27 ARALIK 2007 SALI GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI |
OZDERIN,M. |
Tunalı Hilmi Cd. No: 98/21 Kavaklıdere-Ankara/Türkiye T. + 90 312 4280313 F. + 90 312 4280314 M.+90 533 544 55 22 |
27 Kasım 2007 Tarihli ve 26713 Sayılı Resmî Gazete |
MEVZUAT
YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ
YÖNETMELİKLER — Vakıflar Genel Müdürlüğü Disiplin Amirleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
KURUL KARARI — Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 22/11/2007 Tarihli ve 2384 Sayılı Kararı
YARGI BÖLÜMÜ
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI | |
Namaz için yasağa Diyanet onayı
Ankara 7. İdare Mahkemesi, Cuma namazı kılınan bir konferans salonunu Diyanet İşleri Başkanlığı"nın kararını gerekçe göstererek mühürledi ve kapattı. Kenan Kıran `ın haberi |
Türkiye, AİHM`e önereceği üç yargıç adayını belirledi
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) son 9 yıldır Türkiye`yi temsil eden yargıç
Rıza Türmen`den boşalacak göreve aday gösterilecek isimler belli
oldu.
Edinilen bilgiye göre Türkiye , Brüksel Üniversitesi öğretim
görevlisi Prof.Dr. Ruşen Ergeç , Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan
Yardımcısı Prof .Dr. Işıl Karakaş ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan
Yardımcısı Doç .Dr. Ali Ulusoy `u AİHM `nin yeni Türk yargıç adayları olarak
belirledi.
Yeni aday listesinin aralık ayı içinde Avrupa Konseyine sunulması
öngörülüyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 22. maddesi gereğince sözleşmeye
imza atan 20 ülke, üç kişilik birer aday listesi sunuyor ve Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi (AKPM ) bu üç adaydan birini seçiyor. Türkiye de 22
Martta 3 kişilik aday listesini Avrupa Konseyine sunmuş, ancak bu liste AKPM
Başkanlık Divanı tarafından, önerilen Türk adaylar arasında "çok fazla seviye
farkı" bulunduğu gerekçesiyle iade edilmişti. Türkiye `nin gönderdiği ilk
listede, Prof.Dr. Ruşen Ergeç yine yer alırken, diğer iki aday Hacettepe
Üniversitesinden Prof.Dr. Mustafa Erdoğan ve Ankara Üniversitesinden Prof.Dr.
Arzu Oğuz `du .
2007-11-27 17:15:56 Zaman
Yargıtay Fethi Dördüncü"nün cezasını onadı
Yargıtay,
Selanik"teki Atatürk Evi"nde bulunan şeref defterine yazdığı ifadelerden dolayı
Fethi Dördüncü"yü, Başbakan Erdoğan"a hakaret ettiği gerekçesiyle 10 bin YTL
manevi tazminat ödemeye mahkum eden yerel mahkeme kararını
onadı.
ANKARA - Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi , Dördüncü"nün
Selanik "teki Atatürk Evi "nde bulunan şeref defterine yazdığı ifadelerin,
"muhatabı kim olursa olsun ciddi derecede ıstırap verici, onur ve itibarı
rencide edici olduğunu belirterek, Fethi Dördüncü "nün, Erdoğan"a 10 bin YTL
manevi tazminat ödemesine karar vermişti.Dördüncü"nün avukatının kararı temyiz
etmesi üzerine, dosya Yargıtay 4. Hukuk Dairesince incelendi. Daire, yerel
mahkemenin gerekçeleri doğrultusunda kararı onadı.
Erdoğan"ın avukatı tarafından açılan davanın dilekçesinde,
Dördüncü"nün, Atatürk Evi "ndeki şeref defterine yapıştırdığı mektupta yer alan
ifadelerle, Erdoğan"ın "toplum önünde küçük düşürülmesine, şahsiyet haklarının
ağır suretle ihlal edilmesine, toplumun kin ve nefret duygularına maruz
kalmasına sebebiyet verdiği kaydedilmişti.
Dilekçede, bu durumun, "Başbakan Erdoğan "ın manevi şahsiyetinde
telafisi güç zararlar meydana getirdiği ifade edilerek, "Erdoğan"ın duyduğu acı,
elem ve ıstırabı bir nebze olsun hafifletmek için 20 bin YTL manevi tazminat
talep edilmişti.
2007-11-27 15:10:43 NTV-MSNBC
`Taşlama` cezasına karşı İstanbul zirvesi
BERİL
KÖSEOĞLU (Arşivi )
İSTANBUL - İranlı Abbas Hacızade ve Mahbube Muhammedi , Mayıs 2006`da
hapishanedeki hücrelerinden sabaha karşı çıkarılarak Meşhed kentindeki bir
mezarlığa götürüldü. Bu arada yetkililer, çevredeki evlerin kapılarını çalarak
bazı milis ve güvenlik güçlerini aynı mezarlığa `davet
ediyordu`. O gece, Mahbube`nin kocasını öldürmek ve zinayla suçlanan
iki mahkûmun `recm` cezası uygulanacaktı. Milislerden bazıları neden mezarlığa
getirildiklerini ancak Mahbube ve Abbas `ı görünce anlamıştı; kimisi taşlama
eylemine katılmak istemedi ama zorla da olsa bunu yapmaları gerekiyordu. Mahbube
ve Abbas , Meşşed`deki mezarlıkta taşlanarak öldürüldü...
Mükerrem`e de aynı ceza
Bu, Aralık 2002`de ilan edilen moratoryumdan sonra uygulanan ilk recm
cezasıydı ancak son değildi. 5 Temmuz 2007`de, zina suçlaması nedeniyle 11
yıldır hapiste tutulan Cafer Kiyani Takistan bölgesinde bir çölde yine
taşlanarak öldürüldü. Kocasını Kiyani`yle aldatmakla suçlanan Mükerrem Ebrahimi
ise aynı cezadan, o günün İran `da kadınlar gününe denk gelmesi sayesinde
kurtuldu . Dört yaşındaki oğluyla birlikte hâlâ hapiste tutulan Mükerrem`in
cezasının her an infaz edilmesi tehlikesi bulunsa da, avukatları Şadi Sadr
kadının İslam hukuku çerçevesinde ilk kocasından boşanmış sayılması gerektiğini
savunarak temyize gitmeye hazırlanıyor...
Recm cezası İran `ın yanı sıra Afganistan , Nijerya (36 eyaletin üçte
birinde), Pakistan , Suudi Arabistan , Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri `nde
`zina`ya karşı yasal bir cezalandırma türü olarak kullanılırken, İslam Hukukuna
Bağlı Yaşayan Kadınlar Ağı (WLUML) dün İstanbul `da, `Kadınların Öldürülmesini
ve Taşlanmasını Durdurun!` adlı küresel bir kampanya başlattı.
Tanıtımı Bilgi Üniversitesi `nin Santral İstanbul kampüsünde
gerçekleşen kampanyanın açılış konuşmalarını WLUML`nun Asya Bölgesi Koordinatörü
Farida Shareed ve Kadınlara Karşı Şiddet konusunda BM Özel Raportörü Yakın
Ertürk yaptı.
Kadına Karşı Şiddet Ulusal Kurul üyesi Endonezyalı avukat Sri Wiyanti
Eddyono`nun anlattıkları çarpıcıydı. Endonezya `da İslami hareket son üç yılda
hızla yerel ve ulusal düzeylerde hukuk sistemine girmiş, 50`den fazla yerel
yönetim yeni yönetmelikler çıkarmıştı. Bazı yerlerde kadınlar, kendilerini
savunmalarına izin verilmeden kırbaç cezasına çarptırılıyordu.
İranlı ünlü kadın hakları savunucusu, avukat Şadi Sadr da
toplantıdaydı. Tanıtım sonrası Radikal`e konuşan Şadi Sadr , ülkesindeki kadın
hareketi hükümet baskısı altında bulunsa da umudunu kaybetmemiş.
İran `da `Taşlamayı Sonsuza dek Durdurun` kampanyasını iki yıl önce
başlatan ve geçen martta Tahran `daki bir kadın hakları gösterisinde tutuklanıp
17 gün Evin hapishanesinde tutulan Sadr , muhafazakâr Mahmud Ahmedinecad `ın
2005`te cumhurbaşkanı seçilmesi sonrası baskının artıp artmadığı sorusunu şöyle
yanıtlıyor:
"İran `da gösteri düzenlemek neredeyse imkânsız. Bir kamusal alanda
toplanmak için hükümetten izin almak zorundasınız. Bütün İran `da bir-iki gazete
kadın haklarıyla ilgili sadece küçük haberler yayımlıyor. İnternet çok işimize
yarıyor fakat hükümet bazı sitelere filtre koyuyor."
Taşlayan da `utanıyor`
Mükerrem`i recmden kurtarma konusunda hâlâ umutlu olduğunu aktaran
Sadr , recm uygulamalarına zorla veya gönüllü olarak katılanların ne
hissettiğini sorduğumuzda şöyle diyor: "Kampanya arkadaşlarımdan bir gazeteci,
Meşhed `deki olaya katılan bir adamla konuşmuştu. Adam utandığını, çok
üzüldüğünü anlatmıştı. Sesini duyurmak istemişti. Fakat sonra gazeteci
arkadaşıma telefon edip, `Bir kelimesini bile yazmanıza izin veremem`
dedi."
2007-11-27 05:00:15 Radikal
Latif Doğan`a, ``başkalarının şarkılarını izinsiz kullanma``
cezası
Türkücü Latif Doğan ve müzik şirketinin, başkalarına ait
eserleri izinsiz kullandıkları gerekçesiyle 16 bin YTL tazminat ödemesine karar
verildi.
Gaziantep 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ’ndeki duruşmada, Gaziantepli
sanatçı Sadık Kör ile Ankaralı sanatçı Selahattin Bölükbaş’ın, Latif Doğan ve
müzik şirketi De-Ka Müzik Yapımcılık A.Ş’den tazminat talepleri karara
bağlandı.
Mahkeme, Latif Doğan ve müzik şirketinin, "Küstüm " adlı kasetteki
"Kınalı Kuzu " adlı eserin Sadık Kör’e, "Güllü Güllü " adlı eserin ise
Selahattin Bölükbaş’a ait olduğuna karar verdi. Latif Doğan ve De-Ka Müzik Yapım
A.Ş’nin, Kör ve Bölükbaş’a 8’er bin YTL maddi ve manevi tazminat ödemesine karar
veren mahkeme, tazminatın davalılardan yasal faiziyle tahsilini
kararlaştırdı.
Sadık Kör’ün avukatı Hasan Teke , AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Latif Doğan ’ın "Yar Gelecek" adlı kasetinde yer verdiği "Zeynebim" türküsünün
de müvekkiline ait olduğunu öne sürerek, bu eser için de tazminat davası açmaya
hazırlandıklarını bildirdi.
2007-11-27 16:16:07 Milliyet
`Tanık Koruma çapraz sorgulamayı
kaldırıyor`
YURDAGÜL ŞİMŞEK (Arşivi )
ANKARA - Türkiye , yasa TBMM `de kabul edilirse, kısa bir süre sonra
Hollywood filmlerindekine benzer `tanık koruma programı` uygulamalarına sahne
olacak. Muhalefet, özellikle terörle mücadelede etkili olacağı savunulan Tanık
Koruma Tasarısı `yla savunmanın daraltılacağı endişesi taşıyor.
TBMM Genel Kurulu `nda bu hafta tartışmalı bir tasarı ele alınacak.
`Temel Kanun ` kapsamında hızla görüşülmesi beklenen Tanık Koruma Tasarısı ile,
tanıklar estetik ameliyat olabilecek, sesleri değiştirilecek, korumaya alınacak,
silah verilecek, kimlikleri tamamen yeniden `yaratılacak`, yeni iş bulunacak.
Program `ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve üst haddi on yıl veya
daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar, bir örgütün veya terör örgütünün
faaliyeti çerçevesinde işlenen alt sınırı iki yıl veya daha fazla hapis cezasını
gerektiren suçlar ile terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarda`
uygulanacak.
Bu kişilerin, `nişanlısı, eşi, eski eşi, kan hısımlığından veya kayın
hısımlığından üst veya altsoyu, üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil
kayın hısımları ve evlatlık bağı bulunanlar ile yakın ilişki içerisinde olduğu
kişiler` de tanık koruma tedbiri kapsamına alınacak.
Tanık Koruma Tedbiri kararları soruşturma evresinde Cumhuriyet
savcısı veya tanığın istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından; kovuşturma
evresindeyse Cumhuriyet savcısı veya tanığın istemi üzerine veya resen mahkemece
verilecek. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, tedbirlerin
alınmasına tanığın istemi üzerine veya resen savcı karar
verebilecek.
`Savunma tanığı göremeyecek`
TBMM Adalet Komisyonu `nun CHP ve DTP `li üyeleri, tasarının Ceza
Muhakemeleri Kanunu `nu (CMK ) büyük ölçüde işlevsiz kıldığını, ceza muhakemesi
hukukunun temel ilkesi olan yüz yüzelik ilkesinin ortadan kaldırıldığını
belirtti. CHP `li İsa Gök , Radikal`e CMK `nın 201. maddesiyle çapraz sorgulama
sistemi geldiğini anımsatarak, şöyle konuştu: "Bu ceza yargılaması açısından
hakikaten bir devrimdi. Bu tasarı ise, savunma makamının bulunmadığı bir
mekânda, sesini dahi duyamadığı bir ortamda ifadelerin alınıp yargılamada
kullanılmasını içeriyor. Yani siz savcılığın eline, savunmaya tanığı
sorgulatmadan tahkikat yürütme yetkisi veriyorsunuz. Ceza yargılamasının
özelliği, iddia makamı iddia ederken savunmanın da iddianın delillerini
denetleyebilmesi ve karşı tezini getirmesine bağlıdır. Tanığı göremeyeceğim,
sorguya alamayacağım, doğru mu yalan mı söylüyor bilemeyeceğim. Ve o tanık o
davanın esasını etkileyecek."
2007-11-27 05:00:15 Radikal
Tuğluk`un sözlerine Apo kızacak
DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel
Tuğluk`tan samimi ifadeler... 8 askerin teslim töreni ne kadar kurguydu? DTP`de
adaylar liyakate göre mi belirleniyor? Peki DTP Türkiye`nin partisi olabildi mi?
Bu soruların cevabı bir adım ötede...
MURAT AKSOY `un
röportajı...
O, Kürtler , Türklerin korkuları, Serv sendromunu anlaşılmalı dedi,
eleştirildi. Olağanüstü kongrede başarısız olduk deme cesaretini gösterdi. Kürt
sorununun çözümü için bugünleri `tarihi fırsat` olarak değerlendiriyor. Aysel
Tuğluk ile yaşanan gelişmeleri, DTP `nin durumunu ve yapılabilecekleri
konuştuk.
DTP `nin kapatılması davası kabul edildi, siz DTP `nin kapatılmasını
mı istiyorsunuz? Kapatma süreci hukuki olmaktan çok siyasidir. Türkiye geçmişte
uyguladıklarını tekrar yapıyor. Bu zaman ve itibar kaybıdır. Çünkü DTP
kapatılmadan yenisi kurulur. Biz siyaset yapmak istiyoruz. Hangi partili
partisini kapattırmak ister ki? Partimizi değil kapatmak, aksine siyaset alanını
genişletmek için çaba gösterilmelidir.
Başbakan tam bu süreçte önemli bir açıklama yaptı ve siyaset, şiddet
ikilemi içinde bir tercihi sundu size... Başbakanın son çağrısını bir milat
olarak görmek istiyoruz. Bundan önce Özal `dan Ağar `a kadar benzer açıklamalar
çok kez yapıldı ama tam bu dönemde Başbakan`ın çağrısını önemsiyorum. Çağrının
hukuksal ve anayasal alt yapısı geliştirilirse çok olumlu sonuçlar doğurabilir.
DTP `nin mecliste olması bu anlamda bir imkan, şans olarak değerlendirmelidir.
Tek isteğimiz var; bizlerle diyalog kurulsun . Ama bize karşı sürülecek her ön
şart bu diyalog sürecini zorlar. Eğer sağlıklı bir diyalog-tartışma süreci
başlarsa bu ortamı sabote edecek her girişime karşı çıkacağımızı ve provokasyon
sayacağımızı ilan ediyorum. Bunun için bize yönelik oluşturulan kuşatmanın da
kırılması gerekiyor. İçinde bulunduğumuz dönemde sorun daha fazla uluslar arası
bir hal almaya başladı ve bu Türkiye `ye yarar sağlamaz. Çok aktörlü, çok
çıkarlı, çok faktörlü bir denklemde işler daha da zorlaşır.
ŞİDDETİN POLİTİKAMIZI BELİRLEMESİNE KARŞIYIZ Bu sürece nasıl katkı
sunabilirsiniz? DTP bu süreçte Mecliste dışlanması gereken değil diyalog
kurulması gereken bir partidir. DTP `siz bir çözüm süreci sağlıklı işlemez!
Çünkü DTP sadece meclis temsiliyetinden dolayı değil, Kürt sorunu dediğimiz
mesele içinde aidiyet duygusundan tutunda, ekonomik sorunlarına kadar
cumhuriyetle sorun yaşayan topluluğun politik iradesi olmasından dolayı da
muhatap kabul edilmesi gereken bir partidir.
DTP `ye PKK `yı terörist ilan edin çağrısını nasıl
değerlendiriyorsunuz? Bu konu önemli ve hassas. Böyle dememizin bir yararı
yok.
Yararı olmayacağı için mi demiyorsunuz? Hem yararı olmadığı için hem
de “terör-kınama” retoriği ile siyaseti boğmamak lazım.
DTP , PKK şiddetine karşı mı? Şiddetin politik eylemimizi
belirlemesine izin vermemeliyiz. Biz şiddetin çözüm olmadığını ve silahların
susması gerektiğini ve PKK `nın da silah bırakması gerektiğini zaten söylüyoruz.
Ancak bizim tek yanlı çağrılarımız yetmiyor. Bu noktada hükümetin bir çözüm
planı varsa biz bu çözüm sürecine hem katılmak, hem katkı sunmak hem de aktif
bir siyasetle yapıcı rol oynamak istiyoruz. 21. yüzyılda yaşıyoruz ve bu çağda
sorunların çözüm yöntemi şiddet değil, demokrasidir. Bu yüzden şiddetin mutlaka
durması gerekiyor. 21. asrın ilk çeyreğini yaşadığımız şu zamanda silahlı
mücadele dönemi bitmiştir!
SİVİL ANAYASA ÇÖZÜM İÇİN BİR ŞANS Niye çözülmedi bu sorun yıllarca?
Özellikle Öcalan `ın yakalanmasından sonra başlayan süreç, çözüm için bir şans
yarattı. Ancak olumlu bir adım atılmadı. Ben şunu düşünüyorum, devletin içinde
de Kürtlerin içinde de çözümü istemeyenler vardır. Her iki tarafta da bu sorunun
varlığından hayat bulanlar var kanaatindeyim. Oysa ölümler üzerinden siyaset
yapmak gayrı ahlakidir.
Çözüm için ne yapılmalı? Ben siyasetin ve demokrasinin yaratıcılığına
inanıyorum. Türk-Kürt kardeşliğine dayanan, eşit şartlarda birlikte yaşamayı
gerçekleştirecek tek bir çözüm modeli olduğuna inanıyorum; o da cumhuriyetin
demokratikleşmesine dayanan eşit-özgür yurttaşlık hukuku ve sistemidir.
Demokratik cumhuriyet çözümünün en makul ve en uygulanabilir çözüm olduğunu
iddia ediyorum.
Bunun için ne yapılmalı? Anayasa tartışmaları önemli. Vatandaşlık
tarifi yeniden yapılarak herkes anayasal yurttaşlık hukukuyla eşit sayılmalıdır.
Kürtçe dilin seçmeli ders olarak kabul edileceği tartışılıyor. Bu önemlidir.
Yerel yönetim reformu “AB yerel yönetimler özerklik şartnamesi” esas alınarak
yapılmalıdır. İfade ve örgütlenme özgürlüğü yine AB düzeyinde reforma tabi
tutulmalıdır. Ayrıca, siyasi partiler ve seçim yasası gözden geçirilmeli, baraj
düşürülmelidir. AB hukuku esas alınarak yapılacak değişiklikler kısa vadede
tatmin edici olabilecektir. Bu konularda atılacak adımlar, Kürt sorunun çözümü
konusunda önemli bir psikolojik direnişin kırılmasına katkıda bulunabilir. Bizim
bin yıllık birlikteliğimiz ve 500 yıllık ittifakımız var.
ASKERLERİN TESLİMİ TAM BİR KURGU 8 askerin Türkiye `ye getirilmesi
ile ilgili hakkınızda fezleke hazırlandı... Evet, tamamen o gençlerin hayatıyla
ilgili kaygı duyduğum için gitmek gerektiğini düşündüm. İnsani bir refleksti.
Ancak, giderken duyduğum bu heyecanı, orada uluslar arası bir kurgu olduğunu
fark ettiğimde yitirdim. Ne ABD `nin, ne de bu işe karışmış diğer güçlerin
uluslararası çıkarlarına bulaşmak istemezdim. Tek tesellim o gençlerin dönmesi
ve ailelerinin sevinci oldu diyebilirim. Biz Kürt sorununun çözümünü istiyoruz.
Dağdakilerin silahları bırakmasını sağlamak istiyoruz. Bunun bedeli neyse
ödemeye hazırız . Birlikte yaşamak için birlikte çalışalım diyorum...
Ankara `nın kuralları şahinlik kaldırmaz
Güvercinler gitti, şahinler mi geldi yönetime? Bu konuda çok yazıldı.
Ama bence meselenin kategorize edilmemesi gerekiyor. Ben bunu farklı vizyona,
farklı mizaç ve mantık yapısına sahip olma ile açıklıyorum. Bu anlamda herkesin
siyaset yapma tarzı farklıdır. Ve göreve gelen arkadaşların vizyonu ve düşünce
yapısı-tarzı bizimkine benzemeyebilir, doğaldır. Ama kim gelirse gelsin
siyasetin yapılacağı bir zemin ve sınır var, ona uymak durumunda. Yani
söylendiği gibi şahin ya da radikal birileri varsa, bu sınırlar içinde farklı
davranma şansı zaten olamaz. Siyasetin kurallarına bağlı kalmak gerekiyor. DTP
siyasetini demokratik olgunluk içinde, diyaloga ve uzlaşıya dayalı yürütmek
durumundadır. Aksi taktirde DTP ve Türkiye zarar görür. Şunu da söyleyebiliriz,
radikalliğin zemini başka bir yerdir. Ankara `da radikal olunmaz zaten! Ben
siyasette tutarlılığı, esnekliği ve yaratıcılığı önemsiyorum. Radikalliğin
siyasette yarar getirmediğini bizzat yaşayarak öğrendim. Hem biliyoruz ki,
çağımız birçok çelişkiyi kendiliğinden çözüyor zaten!
Adaylar liyakate göre belirlenemedi
20 milletvekilinin birçoğu genç ve siyaseten deneyimsiz. Bu adaylar
kim tarafından nasıl belirlendi? Eğer siz siyasetin merkezine demokrasiyi
koyuyorsanız, önce demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla kendi içinizde
işletmeniz lazım. Aksi takdirde kamuoyunda inandırıcılığınız kalmaz. Ben seçim
sürecinde bu kriterin ihmal edildiğini düşünüyorum. Emek, liyakat ve yeterlilik
yerine başka faktörler etkili oldu. Bu kendini güncelleyememiş bir tarz ve
kültürün sonucu olarak 20 yıllık siyaset geleneğinin teamüllerine dayanıyor. Ve
gelenekler bilirsiniz ki antidemokratik özellikler taşıyabiliyor. Açık
konuşalım; 20 yıllık bu gelenekten beslenen bazıları kendilerini partinin sahibi
görmeye başlıyor. Benzer kişiler de partinin emek sürecinden geçmeden, partide
hiç yer almadığı halde bu yapılara dayanarak kendilerini bir yerlere
getiriyorlar ve `en iyi partili` oluyorlar!. Ben bunu demokratik bulmuyorum,
adil de bulmuyorum. Bu yüzden bundan sonra DTP de parti içi demokrasi konusunda
daha duyarlı davranmak gerektiğini söylüyorum.
DTP siyaseten nerede duruyor? Demokratik ve sol kimlikli kitle
partisidir. DTP , ne bir İdeolojik-sınıf partisidir, ne de bir aile partisi
değildir. Siyaset yelpazesinde kendimizi demokratik ve sol bir kitle partisi
olarak tanımlayabiliriz.
Partinizin bu özelliği yeterince bilinmiyor sanırım... Evet, bunu
yeterince ifade edememiş, uygulayamamış olabiliriz ama böyle.
DTP bir blok mu, içinde farklılıklar var mı? `Hangi DTP ?` sorusu
doğru bir soru değil. DTP elbetteki homojen değil, özgünlüklerden kaynaklı
farklılıklar var. Tarzla ilgilidir. Bu farklılıklara hem DTP hem de Türkiye
siyaseti tahammül etmek zorundadır, eğer demokrasi kazanacaksa!
Siyasal önceliklerimizde hatalar yaptık
Neden siyasal önceliğiniz Öcalan `ın koşulları vs. oldu, oysa
Güneydoğu `da daha ağır bir tablo var ve siz DTP olarak hiç bu sorunları
öncelikli politika yapmadınız? Bu konular önemli ve DTP bu konularda iyi bir
sınav veremedi. DTP kendi içine dönerek bunların muhasebesini yapabilmeli. Bazı
sorular sormalı kendine: 1.nerede hata yaptık? 2. hangi hassasiyetlere dikkat
etmedik, 3. siyasetin diyaloga, esnekliğe dayanan yönünü ne kadar
geliştirebildik, 4. ve en önemlisi de halkın taleplerine cevap verecek
politikaları ve projeleri ne kadar gerçekleştirebildik?
Her zaman belirtiyorum; önemli bir meseleyi popülist bir dille
anlatmaya kalkarsanız, izah edemezsiniz! Bu tür ajite sözlerle halktan coşkulu
bir tepki alabilirsiniz, ama aslolan bu halka ne kazandırdığınızdır. Bu dil
sorunların çözümüne katkı sunmaz. Aşırı politize edilmiş bir dil kutuplaştırır.
Kimi hassasiyetleri karşı karşıya getirmeden, çatıştırmadan bir sağduyuya
ulaşmak gerekiyor.
Kapatma ve dokunulmazlıklar hususu için belirtiyorum, reste rest
çekmek tüm oyunun kaybedilmesine yol açabilir. Bu yüzden başta DTP olarak
yaptıklarımız, bu halka, bu ülkeye, bu topluma ne kazandırır diye düşünmek
durumundayız. Kendimize şunu sormalıyız, bu halk bizden neyi, hangi hizmeti
nasıl yapmamızı bekliyor? Bize oy veren taban kimliğini, kültürünü istiyor ama
huzuru da, ekonomik refahı da istiyor. DTP olarak siyasetimizi bu argümanlar
üzerinden demokratik olgunlukla kurgulayabilmeliyiz.
Türkiye `nin partisi olmayı başaramadık
Bir başarısızlık yaşandı ve yeniden görev almayı kişisel ahlakım ve
siyasi etik gereği doğru bulmadım. Bize oy verenlerin sadece kimlik ve kültür
haklar sorunu yok. Bu toplum aynı zamanda huzur, barış ve ekonomik refah da
istiyor. Alt yapı, eğitim, sağlık gibi sorunları da var ve bunlarda en az kimlik
ve kültürel haklar kadar önemli. Türkiye Partisi olma iddiamız vardı. Bunun için
tüm Türkiye `yi kapsayacak, tüm topluma hitap edecek siyaset, politika, tarz,
dil oluşturabildik mi? hayır. Bırakın Türkiye partisi olma iddiasını kendisine
oy verenleri de yeterince temsil edemedik. Başarısız olduk açıkçası. AK Parti
`nin başarısı da burada belki. AK Parti tüm toplumu kavrayabildiği, taleplere
sahip çıkabildiği için başarılı oldu
Kürtler de Türklerin korkularını anlamalı
1921-1924 döneminde Türkiye `nin kurulmasında Kürtler Türklerle
birlikte mücadele ettiler. Kemalist kesim kendini demokratik bir kimliğe
ulaştırmalı ve artık Kürt inkarından vazgeçmelidir. Kürtler de, Cumhuriyet
sonrasında barışamadıkları Kemalizmle (yada Kemalistlerle ) barışmanın yolunu
yaratmalı ve düşman olmaktan çıkarmalıdır. Nasıl Kürtler kendi kültürel
kimliğine ve varlığına dönük bir kabul bekliyorlarsa, aynı şekilde Kürtlerde ,
Türklerin değerlerine de saygı duymaları gerekiyor. Bu birliğin anayasal,
siyasal, tarihsel, sosyal ve hukuki zeminleri vardır. Yeni bir ideolojiden
bahsetmiyorum. Halklarımızda egemen olan düşüncelerin ortak değerlerini
bulmaktan söz ediyorum.
Yeni Şafak
2007-11-27 12:40:46 Cafe Siyaset
Yasalar nişancılara el verdi
Polis Vazife ve
Selahiyet Kanu -nu`nun genişletilerek, polise geniş yetkiler tanımasını sağlayan
kanun teklifi, Mayıs ayında AK Parti Sivas Milletvekili Selami Uzun ve bir grup
milletvekili tarafından hazırlanarak, TBMM Başkanlığı `na sunuldu. Sivil toplum
örgütü ve hukukçuların endişelerine rağmen tasarı aynı ay içinde Meclis `ten
geçerek, kanunlaştı. Kanunun en çok tartışılan maddesi polise tanınan silah
kullanma yetkisi oldu. Buna göre, polis, silah kullanmadan önce kişiye `dur`
çağrısında bulunacak. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde,
önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilecek. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi
dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını
sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilecek. Polis,
direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini
alırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla
saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçü ve
oranda duraksamadan ateş edebilecekti.
ÖLÜM HABERLERİ ART ARDA
Tasarı kanunlaştıktan kısa bir süre sonra sivil toplum örgütleri ile
hukukçuların dile getirdiği endişelerin haklılığı da ortaya çıkmaya başladı. Art
arda İstanbul , Malatya ve İzmir `den "Polis kurşunu ile ölüm" haberleri gelmeye
başladı. Bazı vakalarda polisler hakkında başlatılan soruşturmalar halen
sürerken, önceki gün İzmir `de 20 yaşındaki Baran Tursun`u ensesine ateş ederek
öldürdüğü iddia edilen polis memuru tutuklandı.
KARAKOLDA ÖLÜMLE BAŞLADI
İlk olay 20 Ağustos günü İstanbul , Beyoğlu Karakolu`nda meydana
geldi. İddiaya göre, Nijerya uyruklu Festus Okey , kokain sattığı gerekçesiyle
gözaltına aldı. Okey , götürüldüğü Beyoğlu Karakolu`nda polis silahından çıkan
kurşunla yaralandı, Taksim İlkyardım Hastanesi `ne kaldırıldı ve burada yaşamını
yitirdi. Okey `in karakola getirilirken ve çıkarıhrkenki görüntüleri karakolun
kamera kayıtlarında yer almasına rağmen, nasıl öldürüldüğüne ilişkin kayıtların
olmadığı söyledi.
Okey `in ölümüne neden olan kurşunun atış mesafesinin belirlenmesini
sağlayan gömleği de ortadan kayboldu. Ve yargı bir skandala daha imza atarak,
Okey `i öldürdüğü iddia edilen polisin silahını iade etti. Beyoğlu Cumhuriyet
Savcılığı `nın olaya ilişkin soruşturması sürüyor.
POLİS KURŞUNU FELÇ ETTİ
Yürüyüş isimli dergiyi satmak için 7 Ekim `de Yenibosna `ya giden 17
yaşındaki Ferhat Gerçek de polis kurşunuyla ağır yaralandı. Gerçek, omuriliğine
isabet eden kurşundan dolayı felç olma tehlikesi ile karşı karşıya. Görgü
tanıklarının anlatımına göre, Gerçek, olay günü Yürüyüş dergisini satan grubun
içindeydi. Polis dergi satanları engelleyip, grubun içindeki bir kişiyi
gözaltına almak istedi. Bunun üzerine arbede çıktı. Grubun taş atması üzerine
polis silahına davrandı ve Ferhat Gerçek kaçmak isterken sırtından vurularak
yere yığıldı. Olaydan sonra yürütülen soruşturmada ise skandal sayılabilecek bir
gelişme yaşandı. Savcı, Ferhat Ger -çek `in ifadesini `şüpheli`, tetiği çektiği
belirlenen polis memurunun ifadesini ise `mağdur` sıfatıyla aldı. Gerçek`in
avukatı Taylan Tanay savcının soruşturmadan alınması için Bakırköy Cumhuriyet
Başsavcılığına başvurdu.
MALATYA `DA İNFAZ İDDİASI
Malatya `da 24 Ekim günü meydana gelen olay da sivil toplum örgütleri
ve insan hakları örgütleri tarafından tartışılmıştı. Malatya `dan Elazığ yönüne
giden bir minibüste bulunan 2 kişi, Kale İlçesi çıkışında polis tarafından
durdurulmak istendi. Valilik açıklamasına göre, iki kişi polise silahlı
saldırıda bulundu. Polisin karşılık vermesiyle bir kişi yaşamını yitirdi, bir
kişi sağ yakalandı. İnsan hakları örgütleri ise olayda çatışma bulgusu
olmadığını belirterek, `yargısız infaz` açıklamasını yapmıştı.
KALBE GELEN TEKME ÖLDÜRDÜ
İki çocuk babası 26 yaşındaki Feyzullah Ete ise 21 Kasım günü bir
arkadaşıyla parkta oturuyordu. `Evinize gidin diyen bir polis ekibiyle
aralarında tartışma çıktı ve A.M. isimli polis memurunun göğsüne vurduğu
tekmeyle yaşamını yitirdi. Olaya karışan polis memuru ifadesi alındıktan sonra
serbest bırakıldı. Adli Tıp Kurumu `nda yapılan otopside Ete`nin kalbinin
üzerinde darp izi tespit edildi. Emniyet Müdürlüğü ise yaptığı açıklamada,
Ete`nin polise karşı çıktığını bu sırada çıkan arbedede yere düşerek yaşamını
yitirdiğini iddia etti.
SON OLAY İZMİR `DE
2 arkadaşıyla birlikte araçla 25 Kasım gecesi Karşıyaka `ya giden 20
yaşındaki Baran Tursun, `dur` ihtarına uymadığı için ensesine isabet eden polis
kurşunuyla ağır yaralandı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi `ne
kaldırılan Tursun, beyin ölümü gerçekleştiği için bitkisel hayata girdi.
Tursun`a ateş eden polis memuru O.A. tutuklandı. İçişleri Bakanlığı olayla
ilgili başlatılan soruşturma kapsamında İzmir `e müfettiş gönderdi.
* * *
`Üç ay sonra serbest kalmasınlar`
BARAN Tursun`un babası oğlunun vurulmasına ilişkin olarak "Bu alçakça
bir şey. Önce oğlumu öldürdüler, sonra da, daha önceki dosyalarını çıkartıp,
önüne koydular. Basın da bunları yayınladı" dedi. Baba Mehmet Tursun, beyin
ölümü gerçekleşen oğlunun yaşam ünitesine bağlı olduğunu belirterek,
"Doktorları, oğlumun durumuna ilişkin hiçbir umut belirtisi olmadığını söyledi.
Yapılacak çok fazla bir şey yok ama durumunun düzelmesi için uğraş vereceğiz"
dedi. "Oğlumu bu hale getiren kişileri bulmak, şeref sahibi insanlar için zor
olmasa gerek" diyen Baba Tursun, şu sözlerle tepkisini ve üzüntüsünü dile
getirdi: "Ölmüş durumdaki çocuğumun kucağına, ihale dosyalarını koyan kişiyi
bulmak çok mu zordur? Çok zorsa, bir vatandaş olarak ben gelip sana nasıl
bulunacağını göstereyim. Orada görev yapan polisler belli değil mi?"
İzmir Emniyet Müdürlüğü yetkililerinin, polislerin en alt düzeyde
ceza alması için adliyede girişimlerde bulunduğu yönünde bilgi aldığını belirten
Baba Tursun, "Böyle yapmasınlar, bizi kucaklasınlar, vatandaşı kucaklasınlar"
şeklinde konuştu. Çocuğuna polisin "dur" ihtarında bulunmadığını sadece bir
aracın selektör yaktığını belirten Baba Tursun, "Ben onların çocuklarına kurşun
sıksaydım, bana verecekleri cezanın aynısı da o polislere vermeliler. İki üç ay
sonra polislerin serbest bırakılmasını istemiyoruz. Böyle bir şeyi kabul
etmeyiz" diye konuştu. Acılarının büyük olduğunu söyleyen Baba Mehmet Tursun,
"Ben pırıl pırıl bir çocuk yetiştirdim. Onu her şeye karşı korudum ve eğittim.
Ama, polisin kurşununa karşı nasıl bir tedbir alınacağını düşünemedim ve
çocuğuma anlatamadım" dedi. Olay sırasında araçta bulunan Emre Ökçelik ise, "Biz
sadece arkamızdan bir selektör yakıldığını gördük. Herhangi bir anons ya da
siren sesi yoktu. Sonra bir silah sesi duydum. Durmasını söylemek için Baran `a
döndüğümde, O`nun vurulduğunu gördüm. Ve üzerime düştü. Sonra da direksiyon
hakimiyeti kaybolduğu için bir araç bir yere çarparak durdu.
* * *
Festus Okey `in dosyası AğırCeza`ya gitti
NİJERYALI Festus Okey `in gözaltında ölümüne ilişkin Beyoğlu İlçe
Emniyet Müdürlüğünde görevli bir polis memuru hakkında açılan davada dün
görevsizlik kararı verildi. Beyoğlu 7. Asliye Ceza Mahkemesi `ndeki davanın ilk
duruşmasına, tutuksuz yargılanan sanık polis memuru Cengiz Yıldız katıldı.
Hakim, sanığa isnat edilen suçun, TCK `nın 81. maddesindeki "kasten adam
öldürme" eylemine dönüşme ihtimali bulunduğunu belirtti. Bu nedenle gereğinin
değerlendirilmesi için davada "görevsizlik kararı" veren hakim, dosyanın Beyoğlu
Ağır Ceza Mahkemesine gönderileceğini açıkladı.
Hukukçular ne diyor?
Avukat Ömer Kavili : Polis kanundışı birşey yapmamaktadır. Aşırı güç
kullanımı hukuka değil ise bile kanuna uygundur. Emniyet güçleri, Polis Vazife
Selahiyet Kanunu `nda yapılan değişiklik doğrultusunda davranmaktadır. Toplum
olarak polisin bu tutumundan şikayetçiysek, bu şikayetimizi yasa değişikliğini
yapan siyasilere iletmeliyiz.
Burada siyasilere sormamız gerekir, acaba polisin aşırı şiddet içeren
ve insan hayatına son veren uygulamalarında sorumlulukları olduğunu düşünüyorlar
mı? Yasada yapılan değişiklik polise doğrudan hedefe ateş etme yetkisi
vermiştir. Bu durumda bir olay esnasında hedefe doğrudan ateş açılmasının
gerekli olup olmadığının ispatı, kurşunlara hedef olup yaşamını yitiren kişiye
düşmektedir. Ölüler de konuşamayacağından ispatsızlık durumu doğmaktadır. Bu
durumdan yararlanmak isteyen bazı kişiler rahat hareket ediyor olabilirler.
Yaşanan son olaylar bu konuda bir an önce hukuka uygun bir düzenlemenin
yapılması gerektiği gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Avukat Kemal Aytaç : Zaten biz Polis Vazife Selahiyet Kanunu `nun
değişmesinden sonra bu yasaya karşı çeşidi protestolar ve basın açıklamaları
yaptık. Özellikle son bir hafta içeresinde yaşanan olaylara baktığımızda bizim
haklı olduğumuz anlaşıldı. Polis mevcut yasaya göre zaten silah kullanabilir ama
bu yasanın amacı polise ve jandarmaya daha fazla yetki vererek daha fazla güç
kullandırmak. Bu yasa tamamiyle anti-demokratik ve insan hak ve özgürlüklerini
ihlal eden bir yasadır. Yasanın derhal gözden geçirilmesini ve gerekli
değişikliklerin yapılmasını istiyoruz.
Avukat Gülizar Tuncel : Daha öncesinde de iptal edilen polisin
durmadan, hareket halinde ateş etme yetkisi Polis Vazife ve Selahiyet Ka-nunu
`yla geri verildi. Kolluk güçleri bu bağlamda tamamen bu olayların birinci
derecede sorumlusudur. Aslında polisin bu olayları gerçekleştirdikten sonra
yürütme ve yargı sürecinde de sorun var. Genelde ceza alması gereken polisler bu
olaylarla terfi edip ödüllendiriliyor. Sonuç olarak bu olaylar Polis Vazife ve
Selahiyet Kanunu ile yürütme ve yargının eserleridir.
DİYARBAKIR - Dİ HA
2007-11-27 11:09:39 Birgün
Arınç`a hakaret davası görüşüldü
Hakim Çetin, Bülent
Arınç`ın TBMM Başkanlığı görevini yürütürken meydana gelen olay nedeniyle suçtan
zarar görmesi ihtimaline karşı CMK`nın 237. maddesi gereğince Arınç adına avukat
Erikel`in davaya müdahil olmasına karar verdi.
Milli Saraylar Daire
Başkanlığı `na bağlı bir müzede görevli 2 memurun, eski TBMM Başkanı Bülent
Arınç `a hakaret içeren elektronik postayı yaydıkları iddiasıyla
yargılanmalarına devam edildi. İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi `ndeki duruşmaya,
tutuksuz sanıklar Songül Yardımcı ve Naciye Uçar Başaran katılmadı. Sanıkların
avukatı Salih Beşaltı, şikayetin süresi içinde yapılmadığını belirterek, davanın
reddine karar verilmesini istedi.
Hakim Selahattin Çetin , Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi `ne
gönderilen talimata gelen yanıtta, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç adına avukat
Yakup Erikel `in davaya katılma talebiyle dilekçe verdiğini tutanağa yazdırdı.
Hakim Çetin , Bülent Arınç `ın TBMM Başkanlığı görevini yürütürken meydana gelen
olay nedeniyle suçtan zarar görmesi ihtimaline karşı CMK `nın 237. maddesi
gereğince Arınç adına avukat Erikel `in davaya müdahil olmasına karar
verdi.
Hakim Çetin , İstanbul Adalet Komisyonu bilirkişi listesinden
seçilecek bilirkişinin, sanıkların kullandığı bilgisayarları inceleyerek konuya
ilişkin yazının hangi IP numaralı bilgisayardan nerelere gönderildiğini
belirlemesini kararlaştırdı. Çetin ayrıca, komisyonun listesinde bu konuda uzman
bulunmaması halinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Bilgi İşlem Şubesi Müdürlüğü`nden
2 uzmanın bilirkişi olarak atanmasına da hükmederek, duruşmayı
erteledi.
-İDDİANAMEDEN-
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı `nca hazırlanan ve eski TBMM Başkanı
Arınç `ın ``mağdur`` sıfatıyla yer aldığı iddianamede, tutuksuz sanıklar Naciye
Uçar Başaran ile Songül Yardımcı`nın, Milli Saraylar Daire Başkanlığı Dolmabahçe
Müzesi `nde görev yaptıkları ifade ediliyor. Başaran `ın, elektronik postayı
Yardımcı`ya, onun da kendisinde kayıtlı diğer adreslere gönderdiği belirtilen
iddianamede, elektronik posta metninin, ``kamu görevlisi olan mağdurun onur,
şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil ya da olgu
isnadı taşıdığı`` kaydediliyor. İddianamede, bu isnadın mağdurun görevinden
dolayı yapıldığı öne sürülerek, sanıkların ``hakaret`` suçunu düzenleyen TCK
`nın 125. maddesinin 1, 2 ve 3-a maddeleri uyarınca 1 ile 2`şer yıl arasında
hapis cezasına çarptırılmaları isteniyor.
AA
2007-11-27 15:15:43 Cafe Siyaset
`3-4 ay yatıp çıkıyoruz`
İnsan kaçakçılığı` suçundan 1994
yılından itibaren 11 kez gözaltına alınan Metin Duman, `Artık bu işleri
yapmıyorum. Şimdi çok pişmanım` dedi.
Metin Duman , avukatı Burak
Cengiz aracılığıyla yaptığı açıklamada, ilk insan kaçakçılığı olayına 1994
yılında karıştığını belirtti. Gözaltına 11 kez alınan ve 10 defa cezaevine
girdiğini söyleyen Metin Duman , `1994 yılından beri bir çok kez bu tür
organizasyonlarda yer aldım. Ancak 2000 yılından beri en fazla 3-4 kez
organizasyonlarda yer aldım. Artık bu işleri yapmıyorum. Şimdi çok pişmanım`
dedi.
Hakimin, savcının karşısına çıkmaya utandığını söyleyen Metin Duman ,
`Uzun yıllardır sürekli 3-4 ay yatıp yatıp çıkıyoruz, mahkemelerim var bir çoğu
devam ediyor. Şu anda 3 mahkemem sürüyor. Benim hakkımda kılık değiştiriyor diye
iddialar vardı, bunların hepsi yalan beni dünya tanıyor` ifadesini
kullandı.
`KAÇAK BAŞINA 400-500 DOLAR `
İnsan kaçakçılığın nasıl yapıldığını anlatan Duman , şunları
kaydetti:
`Organizatörler, kaçakları Irak ve İran gibi ülkelerden alıp yaklaşık
2 bin dolar karşılığında İstanbul "a getiriyorlar. Bu kişiler daha sonra Bodrum
, Marmaris , Kuşadası ve Çeşme gibi yerlerde kaçakçılık işiyle uğraşan kişileri
bulup onlarla pazarlığa oturuyorlar. Kaçakları, yurtdışına götürecek kişilere
başlangıç olarak masraflar için 500-1000 dolar veriyorlar. Bu para yalnızca
teknenin mazot parası ile yolculuk sırasında yenilenecek yemek için harcanıyor.
Paranın tamamı ise kaçaklar gidecekleri yere ulaştıkları zaman teslim ediliyor.
Kaçaklar yerine ulaşmadan paranın tamamını almak mümkün değil. Kaçak başına ise
400-500 dolar alınıyor .` Metin Duman "ın hakkında Bodrum Cumhuriyet Savcılığı
"nca yakalama emri bulunduğu öğrenildi.
2007-11-27 14:01:04 Star
Şişli`deki cinayet davasında karar
Şişli`de kızları ve
torunlarını kendisine göstermediği için damadını öldürdüğü iddiasıyla yargılanan
Hasan Özcan, 25 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Şişli `de
kızları ve torunlarını kendisine göstermediği için damadını öldürdüğü iddiasıyla
yargılanan Hasan Özcan , 25 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul 2.
Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya, tutuklu sanık Hasan Özcan
katıldı.
Duruşmada son savunmasını yapan Özcan , olay günü kızlarını ve
torunlarını görmek için damadının iş yerine gittiğini belirtti. Damadının
üzerine gelerek ``bir daha gelme, seni öldürürüm`` dediğini öne süren Özcan ,
bunun üzerine panik ve korkuya kapılıp silahını çektiğini söyledi. Özcan ,
``Üzgünüm, ancak pişman değilim. Mahkemenin takdirine sığınıyorum. Karara
saygılıyım`` dedi.
Sanık avukatı Mehmet Emin Algan da, Hasan Özcan `ın öldürme kastıyla
hareket etmediğini, çocuklarını ve torunlarını görmek amacıyla damadının iş
yerine gittiğini ifade ederek, olayın Özcan `ın silahını çıkarması sırasında
damadı Cem Çınar `ın eline sarılması sonucu meydana geldiğini savundu . Hasan
Özcan `ı ``damadı Cem Çınar `ı öldürmek`` suçundan müebbet hapis cezasına
çarptıran mahkeme heyeti, sanığın yargılama aşamasındaki davranışını lehine
indirim nedeni olarak kabul ederek, bu cezayı 25 yıl hapse çevirdi.
Mahkeme heyeti, Özcan `ı ``Ruhsatsız silah bulundurmak`` suçundan da
önce 1 yıl hapis cezasına çarptırdı. Daha sonra bu ceza, sanığın duruşmadaki
tavırları nedeniyle 10 ay hapse indirildi. Böylece Hasan Özcan her iki suçtan
dolayı 25 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmış oldu.
Cumhuriyet Savcısı tarafından yargılama aşamasında verilen mütalaada,
yıllar önce eşinden ayrılarak gittiği Almanya `dan Türkiye `ye dönen Hasan Özcan
`ın, kızı ve torunlarıyla görüşme isteğini geri çeviren damadı Cem Çınar `ı, 2
Ekim 2006 tarihinde iş yerinin önünde ruhsatsız tabanca ile 5 kez ateş ederek
öldürdüğü kaydediliyordu. (
AA
2007-11-27 14:52:00 Haber7
İzmir`de polisin kurşunladığı araçta bulunanlar anlatıyor:
Hastanede ölümle pençeleşen `dur ihtarı mağduru` Baran Tursun`un
arkadaşlarının anlatımına göre bulundukları araca sadece arkadan selektör
yapıldı, ne megafon ne siren uyarısı duyuldu
İZMİR - İzmir `in
Bornova İlçesi `nde, polisin `Dur` ihtarına uymadığı iddiasıyla açılan polis
`uyarı` ateşi sonrası başından vurulan ve komaya giren 20 yaşındaki Baran
Tursun`un, anestezi yoğun bakım ünitesindeki yaşam mücadelesi sürüyor. Olay
sırasında cipte, Baran Tursun`un yanında bulunan arkadaşları Emre Ökçelik ve
Atilla Doğan , kendilerine siren veya megafonla uyarı yapılmadığını, önlerine
barikat kurulmadığını sadece tek el ateş edildiğini söylüyor. Acılı ama umutlu
bekleyişini hastane önünde sürdüren baba Mehmet Tursun ise memleketi Diyarbakır
`dan, çocuklarının başta terör olmak üzere herhangi bir olumsuzluğa karışmaması
için İzmir `e geldiğini, polis ateşiyle mağdur olabileceklerini hiç
düşünmediğini söyledi.
Dün saat 03.30 sıralarında yaşanan ve 20 yaşındaki Baran Tursun`un
hastanede yaşamla ölüm arasında gidip gelmesine neden olan olay hakkındaki
iddialar gittikçe çelişkili bir hal alıyor. Polisin olay anında yaşananlara dair
anlattıklarıyla Baran Tursun`un yanında, cipte bulunan arkadaşlarının
anlattıkları çok farklı.
Polise göre olay şöyle gelişti: Bornova `da Manas Bulvarı Tekel
Depoları önünde meydana gelen olay öncesinde, iddiaya göre, devriye gezen polis
ekipleri, Smyrna Meydanı`nda, şüphelendikleri cipin sürücüsüne `Dur` ihtarında
bulundu. Polisin ihtarına uymayan ve içinde üç kişinin bulunduğu cip , Bornova
yönüne doğru kaçmaya başladı. Cipin peşine düşen polis, telsiz anonslarıyla
kaçış güzergahı üzerinde önlem aldı. Tekel Depoları önünde kurulan barikatı da
geçtiği belirtilen cipe, uyarı ateşi açıldı. Direksiyon hâkimiyetini kaybeden 20
yaşındaki Baran Tursun, önce yol ortasındaki ağaca, ardından da elektrik
direğine çarparak durabildi.
`Kutlamadan dönüyorduk`
Ancak olay anında Tursun`un yanında, cipin içinde bulunan arkadaşları
Emre Ökçelik ve Atilla Doğan `ın anlattıkları çok farklı. Emre Ökçelik, Baran
`ın yeni kurduğu şirketle ilgili kutlama yaptıklarını, evlerine dönerken,
karanlık nedeniyle ekip otosu olarak görmedikleri bir aracın arkadan sadece bir
kez selektör yaktığını, siren veya megafonla herhangi bir uyarıda bulunmadığını,
daha sonra da tek el ateş edildiğini ileri sürdü. Ökçelik ayrıca, Tursun`un
başının kendi omuzuna düştüğünü ve daha sonra kaza yaptıklarını, kaçmaları gibi
bir durumun söz konusu olmadığını söyledi.
Tursun`un cipteki diğer arkadaşı Atilla Doğan da, her şeyin çok kısa
bir süre içinde olduğuna dikkat çekerek, "Yolda önümüze barikat kurulmadı.
Barikat kurulsaydı biz dururduk zaten. Barikat kesinlikle yoktu. En son
gördüğümüz polis, bize ateş açan polisti.
Uyarı olmadı, megafonla seslenen kimse de olmadı. Bize ateş eden
polisin
ekip aracının tepe lambası bile yanmıyordu. Olaydan sonra ekip
otosuyla karakola götürüldük" diye konuştu.
Bu işin peşini bırakmayacağını dile getiren baba Mehmet Tursun ise,
"Gerekirse tüm servetimi harcayacağım. Bu acıyı yaşatanların, daha büyüğünü
yaşaması için hukuki mücadele vereceğim. Ancak taraf tutulmasın, mağdur
vatandaşların yanında olunsun" diye tepkisini dile getirdi.
`Terörden kaçtık`
Baba Tursun, 1992 yılında memleketi Diyarbakır `dan, çocuklarının
başta terör olmak üzere herhangi bir olumsuzluğa karışmamaları için İzmir `e göç
ettiklerini söylüyor. Çocuklarını bu yönde iyi eğittiğini, ancak devletin
polisinin açacağı bir ateş sonucu mağdur olabileceklerini hiç düşünmediğini,
sözlerine ekliyor. "Bundan daha büyük vahşet olamaz" diyen baba Tursun, organ
nakli için bağışta bulunmayı düşünmediklerini, oğullarının yaşaması yönünde
umutlarının devam ettiğini, bekleyişlerine de devam edeceklerini, avukatları
aracılığıyla yasal süreci başlatacaklarını kaydetti. (Radikal, dha )
2007-11-27 05:00:14 Radikal
Kadına karşı şiddetin özrü yok" kampanyası
"25 Kasım Kadına
Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında düzenlenen
"Kadınlara karşı şiddetin özrü yok etkinliği, "Kadınların taşlanmasını ve
öldürülmesini durdurun adlı küresel kampanyanın başlatılmasıyla
açıldı.
İSTANBUL - İstanbul Bilgi Üniversitesi Avrupa Enstitüsü Göç
Araştırma Merkezi , STK Eğitim Araştırma Birimi ve Hong Kong Şehir Üniversitesi
Güneydoğu Asya Araştırma Merkezi ile İslam Bağlamında Kadınların Güçlendirilmesi
Konsorsiyumu tarafından düzenlenen "Kadınlara karşı şiddetin özrü yok etkinliği,
Santralistanbul "da başladı. Nijerya , İran , Hong Kong gibi ülkelerden gelen
kadınlar ülkelerinden örnekler anlattılar; "dini ve kültürel değerlerin
kadınların cezalandırılması için kullanılmasına karşı harekete geçmeye
çağırdılar.Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Birleşmiş Milletler (BM ) Özel
Raportörü Yakın Ertürk , BM "nin, 1999 yılında 25 Kasım "ı "Kadına Yönelik
Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ilan ettiğini
hatırlattı.
Son 15 yıl içinde kadına karşı şiddetle mücadelede pek çok başarı
sağlandığını belirten Ertürk , konunun özel bir mesele olmaktan çıkıp görünürlük
kazandığını, ülkelerin siyasal ve yasal reformlarına yön vermeye başladığını
kaydetti. Ertürk , ataerkil toplum yapısından dolayı kadının hala şiddet altında
bulunduğunu ifade ederek, şiddetin en ağır çeşidinin ise kadının öldürülmesi
olduğunu söyledi.
TAŞLANARAK ÖLDÜRME DURDURULAMIYOR
Kadınların öldürülmesinin en ağır şeklinin taşlanarak öldürülme
olduğunu vurgulayan Ertürk , "Uluslararası hukuka aykırı, insanlık dışı kabul
edilse de taşlanarak öldürülme durdurulamıyor dedi. Taşlanarak öldürülme
vakalarına bakıldığında, bu şekilde öldürülenlerin yüzde 80"inin kadın olduğuna
dikkati çeken Ertürk , daha çok cinsel içerikli konularda kendini gösteren
taşlayarak öldürmenin bugün ayrımcı bir şekilde uygulandığını vurguladı. Ertürk
, "Taşlayarak öldürme kendisini dinden gelen bir meşruiyetle savunmaktadır.
Çeşitli kaynaklara göre bu uygulama ilk olarak Hristiyan ve Yahudi inanışlarında
bulunur. İslam toplumu bu inanışlardan etkilenmiş ve bu uygulamayı İslam hukuku
içine almıştır. Kadına yönelik şiddetin altında kadın bedeni, cinselliği ve
yaşamının kontrol altında tutulması kaygısı yatmaktadır diye konuştu.
DİNİ VE KÜLTÜREL DEĞERLER KADINLARA KARŞI
İslam Hukukuna Bağlı Yaşayan Kadınlar Ağı (WLUML) Asya Bölgesi
Koordinatörü Farida Shaheed de, başlattıkları "Kadınların taşlanmasını ve
öldürülmesini durdurun başlıklı küresel kampanyanın kültürün ve dinin kadına
karşı şiddetin meşrulaştırma yolu olarak kullanılmasını önlemesini
dilediklerini, bu kampanyayı pek çok alt kampanya ile destekleyeceklerini
kaydetti.
Shaheed, kadına karşı şiddetin tamamıyla kimin güçlü olduğu ile
bağlantılı olduğunu ifade ederek, kadınların şiddet görmesinin yanında
susturulduğunu da vurguladı. Sessizliği bozmanın oldukça önemli olduğunu
belirten Shaheed, şöyle devam etti:
"Dini ve kültürel değerler kadınların cezalandırılması için
kullanılıyor. Bu kampanyayı dini ve kültürel değerlerle şiddetin
meşrulaştırılmasını önlemek için gerçekleştiriyoruz. Uluslararası toplumun yanı
sıra bölgesel mekanizmaların da önemini biliyor ve dikkatini çekmeye
çalışıyoruz. Uluslararası anlamda insan hakları mahkemeleri bizlere yardımcı
oluyor. Ancak ulusal hükümetlerin desteğine ihtiyacımız var. Güçten
bahsediyorsak ekonomik alanda ve diğer alanlarda da güçlü olmamız
gerek.
SADR , İRAN "DA 3 KADINI KURTARDIKLARINI ANLATIYOR
İranlı kadın hakları avukatı Shadi Sadr da, İran "da taşlanma cezası
alan kadınların zorla evlendirilmiş, şiddete maruz kalmış ya da kocaları
tarafından fuhuşa zorlanmış korkunç hayatlar yaşayan kadınlar olduğunu
anlattı.
Gazetelerin bu taşlama vakalarını haber yapamadıklarını, insanların
ise bu vakaları istisnai vakalar olarak gördüklerini kaydeden Sadr , İran "da şu
ana kadar sadece 3 kadının hayatını kurtarabildiklerini belirtti. Bir grup
tarafından recmin Kur"an"da yeri olmadığı ve tam da bu sebeple taşlayarak
öldürme cezalarının kaldırılmasını talep ettiğini de kaydeden Sadr , "Taşlamayla
kadınların cinselliğini kontrol etmek köktendinciliktir. Biz uluslararası
hareketle bu cezaları durdurabiliriz dedi.
NİJERYALI İMAN : ERKEĞİN CEZASI HEP DAHA HAFİF
WLUML Uluslararası Dayanışma Ağı Yönetim Kurulu üyesi Nijeryalı
Ayesha İman da, şeriat kurallarının fakir ile zengin, kadın ile erkek arasında
ayrımcı bir şekilde uygulandığını öne sürerek, sadece bir bisiklet çalan yoksul
bir adamın, sağlık alanında yolsuzluk suçu işleyen zengin bir adamdan daha ağır
cezalara mahkum edilebildiğini anlattı.
Erkeklerin tecavüz gibi cinsel suçlarda kadınlardan daha hafif
cezalandırıldığını belirten İman , "Kadınlar hep ayrımcılığa uğradılar ve
kadınlara karşı yürütülen şeriat kanunları hep ağır oldu dedi.
Kadınlar Merkezi (KA-MER ) Direktörü Nebahat Akkoç da, merkezlerine
başvuran 198 kadın üzerinde yaptıkları araştırma sonucu, çoğunun nüfusa bile
kayıtlarının olmadığını gördüklerini belirtti. Akkoç , 198 kadından 105"inin hiç
okula gitmediğini belirterek, kadınlara ölüm cezası veren koca ya da kendi
ailesinin de eğitim problemleri bulunduğunun görüldüğünü kaydetti.
Namus cinayetlerinin töre cinayeti olarak adlandırılmamasını isteyen
Akkoç , böylece sorunu Kürtler "in sorunu gibi görülerek daraltılmaya
çalışıldığını iddia etti. Türkiye "nin güneydoğusunda kültürel dönüşümün önünde
birçok engel olduğunu belirten Akkoç , kadına karşı şiddetle mücadelede
uluslararası bütün kadın hakları savunucularının ortak bir dil konuşmasının
önemine dikkat çekti.
SADECE KURBANLARIN KONUSU DEĞİL
Oturumun kapanış konuşmasını yapan Hong Kong Şehir Üniversitesi
Güneydoğu Asya Araştırma Merkezi Direktör Yardımcısı Vivienne Wee, Hristiyan ve
Yahudi inançlarının yanı sıra Konfiçyus öğretisinde ve Hindu inançlarında da
kadına yönelik şiddete yer verildiğini söyledi. Wee, "Tüm bu inanışların ortak
noktası ataerkil toplum yapısıdır. Bu konu sadece kadınların, Hristiyanların ya
da İslami ülkelerin değildir. Sadece kurbanların konusu değildir. Bu bir insan
hakları problemidir diye konuştu.
2007-11-27 00:37:44 NTV-MSNBC
Kart`ın Başvurusu Kabul Edildi
AİHM, CHP`li Atilla Kart`ın
yargılanma isteğini kabul etti.
Dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin dosyanın Türkiye Büyük Millet Meclisi `nce dönem sonuna bırakılmasına
karşı çıkan ve yargılanmak isteyen CHP Konya Milletvekili Atilla Kart `ın Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi `ne yaptığı başvuru kabul edildi.
Atilla Kart `ın, "Adil yargılanma hakkının engellendiği ve hak ihlali
yapıldığı" iddiasıyla yaptığı başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi `nce 15
Ocak 2008`de görüşülecek.
Atilla Kart yaptığı yazılı açıklamada, 22. dönemde şahsıyla ilgili 2
dosya hakkında "Kovuşturmanın ertelenmesine" dair karara karşı yaptığı itirazın,
Meclis Genel Kurulu `nda reddedildiğini hatırlattı.
Bunun üzerine 8 Şubat 2005 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
nezdinde dava açtığını hatırlatan Kart, mahkemenin 3 yıla yaklaşan süre içinde
delilleri topladığını, tarafların iddia ve taleplerini değerlendirdiğini ve 15
Ocak 2008 tarihinde duruşma yapılmasına karar verdiğini belirtti.
2007-11-27 16:31:37 TRT
X`Happy Birtday Öcalan`a hapis
Yargıtay 8. Ceza Dairesi, PKK
lideri Abdullah Öcalan`ın fotoğrafının altına "Doğum günün kutlu olsun" diye
yazan derginin yazı işleri müdürüne, terör örgütünü ve liderini övdüğü
gerekçesiyle verilen mahkumiyet kararını onadı.
Yargıtay 8. Ceza
Dairesi , PKK lideri Abdullah Öcalan `ın doğum gününü kutlama mesajını Türk Ceza
Kanunu 215. maddesinde düzenlenen "suç ve suçluyu övme" kapsamında
değerlendirdi.
Beyoğlu 2. Asliye Mahkemesi `nin verdiği kararı onayan Yargıtay 8.
Ceza Dairesi , "Genç Bakış " adlı dergide Öcalan `ın fotoğrafının altına "Doğum
günün kutlu olsun" diye yazdıran derginin yazı işleri müdürü Barış Güllü `nün,
TCK `nun 215. maddesinde düzenlenen "Suç ve suçluyu övme" suçunu işlediği
gerekçesiyle mahkum etti.
Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesi , verdiği mahkumiyet kararında şöyle
dedi:
"Öcalan `ın tam sahife fotoğrafının altına `doğum günün kutlu olsun`
ibarelerine yer verilerek ayrıca derginin sahifesine yine Öcalan için yapılan
kanunsuz gösteri resmini koyarak ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan
ve bu amaçla cürüm işleyen silahlı terör örgütünün ve onun liderinin eylem ve
faaliyetleri övüldüğü ve bu şekilde kanunlara uymamaya tahrik edildiği iddiası
ile sanık hakkında kamu davası açılmıştır.
Sanığın dergide Öcalan `ın resminin altına `doğum günün kutlu olsun`
ibaresini yazarak terör örgütünün ve onun liderinin faaliyetlerini övdüğü, bu
itibarla kanunun suç saydığı cürmü övdüğü anlaşılmış olup, TCK nunda belirtilen
312/1 maddesinin 5237 sayılı yasada ifadesini bulan 215. maddesi sanık lehine
olmakla 5237 sayılı kanunun 215 maddesi uyarınca cezalandırılması gerektiği
kanaatine varılmıştır."
Mahkeme, Güllü `nün 1 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına
ve bunun da 440 YTL adli para cezasına dönüştürülmesine karar verdi. Mahkemenin
kararı Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından onandı.
ANKARA (ANKA)
2007-11-27 11:13:04 Yeni Şafak
PKK`lı terörist nasıl tahliye oldu?
Terör örgütü PKK`dan
kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan ve hakkında ``terör örgütü üyesi`` olduğu
gerekçesiyle dava açılan sanık B.A, karar duruşmasında bazı iddialarda bulundu.
B.A, ``örgüte katıldığım için pişmanım`` dedi.
Terör örgütü PKK
`dan kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan ve hakkında ``terör örgütü üyesi``
olduğu gerekçesiyle dava açılan sanık B.A, karar duruşmasında bazı iddialarda
bulundu.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi `nde görülen duruşmaya katılan
tutuklu sanık B.A, son savunmasında, terör örgütünde bulunduğu süre içerisinde
hiçbir silahlı eyleme iştirak etmediğini ileri sürdü. B.A, ``örgüte katıldığım
için pişmanım`` dedi.
``ABD ASKERLERİ KAMPA GELİYORDU``
Savunmasında, kolluk ifadesini tekrar ettiğini kaydeden sanık B.A,
şöyle dedi: ``Ben örgüte ne şekilde katıldığımı ve örgüt içerisinde ne gibi
faaliyetlerde bulunduğumu ayrıntılı bir şekilde kolluk ifademde belirttim. Ben
örgüte katılmadan önce Irak `ın kuzeyine yük taşıyan bir TIR`ın şoförlüğünü
yapıyordum.
ABD askerlerinin de zaman zaman yüklerini taşıdığım oldu. Daha sonra
örgüte katıldım. Örgütün Hakurk kampında kaldım. ABD askerlerinin Hakurk
kampında örgütün üst düzey yöneticileriyle görüşmelerine birkaç kez şahit oldum.
Ancak ne gibi konular konuşuluyordu bilmiyorum. ABD askerleri kampa askeri
araçla geliyordu.
Ben önceden onlara yük taşıdığım için onların nasıl giyindiğini
biliyorum. Amerikan askerlerinin omuz kısmında Amerika bayrağı bulunuyor. Örgüt
kampına gelen askerlerin de omuz kısmında Amerika bayrağı
bulunuyordu.``
TAHLİYE OLDU
Duruşmada mütalaasını okuyan savcı, sanık B.A hakkında ``terör
örgütüne üye olmak`` suçundan dava açıldığını hatırlatarak, sanığın örgütte
kaldığı süre içerisinde silahlı bir eyleme katıldığına dair bilgi ve belgenin
elde edilemediğini bildirdi.
Sanığın pişmanlık duyarak örgütten 24 Temmuz 2007 tarihinde
ayrıldığını, bu nedenle söz konusu suçtan ceza verilmesine yer olmadığını
belirten Savcı, sanığın tahliyesini talep etti.
Mahkeme heyeti, sanık B.A`nın, herhangi bir suçun işlenişine iştirak
etmeksizin terör örgütünden gönüllü ayrılarak teslim olduğu gerekçesiyle, TCK
`nin ``terör örgütü üyesi olmak`` suçunu kapsayan 221/2. maddesi uyarınca ceza
verilmesine yer olmadığına hükmetti. Mahkeme heyeti, sanığın tutukluluk halinin
kaldırılarak tahliyesine karar verdi.
AA
2007-11-27 10:02:46 Cafe Siyaset
Aile hekimliği uygulamasına yargıdan iptal
Nesrin
COŞKUN /İZMİR , (DHA )
İZMİR İl Sağlık Müdürü Opr . Dr. Mehmet Özkan , uygulamada 6 ayı
geride bırakan Aile Hekimliği Sistemi `nin ‘başarılı’ olduğunu anlatıp eksik 15
pozisyon için yeni yerleştirme yapılacağını açıkladığı toplantının ardından,
İzmir 2`nci İdare Mahkemesi tarafından Aile Hekimliği Yerleştirme Yönergesi`nin
iptal edildiği haberi geldi. Bu kararla aile hekimliği sözleşmesi yapmış 1072
hekimin 30 gün içinde yerleştirme işlemlerinin iptal edilmesi gerektiği
bildirilirken, İzmir Tabip Odası Genel sekreteri Uzm . Dr. Mete Güzelant,
“Valiliğe başvurarak işlemlerin sıfırlanmasını isteyeceğiz`` dedi.
Dr. Özkan bugün yaptığı basın toplantısında 14 Mayıs 2007 tarihinde
pilot il seçilen İzmir `de başlatılan Aile Hekimliği ile ilgili çalışmaları
açıkladı. Aile Hekimliğine geçişin değişimi yakalamanın bir örneği olduğunu,
birkaç yıl sonra birinci basamakta ilaç kullanımından bulaşıcı hastalıklara
kadar pekçok bilginin yer aldığı bir kayıt sistemine sahip olacağımızı belirten
Dr. Özkan , Türkiye `nin hekim sıkıntısı çektiğini söyledi. Özkan , “Türkiye `de
bin uzman, 49 bin pratisyen hekim bulunuyor, bunların 14 bini sağlık ocaklarında
görev yapıyor. Geçen yıl 4394 hekim tıp fakültelerinden mezun olup sisteme
girerken, her yıl sistemden 2 bin civarında meslektaşımız ölüm, emeklilik gibi
nedenlerle ayrılıyor. 6513 hekim ise Tıpta Uzmanlık Sınavı `nı kazanıp gidiyor.
Ülkemizde aşırı uzmanlaşma var. Bir kaç yıl sonra birinci basamakta çalıştıracak
hekim bulamayacağız. Aile Hekimliği Sistemi bu açıdan da önemli`` diye
konuştu.
Aile Hekimliği Sistemi sayesinde artık insanların kendi seçtiği, her
defasında aynı yüzü göreceği hekime gittiğini savunan Özkan , birinci basamakta
2007 Haziran - Ekim dönemlerindeki poliklinik sayılarının bir önceki yıl aynı
döneme göre yüzde 29.04 oranında arttığını söyledi. Özkan , bağışıklama
hizmetlerinin söylenenin aksine aile hekimliği ile arttığını, bir aile hekiminin
günlük poliklinik sayısının ortalama 39, hastaya ayırdığı sürenin 12.5 dakika
olduğunu kaydetti. 14 Kasım itibariyle 6 ayın dolduğunu, isteyenlerin aile
hekimini değiştirme hakkına sahip olduğunu belirten Özkan , çeşitli nedenlerle
1087 pozisyondan 15`inin boşaldığını, bu boş pozisyonlara 161 başvuru
yapıldığını ifade etti. Özkan , bu yerleştirmeleri 5 Aralık `ta
gerçekleştireceklerini belirtip, “Artık aile hekimliği ile yatıp, aile hekimliği
ile kalkmıyoruz. Artık aile hekimliği ile de anılmak istemiyoruz. Uygulamada 6
ayı geçtik, herşey yerine oturdu, aile hekimliği sıradan işlerimiz arasında
yerine aldı`` dedi.
Öte yandan Özkan basın mensuplarının sorularını yanıtlayıp, sistemin
oturduğunu vurguladığı toplantının ardından aile hekimlerinin yerleştirilmesine
ilişkin yönergenin 2`nci İdare Mahkemesi tarafından iptal edildiği haberi
duyuldu. İzmir Tabip Odası `nın hizmet puanları kesinleşmeden yerleştirme
yapıldığı iddiasıyla Valilik aleyhine açtığı davada yürütmeyi durdurma kararı
verilmiş, ancak İl Sağlık Müdürlüğü karara itiraz etmişti. İtirazı tekrar
değerlendiren mahkeme kesin kararını yönergenin iptali doğrultusunda verdi.
İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Uzm . Dr. Mete Güzelant, “İyi bir karar, Aile
Hekimliği ile ilgili mücadelemizde ilk başarı kazanıldı. İşlemlerin tümünün
iptal edilmesi ve sıfırlanması gerek. Bunun böyle olması için de Valiliğe
başvuracağız`` diye konuştu.
2007-11-27 15:05:06 Milliyet
Baba katiline 2. kez müebbet
Samsun`da babasını öldürdüğü
için daha önce müebbet hapis cezasına çarptırılan şahıs, yeni Türk Ceza
Kanunu`na (TCK) göre yeniden yargılanınca yine müebbet hapis cezasına
çarptırıldı.
Merkeze bağlı Akgöl köyünde yaklaşık 5 yıl önce
meydana gelen olayda, öz babası Seyfettin Tuğrul `u (54), av tüfeğiyle vurarak
öldürmek suçundan dana önce müebbet hapis cezasına çarptırılan Nazım Tuğrul
(31), yeni TCK `ya göre yeniden yargılandı. Samsun 2. Ağır Ceza Mahkemesi `nde
bugün görülen davada, tutuklu bulunan Nazım Tuğrul , kendisine daha önce verilen
müebbet hapis cezasının fazla olduğunu söyledi.
Nazım Tuğrul , "Eğer ben akıllıysam bana verilen müebbet hapis cezası
fazla. Ben babamı öldürdüğüm gün hap almıştım. Hapın etkisiyle ne yaptığımı
bilmiyorum. Bu işten çok pişmanım. Asıl pişmanlığım babamı öldürdüğüm için
değil, ailemi yıktığım için oldu. Bu iş aklımdan hiç çıkmıyor. Adalet neyse o
uygulansın" dedi. Yeni TCK `ya göre de babasını öldürmek suçundan yine müebbet
hapis cezasına çarptırılan Nazım Tuğrul , hakime teşekkür etti.
SAMSUN (İHA )
2007-11-27 15:09:11 Yeni Şafak
İzmit`i karıştıran tecavüz
Özel okulda okuyan tanınmış
ailelere mensup 3 öğrenciden
aynı okulda okuyan kız öğrenciye tecavüz.
İzmit `te özel lisede öğrenim gören ve kentin tanınmış isimlerinin
çocukları olan 14 ve 15 yaşındaki 3 öğrencinin , aynı okula bir ay kadar önce
başka okuldan gelerek kayıt yaptıran 14 yaşındaki kız öğrenciye tecavüz
ettikleri iddiası kenti karıştırdı.
Tecavüzle suçlanan 3 öğrenci ile aynı zamanda onların akrabası olan
ve evinin anahtarını verdiği iddia edilen okulun beden eğitimi öğretmeni
tutuklandı.
İdidaya göre 14 yaşındaki G.S., 15 yaşındaki S.B. ve C.C. adlı erkek
öğrenciler, bir başka okuldan bir ay önce kendi okullarına kayıt yaptıran 14
yaşındaki Y.Y. adlı kız öğrenciyi, aynı okulda beden eğitimi öğretmenliği yapan
ve çocuklardan birinin de akrabası olduğu belirtilen G.S. adlı öğretmenden
anahtar alıp onun evine götürdü. Burada kız öğrenciye tecavüz ettikleri ileri
sürülen 3 öğrenci, kızın durumu ailesine anlatması üzerine jandarma tarafından
yakalandı. Örencilerin ifadeleri üzerine, öğrencilere evinin anahtarını verdiği
ileri sürülen öğretmen G.S. de gözaltına alındı. 3 öğrenci ve öğretmen
çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.
Tecavüz zanlısı öğrencilerin, kentin tanınmış ailelerinin çocukları
olduğu belirlendi.
2007-11-27 16:30:13 Hürriyet
Türk: Cezaevinde yatmasını biliriz
DTP Grup Başkanı Türk,
``Ne Anayasa Mahkemesinin açtığı dava ne savcıların ortaya koyduğu
dokunulmazlık, bizi çok fazla ilgilendiriyor; cezaevinde de yatmasını biliriz``
dedi.
DTP Grup Başkanı Ahmet Türk , ``Ne Anayasa Mahkemesinin
açtığı dava ne savcıların ortaya koyduğu dokunulmazlık, bizi çok fazla
ilgilendiriyor; cezaevinde de yatmasını biliriz`` dedi. Türk, partisinin grup
toplantısında, ``Kadına Yönelik Şiddete Hayır Günü``nün yıldönümü olduğunu
belirterek, ne basında ne de siyasi partilerde bu konuya değinildiğini
söyledi.
DTP olarak kadının özgürleşmemesi durumunda, o ülkenin, o toplumun
özgürleşmeyeceğine inandıklarını ifade eden Türk, kadın haklarıyla ilgili olarak
Parlamentoda çok önemli çalışma yapacaklarını, TBMM `de Kadın Hakları Komisyonu
oluşturulmasının zorunlu olduğuna inandıklarını söyledi. Diyarbakır `da
yaptıkları mitinge değinen Türk, ``Mitingde verilen mesajlar, adeta saklanmaya
çalışıldı. Halkımızın, partimizin verdiği mesajlar adeta görmezden gelindi.
Küçük olaylar öne çıkarılarak, halkın sesini kısmaya yönelik siyasi linçle karşı
karşıya kaldık. Medya maalesef olayları beklercesine, küçücük bir olayı,
mitingin mantığı ve anlayışıyla uygun olmayan bir yaklaşım biçimi sergiledi.
Basının bu tavrını kınıyorum`` diye konuştu.
Kürt sorunuyla ilgili partisinin ve halkın taleplerini yansıtmaya
çalıştıklarını belirten Türk, bu tartışmaları yaparken DTP `nin felsefesine,
halkın taleplerine uygun Demokratik Özerklik Projesini ortaya koyduklarını
bildirdi. Proje üzerinde herkesin farklı tartışma içinde olduğunu belirten Türk,
``Bizim Demokratik Özerklik Projemiz, etnisiteye dayalı değil, eyalet sistemi
değil, federal sistem değil. Tamamen özgürlükçü, demokratik bir Türkiye `nin
yaratılması için ortaya koyduğumuz bir projedir`` dedi.
Turgut Özal döneminde Adnan Kahveci `nin ortaya koyduğu bir projede;
merkezi yönetimin gücünün yerele dağıtılması, Kürt kimliğinin Kürt kültürünün
üzerindeki baskıların kaldırılması, halkın daha fazla yönetime katılmasının
sağlanmasının öngörüldüğünü belirten Türk, kendi hazırladıkları Demokratik
Özeklik Projesinin de bu projenin geliştirilmiş şekli olduğunu söyledi. Türk,
şunları söyledi: ``Demokratik Özerklik Projesinin özü, birlikteliği sağlamaya
yönelik, birlikteliği sevgiye dönüştürmeye yönelik bir projedir. Tabii ki
fikirlerin, düşüncelerin özgür olması için çaba gösteriyoruz. Bazı insanlar,
fikirlerini ve düşüncelerini özgürce, siyasi partiler düşüncelerini özgürce
ortaya koymalı. Federal sistemden de eyalet sisteminden de söz edilmelidir. Bu
konuda gerçekten demokratik bir tavrı herkesin sergilemesi gerekiyor. Bin yıldır
birlikte yaşamış iki halk, bugün Kürt nüfusunun yarısından fazlasının yurt
dışında olduğu toplumsal bir gerçekle karşı karşıyayız. Bunun için çözüm,
demokratik özerkliktir. Bize göre çözüm budur. Biz bunu söylüyoruz.``
-
``ŞİDDETE HER ZAMAN KARŞI ÇIKTIK``
Ahmet Türk , son zamanlarda İspanya modelinin tartışıldığına
değinerek, İspanya `da siyasilere ve halka karşı şiddet uygulanmasına rağmen
sorunun çözülmediğini söyledi. İspanya `da Herri Batasuna `nın kapatıldığını,
DTP `nin de kapatılması gerektiği yönünde görüşler bulunduğunu belirten Türk,
``Herri Batasuna kapatıldı ama ayrımcılığı esas alan partiler, bugün
düşüncelerini özgürce ifade edebiliyorlar. Biz bugüne kadar sorunların şiddetle
çözülmesine her zaman karşı çıktık. Şiddetin ortadan kalkması için çaba
gösterdik. Yaşama yönelik hiçbir eylemi tasvip etmedik. Ama bugün Türkiye `de
birileri Herri Batasuna benzetmesini yaparak, oradaki İspanya Anayasasının Bask
halkına sağladığı demokratik hakları görmezden geliyor`` şeklinde
konuştu.
``KÜRTLER APTAL DEĞİL``
Dün seçim meydanlarında ortaya ip atanlar, bugün Meclisin Genel
Kuruluna o ipleri atmaya başladılar`` diyen Türk, TBMM `de dokunulmazlıkların
kaldırılması için yaptıkları çalışmalardan sonuç alamayınca, bu sefer adeta
yargıya ``Gelin Meclisten bunları alın, dokunulmazlıklarını kaldırın``
mesajlarını vermeye başladıklarını söyledi. Türk, ``Bu hangi demokrasi...
Siyasetçinin, yargıçları davet ettiği bir demokrasi, demokrasi olabilir mi?
Yargının bağımsızlığından söz edenler, niçin yargının harekete geçmesi için
adeta seferberlik ilan ediyor, anlamakta zorluk çekiyoruz`` diye
konuştu.
Hükümetin Kürt sorunuyla ilgili yaklaşımlarına değinen Türk, şöyle
devam etti: ``Sayın Başbakan, bir elinde gül , bir elinde balta ... Gülü halka
koklatıyor, baltayla halkın iradesiyle seçilmiş olan insanları, siyasetçileri,
partiyi yok etmeye çalışıyor. Gerçekten anlaşılmaz bir tavırla bu sorunla ilgili
değerlendirme yapıyor. Soruyoruz Sayın Başbakan, sizin projeniz nedir? Ortaya
bir proje koyun. Geçmişte Adnan Kahveci `nin ortaya koyduğu proje vardı. SHP
`nin Kürt raporu vardı. Ama Sayın Başbakan bugün ne yapıyor, Amerika `ya Kürt
milletvekillerini Kürt halkı adına gönderecek. Kürtlerin demokratik taleplerini
görmezlikten gelen, Kürtlüğünü inkar edenler, nasıl Kürtlerin temsilcisi olarak
gönderilir? Alay mı ediyorsunuz bu milletle? Kürtleri küçük düşürmeye kimsenin
hakkı yoktur. Kürtler aptal değil. Onlar, o hakların dile getirilmesi konusunda
tavır koyamaz, söz ve taleplerini ortaya koyamazlar.``
``BİZİM ALDIĞIMIZ OYLAR BELLİ``
Seçim döneminde gelişen şoven milliyetçi dalgaya karşı Kürtlere mesaj
verildiğini belirten Türk, şunları söyledi: ``Kürtler , sizi sığınacak bir liman
olarak gördü, bundan dolayı size oy verdi. Halk, MHP `nin CHP `nin şoven
milliyetçi tavrına karşı sığınacak bir liman olarak gördüğü için size oy verdi.
Ama siz ne yaptınız, bu kadar oy almanıza rağmen Mecliste DTP `ye yönelik,
`Sizin o bölgede nasıl oy aldığınızı çok iyi biliyoruz` dediniz. Sayın Başbakan,
DTP `nin aldığı oylar belli. DTP , şehir merkezlerinde yüzde 50`nin üzerinde oy
aldı. Yani kimin kime oy verdiği belli olmayan yerlerden aldı. Kırsal
kesimlerde, mezra ve köylerde AK Parti , aldığımız oyun bazı yerlerde 2-3 katını
aldı. Şimdi bizim aldığımız oylar belli, mezralardan, köylerden almadık.
Mezralarda, köylerde kimin kime oy verdiği belli oldu. O zaman ben de şunu
söylerim; Rüşvetlerle, çocuk yardımlarıyla, KÖYDES `le, BELDES `le, devletin
imkanlarını kullanarak o insanları satın almaya çalıştınız. Bizim oylarımız
tertemiz.``
``HER ŞEYİ GÖZE ALIRIZ``
Siyaseti dürüst yaptıklarını savunan Türk, ``Halkımız için,
yarınlarımız, çocuklarımız ve insanların yarınları için siyaset yapıyoruz .
Bizim Mecliste gözümüz yok. Linç politikası sürdürüldüğü müddetçe biz gerçekten
düşüncelerimizi, inançlarımızı ifade edecek zemini bulamazsak, bu zemin
yaratılmazsa, bu zemin bize tanınmazsa, insanlarımızın oyuna saygı
gösterilmezse, biz burada olmayız. Ne Anayasa Mahkemesinin açtığı dava, ne
savcıların ortaya koyduğu dokunulmazlık bizi çok fazla ilgilendiriyor;
cezaevinde de yatmasını biliriz. Demokrasi için, barış için, inançlarımız için
her şeyi göze alırız. Bunun böyle bilinmesini istiyorum`` diye
konuştu.
Tasfiyeye yönelik bir politikanın hızla gündeme sokulduğunu ifade
eden Türk, konuşmasını şöyle tamamladı: ``Bu tasfiye politikası, inancın,
düşüncenin tasfiyesidir. Birilerini tasfiye etmek için değil, halkı susturmaya
yönelik bir tasfiyedir. Çünkü biz bu mantığı biliyoruz. Geçmişte de bu mantıkla
karşı karşıya kaldık. Sayın Başbakan, o gülü koklatsa da onun mantığını çok iyi
biliyor, ne yapmak istediğini çok iyi biliyor. Artık bugün gerekirse o mantığı
ortaya koymak için her gün halkımızın içinde olacağız. O mantığı hatırlatmaya
yönelik sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Tarihin önünde sorumlu olmak
istemiyoruz. Eğer bu oynanan oyunları halkımıza doğru bir şekilde götüremezsek,
yarınların vebali büyük olur. Biz bu sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Bundan
kimsenin endişesi olmasın.``
AA
2007-11-27 14:52:01 Haber7
ALİ
BAYRAMOĞLU
Önemli bir sorun: Kamusal
cinayetler, yargı ve zihniyet&
Türkiye son iki yıl içinde utanç
verici üç hadiseye tanık oldu. Rahip Santaro `nun öldürülmesi, Hrant Dink
suikastı ve Malatya `da üç hrıstiyanın vahşice
katli&
Ortak noktaları olan hadiselerdi bunlar.
Olaylarda sanıklarla maktuller arasında daha önceden tanışıklık,
ilişki, husumet yoktu&
Cinayetler maktullerin kimlikleri ve düşüncelerinden ötürü
işlenmişti&
Her bir cinayet, sokak arasından çıkmış, kuvvetli bir ihtimalle bu
yönde davranmaları telkin edilmiş, 16-20 yaşındaki "çocuklar"ın ya da
"adamlar"ın işleriydi&
Rahibi vuran 16 yaşında bir çocuktu. Mahkûm oldu. Yönlendirildiğini
ima etti, kim tarafından yönlendirildiği ise meçhul kaldı&
Dink `i vuran 18 yaşın altındaki sanığın ilk kademe yönlendiricileri
biliniyor, ikinci ve daha derindeki kademelere giden yollar şimdilik tıkanmış
bulunuyor&
Malatya katliamını yapanlardan bazılarının "motivasyonu"nda askerlik
görevini yaptıkları birliklerde kimi kişilerle kurdukları ilişkilerin
belirleyici olabileceğinden şüphe ediliyor&
Bu cinayetler Türkiye `deki kirli bir dokunun siyasi cinayetleri,
her birinde ipuçları "kamusal alanının derinlikleri "ne uzanıyor&
Ve hiç biri hak ettiği hukuki ve siyasi önemi çerçevesinde ele
alınmadı, alınmıyor, alınamıyor&
Bunun çeşitli nedenleri var&
İlk neden kendisini koruma refleksiyle hareket eden devlet memurları
tutumu ve bu tutumu mümkün kılan devlet anlayışı&
Örneğin Dink davasında birinci derece yönlendiricilerle polisin
kurduğu ilişkinin derinlemesine soruşturulmasına idari amirler tarafından izin
ve imkân verilmiyor&
İkinci neden Türk yargı mensuplarının zihniyeti ve özgürlük
kavramının ruhundan uzak davranışları&
Bir hâkim örneğin, tüm siyasi kanaatlerini devreye sokarak, tarihte
olmuş bir olayın beğenmediği şekilde nitelenmesini "Türklüğe hakaret" olarak
kabul edebiliyor
Bir savcı Alman vakıfları davasında, bu vakıfların aleyhine
yazılmış, aşırı bir siyasi görüşün ifadesi olan bir kitabı satır satır iddianame
haline getirebiliyor.
Türk Ceza Yasası `nın 301. maddesi biraz bu zihniyet ve yanlı bakış
nedeniyle kendisini bile aşan yorumlara neden olabiliyor.
Bu konudaki son örnek Malatya davası iddianamesi&
Müşteki avukat Mehmet Ali Koçak `ın tümüyle katıldığımız
değerlendirmesiyle, Malatya katliamı davası "salt bir cinayet davası değil, bu
dava, bir nefret suçları ve nefret suçlularının davası; geçmişte yaşanan
cinayetler öncesindeki olaylar iyi araştırılıp, talihsizlik olarak
adlandırılmamış olsaydı bugün Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi `nde bu dava
görülmüyor olacaktı&"
Gelin görün ki, böyle bir davada, iddianameyi hazırlayan savcı,
sanıkların işlediği suçu öne çıkarma dışında, misyonerlik faaliyetlerini içeren
16 klasörlük doküman hazırlamış bulunuyor.
Bunların içerisinde Protestan cemaatinin Türkiye `deki bütün
üyelerinin isimleri ve açık adresleri ve yayınevinde çalışanların faaliyetlerini
içeren belgelere var&
Ve savcı misyonerlik faaliyetlerine işaret ederek bir bakıma "tahrik
mantığı"ndan yola çıkıyor&
İnanılır gibi değil&
Sanıkların değil, maktullerin tartışıldığı, neredeyse suçlandığı bir
mantık&
Dink cinayetinde aynı tabloyla karşı karşıya değil miyiz?
Trabzon `da linç hadisesinde dönemin valisi ölümle yüz yüze
gelenleri kastederek, "halkı tahrik ettiler " dememiş miydi?
Bu nasıl bir zihniyettir ki, hukuk eğitimi, yetkileri, gücü, ahlakı,
kurallarıyla savcılık, hâkimlik mertebeleri bile onunla baş edemiyor?
Açık:
Kimi tarihi alışkanlıklardan kurtulmadan, bu alışkanlıkları dışlayan
bir idari ve ahlaki yaptırım sistemi üretmeden tam bir demokratikleşmeden söz
etmemiz hiçbir zaman mümkün olmayacaktır&
Hukuk ve yargı bu topluma yüklenen suçları, tek tek suçluları bulup
mahkum ederek toplumu aklamak gibi bir görev yapmalıdır&
Tersini değil&
2007-11-27 02:12:20 Yeni Şafak
Berat ÖZİPEK
Malatya
davasında garip şeyler oluyor
Malatya "da inançlarını yaymaya
çalışan üç insan vahşice katledildi. Böyle bir durumda, adalet duygularını
büsbütün kaybetmemiş olan kimsenin aklına kurbanları yargılamak gelmez.
Kurbanları savunan insanlarla uğraşmak, onları hedef göstermek hiç gelmez. Eğer
hukuk devleti varsa, savunma hakkına yönelik ihlal de cezasız
kalmaz.
Oysa Malatya hadisesinde hem kurbanları yargılamaya ve dolayısıyla
cinayeti meşrulaştırmaya, hem de onların avukatlarını karalamaya ve adil
yargılamayı önlemeye yönelik bir çaba görülüyor.
Sorun misyonerlik yapmayı bir suçmuş gibi göstermeye çalışan ve
böylece zalim ile mazlum arasındaki çizginin bulanıklaşmasına hizmet eden
yayınların gayri ahlaki niteliğinden ibaret değil. Sorun, kurbanların
misyonerlik faaliyetlerine uzun uzadıya yer veren dava dosyalarından da ibaret
değil. Görünen o ki, sorunun hukuki bakımdan açıkça suç teşkil eden boyutları da
söz konusu olabilir.
Kendisiyle konuştuğum insan hakları savunucusu ve kurbanların
avukatlarından Orhan Kemal Cengiz , savunma hazırlığı kapsamında diğer
avukatlarla aralarında yaptıkları özel görüşmelerin ayrıntılı bir biçimde
basında yer aldığına dikkat çekmişti. Bunun üzerine haberlere göz attığımda,
gerçekten "servis yapılmış" izlenimi uyandıran, adeta haber süsü verilmiş
yayınların varlığını gördüm. Avukatlarla ilgili kişisel bilgiler, tabii ki
kaynak belirtilmeksizin, "öğrenildi", "bildirildi", "şeklinde yorumlandı"
biçiminde, özne gizlenerek veriliyordu. Avukatlar arasında Diyarbakır Barosu
"ndan olanlar "daha önce bölücü terör örgütü PKK "nın avukatlığını yapmış olan"
sıfatıyla tanımlanıyordu. Hemen ardından katledilenler arasındaki bir kişinin
"PKK "yı övücü şekilde konuştuğu" türünden "bilgi"lere de yer verilerek,
fotoğraf tamamlanıyordu.
Orhan Kemal Cengiz , sadece kendi aralarında yaptıkları özel telefon
görüşmelerinin değil, mail aracılığıyla kurdukları iletişimin de "haber" olarak
basında yer aldığını fark etmiş. Ona göre bu durum, mağdurların güçlü bir avukat
grubuyla savunulmasından duyulan rahatsızlığın ötesinde, fanatik gruplara bir
hedef gösterme anlamına da geliyor. " Bize yönelik bu kampanya, bir anlamda
cinayetin nasıl geldiği hakkında da bilgi veriyor" diyor.
Rahip Santoro , Hrant Dink ve diğerleri. Bu ülkede birçok insan,
evrensel hukuka da yürürlükteki yasalara göre de suç teşkil etmeyen eylemleri
yüzünden katledildi. Sahip oldukları veya onlara atfedilen kimlik, önce hedef
göstermek, sonra da cinayetleri meşrulaştırmak için kullanıldı. Hala da
kullanılıyor .
Belli ki, bu olayda da öncekilerde de, tahammülsüzlüğü aşan, açığa
çıkarılması gereken, görünenin ötesinde, daha derin bir şeyler var. Hükümet"in
asıl sorumluluğu da burada ortaya çıkıyor. Eğer insan öğüten bu uğursuz
değirmeni durduramazsa veya perdeyi kaldırdığında göreceklerinden korkup üzerine
gitme iradesini gösteremezse, ahlaki ve siyasi bakımdan bütün fatura üstünde
kalacak.
Misyoner cinayeti görünen ve derindeki boyutlarıyla
aydınlatılacaksa, savunma hakkına müdahale anlamını taşıyan şu "servis"
olayından başlanabilir. Çünkü hiçbirimiz bu vahşeti haketmiyoruz.
2007-11-27 08:01:43 Star
Özdemir İNCE
Lejyoner
avukatlar ve iş takipçileri
BUGÜNKÜ yazımın konusu, ABD Princeton
Üniversitesi Uluslararası Hukuk Bölümü Öğretim Üyesi Prof . Richard A .
Falk.
Yazılarını ya İslamcı -Fethullahçılar yazıyor ya da AKP
danışmanları... Sanki eline hazırlayıp verdikleri metinleri yayınlıyor Türkiye
’de ya da konuşmalarında kullanıyor.
Bu Richard A . Falk, Cumhuriyet devrimlerini bir tarikat yobazı gibi
yorumladığı , bu yorumlarını günümüze taşıdığı için kendisini "medrese muallimi"
olarak tanımlamak zorunda kaldım. Ilımlı İslamcılıkla (!) örtüşen düşüncelerini
teşhir edince, onun Türkiye ’deki lejyoner avukatlarının ve iş takipçilerinin
saldırısına uğradım. Uğruyorum.
Lejyoner avukatlarını ve bu türden "iş takipçileri"ni yazılarımdan
uzak tutmak istiyorum. Tersi, düzey düşürmek olur! Benim işim, Richard A . Falk
gibi uluslararası fesatçılarla...
* * *
Prof. Richard A . Falk’un Türkiye ’deki "lejyoner avukat"larından ve
"iş takipçileri"nden bir isteğim var. Görevleri gereği aşağıdaki sorularımı
yanıtlanmak üzere kendisine iletsinler:
1. Sabah Gazetesi ’nin muhabiri Ceren Akdağ ’a türbansız olduğu için
neden "dinsiz" sıfatını yakıştırdınız? Türkiye ’deki türbansız kadınların
"dindar" olmadıklarını nereden çıkartıyorsunuz? Türkiye ’deki bütün kadınlar
Müslüman olmak zorunda mı? Siz İslam ’ın din polisi misiniz?
2. Başörtüsü ile türbanı neden aynı şey sayıyorsunuz? Aynı şey
iseler, fötr, kasket, fes, kalpak ve kepin de aynı şey olması gerekmez
mi?
3. Bilmediğiniz işlere neden karışıyorsunuz? Türban karşıtları,
türbanı dini simge olarak kabul etmiyorlar, çünkü dini bir nesne değil, siyasal
İslam ’ın bir militan simgesi. "Siyasal olan" şey "dini olan"a, "dini olan" da
"siyaset"e dönüşürse irtica patlaması olmaz mı?
4. Aklı başında Avrupalılar ve Türkler , Anglosakson sekülerliği ile
Türk-Fransız laikliğini kesinlikle birbirinden ayırıyorlar. Siz neden aynı şey
sanıyorsunuz ve bunu savunuyorsunuz?
5. Türkiye ’de benim gibi solcuların da sakalı vardır. Sakal simge
değildir Türkiye ’de. Yazınızı okuyan yabancılar, türbanın Türkiye ’de her yerde
yasak olduğunu sanabilir. İnsanları yanıltmak ayıp değil mi? Sakalın da kamusal
alanda yasaklanmasını istemeniz, demokrasi ve insan haklarıyla bağdaşmakta
mıdır?
6. Türban dini simge ise, dindar kadınlar bu simgeyi taşımak zorunda
ise, bu dindar kadınlar Cumhuriyet ’in laik yasalarına göre yaşayarak dinden
çıkmıyorlar mı?
7. Neden Amerikan tarzı sekülerciliğin militanlığını yapıyorsunuz?
Size bir gerçeği öğreteyim: Türk laikliğinin kaynakları Anayasa ’da ve devrim
yasalarındadır. Bunlar değişmeden sizin sekülerciliğiniz bizim ülkemize
gelemez.
8. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP ) ve ılımlı İslam konusunda ABD
hükümeti size özel bir görev mi verdi Türkiye ’de?
9 ve 10. Bu sorularımı yanıtlarsanız size yeni sorularım
olacak.
* * *
Bay Richard A . Falk’a bilgi: Buradaki "lejyoner avukatlarınız" son
derece yeteneksiz!.. Yarın iş takipçilerinizin "Kovcu Ahlakı"nı yazacağım.
Öğrenirsiniz!..
2007-11-27 02:45:54 Hürriyet
Vizesiz dolaşımda, "altın gole" oynuyoruz...
AYRINTI
/ Ferit B .Parlak
ferit .parlak@dunya.com
Haklıyken, haksız konumlara düşmemiz, `zamanında hareket edebilme`
yoksunluğumuzdan kaynaklıyor.
Konulara ilgisizliğimizi, bıçak kemiğe dayandığında yoğun ilgiye
dönüştürüyor, saman alevi gibi parlatıyor ve sonra aynı ilgisizliği hiçbir şey
olmamış gibi sürdürebiliyoruz.
Dünümüz ve yarınımız yok maalesef.
Günü kurtarma alışkanlığımızı güçlendirmekle meşgulüz.
Çok basit bir dille anlatacağım:
AB üyesi ülkeleri bağlayan kanunlara göre, kazanılmış bir hak kötüye
götürülemez.
Aynı kanunlar, kötü bir hakkı ise iyiye götürme zorunluluğunu
getiriyor.
1973 yılı öncesinde hizmet alımı ve hizmet satımı için AB ülkelerine
giden Türk vatandaşlarına vize uygulanmıyordu.
Alınan hukuk dışı siyasi kararlarla, bu hak Türk vatandaşlarının
elinden alındı.
AB hukukuna göre bu siyasi kararlar, `hukuk dışı`.
Ve yine AB hukuku, Türkiye aleyhine alınan bu siyasi kararların
iptal edilmesini gerektiriyor ve karar muhataplarına yüksek tazminat hakkı
doğuruyor.
Dillerden düşürmediğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi `nin (AİHM )
üstünde olan Avrupa Toplulukları Adalet Divanı `nın (ATAD ) Türkiye lehine
verdiği kararlar ve İngiltere `nin geçtiğimiz hafta aldığı Türk vatandaşlarının
haklarını gözden geçirme kararı, Türkiye `nin son viraja girdiği anlamını
taşıyor.
Sonuçta haklarımızı alacağız .
35 yıldır haklarımızı alamamamızın nedenlerini bilmemiz ise bu
mücadelede bize avantaj sağlayacak, diye umuyorum.
Nedenleri gözden geçirelim:
Bizden daha özverililer...
Akşam yemeğinde, Türkiye `nin hakları için bizden daha fazla çaba
harcayan 4 yabancı hukukçudan biri olan Slovakya Travna Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof . Radoslav Prochazka ile sohbet
ediyoruz.
"Bu konuda haklısınız. Hukuk kurallarının tamamı sizin lehinize.
Ancak hakkınızı aramazsanız, hakkınızı vermezler" diyor.
Hakkımızı almak için, hak arayışında bulunmuyoruz.
STK `lar `ben bilirimci` olmamalı
Aynı gece TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler anlatıyor: "Sivil
toplum kuruluşları olarak ayrı telden çalıyoruz. Tek vücut olmayı beceremedik.
Tek vücut olmamız tepkimizin şiddetini artıracak ve karşı tarafı
korkutacaktır."
Birbirimizi desteklemiyor, farklı kulvarlarda koşmayı tercih edip
ıspata çalışıyor, birleşip güçlenmek yerine, farklı cılız adımları tercih
ediyoruz.
Dava sayısını artırmalıyız...
"Açılacak davalarla, politikacıları halkına karşı zor durumda
bırakabiliriz" diyor, TÜGİAD Başkanı Murat Saraylı .
Tazminat ödemeleri yükseldikçe, vergi veren halkın, "Biz bu
vergileri eğitim, sağlık, altyapı hizmetleri için veriyoruz. Hukuksuz
politikalarınızla talan edesiniz diye değil" şeklindeki sorgulamalarının
artacağını dile getiriyor.
Avrupa halklarını harekete geçirmek için adım atmıyoruz.
Gazeteci büyüğüm...
Antalya `daki toplantıya katılan bir gazeteci büyüğüm, toplantının
ardından devletin toplantıyı sahiplendiğini yazmış ve gönderilen `üç-beş`
kutlama telgrafını, sahiplenmenin kanıtı olarak sunmuş.
Biz, takip ettiğimiz toplantıda, Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu `nun
görevlendirdiği uzman dışında devlet temsilcisi göremedik.
Devlet olarak, mücadele verenleri onurlandırıp,
şevklendiremiyoruz.
Son söz:
Hukukun üstünlüğünü temel ilke edinmiş AB ülkelerinde vizesiz
dolaşım, bizim hukuki hakkımız.
Bu hakkı alabilme maçında uzatmaları oynuyoruz.
Hakem, Türkiye tarafında. Altın gole yakın olan taraf biziz ama
atakları sıklaştırmamız gerekiyor.
2007-11-27 16:25:06 Dünya
Canım Babam Hasan ÖZDERIN ’in Aziz Hatırasına, ( 13 Aralık 2004 – Söz Eylemini Yitirdi...)
|
OZDERIN, M. |