27 ARALIK 2007 SALI GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI

12 views
Skip to first unread message

Metin OZDERIN

unread,
Nov 27, 2007, 2:10:10 PM11/27/07
to [ O Z D E R I N ]
 

27 ARALIK 2007 SALI GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI

OZDERIN,M.

Tunalı Hilmi Cd. No: 98/21 Kavaklıdere-Ankara/Türkiye

T. + 90 312 4280313 F. + 90 312 4280314 M.+90 533 544 55 22

 


 


 

  27 Kasım 2007 Tarihli ve 26713 Sayılı Resmî Gazete

                                                     MEVZUAT

YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ

 

YÖNETMELİKLER

— Bazı Askerî Hastanelerde Döner Sermayenin İşletilmesine ve Hizmetlerden Yararlanacaklara İlişkin Yönetmelik

— Avrupa Birliği ve Uluslararası Kuruluşların Kaynaklarından Kamu İdarelerine Proje Karşılığı Aktarılan Hibe Tutarlarının Harcanması ve Muhasebeleştirilmesine İlişkin Yönetmelik

— Vakıflar Genel Müdürlüğü Disiplin Amirleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

— Mesleki Yeterlilik Kurumu Sektör Komitelerinin Kuruluş, Görev, Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik

— Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Lisans Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

 

KURUL KARARI

— Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 22/11/2007 Tarihli ve 2384 Sayılı Kararı

 

YARGI BÖLÜMÜ

 

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

— Anayasa Mahkemesinin E: 2001/226, K: 2006/119 Sayılı Kararı (15/5/1930 Tarihli ve 1608 Sayılı Kanunda Değişiklik Yapan 5/7/1934 Tarihli ve 2575 Sayılı Kanun ile İlgili)


Namaz için yasağa Diyanet onayı

Ankara 7. İdare Mahkemesi, Cuma namazı kılınan bir konferans salonunu Diyanet İşleri Başkanlığı"nın kararını gerekçe göstererek mühürledi ve kapattı.
 
Kenan Kıran `ın haberi
 

Diyanet İşleri Başkanlığı "na bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu "nun, "Başörtüsü Allah "ın emridir" hükmüne rağmen başörtüsü konusunda tavır takınan mahkemeler, Cuma namazı kılınan bir konferans salonunu Diyanet İşleri Başkanlığı "nın kararını gerekçe göstererek mühürledi ve kapattı .
 

OLAY NASIL GERÇEKLEŞTİ?
 

İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV ), 1995 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü "nün bilgisi dahilinde konferans salonu açtı. Söz konusu konferans salonunda Cuma günleri gerçekleştirilen "Cuma Konferansları" programını müteakiben Cuma namazı kılındı.
 

Altındağ Kaymakamlığı ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü , Cuma namazı kılındığı gerekçesiyle 5 Eylül 2003 tarihinde salonun kapılarını mühürledi ve salonun kapatılmasını istedi. İLKAV Başkanı Mehmet Pamak , hukuka ve yürürlükteki yasalara aykırı olan bu idari işlemin iptali için konuyu yargıya götürdü.
 

İŞTE FETVAYA GÖRE KARAR
 

Ankara 7. İdare Mahkemesi , karar verirken Diyanet İşleri Başkanlığı "nın görüşüne başvurdu ve davalı idarenin konferans salonunu kapatma işleminin hukuki olduğuna karar verdi.
 

Ankara 7. İdare Mahkemesi "nin 2006/177 esas, 2007/1470 nolu kararında; "633 sayılı Kanun ile ibadet yerlerini yönetmekle görevli olan Diyanet İşleri Başkanlığı "ndan Cuma namazlarının kıldırılması yönünde bir izni bulunmayan davacı vakfın faaliyetlerinin, 633 Sayılı Kanun"un 35. maddesinin "Cami ve mescitler Diyanet İşleri Başkanlığı "nın izni ile ibadete açılır ve başkanlıkça yönetilir" hükmüne aykırılığı tartışmasız olup, davalı idarece tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır" denildi.
 

HUKUK SKANDALI
 

İLKAV Başkanı Mehmet Pamak , özel bir mekânda toplu namaz kılmanın mer "i mevzuat çerçevesinde izne tabi olmadığını, Cuma namazı kılmayı izne bağlayan yasal bir dayanağın da bulunmadığını hatırlatarak, "Konferans salonumuzu izinsiz mescid hükmüne sokarak haksız ve hukuksuz olarak kapatan idarenin hatalı işlemini onaylayan karar, hukuka, yasalara ve uluslararası insan hakları sözleşmelerine aykırıdır" dedi.
 

Pamak , "Konferans salonunda Cuma namazı kılmanın da laik devletin iznine tabi tutulması ve bunun bir mahkemece de uygun bulunması Türkiye "ye özgü yeni bir hukuk skandalı olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır" diye konuştu.
 

BU NASIL ÇELİŞKİ
 

Başörtüsü konusunda Diyanet "in görüşünü dikkate almayan mahkemelerin, Cuma namazı kılan vatandaşların bulunduğu mekanı kapatmak için Diyanet "in görüşüne başvurması, "Bu nasıl çelişki" şeklinde yorumlandı.
 
2007-11-27 18:17:37 Haber7

 Türkiye, AİHM`e önereceği üç yargıç adayını belirledi
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) son 9 yıldır Türkiye`yi temsil eden yargıç Rıza Türmen`den boşalacak göreve aday gösterilecek isimler belli oldu.
 
Edinilen bilgiye göre Türkiye , Brüksel Üniversitesi öğretim görevlisi Prof.Dr. Ruşen Ergeç , Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof .Dr. Işıl Karakaş ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç .Dr. Ali Ulusoy `u AİHM `nin yeni Türk yargıç adayları olarak belirledi.


Yeni aday listesinin aralık ayı içinde Avrupa Konseyine sunulması öngörülüyor.


Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 22. maddesi gereğince sözleşmeye imza atan 20 ülke, üç kişilik birer aday listesi sunuyor ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM ) bu üç adaydan birini seçiyor. Türkiye de 22 Martta 3 kişilik aday listesini Avrupa Konseyine sunmuş, ancak bu liste AKPM Başkanlık Divanı tarafından, önerilen Türk adaylar arasında "çok fazla seviye farkı" bulunduğu gerekçesiyle iade edilmişti. Türkiye `nin gönderdiği ilk listede, Prof.Dr. Ruşen Ergeç yine yer alırken, diğer iki aday Hacettepe Üniversitesinden Prof.Dr. Mustafa Erdoğan ve Ankara Üniversitesinden Prof.Dr. Arzu Oğuz `du .

2007-11-27 17:15:56 Zaman 


 Yargıtay Fethi Dördüncü"nün cezasını onadı
Yargıtay, Selanik"teki Atatürk Evi"nde bulunan şeref defterine yazdığı ifadelerden dolayı Fethi Dördüncü"yü, Başbakan Erdoğan"a hakaret ettiği gerekçesiyle 10 bin YTL manevi tazminat ödemeye mahkum eden yerel mahkeme kararını onadı.
 
ANKARA - Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi , Dördüncü"nün Selanik "teki Atatürk Evi "nde bulunan şeref defterine yazdığı ifadelerin, "muhatabı kim olursa olsun ciddi derecede ıstırap verici, onur ve itibarı rencide edici olduğunu belirterek, Fethi Dördüncü "nün, Erdoğan"a 10 bin YTL manevi tazminat ödemesine karar vermişti.Dördüncü"nün avukatının kararı temyiz etmesi üzerine, dosya Yargıtay 4. Hukuk Dairesince incelendi. Daire, yerel mahkemenin gerekçeleri doğrultusunda kararı onadı.


Erdoğan"ın avukatı tarafından açılan davanın dilekçesinde, Dördüncü"nün, Atatürk Evi "ndeki şeref defterine yapıştırdığı mektupta yer alan ifadelerle, Erdoğan"ın "toplum önünde küçük düşürülmesine, şahsiyet haklarının ağır suretle ihlal edilmesine, toplumun kin ve nefret duygularına maruz kalmasına sebebiyet verdiği kaydedilmişti.


Dilekçede, bu durumun, "Başbakan Erdoğan "ın manevi şahsiyetinde telafisi güç zararlar meydana getirdiği ifade edilerek, "Erdoğan"ın duyduğu acı, elem ve ıstırabı bir nebze olsun hafifletmek için 20 bin YTL manevi tazminat talep edilmişti.

2007-11-27 15:10:43 NTV-MSNBC


Genç doktor gözaltında `intihar etti`
 
Ahlak polisinin İslami kurallara uymayanlara göz açtırmadığı İran , genç bir doktor kızın şüpheli ölümüyle çalkalanıyor... Hamedan kentine gönüllü çalışmaya giden Zehra Beni Yakup , (27) ekim ayında nişanlısıyla dolaşırken göz altına alındı. Nişanlısı 1 saat sonra bırakılırken genç kız, gece hapse atıldı. Polis, ertesi sabah ailesini arayıp "Kızınız intihar etti" dedi. Basında da yankı uyandıran olayla ilgili ailesi "Kızımızla ölmeden önce konuştuk. İntihar olamaz. Ahlak polisi onu işkenceyle öldürdü " diyerek hukuk mücadelesi başlattı. İnsan hakları dernekleri ve eski milletvekilleri soruşturma için Adalet Bakanlığı `na başvurdu.
 
2007-11-27 02:57:31 Sabah

 `Taşlama` cezasına karşı İstanbul zirvesi
 
BERİL KÖSEOĞLU (Arşivi )


İSTANBUL - İranlı Abbas Hacızade ve Mahbube Muhammedi , Mayıs 2006`da hapishanedeki hücrelerinden sabaha karşı çıkarılarak Meşhed kentindeki bir mezarlığa götürüldü. Bu arada yetkililer, çevredeki evlerin kapılarını çalarak bazı milis ve güvenlik güçlerini aynı mezarlığa `davet


ediyordu`. O gece, Mahbube`nin kocasını öldürmek ve zinayla suçlanan iki mahkûmun `recm` cezası uygulanacaktı. Milislerden bazıları neden mezarlığa getirildiklerini ancak Mahbube ve Abbas `ı görünce anlamıştı; kimisi taşlama eylemine katılmak istemedi ama zorla da olsa bunu yapmaları gerekiyordu. Mahbube ve Abbas , Meşşed`deki mezarlıkta taşlanarak öldürüldü...


Mükerrem`e de aynı ceza


Bu, Aralık 2002`de ilan edilen moratoryumdan sonra uygulanan ilk recm cezasıydı ancak son değildi. 5 Temmuz 2007`de, zina suçlaması nedeniyle 11 yıldır hapiste tutulan Cafer Kiyani Takistan bölgesinde bir çölde yine taşlanarak öldürüldü. Kocasını Kiyani`yle aldatmakla suçlanan Mükerrem Ebrahimi ise aynı cezadan, o günün İran `da kadınlar gününe denk gelmesi sayesinde kurtuldu . Dört yaşındaki oğluyla birlikte hâlâ hapiste tutulan Mükerrem`in cezasının her an infaz edilmesi tehlikesi bulunsa da, avukatları Şadi Sadr kadının İslam hukuku çerçevesinde ilk kocasından boşanmış sayılması gerektiğini savunarak temyize gitmeye hazırlanıyor...


Recm cezası İran `ın yanı sıra Afganistan , Nijerya (36 eyaletin üçte birinde), Pakistan , Suudi Arabistan , Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri `nde `zina`ya karşı yasal bir cezalandırma türü olarak kullanılırken, İslam Hukukuna Bağlı Yaşayan Kadınlar Ağı (WLUML) dün İstanbul `da, `Kadınların Öldürülmesini ve Taşlanmasını Durdurun!` adlı küresel bir kampanya başlattı.


Tanıtımı Bilgi Üniversitesi `nin Santral İstanbul kampüsünde gerçekleşen kampanyanın açılış konuşmalarını WLUML`nun Asya Bölgesi Koordinatörü Farida Shareed ve Kadınlara Karşı Şiddet konusunda BM Özel Raportörü Yakın Ertürk yaptı.


Kadına Karşı Şiddet Ulusal Kurul üyesi Endonezyalı avukat Sri Wiyanti Eddyono`nun anlattıkları çarpıcıydı. Endonezya `da İslami hareket son üç yılda hızla yerel ve ulusal düzeylerde hukuk sistemine girmiş, 50`den fazla yerel yönetim yeni yönetmelikler çıkarmıştı. Bazı yerlerde kadınlar, kendilerini savunmalarına izin verilmeden kırbaç cezasına çarptırılıyordu.


İranlı ünlü kadın hakları savunucusu, avukat Şadi Sadr da toplantıdaydı. Tanıtım sonrası Radikal`e konuşan Şadi Sadr , ülkesindeki kadın hareketi hükümet baskısı altında bulunsa da umudunu kaybetmemiş.


İran `da `Taşlamayı Sonsuza dek Durdurun` kampanyasını iki yıl önce başlatan ve geçen martta Tahran `daki bir kadın hakları gösterisinde tutuklanıp 17 gün Evin hapishanesinde tutulan Sadr , muhafazakâr Mahmud Ahmedinecad `ın 2005`te cumhurbaşkanı seçilmesi sonrası baskının artıp artmadığı sorusunu şöyle yanıtlıyor:


"İran `da gösteri düzenlemek neredeyse imkânsız. Bir kamusal alanda toplanmak için hükümetten izin almak zorundasınız. Bütün İran `da bir-iki gazete kadın haklarıyla ilgili sadece küçük haberler yayımlıyor. İnternet çok işimize yarıyor fakat hükümet bazı sitelere filtre koyuyor."


Taşlayan da `utanıyor`


Mükerrem`i recmden kurtarma konusunda hâlâ umutlu olduğunu aktaran Sadr , recm uygulamalarına zorla veya gönüllü olarak katılanların ne hissettiğini sorduğumuzda şöyle diyor: "Kampanya arkadaşlarımdan bir gazeteci, Meşhed `deki olaya katılan bir adamla konuşmuştu. Adam utandığını, çok üzüldüğünü anlatmıştı. Sesini duyurmak istemişti. Fakat sonra gazeteci arkadaşıma telefon edip, `Bir kelimesini bile yazmanıza izin veremem` dedi."

2007-11-27 05:00:15 Radikal


 Latif Doğan`a, ``başkalarının şarkılarını izinsiz kullanma`` cezası
 
Türkücü Latif Doğan ve müzik şirketinin, başkalarına ait eserleri izinsiz kullandıkları gerekçesiyle 16 bin YTL tazminat ödemesine karar verildi.


Gaziantep 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ’ndeki duruşmada, Gaziantepli sanatçı Sadık Kör ile Ankaralı sanatçı Selahattin Bölükbaş’ın, Latif Doğan ve müzik şirketi De-Ka Müzik Yapımcılık A.Ş’den tazminat talepleri karara bağlandı.


Mahkeme, Latif Doğan ve müzik şirketinin, "Küstüm " adlı kasetteki "Kınalı Kuzu " adlı eserin Sadık Kör’e, "Güllü Güllü " adlı eserin ise Selahattin Bölükbaş’a ait olduğuna karar verdi. Latif Doğan ve De-Ka Müzik Yapım A.Ş’nin, Kör ve Bölükbaş’a 8’er bin YTL maddi ve manevi tazminat ödemesine karar veren mahkeme, tazminatın davalılardan yasal faiziyle tahsilini kararlaştırdı.


Sadık Kör’ün avukatı Hasan Teke , AA muhabirine yaptığı açıklamada, Latif Doğan ’ın "Yar Gelecek" adlı kasetinde yer verdiği "Zeynebim" türküsünün de müvekkiline ait olduğunu öne sürerek, bu eser için de tazminat davası açmaya hazırlandıklarını bildirdi.

2007-11-27 16:16:07 Milliyet


Yargıtay`a göre `tahrik` TCK`ya göre `tecavüz`
 
RADİKAL - İSTANBUL - Yargıtay 1. Ceza Dairesi `nin seks teklifi eşi tarafından reddedilen kocanın işlediği cinayette `tahrik` indirimi istemesine tepki yağdı. Yeni Türk Ceza Kanunu hazırlanırken, kadın örgütleri kadınlar lehine bazı maddelerin yasada yer almasını sağlamıştı. Bunlardan biri de `evlilik içi tecavüz`dü . 2004`te yasalaşan yeni TCK `nın 102. maddesi `cinsel saldırı` suçunu düzenleniyor. Bu suç eş tarafından işlenirse, şikâyete bağlı olarak soruşturabiliyor. Bu maddeyle ilgili ilk dava da geçen temmuzda sonuçlanmıştı. Antalya `da, karısına tecavüz ettiği saptanan A.A., 10 yıl ceza aldı. Ancak Yargıtay `ın seks isteğini kabul etmeyen eşini öldüren kocaya indirim istemesi şaşkınlık yarattı.
 

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi `nden Prof. Dr. Süheyl Donay : Haksız tahrik indirimi için, kişinin suça tahrik edilmesi ve bu tahrikin haksız olması gerekiyor. Bu olayda kadının eylemi haksız değil, kadının haksız olduğu bir durumu yok. Kadınların cinsel özgürlüğü kocalarına karşı da mevcut olduğuna ve bu konuda ret hakları da olduğuna göre kocaya verilen cezanın indirime tabi olmasını doğru bulmuyorum. Çünkü kadınların da cinsel özgürlüğü var. Yargıtay , mahkemeden delilleri tekrar değerlendirmesini isteyebilirdi.
 

CHP Adana Milletvekili Gaye Erbatur : Yeni TCK `ya göre evlilik içi tecavüz şikayete bağlı bir suç. Kadın istemediğinde, erkek zorlarsa bu evlilik içi tecavüz oluyor. Yargıtay `daki hâkimler olayı yanlış yorumlamış. İlgili ceza maddesi görmezden gelinmiş.
 

Kadının İnsan Hakları Vakfı Koordinatörü Liz Erçelik Amado: Çok üzücü ve korkutucu bir karar. Ayrımcılığı gösteriyor. Yasalara göre kadın veya erkek isteği dışında ilişkiye zorlanamaz. Toplumun yanı sıra yargının da duyarlılığını artırmamız gerek.
 
