19 SUBAT 2009 PERSEMBE GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI

1 view
Skip to first unread message

Metin OZDERIN

unread,
Feb 19, 2009, 11:28:04 AM2/19/09
to OZDERIN AVUKATLIK BUROSU, [ O Z D E R I N ]
 

19 SUBAT 2009 PERSEMBE GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI

 

 

 

 

 

 

Resmi Gazete’de Bugün

 

  19 Şubat 2009 Tarihli ve 27146 Sayılı Resmî Gazete                                                      MEVZUAT
 
YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ

 

TÜZÜK

2009/14633 Türkiye Kızılay Derneği Tüzüğü

 

TEBLİĞLER

— Yapı Malzemeleri Yönetmeliği (89/106/EEC) Kapsamında Uygulanacak Teknik Şartnamelerin Yayımlanması Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (No: YİG/2009-03)

—  Çevrenin Korunması Yönünden Kontrol Altında Tutulan Metal Hurdalara İlişkin Dış Ticarette Standardizasyon Tebliği (No: 2009/23)


 İstanbul Barosu`ndan Bakan Şahin`e cevap
İstanbul Barosu, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin`e, `bilgi sızdıranlar ve servis yapanların, avukatların içinde değil, hukukçuluğu emir alma anlayışı ile yapanlar arasında aranması gerekir` cevabı verdi.

İstanbul Barosu Başkanlığından yapılan yazılı açıklamada, Şahin`in gazetecilerin sorularını yanıtlarken, `Ergenekon` soruşturmasındaki bazı bilgilerin `avukatlar` tarafından sızdırıldığı savı ve `İstanbul Barosu ne yapıyor?` yönündeki sorusunun, tüm avukatları üzdüğü ve savunmanın örgütlü gücü olan İstanbul Barosunu zan altında bıraktığı vurgulandı.


Açıklamada, `Sayın bakanın beyanları yanıltıcı ve gerçeğe aykırıdır` denilerek, özellikle davanın soruşturma aşaması olmak üzere avukatların bilgi ve belgelere ulaşmasının nasıl engellendiğine ilişkin iddialara da yer verilip şöyle denildi:


`Tüm bu engeller yargının kurucu unsurlarından olan savunma makamı avukatların önüne kasıtlı olarak çıkartılırken, dosyada avukatın ve hatta yargıcın bile ulaşamadığı iletişim dahil her türlü bilgi ve belge, yandaş medyaya servis edilerek soruşturmanın gizliliği ilkesi ihlal edilmiş ve kimi yazarlara sızdırılan bilgilerle dizi yazılar ve kitaplar yazdırılmıştır.


Sayın Adalet Bakanı, bilgi sızdıranları ve servis yapanları, insan haklarını, temel hak ve özgürlükleri koruyup kollayan, hukukun üstünlüğüne sonuna değin inanan ve bunun için canla başla uğraş veren avukatların içinde değil, hukukçuluğu emir alma anlayışı ile yapanların arasında aramalıdır. Tabiî ki sözümüz `emir` ile `hukukun` bağdaşmayacağını anlayamayanlardır.


İstanbul Barosu olarak sayın Adalet Bakanından tespit edilmişse soruşturma aşamasında dışarıya bilgi sızdıran bir avukatın adını bekliyoruz. Bu adı bir kısım meslektaşlarımıza çamur ve iftira atmak adına değil, nesnel ölçülerde vermesini de diliyoruz.`


-KASETLER DAVA AŞAMASINDA VERİLDİ-


Açıklamada, İstanbul 13. Ağır Ceza mahkemesinin Tuncay Güney`in 2001 yılındaki ifadesini içeren kasetleri soruşturma aşamasında değil, kovuşturma aşamasında verdiği ve burada suç teşkil eden ve gizliliği ihlal eden bir durumun bulunmadığı savunmalarının, ağır hukuk ihlali ve bir `hukuk garabeti` olduğu öne sürülerek şöyle denildi:


`Sayın Bakan öncelikle medya önünde avukatları ve hukuk kurumlarını suçlamak yerine, bu ağır hukuk garabetini gidermek görevini üstlenmelidir, yargının kurucu unsuru olan avukatlara elinde somut veriler olmadan çamur ve iftira atmayı değil...


İstanbul Barosu, yıllardır her koşulda hakkı koruyan ve kollayan, zorunlu avukatlığı savunarak gece gündüz demeden insan hakları için mücadele ederek işkenceyi ortadan kaldıran genç ve dinamik CMK avukatları ile olduğu gibi, ülkenin en karmaşık ve siyaset kokan davasında `Hukukun ve adaletin gerçekleşmesi ve de savunma hakkının` bihakkın yerine getirilmesi için uğraş veren tüm meslektaşları ile gurur duymakta, onların insan haklarına, hukukun üstünlüğü ve meslek ilkelerine ve meslek etiğine gösterdikleri saygıya ve her koşuldaki uğraşı güçlerine ise sonsuz teşekkür etmektedir.`


2009-02-19 


 Adalet Divanı kararı ne getirecek?


Vizesiz Avrupa Araştırma Grubu Başkanı Prof. Gümrükçü, Avrupa Adalet Divanı`nın kararı için ``AB nezdindeki tüm haklarımızın hayata geçirilmesiyle karşı karşıyayız` dedi ve ekledi:
 
Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Vizesiz Avrupa Araştırma Grubu Başkanı Prof. Dr. Harun Gümrükçü, Avrupa Adalet Divanı`nın iş için Avrupa`ya gidecek Türklerden vize istenemeyeceğine hükmetmesiyle ilgili olarak ``Bu kararla sadece vize değil AB nezdindeki tüm haklarımızın hayata geçirilmesiyle karşı karşıyayız. Vize belki de en önemsizi ama en popüler olanı`` dedi.


Prof. Dr. Harun Gümrükçü, düzenlediği basın toplantısında, Avrupa Topluluğu Adalet Divanı`nın (ATAD) aldığı kararın Avrupa`da hukukun üstünlüğü olduğunu bir kez daha teyit ettiğini söyledi.


Gümrükçü, ``ATAD, Lüksemburg`da hakimlerin var olduğunu gösterdi ve AB`ye vizesiz giriş hakkımızın önünü açtı`` diyen Gümrükçü, ``ATAD Avrupa`da estirilmek istenen hukuki güvencesizliği adaletin kılıcıyla kesti`` diye konuştu.


Bu kararın bağlayıcı olduğunu ifade eden Gümrükçü, şunları kaydetti:


``Bu karar bazı bilim insanlarının söylediği gibi dava açanları değil toplumun tümünü, hepimizi ilgilendirmektedir. Bu dava, Avrupa hukuk tarihine de geçen bir garibanlar hareketidir. Davayı açan kişiler gerçekten gariban insanlar. Destekçisi yok, sendikalar yok, TOBB yok, devlet yok. Hatta bunların içinde akşamları çamaşır yıkayarak davasını finanse edenler oldu. Türkiye`yi Avrupa`ya onlar taşıdı. Bu, Avrupa hukuk tarihinde de bir ilktir. Bilim insanlarıyla bu gariban insanların ortak çalışması sayesinde Türkiye-Avrupa ilişkilerinde dönüm noktası sağlanmıştır.``


-``AVRUPA KOMİSYONU TÜRKİYE`YE ÖN YARGILI``-


Harun Gümrükçü, bu kararın Avrupa Komisyonu`nun Türkiye konusunda ön yargılı olduğunu gösterdiğini öne sürdü.


Avrupa Komisyonu`nun görevinin hukuku sağlamak olduğunu belirten Gümrükçü, komisyonun vize konusunda daha önce aldığı kararı çekmesinin Avrupa hukuk tarihinde büyük yara açtığını söyledi.


ATAD`ın kararını ``Avrupa Komisyonu, ATAD hakimlerinden iyi bir dayak yemiştir`` sözleriyle değerlendiren Gümrükçü, ``Türkiye konusunda sivri çıkışlarıyla bilinen Avrupa Parlamentosu da sınıfta kalmıştır`` dedi.


-KARAR NE GETİRECEK?-


Prof. Dr. Harun Gümrükçü, kararın ardından oluşacak dezenformasyonun önlenmesi gerektiğini söyledi.


Ülkelerin kararı kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayabileceğine işaret eden Gümrükçü, kararın sadece vizeyi kapsamadığını, Türkiye`nin AB nezdindeki tüm haklarını içerdiğini savundu.


Türkiye Cumhuriyeti`nin bir an önce komisyon kurarak bu çalışmaları koordine etmesi gerektiğini kaydeden Gümrükçü, şöyle konuştu:


``Bu kararla sadece vize değil AB nezdindeki tüm haklarımızın hayata geçirilmesiyle karşı karşıyayız. Vize belki de en önemsizi ama en popüler olanı. Şimdi ne yapmak lazım? Türkiye Cumhuriyeti bir komisyon kurarak 1973`ten 2009`a kadar hangi alanlarda kötüleştirme yapmıştır bunları tespit ederek Avrupa Komisyonu`na başvurmalı ve bu alanlardaki kötüleştirmeleri kaldırmalıdır. 27 ülkenin tüm yasaları tek tek gözden geçirilerek 1973`teki durumla kıyaslanmalı ve kötüleşme varsa bunların hepsinin kalkması sağlanmalıdır. AB üye ülkeleri ulusal mevzuatlarında aleyhimize değişiklik yapmışlarsa tüm kötüleştirmeleri kaldırmak zorundadırlar. Bu kararla Almanya`da büyük tartışmalara yol açan Yabancılar Yasası da önemli ölçüde geçerliliğini kaybetmiştir. Bu, diğer ülkeler için de geçerlidir. ``


-``PASAPORTU OLANA AVRUPA KAPISI AÇIK``-


Harun Gümrükçü, kararın AB ülkeleri ile ticaret yapan Türk işverenlerinin önünü açtığını, Avrupa`da yaşayan 5 milyon Türk vatandaşının da sahipsizliğine ``dur`` dediğini vurguladı.


Karar sayesinde sınır dışı kararı alınan 200 bin Türk vatandaşıyla ilgili kararın kalkacağını belirten Gümrükçü, çoklu vatandaşlığın önünün de açıldığını ifade etti.


Prof. Dr. Gümrükçü, bir gazetecinin, ``Bu dava emsal olarak kabul edilip bundan sonra AB üyesi ülkelere vizesiz gidilebilecek mi?`` sorusuna şu yanıtı verdi:


``Karar çok açık. Türk işverenlerinin ve hizmet alan kesimin vize almadan yani 1973`teki hukuki durum neyse Avrupa ülkesine gidip dönmeleri hakkı ortaya çıkmıştır. Bu karar sadece dava açan kişileri değil herkesi kapsamaktadır. Ancak Avrupa bunu böyle yorumlamayacaktır. Farklı yorumlara karşı da dava açılacaktır. Türkiye`de hizmet sunan kesim olan 48 milyonun önü açılmıştır. Yani işverenlerimiz, öğretim üyelerimiz, gazeteciler, hizmet sektöründe çalışan berberden dansöze herkes bu gruba giriyor.``


Harun Gümrükçü, kararın 21 dilde yayınlandığını, AB`ye üye ülkelerin bu kararın aksi bir eylemde bulunmaları halinde Türkiye`nin tazminat davası açmaya hak kazanacağını kaydetti.


Gümrükçü, ``Cebinizde geçerli bir pasaportunuz ve paranız varsa yarın uçağa binin ve istediğiniz AB üyesi ülkeye gidin`` dedi.


Bu kararın Türkiye`nin yüzde 80 AB`ye girdiği anlamına da geleceğine işaret eden Gümrükçü, AB`ye üyelik müzakere sürecinin de bu kararın ardından yeniden düzenlenmesi gerektiğini sözlerine ekledi.


AA


 Doğan Holding`ten ceza savunması
Halkalı Vergi Dairesi`nin dün Doğan Holding`e vermiş olduğu cezanın savunması Doğan Holding`ten bugün geldi.
 
Doğan Yayın Holding, ``Doğan TV Holding`deki Doğan Yayın Holding hisselerinin Axel Springer A.G`ye devir işleminin 2007 yılında gerçekleştiğini, vergi inceleme raporunda yer alan `Doğan TV Holding A.Ş hisse senedi devir işleminin 2006 yılında tamamlandığı` iddiasının herhangi bir hukuki geçerliliğinin olmadığının aşikar olduğunu`` bildirdi.


Doğan Yayın Holding`ten İMKB`ye gönderilen yazıda, 1 Nisan 2003-31 Mart 2004, 1 Nisan 2004-31 Aralık 2004, 2005 ve 2006 hesap dönemlerine ilişkin olarak, Halkalı Vergi Dairesi tarafından gönderilen 16 ve 30 Ocak 2009 tarihli vergi inceleme raporları dayanak gösterilerek toplam 132 milyon 921 bin 473 TL tutarında ``vergi aslı`` tutarı ile 693 milyon 179 bin 4 TL tutarında ``vergi ziyaı`` ve 165 bin TL tutarında ``özel usulsüzlük`` cezalarını içeren vergi/ceza ihbarnamelerinin 17 Şubat Salı günü şirkete tebliğ edildiği belirtildi.


Yazıda, vergi inceleme raporunda, şirketin bağlı ortaklığı Doğan TV Holding A.Ş`de sahip olduğu ve Doğan TV Holding A.Ş sermayesinin yüzde 25`ini temsil eden hisse senetlerinin, Axel Springer AG`nin yüzde 100 iştiraki olan Dreiundvierzigste Media Vermögengsverwaltungsgesellschaft GmbH`a (DMV) hukuken satışının 2007 yılında yapılmış olmasına rağmen, satışın 2006 yılında gerçekleştirildiği ve bu hisse satışının 2006 yılı kayıtlarına alınmadığı, bu nedenle Kurumlar Vergisi Kanununun madde 5/1-e`de düzenlenen ``iştirak hissesi satış kazancı istisnası``ndan yararlanamayacağının öne sürüldüğü kaydedildi.


Raporda iştirak hisselerinin satın alınmasına ilişkin finansman giderlerinin (kur farkı ve faiz) gider yazılamayacağının ileri sürüldüğü belirtilen yazıda, iştirak (Doğan Raks Satış Pazarlama ve Dağıtım A.Ş) hisse senedi satışından doğan zararın kurum kazancından indirilemeyeceği, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi(KDV) Kanununun, geçici 10. maddesinin, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununa(KVK) doğrudan atıf yaptığı; iştirak hissesi satışında KDV istisnasının uygulanmasının mezkur madde hükümlerine göre uygulanmasının mümkün olmadığının iddia edildiği aktarıldı.


Yazıda, dolayısıyla raporda iştirak hisselerinin satışında KDV hesaplanması gerektiğinin iddia edildiği belirtildi.


Vergi inceleme raporunda ayrıca iştirak (ANS Uluslar arası Yapım Yayın Reklamcılık A.Ş) hisse senedi satışından doğan kazancın, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 8/12.nci maddesi kapsamında iştirak hisseleri satış kazancı istisnasından faydalanamayacağının kaydedildiği vurgulanan yazıda, şu görüşlere yer verildi:


``Doğan TV Holding A.Ş hisse senetlerinin satışının 2006 yılında tamamlandığı ile ilgili olarak, talep edilen vergi aslı 115 milyon 299 bin 694 TL, Kurumlar Vergisi tutarı üzerinden 3 kat olarak hesaplanan vergi ziyaı cezası 345 milyon 899 bin 81 TL, mahsup dönemi geçtiği için aslı talep edilmeyen geçici verginin 3 katı olarak hesaplanan vergi ziyaı cezası 311 milyon 308 bin 206 TL olmak üzere, vergi aslı ile birlikte toplam talep edilen tutar 772 milyon 506 bin 981 TL`dir.


`İştirak hisselerinin satın alınmasına ilişkin finansman giderlerinin gider yazılamayacağı` ile ilgili olarak talep edilen vergi aslı 4 milyon 792 bin 465 TL ve vergi ziyaı cezası da 6 milyon 225 bin 45 TL olmak üzere toplam 11 milyon 17 bin 510 TL`dir.


`İştirak hissesi satışından doğan zararın kabul edilmeyerek kurum kazancından indirilemeyeceği` ile ilgili olarak talep edilen vergi aslı 2 milyon 96 bin 143 TL, Kurumlar Vergisi tutarı üzerinden 3 kat olarak hesaplanan vergi ziyaı cezası 6 milyon 288 bin 429 TL, mahsup dönemi geçtiği için aslı talep edilmeyen geçici verginin 3 katı oranında hesaplanan vergi ziyaı cezası 5 milyon 296 bin 367 TL olmak üzere, vergi aslı ile birlikte toplam talep edilen tutar 13 milyon 680 bin 939 TL`dir.``


Yazıda, rapordaki ``hisse senedi ile temsil edilmesine rağmen, hisselerin satışında KDV hesaplanması gerektiği`` görüşüne ilişkin olarak da talep edilen vergi aslının 3 milyon 497 bin 297 TL, vergi ziyaı cezasının da 3 milyon 497 bin 297 TL olmak üzere toplam 6 milyon 994 bin 594 TL olduğu bildirildi.


Raporda ``İştirak hisseleri satış kazancı istisnasından faydalanılamayacağı`` gerekçesiyle talep edilen vergi aslının 1 milyon 6 bin 333 TL ve vergi ziyaı cezasının 2 milyon 211 bin 167 TL olmak üzere toplam 3 milyon 217 bin 500 TL olduğu kaydedilen yazıda, ``Dolayısıyla sadece ilk iddia ile ilgili olarak talep edilen tutar 772 milyon 506 bin 981 TL olmaktadır ki bu tutar diğer vergi tutarları ile birlikte talep edilen toplam tutarın yüzde 93,5`ini oluşturmaktadır`` şeklinde görüşlere yer verildi.


DOĞAN TV HİSSELERİNİN AXEL SPRINGER AG DMY`YE GEÇİŞİ...


Yazıda, Doğan TV Holding A.Ş`deki hisse senetlerinin Axel Springer AG DMV`ye satışı konusunda anlaşmaya varıldığının 16 Kasım 2006 tarihli özel durum açıklama formu ile Borsa Başkanlığına bildirildiği, ancak aynı açıklamada, varılan bu anlaşmanın şarta bağlı bir anlaşma olduğu ve anlaşmanın ancak belirli koşulların sağlanması ile yürürlüğe girebileceğinin de açıkça belirtildiği ifade edildi.


Söz konusu açıklamada, ``Satış işlemi Axel Springer AG`nin Doğan TV`de yapacağı inceleme çalışmalarının ardından ve gerekli yasal izinlerin alınmasını takiben gerçekleştirilecektir`` denildiği hatırlatılan yazıda ayrıca konuya ilişkin hisse devir anlaşmasında bahsi geçen tüm ön şartların sağlanmasını takiben, ancak hisse senetlerinin mülkiyetinin Axel Springer AG DMV`ye hukuken geçmesi ve hisse devir bedelinin de Doğan TV Holding hesaplarına intikal etmesi ile hisse devir sürecinin tamamlanmış sayılabileceğinin çok açık bir şekilde yer aldığı vurgulandı.


Doğan Yayın Holding`in İMKB`ye gönderdiği yazıda, şu görüşler savunuldu:


``Hisse devir işlemi, hisse devir sözleşmesinde yer alan tüm ön koşulların yerine getirilmesini takiben, hisse senetlerinin mülkiyetinin 2 Ocak 2007 tarihinde ciro edilmek suretiyle Axel Springer AG DMV`ye geçirilmesi ile tamamlanmıştır. Hisse devir bedeli de hisse senetlerinin teslimi ile aynı tarihte şirketimiz hesaplarına intikal etmiştir. Bu itibarla, hisse devir sözleşmesinde belirtilen tüm koşulların yerine geldiği görülerek, Axel Springer AG DMV ile yine 2 Ocak 2007 tarihinde karşılıklı mutabakat imzalanmak ve kapanış işlemleri hisse devir sözleşmesine uygun olarak yapılmak suretiyle hisse devir süreci tamamlanmıştır. Bu işlemlerin Axel Springer AG DMV`nin kayıtları ile de karşılıklı olarak teyit edilmesi her zaman mümkündür.``


Axel Springer AG DMV`ye devredilen söz konusu hisselerin yine 2 Ocak 2007 tarihinde Doğan TV Holding A.Ş pay defterine kayıt edildiği ifade edilen yazıda, ``Bu itibarla, söz konusu hisse devir işleminin 2007 yılında gerçekleşmesine rağmen, vergi inceleme raporunda yer alan Doğan TV Holding A.Ş hisse senedi devir işleminin 2006 yılında tamamlandığı iddiasının herhangi bir hukuki bir geçerliliği olmadığı aşikardır`` görüşü yer aldı.


FİNANSMAN GİDERLERİNİN GİDER OLARAK YAZILMASI...


Doğan Yayın Holding`in açıklamasında, iştirak hisselerinin alımına ilişkin finansman giderlerinin gider yazılmamasına ilişkin, Maliye Bakanlığının iştirak hisselerinin alımına ilişkin finansman giderlerinin gider yazılması gerektiği yönünde birden fazla muktezası bulunduğu, dolayısıyla Bakanlığın bu konudaki görüşünün istikrar kazandığının düşünüldüğü ifade edildi.


Açıklamada, aynı şekilde istikrar kazanmış vergi yargısı kararlarında da iştirak hisselerinin alımına ilişkin finansman giderlerinin gider yazılmasının kabul gördüğünün bilindiği kaydedildi.


Vergi hukuku uzmanlarınca yayınlanmış çok sayıda kitap, dergi ve makalede de, iştirak hisselerinin alımına ilişkin finansman giderlerinin gider yazılmasının mali mevzuata uygun olduğu savunulan açıklamada, şu hususa yer verildi:


``İştirak hisselerinin alımına ilişkin finansman giderlerinin gider olarak yazılabileceği 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu`nun 5. maddesinde de açıkça yer almaktadır. 1 Nisan 2003 - 31 Mart 2004 hesap döneminde iştirak hissesi alımı ile ilgili olduğu iddia edilen krediler ile ilgili kur farkı gelirleri oluşmasına rağmen, inceleme raporlarında söz konusu kur farkı gelirleri dikkate alınmadan sadece faiz giderleri ve diğer yıllardaki kur farkı giderleri esas alınarak işlem tesis edilmiş olup, bu yönüyle de tarhiyatın yersiz olduğu düşünülmektedir.``


SENEDE BAĞLANMIŞ HİSSELERİN SATIŞINDA KDV HESAPLANMASI...


İMKB`ye gönderilen yazıda, genel kabul görmüş ve yerleşik uygulamalar dikkate alındığında, senede bağlanmış hisselerin satışında KDV hesaplanması gerektiği yönünde bir yorumla ilk kez karşı karşıya kalındığı vurgulanarak, ``Köklü bir şirketleşme kültürüne ve gelişmiş bir sermaye piyasasına sahip ülkemizde, senede bağlanmış hisselerin satışında KDV hesaplanması yönünde yapılacak yorumların, özellikle dış finansman ve kaynak ihtiyacının arttığı bir dönemde ülkemiz için olumsuz sonuçlarının olması kaçınılmazdır`` yorumu yapıldı.


Yazıda, yabancıların özellikle son beş yılda Türkiye`ye önemli yatırımlar yaptığı ve bu kapsamda iştirak hissesi satın almak suretiyle, birçok şirkete iştirak ettiğinin bilindiği ifade edilerek, vergi inceleme raporundaki iddialar kabul gördüğü takdirde, son beş yılda iştirak hissesini satmış bir çok gerçek ve tüzel kişi için vergi matrah farkı ve vergi ziyaı cezasının hesaplanmasının gündeme geleceğine dikkat çekildi.


Yazıda, ``Vergi inceleme raporlarında eleştiri konusu yapılan şirketimiz uygulamalarının, yasal düzenlemelere ve Maliye Bakanlığının tebliğ, sirküler ve muktezalarına uygun olduğu düşünülmekte olup, düzenlenen Vergi İnceleme Raporlarında yer alan tüm iddialara karşı her türlü yasal hakkımız kullanılacaktır`` duyurusunda bulunuldu.


Kaynak: Ajanslar

 


 Turhan Çömez`den `Gomez` açıklaması
Turhan Çömez`in, İngiltere`den `oturma izni` istediğine ilişkin haberler avukatları tarafından yalanlandı.
 

Ergenekon soruşturması kapsamında aranan AKP eski Milletvekili Turhan Çömez`in, İngiltere`den `oturma izni` istediğine ilişkin haberleri avukatları yalanladı.


Ergenekon soruşturması kapsamında hakkında arama kararı bulunan eski AKP Milletvekili Turhan Çömez`in, İngiltere`den `oturma izni` istediğine ilişkin bir gazetenin manşetinde yer alan haberin doğru olmadığı, izin için her hangi bir makama da başvurusu olmadığı açıklandı.


Turhan Çömez`in avukatları Engin Düzgün, Yağız Ali Dağlı ve Ömer Faruk Dere yaptıkları açıklamada, Turhan Çömez`le ilgili haberi `asılsız , gayri ahlaki ve gündem değiştirmeye yönelik` kurgulanmış bir haber olduğunu öne sürdüler.


Turhan Çömez`in avukatları, iddialara ilişkin şu açıklamayı yaptılar:


`Müvekkilimiz Sayın Çömez`in; habere konu oturma iznine ilişkin hiçbir başvurusu olmadığı gibi, müvekkilimin oturma iznine ihtiyacı da bulunmamaktadır. Söz konusu haberin içine itina ile monte edilen gizemli isimleri ise; müvekkilimiz kesinlikle tanımamaktadır. Ayrıca müvekkilimiz 07.06.2008 tarihinden itibaren İngiltere`de olup; eğitimini bir gün dahi aksatmamış ve İngiltere dışına da çıkmamıştır.


Korku ve dezenformasyon imparatorluğu kurmak isteyenlerin bu nafile çabaları; Türkiye`nin hakiki gündemini değiştirmeye, düşünen beyinlere hükmetmeye yetmeyecek ve bu kurgunun mimarları, er ya da geç hem hukuk hem de kamu vicdanı nezdinde mahkum olacaklardır.


Müvekkilimiz ile ilgili olarak bahse konu haberlerin içerisinde yer alan hususların devlet eli ile öğrenilmesi son derece kolay iken; devletin belli kurumlarını işgal eden kişilerin, devlet adamı olmanın gerektirdiği sorumlulukları ifa etmeksizin, basında çıkan ve doğruluğunu araştırmadıkları asılsız haberlere dayanarak beyanda bulunmaları da, bulundukları makamların ağırlığı ile çelişmektedir.


Bununla birlikte halen devam etmekte olan bir yargılamayı etkilemeye yönelik ve müvekkilimiz hakkında henüz bir isnat söz konusu değil iken ve müvekkilimize usulüne uygun herhangi bir yasal talep yapılmamışken, kendisini toplum nezdinde mahkum etmeye yönelik beyanların, sahiplerine hukuki sorumluluk doğuracağı da unutulmamalıdır.


Bahse konu haber ve bundan sonra müvekkilimizle ilgili olarak yapılacak her türlü hukuka aykırı ve müvekkilimizin kişilik haklarını zedeleyecek girişimler karşısında, hukuki süreç en kısa zamanda başlatılacak ve gerekli yaptırımların uygulanması da hukuken sağlanacaktır. `


Kaynak: Hürriyet


 Doç.Dr.Özekes: `Yargı kararları toplum vicdanında yer bulmazsa tartışılır`

Dokuz Eylül Üniversitesi(DEÜ) Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muhammet Özekes, yargı kararlarının toplum vicdanında yer bulmadığı takdirde tartışıldığını belirterek hakimlerin kendi vicdan muhasebelerini iyi yapması gerektiğini söyledi.


Doç. Dr. Özekes, konuya ilişkin şu öneriyi sundu: `Davaları birikmiş adliyede lehte veya aleyhte sonuçlanmış 3-5 kişi seçilebilir. Zaman zaman mahkemedeki hakimlerle sohbet toplantısında, avukattan, barodan temsilciler gelerek o bitmiş dava, başından sonuna kadar tartışılabilir. Diyelim ki bir yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesi hakimleri, bitmiş bir davadan lehte veya aleyhte olan 2 kişi çağırıp bir sohbet toplantısında `Biz bu davayı görürken size kararın esasını bıraktık. İnsan davranışı olarak, etik olarak, size yaklaşım olarak nerede iyi şeyler, nerede kötü şeyler yaptık` diyerek bunları not edelim. Barolarda avukatlar kendi içinde, hakimler de kendi içinde yapabilirler. Daha sonra bu değerlendirmeler bittikten sonra hakimler, kendi içlerinde geri bildirim yapabilirler. Birbirimizi aynı meslek içerisinde eleştirmemiz belki daha kolay olacaktır. Ayda bir bu toplantılar yapılabilir. Veya hakimler birbirlerini eleştirebilirler. Benim böyle bir kararım var veya duyduğu şeyi eleştirebilir. Bu belki dışardan gelen taştan daha az etki veya yaralıyıcı olabilir.`


Etik değerlerin yerleşmesi bakımından ceza sisteminin yanında ödül sisteminin de getirilmesi gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Özekes, bu ödülün illa para, makam vermek veya sicilini iyileştirmek olmadığını, insanlar içinde takdir edilmenin de önemli bir şey olduğuna dikkat çekti.


Değişimin en zor yargıda olduğuna dikkat çeken Özekes, yeni hakim, savcı ve avukatların çok iyi eğitilmesi gerektiğini vurguladı.


Yargı reformunun şart olduğunu dile getiren Özekes, birinci derecede etik kısmının öne çıkartılması gerektiğini belirtti.


`Bizde kural eksikliği yok, kuralları uygulama eksikliğimiz var.` diyen Özekes, bahanelerin arkasına sığınıldığını niyet olması halinde düzeltileceğini söyledi.


SÜREKLİ DENETLENECEĞİNİ DÜŞÜNEN HAKİM SAĞLIKLI KARAR VEREMEZ


Yargı kararlarını eleştirenlerin bir kısmının haklı, bir kısmının ise haksız olduğunu dile getiren Özekes, işin teknik kısmını bilmeden eleştirilmemesi gerektiğini söyledi.


Nihayetinde bu kararları verenlerin insan olduğuna dikkat çeken Özekes, yürütülmesi gereken bazı prosedürler olduğunu ve bunlara uygun davranılması gerektiğini kaydetti.


Tedbir mahiyetinde olan şeylerde çok takdir hakkı olduğunu anlatan Özekes, `Mesela diyor ki delillerin karartılması. Bana göre delillerin karartılması olmayan şey size göre olabilir. Bunların bilimsel bir takım kriterleri var. Bunlara mı uygun davranıyorsunuz yoksa takdir hakkınızı kullanırken kendinize göre mi davranıyorsunuz? Karar verirken akşam okuduğunuz gazetenin haberine göre mi sabahleyin tutukluyup serbest bırakıyorsunuz veya kendi siyasi görüşünüze yakın veya uzak mı diye yapıyorsunuz? Mesele o takdir hakkının opsiyonları içerisinde hangi ölçüde samimi bir duygu içinde ben bunu hakim davranışıyla yapıyorum derseniz yanlış yapsanızda çok kabul edilebilir bir şey. Ama zihninizin arkasında başka sahiplenmeyle bunu yapıyorsanız o çok kabul edilebilir birşey değildir.` diye konuştu.


`Hakimleri de sürekli denetim altında tuttuğunuz zaman nasıl bizim futbol hakemler yüzünden kötüye gidiyor aynı hale geliyor. Çünkü sürekli denetleneceğini düşünen bir hakim rahat ve vicdanını tam oluşturarak bir karar vermez. En suya sabuna dokunmayan karar verir.` diyen Doç. Dr. Muhammet Özekes, şöyle konuştu: `Neye göre tatmin? Evet burada hakim bütün yargısal araştırmayı yaptı. Üzerine düşen herşeyi yaptı. Mukayese edildiğinde bundan daha fazla birşey yapamazdı hakim. Bu da çok önemli birşey. Birde anlatabilmeniz lazım. Yargı, mahkeme konusunda çok bilinçli değiliz. Bizde avukat tutma mecburiyeti yok. Haksızlıkta yarışıyoruz adeta. Toplumun yetişmesinde bunlar çok önemli şeyler. Çocuk evde babasından dayak yiyor, okula gidiyor öğretmeninden dayak yiyor, evleniyor kocasından dayak yiyor, askere gidiyor komutanından dayak yiyor, işe giriyor işvereninden korkuyor. Şimdi korku üzerine tesis edilmiş bir toplumsal yapıda her zaman çok sağlıklı sonuçlar çıkmayabilir. Hakimde öyle yetişmiş.` (CİHAN)


 Hava-İş THY yönetimine karşı eylem yaptı
 
HAVA-İŞ üyesi Türk Hava Yolları Teknik AŞ. emekçileri dün Atatürk Havalimanı Teknik B kapısı önünde patronun uygulamalarına karşı eylem yaptı. Hava-İş`in yaptığı eylemde Sendika başkanı Atilay Ayçin işçiler adına yaptığı açıklamada `THY Teknik A.Ş patronları şirketin büyümesi ile övünürken, çalışanların haklarıyla, sendikal haklarıyla, aşı ve ekmeğiyle oynamayı sürdürmektedir.` dedi. Ayçin şöyle devam etti: `Yürürlüğe girmesi gereken toplu iş sözleşme süreçleri patronlar tarafından bilinçli bir şekilde tıkanmaktadır. THY Teknik A.Ş`de patron ve tetikçi olarak yanına aldığı Çelik İş sendikası, birlikte THY Teknik AŞ`nin Hava Taşımacılığı işkolunda olmadığı metal işkolunda olduğu yönündeki itirazları nedeniyle toplu iş sözleşme süreci tıkanmıştır.`Ayçin açıklamasında ayrıca şunları söyledi: `Demokratik hukuk zeminini kaybetmeden haksızlıklara karşı direnmekte kararlıyız. Yeni dönem toplu iş sözleşmesinde taşeronlaşma iş güvencesi ve idari maddeler hiçbir dönem olmadığı kadar önemli olacaktır` dedi.


2009-02-19 Birgün 


 Topbaş`tan Vatan Gazetesi`ne ağır suçlama: 220 dönümlük araziye konmak istiyorlar


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Doğan Grubu bünyesindeki Vatan Gazetesi`nin kendisi aleyhindeki yayınlarını ilginç bir gerekçeye bağladı. Topbaş, `Vatan Gazetesi, Kemerburgaz`da 220 dönüm araziye konmak istiyor.

Bizden geçemediği için devamlı manşetteyiz.` dedi. İstanbul`da seçim çalışmalarını sürdüren Topbaş`ın verdiği bilgiye göre Vatan`ın yöneticileri Kemerburgaz`da bir araziyi işgal ederek kaçak bir okul yaptı. Müfettişler, yaptıkları inceleme sonucunda yıkım kararı aldı. Ancak yıkım, eğitim sezonunun sonuna bırakıldı. Topbaş, gazetenin yayınlarının kendisini sindirerek yıkımı önleme amacına yönelik olduğu görüşünde. Topbaş, `Bugüne kadar hiç konuşmadım. Ama bütün mesele bundan ibaret.` ifadelerini kullandı. Topbaş`ın iddialarına Zafer Mutlu sert tepki gösterdi. Zaman`a konuşan Mutlu, `Topbaş`tan bugüne kadar herhangi bir şekilde yazılı ve sözlü bir şey isteyen şerefsizdir, namerttir. Topbaş bana kızabilir, ama elindeki gücü kullanamaz.` dedi.


Vatan Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Mutlu`nun kızının adını taşıyan Zeynep Mutlu Eğitim Vakfı Koleji, Kemerburgaz`da bulunuyor. Okul, Nami Çağan`ın maliye bakanlığı döneminde Hazine`den tahsis edilen 220 dönümlük arazi üzerinde 1999`da inşa edildi. Eyüp Belediyesi, tapulu arazisi üzerine yapılmak istenen kaçak projeye karşı çıktı. Bunun üzerine Anasol-M hükümeti tarla statüsündeki araziyi ANAP`lı Göktürk Belde Belediyesi üzerine geçirdi. Eyüp Belediyesi ise arazi için yapılan plan değişikliğini yargıya taşıdı. Eyüp 2. Asliye Hukuk Mahkemesi`nin kararıyla araziyi yeniden kendine tahsis ettirdi.


Yasin Kılıç, Fatih Vural


19 Şubat 2009,


 Avrupa`dan Yunanistan`a azınlık uyarısı


Avrupa Konseyi, Yunanistan ın azınlık haklarının korunması için yoğun çaba göstermesi gerektiğini bildirdi[...
 
Avrupa Komisyonu İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, 8-10 Aralık 2008 tarihlerinde Yunanistan a yaptığı ziyaretten sonra hazırladığı raporda, `Azınlık haklarının etkili bir şekilde korunması, çoğulcu toplumların temel direklerinden biridir. Yunanistan ın halen, bu haklara tam saygı gösterilmesini ve korunmasını sağlamak için daha çok ve yoğun çaba göstermesi gerekiyor` ifadesini kullandı.


Raporda, Batı Trakya da özellikle eğitim alanında bazı çabalar gösterilmesine rağmen azınlıkların tanınmasının inkarı konusunda derin endişelerin sürdüğü belirtildi.


Yunan mahkemelerinin, bazı azınlık cemiyetlerinin tanınmamasına yol açan aşırı kısıtlayıcı uygulamaları konusunda da ciddi endişelerin bulunduğu belirtilen raporda, yetkililerin azınlık üyelerinin cemiyet kurma hakkından etkili bir şekilde faydalanmalarını mümkün kılmaları gerektiği kaydedildi.


Raporda, Avrupa Konseyi standartlarına uygunluk içinde azınlık gruplarıyla her seviyede devamlı diyaloğun sağlanması amacıyla bir danışma mekanizmasının yaratılması gerektiği de bildirildi.


İnsan Hakları Komiseri Hammarberg ayrıca, yetkililerden azınlık üyelerine Yunan vatandaşlıklarının iade edilmesine yönelik çabalarını bir an önce tamamlamalarını istedi.


Batı Trakya da islam hukuku uygulanmasıyla ilgili ciddi endişelerin de dile getirildiği raporda, bu uygulamanın Avrupa ve uluslararası insan hakları standartlarıyla bağdaşmadığı belirtilerek, bu uygulamanın gözden geçirilmesi gerektiği ifade edildi.


Raporda, Yunan yetkililere, Avrupa Konseyi nin Ulusal Azınlıkların Korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşmesi, vatandaşlığa ilişkin Avrupa Konvansiyonu gibi anlaşmaları bir an önce onaylamaları çağrısında bulunuldu


 Türkiye Kızılay Derneği tüzüğü değişti

 

Türkiye Kızılay Derneğinin genel kurulu, iki yıl yerine üç yılda bir toplanacak.

 

Türk Kızılay Derneği Tüzüğü, Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 6 Nisan 1993 tarihli tüzüğü yürürlükten kaldıran tüzüğe göre, Kızılayın en yüksek organı Genel Merkez Genel Kurulu, üç yılda bir Nisan ayında Ankara`da toplanacak. Seçimle ilgili üç yıllık periyotlar, bundan sonraki ilk olağan Genel Kurul toplantısıyla başlayacak.


Genel Kurul, Genel Merkez Yönetim Kurulu ve Genel Merkez Denetim Kurulu üyeleri, şube başkanları ile genel kurullarında tüzüğe uygun seçilecek Genel Merkez Genel Kurulu delegelerinden ve üyeliği devam eden genel başkanlarından oluşacak.


Genel Merkez Yönetim Kurulu üye sayısı, boşalmalar nedeniyle yedekleriyle birlikte üye tam sayısının yarısının altına düşerse Genel Kurul, kalan Yönetim Kurulu üyeleri veya Genel Merkez Denetim Kurulu tarafından bir ay içinde toplantıya çağrılacak. Çağrı yapılmazsa üyelerden birinin istemi üzerine sulh hukuk hakimi, üç Genel Kurul üyesini Genel Kurulu toplantıya çağırmakla görevlendirecek.


Genel Kurul, yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya Genel Merkez Genel Kurulunda seçme ve seçilme hakkına sahip delegelerin 1/5`inin, on beş günlük süre içinde noterden onaylı imzaları ile yaptıkları yazılı başvuru üzerine Genel Merkez Yönetim Kurulunca olağanüstü toplantıya çağrılabilecek. Gündem, olağanüstü toplantı çağrısı yapanlarca düzenlenecek. Olağanüstü toplantılarda yalnız toplantıyı gerektiren konular görüşülecek ve gündeme madde eklenemeyecek.


Türkiye Kızılay Derneği Tüzüğünün değiştirilmesi, Genel Merkez Yönetim Kurulunun önerisi veya Genel Merkez Genel Kurulu delegelerinden en az 2/3`ünün yazılı isteği doğrultusunda Genel Merkez Genel Kurulunca alınacak kararla mümkün olacak.


Kızılay şubelerinde çalışanlar, çalıştıkları şubelerde üye ise altı ay içinde ikamet ettiği yerdeki şubelere kaydını alabilecek. Hiçbir şube, bu üyelerin kayıtlarının aktarılmasından kaçınamayacak.


Kızılay şubeleri 5 ay içinde Kurumsal Kimlik Kitabı`ndaki formatları kullanarak üye kayıtlarını tamamen yenileyecek ve formların birer örneğini Genel Merkeze gönderecek. Üye kayıtları, elektronik ortamda izlenecek.


Bu yılki üyelik aidatları da bir defaya mahsus Genel Merkez Yönetim Kurulunca belirlenecek.


 AİHM`den İngiltere`ye hukuksuz gözaltı cezası

 

AİHM, anti-terör yasası bahane edilerek gözaltına alınanların başvurusunda İngiltere`yi suçlu buldu

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İngiltere`de terör suçlamasıyla gözaltına alınan 9 kişinin başvurusunu değerlendirdi. Mahkeme, İngiltere`nin hukuka aykırı bir şekilde tutuklamalarda bulunduğunu belirterek, ortada bir insan hakkı ihlali olduğuna hükmetti.


Bahsi geçen 9 kişi, 11 Eylül saldırıları sonrasında El-Kaide ile bağlantılı olmakla suçlanarak gözaltına alınmışlar ve yüksek güvenlikli hapishanelerde tutulmuşlardı.


Mahkeme ayrıca, geçtiğimiz günlerde İngiliz makamlarının kararıyla sınırdış edilen Ebu Katade`ye de 2800 euro ödenmesine hükmetti. Mahkeme gözaltıları hukusuz olarak nitelemekle birlikte insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele ile ilgili bir yaptırımda bulunmadı.


2007 yılında çıkarılan anti-terörizm yasasına dayanarak İngiliz polisi herhangi bir suçlamada bulunmadan yabancıları gözlatına alabiliyor. İngiltere`nin en yüksek mahkemesi de olan Lordlar Kamarası ise 2004 yılında gözaltıların ayrımcı ve orantısız olduğu yönünde bir karar almıştı.


Mahkeme kararına konu olan 9 kişiden 8`i halen gözaltında bulunuyor. Anti-terörizm yasasının 2005`te iptal edilmesiyle serbest kalan bu sekiz kişi, kısa bir süre sonra göçmenlikle ilgili bir sebepten tekrar gözaltına alınmışlardı.


Kaynak: BBC


 Çocuk düşmanlığı Meclis gündemine taşındı

 

Onlarca çocuğun `örgüt üyeliği` gibi ağır suçlarla tutuklanması kitle örgütlerini Ankara yollarına düşürdü...


Diyarbakır`da 28 Mart 2006`da meydana gelen olaylarla başlayan tutuklu çocuklar sorunu Meclis gündemine taşındı. `Örgüt üyeliği` gibi ağır suçlamalarla `büyükler`in yargılandıkları 25 yıla kadar hapis cezaları ile cezalandırılan çocukların yargılamalarının `adil ve tutuksuz` olması istendi.


Diyarbakır İHD Şube Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erbey, Diyarbakır Barosu Başkan Yardımcısı Esat Aktaş, Mazlum Der Diyarbakır Şube Başkanı Seher Akçınar Bayar, Diyarbakır Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Cengiz Günay ile tutuklu çocukların adına Arif Akkaya`dan oluşan Çocuklar İçin Adalet Girişimi heyeti dün Meclis`te bir dizi görüşme ve basın toplantısı yaptı.


Meclis`te grubu bulunan partilere `Kanunla İhtilafa Düşen Çocuklar Raporu`nu ve taleplerini ileten heyet daha sonra, DTP Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak ile Meclis`te basın toplantısı düzenledi.


Çocuklarla ilgili ciddi sıkıntılar yaşandığını, çocukların hiç de hak etmedikleri cezalarla karşı karşıya kaldıklarını kaydeden Kışanak, bu yargılamalarda hukukun kötüye kullanıldığını, çocukların örgüt üyeliğinden yargılanıp, cezalandırıldıklarını anlattı. Kışanak, DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk ile bu hukuksuzluğa neden olan yasaların değiştirilmesi için girişimlerde bulunduklarını söyledi.


Daha sonra heyet adına konuşan Muharrem Erbey, Diyarbakır`da bir taş attıkları için büyüklerin yargılandıkları maddelerden yargılanıp, 25 yıla kadar hapis cezaları istenen çocukların durumlarına dikkat çekti. Diyarbakır`da yüzlerce çocuğun hergün sokaklarda olduklarını, potansiyel suçlu olarak görüldüklerini belirten Erbey, bu durumun insan haklarına aykırılığına da dikkat çekti.


BÜTÜN ÇOCUKLAR SERBEST BIRAKILSIN


Terörle Mücadele Yasası ve diğer yasalarla 2006 yılında yapılan değişiklikler doğrultusunda çocukların, eski DGM`lere denk gelen mahkemelerde, büyükler gibi yargılandıklarını, verilen cezaların ertelenemeyeceği ve paraya çevrilemeyeceğine dair hükümler getirildiğini, bu tür yaklaşımlarla sorunların adeta kangren haline geldiğini anlatan Erbey, yasa koyucuların kötü uygulamaları takip etmek ve değiştirmekle görevli olduklarının da altını çizdi.


Çocukların delil karartıp, kaçamayacaklarını da hatırlatan Erbey, halen tutuklu yargılanan tüm çocukların serbest bırakılması başta olmak üzere taleplerini sıraladı. Toplumsal olaylarda çocuklara müdahale edecek polislerin çocuk şube müdürlüğüne bağlı birimlerden seçilmesini, çocuklara aşırı güç kullanılmamasını ve yakalamadan sonra, önce TEM veya başka birimlere değil, direkt çocuk şube müdürlüklerine götürülmesini isteyen Erbey, gözaltına alınan çocukların ailelerine derhal haber verilmesi, uzmanlardan destek alınması, avukatlarıyla derhal görüştürülmesi, soruşturma dosyalarının avukatlar tarafından incelenmesinin sağlanması, çocukların derhal savcılığa çıkartılması, çocukların yaptıklarını anlayacak durumda olup olmadıklarının uzman doktorlar tarafından belirlenmesi gibi talepleri de dile getirdi.


Çocuklar arasında 12-15, 15-18 ayrımı yaparak CMK 250 ile Ağır Ceza Mahkemeleri`nde yargılanmalarına neden olan TMK`nun 9 ve 13. maddelerinin derhal kaldırılması; çocuklara verilen cezaların temel insan hakları kurallarıyla bağdaşmadığının düşünülerek, kararların yeniden gözden geçirilmesi; çocukların kanunla ihtilafa düşmemesi için özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu`da derslik, öğretmen sayılarının artırılması, eğitimin kaliteli ve parasız olması, SHÇEK ve eğitim kurumlarının bütçesinin ve uzman sayısının artırılması, devletin çocuk politikalarını oluştururken, çocuk odaklı çalışan örgütlerle ve çocuklarla bir araya gelmeleri de heyetin talepleri arasında yer aldı. (Ankara/EVRENSEL)


YA ORANTISIZ OLSAYDI!


Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu, 15 Şubat eylemlerine saldıran polisler için `orantılı güç kullandılar` açıklaması yaptı. DTP`li milletvekili ve belediye başkanlarının açıklamalarını değerlendirdiği basın toplantısında, Diyarbakır`da seçim güvenliğinin sarsılmaya çalışılacağı yönünde güvenlik ve istihbarat birimlerinin yoğun bilgilere ulaştığını iddia eden Mutlu, eylemlere bu nedenle izin verilmediğini savundu.


Mutlu, `Topluluğun içinde yer alan yüzü sarılı kişilerin bulunması, izinsiz başlayacak yürüyüşün ardından kanunsuz sloganlar, afişler eşliğinde kışkırtmalar yapacaktı. Olaylar çıkaracak ve bu olayları il geneline yayarak yasa dışı örgüt propagandasına dönüştüreceği anlaşılmıştır. Oradaki özellikle 150-200 kişilik gruba orantılı güç kullanılarak dağıtılmıştır` dedi.


BİLYESİ VAR HEMEN TUTUKLAYIN!


Adana ve Mersin`de eylemlerde gözaltına alınan 76 kişiden çoğunluğu çocuk 24 kişi tutuklandı. Çocukların üzerinde bulunan bilye ve şal tutuklama gerekçesi olurken, gözaltına alınanlar `işkence ve kötü muamele` iddiasıyla İHD`ye başvurdu.


Seyhan ilçesi Gülbahçe Mahallesi`nde gözüne polislerin attığı plastik mermi isabet eden 17 yaşındaki E.N`nin kaşına 5 dikiş atıldı. E. N. işe gidip gelirken kullandığı bisikletin de polisler tarafından ateşe atıldığını iddia etti.


Mersin`de de 7 çocuk gözaltına alındı. 3 gün gözaltında tutulan C.S (14), S.Ö. (14), S.S. (14), S.Y.(14), Ö.S.(14), F.E. (14) ve R.K. (14) isimli çocukların aileleri, çocuklarına emniyette işkence ve kötü muamele yapıldığı iddiasıyla İHD Mersin Şubesi`ne başvurarak, hukuki yardım talep etti. Aileler daha sonra da İHD aracılığı ile polisler hakkında suç duyurusunda bulundu. Çocuklar, polislerin kendilerini döverek gözaltına aldığını, küfür, hakarette bulunduklarını ve tehdit edildiklerini belirtti.


İHD`YE BAŞVURDULAR


Mersin`in Akdeniz ilçesinde 14 Şubat günü yapılan yürüyüş sonrası çıkan olayları balkondan izleyen Nazmiye Azgan ve M.K. adlı çocuk kafalarına gaz bombası isabet etmesiyle yaralandı. Toroslor Devlet Hastanesi`ne kaldırılan Azgan ve M.K. tedavi olduktan sonra taburcu edildi. Adana`da gözaltına alındıktan sonra `Örgüt adına suç işlemek ve örgüt propagandası yapmak` suçlamasıyla tutuklanan 8`i çocuk 16 kişinin tutuklanma gerekçelerinde polis tutanaklarında `kuvvetli deliller` olarak geçen ve çocukların üzerinde bulunan bilye ve şalların gösterilmesi dikkat çekti.


Konuya ilişkin açıklama yapan İHD Adana Şubesi Başkanı Ethem Açıkalın, `18 yaşına kadar tüm bireylerin yargı sürecinde dahi olsalar `çocuktur` ve tüm çocukların çocuğa özgü koşullarda yargılanması gereklidir` diye belirtti. (HABER MERKEZİ)


Sultan Özer


2009-02-19 Evrensel


 DTP, `Harf kanunu`nda değişiklik istedi

DTP Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak`Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun`un bazı maddelerinde değişiklik yapılması` için kanun teklifi verdi. Teklifte farklı dil ve lehçelerde kullanılan harflerin Türk harflerine eklenmesi istendi.


Kışanak Meclis`te düzenlediği basın toplantısında kanun teklifi hakkında bilgi verdi. Genelde dil hakları özelde ise isim hakkının uluslararası hukukun geniş ölçüde kabul ettiği, gelişmekte olan, yerleşik temel insan haklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu kaydeden Kışanak `Dili, ad ve soyadı, kişilerin aileleri ve toplum içinde tanınmasının araçlarından biridir ve özel yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. Hiçbir makam bu hakka müdahale edemez` dedi.


TRT`nin Kürtçe yayın yapmaya başlaması ile Kürtçe`nin kamusal alanda bir devlet kurumunda kullanılmaya başlandığını, yapılan yasal düzenlemeler sonucunda yerel dil ve lehçelerin korunması, geliştirilmesi amacıyla dernekler ve şirketlerin kurulduğunu, kurslar açıldığını, tabelalar asıldığını ve tanıtım yapıldığını söyleyen Kışanak şunları kaydetti:


`1353 sayılı kanunun 2`nci maddesinde ise devletin bütün kurumlarında, şirketlerde, derneklerde, özel kuruluşlarda Türk harflerinin kullanılması zorunlu kılınmıştır. Nüfus kanununda yapılan düzenleme ile ebeveynlerin çocuklarına Kürtçe isim vermelerinin önü açılmıştır. Ancak `Harf Kanunu` gerekçe gösterilerek Kürtçe isim yasağı fiili olarak sürdürülmektedir. Çünkü 1353 sayılı kanunun 3`ncü maddesinde `verilecek tapu kayıtları ve senetleri ve nüfus ve evlenme cüzdanları ve kayıtları ve askeri hüviyet ve terhis cüzdanları, Türk harfleriyle yazılacak` denilmektedir. Bu örneklerden de anlaşıldığı üzere yapılan yasal değişiklikler ile 1353 sayılı yasa çelişmektedir.`


-ALFABEDEKİ HARF SAYISI ARTACAK-


Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanunun 3`ncü maddesinde değişiklik öngören kanun teklifine göre, farklı dil ve lehçelerde kullanılan harfler Türk alfabesine eklenecek. Teklif, nüfus cüzdanlarında yer alan şahıs isimlerinin talep halinde beyan edilen biçimiyle, Türkiye`de kullanılan yerel dil ve lehçelere uygun olarak, Latin harfleriyle yazılmasını öngörüyor. Diğer belgelerin tümünde de yine nüfus cüzdanında yazılan isim esas alınacak.


Türkiye`de konuşulan yerel dil ve lehçelerin kullanıldığı durumlarda yasa hükümleri kısıtlayıcı hüküm niteliği taşımayacak, yerel dil ve lehçelerin kullanıldığı durumlarda kullanılan dilin alfabesi esas alınacak.


Kışanak, Harf Kanunu`nun Devrim Kanunu sayıldığı ve değiştirilemeyeceği yönündeki görüşlerin bulunduğunu belirterek `Anayasa`nın 174`ncü maddesi bu kanunun anayasaya aykırılığının iddia edilemeyeceğini söylüyor, değiştirilemez demiyor. Değiştirilebilir, bunun için siyasi irade gerekiyor. Bütün siyasi partileri destek vermeye çağırıyoruz.` dedi. (ANKA)


2009-02-19 


 Mahkeme ‘Porno filmi yıldızına benzetmeyi’ tahrik saydı
Radikal

 

Mahkeme‘Porno filmdeki kadına benzetmeyi’ tahrik kabul etti boşanıp birlikte yaşadığı eşini öldüren işçinin cezası 18 yıla indi
Nail KAHRAMAN

Bursa’da boşandıktan sonra birlikte yaşadığı 34 yaşındaki Arzu Civil’i 22 yerinden bıçaklayarak öldüren 41 yaşındaki Yusuf Özcan’ın yargılanması tamamlandı. Mahkeme heyeti, çıktığı son duruşmada önceki savunmalarını tekrarlayan Yusuf Özcan’a önce ömür boyu hapis cezası verdi. Mahkeme, ‘tartışmayı’ ve ‘porno filmdeki kadına benzetmeyi’ tahrik kabul ederek verilen bu cezayı 18 yıla indirdi.
Merkez Osmangazi İlçesi Ovaakça Beldesi’nde geçen Ağustos ayında işlenen cinayette, dokuma atölyesinde işçi olarak çalışan Yusuf Özcan, boşandıktan sonra birlikte yaşadığı 2 çocuğunun annesi Arzu Civil’i evlerinin önünde ekmek bıçağıyla 22 yerinden bıçakladı. Kaçan Yusuf Özcan jandarmaya teslim olurken, Muradiye Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Arzu Civil ise yaşamını yitirdi. Verdiği ifadede olay gecesi alkollü olduğunu söyleyen Yusuf Özcan, eşini bir başka kişiyle olduğu için öldürdüğünü iddia etti. Özcan, tutuklanarak cezaevine konuldu.
Hakkında Bursa 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘Kasten adam öldürmek’ suçundan ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası istemiyle dava açılan Yusuf Özcan’ın yargılanması tamamlandı. Daha önceki duruşmalarda amacının öldürmek olmadığını ileri süren Yusuf Özcan, “İzlediğim bir porno filmde yüzü görülmeyen kadın, Arzu gibi uçuk renk kazak giyip türban takıyordu. Sesi de onunkine benziyordu. Bu görüntüleri cep telefonuma aldım. Evde kendisine gösterdim. Tartıştık, kavga ettik. Mahkemelik olduk. Hamile olan Arzu ile boşandık. Daha sonra çocuğumuz babasız dünyaya gelmesin diye birlikte yaşamaya başladık” dedi. Olay günü yine o görüntü yüzünden tartıştıklarını anlatan Yusuf Özcan, “Bana tahrik edici sözler söyleyince çılgına döndüm. Elime geçirdiğim bıçağı bilinç dışı ona saplamışım. Amacım öldürmek değildi” diye konuştu.
Karar duruşmasında aynı savunmasını tekrarlayan Yusuf Özcan, önce ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Porno görüntüsündeki kadınının kıyafetleri ve sesinin eşine benzemesi, çıkan tartışmada Arzu Civil’in sanığa ‘pez.....’ gibi hakaret içerikli sözünü tahrik olarak kabul eden mahkeme, Yusuf Özcan'a verilen cezayı 18 yıla indirdi.

KARARA ANNE TEPKİSİ
Duruşmada hazır bulunan öldürülen Arzu Civil’in annesi Fahriye Civil, “Katil kızıma 9 yıl kan kusturdu. Parasını yedi. Sonra da öldürdü. Asılsız iddiaları indirim nedeni olamaz. Karara itiraz edeceğiz. Davanın peşini bırakmayacağız” dedi.
Yusuf Özcan’ın 18 yıl hapis cezasına çarptırıldığı yargılamada cinayetin tek görgü tanığı olarak dinlenen 10 yaşındaki Ayşen Özcan, “Annem babamdan boşandıktan sonra benimle ayrı bir evde kalıyordu. Daha sonra babam bizimle yaşamaya başladı. Olay akşamı evde yatıyordum. Annem para isteyen babama ‘Ne parası. Para mara yok’ diye cevap verince aralarında tartışma çıktı. Bunları odamda duyuyordum. Daha sonra dışarı çıktılar. Yaşananları görmedim. Bir ara kalkıp sokak kapısının önüne bakınca annem kanlar içersinde yerde yatıyordu” diye ifade verdi.(dha)

 


 SPK'dan Kılıçdaroğlu ve Hamzaçebi'ye suç duyurusu
 
SPK, CHP'li milletvekilleri Kemal Kılıçdaroğlu ve Mehmet Akif Hamzaçebi hakkında suç duyurusunda bulundu. İki milletvekili, SPK'nın Deniz Feneri dosyasını sümenaltı etmekle suçlamış ancak savcılığın yürüttüğü soruşturmada kurumun ihmali tespit edilememişti


Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Turan Erol'un, CHP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP Trabzon milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi hakkında, “kamu görevlisine hakaret, iftira ve suç uydurma fiillerinden dolayı TCK md. 125, 267 ve 271 hükümleri uyarınca suç duyurusunda bulunduğu” bildirildi.

Erol'un, Kılıçdaroğlu ve Hamzaçebi'ye karşı manevi tazminat davası açacağı da kaydedildi.

SPK tarafından yapılan yazılı açıklamada, Kemal Kılıçdaroğlu ve Mehmet Akif Hamzaçebi tarafından, Kurul Başkan ve üyelerinin 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun kendilerine verdiği yetkileri kullanmadıkları iddiası ile görevi kötüye kullanma suçundan Kurul Başkan ve üyeleri hakkında kovuşturmaya geçilmesi talebi ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurduğu hatırlatıldı.

Açıklamada, söz konusu iddiayı inceleyen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 24 Kasım 2008 tarihli ve Sor. No: 2008/154204, K. No:2008/101850 sayılı kararında, “Suç ihbarına konu hususla ilgili eylem ve işlemlerin usul ve mevzuata uygun olduğu, orta yerde suç teşkil eden bir eylem ve işlemin mevcut olmadığı,

...Bu haliyle isnat olunan görevi kötüye kullanma suçunun unsurları itibariyle de oluşmadığı, bu nedenle de, isnat olunan görevi kötüye kullanma suçunun maddi unsurları itibariyle oluşmadığı” gerekçesi ile, Turan Erol ve diğer Kurul üyeleri hakkında suç teşkil etmeyen eylem ve işlemlerinden dolayı kamu adına takibata yer olmadığına karar verildiği belirtildi.

Anılan takipsizlik kararına Kemal Kılıçdaroğlu ve Mehmet Akif Hamzaçebi tarafından yapılan itirazın da Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 16 Şubat 2009 tarihli ve 2009/198 D.İş sayılı kararı ile reddedildiği belirtilen açıklamada, şöyle denildi:

“Bu suretle, Kemal Kılıçdaroğlu ve Mehmet Akif Hamzaçebi tarafından gündeme getirilen iddiaların doğru olmadığı, kesinleşmiş yargı kararıyla sabit olup, SPK Başkanı Turan Erol tarafından adı geçen şahıslar hakkında kamu görevlisine hakaret, iftira ve suç uydurma fiillerinden dolayı TCK md. 125, 267 ve 271 hükümleri uyarınca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulmuştur. Ayrıca adı geçen şahıslara karşı manevi tazminat davası açılacaktır.”

KILIÇDAROĞLU VE HAZMAÇEBİ'NİN İDDİALARI

Kılıçdaroğlu ve Hamzaçebi, SPK başkanı hakkında suç duyurusunda bulunmuş ve, 3 kişilik SPK heyetinin, “Almanya'daki Deniz Feneri davası bağlantıları nedeniyle gündeme gelen Kanal 7 (Yeni Dünya İletişim A.Ş) hakkında, Sermaye Piyasası Kanununa aykırı faaliyetleri nedeniyle” yaptıkları inceleme sonucunda denetleme raporu hazırladıklarını belirtmişti.

Raporda, şirketin, diğer şirketlerle ilişkileri ve bazı banka hesapları gibi konularda inceleme kuruluna eksik ve yanlış bilgi verdiğinin yer aldığını savunan Kılıçdaroğlu ve Hamzaçebi, bu nedenle denetleme raporunda, şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman ile Yönetim Kurulu Üyeleri İsmail Karahan ve Mustafa Çelik hakkında suç duyurusunda bulunulması gerektiğinin bildirildiğini kaydetmişti. Ancak SPK yetkililerinin, Cumhuriyet Savcılığına yazılı başvuru yükümlülüğünü yerine getirmediklerini kaydeden Kılıçdaroğlu ve Hamzaçebi, SPK Başkanı Turan Erol ile Yönetim Kurulu Üyeleri Mithat Hızlı, Abdülkerim Emek, Muhammed Emin Özer, Vahdettin Ertaş ve İlhami Öztürk'ün görevlerini kötüye kullandıklarını iddia etmişlerdi.

SAVCILIK SUÇ UNSURU BULAMADI

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Turan Erol ile 5 yönetim kurulu üyesi hakkında, Kılıçdaroğlu ile Hamzaçebi'nin suç duyurusu üzerine “görevlerini kötüye kullandıkları” iddiasıyla yürütülen soruşturma ise takipsizlikle sonuçlanmıştı.

Cumhuriyet Savcısı Abbas Özden'in verdiği takipsizlik kararında, “Suç duyurusunda yer verilen hususlarla ilgili eylem ve işlemlerin usul ve mevzuata uygun olduğu” belirtilmişti.

SPK Yönetim Kurulunun, gündemine gelen raporlardaki önerileri otomatik olarak tasdik eden bir makam olmadığı ifade edilen kararda, kurulun, raporları en üst düzeyde değerlendirdiği ve buna göre karara vardığı kaydedilmişti.

Yönetim Kurulunun, bu çerçevede, uzman raporunda yer alan önerilerden farklı karar almasının, kurulun bugüne kadarki uygulamaları ile usul ve mevzuata aykırı olmadığı vurgulanmıştı.

SPK Başkan ve Yönetim Kurulu Üyelerine isnat edilen eylem ve işlemlerin idari nitelikte olduğuna işaret edilen kararda, bu nitelikte eylem ve işlemlere karşı yönetsel başvuru yöntemlerinin tüketilmesinin ardından idari yargı yoluna gidilebileceği ifade edilmişti.(aa)


Y A Z A R L A R


 Dincilik ve liberalizm
TÜRKER ALKAN

19/02/2009
tal...@media.ankara.edu.tr
 
  
Star gazetesi yazarı Mustafa Akyol benim bir yazıma değinmiş. Benim, “Hem dindar, hem de liberal olunmaz” dediğimi ileri sürüyor ve ağır biçimde eleştiriyor.
Sayın Akyol saygı duyduğum iyi bir yazar, beni eleştirirken de çok doğru şeyler söylemiş.
Yalnız küçük bir sorun var: Ben, “Hem dindar, hem de liberal olunmaz” demedim. Böyle de düşünmüyorum. Akyol haklıdır:
hem dindar, hem de liberal olunur.
Benim söylediğim şudur: Hem dinci, hem de liberal olunamaz!
Hemen tanımlamak gerekirse, ‘dinci’ sözcüğünü, dini katı ve total bir ideoljiye dönüştüren kişi veya akım olarak algılıyorum. Fakat bu terimi gönül rahatlığıyla kullandığımı söyleyemem. Çünkü pek çok kişi (Akyol’un yaptığı gibi) ‘dinci’ ve ‘dindar’ deyimlerini birbirine karıştırmaktadır. Fakat şu ana kadar ‘dinci’ sözcüğünün yerini tutacak bir sözcükle karşılaşmadım. ‘İslamcı’ diyenler var, ama bunun çok daha büyük sorunlara yol açmasından korkarım. Zira dinden kaynaklanan otoriterlik salt İslam ülkelerinde görülen bir durum değildir. Diğer dinlerde de sıklıkla izlenir. Ve ‘İslamcılık’ dendiği zaman, bütün Müslümanların otoriter olduğu izlenimi uyanabilir ki, bu tümüyle yanlıştır. Fakat daha iyi bir terim bulunana kadar, sevimsiz de olsa ‘dincilik’ sözcüğünü kullanmaktan başka çare yok.
“Neden kullanmak zorunda olalım, hiç kullanmasak olmaz mı?”
Olmaz, çünkü dini otoriter bir ideolojiye dönüştürme eğiliminde olan siyasal bir akım vardır. Siyasal ve toplumsal düzeni din ve şeriat kurallarına bağlamayı amaçlayan bu akımı görmezlikten gelebilir miyiz? Batı ülkelerinde bu akıma ‘köktendincilik’ (religious fundamentalism) deniyor. Bir ara Türkçe’de kullanıldı ama tutmadı.
Akyol, şu sözüme takılmış: “Dinci, Tanrı’nın buyruklarıyla bağlıdır... Liberal ise, kendisiyle bağlıdır. Ne din, ne de devlet bağlar onu.” Şöyle diyor Akyol: “Buna göre liberal olmak için dinsiz, ya da en hafifinden dine karşı kayıtsız olmanız gerekiyor.”
Akyol’un nasıl bu sonuca ulaştığını anlamadım. Benim söylediğim çok açık: Liberal olmak için dinsiz olmanız gerekmez, ama eleştirel bir zihin yapısına sahip olmanız gerekir. Liberal kişi, korkusuzca düşünen ve bu düşüncelerini açıklayan insandır. Din de dahil olmak üzere her şey bu eleştirel duyarlıktan payını almalıdır.
Yani liberal insan dinsiz olmalıdır demiyorum. Ama bağnaz bir dinciden farklı olarak, öyle düşünüyorsa, din kurumunu da eleştirebilmelidir. Yoksa liberalliği kötü bir şakaya indirgenmiş olur!
Böyle soyut laflar etmektense somut örneklere bakmak daha açıklayıcı olabilir. Liberalizmin en önemli özelliği devlet ve toplum tarafından getirilen yasaklarla karşı çıkarak bireyin etkinlik alanını genişletmektir.
Yasaklara karşı olmak! Liberalle dinciyi birbirinden ayıran turnusol kâğıdı gibidir. Son yıllarda çeşitli ülkelerde dinciler tarafından getirilen yasakları şöyle bir anımsayın lütfen: Kadınların tek başına evden dışarı çıkması yasak, yüzünü ve topuğunu göstermesi yasak, şarkı söylemesi yasak, gülmesi yasak, okula gitmesi ve okuma yazma öğrenmesi yasak, erkeklerin sakal tıraşı olması yasak, sakız çiğnemek, uçurma uçurtmak yasak, düğünlerde davul zurna yasak, içki yasak, meditasyon yasak, Buda heykelleri yasak, Batı kaynaklı filmler, televizyon programları, müzik ve kitaplar yasak...
Yasak oğlu yasak.
Liberalizm ne kadar uyar dersiniz?


 ÖZGÜRLÜKLER
Ah çocuklar!


Çocuklara yönelik şiddet her durumda acıtıyor canımızı. Çocuğun milliyetinin ne olduğu önemli değil. İsrail polisine, askerine kızardık da, bizim buralarda olan bitenin pek de farkı yok. Genelde hukukun dışına çıkıldığında (insan hakları hukukunun) böyle oluyor.


Böyle oluyor demek, şöyle oluyor demek. Bir: Asker-polis vuruyor, silahla, copla ya da tekme tokat... Güç kullanıyor çocuklara, silah çekiyor. Orantısız güç de kullanıyor. Taşa, tabanca ile cevap veriyor. İki: Yargı da tutukluyor, gönderiyor hapse. Beş yaşında, on yaşında demiyor. Üç: Çocuk haklarıymış, neymiş, hükümsüzdür bizim hukuk uygulayıcılarımıza göre. Büyükler nerede ve nasıl yargılanıyorlarsa, çocuklar(ımız) da öyle yargılanacaklardır. Eşitliği böyle anlıyor, `büyüklerimiz!`


Yukarıdaki nedenlerle olacak, 2006 ve 2007`de 1600`e yakın çocuk hakkında hep büyüklerin yargılanmasına alıştığımız maddelerden (mesela 220. maddeden, yardım yataklık ve en çok da örgüt propagandası yapmaktan ve 301. maddeden, aşağılamadan) davalar açılıyor. Bir de tabii 314. maddeden, örgüt üyeliğinden.


Bu durum sorgulanmıyor da, `terör örgütü çocukları öne sürüyor` deniyor. Çocukların siyasal mücadelede öne sürülmesi bir sorundur. Ama tek sorun değildir. Soru şudur: Niye çocuklar taş atıyor? Cevap `terör örgütü kandırıyor da ondan` olamaz. Bütün sorulara aynı türden cevaplar verilemez. Ama veriliyor. Sorunu anlamaya çalışmadan, sorulara doğru cevaplar bulamayız.


Yurttaşı olduğumuz devletin anayasal ve yasal çerçevesi nasıldır? Yurttaşına nasıl ve ne olarak bakıyor? Nasıl muamele ediyor? Başka bir ifade ile devlet insan onurunu ne olarak algılıyor, nasıl algılıyor? İdare makamları (valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri, askerler), yargı makamları (savcılar ve yargıçlar) insan hakları hukukunu nasıl algılıyor ve nasıl uyguluyor? Bu noktalar önemlidir: Hukuksal çerçeve ve uygulama...


Sistem, bana öyle geliyor ki sürekli olarak `terörist` üretiyor. Hoşuna gitmeyen, benimsemediği düşüncelere ve düşünce sahiplerine `terörist` olarak bakıyor, öyle niteliyor ve öyle muamele ediyor. Sistem bundan besleniyor ve buna dayanıyor. O nedenle de bu durumu sistemli olarak mazeret olarak kullanıyor. Kendi yarattığı şiddet ortamını sürekli kılıyor ve böylelikle otoriter-totaliter sistemini sürekli kılmanın mazeretini de yaratıyor. Böyle bir sistemde çıkarı olan sınıf ve tabakaları, zümreleri mutlu-mesut ediyor.


Ekonomik ve sosyal eşitsizlikler de sistemli hale geliyor. Sömürüye ve eşitsizliğe dayalı sistem bu otoriter-totaliter siyasal ve hukuksal çerçevede hükmünü sürdürüyor. Otoriteryenlik ekonomik ve sosyal sömürünün üstündeki şal oluyor.


Olan halka ve çocuklara oluyor.


Halkın çocuklarına oluyor.


Onlar her durumda mağdur.


Beş yaşındaki çocuklara terörist muamelesi yapan sistemden korkulur, dostlar. Ne hukuk dinler bu tür sistemler ne de vicdan. Öte yandan, bu tür sistemlerin ömrünün uzun olduğu da söylenemez. Zulüm düzenleridir bunlar ve biter. Zulüm biter bir gün.


Bu tür sistemlerden kurtulmanın yolu da biliniyor.


Kendiliğinden olmuyor tabii...


Demokrasi mücadelesi, özgürlük, hak-hukuk mücadelesi vermek ve bunu yükseltmek gerekiyor.


HÜSNÜ ÖNDÜL

 


 [Yorum - Murat Karagöz] Yasama, yürütme ve yargı üçgeninde Ergenekon

Örgütün tarihî derinliği, davaya müdahil tarafların çokluğu, çeşitliliği, etkili ve yetkili pozisyonları, hepsinden önemlisi, doğrudan veya dolaylı olarak tüm faili meçhuller, PKK`dan Hizbullah`a, mafya babalarından darbe tertiplerine varıncaya kadar, yakın tarihin pek çok olaylarının iddianameye girişi, bütün bunlardan dolayı Ergenekon soruşturması `asrın davası` nitelemesini fazlasıyla hak ediyor.Hal böyle iken, soruşturmayı yürüten hukuk kadrosu, günübirlik siyasî saldırılara uğramakta, bir kısım medyanın sistemli dezenformasyonuna (çarpıtmasına) muhatap olmakta, sürekli bir sulandırma kampanyası ile etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Oysa adı üzerinde bu `asrın davası`, tarihî gaflet, dalalet ve hatta hıyanetlerle dolu bu güzelim ülke, bu necip millet için tarihî bir fırsat, bir dönüm noktasıdır. İddialar yargılama sonunda sübut bulursa, Türkiye`de asıl o zaman karanlık bir çağ bitmiş, yeni ve aydınlık bir çağ başlamış olacaktır.


Bu terör ejderhası şu an bir şok yemiş, sersemlemiş haldedir. Kasları, refleksleri, gücü kuvveti muhtemelen olduğu yerde durmaktadır. Kendine gelmesi, şaşkınlığını atıp, daha büyük bir can havliyle huzur ve barışa, ülke insanının esenliğine kastetmesi an meselesidir. Takdir edilir ki, yaralı ejderha sağlam ejderhadan daha tehlikelidir.


Bu dava sürecinin yasama, yargı ve yürütme erklerince çok büyük bir titizlikle yürütülmesi, yönetilmesi, desteklenmesi gerekiyor. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı`nca yakın bir zamanda gerçekleştirilen üç erkin Köşk`te buluşturulması iyi bir başlangıçtır. Temsilcilerin açıklamaları olumlu yönde olmuştur.


Bu tür olağanüstü davalara olağanüstü yetkilerle donatılmış savcı ve hâkimler, çalışma ortamı olarak olağanüstü fizikî şartların sağlanması zorunludur. Muhatap alınan basit, münferit bir suç örgütü değildir. Ortaya konan iddianameye göre, hemen hemen tüm illegal örgütleri bünyesinde barındıran, başta ordu ve yargı olmak üzere devletin ve toplumun tüm kurum ve kuruluşlarına sızmış, devasa bir örgütle karşı karşıyayız. Böylesine muazzam bir suç makinesinin gücü ile mütenasip, hatta mümkünse ondan daha muazzam bir yargı kudreti oluşturulmalıdır.


Özel yasa düzenlemesi acil, fonksiyonel ve pragmatik olmalıdır. Yasama çıkaracağı özel yasayla medya ve siyaset arenasında dava sonuçlanıncaya kadar lehte ya da aleyhte tüm tarafların mutlak sessizliğini sağlamalıdır. Hâkim ve savcılar, giriştikleri bu zor ve meşakkatli görevin tüm riski ile orantılı yasal desteklerle donatılmalıdırlar. Bu düzenleme şüphelilerle ilgili inceleme, sorgulama, soruşturma, yargılama ve yargı sonrası güvenlik olmak üzere tüm aşamaları karşılayacak yeterlilikte olmalıdır.


Emniyet ve istihbaratın son yıllardaki suçluları takip ve yakalamadaki başarısı takdire şayandır. Ancak Emniyet`in bu başarısı, yasal boşluklar ve eksiklikler nedeniyle tüm suikastlar, bombalamalar, kundaklamalar, en son halkada tetikçiler, aracılar ve nihayet taşeronlarda son bulmaktadır. Asıl azmettiriciler, etkili ve yetkili pozisyonda olanlar, asıl şer odakları, yani resmin tamamı ortaya çıkarılamamakta ya da flu kalmaktadır. Bu yüzden, uçtaki tetikçileri konuşturacak, onların asıl suçluları ele vermesini sağlayacak, önceki deneyimleri ile birlikte pişmanlık ya da itiraf yasası gibi bazı yeni düzenlemeler yapılabilir ve yapılmalıdır.


Bu yazı halen tutuklu bulunan elebaşılarının çeşitli bahanelerle birer birer salıverildiği bir süreçte kaleme alınmıştır. Bu tedbirlerin alınmasında geç kalınmış sayılabilir. Ancak dava devam ettiği, henüz bitmediği sürece son gün dahi olsa, en azından yargı sonrası güvence ve/veya güvenliğini sağlayacak şekilde adalet sistemini bu nevi tedbirlerle güçlendirme gereği vardır.


İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ


DOÇ. DR. MURAT KARAGÖZ


19 Şubat 2009, Perşembe


 [Yorum - Eser Karakaş]

Fransa`da önemli bir danıştay kararı


İki haftada bir misafir olduğum bu yorum sahifesine bugün Fransa`da üç gün önce üretilen önemli bir yargı kararını taşımak istiyorum. Kararın altında Fransa`nın belki de en önemli kurumu `Conseil d`Etat`nın yani Danıştay`ın imzası var.


Fransız Danıştayı geçmişinde aldığı çok önemli kararlar ve Fransa`nın devlet ve yargı yapılanması içindeki özel rolü nedeniyle devletin en önemli kurumu gibi görülür; açık açık söylenmez ama bu ülkede Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay`dan çok daha prestijli, kararları çok daha ses getiren bir yüksek yargı organıdır. Ve bu yüksek mahkeme, 16 Şubat 2009 Pazartesi günü aldığı bir kararla bir kez daha Fransa`da yazılı ve görsel basında birinci haber oldu. Karar, II. Dünya Savaşı yıllarında Vichy Hükümeti döneminde Fransız Yahudilerinin Almanya`ya tehciriyle ilgili.


Okurların çok büyük bir bölümünün bildiği bir tarihsel arka planı vererek bu kısa yazıya başlamakta yarar olabilir: 1940 senesinde Fransa`nın önce kuzey bölgeleri ve Paris, Kasım 1942`den sonra da tüm Fransa Naziler tarafından işgal ediliyor, III. Cumhuriyet sonlanıyor, yerine IV. Cumhuriyet kurulmuyor, yeni rejime Fransız Devleti adı veriliyor.


Fransa`yı işgal yılları boyunca Vichy denen kentten I. Dünya Savaşı`nın büyük Fransız kahramanı Mareşal Petain yönetiyor ama bu yönetim Almanlarla, nazilerle büyük bir işbirliği içinde gerçekleşiyor. Fransız direniş hareketi, savaş sonrası Fransa`yı yönetecek olan General De Gaulle, Vichy Hükümeti`ni tanımıyor, yok sayıyor, aldığı kararların Fransa`yı bağlamadığını ifade ediyor.


İşgal yıllarında Fransa`da da, Avrupa`nın yaklaşık her yerinde yaşananlar yaşanıyor, Yahudiler toplanıyor, trenlere bindirilip Almanya`daki, Polonya`daki, Avusturya`daki, hatta Fransa`nın kuzeydoğu bölgesindeki toplama kamplarına gönderiliyorlar; bu kamplarda neler olduğunu yazmaya gerek yok sanıyorum.


Fransa`da kimin Yahudi kökenli olup olmadığı meselesinde de başında Mareşal Petain`in bulunduğu Vichy Hükümeti, nazi-Alman yetkililerine büyük yardımda bulunuyorlar, aileler tek tek Fransızların kontrol ettiği nüfus kütüklerinden bulunuyor ve büyük bir bölümü de, çoluk çocuk o meçhul yolculuğa çıkarılıyorlar.


Savaş sonrası ise Vichy Hükümeti yetkilileri yargılanıyorlar ve en ağır biçimde cezalara çarptırılıyorlar; bu tehcir ve nazilerle işbirliği meselesi insanlığa karşı bir suç olarak kabul edildiğinden zamanaşımı söz konusu değil. Son senelere kadar da yargının elinden kaçmayı başarmış eski Fransız işbirlikçiler arandı, yakalananlar yargılandı, yaşlarına bakılmadan cezalandırıldılar.


Bu süreç artık sonlanma aşamasında zira 1940-1944 arasında işbirlikçilik yapanların, hâlâ yaşayanlar varsa, yaşları en azından 90 ya da üzerinde.


1940-1944 arası işbirlikçiler tek tek yargılandılar, bireysel olarak cezalara çarptırıldılar ama Fransız devletinin bu konudaki sorumluluğu meselesi hukuken biraz ortada kaldı; daha önce verilmiş yargı kararları, cumhurbaşkanlarının devlet adına üzüntülerini belirtmeleri mevcut ama kararların hukuken devlete doğrudan bir sorumluluk getirdiği meselesi tam açık değil idi.


İşte 16 Şubat 2009 tarihinde Danıştay (Conseil d`Etat) ilk kez bu kadar açık bir biçimde Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fransa`dan Almanya`ya tehcirinde devletin doğrudan sorumluluğuna karar veriyor.


Başvuruyu yapan kadın, babası 1941 senesinde gözleri önünde Paris`te Fransız yetkililerin nazilere yardımıyla tutuklanan, bir trene bindirilen, Fransızların kontrolündeki Drancy kampında bekletilen ve sonra da ünlü Auschwitz toplama kampına gönderilen bir kadın; zaten Fransa`da epeydir anneleri, babaları toplama kamplarına gönderilen ama kendileri bir biçimde hayatta kalmış Yahudi çocukların, bugünün artık yaşlılarının oluşturdukları bir `tehcir mağdurları` derneği var ve çok etkin çalışıyor.


Babası gözleri önünde trene bindirilip Auschwitz toplama kampına gönderilen kadın, Fransa devletinin sorumluluğu iddiası ile devlet aleyhine 200 bin Avroluk bir tazminat davası açıyor; aynı Danıştay`da bekleyen 400 benzer dava daha olduğu söyleniyor. Danıştay`ın bu hafta başında verdiği karar Fransa devletinin bu tehcir işinde doğrudan sorumluluğu ve ağır kabahati olduğu meselesini çok net, sözleri eğip bükmeden hükme bağlıyor; bu kadar net bir karar Fransa`da ilk kez verilmiş.


Ancak, Fransız Danıştayı devletin suçunu karara bağlarken başvuruyu yapan kadının 200 bin Avroluk tazminat talebini de reddediyor ve gerekçe olarak da 1945`ten yani İkinci Dünya Savaşı`nın bitiminden günümüze kadar Fransa`nın devlet olarak bu konuda sorumluluğunu ve suçunu doğrudan kabul etmese dahi tehcir mağdurlarına her türlü parasal yardımı yaptığını, özel fonlarla bu kişilerin desteklendiğini ve artık 2009 senesinde yeni bir parasal tazminata hükmetmenin anlamsızlığını gösteriyor.


Başvuruyu yapan kadının avukatı ise bu karardan yani tazminata hükmedilmemesinden memnuniyetsizliklerini belirtiyor ve kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`ne taşıyacaklarını söylüyor.


Meselenin parasal tazminat boyutu nasıl çözümlenir, karar AİHM`ye gider mi, giderse AİHM nasıl bir karar istihsal eder, doğrusu bilemiyorum ve bana çok da önemli gelmiyor.


Ama bu kararda en önemli boyut Fransız Danıştayı`nın devleti bu tehcir meselesinde doğrudan sorumlu ve suçlu bulması; yukarıda belirttiğim gibi bu kadar net bir kararın Fransa`da, üstelik Danıştay gibi bir kurum tarafından ilk kez alınıyor olması çok önemli; üstelik savaş sonrası Fransa`yı şekillendiren adam olan De Gaulle`ün o ara dönemi yani 1940-1944 arasını Fransa`nın sorumluluğu dışında gördüğünü açık olarak belirtmesine rağmen.


Bu karar Fransa`da ne gibi tepkiler çekecek, kimler destekleyecek, kimler karşı çıkacak henüz çok net bilemiyoruz; belki de karar bir ya da iki gün konuşulacak ve sonra unutulup gidecek ama bu arada Fransa devleti 1940-1944 tehcirinden resmen, bir yargı kararıyla sorumlu tutulmuş olacak.


Bakalım kimler bu yargı kararının Fransa`yı küçük düşürdüğünü, bir kuşak öncesinin nazilerle açık işbirliği yaptığının yargı kararına bağlanmasının Fransa`yı zor durumda bırakacağını söyleyecek, kimler ise nihayet Fransa`nın önemli bir yargı kararıyla yıllardır halı altına sürdüğü ayıbını temizlediğini ve bu kararın Fransa`ya onur getirdiğini, Fransa`yı daha da güçlendireceğini ifade edecek?


İzleyip göreceğiz. Bu yazıyı şimdi neden mi yazdım, bunun değerlendirilmesini de aziz okurlara bırakıyorum.


19 Şubat 2009, Perşembe

 

 

CANIM BABAM HASAN ÖZDERİNİN AZİZ HATIRASINA,

( 13 Aralık 2004 – Söz Eylemini Yitirdi...)

OZDERIN & OZDERIN

Şubat 2009 – Ankara

 

 

 

 

 

 

 

 

 

tum haklari saklidir. ozderin & ozderin ™ - avukatlık ve hukuki danışmanlık bürosu – ankara 2009

 

 

Y A S A L U Y A R I

Bu mesaj ve ekleri, mesajda gönderildiği belirtilen kişi/kişilere özeldir ve gizlidir. Bu mesajın muhatabı olmamanıza rağmen tarafınıza ulaşmış olması halinde mesaj içeriğinin gizliliği ve bu gizlilik yükümlülüğüne uyulması zorunluluğu tarafınız için de söz konusudur. Mesaj ve eklerinde yer alan bilgilerin doğruluğu ve güncelliği konusunda gönderenin ya da Özderin Avukatlık Bürosu’nun herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Özderin Avukatlık Bürosu mesajın ve bilgilerinin size değişikliğe uğrayarak veya geç ulaşmasından, bütünlüğünün ve gizliliğinin korunamamasından, virüs içermesinden ve bilgisayar sisteminize verebileceği herhangi bir zarardan sorumlu tutulamaz.

DISCLAIMER

This message and attachments are confidential and intended solely for the individual(s) stated in this message. If you received this message although you are not the addressee, you are responsible to keep the message confidential. The sender has no responsibility for the accuracy or correctness of the information in the message and its attachments. OZDERIN Attorneys &Counselors at Law, Law Firm shall have no liability for any changes or late receiving, loss of integrity and confidentiality, viruses and any damages caused in anyway to your computer system.

image002.jpg
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages