İctihad, bir ibadet olduğundan, yani Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid, diğer bir müctehidin ictihadına yanlış diyemez. Çünkü, her müctehide, kendi ictihadı haktır ve doğrudur. Meselâ, imâm-ı Şâfi’î “rahime-hüllahü teâlâ”, Hanefî mezhebinde olmadığı hâlde, (İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin “rahmetullahi aleyh” re’y ve ictihadını beğenmeyene, Allahü teâlâ lanet etsin!) yani merhamet etmesin buyurmuştur. İmâm-ı Ebû Yûsüf
ve imâm-ı Muhammed ve diğer imamların “rahime-hümullahü teâlâ”, İmâm-ı a’zama uymayan sözleri, onu beğenmemek, kabul etmemek değildir. Kendi ictihadlarını bildirmektir. Bunu bildirmeğe memurdurlar. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” uzak memleketlere gönderdikleri Sahâbe-i kirama, güçlük karşısında kalınca, âyet-i kerimelere müracaat etmelerini, orada bulamazlarsa, hadîs-i şeriflere müracaat etmelerini, orada da bulamazlar ise, kendi rey ve ictihadları ile hareket etmelerini emir buyururdu. Kendilerinden daha yüksek ilimli ve fikirli olsalar dahi, başkalarının fikir ve ictihadına uymamalarını emir buyururdu.