2007-11-27 05:00:15 Radikal

 `Tanık Koruma çapraz sorgulamayı kaldırıyor`
 
YURDAGÜL ŞİMŞEK (Arşivi )


ANKARA - Türkiye , yasa TBMM `de kabul edilirse, kısa bir süre sonra Hollywood filmlerindekine benzer `tanık koruma programı` uygulamalarına sahne olacak. Muhalefet, özellikle terörle mücadelede etkili olacağı savunulan Tanık Koruma Tasarısı `yla savunmanın daraltılacağı endişesi taşıyor.


TBMM Genel Kurulu `nda bu hafta tartışmalı bir tasarı ele alınacak. `Temel Kanun ` kapsamında hızla görüşülmesi beklenen Tanık Koruma Tasarısı ile, tanıklar estetik ameliyat olabilecek, sesleri değiştirilecek, korumaya alınacak, silah verilecek, kimlikleri tamamen yeniden `yaratılacak`, yeni iş bulunacak. Program `ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve üst haddi on yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar, bir örgütün veya terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenen alt sınırı iki yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar ile terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarda` uygulanacak.


Bu kişilerin, `nişanlısı, eşi, eski eşi, kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üst veya altsoyu, üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları ve evlatlık bağı bulunanlar ile yakın ilişki içerisinde olduğu kişiler` de tanık koruma tedbiri kapsamına alınacak.


Tanık Koruma Tedbiri kararları soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı veya tanığın istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından; kovuşturma evresindeyse Cumhuriyet savcısı veya tanığın istemi üzerine veya resen mahkemece verilecek. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, tedbirlerin


alınmasına tanığın istemi üzerine veya resen savcı karar verebilecek.


`Savunma tanığı göremeyecek`


TBMM Adalet Komisyonu `nun CHP ve DTP `li üyeleri, tasarının Ceza Muhakemeleri Kanunu `nu (CMK ) büyük ölçüde işlevsiz kıldığını, ceza muhakemesi hukukunun temel ilkesi olan yüz yüzelik ilkesinin ortadan kaldırıldığını belirtti. CHP `li İsa Gök , Radikal`e CMK `nın 201. maddesiyle çapraz sorgulama sistemi geldiğini anımsatarak, şöyle konuştu: "Bu ceza yargılaması açısından hakikaten bir devrimdi. Bu tasarı ise, savunma makamının bulunmadığı bir mekânda, sesini dahi duyamadığı bir ortamda ifadelerin alınıp yargılamada kullanılmasını içeriyor. Yani siz savcılığın eline, savunmaya tanığı sorgulatmadan tahkikat yürütme yetkisi veriyorsunuz. Ceza yargılamasının özelliği, iddia makamı iddia ederken savunmanın da iddianın delillerini denetleyebilmesi ve karşı tezini getirmesine bağlıdır. Tanığı göremeyeceğim, sorguya alamayacağım, doğru mu yalan mı söylüyor bilemeyeceğim. Ve o tanık o davanın esasını etkileyecek."

2007-11-27 05:00:15 Radikal

 

Tuğluk`un sözlerine Apo kızacak
DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk`tan samimi ifadeler... 8 askerin teslim töreni ne kadar kurguydu? DTP`de adaylar liyakate göre mi belirleniyor? Peki DTP Türkiye`nin partisi olabildi mi? Bu soruların cevabı bir adım ötede...
 
MURAT AKSOY `un röportajı...


O, Kürtler , Türklerin korkuları, Serv sendromunu anlaşılmalı dedi, eleştirildi. Olağanüstü kongrede başarısız olduk deme cesaretini gösterdi. Kürt sorununun çözümü için bugünleri `tarihi fırsat` olarak değerlendiriyor. Aysel Tuğluk ile yaşanan gelişmeleri, DTP `nin durumunu ve yapılabilecekleri konuştuk.


DTP `nin kapatılması davası kabul edildi, siz DTP `nin kapatılmasını mı istiyorsunuz? Kapatma süreci hukuki olmaktan çok siyasidir. Türkiye geçmişte uyguladıklarını tekrar yapıyor. Bu zaman ve itibar kaybıdır. Çünkü DTP kapatılmadan yenisi kurulur. Biz siyaset yapmak istiyoruz. Hangi partili partisini kapattırmak ister ki? Partimizi değil kapatmak, aksine siyaset alanını genişletmek için çaba gösterilmelidir.


Başbakan tam bu süreçte önemli bir açıklama yaptı ve siyaset, şiddet ikilemi içinde bir tercihi sundu size... Başbakanın son çağrısını bir milat olarak görmek istiyoruz. Bundan önce Özal `dan Ağar `a kadar benzer açıklamalar çok kez yapıldı ama tam bu dönemde Başbakan`ın çağrısını önemsiyorum. Çağrının hukuksal ve anayasal alt yapısı geliştirilirse çok olumlu sonuçlar doğurabilir. DTP `nin mecliste olması bu anlamda bir imkan, şans olarak değerlendirmelidir. Tek isteğimiz var; bizlerle diyalog kurulsun . Ama bize karşı sürülecek her ön şart bu diyalog sürecini zorlar. Eğer sağlıklı bir diyalog-tartışma süreci başlarsa bu ortamı sabote edecek her girişime karşı çıkacağımızı ve provokasyon sayacağımızı ilan ediyorum. Bunun için bize yönelik oluşturulan kuşatmanın da kırılması gerekiyor. İçinde bulunduğumuz dönemde sorun daha fazla uluslar arası bir hal almaya başladı ve bu Türkiye `ye yarar sağlamaz. Çok aktörlü, çok çıkarlı, çok faktörlü bir denklemde işler daha da zorlaşır.


ŞİDDETİN POLİTİKAMIZI BELİRLEMESİNE KARŞIYIZ Bu sürece nasıl katkı sunabilirsiniz? DTP bu süreçte Mecliste dışlanması gereken değil diyalog kurulması gereken bir partidir. DTP `siz bir çözüm süreci sağlıklı işlemez! Çünkü DTP sadece meclis temsiliyetinden dolayı değil, Kürt sorunu dediğimiz mesele içinde aidiyet duygusundan tutunda, ekonomik sorunlarına kadar cumhuriyetle sorun yaşayan topluluğun politik iradesi olmasından dolayı da muhatap kabul edilmesi gereken bir partidir.


DTP `ye PKK `yı terörist ilan edin çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konu önemli ve hassas. Böyle dememizin bir yararı yok.


Yararı olmayacağı için mi demiyorsunuz? Hem yararı olmadığı için hem de “terör-kınama” retoriği ile siyaseti boğmamak lazım.


DTP , PKK şiddetine karşı mı? Şiddetin politik eylemimizi belirlemesine izin vermemeliyiz. Biz şiddetin çözüm olmadığını ve silahların susması gerektiğini ve PKK `nın da silah bırakması gerektiğini zaten söylüyoruz. Ancak bizim tek yanlı çağrılarımız yetmiyor. Bu noktada hükümetin bir çözüm planı varsa biz bu çözüm sürecine hem katılmak, hem katkı sunmak hem de aktif bir siyasetle yapıcı rol oynamak istiyoruz. 21. yüzyılda yaşıyoruz ve bu çağda sorunların çözüm yöntemi şiddet değil, demokrasidir. Bu yüzden şiddetin mutlaka durması gerekiyor. 21. asrın ilk çeyreğini yaşadığımız şu zamanda silahlı mücadele dönemi bitmiştir!


SİVİL ANAYASA ÇÖZÜM İÇİN BİR ŞANS Niye çözülmedi bu sorun yıllarca? Özellikle Öcalan `ın yakalanmasından sonra başlayan süreç, çözüm için bir şans yarattı. Ancak olumlu bir adım atılmadı. Ben şunu düşünüyorum, devletin içinde de Kürtlerin içinde de çözümü istemeyenler vardır. Her iki tarafta da bu sorunun varlığından hayat bulanlar var kanaatindeyim. Oysa ölümler üzerinden siyaset yapmak gayrı ahlakidir.


Çözüm için ne yapılmalı? Ben siyasetin ve demokrasinin yaratıcılığına inanıyorum. Türk-Kürt kardeşliğine dayanan, eşit şartlarda birlikte yaşamayı gerçekleştirecek tek bir çözüm modeli olduğuna inanıyorum; o da cumhuriyetin demokratikleşmesine dayanan eşit-özgür yurttaşlık hukuku ve sistemidir. Demokratik cumhuriyet çözümünün en makul ve en uygulanabilir çözüm olduğunu iddia ediyorum.


Bunun için ne yapılmalı? Anayasa tartışmaları önemli. Vatandaşlık tarifi yeniden yapılarak herkes anayasal yurttaşlık hukukuyla eşit sayılmalıdır. Kürtçe dilin seçmeli ders olarak kabul edileceği tartışılıyor. Bu önemlidir. Yerel yönetim reformu “AB yerel yönetimler özerklik şartnamesi” esas alınarak yapılmalıdır. İfade ve örgütlenme özgürlüğü yine AB düzeyinde reforma tabi tutulmalıdır. Ayrıca, siyasi partiler ve seçim yasası gözden geçirilmeli, baraj düşürülmelidir. AB hukuku esas alınarak yapılacak değişiklikler kısa vadede tatmin edici olabilecektir. Bu konularda atılacak adımlar, Kürt sorunun çözümü konusunda önemli bir psikolojik direnişin kırılmasına katkıda bulunabilir. Bizim bin yıllık birlikteliğimiz ve 500 yıllık ittifakımız var.


ASKERLERİN TESLİMİ TAM BİR KURGU 8 askerin Türkiye `ye getirilmesi ile ilgili hakkınızda fezleke hazırlandı... Evet, tamamen o gençlerin hayatıyla ilgili kaygı duyduğum için gitmek gerektiğini düşündüm. İnsani bir refleksti. Ancak, giderken duyduğum bu heyecanı, orada uluslar arası bir kurgu olduğunu fark ettiğimde yitirdim. Ne ABD `nin, ne de bu işe karışmış diğer güçlerin uluslararası çıkarlarına bulaşmak istemezdim. Tek tesellim o gençlerin dönmesi ve ailelerinin sevinci oldu diyebilirim. Biz Kürt sorununun çözümünü istiyoruz. Dağdakilerin silahları bırakmasını sağlamak istiyoruz. Bunun bedeli neyse ödemeye hazırız . Birlikte yaşamak için birlikte çalışalım diyorum...


Ankara `nın kuralları şahinlik kaldırmaz


Güvercinler gitti, şahinler mi geldi yönetime? Bu konuda çok yazıldı. Ama bence meselenin kategorize edilmemesi gerekiyor. Ben bunu farklı vizyona, farklı mizaç ve mantık yapısına sahip olma ile açıklıyorum. Bu anlamda herkesin siyaset yapma tarzı farklıdır. Ve göreve gelen arkadaşların vizyonu ve düşünce yapısı-tarzı bizimkine benzemeyebilir, doğaldır. Ama kim gelirse gelsin siyasetin yapılacağı bir zemin ve sınır var, ona uymak durumunda. Yani söylendiği gibi şahin ya da radikal birileri varsa, bu sınırlar içinde farklı davranma şansı zaten olamaz. Siyasetin kurallarına bağlı kalmak gerekiyor. DTP siyasetini demokratik olgunluk içinde, diyaloga ve uzlaşıya dayalı yürütmek durumundadır. Aksi taktirde DTP ve Türkiye zarar görür. Şunu da söyleyebiliriz, radikalliğin zemini başka bir yerdir. Ankara `da radikal olunmaz zaten! Ben siyasette tutarlılığı, esnekliği ve yaratıcılığı önemsiyorum. Radikalliğin siyasette yarar getirmediğini bizzat yaşayarak öğrendim. Hem biliyoruz ki, çağımız birçok çelişkiyi kendiliğinden çözüyor zaten!


Adaylar liyakate göre belirlenemedi


20 milletvekilinin birçoğu genç ve siyaseten deneyimsiz. Bu adaylar kim tarafından nasıl belirlendi? Eğer siz siyasetin merkezine demokrasiyi koyuyorsanız, önce demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla kendi içinizde işletmeniz lazım. Aksi takdirde kamuoyunda inandırıcılığınız kalmaz. Ben seçim sürecinde bu kriterin ihmal edildiğini düşünüyorum. Emek, liyakat ve yeterlilik yerine başka faktörler etkili oldu. Bu kendini güncelleyememiş bir tarz ve kültürün sonucu olarak 20 yıllık siyaset geleneğinin teamüllerine dayanıyor. Ve gelenekler bilirsiniz ki antidemokratik özellikler taşıyabiliyor. Açık konuşalım; 20 yıllık bu gelenekten beslenen bazıları kendilerini partinin sahibi görmeye başlıyor. Benzer kişiler de partinin emek sürecinden geçmeden, partide hiç yer almadığı halde bu yapılara dayanarak kendilerini bir yerlere getiriyorlar ve `en iyi partili` oluyorlar!. Ben bunu demokratik bulmuyorum, adil de bulmuyorum. Bu yüzden bundan sonra DTP de parti içi demokrasi konusunda daha duyarlı davranmak gerektiğini söylüyorum.


DTP siyaseten nerede duruyor? Demokratik ve sol kimlikli kitle partisidir. DTP , ne bir İdeolojik-sınıf partisidir, ne de bir aile partisi değildir. Siyaset yelpazesinde kendimizi demokratik ve sol bir kitle partisi olarak tanımlayabiliriz.


Partinizin bu özelliği yeterince bilinmiyor sanırım... Evet, bunu yeterince ifade edememiş, uygulayamamış olabiliriz ama böyle.


DTP bir blok mu, içinde farklılıklar var mı? `Hangi DTP ?` sorusu doğru bir soru değil. DTP elbetteki homojen değil, özgünlüklerden kaynaklı farklılıklar var. Tarzla ilgilidir. Bu farklılıklara hem DTP hem de Türkiye siyaseti tahammül etmek zorundadır, eğer demokrasi kazanacaksa!


Siyasal önceliklerimizde hatalar yaptık


Neden siyasal önceliğiniz Öcalan `ın koşulları vs. oldu, oysa Güneydoğu `da daha ağır bir tablo var ve siz DTP olarak hiç bu sorunları öncelikli politika yapmadınız? Bu konular önemli ve DTP bu konularda iyi bir sınav veremedi. DTP kendi içine dönerek bunların muhasebesini yapabilmeli. Bazı sorular sormalı kendine: 1.nerede hata yaptık? 2. hangi hassasiyetlere dikkat etmedik, 3. siyasetin diyaloga, esnekliğe dayanan yönünü ne kadar geliştirebildik, 4. ve en önemlisi de halkın taleplerine cevap verecek politikaları ve projeleri ne kadar gerçekleştirebildik?


Her zaman belirtiyorum; önemli bir meseleyi popülist bir dille anlatmaya kalkarsanız, izah edemezsiniz! Bu tür ajite sözlerle halktan coşkulu bir tepki alabilirsiniz, ama aslolan bu halka ne kazandırdığınızdır. Bu dil sorunların çözümüne katkı sunmaz. Aşırı politize edilmiş bir dil kutuplaştırır. Kimi hassasiyetleri karşı karşıya getirmeden, çatıştırmadan bir sağduyuya ulaşmak gerekiyor.


Kapatma ve dokunulmazlıklar hususu için belirtiyorum, reste rest çekmek tüm oyunun kaybedilmesine yol açabilir. Bu yüzden başta DTP olarak yaptıklarımız, bu halka, bu ülkeye, bu topluma ne kazandırır diye düşünmek durumundayız. Kendimize şunu sormalıyız, bu halk bizden neyi, hangi hizmeti nasıl yapmamızı bekliyor? Bize oy veren taban kimliğini, kültürünü istiyor ama huzuru da, ekonomik refahı da istiyor. DTP olarak siyasetimizi bu argümanlar üzerinden demokratik olgunlukla kurgulayabilmeliyiz.


Türkiye `nin partisi olmayı başaramadık


Bir başarısızlık yaşandı ve yeniden görev almayı kişisel ahlakım ve siyasi etik gereği doğru bulmadım. Bize oy verenlerin sadece kimlik ve kültür haklar sorunu yok. Bu toplum aynı zamanda huzur, barış ve ekonomik refah da istiyor. Alt yapı, eğitim, sağlık gibi sorunları da var ve bunlarda en az kimlik ve kültürel haklar kadar önemli. Türkiye Partisi olma iddiamız vardı. Bunun için tüm Türkiye `yi kapsayacak, tüm topluma hitap edecek siyaset, politika, tarz, dil oluşturabildik mi? hayır. Bırakın Türkiye partisi olma iddiasını kendisine oy verenleri de yeterince temsil edemedik. Başarısız olduk açıkçası. AK Parti `nin başarısı da burada belki. AK Parti tüm toplumu kavrayabildiği, taleplere sahip çıkabildiği için başarılı oldu


Kürtler de Türklerin korkularını anlamalı


1921-1924 döneminde Türkiye `nin kurulmasında Kürtler Türklerle birlikte mücadele ettiler. Kemalist kesim kendini demokratik bir kimliğe ulaştırmalı ve artık Kürt inkarından vazgeçmelidir. Kürtler de, Cumhuriyet sonrasında barışamadıkları Kemalizmle (yada Kemalistlerle ) barışmanın yolunu yaratmalı ve düşman olmaktan çıkarmalıdır. Nasıl Kürtler kendi kültürel kimliğine ve varlığına dönük bir kabul bekliyorlarsa, aynı şekilde Kürtlerde , Türklerin değerlerine de saygı duymaları gerekiyor. Bu birliğin anayasal, siyasal, tarihsel, sosyal ve hukuki zeminleri vardır. Yeni bir ideolojiden bahsetmiyorum. Halklarımızda egemen olan düşüncelerin ortak değerlerini bulmaktan söz ediyorum.


Yeni Şafak

2007-11-27 12:40:46 Cafe Siyaset 


Polis vazife başında
Tepkilere rağmen uygulanan ve polisin yetkilerini artıran yasanın sonuçları ortaya çıkmaya başladı
 
İzmir ’de bir gencin, ‘dur’ ihtarına uymadığı gerekçesiyle başından vurulmasıyla bir ailenin daha evine ateş düştü. Tursun ailesini acıya boğan olay, geçtiğimiz mayıs ayında AKP ’nin önerisi ile çıkarılan Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu ’nun tekrar gündeme gelmesine neden oldu.
 

Hukukçuların, insan hakları örgütlerinin karşı çıkmasına karşın çıkarılan kanundan bu yana 3 kişi polis kurşunuyla, bir kişi darp sonucu yaşamını yitirirken, bir kişi de polis kurşunuyla felç oldu.
 

Tasarıyı gazetemize değerlendiren Tursun ailesi, milletvekili, insan hakları temsilcileri ve hukukçular, hak ihlalleri yapanları cesaretlendirdiğini belirterek, yasanın iptal edilmesini istediler.
 

Olay sırasında araçta bulunan Tursun’un arkadaşları da yola barikat kurulmadığını ve uyarı yapılmadan ateş açıldığını dile getirdiler.
 

Tursun hâlâ komada
 

2 arkadaşıyla birlikte araçla 25 Kasım gecesi Karşıyaka ’ya giden 20 yaşındaki Baran Tursun, ‘dur’ ihtarına uymadığı için ensesine isabet eden polis kurşunuyla ağır yaralandı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ’ne kaldırılan Tursun, beyin ölümü gerçekleştiği için bitkisel hayata girdi. Açıköğretim Fakültesi İktisat Bölümü birinci sınıf öğrencisi olan 20 yaşındaki Baran Tursun’un ağır koma hali devam ederken, Tursun’a ateş eden polislerden O.A. tutuklandı. Tursun’un ailesi ve yakınları, iki gündür hastane önündeki bekleyişlerini sürdürüyor.
 

İçişleri Bakanlığı olayla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında İzmir ’e müfettiş gönderdi. İçişleri Bakanı Beşir Atalay “Gelişmeye göre kararımızı vereceğiz. Hatası olan birisi varsa cezasını görür” dedi.
 

‘Barikat yoktu uyarı yapılmadan ateş açıldı’
 

Olay sırasında araçta bulunan ve olayın şokunu üzerinden atamayan Baran Tursun’un arkadaşı Emre Okçelik, ısrarla hiç bir uyarı yapılmadan ateş açıldığını dile getiriyor. Okçelik “Baran ’ın yeni bir şirket kurmasını kutlamak için gezmeye çıktık. Uyarı lambası ya da megafonla bir ikaz olmadı. Yolumuz kesilmemişti. Yolumuza devam ederken tek bir mermi atıldı” diye konuştu.
 

Araçta bulunan bir diğer kişi Tursunun arkadaşı Atilla Doğan da her şeyin çok kısa bir süre içinde olduğunu kaydederek, “Barikat kurulsaydı dururduk. Bize ateş eden polisin ekip aracının tepe lambası bile yanmıyordu” dedi.
 

‘Sorumluların peşini bırakmayacağız’
 

Olayı gazetemize değerlendiren baba Mehmet Tursun, bir polis memurunun tutuklanmış olmasının kendileri için tek başına bir şey ifade etmediğini belirterek, “Dün saat 11-12’ye kadar inkar ettiler. Göstermelik bir şeyler yapmaya çalıştılar. Bugün tutuklamış olabilirler, 1-2 ay sonra çıkması muhtemeldir. Sıradan bir vatandaş böyle bir şey yapsa ne kadar ceza alıyorsa , benim oğlumu vuran polisin de aynı cezayı alması gerekir” dedi.
 

Raporu bekliyorlar
 

Ailenin avukatı Alper Bağıran da, olayla ilgili hazırlık tahkikatının devam ettiğini belirterek, “Kriminal raporları bekliyoruz. Ardından başlayacak olan ceza yargılamasına müdahil olarak katılacağız” dedi. (İstanbul /İzmir /EVRENSEL )
 

Polise silah kullanma yetkisi
 

Kanunun en çok tartışılan maddesi, polise tanınan silah kullanma yetkisi oldu. Buna göre polis, silah kullanmadan önce kişiye ‘dur’ çağrısında bulunacak. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilecek. Buna rağmen ‘kaçmakta ısrar etmesi’ dolayısıyla ‘ele geçirilmesinin’ mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilecek.
 

Meclis gündemine taşınacak
 

Yaşanan olayı ve Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu ’nu gazetemize değerlendiren milletvekilli, hukukçu ve insan hakları örgütü temsilcileri, çıkan yasalarla yurttaşların haklarının değil devletin ve ilgili kurumların çıkarlarının korunduğuna ve bunun, hak ihlalleri yapanları cesaretlendirdiğine dikkat çekti.
 

TBMM İnsan Hakları Komisyonu Üyesi DTP Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal , İzmir ’de yaşanan olayın ne ilk neden son olacağını belirterek, olayı inceleyip komisyonun gündemine getireceğini dile getirdi. Kanunun çıkmasından bu yana yaşanan üçüncü ölüm olduğunu dile getiren Birdal , kanunun hak ihlallerini ve işkenceleri cesaretlendirdiğini kaydetti. Olayda ‘dur’ ihtarı yapıldığının belirtildiğini, ancak artık bunun bir önemi olmadığını vurgulayan Birdal , olayın takipçisi olacaklarını sözlerine ekledi.
 

İnsan Hakları Derneği Başkanı Avukat Hüsnü Öndül , “Polis keyfi davranmaya ve insanları yargısız infazlarla öldürmeye, işkence yapmaya devam ediyor” diyerek kanunun geri çekilmesini istedi. Yargı ve güvenlik bürokrasisinin, insanların haklarını koruyan değil ihlal eden kurumlar haline geldiğine dikkat çeken Öndül, bunun Türkiye gerçeği haline geldiğini ve hukukun üstünlüğü ilkesinin, geçerliliğini yitirmeye başladığını ifade etti.
 

Art arda polis kurşunuyla gelen ölümler
 

Geçtiğimiz mayıs ayında AKP Sivas Milletvekili Selami Uzun ve bir grup milletvekili tarafından hazırlanarak Meclis ’e sunulan ve AKP ’nin çabalarıyla çıkarılan Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu , sonuçlarını erken vermeye başladı. Tasarı kanunlaştıktan kısa bir süre sonra tepki ve endişelerin ne denli haklı olduğu ortaya çıktı. Art arda İstanbul , Malatya ve İzmir ’den “polis kurşunu ile ölüm” haberleri geldi.
 

Karakolda ölüm
 

İlk olay 20 Ağustos günü Beyoğlu Karakolu’nda meydana geldi. Kokain sattığı iddiasıyla Nijerya uyruklu Festus Okey gözaltına alındı. Okey , götürüldüğü Beyoğlu Karakolu’nda polis silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetti. Okey ’in cenazesi iki ay Adli Tıp ’ta tutulduktan sonra ülkesine gönderilirken, Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı ’nın olaya ilişkin soruşturmasının sürmesine karşın, Okey ’i öldürdüğü iddia edilen polisin silahı iade edildi. Dün Asliye Hukuk Mahkemesi ’nde görülen duruşmada, hakim görevsizlik kararı vererek suçun ‘kasten adam öldürme’ olabileceğini belirtti ve dosyayı Ağır Ceza Mahkemesi ’ne devretti.
 

Malatya ’da ‘infaz’
 

Malatya ’dan Elazığ yönüne giden bir minibüste bulunan 2 kişi, Kale ilçesi çıkışında polis tarafından durdurulmak istendi. Valiliğin olayla ilgili açıklamasına göre iki kişi, polise silahlı saldırıda bulundu. Polisin karşılık vermesiyle bir kişi yaşamını yitirdi, bir kişi sağ yakalandı. İnsan hakları örgütleri ise olayda çatışma bulgusu bulunmadığını belirterek, olayı ‘yargısız infaz’ olarak değerlendirmişlerdi.
 

Polis kurşunu felç etti
 

7 Ekim ’de Yenibosna ’da Yürüyüş dergisini satanlar içerisinde yer alan 17 yaşındaki Ferhat Gerçek, polis kurşunuyla felç oldu. Olay, polisin dergi satanları engellemeye çalışmasıyla başladı. Polisin dergi dağıtanlardan birini gözaltına almak istemesiyle arbede çıktı. Ardından polis, silahına davranarak Gerçek’i sırtından vurdu. Olay ilgili süren soruşturmada savcı, Ferhat Gerçek’in ifadesini ‘şüpheli’, tetiği çektiği belirlenen polisin ifadesini ise ‘mağdur’ sıfatıyla aldı.
 

Bu kez öldüren tekme
 

21 Kasım günü bir arkadaşıyla parkta oturan iki çocuk babası 26 yaşındaki Feyzullah Ete ile “Evinize gidin” diyen bir polis ekibi arasında tartışma çıktı. Tartışma sırasında Ete, A.M. isimli polis memurunun göğsüne tekme atmasıyla yaşamını yitirdi. Adlı Tıp ’ta yapılan otopside, Ete’nin kalbinin üzerinde darp izi tespit edildi. Ete’nin ölümüne sebebiyet verdiği gerekçesi ile polis memuru tutuklandı.
 
Şahin Doğan -Emine Uyar
 
2007-11-27 10:56:38 Evrensel

 Yasalar nişancılara el verdi
 
Polis Vazife ve Selahiyet Kanu -nu`nun genişletilerek, polise geniş yetkiler tanımasını sağlayan kanun teklifi, Mayıs ayında AK Parti Sivas Milletvekili Selami Uzun ve bir grup milletvekili tarafından hazırlanarak, TBMM Başkanlığı `na sunuldu. Sivil toplum örgütü ve hukukçuların endişelerine rağmen tasarı aynı ay içinde Meclis `ten geçerek, kanunlaştı. Kanunun en çok tartışılan maddesi polise tanınan silah kullanma yetkisi oldu. Buna göre, polis, silah kullanmadan önce kişiye `dur` çağrısında bulunacak. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilecek. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilecek. Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini alırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçü ve oranda duraksamadan ateş edebilecekti.


ÖLÜM HABERLERİ ART ARDA


Tasarı kanunlaştıktan kısa bir süre sonra sivil toplum örgütleri ile hukukçuların dile getirdiği endişelerin haklılığı da ortaya çıkmaya başladı. Art arda İstanbul , Malatya ve İzmir `den "Polis kurşunu ile ölüm" haberleri gelmeye başladı. Bazı vakalarda polisler hakkında başlatılan soruşturmalar halen sürerken, önceki gün İzmir `de 20 yaşındaki Baran Tursun`u ensesine ateş ederek öldürdüğü iddia edilen polis memuru tutuklandı.


KARAKOLDA ÖLÜMLE BAŞLADI


İlk olay 20 Ağustos günü İstanbul , Beyoğlu Karakolu`nda meydana geldi. İddiaya göre, Nijerya uyruklu Festus Okey , kokain sattığı gerekçesiyle gözaltına aldı. Okey , götürüldüğü Beyoğlu Karakolu`nda polis silahından çıkan kurşunla yaralandı, Taksim İlkyardım Hastanesi `ne kaldırıldı ve burada yaşamını yitirdi. Okey `in karakola getirilirken ve çıkarıhrkenki görüntüleri karakolun kamera kayıtlarında yer almasına rağmen, nasıl öldürüldüğüne ilişkin kayıtların olmadığı söyledi.


Okey `in ölümüne neden olan kurşunun atış mesafesinin belirlenmesini sağlayan gömleği de ortadan kayboldu. Ve yargı bir skandala daha imza atarak, Okey `i öldürdüğü iddia edilen polisin silahını iade etti. Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı `nın olaya ilişkin soruşturması sürüyor.


POLİS KURŞUNU FELÇ ETTİ


Yürüyüş isimli dergiyi satmak için 7 Ekim `de Yenibosna `ya giden 17 yaşındaki Ferhat Gerçek de polis kurşunuyla ağır yaralandı. Gerçek, omuriliğine isabet eden kurşundan dolayı felç olma tehlikesi ile karşı karşıya. Görgü tanıklarının anlatımına göre, Gerçek, olay günü Yürüyüş dergisini satan grubun içindeydi. Polis dergi satanları engelleyip, grubun içindeki bir kişiyi gözaltına almak istedi. Bunun üzerine arbede çıktı. Grubun taş atması üzerine polis silahına davrandı ve Ferhat Gerçek kaçmak isterken sırtından vurularak yere yığıldı. Olaydan sonra yürütülen soruşturmada ise skandal sayılabilecek bir gelişme yaşandı. Savcı, Ferhat Ger -çek `in ifadesini `şüpheli`, tetiği çektiği belirlenen polis memurunun ifadesini ise `mağdur` sıfatıyla aldı. Gerçek`in avukatı Taylan Tanay savcının soruşturmadan alınması için Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu.


MALATYA `DA İNFAZ İDDİASI


Malatya `da 24 Ekim günü meydana gelen olay da sivil toplum örgütleri ve insan hakları örgütleri tarafından tartışılmıştı. Malatya `dan Elazığ yönüne giden bir minibüste bulunan 2 kişi, Kale İlçesi çıkışında polis tarafından durdurulmak istendi. Valilik açıklamasına göre, iki kişi polise silahlı saldırıda bulundu. Polisin karşılık vermesiyle bir kişi yaşamını yitirdi, bir kişi sağ yakalandı. İnsan hakları örgütleri ise olayda çatışma bulgusu olmadığını belirterek, `yargısız infaz` açıklamasını yapmıştı.


KALBE GELEN TEKME ÖLDÜRDÜ


İki çocuk babası 26 yaşındaki Feyzullah Ete ise 21 Kasım günü bir arkadaşıyla parkta oturuyordu. `Evinize gidin diyen bir polis ekibiyle aralarında tartışma çıktı ve A.M. isimli polis memurunun göğsüne vurduğu tekmeyle yaşamını yitirdi. Olaya karışan polis memuru ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Adli Tıp Kurumu `nda yapılan otopside Ete`nin kalbinin üzerinde darp izi tespit edildi. Emniyet Müdürlüğü ise yaptığı açıklamada, Ete`nin polise karşı çıktığını bu sırada çıkan arbedede yere düşerek yaşamını yitirdiğini iddia etti.


SON OLAY İZMİR `DE


2 arkadaşıyla birlikte araçla 25 Kasım gecesi Karşıyaka `ya giden 20 yaşındaki Baran Tursun, `dur` ihtarına uymadığı için ensesine isabet eden polis kurşunuyla ağır yaralandı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi `ne kaldırılan Tursun, beyin ölümü gerçekleştiği için bitkisel hayata girdi. Tursun`a ateş eden polis memuru O.A. tutuklandı. İçişleri Bakanlığı olayla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında İzmir `e müfettiş gönderdi.


* * *


`Üç ay sonra serbest kalmasınlar`


BARAN Tursun`un babası oğlunun vurulmasına ilişkin olarak "Bu alçakça bir şey. Önce oğlumu öldürdüler, sonra da, daha önceki dosyalarını çıkartıp, önüne koydular. Basın da bunları yayınladı" dedi. Baba Mehmet Tursun, beyin ölümü gerçekleşen oğlunun yaşam ünitesine bağlı olduğunu belirterek, "Doktorları, oğlumun durumuna ilişkin hiçbir umut belirtisi olmadığını söyledi. Yapılacak çok fazla bir şey yok ama durumunun düzelmesi için uğraş vereceğiz" dedi. "Oğlumu bu hale getiren kişileri bulmak, şeref sahibi insanlar için zor olmasa gerek" diyen Baba Tursun, şu sözlerle tepkisini ve üzüntüsünü dile getirdi: "Ölmüş durumdaki çocuğumun kucağına, ihale dosyalarını koyan kişiyi bulmak çok mu zordur? Çok zorsa, bir vatandaş olarak ben gelip sana nasıl bulunacağını göstereyim. Orada görev yapan polisler belli değil mi?"


İzmir Emniyet Müdürlüğü yetkililerinin, polislerin en alt düzeyde ceza alması için adliyede girişimlerde bulunduğu yönünde bilgi aldığını belirten Baba Tursun, "Böyle yapmasınlar, bizi kucaklasınlar, vatandaşı kucaklasınlar" şeklinde konuştu. Çocuğuna polisin "dur" ihtarında bulunmadığını sadece bir aracın selektör yaktığını belirten Baba Tursun, "Ben onların çocuklarına kurşun sıksaydım, bana verecekleri cezanın aynısı da o polislere vermeliler. İki üç ay sonra polislerin serbest bırakılmasını istemiyoruz. Böyle bir şeyi kabul etmeyiz" diye konuştu. Acılarının büyük olduğunu söyleyen Baba Mehmet Tursun, "Ben pırıl pırıl bir çocuk yetiştirdim. Onu her şeye karşı korudum ve eğittim. Ama, polisin kurşununa karşı nasıl bir tedbir alınacağını düşünemedim ve çocuğuma anlatamadım" dedi. Olay sırasında araçta bulunan Emre Ökçelik ise, "Biz sadece arkamızdan bir selektör yakıldığını gördük. Herhangi bir anons ya da siren sesi yoktu. Sonra bir silah sesi duydum. Durmasını söylemek için Baran `a döndüğümde, O`nun vurulduğunu gördüm. Ve üzerime düştü. Sonra da direksiyon hakimiyeti kaybolduğu için bir araç bir yere çarparak durdu.


* * *


Festus Okey `in dosyası AğırCeza`ya gitti


NİJERYALI Festus Okey `in gözaltında ölümüne ilişkin Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli bir polis memuru hakkında açılan davada dün görevsizlik kararı verildi. Beyoğlu 7. Asliye Ceza Mahkemesi `ndeki davanın ilk duruşmasına, tutuksuz yargılanan sanık polis memuru Cengiz Yıldız katıldı. Hakim, sanığa isnat edilen suçun, TCK `nın 81. maddesindeki "kasten adam öldürme" eylemine dönüşme ihtimali bulunduğunu belirtti. Bu nedenle gereğinin değerlendirilmesi için davada "görevsizlik kararı" veren hakim, dosyanın Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesine gönderileceğini açıkladı.


Hukukçular ne diyor?


Avukat Ömer Kavili : Polis kanundışı birşey yapmamaktadır. Aşırı güç kullanımı hukuka değil ise bile kanuna uygundur. Emniyet güçleri, Polis Vazife Selahiyet Kanunu `nda yapılan değişiklik doğrultusunda davranmaktadır. Toplum olarak polisin bu tutumundan şikayetçiysek, bu şikayetimizi yasa değişikliğini yapan siyasilere iletmeliyiz.


Burada siyasilere sormamız gerekir, acaba polisin aşırı şiddet içeren ve insan hayatına son veren uygulamalarında sorumlulukları olduğunu düşünüyorlar mı? Yasada yapılan değişiklik polise doğrudan hedefe ateş etme yetkisi vermiştir. Bu durumda bir olay esnasında hedefe doğrudan ateş açılmasının gerekli olup olmadığının ispatı, kurşunlara hedef olup yaşamını yitiren kişiye düşmektedir. Ölüler de konuşamayacağından ispatsızlık durumu doğmaktadır. Bu durumdan yararlanmak isteyen bazı kişiler rahat hareket ediyor olabilirler. Yaşanan son olaylar bu konuda bir an önce hukuka uygun bir düzenlemenin yapılması gerektiği gerçeğini gözler önüne sermektedir.


Avukat Kemal Aytaç : Zaten biz Polis Vazife Selahiyet Kanunu `nun değişmesinden sonra bu yasaya karşı çeşidi protestolar ve basın açıklamaları yaptık. Özellikle son bir hafta içeresinde yaşanan olaylara baktığımızda bizim haklı olduğumuz anlaşıldı. Polis mevcut yasaya göre zaten silah kullanabilir ama bu yasanın amacı polise ve jandarmaya daha fazla yetki vererek daha fazla güç kullandırmak. Bu yasa tamamiyle anti-demokratik ve insan hak ve özgürlüklerini ihlal eden bir yasadır. Yasanın derhal gözden geçirilmesini ve gerekli değişikliklerin yapılmasını istiyoruz.


Avukat Gülizar Tuncel : Daha öncesinde de iptal edilen polisin durmadan, hareket halinde ateş etme yetkisi Polis Vazife ve Selahiyet Ka-nunu `yla geri verildi. Kolluk güçleri bu bağlamda tamamen bu olayların birinci derecede sorumlusudur. Aslında polisin bu olayları gerçekleştirdikten sonra yürütme ve yargı sürecinde de sorun var. Genelde ceza alması gereken polisler bu olaylarla terfi edip ödüllendiriliyor. Sonuç olarak bu olaylar Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu ile yürütme ve yargının eserleridir.


DİYARBAKIR - Dİ HA

2007-11-27 11:09:39 Birgün 


 Arınç`a hakaret davası görüşüldü
Hakim Çetin, Bülent Arınç`ın TBMM Başkanlığı görevini yürütürken meydana gelen olay nedeniyle suçtan zarar görmesi ihtimaline karşı CMK`nın 237. maddesi gereğince Arınç adına avukat Erikel`in davaya müdahil olmasına karar verdi.
 
Milli Saraylar Daire Başkanlığı `na bağlı bir müzede görevli 2 memurun, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç `a hakaret içeren elektronik postayı yaydıkları iddiasıyla yargılanmalarına devam edildi. İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi `ndeki duruşmaya, tutuksuz sanıklar Songül Yardımcı ve Naciye Uçar Başaran katılmadı. Sanıkların avukatı Salih Beşaltı, şikayetin süresi içinde yapılmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istedi.


Hakim Selahattin Çetin , Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi `ne gönderilen talimata gelen yanıtta, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç adına avukat Yakup Erikel `in davaya katılma talebiyle dilekçe verdiğini tutanağa yazdırdı. Hakim Çetin , Bülent Arınç `ın TBMM Başkanlığı görevini yürütürken meydana gelen olay nedeniyle suçtan zarar görmesi ihtimaline karşı CMK `nın 237. maddesi gereğince Arınç adına avukat Erikel `in davaya müdahil olmasına karar verdi.


Hakim Çetin , İstanbul Adalet Komisyonu bilirkişi listesinden seçilecek bilirkişinin, sanıkların kullandığı bilgisayarları inceleyerek konuya ilişkin yazının hangi IP numaralı bilgisayardan nerelere gönderildiğini belirlemesini kararlaştırdı. Çetin ayrıca, komisyonun listesinde bu konuda uzman bulunmaması halinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Bilgi İşlem Şubesi Müdürlüğü`nden 2 uzmanın bilirkişi olarak atanmasına da hükmederek, duruşmayı erteledi.


-İDDİANAMEDEN-


İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı `nca hazırlanan ve eski TBMM Başkanı Arınç `ın ``mağdur`` sıfatıyla yer aldığı iddianamede, tutuksuz sanıklar Naciye Uçar Başaran ile Songül Yardımcı`nın, Milli Saraylar Daire Başkanlığı Dolmabahçe Müzesi `nde görev yaptıkları ifade ediliyor. Başaran `ın, elektronik postayı Yardımcı`ya, onun da kendisinde kayıtlı diğer adreslere gönderdiği belirtilen iddianamede, elektronik posta metninin, ``kamu görevlisi olan mağdurun onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil ya da olgu isnadı taşıdığı`` kaydediliyor. İddianamede, bu isnadın mağdurun görevinden dolayı yapıldığı öne sürülerek, sanıkların ``hakaret`` suçunu düzenleyen TCK `nın 125. maddesinin 1, 2 ve 3-a maddeleri uyarınca 1 ile 2`şer yıl arasında hapis cezasına çarptırılmaları isteniyor.


AA

2007-11-27 15:15:43 Cafe Siyaset


AİHM Patrikhane için toplanıyor
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM ), Fener Rum Patrikhanesi `nin Türkiye aleyhine açtığı davayı bugün görüşecek.
 

Duruşmada, Türk hükümeti ve Fener Rum Patrikhanesi `nin avukatlarının görüşlerini dinleyecek olan AİHM `nin ilgili dairesi, kararını ileri bir tarihte açıklayacak. Fener Rum Patrikhanesi , Büyükada `daki Rum Yetimhane Vakfı `na ait bir taşınmazın gerçekte kendisine ait olduğunu, bunun tersi karar alan Vakıflar Genel Müdürlüğü `nün hatalı davrandığını ileri sürüyor. Patrikhane , kendisine ait olduğunu iddia ettiği taşınmaz malın başkasına verilerek, insan hakları ihlalinde bulunulduğunu ve mülkiyetin korunmasıyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1`inci protokolün 1`inci maddesinin ihlal edildiği görüşünü savunuyor. Daha önce 2 Ekim `de yapılması planlanan duruşma, Türk yargıç Rıza Türmen `in sağlık sorunları için ertelenmişti.
 
2007-11-27 00:16:37 Bugün

 `3-4 ay yatıp çıkıyoruz`
İnsan kaçakçılığı` suçundan 1994 yılından itibaren 11 kez gözaltına alınan Metin Duman, `Artık bu işleri yapmıyorum. Şimdi çok pişmanım` dedi.
 
Metin Duman , avukatı Burak Cengiz aracılığıyla yaptığı açıklamada, ilk insan kaçakçılığı olayına 1994 yılında karıştığını belirtti. Gözaltına 11 kez alınan ve 10 defa cezaevine girdiğini söyleyen Metin Duman , `1994 yılından beri bir çok kez bu tür organizasyonlarda yer aldım. Ancak 2000 yılından beri en fazla 3-4 kez organizasyonlarda yer aldım. Artık bu işleri yapmıyorum. Şimdi çok pişmanım` dedi.


Hakimin, savcının karşısına çıkmaya utandığını söyleyen Metin Duman , `Uzun yıllardır sürekli 3-4 ay yatıp yatıp çıkıyoruz, mahkemelerim var bir çoğu devam ediyor. Şu anda 3 mahkemem sürüyor. Benim hakkımda kılık değiştiriyor diye iddialar vardı, bunların hepsi yalan beni dünya tanıyor` ifadesini kullandı.


`KAÇAK BAŞINA 400-500 DOLAR `


İnsan kaçakçılığın nasıl yapıldığını anlatan Duman , şunları kaydetti:


`Organizatörler, kaçakları Irak ve İran gibi ülkelerden alıp yaklaşık 2 bin dolar karşılığında İstanbul "a getiriyorlar. Bu kişiler daha sonra Bodrum , Marmaris , Kuşadası ve Çeşme gibi yerlerde kaçakçılık işiyle uğraşan kişileri bulup onlarla pazarlığa oturuyorlar. Kaçakları, yurtdışına götürecek kişilere başlangıç olarak masraflar için 500-1000 dolar veriyorlar. Bu para yalnızca teknenin mazot parası ile yolculuk sırasında yenilenecek yemek için harcanıyor. Paranın tamamı ise kaçaklar gidecekleri yere ulaştıkları zaman teslim ediliyor. Kaçaklar yerine ulaşmadan paranın tamamını almak mümkün değil. Kaçak başına ise 400-500 dolar alınıyor .` Metin Duman "ın hakkında Bodrum Cumhuriyet Savcılığı "nca yakalama emri bulunduğu öğrenildi.

2007-11-27 14:01:04 Star 


 Şişli`deki cinayet davasında karar
Şişli`de kızları ve torunlarını kendisine göstermediği için damadını öldürdüğü iddiasıyla yargılanan Hasan Özcan, 25 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
 
Şişli `de kızları ve torunlarını kendisine göstermediği için damadını öldürdüğü iddiasıyla yargılanan Hasan Özcan , 25 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya, tutuklu sanık Hasan Özcan katıldı.


Duruşmada son savunmasını yapan Özcan , olay günü kızlarını ve torunlarını görmek için damadının iş yerine gittiğini belirtti. Damadının üzerine gelerek ``bir daha gelme, seni öldürürüm`` dediğini öne süren Özcan , bunun üzerine panik ve korkuya kapılıp silahını çektiğini söyledi. Özcan , ``Üzgünüm, ancak pişman değilim. Mahkemenin takdirine sığınıyorum. Karara saygılıyım`` dedi.


Sanık avukatı Mehmet Emin Algan da, Hasan Özcan `ın öldürme kastıyla hareket etmediğini, çocuklarını ve torunlarını görmek amacıyla damadının iş yerine gittiğini ifade ederek, olayın Özcan `ın silahını çıkarması sırasında damadı Cem Çınar `ın eline sarılması sonucu meydana geldiğini savundu . Hasan Özcan `ı ``damadı Cem Çınar `ı öldürmek`` suçundan müebbet hapis cezasına çarptıran mahkeme heyeti, sanığın yargılama aşamasındaki davranışını lehine indirim nedeni olarak kabul ederek, bu cezayı 25 yıl hapse çevirdi.


Mahkeme heyeti, Özcan `ı ``Ruhsatsız silah bulundurmak`` suçundan da önce 1 yıl hapis cezasına çarptırdı. Daha sonra bu ceza, sanığın duruşmadaki tavırları nedeniyle 10 ay hapse indirildi. Böylece Hasan Özcan her iki suçtan dolayı 25 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmış oldu.


Cumhuriyet Savcısı tarafından yargılama aşamasında verilen mütalaada, yıllar önce eşinden ayrılarak gittiği Almanya `dan Türkiye `ye dönen Hasan Özcan `ın, kızı ve torunlarıyla görüşme isteğini geri çeviren damadı Cem Çınar `ı, 2 Ekim 2006 tarihinde iş yerinin önünde ruhsatsız tabanca ile 5 kez ateş ederek öldürdüğü kaydediliyordu. (


AA

2007-11-27 14:52:00 Haber7

 


Mahkeme, Telsim`in Motorola`ya 1 Milyar $ Ceza Ödemesini Onayladı
Bir Amerikan federal mahkemesi, geçen hafta görülen davada, Telsim firmasının eski sahibi Uzan Ailesinin, bu miktarı ödeyemeyeceği beyanına karşın, Motorola`ya 1 milyar $ ödemeye mahkum etti. Nokia firmasının da ayrıca davayı takip ettiği bildiriliyor. Telsim`in Vodafone`a satışı sırasında TMSF ile anlaşan Nokia 341 milyon $ ve Motorola 910 milyon $ almışlardı. Ancak her iki firma zararlarını öne
 
Amerikan Temyiz Mahkemesi , geçen yıl Manhattan `daki bir mahkemenin Uzan Ailesi aleyhine verdiği 1 Milyar $`lık ceza kararını onayladı. Karar, 2002 yılında Uzan Ailesinin Nokia ve Motorola tarafından açılan bir davanın uzantısı.
 

Motorola Uzan Ailesinin yönetimindeki Telsim firmasına altyapı ekipmanı, telefon cihazları ve servis için finansman sağlamıştı. Motorola , Nokia ve Telsim arasındaki anlaşmalarla şubat 2000`de Motorola 1,5 milyar $`lık kredi haline dönüşmüştü. Telsim bu meblağın 728 $`lık ödemesini yapmayınca da hem Nokia hem de Motorola tarafından mahkemeye verilmişti.
 

Motorola ve Nokia davayı kazandılar. Temyiz mahkemesi ise Uzan `ları 2,1 milyar $ ödemeye mahkum etti. Daha sonra ise, şubat 2006`da hakim Motorola `ya bu meblağın yarısının yani 1 milyar $`ın ödenmesini istedi. Nokia `nın ise ayrıca talepte bulunacağı bildirildi.
 

Motorola , ceza ve tazminat zararı toplamı olarak belirttiği 3,1 milyar $`a karşı bu 1 milyar $`ı almış olacak. Uzan `lar bu manlağın mevcut varlıklarının üstünde olduğunu söylerken, dava hakimi Uzan `ların 5 milyar $`lık varlıkları olduğunu iddia etti.
 

New York `daki mahkemede Uzan ailesi Avukat R. Stan Mortenson temsil etti. Ancak aile davaya katılmadı. Hakim, ailenin ABD `de görülmesi durumunda tutuklanmaları kararını da verdi. Uzan `lar ise davanın İsviçre `deki tahkim mahkemelerinde yeniden görülmesi gerektiğini söylediler.
 

Telsim , 2004 yılı başında, Uzan ailesinin İmar bankası dolayısıyla yaşadığı ekonomik kriz sonrası TMSF `ce el konulan şirketlerden birisiydi. Şirket 2006 aralık ayında Vodafone firmasına 4,5 milyar $ karşılığında satıldı. Bu süreç sırasında, TMSF ve şirketi alacak olan firma aleyhine dava açmayacağı garantisi karşılığında TMSF ile anlaşma yapan Nokia firması Telsim borçlarına karşın 341,24 milyon $ ve Motorola firması da 910 milyon $ aldı. Ancak her 2 firma da zamanında paralarını alamadıkları için zarar gördükleri iddiasıyla Uzan ailesi aleyhine davalarına devam ediyorlar.
 2007-11-27 01:41:35 Turk.internet.com

 İzmir`de polisin kurşunladığı araçta bulunanlar anlatıyor:

 

Hastanede ölümle pençeleşen `dur ihtarı mağduru` Baran Tursun`un arkadaşlarının anlatımına göre bulundukları araca sadece arkadan selektör yapıldı, ne megafon ne siren uyarısı duyuldu
 
İZMİR - İzmir `in Bornova İlçesi `nde, polisin `Dur` ihtarına uymadığı iddiasıyla açılan polis `uyarı` ateşi sonrası başından vurulan ve komaya giren 20 yaşındaki Baran Tursun`un, anestezi yoğun bakım ünitesindeki yaşam mücadelesi sürüyor. Olay sırasında cipte, Baran Tursun`un yanında bulunan arkadaşları Emre Ökçelik ve Atilla Doğan , kendilerine siren veya megafonla uyarı yapılmadığını, önlerine barikat kurulmadığını sadece tek el ateş edildiğini söylüyor. Acılı ama umutlu bekleyişini hastane önünde sürdüren baba Mehmet Tursun ise memleketi Diyarbakır `dan, çocuklarının başta terör olmak üzere herhangi bir olumsuzluğa karışmaması için İzmir `e geldiğini, polis ateşiyle mağdur olabileceklerini hiç düşünmediğini söyledi.


Dün saat 03.30 sıralarında yaşanan ve 20 yaşındaki Baran Tursun`un hastanede yaşamla ölüm arasında gidip gelmesine neden olan olay hakkındaki iddialar gittikçe çelişkili bir hal alıyor. Polisin olay anında yaşananlara dair anlattıklarıyla Baran Tursun`un yanında, cipte bulunan arkadaşlarının anlattıkları çok farklı.


Polise göre olay şöyle gelişti: Bornova `da Manas Bulvarı Tekel Depoları önünde meydana gelen olay öncesinde, iddiaya göre, devriye gezen polis ekipleri, Smyrna Meydanı`nda, şüphelendikleri cipin sürücüsüne `Dur` ihtarında bulundu. Polisin ihtarına uymayan ve içinde üç kişinin bulunduğu cip , Bornova yönüne doğru kaçmaya başladı. Cipin peşine düşen polis, telsiz anonslarıyla kaçış güzergahı üzerinde önlem aldı. Tekel Depoları önünde kurulan barikatı da geçtiği belirtilen cipe, uyarı ateşi açıldı. Direksiyon hâkimiyetini kaybeden 20 yaşındaki Baran Tursun, önce yol ortasındaki ağaca, ardından da elektrik direğine çarparak durabildi.


`Kutlamadan dönüyorduk`


Ancak olay anında Tursun`un yanında, cipin içinde bulunan arkadaşları Emre Ökçelik ve Atilla Doğan `ın anlattıkları çok farklı. Emre Ökçelik, Baran `ın yeni kurduğu şirketle ilgili kutlama yaptıklarını, evlerine dönerken, karanlık nedeniyle ekip otosu olarak görmedikleri bir aracın arkadan sadece bir kez selektör yaktığını, siren veya megafonla herhangi bir uyarıda bulunmadığını, daha sonra da tek el ateş edildiğini ileri sürdü. Ökçelik ayrıca, Tursun`un başının kendi omuzuna düştüğünü ve daha sonra kaza yaptıklarını, kaçmaları gibi bir durumun söz konusu olmadığını söyledi.


Tursun`un cipteki diğer arkadaşı Atilla Doğan da, her şeyin çok kısa bir süre içinde olduğuna dikkat çekerek, "Yolda önümüze barikat kurulmadı. Barikat kurulsaydı biz dururduk zaten. Barikat kesinlikle yoktu. En son gördüğümüz polis, bize ateş açan polisti.


Uyarı olmadı, megafonla seslenen kimse de olmadı. Bize ateş eden polisin


ekip aracının tepe lambası bile yanmıyordu. Olaydan sonra ekip otosuyla karakola götürüldük" diye konuştu.


Bu işin peşini bırakmayacağını dile getiren baba Mehmet Tursun ise, "Gerekirse tüm servetimi harcayacağım. Bu acıyı yaşatanların, daha büyüğünü yaşaması için hukuki mücadele vereceğim. Ancak taraf tutulmasın, mağdur vatandaşların yanında olunsun" diye tepkisini dile getirdi.


`Terörden kaçtık`


Baba Tursun, 1992 yılında memleketi Diyarbakır `dan, çocuklarının başta terör olmak üzere herhangi bir olumsuzluğa karışmamaları için İzmir `e göç ettiklerini söylüyor. Çocuklarını bu yönde iyi eğittiğini, ancak devletin polisinin açacağı bir ateş sonucu mağdur olabileceklerini hiç düşünmediğini, sözlerine ekliyor. "Bundan daha büyük vahşet olamaz" diyen baba Tursun, organ nakli için bağışta bulunmayı düşünmediklerini, oğullarının yaşaması yönünde umutlarının devam ettiğini, bekleyişlerine de devam edeceklerini, avukatları aracılığıyla yasal süreci başlatacaklarını kaydetti. (Radikal, dha )

2007-11-27 05:00:14 Radikal 


 Kadına karşı şiddetin özrü yok" kampanyası
"25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında düzenlenen "Kadınlara karşı şiddetin özrü yok etkinliği, "Kadınların taşlanmasını ve öldürülmesini durdurun adlı küresel kampanyanın başlatılmasıyla açıldı.
 
İSTANBUL - İstanbul Bilgi Üniversitesi Avrupa Enstitüsü Göç Araştırma Merkezi , STK Eğitim Araştırma Birimi ve Hong Kong Şehir Üniversitesi Güneydoğu Asya Araştırma Merkezi ile İslam Bağlamında Kadınların Güçlendirilmesi Konsorsiyumu tarafından düzenlenen "Kadınlara karşı şiddetin özrü yok etkinliği, Santralistanbul "da başladı. Nijerya , İran , Hong Kong gibi ülkelerden gelen kadınlar ülkelerinden örnekler anlattılar; "dini ve kültürel değerlerin kadınların cezalandırılması için kullanılmasına karşı harekete geçmeye çağırdılar.Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Birleşmiş Milletler (BM ) Özel Raportörü Yakın Ertürk , BM "nin, 1999 yılında 25 Kasım "ı "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ilan ettiğini hatırlattı.


Son 15 yıl içinde kadına karşı şiddetle mücadelede pek çok başarı sağlandığını belirten Ertürk , konunun özel bir mesele olmaktan çıkıp görünürlük kazandığını, ülkelerin siyasal ve yasal reformlarına yön vermeye başladığını kaydetti. Ertürk , ataerkil toplum yapısından dolayı kadının hala şiddet altında bulunduğunu ifade ederek, şiddetin en ağır çeşidinin ise kadının öldürülmesi olduğunu söyledi.


TAŞLANARAK ÖLDÜRME DURDURULAMIYOR


Kadınların öldürülmesinin en ağır şeklinin taşlanarak öldürülme olduğunu vurgulayan Ertürk , "Uluslararası hukuka aykırı, insanlık dışı kabul edilse de taşlanarak öldürülme durdurulamıyor dedi. Taşlanarak öldürülme vakalarına bakıldığında, bu şekilde öldürülenlerin yüzde 80"inin kadın olduğuna dikkati çeken Ertürk , daha çok cinsel içerikli konularda kendini gösteren taşlayarak öldürmenin bugün ayrımcı bir şekilde uygulandığını vurguladı. Ertürk , "Taşlayarak öldürme kendisini dinden gelen bir meşruiyetle savunmaktadır. Çeşitli kaynaklara göre bu uygulama ilk olarak Hristiyan ve Yahudi inanışlarında bulunur. İslam toplumu bu inanışlardan etkilenmiş ve bu uygulamayı İslam hukuku içine almıştır. Kadına yönelik şiddetin altında kadın bedeni, cinselliği ve yaşamının kontrol altında tutulması kaygısı yatmaktadır diye konuştu.


DİNİ VE KÜLTÜREL DEĞERLER KADINLARA KARŞI


İslam Hukukuna Bağlı Yaşayan Kadınlar Ağı (WLUML) Asya Bölgesi Koordinatörü Farida Shaheed de, başlattıkları "Kadınların taşlanmasını ve öldürülmesini durdurun başlıklı küresel kampanyanın kültürün ve dinin kadına karşı şiddetin meşrulaştırma yolu olarak kullanılmasını önlemesini dilediklerini, bu kampanyayı pek çok alt kampanya ile destekleyeceklerini kaydetti.


Shaheed, kadına karşı şiddetin tamamıyla kimin güçlü olduğu ile bağlantılı olduğunu ifade ederek, kadınların şiddet görmesinin yanında susturulduğunu da vurguladı. Sessizliği bozmanın oldukça önemli olduğunu belirten Shaheed, şöyle devam etti:


"Dini ve kültürel değerler kadınların cezalandırılması için kullanılıyor. Bu kampanyayı dini ve kültürel değerlerle şiddetin meşrulaştırılmasını önlemek için gerçekleştiriyoruz. Uluslararası toplumun yanı sıra bölgesel mekanizmaların da önemini biliyor ve dikkatini çekmeye çalışıyoruz. Uluslararası anlamda insan hakları mahkemeleri bizlere yardımcı oluyor. Ancak ulusal hükümetlerin desteğine ihtiyacımız var. Güçten bahsediyorsak ekonomik alanda ve diğer alanlarda da güçlü olmamız gerek.


SADR , İRAN "DA 3 KADINI KURTARDIKLARINI ANLATIYOR


İranlı kadın hakları avukatı Shadi Sadr da, İran "da taşlanma cezası alan kadınların zorla evlendirilmiş, şiddete maruz kalmış ya da kocaları tarafından fuhuşa zorlanmış korkunç hayatlar yaşayan kadınlar olduğunu anlattı.


Gazetelerin bu taşlama vakalarını haber yapamadıklarını, insanların ise bu vakaları istisnai vakalar olarak gördüklerini kaydeden Sadr , İran "da şu ana kadar sadece 3 kadının hayatını kurtarabildiklerini belirtti. Bir grup tarafından recmin Kur"an"da yeri olmadığı ve tam da bu sebeple taşlayarak öldürme cezalarının kaldırılmasını talep ettiğini de kaydeden Sadr , "Taşlamayla kadınların cinselliğini kontrol etmek köktendinciliktir. Biz uluslararası hareketle bu cezaları durdurabiliriz dedi.


NİJERYALI İMAN : ERKEĞİN CEZASI HEP DAHA HAFİF


WLUML Uluslararası Dayanışma Ağı Yönetim Kurulu üyesi Nijeryalı Ayesha İman da, şeriat kurallarının fakir ile zengin, kadın ile erkek arasında ayrımcı bir şekilde uygulandığını öne sürerek, sadece bir bisiklet çalan yoksul bir adamın, sağlık alanında yolsuzluk suçu işleyen zengin bir adamdan daha ağır cezalara mahkum edilebildiğini anlattı.


Erkeklerin tecavüz gibi cinsel suçlarda kadınlardan daha hafif cezalandırıldığını belirten İman , "Kadınlar hep ayrımcılığa uğradılar ve kadınlara karşı yürütülen şeriat kanunları hep ağır oldu dedi.


Kadınlar Merkezi (KA-MER ) Direktörü Nebahat Akkoç da, merkezlerine başvuran 198 kadın üzerinde yaptıkları araştırma sonucu, çoğunun nüfusa bile kayıtlarının olmadığını gördüklerini belirtti. Akkoç , 198 kadından 105"inin hiç okula gitmediğini belirterek, kadınlara ölüm cezası veren koca ya da kendi ailesinin de eğitim problemleri bulunduğunun görüldüğünü kaydetti.


Namus cinayetlerinin töre cinayeti olarak adlandırılmamasını isteyen Akkoç , böylece sorunu Kürtler "in sorunu gibi görülerek daraltılmaya çalışıldığını iddia etti. Türkiye "nin güneydoğusunda kültürel dönüşümün önünde birçok engel olduğunu belirten Akkoç , kadına karşı şiddetle mücadelede uluslararası bütün kadın hakları savunucularının ortak bir dil konuşmasının önemine dikkat çekti.


SADECE KURBANLARIN KONUSU DEĞİL


Oturumun kapanış konuşmasını yapan Hong Kong Şehir Üniversitesi Güneydoğu Asya Araştırma Merkezi Direktör Yardımcısı Vivienne Wee, Hristiyan ve Yahudi inançlarının yanı sıra Konfiçyus öğretisinde ve Hindu inançlarında da kadına yönelik şiddete yer verildiğini söyledi. Wee, "Tüm bu inanışların ortak noktası ataerkil toplum yapısıdır. Bu konu sadece kadınların, Hristiyanların ya da İslami ülkelerin değildir. Sadece kurbanların konusu değildir. Bu bir insan hakları problemidir diye konuştu.

2007-11-27 00:37:44 NTV-MSNBC


Anayasa Mahkemesi "Yetkim yok" dedi
Anayasa Mahkemesi, referandumda kabul edilen anayasa paketinin, 11. cumhurbaşkanı seçimine ilişkin düzenlemelerin çıkarılması nedeniyle iptali talebini; "görüşmeye yetkili olmadığı gerekçesiyle oy çokluğuyla reddetti.
 
ANKARA - CHP ve DSP , referanduma sunulan anayasa değişiklik paketinden, gümrüklerde oy kullanma başladıktan sonra 11. cumhurbaşkanına ilişkin düzenlemenin çıkarılması nedeniyle Anayasa Mahkemesi "nde dava açmıştı.CHP ve DSP "nin başvurusunu değerlendiren yüksek mahkeme, bugün kararını açıkladı. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Ali Feyyaz Paksüt , sözkonusu başvurunun oyçokluğu ile reddedildiğini açıkladı.
 

Anayasanın 148"inci maddesinde; anayasa değişikliklerine ilişkin denetimin şekil yönünden nasıl yapılacağının belirtildiğini vurgulayan Paksüt , yüksek mahkemenin iptal istemini görüşmeye yetkili olmadığını açıkladı.
 

Anayasa ahkemesi"nin bu kararıyla referandumla kabul edilen anayasa değişiklik paketi geçerliliğini koruyacak. Mahkeme kararının gerekçesi ise önümüzdeki günlerde açıklanacak.
 
2007-11-27 15:35:34 NTV-MSNBC

 Kart`ın Başvurusu Kabul Edildi
AİHM, CHP`li Atilla Kart`ın yargılanma isteğini kabul etti.
 
Dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyanın Türkiye Büyük Millet Meclisi `nce dönem sonuna bırakılmasına karşı çıkan ve yargılanmak isteyen CHP Konya Milletvekili Atilla Kart `ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi `ne yaptığı başvuru kabul edildi.


Atilla Kart `ın, "Adil yargılanma hakkının engellendiği ve hak ihlali yapıldığı" iddiasıyla yaptığı başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi `nce 15 Ocak 2008`de görüşülecek.


Atilla Kart yaptığı yazılı açıklamada, 22. dönemde şahsıyla ilgili 2 dosya hakkında "Kovuşturmanın ertelenmesine" dair karara karşı yaptığı itirazın, Meclis Genel Kurulu `nda reddedildiğini hatırlattı.


Bunun üzerine 8 Şubat 2005 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde dava açtığını hatırlatan Kart, mahkemenin 3 yıla yaklaşan süre içinde delilleri topladığını, tarafların iddia ve taleplerini değerlendirdiğini ve 15 Ocak 2008 tarihinde duruşma yapılmasına karar verdiğini belirtti.

2007-11-27 16:31:37 TRT 


 X`Happy Birtday Öcalan`a hapis
Yargıtay 8. Ceza Dairesi, PKK lideri Abdullah Öcalan`ın fotoğrafının altına "Doğum günün kutlu olsun" diye yazan derginin yazı işleri müdürüne, terör örgütünü ve liderini övdüğü gerekçesiyle verilen mahkumiyet kararını onadı.
 
Yargıtay 8. Ceza Dairesi , PKK lideri Abdullah Öcalan `ın doğum gününü kutlama mesajını Türk Ceza Kanunu 215. maddesinde düzenlenen "suç ve suçluyu övme" kapsamında değerlendirdi.


Beyoğlu 2. Asliye Mahkemesi `nin verdiği kararı onayan Yargıtay 8. Ceza Dairesi , "Genç Bakış " adlı dergide Öcalan `ın fotoğrafının altına "Doğum günün kutlu olsun" diye yazdıran derginin yazı işleri müdürü Barış Güllü `nün, TCK `nun 215. maddesinde düzenlenen "Suç ve suçluyu övme" suçunu işlediği gerekçesiyle mahkum etti.


Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesi , verdiği mahkumiyet kararında şöyle dedi:


"Öcalan `ın tam sahife fotoğrafının altına `doğum günün kutlu olsun` ibarelerine yer verilerek ayrıca derginin sahifesine yine Öcalan için yapılan kanunsuz gösteri resmini koyarak ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan ve bu amaçla cürüm işleyen silahlı terör örgütünün ve onun liderinin eylem ve faaliyetleri övüldüğü ve bu şekilde kanunlara uymamaya tahrik edildiği iddiası ile sanık hakkında kamu davası açılmıştır.


Sanığın dergide Öcalan `ın resminin altına `doğum günün kutlu olsun` ibaresini yazarak terör örgütünün ve onun liderinin faaliyetlerini övdüğü, bu itibarla kanunun suç saydığı cürmü övdüğü anlaşılmış olup, TCK nunda belirtilen 312/1 maddesinin 5237 sayılı yasada ifadesini bulan 215. maddesi sanık lehine olmakla 5237 sayılı kanunun 215 maddesi uyarınca cezalandırılması gerektiği kanaatine varılmıştır."


Mahkeme, Güllü `nün 1 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bunun da 440 YTL adli para cezasına dönüştürülmesine karar verdi. Mahkemenin kararı Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından onandı.

ANKARA (ANKA)

2007-11-27 11:13:04 Yeni Şafak


Düğününde gözaltına alınıp tutuklanan damadı gelin kurtardı
 
Neşet KARADAĞ /ADANA , (DHA )
 

HATAY ’da 14 yaşındaki B.K. ile sözlü oldukları sırada cinsel ilişkiye giren ve nikahsız düğünleri yapılırken kayınpederinin şikayeti üzerine gözaltına alınıp tutuklanan 19 yaşındaki damat Ahmet Keskin ’i, 15 yıl hapis cezası almaktan gelinin gerçek yaşının 16 olduğunun anlaşılması ve şikayetinden vazgeçmesi kurtardı.
 

Dörtyol İlçesi ’ne bağlı Yeşilköy Beldesi ’nde oturan Ahmet Keskin , mahalle komşularının kızı B.K.’ye aşık olup, geçen mayıs ayında ailesinden istetti. Aile arasında söz kesilip, tatlı yendikten sonra Keskin, aynı ay içinde sözlüsü B.K. ile birlikte Adana ’ya gezmeye gitti. Keskin ile B.K. kaldıkları evde cinsel ilişkiye girdi. 27 Mayıs ’ta çiftin mahallede düğünü yapılırken, B.’nin babası Yusuf K . jandarmaya başvurarak, kızına tecavüz ettiği iddiasıyla damadından şikayetçi oldu.
 

Şikayet üzerine gözaltına alınıp tutuklanan damat Ahmet Keskin , hakkında Adana 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi ’nde 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. B.K. ile birlikte aile üyeleriyle çektirdiği düğün fotoğraflarını mahkemeye delil olarak veren Keskin, “B.K.’yi ailesinden istettim. Söz kesildi, tatlı yenildi. Adana ’ya gezmeye gitmiştik. Bir arkadaşın evinde ilişkiye girdik. B.K. benim eşimdir. Cezaevinden çıkınca tekrar düğün yapacağım" diyerek geçen celse tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. B.K. ise talimatla alınan ifadesinde, Keskin’den şikayetçi olmadığını, kendi rızasıyla ilişkiye girdiğini belirterek, “Ahmet ’i seviyorum ve evlenmek istiyorum`` dedi.
 

DAVA DÜŞTÜ
 

Tutuksuz damat Keskin ile eşi B.K.’nın gelmediği avukatlarının katıldığı karar duruşmasında Dörtyol Asliye Hukuk Mahkemesi ’nden B.K.’nın gerçek yaşının hastane raporu ile 16 olduğunu belirtir kararı mahkeme başkanınca okundu. Keskin’in avukatı B.K.’nın şikayetçi olmaması ve yaşının 14’den büyük olması nedeniyle müvekkili Keskin’le ilgili davanın düşürülmesine karar verilmesini istedi.
 

Mahkeme heyeti, B.K.’nın yaşının 16 olması ve şikayetçi olmaması nedeniyle Keskin hakkındaki davayı TCK ’nın 104/1’nci ve 73/4’ncü maddesine (şikayetçinin şikayetinden vazgeçmesi halinde dava düşer) göre düşürdü.
 

7 BİN YTL BAŞLIK İSTEDİ
 

Tahliye edilen Keskin’in annesi Emine Keskin , oğlunun 7 bin YTL ’ik başlık parası kurbanı olduğunu söyledi. Anne Keskin, “Kızı istedik. Babası verdi. Düğün sırasında babası Yusuf, 7 bin YTL başlık parası istedi. Biz de ödeyemeyince jandarmaya şikayet etmiş. Oğlum , bu şikayet üzerine tutuklandı. Evimizi oğlum geçindiriyordu. Cezaevinde kalması bizi perişan etti. Çok şükür tahliye oldu. Gelinimin yaşı büyüdü. Dava düştü. Resmi nikahla yeniden düğün yapacağız`` dedi.
 
2007-11-27 14:09:22 Milliyet

 PKK`lı terörist nasıl tahliye oldu?
Terör örgütü PKK`dan kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan ve hakkında ``terör örgütü üyesi`` olduğu gerekçesiyle dava açılan sanık B.A, karar duruşmasında bazı iddialarda bulundu. B.A, ``örgüte katıldığım için pişmanım`` dedi.
 
Terör örgütü PKK `dan kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan ve hakkında ``terör örgütü üyesi`` olduğu gerekçesiyle dava açılan sanık B.A, karar duruşmasında bazı iddialarda bulundu.


Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi `nde görülen duruşmaya katılan tutuklu sanık B.A, son savunmasında, terör örgütünde bulunduğu süre içerisinde hiçbir silahlı eyleme iştirak etmediğini ileri sürdü. B.A, ``örgüte katıldığım için pişmanım`` dedi.


``ABD ASKERLERİ KAMPA GELİYORDU``


Savunmasında, kolluk ifadesini tekrar ettiğini kaydeden sanık B.A, şöyle dedi: ``Ben örgüte ne şekilde katıldığımı ve örgüt içerisinde ne gibi faaliyetlerde bulunduğumu ayrıntılı bir şekilde kolluk ifademde belirttim. Ben örgüte katılmadan önce Irak `ın kuzeyine yük taşıyan bir TIR`ın şoförlüğünü yapıyordum.


ABD askerlerinin de zaman zaman yüklerini taşıdığım oldu. Daha sonra örgüte katıldım. Örgütün Hakurk kampında kaldım. ABD askerlerinin Hakurk kampında örgütün üst düzey yöneticileriyle görüşmelerine birkaç kez şahit oldum. Ancak ne gibi konular konuşuluyordu bilmiyorum. ABD askerleri kampa askeri araçla geliyordu.


Ben önceden onlara yük taşıdığım için onların nasıl giyindiğini biliyorum. Amerikan askerlerinin omuz kısmında Amerika bayrağı bulunuyor. Örgüt kampına gelen askerlerin de omuz kısmında Amerika bayrağı bulunuyordu.``


TAHLİYE OLDU


Duruşmada mütalaasını okuyan savcı, sanık B.A hakkında ``terör örgütüne üye olmak`` suçundan dava açıldığını hatırlatarak, sanığın örgütte kaldığı süre içerisinde silahlı bir eyleme katıldığına dair bilgi ve belgenin elde edilemediğini bildirdi.


Sanığın pişmanlık duyarak örgütten 24 Temmuz 2007 tarihinde ayrıldığını, bu nedenle söz konusu suçtan ceza verilmesine yer olmadığını belirten Savcı, sanığın tahliyesini talep etti.


Mahkeme heyeti, sanık B.A`nın, herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin terör örgütünden gönüllü ayrılarak teslim olduğu gerekçesiyle, TCK `nin ``terör örgütü üyesi olmak`` suçunu kapsayan 221/2. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına hükmetti. Mahkeme heyeti, sanığın tutukluluk halinin kaldırılarak tahliyesine karar verdi.


AA

2007-11-27 10:02:46 Cafe Siyaset 


 Aile hekimliği uygulamasına yargıdan iptal
 
Nesrin COŞKUN /İZMİR , (DHA )


İZMİR İl Sağlık Müdürü Opr . Dr. Mehmet Özkan , uygulamada 6 ayı geride bırakan Aile Hekimliği Sistemi `nin ‘başarılı’ olduğunu anlatıp eksik 15 pozisyon için yeni yerleştirme yapılacağını açıkladığı toplantının ardından, İzmir 2`nci İdare Mahkemesi tarafından Aile Hekimliği Yerleştirme Yönergesi`nin iptal edildiği haberi geldi. Bu kararla aile hekimliği sözleşmesi yapmış 1072 hekimin 30 gün içinde yerleştirme işlemlerinin iptal edilmesi gerektiği bildirilirken, İzmir Tabip Odası Genel sekreteri Uzm . Dr. Mete Güzelant, “Valiliğe başvurarak işlemlerin sıfırlanmasını isteyeceğiz`` dedi.


Dr. Özkan bugün yaptığı basın toplantısında 14 Mayıs 2007 tarihinde pilot il seçilen İzmir `de başlatılan Aile Hekimliği ile ilgili çalışmaları açıkladı. Aile Hekimliğine geçişin değişimi yakalamanın bir örneği olduğunu, birkaç yıl sonra birinci basamakta ilaç kullanımından bulaşıcı hastalıklara kadar pekçok bilginin yer aldığı bir kayıt sistemine sahip olacağımızı belirten Dr. Özkan , Türkiye `nin hekim sıkıntısı çektiğini söyledi. Özkan , “Türkiye `de bin uzman, 49 bin pratisyen hekim bulunuyor, bunların 14 bini sağlık ocaklarında görev yapıyor. Geçen yıl 4394 hekim tıp fakültelerinden mezun olup sisteme girerken, her yıl sistemden 2 bin civarında meslektaşımız ölüm, emeklilik gibi nedenlerle ayrılıyor. 6513 hekim ise Tıpta Uzmanlık Sınavı `nı kazanıp gidiyor. Ülkemizde aşırı uzmanlaşma var. Bir kaç yıl sonra birinci basamakta çalıştıracak hekim bulamayacağız. Aile Hekimliği Sistemi bu açıdan da önemli`` diye konuştu.


Aile Hekimliği Sistemi sayesinde artık insanların kendi seçtiği, her defasında aynı yüzü göreceği hekime gittiğini savunan Özkan , birinci basamakta 2007 Haziran - Ekim dönemlerindeki poliklinik sayılarının bir önceki yıl aynı döneme göre yüzde 29.04 oranında arttığını söyledi. Özkan , bağışıklama hizmetlerinin söylenenin aksine aile hekimliği ile arttığını, bir aile hekiminin günlük poliklinik sayısının ortalama 39, hastaya ayırdığı sürenin 12.5 dakika olduğunu kaydetti. 14 Kasım itibariyle 6 ayın dolduğunu, isteyenlerin aile hekimini değiştirme hakkına sahip olduğunu belirten Özkan , çeşitli nedenlerle 1087 pozisyondan 15`inin boşaldığını, bu boş pozisyonlara 161 başvuru yapıldığını ifade etti. Özkan , bu yerleştirmeleri 5 Aralık `ta gerçekleştireceklerini belirtip, “Artık aile hekimliği ile yatıp, aile hekimliği ile kalkmıyoruz. Artık aile hekimliği ile de anılmak istemiyoruz. Uygulamada 6 ayı geçtik, herşey yerine oturdu, aile hekimliği sıradan işlerimiz arasında yerine aldı`` dedi.


Öte yandan Özkan basın mensuplarının sorularını yanıtlayıp, sistemin oturduğunu vurguladığı toplantının ardından aile hekimlerinin yerleştirilmesine ilişkin yönergenin 2`nci İdare Mahkemesi tarafından iptal edildiği haberi duyuldu. İzmir Tabip Odası `nın hizmet puanları kesinleşmeden yerleştirme yapıldığı iddiasıyla Valilik aleyhine açtığı davada yürütmeyi durdurma kararı verilmiş, ancak İl Sağlık Müdürlüğü karara itiraz etmişti. İtirazı tekrar değerlendiren mahkeme kesin kararını yönergenin iptali doğrultusunda verdi. İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Uzm . Dr. Mete Güzelant, “İyi bir karar, Aile Hekimliği ile ilgili mücadelemizde ilk başarı kazanıldı. İşlemlerin tümünün iptal edilmesi ve sıfırlanması gerek. Bunun böyle olması için de Valiliğe başvuracağız`` diye konuştu.

2007-11-27 15:05:06 Milliyet


Devlet bir eliyle kirletti, bir eliyle ödedi
Devlet, Yatağan`da bir eliyle `çevreyi kirletirken` diğer eliyle kirlilik cezası ödedi. İl Çevre Müdürlüğü ekipleri Yatağan Termik Santralı`na 3.2 milyon YTL ceza kesti
 
MUĞLA - Yıllardır Yatağanlılarla devleti karşı karşıya getiren termik santral, şimdi de devletin kurumlarını birbirine düşürdü. Devlete ait santrala, hava kirliliğine neden olduğu gerekçesiyle Muğla Çevre Orman İl Müdürlüğü tarafından ceza yağdırıldı.
 

2006 yılı mayıs ayından bugüne kadar santrala 3.2 milyon YTL para cezası kesildi. Santral yetkilileri hem cezayı ödedi, hem de mahkemeye gidip cezayı iptal ettirdi. Şimdi kimin haklı olduğuna Danıştay karar verecek.
 

Muğla Mahalli Çevre Kurulu 26 Temmuz 2007 tarihinde yaptığı toplantıda, ili üç bölgeye ayırarak, Yatağan `ı `birinci derece kirli bölge` sınıfına almıştı. Polonyalılar tarafından yapılan ancak baca gazı arıtma tesisleri Yatağanlıların tam 20 yıllık mücadelesi sonucu çalıştırılabilen santral, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından da `birinci derecede kirli bölge` ilan edildi.
 

Ardından ilçeye, Hava Kalitesi İzleme İstasyonu kurularak bölgenin havası günün her saatinde kontrol edilmeye başlandı. Muğla Çevre Müdürlüğü ekipleri santrala neden olduğu kirlilikten ceza kesti. İlk kirletmede 48 bin YTL para cezası kesildi. Santralın çevreyi kirletmeye devam etmesi üzerine, her defasından ikiye katlanarak kesilen cezalar 2006 yılı mayıs ayından bu yana 3.2 milyon YTL `yi buldu.
 

Yatağan `ı termik santralın değil, ısınmada kullanılan niteliksiz kömürün kirlettiğini öne süren santral yöneticileri bu parayı ödeyip yargıya gitti. Mahkeme kararıyla santrala kesilen cezalar iptal edilirken İl Çevre Müdürlüğü de Danıştay `a itiraz etti. Şimdi her iki taraf da Danıştay kararını beklemeye başladı.
 

`Cezalarla kirlilik bitti`
 

Muğla Çevre Orman İl Müdürlüğünün Çevre Yönetimi Şube Müdürü Osman Pampal, yapılan denetimler ve kesilen cezalarla Yatağan `da eskisi gibi kirlilik yaşanmadığını söyledi. Pampal, sadece termik santralın değil, ilde satış yapan kömür depolarının ve konutların da denetlendiğini vurguladı.
 

(dha , Radikal)
 
2007-11-27 05:00:15 Radikal

 Baba katiline 2. kez müebbet
Samsun`da babasını öldürdüğü için daha önce müebbet hapis cezasına çarptırılan şahıs, yeni Türk Ceza Kanunu`na (TCK) göre yeniden yargılanınca yine müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
 
Merkeze bağlı Akgöl köyünde yaklaşık 5 yıl önce meydana gelen olayda, öz babası Seyfettin Tuğrul `u (54), av tüfeğiyle vurarak öldürmek suçundan dana önce müebbet hapis cezasına çarptırılan Nazım Tuğrul (31), yeni TCK `ya göre yeniden yargılandı. Samsun 2. Ağır Ceza Mahkemesi `nde bugün görülen davada, tutuklu bulunan Nazım Tuğrul , kendisine daha önce verilen müebbet hapis cezasının fazla olduğunu söyledi.


Nazım Tuğrul , "Eğer ben akıllıysam bana verilen müebbet hapis cezası fazla. Ben babamı öldürdüğüm gün hap almıştım. Hapın etkisiyle ne yaptığımı bilmiyorum. Bu işten çok pişmanım. Asıl pişmanlığım babamı öldürdüğüm için değil, ailemi yıktığım için oldu. Bu iş aklımdan hiç çıkmıyor. Adalet neyse o uygulansın" dedi. Yeni TCK `ya göre de babasını öldürmek suçundan yine müebbet hapis cezasına çarptırılan Nazım Tuğrul , hakime teşekkür etti.

SAMSUN (İHA )

2007-11-27 15:09:11 Yeni Şafak

 

İzmit`i karıştıran tecavüz
 
Özel okulda okuyan tanınmış ailelere mensup 3 öğrenciden


aynı okulda okuyan kız öğrenciye tecavüz.


İzmit `te özel lisede öğrenim gören ve kentin tanınmış isimlerinin çocukları olan 14 ve 15 yaşındaki 3 öğrencinin , aynı okula bir ay kadar önce başka okuldan gelerek kayıt yaptıran 14 yaşındaki kız öğrenciye tecavüz ettikleri iddiası kenti karıştırdı.


Tecavüzle suçlanan 3 öğrenci ile aynı zamanda onların akrabası olan ve evinin anahtarını verdiği iddia edilen okulun beden eğitimi öğretmeni tutuklandı.


İdidaya göre 14 yaşındaki G.S., 15 yaşındaki S.B. ve C.C. adlı erkek öğrenciler, bir başka okuldan bir ay önce kendi okullarına kayıt yaptıran 14 yaşındaki Y.Y. adlı kız öğrenciyi, aynı okulda beden eğitimi öğretmenliği yapan ve çocuklardan birinin de akrabası olduğu belirtilen G.S. adlı öğretmenden anahtar alıp onun evine götürdü. Burada kız öğrenciye tecavüz ettikleri ileri sürülen 3 öğrenci, kızın durumu ailesine anlatması üzerine jandarma tarafından yakalandı. Örencilerin ifadeleri üzerine, öğrencilere evinin anahtarını verdiği ileri sürülen öğretmen G.S. de gözaltına alındı. 3 öğrenci ve öğretmen çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.


Tecavüz zanlısı öğrencilerin, kentin tanınmış ailelerinin çocukları olduğu belirlendi.

2007-11-27 16:30:13 Hürriyet


 Türk: Cezaevinde yatmasını biliriz
DTP Grup Başkanı Türk, ``Ne Anayasa Mahkemesinin açtığı dava ne savcıların ortaya koyduğu dokunulmazlık, bizi çok fazla ilgilendiriyor; cezaevinde de yatmasını biliriz`` dedi.
 
DTP Grup Başkanı Ahmet Türk , ``Ne Anayasa Mahkemesinin açtığı dava ne savcıların ortaya koyduğu dokunulmazlık, bizi çok fazla ilgilendiriyor; cezaevinde de yatmasını biliriz`` dedi. Türk, partisinin grup toplantısında, ``Kadına Yönelik Şiddete Hayır Günü``nün yıldönümü olduğunu belirterek, ne basında ne de siyasi partilerde bu konuya değinildiğini söyledi.


DTP olarak kadının özgürleşmemesi durumunda, o ülkenin, o toplumun özgürleşmeyeceğine inandıklarını ifade eden Türk, kadın haklarıyla ilgili olarak Parlamentoda çok önemli çalışma yapacaklarını, TBMM `de Kadın Hakları Komisyonu oluşturulmasının zorunlu olduğuna inandıklarını söyledi. Diyarbakır `da yaptıkları mitinge değinen Türk, ``Mitingde verilen mesajlar, adeta saklanmaya çalışıldı. Halkımızın, partimizin verdiği mesajlar adeta görmezden gelindi. Küçük olaylar öne çıkarılarak, halkın sesini kısmaya yönelik siyasi linçle karşı karşıya kaldık. Medya maalesef olayları beklercesine, küçücük bir olayı, mitingin mantığı ve anlayışıyla uygun olmayan bir yaklaşım biçimi sergiledi. Basının bu tavrını kınıyorum`` diye konuştu.


Kürt sorunuyla ilgili partisinin ve halkın taleplerini yansıtmaya çalıştıklarını belirten Türk, bu tartışmaları yaparken DTP `nin felsefesine, halkın taleplerine uygun Demokratik Özerklik Projesini ortaya koyduklarını bildirdi. Proje üzerinde herkesin farklı tartışma içinde olduğunu belirten Türk, ``Bizim Demokratik Özerklik Projemiz, etnisiteye dayalı değil, eyalet sistemi değil, federal sistem değil. Tamamen özgürlükçü, demokratik bir Türkiye `nin yaratılması için ortaya koyduğumuz bir projedir`` dedi.


Turgut Özal döneminde Adnan Kahveci `nin ortaya koyduğu bir projede; merkezi yönetimin gücünün yerele dağıtılması, Kürt kimliğinin Kürt kültürünün üzerindeki baskıların kaldırılması, halkın daha fazla yönetime katılmasının sağlanmasının öngörüldüğünü belirten Türk, kendi hazırladıkları Demokratik Özeklik Projesinin de bu projenin geliştirilmiş şekli olduğunu söyledi. Türk, şunları söyledi: ``Demokratik Özerklik Projesinin özü, birlikteliği sağlamaya yönelik, birlikteliği sevgiye dönüştürmeye yönelik bir projedir. Tabii ki fikirlerin, düşüncelerin özgür olması için çaba gösteriyoruz. Bazı insanlar, fikirlerini ve düşüncelerini özgürce, siyasi partiler düşüncelerini özgürce ortaya koymalı. Federal sistemden de eyalet sisteminden de söz edilmelidir. Bu konuda gerçekten demokratik bir tavrı herkesin sergilemesi gerekiyor. Bin yıldır birlikte yaşamış iki halk, bugün Kürt nüfusunun yarısından fazlasının yurt dışında olduğu toplumsal bir gerçekle karşı karşıyayız. Bunun için çözüm, demokratik özerkliktir. Bize göre çözüm budur. Biz bunu söylüyoruz.`` -


``ŞİDDETE HER ZAMAN KARŞI ÇIKTIK``


Ahmet Türk , son zamanlarda İspanya modelinin tartışıldığına değinerek, İspanya `da siyasilere ve halka karşı şiddet uygulanmasına rağmen sorunun çözülmediğini söyledi. İspanya `da Herri Batasuna `nın kapatıldığını, DTP `nin de kapatılması gerektiği yönünde görüşler bulunduğunu belirten Türk, ``Herri Batasuna kapatıldı ama ayrımcılığı esas alan partiler, bugün düşüncelerini özgürce ifade edebiliyorlar. Biz bugüne kadar sorunların şiddetle çözülmesine her zaman karşı çıktık. Şiddetin ortadan kalkması için çaba gösterdik. Yaşama yönelik hiçbir eylemi tasvip etmedik. Ama bugün Türkiye `de birileri Herri Batasuna benzetmesini yaparak, oradaki İspanya Anayasasının Bask halkına sağladığı demokratik hakları görmezden geliyor`` şeklinde konuştu.


``KÜRTLER APTAL DEĞİL``


Dün seçim meydanlarında ortaya ip atanlar, bugün Meclisin Genel Kuruluna o ipleri atmaya başladılar`` diyen Türk, TBMM `de dokunulmazlıkların kaldırılması için yaptıkları çalışmalardan sonuç alamayınca, bu sefer adeta yargıya ``Gelin Meclisten bunları alın, dokunulmazlıklarını kaldırın`` mesajlarını vermeye başladıklarını söyledi. Türk, ``Bu hangi demokrasi... Siyasetçinin, yargıçları davet ettiği bir demokrasi, demokrasi olabilir mi? Yargının bağımsızlığından söz edenler, niçin yargının harekete geçmesi için adeta seferberlik ilan ediyor, anlamakta zorluk çekiyoruz`` diye konuştu.


Hükümetin Kürt sorunuyla ilgili yaklaşımlarına değinen Türk, şöyle devam etti: ``Sayın Başbakan, bir elinde gül , bir elinde balta ... Gülü halka koklatıyor, baltayla halkın iradesiyle seçilmiş olan insanları, siyasetçileri, partiyi yok etmeye çalışıyor. Gerçekten anlaşılmaz bir tavırla bu sorunla ilgili değerlendirme yapıyor. Soruyoruz Sayın Başbakan, sizin projeniz nedir? Ortaya bir proje koyun. Geçmişte Adnan Kahveci `nin ortaya koyduğu proje vardı. SHP `nin Kürt raporu vardı. Ama Sayın Başbakan bugün ne yapıyor, Amerika `ya Kürt milletvekillerini Kürt halkı adına gönderecek. Kürtlerin demokratik taleplerini görmezlikten gelen, Kürtlüğünü inkar edenler, nasıl Kürtlerin temsilcisi olarak gönderilir? Alay mı ediyorsunuz bu milletle? Kürtleri küçük düşürmeye kimsenin hakkı yoktur. Kürtler aptal değil. Onlar, o hakların dile getirilmesi konusunda tavır koyamaz, söz ve taleplerini ortaya koyamazlar.``


``BİZİM ALDIĞIMIZ OYLAR BELLİ``


Seçim döneminde gelişen şoven milliyetçi dalgaya karşı Kürtlere mesaj verildiğini belirten Türk, şunları söyledi: ``Kürtler , sizi sığınacak bir liman olarak gördü, bundan dolayı size oy verdi. Halk, MHP `nin CHP `nin şoven milliyetçi tavrına karşı sığınacak bir liman olarak gördüğü için size oy verdi. Ama siz ne yaptınız, bu kadar oy almanıza rağmen Mecliste DTP `ye yönelik, `Sizin o bölgede nasıl oy aldığınızı çok iyi biliyoruz` dediniz. Sayın Başbakan, DTP `nin aldığı oylar belli. DTP , şehir merkezlerinde yüzde 50`nin üzerinde oy aldı. Yani kimin kime oy verdiği belli olmayan yerlerden aldı. Kırsal kesimlerde, mezra ve köylerde AK Parti , aldığımız oyun bazı yerlerde 2-3 katını aldı. Şimdi bizim aldığımız oylar belli, mezralardan, köylerden almadık. Mezralarda, köylerde kimin kime oy verdiği belli oldu. O zaman ben de şunu söylerim; Rüşvetlerle, çocuk yardımlarıyla, KÖYDES `le, BELDES `le, devletin imkanlarını kullanarak o insanları satın almaya çalıştınız. Bizim oylarımız tertemiz.``


``HER ŞEYİ GÖZE ALIRIZ``


Siyaseti dürüst yaptıklarını savunan Türk, ``Halkımız için, yarınlarımız, çocuklarımız ve insanların yarınları için siyaset yapıyoruz . Bizim Mecliste gözümüz yok. Linç politikası sürdürüldüğü müddetçe biz gerçekten düşüncelerimizi, inançlarımızı ifade edecek zemini bulamazsak, bu zemin yaratılmazsa, bu zemin bize tanınmazsa, insanlarımızın oyuna saygı gösterilmezse, biz burada olmayız. Ne Anayasa Mahkemesinin açtığı dava, ne savcıların ortaya koyduğu dokunulmazlık bizi çok fazla ilgilendiriyor; cezaevinde de yatmasını biliriz. Demokrasi için, barış için, inançlarımız için her şeyi göze alırız. Bunun böyle bilinmesini istiyorum`` diye konuştu.


Tasfiyeye yönelik bir politikanın hızla gündeme sokulduğunu ifade eden Türk, konuşmasını şöyle tamamladı: ``Bu tasfiye politikası, inancın, düşüncenin tasfiyesidir. Birilerini tasfiye etmek için değil, halkı susturmaya yönelik bir tasfiyedir. Çünkü biz bu mantığı biliyoruz. Geçmişte de bu mantıkla karşı karşıya kaldık. Sayın Başbakan, o gülü koklatsa da onun mantığını çok iyi biliyor, ne yapmak istediğini çok iyi biliyor. Artık bugün gerekirse o mantığı ortaya koymak için her gün halkımızın içinde olacağız. O mantığı hatırlatmaya yönelik sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Tarihin önünde sorumlu olmak istemiyoruz. Eğer bu oynanan oyunları halkımıza doğru bir şekilde götüremezsek, yarınların vebali büyük olur. Biz bu sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Bundan kimsenin endişesi olmasın.``


AA

2007-11-27 14:52:01 Haber7


Y A Z A R L A R

Celal Emiroğlu      
Sosyal güvenlik hakkı neden kısıtlanmalı?
 
Şu günlerde en önemli tartışmalardan birisi ve tüm toplumu ilgilendiren “sosyal güvenlik hakkı” nereden geldi, niçin tanındı ve neden kısıtlanıyor?
 

Biraz geriye gidersek; İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında dünyada yükselen sosyalist değerlere karşılık kapitalist ülkeler, toplumsal çözülmeyi engelleme ve sınıflar arası uzlaşma sağlamaya yönelik önlemler aldı. Sosyalist ülkelerde öne çıkan “insan hakları, yoksullukla savaş, sömürüyü sonlandırma, toplum için üretim, barış ve demokrasi” gibi söylemlere karşılık kapitalist ülkeler “sosyal devlet” kavramını geliştirdi. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948), İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Avrupa Sözleşmesi (1950), Avrupa Sosyal Şartı (1965) sosyal güvenlik hakkına vurgular yaptı.
 

Sosyal güvenlik hakkı bizde de aynı yıllarda tartışıldı. İş kazaları, meslek hastalıkları ve analık sigortası İşçi Sigortaları Kanunu kapsamında kabul (1945) edilirken, Emekli Sandığı Kanunu ; mensuplarına hastalık, adi ve vazife malûllüğü ile yaşlılık gibi sosyal güvenlik hakları vererek yürürlüğe (1949) girdi. ILO ’nun 1952’de kabul ettiği Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Hk Sözleşme gelişememiş ülkeler için yeni bir açılım sağlamasına rağmen, Türkiye tarafından gecikmeli ve şartlı olarak kabul (1971) edildi.
 

1961 Anayasası sonrasında sosyal politikalarda değişimler yaşandı. Örneğin, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hk Kanun, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine gönderme yaparak, toplumun sağlık hizmetlerinden eşit ve adil yararlanması iddiası ile ortaya çıktı (1963). 1976’ya kadar sürdürülen hizmet, sosyal devlet olgusundan vazgeçildiği dönemde, yasa değiştirmeye dahi gereksinim duyulmadan sonlandırıldı.
 

1970 sonrasında gelişen ekonomik kriz ve Sovyetler Birliği ’nde kapitalizmin restorasyonu sonucu güçler dengesinin değişmesiyle dünyada sosyal politikalar da değişti. Kapitalizmin ekonomik bunalımı ile artı değer oranlarının düşmesi ve sosyal güvenlik harcamalarının artmasıyla yeni liberal arayışlar gündeme geldi.
 

Yeni liberal politikalara uygulama alanı bulabilmek için yapılan 1980 darbesi ülkedeki sosyal politika uygulamalarını ters-düz etti. 24 Ocak kararları içindeki “daha fazla kâr için üretimde emek payının düşürülmesi ve işçilerin düşük ücretle çalıştırılması” mesajı o günden bugüne ekonomik yaşamın belirleyicisi oldu. Sonraki dönemde küreselleşmeye uyum sağlamaya çalışan kapitalist sistem, sosyal güvenliği gereksiz harcama kalemi, sağlık sektörünü ise; sermaye birikim süreçleri ve emek sermaye sınıflarının güçler dengesi içerisinde mal ve hizmetleri üreten ekonomik etkinlik olarak algıladı ve hizmeti alınır-satılır meta haline dönüştürmeyi hedefledi. Emek örgütlerinin etkisizleştirilmesi ve ücretlerin sefalet sınırlarına indirilmesine paralel olarak; sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşım giderek engellendi.
 

DSP -MHP -ANAP koalisyonu tarafından Sosyal Güvenlik Kanunu (1999) ile “reform” adı altında yapılan değişim, sosyal devletin bitirilmesi yönünde ilk işaretleri verdi. Kanun; emeklilik yaşını 58-60 sınırına; asgari prim ödeme zorunluluğunu 7 bin güne çıkarttı; bazı hizmetlere katılım payı zorunluluğu getirdi; emeklilikte aylık ücreti düşürdü; sosyal güvenlik prim miktarlarını yükseltti vb. Aynı dönemde önümüze gelen yeni İş Kanunu ; üretim, çalışma, işyeri vb gibi kavramlarda “esnekleşme” ile birlikte insanı tüketilip atılan malzeme gibi algıladı. Emeği koruyan yasalar yerine; “sermayenin korunması”, toplumsal koruma yerine; “bireysel koruma”, kamu sigortacılığı yerine; “bireysel sigorta” tercih edilerek yeni liberal hedeflere ulaşılmaya çalışıldı.
 

AKP , Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile gasp edilen hakları bir üst aşamaya çıkarttı. 2008 yılında yürürlüğe girmesi beklenen yeni yasa sosyal güvenlik sistemine kaynak aktarımını ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Kanun, sosyal güvenlik kurumlarını Sosyal Güvenlik Kurumu (tek çatı) altında toplamayı; kurumlar içerisinde en az hak veren veya en fazla yük getiren halkalardan “norm ve standart birliği” sağlamayı hedefliyor.
 

Kanunun bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi kamu çalışanları yönünden farklı tartışmalara (bu tartışma ayrı bir yazı konusu) yol açmışsa da; izlenen politikaların özü değişmeyecek, gecikmeli de olsa kanunun genel gerekçesinin mantığı tekrar karşımıza çıkartılacaktır.
 

Kapitalist sistem, bir zamanlar can simidi olarak gördüğü “sosyal hukuk devleti” ilkesini Anayasa ’ya değiştirilemez madde olarak koymuş ve Anayasa Mahkemesi söz konusu karar öncesinde bu ilkeyi mahkeme kararlarında hep savunmuştur. Dava bu ilkenin ihlali üzerinden açılmış olmasına rağmen, Mahkeme oy çokluğuyla aldığı kararlarında tek bir yasa maddesinde dahi sosyal devletin varlığını anımsamamıştır.
 

Anlaşılan odur ki; artık yeni liberal politikalar devlet yapısı içerisinde tüm kurumlarca benimsenmiş; yürürlükteki Anayasa ’ya rağmen Anayasa Mahkemesi “sosyal devlet” ilkesinden vazgeçmiştir.
 
2007-11-27 10:56:37 Evrensel
 


 ALİ BAYRAMOĞLU      
Önemli bir sorun: Kamusal cinayetler, yargı ve zihniyet&
 
Türkiye son iki yıl içinde utanç verici üç hadiseye tanık oldu. Rahip Santaro `nun öldürülmesi, Hrant Dink suikastı ve Malatya `da üç hrıstiyanın vahşice katli&


Ortak noktaları olan hadiselerdi bunlar.


Olaylarda sanıklarla maktuller arasında daha önceden tanışıklık, ilişki, husumet yoktu&


Cinayetler maktullerin kimlikleri ve düşüncelerinden ötürü işlenmişti&


Her bir cinayet, sokak arasından çıkmış, kuvvetli bir ihtimalle bu yönde davranmaları telkin edilmiş, 16-20 yaşındaki "çocuklar"ın ya da "adamlar"ın işleriydi&


Rahibi vuran 16 yaşında bir çocuktu. Mahkûm oldu. Yönlendirildiğini ima etti, kim tarafından yönlendirildiği ise meçhul kaldı&


Dink `i vuran 18 yaşın altındaki sanığın ilk kademe yönlendiricileri biliniyor, ikinci ve daha derindeki kademelere giden yollar şimdilik tıkanmış bulunuyor&


Malatya katliamını yapanlardan bazılarının "motivasyonu"nda askerlik görevini yaptıkları birliklerde kimi kişilerle kurdukları ilişkilerin belirleyici olabileceğinden şüphe ediliyor&


Bu cinayetler Türkiye `deki kirli bir dokunun siyasi cinayetleri, her birinde ipuçları "kamusal alanının derinlikleri "ne uzanıyor&


Ve hiç biri hak ettiği hukuki ve siyasi önemi çerçevesinde ele alınmadı, alınmıyor, alınamıyor&


Bunun çeşitli nedenleri var&


İlk neden kendisini koruma refleksiyle hareket eden devlet memurları tutumu ve bu tutumu mümkün kılan devlet anlayışı&


Örneğin Dink davasında birinci derece yönlendiricilerle polisin kurduğu ilişkinin derinlemesine soruşturulmasına idari amirler tarafından izin ve imkân verilmiyor&


İkinci neden Türk yargı mensuplarının zihniyeti ve özgürlük kavramının ruhundan uzak davranışları&


Bir hâkim örneğin, tüm siyasi kanaatlerini devreye sokarak, tarihte olmuş bir olayın beğenmediği şekilde nitelenmesini "Türklüğe hakaret" olarak kabul edebiliyor


Bir savcı Alman vakıfları davasında, bu vakıfların aleyhine yazılmış, aşırı bir siyasi görüşün ifadesi olan bir kitabı satır satır iddianame haline getirebiliyor.


Türk Ceza Yasası `nın 301. maddesi biraz bu zihniyet ve yanlı bakış nedeniyle kendisini bile aşan yorumlara neden olabiliyor.


Bu konudaki son örnek Malatya davası iddianamesi&


Müşteki avukat Mehmet Ali Koçak `ın tümüyle katıldığımız değerlendirmesiyle, Malatya katliamı davası "salt bir cinayet davası değil, bu dava, bir nefret suçları ve nefret suçlularının davası; geçmişte yaşanan cinayetler öncesindeki olaylar iyi araştırılıp, talihsizlik olarak adlandırılmamış olsaydı bugün Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi `nde bu dava görülmüyor olacaktı&"


Gelin görün ki, böyle bir davada, iddianameyi hazırlayan savcı, sanıkların işlediği suçu öne çıkarma dışında, misyonerlik faaliyetlerini içeren 16 klasörlük doküman hazırlamış bulunuyor.


Bunların içerisinde Protestan cemaatinin Türkiye `deki bütün üyelerinin isimleri ve açık adresleri ve yayınevinde çalışanların faaliyetlerini içeren belgelere var&


Ve savcı misyonerlik faaliyetlerine işaret ederek bir bakıma "tahrik mantığı"ndan yola çıkıyor&


İnanılır gibi değil&


Sanıkların değil, maktullerin tartışıldığı, neredeyse suçlandığı bir mantık&


Dink cinayetinde aynı tabloyla karşı karşıya değil miyiz?


Trabzon `da linç hadisesinde dönemin valisi ölümle yüz yüze gelenleri kastederek, "halkı tahrik ettiler " dememiş miydi?


Bu nasıl bir zihniyettir ki, hukuk eğitimi, yetkileri, gücü, ahlakı, kurallarıyla savcılık, hâkimlik mertebeleri bile onunla baş edemiyor?


Açık:


Kimi tarihi alışkanlıklardan kurtulmadan, bu alışkanlıkları dışlayan bir idari ve ahlaki yaptırım sistemi üretmeden tam bir demokratikleşmeden söz etmemiz hiçbir zaman mümkün olmayacaktır&


Hukuk ve yargı bu topluma yüklenen suçları, tek tek suçluları bulup mahkum ederek toplumu aklamak gibi bir görev yapmalıdır&


Tersini değil&

2007-11-27 02:12:20 Yeni Şafak

 

 Berat ÖZİPEK      
Malatya davasında garip şeyler oluyor
 
Malatya "da inançlarını yaymaya çalışan üç insan vahşice katledildi. Böyle bir durumda, adalet duygularını büsbütün kaybetmemiş olan kimsenin aklına kurbanları yargılamak gelmez. Kurbanları savunan insanlarla uğraşmak, onları hedef göstermek hiç gelmez. Eğer hukuk devleti varsa, savunma hakkına yönelik ihlal de cezasız kalmaz.


Oysa Malatya hadisesinde hem kurbanları yargılamaya ve dolayısıyla cinayeti meşrulaştırmaya, hem de onların avukatlarını karalamaya ve adil yargılamayı önlemeye yönelik bir çaba görülüyor.


Sorun misyonerlik yapmayı bir suçmuş gibi göstermeye çalışan ve böylece zalim ile mazlum arasındaki çizginin bulanıklaşmasına hizmet eden yayınların gayri ahlaki niteliğinden ibaret değil. Sorun, kurbanların misyonerlik faaliyetlerine uzun uzadıya yer veren dava dosyalarından da ibaret değil. Görünen o ki, sorunun hukuki bakımdan açıkça suç teşkil eden boyutları da söz konusu olabilir.


Kendisiyle konuştuğum insan hakları savunucusu ve kurbanların avukatlarından Orhan Kemal Cengiz , savunma hazırlığı kapsamında diğer avukatlarla aralarında yaptıkları özel görüşmelerin ayrıntılı bir biçimde basında yer aldığına dikkat çekmişti. Bunun üzerine haberlere göz attığımda, gerçekten "servis yapılmış" izlenimi uyandıran, adeta haber süsü verilmiş yayınların varlığını gördüm. Avukatlarla ilgili kişisel bilgiler, tabii ki kaynak belirtilmeksizin, "öğrenildi", "bildirildi", "şeklinde yorumlandı" biçiminde, özne gizlenerek veriliyordu. Avukatlar arasında Diyarbakır Barosu "ndan olanlar "daha önce bölücü terör örgütü PKK "nın avukatlığını yapmış olan" sıfatıyla tanımlanıyordu. Hemen ardından katledilenler arasındaki bir kişinin "PKK "yı övücü şekilde konuştuğu" türünden "bilgi"lere de yer verilerek, fotoğraf tamamlanıyordu.


Orhan Kemal Cengiz , sadece kendi aralarında yaptıkları özel telefon görüşmelerinin değil, mail aracılığıyla kurdukları iletişimin de "haber" olarak basında yer aldığını fark etmiş. Ona göre bu durum, mağdurların güçlü bir avukat grubuyla savunulmasından duyulan rahatsızlığın ötesinde, fanatik gruplara bir hedef gösterme anlamına da geliyor. " Bize yönelik bu kampanya, bir anlamda cinayetin nasıl geldiği hakkında da bilgi veriyor" diyor.


Rahip Santoro , Hrant Dink ve diğerleri. Bu ülkede birçok insan, evrensel hukuka da yürürlükteki yasalara göre de suç teşkil etmeyen eylemleri yüzünden katledildi. Sahip oldukları veya onlara atfedilen kimlik, önce hedef göstermek, sonra da cinayetleri meşrulaştırmak için kullanıldı. Hala da kullanılıyor .


Belli ki, bu olayda da öncekilerde de, tahammülsüzlüğü aşan, açığa çıkarılması gereken, görünenin ötesinde, daha derin bir şeyler var. Hükümet"in asıl sorumluluğu da burada ortaya çıkıyor. Eğer insan öğüten bu uğursuz değirmeni durduramazsa veya perdeyi kaldırdığında göreceklerinden korkup üzerine gitme iradesini gösteremezse, ahlaki ve siyasi bakımdan bütün fatura üstünde kalacak.


Misyoner cinayeti görünen ve derindeki boyutlarıyla aydınlatılacaksa, savunma hakkına müdahale anlamını taşıyan şu "servis" olayından başlanabilir. Çünkü hiçbirimiz bu vahşeti haketmiyoruz.

2007-11-27 08:01:43 Star
 


Melih Altınok      
Muhbir değiliz hiçbirimiz
 
Doğan Haber Ajansı `ndan Emin Bal geçtiğimiz Perşembe günü hâkim karşısındaydı. Beytüşşebap `ta izlediği bir cenaze töreninde katılımcıların attığı `yasadışı` sloganları kolluk kuvvetlerine bildirmediği gerekçesiyle hakkında dava açılan Bal`ı şimdi uzun bir yargılama süreci bekliyor.
 

Geçtiğimiz günlerde de Diyarbakır Emniyeti `nin okul çağındaki çocuklarımızın ajanlaştırılmasını amaçlayan `seminerleri `ni gazetemiz manşetten duyurmuştu. İlk bakışta, binlerce yıllık devlet geleneğine sahip olmakla övünen, yerel yönetimlerin etkinleşti-rilmesine yönelik önerileri bile ulus devleti dinamitlemek olarak yorumlayan muktedirlerin halkın ispiyonlarından medet ummasını, güçlü devlet imajında bir gedik olarak yorumlamak mümkün. Ne var ki en yetkili ağızlarca zaman zaman güvenlik zaaflarının kamuoyuyla paylaşılmasının altında yukarıda sıraladığımız uygulamaların meşrulaştırılması amacının yattığı gün gibi ortada.
 

Benzer bir duruma polisin yetkilerinin arttırılmasını içeren yasa tasarısının kabul edilmesi sürecinde de şahit olmuştuk. Hak ihlallerinde ciddi bir artışa neden olduğu resmi istatistiklerde bile gizlenemeyen bu değişiklik öncesi, emniyet yetkililerinin ve pek çok siyasinin `devletin sokağa hâkim olmadığı`na dair beyanatlarını hatırlayacaksınız. Her fırsatta medyada boy gösterip teşkilatlarının gücünden bahseden, tatbikatlarla hırsıza uğursuza korku vermeyi amaçlayan emniyet yetkililerinin `samimi itirafları`nın acı meyvelerinden her birlikte tadıyoruz.
 

Çocukların ebeveynlerini, komşunun komşusunu, gazetecilerin haber kaynaklarını ihbar ettiği cinnet vatan hayalleriyle yanıp tutuşanlar, bu amaçlarına yalnızca devlet aygıtının baskı ve şiddet araçlarıyla ulaşamayacaklarının farkındalar. El mecbur kotarılan demokratikleşme yasaları ve uluslar arası baskılar da, bu hedeflerini gerçekleştirmek için çırpınanların vatandaşlık hak ve ödevi gibi milli güvenlik devleti argümanlarına daha sıkı sarılmalarını zorunlu kılıyor.
 

Türlü baskılarla ve propaganda taktikleriyle yurttaşlara güvenlik hakkından yararlanabilmek için muhbirlik ödevinin şart koşulması çağdışı bir uygulamadır. İçinde envai çeşit hukuksuzluğu barındıran sistemin, muhbirlik zorunluluğu gibi meşrulaştırma yöntemlerine karşı daha uyanık olmak zorundayız.
 

Yoksa çok mu kötü niyetliyiz? Sekiz askerin canını devletin bekası uğruna boş verenlerin; muhaliflerin en sıradan eleştirilerini bile devletin ve onun güvenlik güçlerinin yekpareliğine ve gücene karşı bir saldırı olarak algılayıp Cumhuriyet `in savcılarını göreve çağıranların, küçücük çocukların ya da gazetecilerin jurnallerine ihtiyaç duymasını samimi bir talep olarak mı yorumlamayız? Ama zaten elimizde feda edeceğimiz ne kaldı ki? Varlığımızı bile varlığına feda ettiğimiz milli güvenlik devleti de doysun artık.
 

Yalçın Ergiindoğan linç ediliyor
 

Gazetemiz yazarlarından Yalçın Ergündoğan `ın, 26 Nisan 2005`te yayınlanan `Müritleri Haydar Baş `a baş kaldırdı` haberi nedeniyle Bağımsız Türkiye Partisi (BTP ) Genel Başkanı ve müritlerinin başlattıkları `hukuki` linç kampanyası son hızıyla sürüyor. Ardı ardına açılan ceza ve tazminat davalarıyla susturulmak istenen Ergündoğan, 28 Ara-lık`ta (Çarşamba) yine hâkim karşısına çıkacak. BTP `nin başı hakkında ayyuka çıkan iddiaları dillendirmeyi bile suç sayanların, aslında Ergündoğan`ı değil bizleri cezalandırdığını unutmamalıyız. Suskunluk sarmalının daha da de-rinleşmemesi için dayanışmaya ve sesimizi yükseltmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bizlerin haber alma hakkı için çalışan gazetecilerimize sahip çıkalım.
 

MEDYAZADE
 

Geçtiğimiz Ağustos `ta Şırnak `ın Uludere ilçesinde 11 PKK `lı öldürülmüştü. Bu gelişme üzerine, insan ölümünden mutlu olmayı hâlâ öğrenemeyen birkaç kendi bilmez, çatışmada ordu birliklerinin kimyasal silah kullandığı yönünde iddialar ortaya atmıştı. Uludere Cumhuriyet Savcılığı `ysa, bu mesnetsiz iddiaları içeren başvuruları geçtiğimiz günlerde reddetti. Kendilerini tebrik ediyorum. Öyle ya, daha önemli konular dururken, yargıçlarımız bölücülerle mi uğraşacak? Ancak izin verirseniz, başvuruları kendine has yöntemiyle savuşturan Savcı Bey `i bir kez daha kutlamak istiyorum. Çünkü bunu fazlasıyla hak ediyor. Cesetlerini kokladığını ve hatta onlara dokunduğunu belirten savcımız, çatışmada kimyasal silah kullanılmadığına anında kanaat getirmiş. Tabii efendim, masrafa ne gerek var değil mi? Acemi bir savcı olsa uzmanlardan yardım ister, "Ben bu konuda uzman değilim, ne anlarım kimyasal silahtan falan" derdi. Ama biliyorsunuz meyve veren ağacı taşlarlar. Neymiş efendim, bilirkişilik kurumu ne güne duruyormuş? Savcı Bey `i kutlayacaklarına, devletin, milletin parasını ve zamanını niçin boşa harcamadı diye soruyorlar. Bu bozguncuların işlerine akıl sır erdirmek mümkün değil vallahi. Daha ne istersiniz be melunlar? Suçun kokusunu alabilecek kabiliyette savcılarımız var diye sevineceğinize, hak hukuk gak guguk diye tutturmuşsunuz.
 

...Diyor ki:
 

"Sapıklığın Sonu: Kur`an-ı Kerim `e Batılı müsteşrikler gözüyle bakarak bazı ayetleri yasaklatmaya çalışan kartel, diğer yandan da eşcinsellik propagandasıyla Türkiye `yi `eşcinsel belediye başkanına` hazırlarken..." Vakit . Vakit `in bu haberi de yobazlığın ve homofobikliğin sonu olsa gerek
 
2007-11-27 11:09:38 Birgün
 


 Özdemir İNCE      
Lejyoner avukatlar ve iş takipçileri
 
BUGÜNKÜ yazımın konusu, ABD Princeton Üniversitesi Uluslararası Hukuk Bölümü Öğretim Üyesi Prof . Richard A . Falk.


Yazılarını ya İslamcı -Fethullahçılar yazıyor ya da AKP danışmanları... Sanki eline hazırlayıp verdikleri metinleri yayınlıyor Türkiye ’de ya da konuşmalarında kullanıyor.


Bu Richard A . Falk, Cumhuriyet devrimlerini bir tarikat yobazı gibi yorumladığı , bu yorumlarını günümüze taşıdığı için kendisini "medrese muallimi" olarak tanımlamak zorunda kaldım. Ilımlı İslamcılıkla (!) örtüşen düşüncelerini teşhir edince, onun Türkiye ’deki lejyoner avukatlarının ve iş takipçilerinin saldırısına uğradım. Uğruyorum.


Lejyoner avukatlarını ve bu türden "iş takipçileri"ni yazılarımdan uzak tutmak istiyorum. Tersi, düzey düşürmek olur! Benim işim, Richard A . Falk gibi uluslararası fesatçılarla...


* * *


Prof. Richard A . Falk’un Türkiye ’deki "lejyoner avukat"larından ve "iş takipçileri"nden bir isteğim var. Görevleri gereği aşağıdaki sorularımı yanıtlanmak üzere kendisine iletsinler:


1. Sabah Gazetesi ’nin muhabiri Ceren Akdağ ’a türbansız olduğu için neden "dinsiz" sıfatını yakıştırdınız? Türkiye ’deki türbansız kadınların "dindar" olmadıklarını nereden çıkartıyorsunuz? Türkiye ’deki bütün kadınlar Müslüman olmak zorunda mı? Siz İslam ’ın din polisi misiniz?


2. Başörtüsü ile türbanı neden aynı şey sayıyorsunuz? Aynı şey iseler, fötr, kasket, fes, kalpak ve kepin de aynı şey olması gerekmez mi?


3. Bilmediğiniz işlere neden karışıyorsunuz? Türban karşıtları, türbanı dini simge olarak kabul etmiyorlar, çünkü dini bir nesne değil, siyasal İslam ’ın bir militan simgesi. "Siyasal olan" şey "dini olan"a, "dini olan" da "siyaset"e dönüşürse irtica patlaması olmaz mı?


4. Aklı başında Avrupalılar ve Türkler , Anglosakson sekülerliği ile Türk-Fransız laikliğini kesinlikle birbirinden ayırıyorlar. Siz neden aynı şey sanıyorsunuz ve bunu savunuyorsunuz?


5. Türkiye ’de benim gibi solcuların da sakalı vardır. Sakal simge değildir Türkiye ’de. Yazınızı okuyan yabancılar, türbanın Türkiye ’de her yerde yasak olduğunu sanabilir. İnsanları yanıltmak ayıp değil mi? Sakalın da kamusal alanda yasaklanmasını istemeniz, demokrasi ve insan haklarıyla bağdaşmakta mıdır?


6. Türban dini simge ise, dindar kadınlar bu simgeyi taşımak zorunda ise, bu dindar kadınlar Cumhuriyet ’in laik yasalarına göre yaşayarak dinden çıkmıyorlar mı?


7. Neden Amerikan tarzı sekülerciliğin militanlığını yapıyorsunuz? Size bir gerçeği öğreteyim: Türk laikliğinin kaynakları Anayasa ’da ve devrim yasalarındadır. Bunlar değişmeden sizin sekülerciliğiniz bizim ülkemize gelemez.


8. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP ) ve ılımlı İslam konusunda ABD hükümeti size özel bir görev mi verdi Türkiye ’de?


9 ve 10. Bu sorularımı yanıtlarsanız size yeni sorularım olacak.


* * *


Bay Richard A . Falk’a bilgi: Buradaki "lejyoner avukatlarınız" son derece yeteneksiz!.. Yarın iş takipçilerinizin "Kovcu Ahlakı"nı yazacağım. Öğrenirsiniz!..

2007-11-27 02:45:54 Hürriyet 


 Vizesiz dolaşımda, "altın gole" oynuyoruz...
 AYRINTI / Ferit B .Parlak


ferit .parlak@dunya.com


Haklıyken, haksız konumlara düşmemiz, `zamanında hareket edebilme` yoksunluğumuzdan kaynaklıyor.


Konulara ilgisizliğimizi, bıçak kemiğe dayandığında yoğun ilgiye dönüştürüyor, saman alevi gibi parlatıyor ve sonra aynı ilgisizliği hiçbir şey olmamış gibi sürdürebiliyoruz.


Dünümüz ve yarınımız yok maalesef.


Günü kurtarma alışkanlığımızı güçlendirmekle meşgulüz.


Çok basit bir dille anlatacağım:


AB üyesi ülkeleri bağlayan kanunlara göre, kazanılmış bir hak kötüye götürülemez.


Aynı kanunlar, kötü bir hakkı ise iyiye götürme zorunluluğunu getiriyor.


1973 yılı öncesinde hizmet alımı ve hizmet satımı için AB ülkelerine giden Türk vatandaşlarına vize uygulanmıyordu.


Alınan hukuk dışı siyasi kararlarla, bu hak Türk vatandaşlarının elinden alındı.


AB hukukuna göre bu siyasi kararlar, `hukuk dışı`.


Ve yine AB hukuku, Türkiye aleyhine alınan bu siyasi kararların iptal edilmesini gerektiriyor ve karar muhataplarına yüksek tazminat hakkı doğuruyor.


Dillerden düşürmediğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi `nin (AİHM ) üstünde olan Avrupa Toplulukları Adalet Divanı `nın (ATAD ) Türkiye lehine verdiği kararlar ve İngiltere `nin geçtiğimiz hafta aldığı Türk vatandaşlarının haklarını gözden geçirme kararı, Türkiye `nin son viraja girdiği anlamını taşıyor.


Sonuçta haklarımızı alacağız .


35 yıldır haklarımızı alamamamızın nedenlerini bilmemiz ise bu mücadelede bize avantaj sağlayacak, diye umuyorum.


Nedenleri gözden geçirelim:


Bizden daha özverililer...


Akşam yemeğinde, Türkiye `nin hakları için bizden daha fazla çaba harcayan 4 yabancı hukukçudan biri olan Slovakya Travna Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof . Radoslav Prochazka ile sohbet ediyoruz.


"Bu konuda haklısınız. Hukuk kurallarının tamamı sizin lehinize. Ancak hakkınızı aramazsanız, hakkınızı vermezler" diyor.


Hakkımızı almak için, hak arayışında bulunmuyoruz.


STK `lar `ben bilirimci` olmamalı


Aynı gece TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler anlatıyor: "Sivil toplum kuruluşları olarak ayrı telden çalıyoruz. Tek vücut olmayı beceremedik. Tek vücut olmamız tepkimizin şiddetini artıracak ve karşı tarafı korkutacaktır."


Birbirimizi desteklemiyor, farklı kulvarlarda koşmayı tercih edip ıspata çalışıyor, birleşip güçlenmek yerine, farklı cılız adımları tercih ediyoruz.


Dava sayısını artırmalıyız...


"Açılacak davalarla, politikacıları halkına karşı zor durumda bırakabiliriz" diyor, TÜGİAD Başkanı Murat Saraylı .


Tazminat ödemeleri yükseldikçe, vergi veren halkın, "Biz bu vergileri eğitim, sağlık, altyapı hizmetleri için veriyoruz. Hukuksuz politikalarınızla talan edesiniz diye değil" şeklindeki sorgulamalarının artacağını dile getiriyor.


Avrupa halklarını harekete geçirmek için adım atmıyoruz.


Gazeteci büyüğüm...


Antalya `daki toplantıya katılan bir gazeteci büyüğüm, toplantının ardından devletin toplantıyı sahiplendiğini yazmış ve gönderilen `üç-beş` kutlama telgrafını, sahiplenmenin kanıtı olarak sunmuş.


Biz, takip ettiğimiz toplantıda, Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu `nun görevlendirdiği uzman dışında devlet temsilcisi göremedik.


Devlet olarak, mücadele verenleri onurlandırıp, şevklendiremiyoruz.


Son söz:


Hukukun üstünlüğünü temel ilke edinmiş AB ülkelerinde vizesiz dolaşım, bizim hukuki hakkımız.


Bu hakkı alabilme maçında uzatmaları oynuyoruz.


Hakem, Türkiye tarafında. Altın gole yakın olan taraf biziz ama atakları sıklaştırmamız gerekiyor.

2007-11-27 16:25:06 Dünya

 



 

 

Canım Babam Hasan ÖZDERIN ’in Aziz Hatırasına,

( 13 Aralık 2004 – Söz Eylemini Yitirdi...)

 

OZDERIN, M.

 

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages