Bütün X.-XII. yüzyıl yazarları (İbn Fazlan, Hudud al-Alam, İstahri, Kaşgarî, İdrisi vs.) Oğuz ilini şöyle belirler: Doğuda, Aral Gölü’nden Sütkent’e dek inen Sir-Derya kıyılarıyla Karaçuk Dağları arasında kalan bölge (Türkmen ve Karluk’la sınırdaş); güneyde, Sütkent’ten başlayarak Amu Derya’yı Curcan’ın oldukça üstünde kesen, Maveraünnehr’den Mangışlak’a kadar uzanan hattın kuzey bölgesi (Harzem’le sınırdaş). Batıda Hazar Denizi, kuzeybatıda Çim Irmağı (Hazar ve Peçenek’le sınırdaş) ve kuzeyde Karakum’un üstü (Kimek’le sınırdaş).
Ebulgazi’nin tanımladığı Oğuz ili sınırları daha kısıtlıdır:
“Oğuz ilinin… gündoğusu Issıg Göl ve Almalık. Kıblesi, Sayran ile Kazgurt Dağı ve Karaçuk Dağı.(Onun) ‘Demirkazığı’ Uluğ Tağ ve Kiçik Tağ ki bakır mem- baıdır. Günbatısı, Sir Suyu’nun ayağı Yangıkent ve Karakum’dur.”
Görüldüğü gibi tanımda Mangışlak’ı içine almaz. Doğrudur, çünkü buraları anca 970’lere doğru Oğuzlarca ele geçirilmiştir; Istahrî’nin ölümünden (957) ve Hudud al-Alam’dan (982) önce. Peki nasıl oluyor da Ebulgazi Mangışlak’a yerleşen Oğuz boylarının adını biliyordu? Bunlar Uç Ok’tan Eymür, Igdır, Çavuldur ve Salgur, Boz Ok’tan Töger ve Karkın boylarıdır. Bu boyların yerleşmeleri daha geç yüzyıllarda (XII. yüzyıldan sonra) gerçekleşmiş olmalıdır.
Oğuzlar hakkında en geniş etnografik bilgiyi 921 yılında İdil Bulgarları’nın ülkesine giderken Oğuzlar arasında bir süre kalan İbn Fazlan vermiştir. Fazlan Oğuz’la Türk’ü kesinlikle bir tutar: “Oğuz diye bilinen Türk boyu”, “Oğuz Türkleri”, der.
Hudud al-Alam Oğuzların kasabaları olmadığını söyler. Bu yargı Amu Derya bölgesi için doğru olabilir (Baratekin hariç). Nitekim, İbn Fazlan Curcan’ın hemen kuzeyinde bulunan TürkKapısı’ndan sonra hiçbir Oğuz kentine rastlanmamıştır. Ürgenç ve Curcan gibi kentler Harzem’e bağlı sınır ticaret merkezleri olmalıdır. Bu merkezlerde, bir yandan, göçebelerle yerleşikler arasında işbölümünün zorunlu kıldığı alışveriş yapılırken, öte yandan, Horasan ticari olarak Hazar ve Rus ülkelerine bağlanmış oluyordu. Oğuzların bu kentlerde yılkı, davar, silah ve kürk sattıkları biliniyor. Hudud al-Alam onların arasında tacirin bol olduğunu söyler.
Sir-Derya boyunda ise durum farklıdır. Aral Gölü’nden başlayarak güneye doğru inerken karşılaşılan Yangıkent, Savran, Sıgnak ve Sütkent gibi kentler Oğuz kentleridir. Hatta, Kaşgarlı bunlara Karaçuk ve Karnak kentlerini ekliyor. Yangıkent, Oğuz Yabgusunun kışlağı ve orda kentidir.
Oğuzlar, gene de aslen hayvancı-göçebedir. Keçe çadırlarda yaşarlar ve yaz kış otlak ve suvat peşinde dolaşırlar. Varlıkları at, inek, koyun ve av hayvanıdır. İbn Fazlan, zenginlerinin on bin atı ve yüz bin koyunu olduğunu yazar.
Oğuzlar bir Tengri’ye taparlar. Ölüm ötesi hayata inanırlar ve bundan dolayı da ölüyü giysileri, silahları, atı, yiyeceği ve içeceğiyle birlikte mezara koyarlar. Ölünün ardından at kurban edilir. Su ıduktur, belki de tabudur (tekinsiz). Onu kirletmemek için ne yıkanırlar, ne de giysilerini yıkarlar. Hayvan öldürürken kanını akıtmamaya ve kemiklerini kırmamaya özen gösterirler.
Aralarında armağan ıdışmak (verip-almak) yüceltilir. Her armağanın eşdeğer karşılığı ille de geri verilmelidir. İbn Fazlan, Genç Yınal’a galeta ve kumaş armağan ettiğinde Oğuz yerlere kapanmıştı.
Onlarda ıdışma gibi “armağanlar aracılığıyla armağanlar tüketmek” sürecinin özgül bir şekli olan “yağma” geleneği de yaygındır. Boy ve oğuş beyleri üretilen ve ulca olarak alınan malı davetlilere bazen üleştirerek, bazen bunların yakılıp yıkılmasına göz yumarak yağmalatırlar. Amaç, bir yandan, biriktirilmiş malı üleştirerek tüketimi yakınlara kadar yaymak, öte yandan, Bey’in toplumdaki itibarını pekiştirmektir.
Oğuzlar’da “yağma” konusunu işleyen tek metin Dedem Korkut Masalları’nda bulunur:“Kazan üç yılda bir İç Oğuz, Taş Oğuz beylerini cem eder idi. Uç Ok, Boz Ok yığınak olsa Kazan evini yağmaladurıdı. Kazan Begün âdeti bu idi ki kaçan evin yağmalatsa helalünün eline alur, evinden taşra çıkardı. Andan evinde olan esbabını ve malını yağma ederler idi”.
Gerek armağan ıdışması, gerek yağma, gerekse hangi türden olursa olsun üleştirme, biriktirilen malın yeniden bölüştürülmesi demektir. Bu ise, toplumda ödünleme/karşı-ödünleme mekanizmasının işletilmesine yol açar.
Oğuz toplumunda kamların önemli rol oynadığı anlaşılıyor. Hudud al-Alam’dan aktaralım:
“Oğuzlar tabiplere (kamlara) pek saygı gösterirler. Onları görünce önlerinde eğilirler. Tabipler (kamlar) onların hayatları ve mülkleri üzerinde söz hakkına sahiptir”.
X. yüzyılda aralarında İslamiyet’in yayılmaya başladığı sanılıyor. İbn Fazlan’ın yolda tanıdığı Genç Yınal bile önce Müslüman olmuş, fakat boydaşları itiraz edip, “Eğer İslamiyet’i kabul edersen bizim başkanımız olamazsın” deyince yeni dininden caymıştır.
Oğuz toplumunda kaç-göç yoktur. Cinsi ilişkilerde hoşgörülüdürler. Buna karşılık, zina ölümle cezalandırılır. Suçlunun iki bacağı birbirine doğru eğilmiş iki ağaca bağlandıktan sonra ağaçları salıverirler; suçlunun bacakları kasıktan birbirinden ayrılır (hâlâ kullandığımız “senin iki bacağını ayırırım” tehdidi.).
Onların arasında eşcinsellik büyük suçtur. Bir Müslüman tacirle sakalı bitmemiş oğlunu cinsi ilişki halinde yakalayan baba, kuz irkin’e (Yabgunun ve beylerin yardımcısı) başvurmuş, oda bütün Türkleri toplayarak verilen cezanın “tacirle beraber oğlanın öldürülmesi” olduğunu bildirmiştir. Ne var ki, baba bu cezaya razı olmayınca, kuz irkin suçun koyun tazminatıyla ödünlenmesine karar vermiştir.
Oğuzlar siyasal olarak boylar federasyonu halinde örgütlenmişlerdir. Kaşgari’nin belirttiğine göre :
“Oğuz, Türklerin bir boyudur, Türkmendirler. Yirmi iki boydan oluşur. Başları Kınık’tır; Selçuklu sultanları ondan iner. Sonra sırasıyla: Kayığ, Bayundur, Yıva, Salgur, Avşar, Bektili, Büğdüz, Bayat, Yazgır, Eymür, Kara Bölük, Alka Bölük, Igdır, Üregir, Tuturga, Ula Yondlug, Töger, Becenek, Çavuldur, Çepni, Çarukluğ gelir”.
Kaşgarlı, bu konuda ayrıca, Oğuzun aslen yirmi dört boylu olduğunu, ancak iki Kalaç boyunun federasyondan ayrılmasıyla geriye yirmi iki boyun kaldığını ve üstelik bunlar arasından Çarukluğ boyunun az nüfuslu olması sebebiyle önemsiz olduğunu söyler. Her boy tirelere ve uruklara ayrılmıştır. Kaşgarlı, bu tirelerin ne olduklarını söylememekle beraber, her birinin adını, kurucu atasından aldığını not eder.
İbn Fazlan, Oğuzlar’ın boy büyüklerine “tenriken” diye hitap ettiklerini söyler. Boy beyleri olmalıdırlar. Halk her fırsatta onlara danışır, nelerin yapılıp yapılmayacağını sorarmış. Boylar arasındaki kararlar beylerin “karşılıklı danışmaları” sonucunda alınırmış. Toplantı ya kengeş ya da toy şeklinde olmalıdır.Oğuzname ve Dedem Korkut Masalları her iki şeklin de kullanılmış olduğunu telkin eder.
Oğuz Türkleri’nin hükümdarına yabgu derler. Yardımcısının adı kuz irkin’dir (Nu- shih-pi’ler içindeki Türgişler ile Karluklarda kullanılan irkin unvanı karşılığı: kuz irkin, kuzey irkini, anlamındadır). Öyle anlaşılıyor ki, toplumda subaşılık unvanı fevkalade önemlidir. Nitekim, halifenin elçisi olan İbn Fazlan Oğuz yabgusuyla görüşememiş, onun yerine halifelik mektubu ile armağanlarını subaşı Katağan oğlu Etrak’a sunmuştur. Ayrıca ekleyeyim, Oğuzlar’da tarkan, yınal ve ilguz (il Oğuz) gibi unvanlar da vardır.
Oğuz boy federasyonunda siyasal örgütün başında olan yabgunun nasıl seçildiğine değin haberler ancak XII. yüzyıldandır. İlki, o yüzyılın başlarında yaşamış olan Süryani Mikail’den. Bu dönem, İran üzerinden göçe koyulan Oğuz boylarının parçalanmaya başladığı, onların bölünüp, konat, tire ve aymaklara ayrıldığı durnuksuz (istikrarsız) bir dönemdir. Süryani Mikail diyor ki:
“(Türkler) İran bölgesini istila etmeye ve şehirleri işgal etmeye başladıkları vakit bir kral seçmek istediler. Boy başına bir kişi olmak üzere en önemli ve en saygın yetmiş boydan (tire ya da uruk olacak) yetmiş başkan topladılar. Her biri eline bir çubuk alarak, yere çizilen bir dairenin içinde halka olup durdu. Aralarındaki anlaşmaya göre (havaya atılan) çubuklardan dairenin merkezine düşenin sahibi hükümdar olacaktı. Herkes elindeki çubuğu atabileceği kadar yükseğe fırlattı. Hepsi de dairenin dışına düştü. Yalnız biri, merkeze isabet etti, hem de toprağa dikine saplanarak. Bu çubuğun sahibi küçücük bir boyun başkanıydı ve o hükümdar oldu”.
Buna benzer bir kaynak daha var; Guillaume de Tyr’dan:
“Türkleri rahatsız eden tek şey kendilerine bir kral seçememiş olmaktı. Bunu şu şekilde hallettiler. Beraber oldukları yüz boyun (gene tire ya da uruk olacak) her birinden bir tek kişinin çentikli bir ok getirmesini istediler. Öyle ki, herkes kendi okunu tanımaktaydı. Sonra, bir çocuğa oklar içinden bir tanesini seçmesini söylediler ve çekilen okun sahibinin de kral olacağını kararlaştırdılar. Çocuğun çektiği ok Selçuklular’ınki idi. Bu kişinin kral olmasına karar verdiler” .
Birinci belgede Oğuz federasyonunda başkanlık seçiminin beceriye, ikinci belgede talihe ve bahta (ülüg) bağlı olduğunu görüyoruz. Hangisi olursa olsun, belgelerden anlaşılan, Oğuzların siyasal hayatında başkanlığın bir boyun ya da oğuşun tekelinde olmadığıdır. Ebulgazi de sanki aynı şeyi telmih ediyor. Ona göre, Oğuz yabgularının seçimi dönüşümlüdür:
“Kayığ’dan bir kişiyi padişah yaparlardı. Kayığ kabilesi ve Bayat kabilesi ve daha beş altı küçük kabile ona katılırdı.Ve sonra Salgur’dan bir kişiyi padişah yaparlardı. Salgur kabilesi ve Eymür kabilesi ve daha birkaç küçük kabile ona katılırdı.”
Reşideddin ise şöyle der:
“Dip Bakuy Han’ın büyük beyleri Yazgır halkından Alan ve Arlan, Döger halkından Çekes ve Baygubık ile Bayundur boyundan Kabil Hoca idi”.
X. yüzyıl Oğuz terimlerini kullanırsak bu alıntı şöyle çevrilir: “Kayığ boyundan olan yabgunun kuz irkinleri Yazgır boyundan Alan ve Arlan, Döger boyundan Çekes ve Baygubık ile Bayundur boyundan Kabil Hoca idiler.”
Böylece, Oğuz federasyonunun siyasal yönetimi konusunda şu taslağı çizebiliriz: Boy beylerinin üzerinde bir mevkii (orunu) olan yabgunun seçimi, sistematiği ister havaya çubuk fırlatma, ister ok çekme şeklinde olsun, boylar arasında dönüşümlüdür. Yabguluk verasetle geçmez, hiçbir sülale ya da uruğun tekelinde değildir. Ayrıca, yabgu yardımcıları, yani kuz irkinler için de aynı kural geçerlidir. Yabguluk bir boya geçmişse, kuz irkinlik başka boylar arasında üleşilir. Böylece, siyasal erk topluluğun iyeliğinde kalır; paylaşılır.
Bu bağlamda bir adım daha atarak Peçenek ve Kuman boylarındaki siyasal yönetim tarzlarına bir göz atmakta yarar var.Peçenekler sekiz boydur. Her biri sağlı sollu olmak üzere dörder boylu iki kola (oka) ayrılır. Her boyda beş alt boy ya da oğuş vardır. İlk dört boyun başkanına çor, ikinci dört boyun başkanma yula derler. Dörderden olmak üzere bu sekiz boy şunlardır: Yavdı Erdem, Küverci Çur, Kabuksın Yula, Suru Kül Bey ve Kara Bey, Boru Talmaç, Yazı Kapan, Bula Çopan. Constantine Prophyrogenitus onların boy örgütlenmesinden bahsederken şöyle diyor:
“Yasa ve gelenek boy içinde otoritenin oğullara ve erkek kardeşlere geçmesini önler. (Ulu Bey: dört boyun beyi; çor ya da yula) ölünce amcaoğulları ya da onların oğulları ulu beyliğe atanır. Böylece yönetici kur bir ailenin tekelinde kalmaz; uruk üyeleri bu onura vâris olarak başkanlığı sürdürürler. Fakat, (dışardan) yabancı uruktan kimse gelip beyliğe konamaz. (Peçeneklerin) sekiz boyu kırk bölgeye (tire, oğuş) ayrılır. Bunlar ufak beyliklerdir”.Bütün bu dedikleri şunu gösterir. Peçenek boyları arasında merkezi yönetim henüz kurulmamıştır.
Kumanlar’a gelince: Bu boyların kendi iç örgütlenmesinin nasıl olduğunu bilmiyoruz. Yalnız Rus kronikleri onları Delice Solgunlar ve Ötekiler olarak iki öbeğe ayırırdı. Pritsak’ın telkinlerine uyarak bu sonunculara Uslu Solgunlar diyelim.
Deliceler, dört boydan (Terteroba, Yedioba, Töksoba, Kotoba), Uslular da gene dört boydan (İtoğlu, Urusoğlu, Burçoğlu, Ulaşoğlu) oluşmuşlardır. Bu boyların siyasal yönetimi hakkında Musevi gezgin Ratisbonlu Petahia (XII. yüzyılın sonu) şu bilgileri sunuyor: “Onların kralları yoktur, sadece beyler ve soylu aileler toplumu yönetir”.”Beyler” ve “soylu aileler” denilerek Kumanlarda da başkanlığın bir uruğun tekelinde olmadığı anlatılmak istenmiştir.
Oğuz (IX.-X. yüzyıl), Peçenek (X.-XI. yüzyıl) ve Kuman (XI.-XII. yüzyıl) Türk budunları hakkında yapılan bu saptamalar, her üç toplumda siyasal erkin federasyona dahil boylar arasında paylaşıldığını gösterir. Oğuzlar’da çokboylu, Peçenek ve Kumanlar’da çokoğuşlu başkanlık sistemi vardı. Oğuzlar’da ise boy federasyonunun üzerinde bir yabgu vardır, fakat siyasal otorite başka boylardan gelen kuz irkinlerce paylaşılıp denetlenir. Oysa Peçenek ve Kumanlar’da federasyonun başında kimse yoktur. Ancak tek tek boylar kendi beylerini oğuşlar arasından seçer.
Ne var ki, Oğuz Yabgusu kengeşte öbür boylardan gelen beylerle birlikte merkezi yönetimi temsil etmiş olsa bile, onun baskı yapan ve cebreden bir aygıtın başında bulunduğunu ileri ,sürmek pek doğru olmaz. Onun ya da yanında bulundurduğu kuz irkinlerin hukuki otoriteden yoksun oluşu yukarıda anlatılan eşcinsellik olayı dolayısıyla su üstüne çıkıyor: Kamu temsilcisi gerekli cezayı veriyor, fakat ceza infaz edilmeyip, şikâyetçinin arzusuna uyularak değiştiriliyor. Bu olay, Oğuz toplumunda merkezi “baskı yapan ve cebreden bir aygıtın” yokluğu demektir.
Ayrıca, kimi iktisatçı ve antropoloğun, “başkanlık” sisteminin varolabilmesi için biriktirilmiş servetin yeniden bölüşümünü bir önkoşul olarak kabul etmeleri ile Dedem Korkut Masalları’nın naklettiği Oğuz yağması olayı arasındaki benzerlik, Oğuzlar’ın (dönüşümlü ve çokboylu) “başkanlık”la yönetilmiş oldukları lehine yapılacak daha kapsamlı bir yoruma önayak olabilir.
Kaynak : Sencer Divitçioğlu- Oğuz’dan Selçuklu’ya Boy, Konat Ve Devlet.
[category araştırma]
[tags TARİH, Oğuz Boyu]