![]()
Doç. Dr. Gül CELKAN (*)
“Bir asker olmak, bir komutan olmak değildir
ona çağını aşacak bir lider özellikleri taşıtan. O bir lider, ama kitleleri
sürükleyebilen, insanları kenetlemeyi başarmış bir siyasi lider.” İşte
İngiltere’nin Muhafazakâr Parti lideri Michael Stevens Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusu, Türk İstiklal ve Bağımsızlığının sembolü Mustafa Kemal Atatürk için
böyle diyordu.
Andrew Mango Atatürk adlı eserinde bağımsızlık
ve evrensel uygarlığa katılımı Mustafa Kemal’in ikiz idealleri olarak
görmekte[1] ve O’nu yetenekli bir komutan, akıllı bir politikacı ve son derece
gerçekçi bir devlet adamı olarak anlatmaktadır. Ve O’nu Aydınlanma çağının yani
bir başka deyişle Türk Rönesans’ının yaratıcısı olarak
görmektedir[2].
İngiltere Büyükelçisi olarak 1934-1939 yılları
arasında Türkiye’de yaşayan Percy Loraine Ulu Önder’in ölümünün onuncu yılında,
10 Kasım 1948’ de yapmış olduğu bir konuşmada Atatürk’ü şu şekilde
anlatmaktadır:
“Nasıldı! Aslını söylemek gerekirse dik,
mağrur, kendinden emin, iyi giyimliydi; belirgin yüz hatları, insanın sanki
içine kadar görebilen mavi gözleri, kalın kaşları, yüzünde bazı derin çizgiler
ve çoğunlukla ciddi ve sert bakışlar; ancak her bakışında, yüz ifadesinde ve
hareketlerinde dahi bir hayat, bir canlılık vardı. Aklından geçirdikleri ve
vücudu harekete geçmeye hazır sarılmış yaylara benziyordu?”[3]
Atatürk elbette Türk milletinin kurtarıcısı,
aydınlığa çıkmasını sağlayan; egemenlik, bağımsızlık, hürriyet kavramlarını
öğrenmesini ve yaşatmasını sağlayan kişiydi. Ancak onun değerini yabancıların
sözlerinden duymak, Türk Milleti olarak bizlere Atatürk’le ne kadar övünsek
azdır dedirtecek kadar etkileyici olmaktadır. İstiklal Savaşında Güneydoğu
Anadolu’yu işgal eden Fransa’nın Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, “Mustafa
Kemal’den öğreneceğimiz çok şey var,” derken, Amerikalı General Mac Arthur ,
“zamanın en önde gelen devlet adamı ve askeri dehası olarak” Atatürk’ü
tanımlamaktadır. 1922 yılında Cumhuriyet Türkiyesi’nin Ankara’sına gelen ilk
İngiliz olan Grace Ellison, Atatürk’ü öğrencilerine sürekli olarak milletin,
milliyetçiliğin ne demek olduğunu öğretmek durumunda kalan bir profesöre
benzetmektedir[4].
Atatürk geleceği gören, ülkesiyle milletiyle
gurur duyan ve ona derin bir sevgi besleyen, parlak bir geleceğe doğru yol
alabilmesi için tüm mesaisini bu amaç uğruna harcamış emsalsiz bir devlet
adamıydı. “Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler milletlerini yaşamak
ve ilerlemek imkânlarına kavuştururlar”. İşte Atatürk kendi felsefesini bu
kelimelerle özetlemekteydi. Mustafa Kemal mütevazılıği elden bırakmayan ve
kendisinin olağanüstü bir kişi olarak yorumlanmasını asla istemeyen bir kişiliğe
sahipti. Ona göre doğuşundaki en büyük olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmiş
olmasıydı.
Atatürk ve onun efsanevi kahramanlığı,
öğretileri Türk ulusunun ve dünyadaki tüm milletlerin hafızalarından asla
silinmeyecektir. Türk milleti için bir sembol haline gelen gizli bir kahramandı.
Türk Rönesansını yapmış olduğu inkılaplarla başlatmıştır. Kadınların çağdaş
dünyaya ayak uydurması, ekonomik zaferler, eğitimin modernleşmesi,… bunlar
Atatürk sayesinde Türk milletinin sahip olduğu onlarca imtiyazdan sadece
birkaçıdır.
Atatürk Türkiye’si laik ve insancıl
milliyetçilik kavramları sonucu uyumlu, hoşgörülü bir ortam yakalamayı
başarmıştır. Elbette savaşlardan, fakirlikten, yorgunluktan elinde avucunda bir
şey kalmamış bir milleti kalkındırmak azim, sebat, fedakârlık ve strateji
geliştirme işiydi. İşte Atatürk bunları başarmış ve yabancı diplomatların da
hayret, şaşkınlık ve hayranlıkla izlediği dünyaca saygın bir devlet adamı
olmuştur.
1934-1939 yılları arasında önce İstanbul’da
daha sonra da Ankara’da Büyükelçi olarak bulunan Percy Loraine 25 Kasım 1938’de
Londra’ya gönderdiği ve kırk yıl açılmayacak şerhi koyduğu mektup, ibret dolu
anlatımıyla Atatürk’ün yabancı bir diplomat gözünde nasıl muazzam bir kişiliğe
sahip olduğunu göstermesi açısından okunması gereken bir mektup olmasının yanı
sıra objektif anlatımıyla araştırmacılar için de bir kaynak belge niteliği
taşımaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk’ün ölümünden 15 gün sonra dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine’in
Londra’ya özel bir kuryeyle gönderdiği ve üzerine “40 Yıl Boyunca
Açıklanmayacak” damgası vurulan mektubun tam metnidir .
——————————————————————————–
Telgraf No: 608
İngiltere Büyükelçiliği,
Ankara,
25 Kasım 1938
Aziz Lordum,
1. Size Mösyö Kemal Atatürk’ün ölümünü bildiren
194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.
2. Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz
Müsteşarı tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk’ün geçmişteki kariyerini içeren
belgeyi sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk’ün yaptığı işleri
övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna
değinmeye çalışacağım. Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve tarihçiler onun çalışma
hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır. Ancak
bunların birçoğu, Atatürk’ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki; onu
tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış
yönlendirmelere neden olacaktır.
3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de
ayrıcalıklı bir konuma sahiptim. Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok
nadir karşılaşmış olsam da, bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerinkine
nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur. Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk
günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten
memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı
konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır. Galiba, onun
yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa
gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konu ile ilgili sunduğu
sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi. Dolayısıyla, kendi özel
kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine
inanıyorum.
4. Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan
kişisel görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki
dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen
Kabine’deki bazı Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım
oldu.
5. Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir
şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten
müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet
olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.
6. Sanırım bunu temelde “çift karakterlilik”
olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H.C.
Armstrong’un Grey Wolf (Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli;
inatçı bir enerjiye sahip, ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı,
gem vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan
bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır. Bu tespiti doğrular görünecek kanıtları
toplamak hiç de zor olmayacaktır; ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde
tanıtılmasını tamamıyla yanıltıcı buluyorum. Gözle görülen bir dizi kural
dışılığı sadece ayrı karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum. Sadece şu veya
bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes
giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil, yüzyıllarca acı çekmiş,
ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına güvenerek, sadece artık
kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete
geçirip, bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği
ile ölçülebilir. On beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan bir çok iyi şey
yapmıştır. Gerisi ayrıntıdan ibarettir; sadece dedikoducu zihniyetin üzerinde
duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği kadarını vereceği
ayrıntılar.
7. Atatürk’ün dinamik enerjisi üzerinde durmama
gerek yok, bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde şimdiden önemli
bir sayfa olarak yer almıştır. Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine
değinmek istiyorum: Bu da; Atatürk’ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan
tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma
yeteneğiydi.
8. Atatürk’ün tüm karakterinde veya en azından
mevcut şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır. İddia edilen
acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu
sevgiyle uyuşmamaktadır. Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan
zevklere karşın, toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı
savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemi ile bağdaşmamaktadır. Zira bir
iki sene içinde çokeşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve istedikleri takdir
de harem kadınlarına bile devletin liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya
koymuştur. (Kimi zaman toplum içinde de olsa) özel hayatını tanımlayan ve göz
ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi
görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır. Sadece bir kaç büyük
adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi sağlayabilir; sanırım yok denecek
kadar azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız
hissettirebilir.
9. Atatürk, Batı’da “yes-men” ve uzun süredir
Türkiye’de “evetçi” olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları
aşağılıyordu. Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu. Aslında belki de en çok
sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü. Bir insanın onun için çalışıyor
olması fikrine hoş bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için
yaşıyor, onlar için düşünüp, onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde
davranmıyorsa, görevlerini yerine getiremedikleri kanaatına
varıyordu.
10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir
diktatör olarak aktarılacak. Bunun yanlış olacağı kanısındayım. Hem savaşta, hem
barışta evet o büyük bir liderdi ancak gerçek bir diktatör değildi. Ne yazık ki
ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız
olduğuna inanmıyorum. Ancak Hitler ve Mussolini’nin tersine, devlette idari veya
yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi
yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi. Bütün bu
hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve tüm devlet meselelerinde onun
isteklerinin hakim olduğu konusunda ısrar edebilirsiniz. Doğru, ancak daha çok o
konudan sorumlu kişilerin onayının hâkimiyeti şeklinde karşımıza çıkıyordu.
Olayların gidişi, Atatürk’ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin
zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir. Dolayısıyla sıkça fikirlerine
başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı
değil. Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden
ayıran belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve çok emek sarf
ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır. Atatürk’ten sonraki
cumhurbaşkanı seçiminin sessizce hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin
sakince sürmesi bir kriterse, evet başarılı olmuştur.
11. Atatürk’ün idrak gücünde esrarengiz bir yön
vardı; küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön
bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen
bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin
bir başka parçasıydı.
12. Müslüman olarak doğmuş, ancak din karşıtı
bir kişi olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti; işini iyi bilen,
istidat sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiği
andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı.
Türkiye’nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyetin
dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nun düşmanlarının
da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur. Uzatılan dostluk eli çoğunlukla
tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak,
doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde
sağlanmıştır.
13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine
inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti. Hastalığının
şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne
beynine yerleşmeyi başaramamıştı.
O, Türk Milleti’ne hizmet ederken öldü. Ölüm
bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır
İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve
insanca yaşama yolunu vermiş, belki de tüm bunlardan daha önemlisi bu haklarına
sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır.
Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık
ve en mütevazı hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref
duyarım[5].5
(*) Doğu Akdeniz Üniversitesi Kadın
Araştırmaları ve Eğitimi Merkezi Başkanı.
——————————————————————————–
[1] Andrew Mango, Atatürk, Sabap Kitapları,
1999, 507.
[2] A.g.e. 507.
[3] Turkish Daily News, TDN-ee, Sanat ve Kültür
Köşesi, 25 Ekim 1998
[4] Grace Ellison, An Engilish Women in Angora,
1922.
[5] Newsletter, British Council, November
1998.