınmasına malumunuz "toprak erozyonu" diyoruz. Türkiye yüzölçümü itibariyle Dünyanın 1/192 si kadardır. Ama maalesef Dünyadaki tüm toprak erozyonunun 1/40'ı Türkiye'de görülüyor. Bu kafayla gidersek "Türkiye'nin tüm erozyonunu önlemek için 700 yıla ihtiyacımız var." diyor bilim insanlarımız.-Dünyanın tam orman ve fundalık miktarı %30.3 ; Türkiye'nin ki %14.4 . (Kaynak: T.C  Tarım  ve  Köy işleri  Bakanlığı  Tarımsal  Üretim  ve  Geliştirme  Genel Müdürlüğü.  Murat  Altın-Ahmet  Gök kuş-Ali  Koç’un  “Çayır  ve  Mera  Yönetimi” kitabı Cilt:1, sayfa:66) Üçüncü havaalanı yüzünden 657 bin adet ağaç Turgutlu'da Ankara'da Fizan' da kestiklerimiz yetmemiş; Soma'da üstelik zeytin .Ağacı kesmeye fidan dikmek yetmiyor; yıllarca beklemeye ihtiyaç var.-Yine İstanbul'da 68 gölet kurutmuşuz. Biz su fakiriyiz. (Kişi başına 10 bin kilo su düşerse o ülke su zengini demek. Bizde biliyorsunuz bu rakam 1500 kg.) Mevcut su kaynaklarını akarsuları yeraltı sularını kirletiyoruz.-Toprağı-ormanı-suyu telef ederken ekolojik denge bozuluyor.-Araştırmacılar,  büyük  çoğunluğunu  suni  gübre  sızıntıları  dolayısıyla  oluşan  dünya okyanus ve kıyılardaki “ölü bölgeler” in sayısının 1960’lardan bu yana her 10 yılda yaklaşık iki kat artarak 400’e ulaştığını belirtti.(Kaynak:  Dünyanın Durumu 2009  Syf:29). Balık yaşam alanlarının yok edilmesinin izahı bu.Albert Einstein "Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiç bir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir."  Mahkeme kararına rağmen karşı duranlara söyleyecek sözümüz kalmadı. Doğa Gönüllülerine çevrecilere selam olsun.Alaettin Hacımüezzin İzmir         
"Celal Çelik" <celal...@gmail.com>: Nov 12 04:52PM +0200

*İslam tarihinin 2. Ömer'i*
 
<http://4.bp.blogspot.com/-ONJk0zviLiY/VF4goTCXdLI/AAAAAAAAZQI/n3Rym1jY0mY/s1600/10636437_10152772800027417_1767161918391380194_o.jpg>
 
 
Emevi halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı
sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece
çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan
birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise
devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden
fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi.
 
Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz’e bir elma hediye göndermişti. O da
elmayı biraz
kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye
şöyle dedi:
 
- Ona de ki, elma yerini bulmuştur.
 
Fakat görevli itiraz edecek oldu:
 
- Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu
elmayı gönderen
de senin yakınlarındandır.
 
Halife cevap verdi:
 
- Evet ama, Rasulullah s.a.v.’e verilen hediye idi. Bize gelince, bize
verilen hediyeler rüşvet
olur.
 
Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı:
 
- Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa,
kendilerini halkın işlerine
vakfederler.
 
Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti.
Misafir dedi ki:
 
- Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin.
 
- Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem.
 
- Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.
 
- Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlikten sayılmaz.
 
Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi:
 
- Ben kalkıp iş yaparken de Ömer’dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer’im.
 
İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm aleminde adaleti hakim kılmıştı.
Büyük dedesi Hz. Ömer r.a. gibi adalet ve basiret sahibiydi.
 
Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para
karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti.
 
Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan
alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten
kurtulması için de kaçmasını söylemişti..
"Celal Çelik" <celal...@gmail.com>: Nov 12 04:19PM +0200

*Denemekten vazgeçmeyelim*
 
 
<https://1.bp.blogspot.com/-g63mmV29x_g/VGNruXL1GnI/AAAAAAAAZVg/eXJHgXWMeY8/s1600/ba%C5%9Far%C4%B1untitled.png>
 
 
Hep sınavlar var ; ve hep başarmak zorundayız... Bu durumun kendisi zaten
yeterince stresli.
 
Etrafımızdakilerin söylediklerine göre veya "komşunun çocuğunun"
yaptıklarına göre yaşarsak kendimiz olmayız. Mutlu da olamayız.
 
1-Sadece kendimizle yarışalım.
2-Denemekten vazgeçmeyelim.
"Erdal Akalın" <e.aka...@hotmail.com>: Nov 12 03:52PM +0200

"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Nov 12 03:38PM +0200

[publicize twitter]
 
[publicize facebook]
 
[category istihbarat]
 
[tags AK PARTİ DOSYASI, 10 KASIM TÖRENLERİ, TAYYİP ERDOĞAN]
"Celal Çelik" <celal...@gmail.com>: Nov 12 03:06PM +0200

*Namaz cennete götürür*
 
<http://3.bp.blogspot.com/-voP7newRy1w/VGECV6ufs6I/AAAAAAAAZTk/ImIDpIuDijE/s1600/1230045_580682301996591_1180965152_n.jpg>NAMAZ
abdestle birlikte günde 1 saat
 
 
*Gözleri görmeyen bir insana *
*operasyonla gözlerinin açılacağı söylense, *
*süreç ne kadar zorlu da olsa kabul eder. *
 
*O halde sonunda aydınlığa kavuşmayı umut ederek, *
*yaşanan zorluk ve sıkıntılara sabır göstermeli. *
*Zorluklar, kolaylıkların arasında ve belirlenmiş olan zamanda son bulur.
<3*
"Celal Çelik" <celal...@gmail.com>: Nov 12 01:31PM +0200

*Ahmed Şahin - Annesini darıltınca dili tutulan evladı, Efendimiz (sas)
nasıl kurtardı?*
Ahmed Şahin
Ahmed Şahin AİLE-SAĞLIK Yazarlar
<http://www.zaman.com.tr/columnistMenuDetail.action?sectionId=6> Ahmed
Şahin-Annesini darıltınca dili tutulan evladı, Efendimiz (sas) nasıl
kurtardı?
<http://www.zaman.com.tr/columnistDetail_getNewsById.action?columnistId=1023>
Annesini darıltınca dili tutulan evladı, Efendimiz (sas) nasıl kurtardı?
 
 
Son dakikalarını yaşayan kocasının şehadet getirememesinden telaşe kapılan
hanımı Resulullah (sas) Efendimiz’e müracaat etti:
 
-Kocam son anlarını yaşayan bir hastadır. Bir müddetten beri yanında
şehadet kelimesini söylüyorum, dili tutuluyor, şehadet getiremiyor,
şehadetsiz ölür diye korkuyorum. Buna bir çare bul ya Resulallah, dilinin
tutulması sona ersin de şehadet getirerek gitsin bu dünyadan! Efendimiz,
hastanın sağlıklı zamanındaki yaşayışını sordu:
 
-Kocanın yaşadığı hayat nasıldı? Müslümanlığı sadece iddia halinde miydi,
yoksa inandığı İslam’ı fiilen yaşar mıydı? Kadın, kocamın Müslümanlığı öyle
iddiadan ibaret Müslümanlık değildi. İnancının gereklerini eksiksiz
yaşardı. Dinin haram kıldığı fiillerden kaçınırdı. Kötü bir alışkanlığı da
yoktu, dedi. Bu açıklama üzerine Efendimiz kadına: Öyle ise sen git, dili
duran kocanın annesini çağır buraya, buyurdu. Bir müddet sonra Efendimiz’in
huzuruna giren yaşlı bir kadın,
 
-Ben Alkame’nin annesiyim, beni çağırmışsınız geldim ya Rasulallah, dedi.
Efendimiz (sas) Hazretleri yaşlı kadına şöyle sordu:
 
-Oğlun Alkame’den memnun musun, yoksa sana karşı itaatsizlikte bulunup,
gönlünü kırıyor muydu? Kadın biraz durakladı, halinden belli idi ki, oğluna
karşı bir kırgınlığı vardı.
 
-Ya Resulallah, dedi. Oğlum çok iyiydi. Bana karşı itaat ve saygıda kusur
etmezdi. Nedense bu saygısı onu evlendirinceye kadar devam etti. Hele son
günlerde ailesinin davranışlarına bakarak bana karşı tavrı iyice değişti.
Bu yüzden kalbimde oğlum Alkame’ye karşı bir kırıklık ve incinme oluştu.
 
Yaşlı annenin titrek sesinden de kırgınlığının derinliğini anlayan
Efendimiz (sas) Hazretleri, oradaki insanlara annenin duyacağı şekilde
‘mümkün olsa da odun toplayarak bir ateş yaksanız şuraya’ dedi. Yaşlı anne
merakla sordu:
 
-Ateşi ne için düşünüyorsun ya Resulallah?
 
Efendimiz düşündüğünü şöyle açıkladı:
 
-Oğlun Alkame’yi yakmak için.
 
-Neden yakmak istiyorsun Ya Resulallah?
 
-Çünkü hanımının etkisiyle anasını darıltıp küstürenleri Cenab-ı Hak
cehennemin dehşetli ateşi içinde uzun müddet yakacaktır. Sen hakkını helal
etmezsen oğlun Alkame de aynı şiddette yanacaktır. Öyle olunca ben onu
burada dünya ateşi ile yaksam da cehennemin şiddetli ateşinde yanmaktan
kurtulsa demek istedim.
 
Bu sözleri ile annenin merhamet ve şefkatini harekete geçirmeyi düşünen
Efendimiz nihayet düşündüğünü de gerçekleştirdi. Kırgın ve dargın anneden
şu şefkatli sözler duyuldu:
 
-Ya Resulallah ben hakkımı helal ediyorum oğluma. Ciğerparemin ne dünyada,
ne de ahirette yanmasına gönlüm razı değil. Ne kadar hakkım varsa hepsini
de helal ediyorum!
 
Annenin oğluna hakkını böylece helal etmesi üzerine Efendimiz, ashabından
Bilal-i Habeşi ve Selman-ı Farisi ile birlikte diğer bazı kişileri
Alkame’nin evine gönderdi.
 
“Gidin bakın bakalım Alkame’nin dilindeki bağ çözüldü mü?” diye buyurdu.
Sahabeler heyecanla koşarak evin yakınına geldiklerinde Alkame’nin yüksek
sesle: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah!..” diyerek şehadet getirdiğini
işittiler.
 
Böylece son sözü şehadet olan Alkame’nin cenazesinde hazır bulunan
Resulullah (sas) Hazretleri mezarlıkta Müslümanlara anne-baba hakkı
konusunda uyarıda bulunarak buyurdu ki:
 
-Aile sözü ile ebeveynini darıltan evlatların kelime-i şehadeti getirmekten
mahrum kalabileceği tehlikesini unutmayınız, annenizi-babanızı haksız yere
kırıp inciterek dili duran itaatsiz evlat durumuna düşmekten korkunuz.
Alkame örneği sizlere ders olması için yaşanmış ibretli bir olaydır, bunu
da böyle biliniz.
 
Nesil Yayınları’ndan çıkan 200 sayfalık ‘Peygamberimiz’in İnsani
İlişkilerinden Örnekler’ kitabımızda, baştan sona böyle faydalı ve ibretli
olaylar sıralanmaktadır.
"hüseyin laptalı" <erenkoys...@hotmail.com>: Nov 12 12:21PM +0200

Kıbrıs Mektubu 1231
 
ANAVATAN BÖLÜNME YOLUNDA (2)
 
Birinci yazımızda “Her şey ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile başladı. Projenin mazisi çok eskilere dayanıyor. 1923 Her şey ABD’nin Lozan Antlaşmasını imzalamaması veya itiraz kaydı koyması ile başladı. Daha o zamanlar ABD bu günkü Doğu Anadolu’dan, Kuzey Irak’tan ve Suriye’den koparılacak bölgelerde Büyük Kürdistan kurulmasını savunuyordu,” demiştik!
 
Olay devam ediyor. Vahşi batı bildiğini okuyor.
 
Suç kimde?
 
Suç beni güdende!...
 
- Sen 35 senedir bunca şehidin kanını akıtan hapisteki APO’yu muhatap alırsan,
 
- Peşmerge’nin Güneydoğu’dan elini kolunu sallayarak binbir tantana ile Ayn El-Arab’a (Kobani’ye) geçmesine izin verirsen olacağı budur. Adama sorarlar;
 
- Sen nasıl devletsin?
 
Ve gereğini yaparlar. Hele hele senin ne olduğu belirsiz “Açılım saçılım projende” eşkıya ile istişareyi sürdürmeye inatla devam edersen, askerlerimize vur emri vermez isen, seni adam yerine koymazlar. Çarşı’da dolaşan askerlerimizi de arkadan ve kafadan vururlar.
 
En önemli savaş taktiğidir. Düşman hangi silahla çarpışıyorsa sen de aynı silahla çarpışacaksın… Savaş bu, isyan bu…
 
İsyan 35 senedir devam ediyor. 100 sene daha sürecek olsa, devam edeceksin…
 
Yarın APO’yu da dışarı çıkarırsan APO isyancıların ATATÜRK’ü olacaktır… Ayıkla pirincin taşını…
 
Büyük Kürdistan’ın kuruluşu tik tak, tik tak saat misali ilerliyor…
 
Vahşi Batının ABD’si son noktayı koydu.
 
“PKK özgürlük savaşçısıdır”. Bu sözü ben uydurmuyorum. ABD hükümet sözcüsü “Bundan böyle PKK’yı muhatap alacağız, onlar özgürlük savaşçılarıdır,” dedi.
 
Bundan sonra olacak olanları düşünemiyorum.
 
Nerede Türk gençliği!... Nerede devlet!... Nerede ordu!... Nerede halk… Hepsi bitik…
 
Söyleyecek tek söz kalıyor.
 
ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ…
 
“İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
 
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! “
 
12 Kasım 2014, erenkoys...@ttmail.Com Hüseyin LAPTALI
"mehmet necati güngör" <mnecat...@gmail.com>: Nov 12 01:08PM +0300

İDRİS PARTİLERİ!
 
Mehmet Necati GÜNGÖR
 
 
Seçimler yaklaştıkça partileşmeler hızlanıyor.
 
AKP'den iki parti çıkıyor. İdris partileri. İdris Bal ve İdris Şahin.
 
İdris Bal, cemaati temsil ediyor. İdris Şahin ise merkezi temsil etme
iddiasında.
 
İki idris'ten ne çıkar, göreceğiz.
 
Merkezi temsil iddiasında başka bir parti daha var. O da Prof. Abdurrahim
Karslı'nın partisi.
 
Beklenen ise henüz yola çıkmadı. Bu gün yarın, onun da haberini alırız.
 
Lliderinin kim olacağına bağlı. Merkez-sağdan birinin olması güçlü
ihtimal. Merkezi temsil edecekse işte böyle bir parti temsil edecek.
 
Ötekilerin oy itibariyle fazla bir kıymet-i harbiyesi olur mu, bizce çok
zor.
 
AKP'den çıkanlar, AKP'nin kötü bir kopyası olmaktan öteye gidemezler.
 
Abdurrahim beyin partisi ise henüz teşkilâtlanma aşamasında. İdris Bal'ın
kurduğu parti sayesinde “cemaat” yaftasını üzerinden atmış gibi görünüyor
ama, Türkiye'deki bütün partiler genel başkanlarıyla tarif edildiğine göre,
bu partide de nur cemaatinin izleri var. Kadrosunda eski ANAP'lılar,
DYP'liler, DSP'liler ve MHP'liler de yer alıyor. Tam anlamıyla cemaat
partisi olarak tarif etmek zor. Sun kurulan partiler içinde ağırlığını bir
nebze olsun hissettiren parti bu. Merkez Partisi.
 
Hepsine yolunuz açık olsun diyoruz.
 
AKP bünyesinden bir tuğla dahi koparsalar milletin hayrınadır.
 
Onun için, hiç birisine muhalefet etmek durumunda olmayacağız.
 
Bizim safımız, kurulacak olan merkez-sağ partisidir. Asıl yoğunlaşmanın da
bu partinin bünyesinde olacağı görülüyor.
 
AKP bünyesinde yüzde 20'den fazla merkez sağ oy var. Bu oyları ancak böyle
bir parti geri alabilir. Dolayısıyla, denklemi de ancak böyle bir parti
bozabilir.
 
Yani, AKP'yi iktidardan düşürmenin tek yolu merkezde ciddi bir oluşumun
ortaya çıkmasıdır.
 
Beklenti bu yöndedir ve “mutlaka çıkmalıdır” diye düşünenlerin sayısı hiç
de az değildir.
 
“Kervan yolda düzülür” diye bir ata sözümüz var.
 
Belki de yoldadır.
 
***
 
Gel gelelim, bizim ana muhalefet partisine.
 
Mensuplarını da, dışında olanlarını da hem kızdırıyor, hem şaşırtıyor.
 
Son incileri şu. Teşkilâta tamim yayınlamışlar:
 
“İmamları uygun kıyafetlerle ziyaret edin.”
 
Akıllarınca imamları tavlayarak oy alacaklar.
 
Bin kere anlattık, bir daha anlatalım:
 
Parti gurubunuzun tamamı, bütün teşkilatlarınız, belediye başkanlarınız
Ankara'nın Kızılay'ında veya İstanbul'un taksiminde başlarında yeşil takke,
ellerinde seccadeleri olduğu halde topluca namaza dursalar o meydanlardan
on tane bile oy çıkmaz.
 
Ha, bir de “uygun kıyafet” tembihine takıldık.
 
Ne yani, CHP'liler uygun kıyafetle dolaşmıyorlarsa.
 
Uygun kıyafetle erkekler tembihleniyorsa, nasıl bir uygun kıyafet?
 
Kadınlar tembihleniyorsa imamların yanında işleri ne?
 
Biz bu işin içinden çıkamadık.
 
En iyisi aslınıza dönün. Gerçek bir sosyal parti olun, Projeler üretin.
 
Böyle daha çok inandırıcı olabilirsiniz.
 
Bu Bekârıoğlu CHP'ye daha çok karı boşattıracak!
 
Nasıl olsa bekâra karı boşamak kolay!
ahmet dogan Simsek <ahmetdog...@gmail.com>: Nov 12 10:58AM +0200

Yazının kısa yolu, yazının altındadır.
A.D.Şimşek
Seçilmiş cumhurbaşkanı bütün planlarını bozdu
 
Bir süre önce “Türkiye’de yaşayan herkese açık mektup” başlıklı bir yazı
paylaşmıştım... Bu yazıdaki mesajın çok önemli olduğunu düşünüyorum ve
tekrar bile olsa yeni bilgiler eşliğinde yeniden paylaşmak istiyorum...
 
Sevgili dostlar, atılan adımlar tek tek ortaya dökülüp çizgiler
kalınlaşınca Gezi’den hatta öncesinden yapılan plan daha net görünüyor.
Hedef “Büyük KAOS ve ardından BÜYÜK TÜRKİYE yerine BİTİK BÖLÜNMÜŞ TÜRKİYE”!
 
Nasıl mı? Nasıl olduğunu lütfen bundan sonrasını çok dikkatli okuyarak
sizler de sorgulayın.
 
Hatırlarsanız uzun bir süredir yurtdışında davet edildiğim bir toplantı ve
buradan kavga ederek ayrılışımı detayları ile yazıyorum. Saati geriye
sararken aklıma çok net bir kare düştü ve arkasından maalesef bugüne kadar
söyledikleri “YERLEŞİK UNSURLAR” tarafından tek tek yerine getirilen,
stratejist yabancı arkadaşın sözleri geldi...
 
Duvarda iki resim asılı biri “Dört tarafı denizlerle çevrili Türkiye, BARIŞ
İÇİNDE YÜRÜYEN BÜYÜK TÜRKİYE”, diğeri ise BOŞ! İlkinde daha doğrusu
“tehlike olarak görülen” ama seslendirilmeyen ilk senaryoda Türkiye’nin
etki alanını nasıl genleştireceği ve Kuzey Irak’tan, Karadeniz’e, Hazar
kıyılarından Balkanlara, Asya’dan Afrika’ya kadar nasıl etkili olabileceği
tartışılıyor ve bunu yapacak bir liderliğe karşı neler yapılacağı çok
uzaklarda kapalı kapılar ardında konuşuluyor... Diğer BOŞ olan ise
engellenmesi halinde ilkinin yerine konacak “Bölünmüş, çeşitlenmiş, etnik
ayrımcılığı körüklenmiş Milliyetçi Türkiye”!
 
Soracaksınız; “Milliyetçi Türkiye” nasıl bölünmüş olur. Detay da burada
gizli, lütfen sabırla okumaya devam edin...Bu duvarların olduğu ortamda
“case study” yöneticisi olan stratejist şöyle diyor;*“Türkiye’de ibre En
sağa kayacak bundan sonraki iktidar aşırı milliyetçi hatta kafatasçı bir
yapı üstünde şekillenecek” ! *Bunu söylediği tarih 2007...
 
Sevgili dostlar, bütün bunları geriye sarınca tablo çok net oturuyor. Bugün
yapılanların ve hatta 2008 sonrası “alt yapısı kurulan” oyunun iki hedefi
var;
 
1- Hayata geçen BÜYÜK TÜRKİYE projesini durdurmak,
 
2- BİTİK Bölünmüş Türkiye projesini hayata geçirmek...
 
Peki nasıl?
 
Çok zor değil; Türkiye’nin büyümesi için özellikle çevresindeki tarihten
gelen etnik ve mezhep farklılıkları olan coğrafya üzerinde etki genleşmesi
için gereken ne? Cevap çok kolay; son birkaç yılda yapılanlar yani BÜYÜK
KARDEŞLİK adımları... İlk etapta bunun durması ve Türkiye’nin özellikle
1938 sonrası bugün operasyonu yapanların ilk versiyonları tarafından
kurgulanan “etnik DNA’lı bir devlet-millet” çıkmazına dönmesi gerekli...
 
Burada bir not düşeyim; Sayın Erdoğan’ın yıllardır “her türlü ayrımcılığı
ve milliyetçiliği ayaklar altına alıyorum” vurgusu çok önemli...
 
Sevgili dostlar, OYUN ÇOK AÇIK! Etnik, Ekonomik, Mezhepsel, Sosyal, Siyasi
prangalarından kurtularak ve en önemlisi etki alanını Balkanlar-Asya-Orta
Doğu-Afrika hattında çizen BÜYÜK TÜRKİYE projesi, özü ve liderliği ile
BÜYÜK BİR SALDIRI altında... Amaç bu adımı durdurup yerine KAOS’u hakim
kılmak ve KAOS süreci sonucu daha açıkçası yaşanacak bir iç savaş sonrası
“KAFATASÇI ETNİK KÜÇÜK TÜRKİYE’yi” elde kalan topraklarda kurdurarak
yeniden kontrol etmek... Bu arada Türkiye’de aynen 1975’te Irak’ta
yaptıkları-YAPTIRDIKLARI gibi “Kürt kökenli kardeşlerimizin de” bu pis
oyunda “alet edilmek” isteneceğini de belirtmeme sanırım gerek yok!
 
Burada çok önemli detaylar da var... Bir örnek vereyim; herhangi bir
milliyetçi, etnik tabanlı, ÜSTÜNLÜKÇÜ yapılanmaya kapılan insanlarımız
sanmasınlar ki İKTİDAR onlara teslim edilecek! Onlar sadece kullanılacaklar
hatta inandıkları yolda belki hayatlarını kaybedecekler ve sonunda her
parça gibi tasfiye edilecekler! Bu süreç sonunda İKTİDAR, BÜYÜK KAOS
PLANLAYICILARI tarafından bu “iç savaş sürecinde” kahramanlaştırılan yeni
figürlere teslim edilecek...
 
Peki TSK nasıl sahaya çekilecek? Şimdi sıkı durun ve bu yazdığımı defalarca
okuyun. TSK’nın sahaya çekilmesi için bazı hukuk süreçlerinin içine sızıldı
ve HAKSIZ YERE BAZI SUBAYLAR tutuklanarak TSK’nın PSİKOLOJİK HAZIRLANMASI
ile ilgili süreç 2008 sonrası başlatıldı. Bu sembollerden sadece birini
yazıyorum; İlker Başbuğ... Bir soru daha “milliyetçi taban” MHP
kontrolünden nasıl daha radikal bir kontrole geçecek. Çok açık; MHP’nin
içine sızarak (çoktan sızıldı ve buna DUR diyebilecekler kasetler ile
tasfiye edildi) ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü-ÖLDÜRÜLMESİ provoke edilerek!
 
*Sonuç:* Son 10 yılı geriye dönüp tek tek düşündüğümde, analiz ettiğimde,
notlarıma baktığımda; KORKUNÇ TABLOYU çok ama çok net görüyorum. Oyun planı
“Büyük olanı bitir, küçük olana geç” üstüne kurulmuş ve sahneler tek tek
hayata geçiyor... Bu noktada hangi inançtan, hangi etnik kökenden olursa
olsun, hangi siyasi parti veya Cemaat-Cemiyet-Camia’ya mensup olarak
kendini tanımlarsa tanımlasın, BÜTÜN BU COĞRAFYA’NIN İNSANLARINA
SESLENİYORUM; “2023 Büyük Türkiye hedefine yürümek yerine “İç savaş
çıkartılmış, etnik kökenleri farklı insanları karşılıklı katledilmiş,
ekonomisi bitmiş, çocukları ölmüş, sokakları yanmış ve BÖLÜNMÜŞ” bir
Türkiye istiyorsanız OYNANAN OYUN ve senaryoya SEYİRCİ KALIN! Bütün bunlara
HAYIR diyor ve BU KİRLİ OYUN durmalı diyorsanız, birey olarak lütfen
bilinçli olun-BİLİNCİNİZİ HAKİM KILIN ve tarihin size verdiği görevi
getirerek BU KİRLİ SENARYOYU tarihe gömün! YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR, GÜN
BUGÜNDÜR!
 
*Son söz:*Hedef bugün BÜYÜK TÜRKİYE ve hayata geçirmeye çalışan lider...
ŞER GÜÇLERİN TEK BİR HEDEFİ VAR Durdurmak! VE DURDURMAK için gerekirse İÇ
SAVAŞ! AMA ŞUNU HİÇ UNUTMAYIN; hedef 1071’den beri bu COĞRAFYA ve BU
COĞRAFYA’NIN halkları... Bu sefer hiç şansları yok! UYAN TÜRKİYE UYAN
YALVARIRIM UYAN! LİDERLİK BİZE YOLU AÇIYOR ve AÇACAK...
 
http://haber.stargazete.com/yazar/secilmis-cumhurbaskani-butun-planlarini-bozdu/yazi-965002
"Celal Çelik" <celal...@gmail.com>: Nov 12 10:24AM +0200

*Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-59*
 
SEVGİLİ EFKAN HOCAM FAKİRİNİZİN HAKKINDAKİ Milliyet Blog'daki Yazı
dizisine ÖZETLEYEREK ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ...
 
Allah razı olsun hocam... Sizi çok seviyorum canım hocam...
 
Sevgili Efkan hocam kendisinden bahsettiğim bölümleri yazılardan çıkartmış.
Kendisi benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım
mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın salih bir kuludur.
 
Benim namaza başlamama vesile oldu, yani beni Rabbimle buluşturdu. Allah
ebediyyen razı olsun.
Allah bizleri sevdiklerimizle birlikte cennette de komşu etsin.
 
Çok emek harcayıp özet haline getirmişsiniz. İyi ki varsınız hocam, bizi
komşu yapana hamdolsun...
 
http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-59/Blog/?BlogNo=479586
 
 
Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-59
[image: Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-59]
 
 
 
Celal ÇELİK’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını
yayınladığım yazı dizisini, sevgili Celal ÇELİK’in tüm yazılarını yeniden
gözden geçirerek kısa ve öz olarak özet şeklinde sizlere sunmaya devam
ediyorum.
 
*Allah’ın Kudreti*
 
Hayal edin, yüzyıllar önce yaşayan cahil bir kimse, bu yüzyıla geliyor ve
evimize misafir oluyor. Diyelim ki salonda oturuyor. Oturduğu yerden mutfak
görünüyor. Ve çalışmakta olan elektrik süpürgesini görüyor. Ama sadece
süpürgenin borusunu görüyor. Düşünün süpüren kişiyi görmüyor.
 
Hayali bu kişiye sorsak ne oluyor orada diye; bize der ki, biri yerdeki
pislikleri temizliyor. Süpürgeyi getirip göstersek ve sorsak, bu boru
yapıyor olmasın?
 
Olur mu? Bu temizliği yapan bu olamaz, çünkü hayat sahibi olması lazım.
Kudret sahibi olması lazım. İlim sahibi olması lazım. İrade ve hikmet
sahibi olması lazım. Bu borunun ilmi yok ki nasıl temizleyeceğini bilsin.
İradesi yok ki temizlik yapmayı seçsin. Bu boru canlıdeğil ki gücü olsun.
 
Şimdi o süpürgeyi bırakıp kainatı düşünelim. Ömrünü tamamlayan yıldızlar,
kara delikler tarafından aynen bir elektrik süpürgesi gibi vakumlanıyor.
Atmosferimiz, göktaşlarını ve güneşin zararlı ışınlarını eritiyor.
 
Ben küçükken düşünürdüm. Milyarlarca hayvan var, binlerce yıldır ölen
hayvanların cesetleri nerede acaba? Denizde et yiyen balıklar, karada ise
akbabalar, kartallar, solucanlar, karıncalar, kurtlar gibi hayvanlar
temizlik işçisidir.
 
Ve toprağın yüzeyinde yapraklar ve koku yapan atıklar, dönüşüm makinesi
gibi toprağa karışır. O çirkin görünüşlü gübreler ve yaprak kalıntıları bir
dahaki senenin çiçek ve meyveleri olur.
 
İnsan vücudunda da alyuvarlar ve akyuvarlar, hücreler içindeki atık
maddeleri dolaşarak temizlerler. Aynı bir çöp arabasının bütün sokaklardaki
çöpleri toplaması gibi. Ve aldığımız nefes, kandaki karbondioksiti dışarı
atarak kanımızı temizler. Soluduğumuz havayı da ağaçlar fotosentezle
temizler.
 
Bir arkadaşım Dikmen’de oturuyor. Akşamları Kızılay’a bakıyor. Egsoz
gazlarıyla Kızılay’ın üstünü kara bir duman kaplarmış. Sabah namazında yine
camdan bakarmış. Pırıl pırıl gökyüzü, yıldızlar görünürmüş. Rüzgar,
geceleri şehrin üstündeki havayı temizliyor. Yağmur, her canlının su
ihtiyacını karşılaması yanında aynı zamanda sokakları, bitki ve ağaçları
yıkar, temizler.Kainattaki bu temizliğe binlerce örnek verilebilir.
 
Akılsız, şuursuz bir hücre, rüzgar, karınca, yağmur, kara delik, bir ağaç
vs... Tabi ki böyle sistemli bir temizliği kendi başına yapamaz. Demek ki,
onlara temizleyin emrini veren ve bu temizliği nasıl yapacağını öğreten
biri var.
 
O da sonsuz ilim, kudret, hikmet, irade, merhamet, hayat sahibi Allah’tır.
 
*Boşa geçirilen anlar*
 
Hepimiz biliyoruz ki ölüm yaklaşıyor ve büyük bir hızla ahirete doğru
gidiyoruz. Önümüzde dehşetli bir azap yurdu cehennem var. Dünyaya dalıp,
ölümü ve ahireti unutup, günahlarla ibadetten uzak, ömür geçiren nice
insanlarımız var.
 
Evet, nasıl ki karşımızda bir dostumuz veya yakınımız, diri diri alevlerle
tutuşsa nasıl söndürmeye koştururuz, çabalarız, su dökeriz. Aynen bunun
gibi cehennemde yanması muhtemel insanlara da öyle koşturmamız lazım...
 
Diyebilirsiniz evet, insanların aklı var, düşünsünler... Haklısınız, zaten
biz inanmış müminlere düşen "emri bil maruf nehyi anil münker" yani iyiliğe
teşvik edip, kötülükten sakındırmak ve böylece akla kapı açıp düşünmelerini
sağlamak… Şeytan var, nefis var, şeytanlaşmış insanlar var, dünyanın
cazibelerine çekip ibadetten uzaklaştırmaya çalışan internet, televizyon,
bilgisayar, alışveriş merkezleri... vs. var.
 
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Din nasihattir, diyor. İnsanlar düşünsünler
diye Kuran'daki ayet tekrarları bu mahiyettedir.
 
Ben de acizane bu mailleri ve yazıları, okuyan dostlarımız, bir anlık da
olsa, dünyanın geçici olduğunuve ahireti unutmasınlar diye gönderiyorum..
 
Efkan Vural
 
(Devam edecek)
Ismail Kara <kar...@gmail.com>: Nov 12 10:08AM +0200

http://karozan1b.blogspot.com/2014/11/blog-post.html
 
*WEB ::: http://karozan.blogspot.com <http://karozan.blogspot.com>*
"Nurullah aydın" <na74...@gmail.com>: Nov 12 10:03AM +0200

*Nurullah AYDIN *
 
*12 Kasım 2014-ANKARA*
 
 
 
*SORAN DA İNSAN, SORULAN DA İNSAN*
 
 
 
Eğitim insanı insanlığının farkına vardırır. Verilen eğitim insana kimlik
ve kişilik kazandırır.
 
Tarih boyunca insanların kimisi din’e, kimisi kişiye tapınmaya, kimisi
paraya-servete, kimisi bilime ve sanata yönelmiş.
 
*Yetenekli becerikli yalancılık ustası olanlar ise*; ikiyüzlülükleri,
döneklikleri, istismarcılıkları ile etkili ve yetkili olurlar.
 
*İnsan görünümlü ucube yaratıklar;* yalan, talan, dolanla insanı, toplumu,
toplumları uyutmaya, uyuşturmaya devam eder.
 
*Bu tipler;* halkım der, halkları birbirine düşman eder. Milletim der
milleti soyar.
 
Kardeşim der, kardeşini arkadan vurar. Barış der, katliamlara destek olur.
 
Sorgulama bilgi ve yeteneği köreltilmiş olan sürüleştirilenler ise izler,
seyreder.
 
Kimisi yaşa varol der, kimisi lanet eder.
 
Kimisi adam der, kimisi de hırsız, yalancı, sahtekar der.
 
 
 
İnsan nedir sorusu tarih boyuna hep sorulmuştur. Sorulmaya da devam ediyor.
 
Peki ama nasıl oluyor da insan canlı varlıklar içinde kendisi ile yanı aynı
anatomik yapıya, özelliklere sahip olan insana farklı bakıyor?
 
 
 
İnsanın insana, farklı bakmasının temelinde ne var?
 
Birçoğu *insan insandır,* der. Oysa çoğu, insan insandır deyip geçemiyor
çünkü herkes insanı insan olarak görmüyor.
 
 
 
İnsanların toplumdaki konumlarına göre insan tanımı da değişiyor.
 
 
 
*Siyasetçiler için bir insan;* bir oydur. Ondan daha ötede bir anlamı
yoktur. Seçimlerde sandığa girecek tek bir oy sahibidir.
 
*Ticaret yapanlar için insan;* bir alıcı demektir. İnsanoğlunun ruhu ve
bedeni, kaygıları, acıları, sevinçleri onları ilgilendirmez. O sadece bir
alıcı, tüketicidir.
 
*Mutasavvıflar için insan;* bir ruhtur.
 
*Fahişeler için her insan;* bir müşteridir.
 
*Mafya için insan;* vurulacak bir gövdedir.
 
*Mezar kazıcıları için insan;* bir mevtadır.
 
*Futbol takımları için insan;* bir taraftardır.
 
*Borsacılar için insan;* bir alıcı, bir satıcıdır.
 
*Dinler açısından insan;* o yaratılmış kuldur.
 
*Gazeteciler için insan;* bir haber kaynağıdır.
 
*Televizyoncular için insan;* rating birimidir.
 
*Totaliter rejimler için insan;* sürüden biridir.
 
*Futbolcular için insan;* topa vuran bir aygıttır.
 
*Modacılar için insan;* giydirilecek bir bedendir.
 
*Cemaatler için insan;* kullanılması gereken araçtır.
 
*Doktorların çoğu için insan;* bir hastadır, bir vakadır.
 
*Tarikatlar için insan;* eğitilmesi gereken ham varlıktır.
 
*Yargıçlar ve savcılar içinse insan;* sanık, mağdur veya tanıktır.
 
*Askerler için insan;* bir erdir, ölmeye ve öldürmeye elverişli bir
makinedir.
 
*Şirketler için insan;* aklı çelinecek, bir malı almaya yönlendirilecek bir
potansiyel alıcıdır.
 
 
 
*Oysa insan;* bunların hem hepsidir hem de başlı başına hiçbiri değildir.
 
İnsan bunların tümünden daha anlamlı, daha karmaşık, daha öte bir şeydir.
 
Ama *bu kavrayış,* hümanizmin önde olduğu dönemler için geçerli.
 
 
 
İnsanı bir tek özelliğine indirgemeden onu bütünüyle anlamaya çalışmak,
tarih boyunca Bilimin, teknolojinin, sanatın bir numaralı işlevi oldu.
 
İnsan toplumda yanlızlaşıyor.
 
 
 
Dolayısıyla düşünen insanlar ne olduklarına kendileri karar vermek
zorundadır.
 
Toplumsal çarkın, yapının bir vidası mı yoksa ruhuyla, bedeniyle bir insan
mı?
 
 
 
*Günün Sözü:* İnsan kendisinin de insan olduğunu anlamalı ve bilmelidir.
Mahmut Tuncer <gulab...@gmail.com>: Nov 12 09:48AM +0200

------------------------------
Date: Tue, 4 om <gulab...@gmail.com>
To:
 
 
 
 
 
 
 
Prof.dr Arman kırım
 
Sistem yayıncılık
 
*Bulut gelir sökeye ,çek eşşegi köşeye… *
 
 
 
*DARALAN TALEBE KARŞI NE YAPMALIYIZ? *
 
*şİrketlerimizin daralan iç ve dış talep karşısında yapması gereken çok
önemli üç şey var: Rekabetten farklılaşmak, agresif pazarlama ve hepsinden
önemlisi talep innovasyonu. Bu üç eylemi aynı anda düşünen, bilinçli ve
istikrarlı olarak uygulayabilen şirketlerin hem iç pazarda hem de ihracat
pazarlarında başan şansı çok fazla. *
 
*inovasyon, daha önce başkalarının yapmadığı veya düşünemediği bir ürün,
hizmet ya da iş yapma biçimini bulup bundan ticari ,başarı sağlamayı ifade
ediyor. Mesela BİM marketleri Türkiye de bir innovasyondur; çünkü mahalle
aralarında, düşük metre karelerde, cok ucuza ürün satma fikri onlardan önce
yoktu. Buna ‘iş modeli’ lnnovasyonu deniyor. Çünkü BİM, Migros’tan ya da
Carrefour’dan cok farklı bir iş yapma şekli ile çalışıyor. *
 
*Talep innovasyonu nasıl bir şey? *
 
*Talep innovasyonu, müşterilerin daha önce bir türlü ifade edemediği bir
ihtiyacı keşfetmek ve bu keşif Üzerine ürün, hizmet veya iş modeli
geliştirmekle ilgili bir şey. Sıfırdan yepyeni talep alanları yaratmakla
ilgili bir şey. *
 
*Eğer bir başka üreticİ firmaya (B2B- yan sanayi olarak faaliyet gösteren ,
tedarikçi konumundaki ara mal yada hizmet üreten firmalar) ürün/hizmet
satıyorsanız, o zaman bu müşterilerinizin hangi ihtiyaçlarını yada hangi
faaliyetlerini onlar adına yapabilirsiniz, bunları araştırın. Sonra da aynı
adamlara gidip, bu işleri yapmaya talip olduğunuzu anlatın. Onların daha
önce fasona vermeyi düşünmediği fason işler düşünün ve bu işlere siz
talip olun.*
 
 
 
*Godiva marka polisine karşı… *
 
Bir yandan daha az fiyata satın alınabilecek makul fiyatlı lüks serisini
piyasaya sürerken, aynı zamanda da lüks düşkünü mevcut müşterilerinin
gözünde markayı ucuzlatmamak için çok pahalı yepyeni bir ürün serisi daha
çıkarıyorlar. Krizde, ekonomik ürünlerle birlikte .akıllı lüks malları
sürerek , “yelpazeyi açalım formülü uyguluyorlar ki bence çok doğru.
 
*Markayı şimdilik boşverin! *
 
*Doğrudur, akıllı uygulandığında markalaşma çok faydalı bir stratejidir.
Ama bundan daha önemlisi sizin ürün ve iş modelinizin ne olduğudur. İş
modeli, üründen nasıl para kazandığızın hikayesidir.Örneğin; muzu kutuda
satmak bir iş modeli, işportada satmak başka bir iş modeli, manavda satmak
başka, markette satmak başka bir iş modelidir. *
 
*altın üçgeni düşünün !*
 
*bir şirketin başarılı olması için şu üç şeyi aynı anda düşünmesi gerekir:
ürün, Iş modeli ve Marka Mesajı. Sadece marka mesajıyla hiçbir yere
varamazsınız. Eskimiş ürününüz hakkında istediğiniz kadar bağırıp reklam
yapın hiçbir yere varamazsınız.Siz ürün ve iş modelini doğru yapın
“markalaşma” çabanıza gerek kalmaz.*
 
*Temel hedefiniz,süper ürünler ve Süper hizmet inşa etmektir.** Birde
süper İlişkileri geliştirmek. Paranızı marka olacağım diye çarçur etmeyin.
Yeni,farklı ,sıradışı ve müşterinin bulamadığı ama aradığı ürün ve
hizmetleri geliştirip tanıtımını yaparsanız para kazanırsınız. Sırf marka
olacağım diye uğraşırsanız batarsınız. Süper ürün, süper hizmet, süper iş
modeli, ardından marka mesajı. Duyduğunuz marka söylemlerine fazla
aldırmayın, işinize bakın. Unutmayın: IPod ürünü Apple markasının gücü
sayesinde başarılı olmadı. Gücünü yitirmiş olan Apple markası, süper bir
ürün olan iPod sayesinde süper bir iş modeli olan iTunes online şarkı
mağazası sayesinde yeniden güç kazandı. *
 
*Bugüne kadar marka konusu gereğinden fazla büyütüldü bussiness in ÖZÜ
unutuldu. Business’ın özü müsteri bulmaktır ve onları elde tutmaya
çalışmaktır.Yani bussines in özü müşteri ihtiyacıdır, üründür, hizmettir ve
bunların sonucunda müşteriye bir değer, size de para kazandırmaktır. Marka
olmak falan ancak para kazandırmaya yardımcı olduğunda anlamlıdır. *
 
 
 
*Bilal Karakuş*
 
 
 
[image: Açıklama: cid:image0...@01CC067A.F9A049F0]
 
*DOĞUŞ Ofset Matbaacılık Ltd. Şti.*
 
O.S.B. 24.Cadde No: 31 Kayseri
 
T: 0352 322 18 55 dahili :118-121
 
F: 0352 322 08 77
 
Gsm: 0532 275 45 64
 
www.dogusofset.com.tr
 
 
 
 
 
 
 
 
P Bu dokümanı yazıcıya göndermeden önce kağıt üretimi için kesilen
ağaçları bir kez daha düşün!
 
 
 
Bu mesaj ve ekleri, mesajda gonderildigi belirtilen kisi/kisilere ozeldir
ve gizlidir. Bu mesajin muhatabi
olmamaniza ragmen tarafiniza ulasmis olmasi halinde mesaj iceriginin
gizliligi ve bu gizlilik yukumlulugune uyulmasi zorunlulugu tarafiniz icin
de soz
konusudur. Mesaj ve eklerinde yer alan bilgilerin dogrulugu ve guncelligi
konusunda gonderenin ya da sirketimizin herhangi bir sorumlulugu
bulunmamaktadir. Sirketimiz mesajin ve bilgilerinin size degisiklige
ugrayarakveya gec ulasmasindan, butunlugunun ve gizliliginin
korunamamasindan, virus
icermesinden ve bilgisayar sisteminize verebilecegi herhangi bir zarardan
sorumlu tutulamaz. www.dogusofset.com.tr
 
 
 
 
 
--
kısa vadeli çıkarlar uzun vadeli kayıplar yaratır.
 
 
 
--
kısa vadeli çıkarlar uzun vadeli kayıplar yaratır.
Mahmut Tuncer <gulab...@gmail.com>: Nov 12 09:43AM +0200

hamza selcuk <hamza...@gmail.com>: Nov 12 09:35AM +0200

Rahmeti sonsuz, merhameti sınırsız Allah’ın adıyla
 
Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
<http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=26&ayet=83> Bana,
sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!
<http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=26&ayet=84>Beni, Naim
cennetinin varislerinden kıl.
<http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=26&ayet=85> Babamı da
bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapıklardandır.
<http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=26&ayet=86> (İnsanların)
dirilecekleri gün, beni mahcup etme.
<http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=26&ayet=87> O gün, ne
mal fayda verir ne de evlat.
<http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=26&ayet=88> Ancak
Allah'a kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).
<http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=26&ayet=89>
 
Şuara suresi 83-89
 
 
 
 
*Sac tavını alır hamur biter,*
*Ev düzenini alır ömür biter.*
kemal kaynak <kemal...@gmail.com>: Nov 12 09:00AM +0200

http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/yesil-devrim-645286/
akrep956 <akre...@gmail.com>: Nov 12 08:48AM +0300

*Aksam erken iner mahpushaneye.*
 
*Ejderha olsan kar etmez.*
 
*Ne kavgada ustaligin,*
 
*Ne de catal yurek civan olusun.*
 
*Kar etmez, inceden icine dolan,*
 
*Alip goturen hasrete.*
 
 
 
*Aksam erken iner mahpushaneye.*
 
*iner, yedi kol demiri,*
 
*Yedi kapiya.*
 
*Birden, aglamakli olur bahce.*
 
*Karsida, duvar dibinde,*
 
*Uc dal gece sefasi,*
 
*Uc kok hercai menekse...*
 
 
 
*Ayni korkunc sevdadadir*
 
*Gokte bulut, dalda kaysi.*
 
*Baslar koymaga hapislik.*
 
*Karanlik can sIkintisi...*
 
*"Kurdun Gelini"ni soyler maltada biri,*
 
*Bense volta'dayim ranza dibinde*
 
*Ve hep olmayacak seyler kurarim,*
 
*Gulunc, acemi, cocuksu...*
 
 
 
*Vurulsam kaybolsam derim,*
 
*Cirilciplak, bir kavgada,*
 
*Erkekce olsun isterim,*
 
*Dostluk da, dusmanlik da.*
 
*Hicbiri olmaz halbuki,*
 
*Gecer sunguler namluya.*
 
*Baslar gece devriyesi jandarmalarin...*
 
 
 
*Hirsla cakarim kibriti,*
 
*ilk nefeste yarilanir cigaram,*
 
*Bir duman alirim, dolu,*
 
*Bir duman, kendimi olduresiye,*
 
*Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin,*
 
*Ama aksam erken iniyor mahpushaneye.*
 
*Ve disarda delikanli bir bahar,*
 
*Seviyorum seni,*
 
*Cildirasiya...*
 
* Ahmed ARiF*
 
 
 
*AKREP56*

"Celal Çelik" <celal...@gmail.com>: Nov 12 06:17AM +0200

*Hikaye: Çobanın Aşkı *
 
[image: Çobanın Aşkı]
 
 
 
Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi,
konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini:
 
- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi
gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâr etmiyor,
son bir çare diye geldik size. Halbuki “sen bir garip çobansın, o padişahın
kızı, davul bile dengi dengine” dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde
aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim…
 
İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden bir
zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara
dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı
süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren
delikanlıya çevirip tebessüm etti.
 
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane tane
anlatmaya başladı.
 
İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu dağ kulübesinde dertlerine derman
aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı, her
meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp
sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti ve
kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede
yaşıyor, gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının
aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden
bilsindi bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.
 
Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, her şeyin
bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz
teslimiyetiyle:
 
- Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde tesbih ,
kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?
 
- Evet , dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin, kırk
gün sonra padişahın kızı senindir.
 
İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerine derman,
yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tespih, gönlünde
aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunu
tuttu.
 
Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini
kapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tesbihini aldı ve
dudakları kıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah…
 
Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi
kovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı.
Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten
bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çe ş me başında kadınlar, tarlada
işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu:
 
- Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah’a adamış, gece gündüz
durmadan Allah diyormuş, Allah Allah …”
 
Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağaraya geldiğinde
üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı, dudaklarının
da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşündü.
 
Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce
de, bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam ,
karşısında arkadaşını görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını
birbiri ardınca anlatmaya başladı:
 
-Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan Allah diyordu, ama ne
padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı… Acaba, diyecek
oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalp gibi atan sağ
el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını sıkıyor, gözleri
doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun gözlerine yayılan başkalık
dikkatini çekmişti genç çobanın.
 
Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldı, gözlerini kapattı, boynunu neye
bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyordu
artık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi,
an bitti, sadece bir söz kaldı: Allah…
 
<https://4.bp.blogspot.com/-tPMkQjhoi2g/U3cRcVhT3pI/AAAAAAAAVqk/8-Ax9E1cWJY/s1600/10339586_605993792830183_4501034060776626578_n.jpg>
 
 
Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi
sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmuştu. Meselenin aslını
merak eden padişaha, bu insanların bir yerde sürekli kalmadıklarından,
bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden, ne yapıp-edip bu dervişi
ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsetti
başveziri .
 
Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl yapması gerektiğini
bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ kulübesinin yolunu tuttu.
Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde. Derdini anlattı, derman diledi.
Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan, o dervişi veziri yapmaya,
sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey, bilgenin:
 
- Hünkârım , gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibar etmezler,
demesiyle son buldu.
 
Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür, birinin
derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle bahtiyar ederdi.
Güldü ihtiyar:
 
- Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi. Şaşırma
sırası padişaha gelmişti.
 
- Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?
 
Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının üstünden…
Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler, onların arkasında
halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir mana
vermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru yürümeye başladılar.
Bu arada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş, tespihiyle öylesine bir
olmuştu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten başka bir şey
bulamasalar şaşırmazlardı.
 
Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerini birbirine
bağladı, duyulması güç bir sesle;
 
- Efendim , dedi, sizi ziyarete geldik.
 
Yavaşça başını çevirdi aşık , sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en
ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi. Herkes
heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik,
duvar… Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğru
uzatarak olan biteni görme telaşındaydı.
 
Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik,
ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin.
 
- Efendim , diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim, zat-ı
âlinize layık değil belki, ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizi bahtiyar
edersiniz…
 
Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte aşık maşukuna
kavu ş acak , murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçten
ağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diye
yaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün
gözler genç adamdaydı.
 
Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdükten sonra,
gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir
ifadeyle:
 
- Hayır , dedi, kızınızı istemiyorum.
 
Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halk hayret
içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessüm ediyordu.
Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileri atılarak
bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip:
 
- Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi
reddettiğinin farkında mısın?
 
Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
 
- A dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim, Allah
padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah deseydim…
"Hasan ÖZÇELİK" <altay...@gmail.com>: Nov 12 01:46AM +0200

From: Altayli [mailto:Alt...@Altayli.Net]
Sent: Wednesday, November 12, 2014 1:44 AM
To: Altayli
Subject: [TÜRKÇÜLERİN KAVŞIT YERİ] A post of interest: "ŞARKİ TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ"
 

 
<http://altayli.net/wp-content/uploads/2014/10/Iklil_Kurban007.jpg> Iklil_Kurban007
 
ŞARKİ TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ
 
12 Kasım 1944 - Doğu Türkistan Cumhuriyetinin Kuruluşu
 
Bu bir gerçek, bu bir tarih ve gelecek kuşaklar için bu bir idealdir-maksattır.
 
Şarki Türkistan Cumhuriyeti (1944-1949) başlıklı, Türk Tarih Kurumu tarafından 1992 yılında basılmış, Yüksek Lisans tezi olarak hazırlanan kitabımın ÖNSÖZ’ üne şu tümceyi yazmıştım: “Şarki Türkistan Cumhuriyeti adıyla yaşatılan Türk devletini tanıtmak ve ilk gençliğimin izlerini taşıyan bu devreyi kaleme almak ömrümün bir arzusu olmuştu.” Kitabın SONUÇ bölümündeyse, şu ifadeler bulunmaktadır: “İşte bu Çin ırkçılığının zulüm ve baskısına son veren Şarki Türkistan Cumhuriyeti, Doğu Türkistan Türklüğünün ulusal ruhunu yükseltti ve insanlarımızın hafızasına kuşaktan kuşağa geçebilecek unutulmaz izler bıraktı. Bu izler, başka hiçbir karşılığı bulunmayan istiklal ve özgürlük izleri idi. Bir ulus için istiklalden daha değerli, bir birey için özgürlükten daha tatlı hiçbir şey yoktur. Şarki Türkistan Cumhuriyeti ve onun kısa da olsa beş yıllık ömrü, Türkün ezeli ve ebedi düşmanı olan Çinlilerin zihninde, Türkistan topraklarında kendilerine karşı her zaman patlamaya hazır bir bombanın bulunduğu fikrini yine bir daha canlandırmıştır.”
 
Bu cumhuriyet ile beraber yaşadığım 5 yıllık ömrümü, tüm ömrümün en mutlu devri olarak algılıyorum. Bu sebeple, “ilk gençliğimin izlerini taşıyan bu devreyi kaleme almak, ömrümün bir arzusu olmuştu.” Evet, bu devir benim için unutulmaz bir gerçek, benim için özlemi duyulan bir geçmiş, benim için her ne pahasına olursa olsun uğrunda gereği yapılması zorunlu olan bir ideal ve bir maksattır. O devirdeki ısındığım vatanımın güneşi de, o devirdeki hüzünlendiğim vatanımın dolun ayı da bambaşka idi, cana yakındı-sıcaktı. Fakat, 1949 yılının Ekim ayındaki Çin işgalinden sonra, her şey değişti, vatanımın güneşi de, ayı da artık benim için soğuk-çirkin olan bir varlık haline dönüşmüştü. Sonunda her şeyini kaybetmiş yoksun-mutsuz bir birey olarak vatanımdan ayrılmak zorunda kalmıştım (Eylül 1980).
 
<http://altayli.net/wp-content/uploads/2014/10/1933_devlet_armasi1.jpg> 1933_devlet_armasi[1]
 
Yıl 2011, Mayıs ayının ilk haftasında, Washington’da gerçekleşen Uygur Ali Kurultayı’nın almış olduğu, “Her ne pahasına olursa olsun, bağımsızlık uğrunda yola devam”; “Şarki Türkistan Cumhuriyeti’nin arması, bizim armamızdır” şeklindeki kararlarına çok sevindim. Kararlar alınır, hayati önemlisi alınan kararların arkasında durmak gerekmektedir. Bu kurultaya katılıp, bu kararı alanlar arasında, vatan davasını para karşılığında kullanmaya hazır olan Çin yalakası hainlerin bulunduğu da bilinmektedir. Oysa, bir savaşın galibiyetinin başlıca garantisi, cephesindeki hainlerin temizlenmesidir. Bu cephe temizliğinin garantisi, cephe-kurul yönetiminin demokratik olmasından, demokratik olmanın yolu da, fikirden-diyalogdan- bilimden ve bilge liderden geçmektedir. Cephe sağlam ise, kazanmanın ön koşulu Uygurların elindedir ki, bu koşul haklılıktır. Zaman uzayabilir, geçici gerilemeler olabilir, fakat eninde sonunda Uygurların Şarki Türkistan Cumhuriyeti olarak bilinen ve tarihin şahit olduğu bağımsız devleti mutlaka kurulacaktır ki, ben buna yürekten inanıyorum. Yeter ki cephede bu haklılığa inanan, bu mukaddes devleti sayan, yenmenin bu mantığına bağlı inananlar bulunsun ve bu insanlar bu maksat yolunda ölümü mutluluk olarak algılasınlar. Çıkarcı sahtekarlara cephede yer bulunmasın. Zaten Uygurların başka yolunun yokluğunu tarih ve zamanımızın gerçekleri çoktan söylemiştir: “YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM!”
 
Bugün Şarki Türkistan’da ve dünyada cereyan eden Uygur-Çin ölüm kalım savaşının sonunu ve sonucunu kestirip söyleyebilmek için, bir bilim dalı olarak bilinen tarihe ve yaradılışından günümüze kadar, “hak-adalet” arayışı içinde büyüye gelen insanlığın-ulusların doğal bilincine dayanmak gerekmektedir. Bilim ve insanlığın doğal bilinci bizi yanıltmayacaktır. Geçmişime dönüp, Şarki Türkistan Cumhuriyeti ile beraber yaşadığım yılların anısına dalınca, bir ulus için, hele o ulusun bireyleri için, yaşamda ulusal devletin ne kadar zorunlu olduğunu, adı geçen bağımsız devletin, bilincime ne kadar nüfuz ettiğini daha derinden anlamaktayım. Demek ki, tarih sadece geçmiş değil, tarih insanların bilincinde her zaman yaşayan bir gerçektir.
 
Tarih ve insanlığın bilinci şahit ki, işgal süresi ne kadar uzun olursa olsun, işgal yöntemi ne kadar gaddar olursa olsun, işgalcilerin esir edilmiş ulusları büsbütün yok edebilmesi kolay bir iş değildir. Tatarlar 1552 yılından beri Rus işgaline karşı savaşmaktadır; Uygurlar 1755 yılından beri Çin işgaline karşı savaşmaktadır. İşgalci Çin askerlerinin Şarki Türkistan’a ayak bastığı 1755’ten ve Yakup Beyin kurtuluş savaşıyla Kaşgar’ı ele geçirdiği 1865’e kadar süren 110 yıllık zaman, tarihte İsyanlar Yüzyılı olarak bilinmektedir. İşgal ve esirlik varken, isyan insanlığın doğasıdır. Gittikçe “hak-adalet” arayışı içinde büyüye gelen insanlığın bilinci, gittikçe işgalcilere karşı cephe almakta, esir ulusların cephesi gittikçe genişlemektedir. Bu olup bitenleri tarih söylüyor, insanlık algılıyor. Tarih ve insanlığın bilinci bu haklı savaştan yanadır. Tarih ve bu tarihin aşıladığı ulusal bilinç var olduğu-yaşadığı müddetçe, bu kurtuluş davası da-savaşı da var olacaktır. Bu sebepledir ki, düşmanlarımızın-hainlerimizin hep ön görev olarak seçtiği iş, tarihimizi bozmak ve bilincimizi zehirlemek olagelmiştir. Şu bir gerçek unutulmamalıdır ki, esir ulusların hainleri çok olur. Tarihimiz dürüst ve yalın bilinecekse, ulusal bilincimiz sağlıklı olacaksa, biz her zaman yenmeye-kazanmaya adayız. Yeter ki savaşımız devam etsin.
 
Bir ulusun başka bir ulusu idare ettiği devir artık çok gerilerde kaldı; bu günkü Emperyalist Rusya ile bu günkü Emperyalist Çin, bu yok olmaya mahkum idarenin son ölümcül aşamasını yaşamaktadırlar. Her ne kadar ulusların ilişkilerinde dayanması güç olan acı olayların yaşanmasına rağmen, uluslardan oluşan insanlığın, yaşadığımız bu günkü devire ulaşması da kolay olmamıştır. Benliğini-bilincini geliştiremeyen, ulus olabilecek seviyede nüfusunu çoğaltamayan birçok ulus tarih sahnesinden silinip gitmiştir. Başkalarını yutma hesabına büyüye gelen ulusun ve devletin en tipik örneği bugünkü Çin ve Rusya’dır. Bu iki emperyalist güç, artık ömürlerinin son aşamasına gelmiştir. Bağımsızlık, “Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirleme hakkı” denilen evrensel ilke, bu iki emperyalist gücün yaşamına son verecek olan tarihin ölüm kadar kaçınılmaz hükmüdür.
 
Ulusal savaşı yürütmek de, bu savaş ile elde edilen ulusal devleti ayakta tutmak da kolay olmayacak, Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “İstikbalde dahi bu hazineden mahrum etmek isteyen dahili ve harici bedhahların olacaktır.”
 
Çin işgalinden sonra, Lisedeki öğrencilik yıllarımda, bir sınıf arkadaşımın albüm defterine, “İstikbal uzak, ömür kısa, fakat yapılacak işler o kadar çok ki…” diye yazmıştım. Aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçse de, bu fikrimin halen doğru ve geçerli olduğuna inanıyorum. Beni böyle düşünmeye hazırlayan ortam, Şarki Türkistan Cumhuriyeti devrinin ortamı idi. Benim kişiliğime aşılanmış, Şarki Türkistan Cumhuriyeti’nin ölümsüz ulusal değerleri idi.
 
<http://altayli.net/wp-content/uploads/2014/10/dogu-turkistann1.jpg> dogu-turkistann[1]
 
Yaşayarak şahit olduğum Şarki Türkistan Cumhuriyeti’ne özgü bazı değerler:
 
Yıl 1944, Kasım ayının 12’sinde kurulan bu cumhuriyetin, 5 Ocak 1945 günü ilan ettiği 9 maddeli beyanatı şöyle idi:
 
1. Doğu Türkistan topraklarındaki Çin egemenliğini ebedi yok etmek.
2. Doğu Türkistan halkının eşitliğine esaslanmış gerçek, azat ve bağımsız cumhuriyet kurmak.
3. Doğu Türkistan iktisadını her yönüyle kalkındırmak için, hususi sanayi, tarım, hayvancılık ve hususi ticaret işlerini kalkındırmak ve halk iktisadını yükseltmek.
4. Doğu Türkistan halkının çoğunluğu İslam dinine itikat ettiği için bu dini desteklemekle beraber başka dinleri de himaye etmek.
5. Din, eğitim ve sağlık işlerini geliştirmek.
6. Dünyadaki bütün demokrat hükümetler ile bilhassa bize komşu olan büyük Sovyet hükümetiyle dostça geçinmek, yine Çin hükümetiyle de siyasi ve iktisadi ilişkilerde bulunmak.
7. Doğu Türkistan hükümetini ve barışı korumak için Doğu Türkistan’daki bütün uluslardan oluşan güçlü bir ordu kurmak.
8. Banka, posta-telgraf orman ve maden gibi zenginlikleri tamamen hükümet eline almak.
9. Makam düşkünlüğü, ırkçılık ve rüşveti yok etmek.
 
Okullarda şu ilkeler dile getiriliyor, ulusal gurur doruktaydı: “Milletimiz Türk, dinimiz İslam, vatanımız Türkistan, ecdadımız Cengiz ve Timur”; Şarki Türkistan Ordusunun şarkılarında, “Düşmanı kovarız Çin Seddi’nedek” sesleri yankılanıyordu.
 
Şarki Türkistan Cumhuriyeti’nin Cumhur Başkanı olarak, tüm Şarki Türkistanlılarca kabul edilen Ahmetcan Kasimi (1914-1949), aydın bir liderdi. Onun, Gulca Tatar Okulu’nun 1948 yılı okul açılışı töreninde, şu seslenişini duyma şansına sahip olmuştum:
 
O, öğretmenlerime hitaben:
 
“Dünyadaki mesleklerin en şereflisi öğretmenliktir. Çünkü, gelmiş geçmiş büyük zatlar, bilginler, yazarlar, doktorlar, generaller, mühendisler ve bunlar gibi meslek sahiplerinin hepsi öğretmenlerin emeğinin meyvesidir” diyordu.
 
O, biz öğrencilere hitaben:
 
“Bir binayı, gökdeleni kurmak için önce onun temelini iyi işlemek lazım. Temeli iyi işlenmemiş bina, gökdelen yıkılır. Aynı onun gibi sizlerde bugün gelecekteki yüksek bilimlerinizin temelini işlemektesiniz. İlk ve orta okulu iyi neticeler ile bitirebilseniz, gelecekte bilim sahasında daha çok başarılı olursunuz. İyi okuyun, size başarılar dilerim” diyordu.
 
Şarki Türkistan’ın İli, Altay ve Tarbagatay vilayetlerini kurtarıp, 17 Eylül 1945 günü Manas nehri kıyısına gelip duraklayan 30 000 kişilik Şarki Türkistan Ordusu, kısa bir zaman içinde Tüm Şarki Türkistan’ı kurtarabilirdi. 200 kilometre ötede bulunan Ürümçi’deki Çinli idareciler Çin’e kaçma telaşına kapılmıştı.
 
Ürümçi şehrindeki bu telaşlı halden yaklaşık bir ay önce, 14 Ağustos 1945 günü Moskova’da, “Çin-Sovyet Dostluk, Müttefik Anlaşması” imzalanmıştı. Bu Anlaşma gereği, Çin hükümeti, Moğolistan’ın bağımsızlığını itiraf etmiş, Sovyetler ise, Şarki Türkistan’daki olaylar hakkında, Çin’in iç işlerine karışma niyetinin yokluğunu belirtmiştir. Gerçekteyse, bu Çin-Sovyet anlaşmasının esas konusu-Şarki Türkistan Cumhuriyeti konusu, Yalta Konferansı açılmadan önce, Sovyet, Amerika, İngiltere başkanlarının görüşmelerinde gündeme getirilmiş ve Amerika aracılığıyla Stalin-Cang Cişı (Milliyetçi Çin Cumhurbaşkanı Çan Kay şek) bu konuda çoktan anlaşmışlarmış. Cang Cişı’nın o zamanki Shin Cang (Şarki Türkistan) temsilcisi İsa Yusuf Alptekin olup, o zaman İsa Beyin “Alptekin” soyadı yoktur. İsa Bey bu takma adı, Türkiye’ye geldikten sonra “alp” gözükmek amacıyla oydurmuştur. Şarki Türkistan Cumhuriyeti’ne tepeden tırnağa kadar düşman kesilmiş şahısların başında Çinli olarak Cang Cişı, Uygur olarak İsa Yusuf Alptekin gelmektedir. Bu vesileyle İsa Beyi Uygur değil, “Çinlileşmiş bir Uygur haini” diye tanımak gerekir.
 
Yalta Konferansı, Curchil’in (1874-1965), Roosevelt’in (1882-1945) ve Stalin’in (1879-1953) buluşup imza attığı Şubat 1945 anlaşmasının adıdır. Bu anlaşmayla İkinci Dünya Savaşı’nın, tüm Doğu Avrupa’yı Ruslara teslim eden haksız sonuçları, Almanya’nın kana batırılmış yenilgisi kararlaştırılmış ve bu anlaşma gereği, Şarki Türkistan’ın da, Almanya’nın da facialı yazgısı gerçekleştirilecektir. Evet, bu anlaşma, Eski Çağ Tarihi’nde de, Orta Çağ Tarihleri’nde de benzeri görülmemiş, Yakın Çağ Dünya Tarihi’nin şahit olduğu insanlık adına utanç veren en kirli bir kara lekedir.
 
Yeri iken burada, bir tarihçi olarak bana huzur veren, ölüm gibi kaçınılmaz bir olası gerçeği yazmak istiyorum: Adolf Hitler’in haklılığını yine o tarih söyleyecektir, O insanlık tarihinin en dürüst, en korkusuz lideri idi. Onu gelecek kuşaklar saygı ve sevgiyle anacaktır. Eğer İkinci Dünya Savaşı’nı Hitler kazanmış olsaydı, bugünkü dünyamız bambaşka olacaktı. Rus ve Çin Emperyalizmi olmayacak, Uygurlar ve Tatarlar başta olmak üzere tüm esir uluslar bugün özgür olacaktı. Bu haklılıkların-hakların ortaya çıkması elbette zamana muhtaçtır.
 
Savaş bitip aradan 60 yıl geçtikten sonra 2005’te, Başkan Bush, “Yalta Konferansı tarihi bir hata idi” diyebilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda yapılan hataları tanımanın bu bir başlangıcıdır. Asıl ve büyük hatayı İngiltere Başbakanı Yahudi yanlısı Churchil ile ABD Devlet Başkanı Yahudi Roosvelt yapmıştır. Kendi adlarının ve makamlarının selameti gereği, Hitler’i düşman olarak algılayıp, kendi ellerinde bulunan devlet gücünü Almanya’ya karşı koymuşlardır. Oysa Hitler, doğal olarak bu devletleri hiçbir zaman düşman kabul etmemiş; Ruslara karşı onların er geç yanında olacağını düşünmüştür. Son anda Rusların tehlikeli oyunlarını fark eden ve “Meğer biz yanlış millete karşı savaşmışız, asıl düşman Ruslarmış” diyebilen Amerika Generali Patton (1885-1945), Roosevelt hükümeti tarafından basit bir trafik kazası süsü verilerek öldürülmüştür. Aradan 4 yıl geçtikten sonra Ağustos 1949 yılında, “Adı Şarki Türkistan Cumhuriyeti, arması ay-yıldız olan bu devlet yaşamalıdır” diyebilen Ahmetcan Kasimi de, Rus-Çin işbirliğiyle uçak kazası süsü verilerek öldürülmüştür. Fakat, Şarki Türkistan Cumhuriyeti’ni ve onun önderi Ahmetcan Kasimi’yi Uygur ulusu kolay kalay unutacak değildir. Gulca’da cereyan eden ve kanlı bir şekilde bastırılan Kanlı Mayıs Olayı (29.05.1962), bu unutulmaz anıların unutulmaz kanıtlarıdır. Büyük güçlerin işbirliği altında saklı kalan gizemlerin-haksızlıkların açığa çıkması elbette kolay olmayacaktır. Fakat, tarih suçluları mutlaka yargılayacaktır. İnsanlığın geçmişi yani tarih, insanlığın geleceği için öğrenilir. Büyük kısmı, savaş, işgal, ayaklanma ve katliamdan ibaret kanlı olaylarla dolu olan o acı geçmişten, geleceğe dönük insanlığı biraz daha rahatlatıcı hükümler aranır. İşte tarihçilerin, siyaset adamlarının, ediplerin “tarihin hükmü” diye sık sık dile getirdikleri, insanlık alemini gittikçe umdukları gibi yaşama koşullarına yaklaştıran hüküm, bu hükümdür.
 
Almanlar ile Türkler tarih boyunca aynı kaderi paylaşa gelmişlerdir. Neden aynı kader ?! Burada tarihin söyleyebileceği
"Dogan Kekevi" <dog.k...@t-online.de>: Nov 11 11:49PM +0100

Dostlar bu sefer de sevgili Kaptan'ın kaleminden bir kez daha Sn.Prof. Rennan PEKÜNLÜ için başlatılan "imza kampanyası"na dikkatinizi çekmek istiyorum.
 
Slm
 
Aydoğan
 
Von: naci kaptan [mailto:cumhuri...@gmail.com]
Gesendet: 11 Kasım 2014 Salı 20:33
An: undisclosed-recipients
Betreff: BANA NE'ciler OKUMASIN **** AYDINLANMA İLE KARANLIĞIN - ÇAĞDAŞLIKLA GERİCİLİĞİN SAVAŞI *** BİR İMZA DA SEN VER ..
 

 
 
 

 
Kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz yumuyorsunuz.
Çığlıklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz.
Aramızda dolaşip kurbanını seciyor zorbanin teki,
Sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz
 

 
 
 
 
 
Ne tuhaf yer burası, sizler nasil insanlarsınız!
Haksızlik varsa bir yerde eğer ayaklanmalı insan.
Ayaklanma olmuyorsa batsın o şehir yerin dibine.
Yansın bitsin, kül olsun karanlıklar basmadan.
 

 
Bertolt BRECHT
 
 

 

 
<http://nacikaptan.com/?p=14405> http://nacikaptan.com/?p=14405
 

 
ARKADAŞ .....
 

 
İMZA VE DESTEĞİNE İHTİYAÇ VAR
 
Sıra bugün değerli Pekünlü'de.
 
yarın sıra kime gelecek ?
 
Ya sıra sana gelirse....???
 

 
Yukarıda ne diyor Brecht ;
 

 
Kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz yumuyorsunuz.
Çığlıklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz.
Aramızda dolaşip kurbanını seciyor zorbanin teki,
Sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz
 

 
Ne tuhaf yer burası, sizler nasıl insanlarsınız!
Haksızlik varsa bir yerde eğer ayaklanmalı insan.
Ayaklanma olmuyorsa batsın o şehir yerin dibine.
Yansın bitsin, kül olsun karanlıklar basmadan.

Bertolt BRECHT
 

 
 
 
 
<http://www.change.org/p/change-org-kayhankantarci-gmail-com-prof-dr-rennan-pek%C3%BCnl%C3%BCn%C3%BCn-infazinin-durdurulmasi#share> http://www.change.org/p/change-org-kayhankantarci-gmail-com-prof-dr-rennan-pek%C3%BCnl%C3%BCn%C3%BCn-infazinin-durdurulmasi#share
 

 
Prof.Dr. RENNAN PEKÜNLÜNÜN INFAZININ DURDURULMASI GEREKLİ....
 

 
BU GÜN DE HALEN YÜRÜRLÜKTE OLAN ANAYASA MAHKEMESİ VE AİHM KARARLARINI UYGULADIĞI İÇİN HAPSE MAHKUM EDİLEN PROF. DR. RENNAN PEKÜNLÜ'NÜN İNFAZI DURDURULARAK YENİDEN YARGILANMALIDIR.
 

 
Bilindiği gibi bu gün de halen yürürlükte olan Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına karşın Üniversitelerde YÖK'ün dayatmasıyla başlatılan fiili türban serbestliğine karşı çıkarak, öğrencilere AYM Ve AİHM kararlarını anımsatıp bunlara uymaya davet eden Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü türbanlı bir öğrencinin şikayeti üzerine "Öğrenim özgürlüğü engellediği (!)"gerekçesiyle yargılandığı davada en üst sunırdan kesilen ceza ile 2 yıl bir 1 ay hapis cezasına mahkum edilmiştir.
 

 
Prof. Pekünlü bu mahkumiyeti onaylayan Yargıtay kararından sonra “Anayasa'ya aykırılık ve adil yargılama hakkının engellendiği" gerekçesiyle AYM'ne başvurmuş fakat türban serbestliği getiren yasalar hakkında laikliğe aykırılık ne nedeniyle bugün de hala geçerli olan iptal kararlarını veren aynı AYM ne yazık ki bu başvuruyu reddetmiştir. Türkiye’deki hukuk yollarının bu şekilde tükenmesi üzerine Prof. Pekünlü AİHM’ne başvurmuş, ancak AİHM ‘den bu konuda henüz bir karar çıkmamıştır.
 

 
Kesinleşmiş bu mahkumiyet kararının infazı Pekünlü’nün sağlık sorunları nedeniyle iki kez ertelendikten sonra ikinci erteleme süresinin 20 Kasım 2014 de dolmasıyla başlayacak ve Pekünlü bu tarihten itibaren 10 gün .sonra hapse girebilecektir.
 

 
Ancak Hal böyle iken PROF. PEKÜNLÜ GEREK HAPSE MAHKUM EDİLDİĞİ DAVANIN ŞİKAYETÇİSİ OLAN GEREKSE AÇILAN YENİ DAVADAKİ ŞİKAYETÇİ TÜRBANLI ÖĞRENCİLERİN ÖĞRENİM HAKLARININ ENGELLENDİĞİNİ İDDİA ETTİKLERİ ÖĞRETİM DÖNEMLERİNDE DEVAMSIZLIKTAN KALDIKLARI TEK BİR DERS BULUNMADIĞINI GÖSTEREN BELGELERE ULAŞTIĞINI AÇIKLAMIŞTIR (*).
 

 
ORTAYA ÇIKAN VE DAVANIN SEYRİNİ ETKİLEYECEK NİTELİKTEKİ BU YENİ KANIT KARŞISINDA YÜRÜRLÜKTEKİ YASALARA GÖRE DAVANIN YENİDEN GÖRÜLMESİ GEREKİR.
 
 
SONUÇ OLARAK BÜYÜK BİR ADALETSİZLİK VE HAKSIZLIK SÖZ KONUSUDUR. BU ADALETSİZLİĞE KARŞI ÇIKMAK ve PROF. PEKÜNLÜ’NÜN KASIM 2014 SONUNDA BAŞLAYACAK İNFAZIN DURDURULARAK YENİDEN YARGILANMASINI TALEP ETMEK HUKUK DEVLETİ VE LAİKLİK CUMHURİYETTEN YANA HERKESİN GÖREVİDİR !
 

 
ÖZELLİKLE DE EGE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETIM ÜYELERİNİN ve TÜM TÜRKİYEDEKİ HAKSIZLIKLARA GÖZ YUMMAYAN ÖGRETİM. ÜYELERİNİN DESTEK VERMESİ GEREKLİDİR....
 

 
Prof.Dr.ATİLLA USER
 
 
 

 
 
<http://nacikaptan.com/> http://nacikaptan.com/
 

 
 



 
<http://www.incredimail.com/?id=621131&did=10501&ppd=2812,201301281447,9,1,92542634793084713&rui=147877767&app_test_id=0&sd=20141111> FREE Animations for your email - by IncrediMail
 
 
 
 
<http://www.incredimail.com/?id=621131&did=10501&ppd=2812,201301281447,9,1,92542634793084713&rui=147877767&app_test_id=0&sd=20141111> Click Here!
 
 
<http://www.incredimail.com/?id=620777&did=10501&ppd=2741,201201221253,9,1,92542634793084713&rui=147877767&app_test_id=0&sd=20141111> ►
 

<http://www.incredimail.com/?id=621131&did=10501&ppd=2812,201301281447,9,1,92542634793084713&rui=147877767&app_test_id=0&sd=20141111>
 

 


 
<http://www2l.incredimail.com/gcontent/stamps/new2011/pixel.gif?upn=92542634793084713>
 

 
_____
 
 
<http://www.avast.com/>
 
Bu e-posta virüslere karşı Avast antivirüs yazılımı tarafından kontrol edilmiştir.
www.avast.com <http://www.avast.com/>
Bu grubun güncellemelerine abone olduğunuz için bu özeti aldınız. Ayarlarınızı grup üyelik sayfasından değiştirebilirsiniz.
Bu grup aboneliğini iptal etmek ve buradan e-posta almayı durdurmak için Turkiye-icin-el...@googlegroups.com adresine bir e-posta gönderin.
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages