03 ARALIK 2007 PAZARTESİ GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI

21 views
Skip to first unread message

Metin OZDERIN

unread,
Dec 4, 2007, 2:02:02 AM12/4/07
to [ O Z D E R I N ]
 

03 ARALIK 2007 PAZARTESİ GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI

OZDERIN,M.

msn: ozd...@hotmail.com

+90 533 5445522      +90 555  5581289

 

 

 

 

 

 

  3 Aralık 2007 Tarihli ve 26719 Sayılı Resmî Gazete

                                                     MEVZUAT

YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ

 

YÖNETMELİK

— Adnan Menderes Üniversitesi Tıp ve Sağlık Bilimleri Merkezi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

 

ANA STATÜ

— Türkiye Motosiklet Federasyonu Ana Statüsü


 Yargıtay 7. Hukuk Dairesi`nde seçim

 

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi Başkanlığına, Ahmet Alyaz yeniden seçildi.

Alyaz`ın 4 yıllık yasal görev süresinin dolması nedeniyle, 7. Hukuk Dairesi Başkanlığı için Yargıtay Büyük Genel Kurulunca seçim yapıldı. Alyaz, Başkanlığa yeniden getirildi.

AA

2007-12-03 17:59:09 Haber7


 Dövizli kiralar mahkeme ile YTL olacak

 

ANKA - Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, kiracıları sevindirecek bir karara imza attı. Daire, yerel mahkemenin kararını bozarak, bundan böyle döviz üzerinden mülk kiralayanların, kira artırımı nedeniyle ortaya çıkacak bir sorun sonrası davalık olmaları durumunda...

ANKA - Yargıtay 3. Hukuk Dairesi , kiracıları sevindirecek bir karara imza attı. Daire, yerel mahkemenin kararını bozarak, bundan böyle döviz üzerinden mülk kiralayanların, kira artırımı nedeniyle ortaya çıkacak bir sorun sonrası davalık olmaları durumunda, yeni kiralarının tespitinin YTL üzerinden yapılması gerektiğine hükmetti. Emsal sayılacak kararda, "Yeni dönemde kira parasının mahkemece tespitinin istenmesi halinde, sözleşmedeki kiranın yabancı para ile ödenmesine ilişkin hükmün yeni dönemde hakimi bağlayıcı kabul edilmez" denildi. Emsal kararın alınmasına neden olan olay şöyle gelişti: Ev sahibi A.G., 1000 dolara kiraya verdiği dairesinin kirasını sözleşmesinin bitmesinin ardından 1500 dolara çıkarttı. Kiracı F.Ö. ise bu artırıma itiraz etti. Ankara 1. Sulh Hukuk Mahkemesi , hak ve nesafet uygulamasına göre kiranın bin 442 dolar olmasına hükmetti.

Kararın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 3. Hukuk Dairesi , mahkemenin kararını bozdu . Daire, kararında yeni dönem kira parasının artırılarak tespitinin istenmesi halinde, bunun yabanca para üzerinden değil YTL olarak hesaplanması gerektiğine dikkat çekti.

Emsal gerekçe

Yerel mahkemenin kararını bozan Yargıtay 3. Hukuk Dairesi , emsal kararın gerekçesinde şu görüşleri ifade etti: "Borçlar Kanunu uyarınca borcun yabancı para ile ödenmesinin kararlaştırılması halinde, kira parasının sözleşmeye uygun olarak yabancı para ile ödenmesi gerektiğinde şüphe yoktur. Ancak, yeni dönem kira parasının mahkemece artırılarak tespitinin istenilmesi halinde, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulu`nda öngörüldüğü üzere, kira süresi sona erdiğinden, 6570 sayılı yasanın 11. maddesi uyarınca yenilenen dönemde kira sözleşmesinin diğer hükümlerinin yenilenmesine karşın kira parasına ilişkin şart yenilenmemekte ve kira parası belli olmayan bir sözleşme haline gelmektedir. Mahkemece kira sözleşmesindeki bu boşluk `hak ve nesafet` kurallarına uygun bir kira parası takdir edilmek suretiyle doldurulmalıdır.

`Davalı kiracının açık bir kabulü bulunmadığı sürece` Borçlar Kanunu `nun 83. maddesinin 1. fıkrası uyarınca kira parasını Türk Lirası olarak takdir etmek ve sözleşmede yer alan boşluğu buna göre doldurmak durumundadır."

2007-12-03 09:39:38 Dünya


 `Yargı bağımsızlığı adım adım yok ediliyor`

 

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen hükümetin hukuka yönelik aldığı bazı tedbirler bulunduğunu, bunların bir kısmının yasalaştığını, geri kalanlarının ise tasarı olarak görüşüldüğünü de ifade etti. Öymen , "Bu vesileyle yargı bağımsızlığı adım adım yok edilmektedir. Hakim ve savcıların seçim usullerinin değiştirilmeye çalışılması, gerçekten ileride Türk yargıç ve hakimlerin tarafsızlığı konusunda son derece ciddi tehlike yaratacak şekildedir" dedi. Hükümetin bu tasarıyı AKP `li bir milletvekili tarafından sunulması yolunu tercih ettiğini ifade eden Öymen ,"Çünkü hükümet olarak bu işi yapsalar barolardan görüş almak zorundalar" dedi.

2007-12-03 11:19:47 Birgün


 `Gül yasayı Meclis`e iade etmeli`

 

Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV), Cumhurbaşkanı Abdullah Gül`den Hakimler ve Savcılar Kanunu`nda Değişiklik Öngören Kanunu, yargı adına TBMM`ye iade etmesini beklediklerini açıkladı.

YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu , yaptığı yazılı açıklamada, "AB `yi siyasi proje olarak benimseyen siyasi iktidarın, AB uzman raporlarını, 2007 İlerleme Raporu `nu görmezden gelerek bu yasayı acele çıkarmasının düşündürücü olduğunu" ifade etti.

Eminağaoğlu, "Yasa evrensel düzenlemelerle de çelişmektedir. Danıştay yerine bakılan davalarda kararı yasama organı vermektedir. Bu kadar tartışmalı bir yasa ile yargıç adaylığı alımı yapılması bile yargıyı gölgelemeye yetmektedir" dedi.

"Yargı üzerinde gölge olması bile yargı bağımsızlığına aykırıdır" diyen YARSAV Başkanı, "Sayın Cumhurbaşkanı tarafsızdır, ancak hukukun üstünlüğünden yana taraftır. Yargıç ve savcıların tek meslek örgütü olarak Sayın Cumhurbaşkanı`ndan bu yasayı yargı adına TBMM `ye iade etmesini bekliyoruz" ifadesini kullandı.

AA

2007-12-03 12:17:58 Haber7


 `Kredi kartı aidatı yasadışı`

 

Bursa Tüketici Mahkemesi , kredi kartlarındaki aidat bedelenin yasal olmadığına karar vererek, bankanın müşterisinden tahsil ettiği 25 YTL `nin geri ödenmesine karar verdi.

Kredi kartı bulunan 27 yıllık memur İsmet Yıldız (60), kart aidat bedeli adı altında 25 YTL `nin kesildiğini görünce soluğu Gürsu Hakem Heyeti `nde aldı. Paranın tarafına iadesini isteyen 3 çocuk babası Yıldız `a hakem heyeti, emsal bir karar verdi. Gürsu Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti , Garanti Bankası `nın kestiği 25 YTL `yi Osmangazi Seçim Kurulu `nda memur olarak görev yapan Yıldız `a iade etmesine hükmetti.

Karara itiraz eden Garanti Bankası , bu kez müşterisi Yıldız hakkında Tüketici Mahkemesi `ne dava açtı. Hakem heyetinin kararının kaldırılmasını isteyen banka ile müşterisinin hukuk savaşında zafer müşterinin oldu. Tüketici Mahkemesi , yapılan itirazı reddedince hakem heyetinin kararı kesinleşti .

Bunun üzerine Garanti Bankası , kestiği 25 YTL `yi mudisinin hesabına aktardı. Kararın diğer kredi ve bankamatik kartları için de örnek teşkil ettiği öğrenildi.

BURSA (İHA )

2007-12-03 17:37:20 Yeni Şafak


 Stopaj kalıcı olacak kiraya çözüm aranıyor

 

Gelir vergisi değişiklik çalışmaları sonucunda, faiz vergilerine uygulanan stopajın kalıcı hale getirilmesi önerilecek. Kiraların zorunlu olarak bankalara yatırılması konusu ise tartışma konusu.

Gelir vergisi reformuna ilişkin çalışmalar hızlandı. Vergi Konseyi ile Maliye Bakanlığı `nın yaptığı çalışmalarda hükümetin bazı konularda karar vermesi bekleniyor. Değişiklik taslağının ocak ayına kadar çıkarılması planlanıyor. Gelir vergisi değişiklik çalışmaları sonucunda, faiz vergilerine uygulanan stopajın artık kalıcı hale getirilmesi önerilecek. Kira ile ilgili ise tartışmalar devam ediyor. Kiradan stopaj alınacağı fikri seçimlerden önce tepki görmüştü. Kiraların bankalara zorunlu olarak yatırılıp yatırılamayacağı fikri ise hukuken tartışılıyor. Kayıt dışı için de bir otokontrol mekanizması kurulması düşünülüyor.

2006 yılı başından itibaren faiz gelirlerine uygulanmaya başlanan stopaj uygulaması kalıcı hale getirilecek. Geçici 67`nci madde olarak bilinen yasa aslında 2015 yılının sonuna kadar uygulanacak. Gelir vergisi reformu çalışmalarında stopajın uygulaması değerlendirildi. Artık uygulamanın son halinin piyasalarda benimsendiği düşüncesiyle yasa değişikliği kapsamında stopaj uygulamasının da kalıcı hale getirilmesi önerilecek. Daha önceki tartışmalarda stopaj uygulaması yerine beyanname uygulamasının da getirilebileceği yönünde değerlendirmelerde bulunulmuştu.

Kira tartışma konusu

Kira gelirlerinin vergilendirilmesi ise uzun bir süredir hem vergi Konseyi `nde hem de Maliye Bakanlığı `nda tartışılıyor. Konut kiralarının vergilendirilmesinde şu anda beyanname alınıyor . Ancak bu sistemin kira gelirlerini tam olarak kavrayamadığı eleştirileri yapılıyor. Gelir vergisi yasa değişikliği kapsamında konutlardan alınan kiralardan stopaj kesilmesi gündeme gelmişti. 22 Temmuz seçimlerinden önce gündeme gelen konu, kamuoyundan eleştiri aldığı için rafa kaldırıldı. Şimdi ise kiraların bankalara yatırılması zorunluluğu tartışılıyor. Sadece bu yöntemle ev sahibinin kirayı bankacılık sisteminden geçirmek zorunda kalacağı ve vergisini de ödemeyi tercih edeceği varsayılıyor. Ev sahiplerinin (Kiracı bana kirayı vermedi) savunmasının önüne geçileceği düşünülüyor. Yetkililer bu önerinin de şu anda tartışma aşamasında olduğunu vurgulayarak, sadece vergi yasasında değil medeni kanunda da değişiklik yapmak gerekeceğini, değerlendirmeler ve siyasi iradenin tavrına göre taslağın içine konulup konulmayacağının ortaya çıkacağını söylediler.

Kontrol mekanizması kesin olacak Yine kamuoyunda çok tartışılan otokontrol mekanizmaları da gelir vergisi reformunun içinde yer alacak. Vergi iadesini kaldıran ve asgari geçim indirimini getiren yasal düzenleme içinde "kısmi nereden buldun" mekanizması getirilmek istenmiş gelen tepkiler üzerine Meclis `te tasarıdan çıkarılmıştı. Şimdi yine kayıt dışı ekonominin önüne geçilmesi için diğer ülkelerde hangi otokontrol mekanizmaları uygulandığı araştırılıyor. "Mutlaka bir otokontrol mekanizması gelecek" mesajı veren yetkililer, hangi yöntemin getirileceğine ise siyasi iradenin karar vereceğini söylediler.

2007-12-03 01:55:56 Referans


 Facebook`tan dava!

 

Facebook kurucusunu hırsızlıkla suçlayarak dava açan 3 Harvard mezunu, bu davaya ait bilgileri "Mezunlar derneği dergisinde yayınlayınca bu kez Facebook çareyi karşı dava açmakta buldu.

Facebook kurucusunu hırsızlıkla suçlayarak dava açan 3 Harvard mezunu, bu davaya ait bilgileri "Mezunlar derneği dergisinde yayınlayınca bu kez Facebook çareyi karşı dava açmakta buldu.

Harvard mezunlarının 02138 adlı dergisine ihtarname gönderen Facebook avukatları, mahkeme tarafından gizli tutulması istenen bu dosyaların kaldırılmasını talep etti.

Harvard mezunları 2004 yılında Facebook "un kurucusu Zuckerberg "e açtıkları davada "Zuckerberg "i onun da öğrenci olduğu dönemde bize bir network sitesi kurması için tutmuştuk.

Ancak, o bizim fikrimizi ele geçirip kendisi gerçekleştirdi" suçlamasında bulundu.

Enson haber

2007-12-03 13:26:42 Haber7


 Hayat kadını cinayetinde ``O parayla bacınla yat`` indirimi

Ali GÜLER /KONYA , (DHA )

 

KONYA `da 8.5 ay önce hayat kadını 36 yaşındaki Hülya Kuruoğlu`nu “20 YTL `lik kadın mıyım? Git o parayla annenle, kardeşinle yat`` dediği gerekçesiyle bıçaklayarak öldürüp, para, mücevher ve cep telefonunu aldıkları öne sürülen 3 kişinin her birine müebbet hapis cezası verildi. Ayrıca 3 sanığa, ‘nitelikli yağma’ suçundan 12 yıl 6`şar ay hapis cezası verildi.

Konya `da Mart ayında 1 çocuk annesi Hülya Kuruoğlu`nu, kendilerine hakaret ettiği gerekçesiyle bıçaklayarak öldürdükleri öne sürülen kuaför 22 yaşındaki Sefer Tamer Sakar , ortağı 26 yaşındaki Mustafa Erdem ve arkadaşları evli ve iki çocuk babası 25 yaşındaki Muhammet Sami Dündar , bugün Konya 3`üncü Ağır Ceza Mahkemesi `nde karar duruşmasına çıktı. Duruşmaya tutuklu sanıklar, sanık yakınları ve avukatları katıldı.

Sanık Mustafa Erdem `in avukatı savunma yaparken, Cumhuriyet Savcısı `nın 3 sanık için de ağırlaştırılmış müebbet ve 15 yıla kadar hapis istemini içeren mütalaya katılmadığını belirterek, “Bıçağı vuran Sefer Tamer Sakar `dır. Müvekkilim herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Suçu işleyen bir kişidir. Cinayete iştirak ve yağma için aralarında fikir birliği yoktur ve bu olayda yer almamıştır. Müvekkilimin beraatini istiyorum. Mahkeme heyeti aksi düşüncede ise cinayete iştirak değil, TCK 39’uncu maddede yer alan yardım etme suçundan cezalandırılmasını ve lehine olan tüm kanun maddelerinin uygulanmasını istiyorum`` dedi.

‘HAKARET ETTİ’

Sefer Tamer Sakar `ın avukatı da savunmasında, müvekkilinin askerden yeni geldiğini ve paraya ihtiyacı olmadığını belirterek, “Müvekkilim, Muhammet Sami Dündar ile birlikte bir kuaför dükkanı açmıştır. O gün müvekkilim bir hayat kadınıyla beraber olmak istemiştir. Bunun üzerine ölen kişinin istediği yere gitmiştir. Mustafa Erdem hayat kadınıyla 40 YTL karşılığında beraber olmuştur. Müvekkilim ise 20 YTL teklif etmiştir. Ölen kadın, ‘20 YTL `ye annenle bacınla yat’ şeklinde ifade kullanmıştır. Bu da bizim toplumumuzda en ağır hakarettir. Yağmanın maddi ve manevi unsurları da yoktur. Müvekkilim ağır tahrik altında cinayeti işlemiştir. Yağmadan beraatine, cinayetten ağır tahrik altında karar verilmesini istiyorum`` dedi.

Muhhammet Sami Dündar `ın avukatı da müvekkilinin cinayete yardımcı olmadığına ve olayla ilgisi olmadığını belirterek, “Ani gelişen bir olaydır. Beraatini ve tahliyesini istiyorum`` diye savunma yaptı.

‘PİŞMANIZ’

Duruşmada son sözleri sorulan sanıklardan Mustafa Erdem ve Sefer Tamer Sakar , pişman olduklarını dile getirirken, Muhammet Sami Dündar ise önceki savunmalarını tekrar ederek, “Ayıp olur diye önceki duruşmalarda söylemedim. Ben evliyim. Sefer nişanlıydı. Evleneceğini söylerek, cinsel yaşamla ilgili sorular sordu. Özel hayatımı anlatamayacağımı belirterek, hayat kadınına götürdüm`` diye konuştu.

CEZA YAĞDI

Mahkeme heyeti ise 3 sanığın birlikte hareket ederek cinayeti işlediğine karar vererek, sanığın her birine ağırlaştırılmış müebbet hapis verdi. Daha sonra TCK ’nın 62’inci maddesinde yer alan ‘takdir-i indirim’ hakkını kullanarak, her üç sanığın cezasını müebbete çevirdi. Ayrıca, Sefer Tamer Sakar , Mustafa Erdem ve Muhammet Sami Dündar ’a ‘nitelikli yağma’ suçundan 15`er yıl hapis cezası veren mahkeme heyeti, yine indirim uygulayarak, her bir sanığın cezasını 12 yıl 6`şar yıla indirdi .

2007-12-03 14:01:26 Milliyet


 Saunada fuhuşa 10 yıl hapis istemi

İsmail AKDUMAN /SAMSUN , (DHA )

 

SAMSUN ’da işlettiği saunada nüfus kayıtlarına göre 15 yaşında olan R.A.’ya fuhuş yaptırdığı iddiasıyla tutuksuz yargılanan 42 yaşındaki F.K. hakkında Cumhuriyet Savcısı 4 ila 10 yıl arasında hapis cezası telep etti. Savcı, kızın yaşının 17 olarak tespit edilmesi ve şikayetçi olmaması nedeniyle, ilişkiye giren sanık K.A.’nın ise beraatini istedi. Duruşma sanık avukatlarının son savunmalarını hazırlamaları için ertelendi.

Hürriyet Mahallesi ’nde bulunan bir saunada fuhuş yapıldığı ihbarını alan Ahlak Bürosu ekipleri, 8 ay önce yaptıkları baskında nüfus kayıtlarına göre 15 yaşında olan R.A. ile 3 çocuk babası inşaat ustası K.A.`yı cinsel ilişkiye girdikleri sırada yakaladı. Olaydan sonra gözaltına alınan sauna sahibi F.K. ile inşaat ustası K.A. tutuklanarak cezaevine gönderildi. Samsun 1`inci Ağır Ceza Mahkemesi ’nde ‘küçük yaştaki çocukla cinsel ilişkiye girmek’ ve ‘aracılık yapmak’ suçlarından yargılanan iki sanıktan K.A. 6 ay önceki ilk duruşmada, “Belimde ağrılar vardı. Bunun için saunaya gittim. Saunada cinsel ilişkiye girildiğini de duymuştum. Ben içeride masaj için beklerken R.A. geldi ve beni öpmeye başladı. ‘Cinsel ilişkiye girmek ister misin’ dedi. Ben de kabul ederek 50 YTL karşılığında cinsel ilişkiye girdim. Yaşının küçük olduğunu bilmiyordum`` dedi. K.A., suç vasfının değişmesi olasılığı göz önüne alınarak tahliye edildi.

‘FUHUŞ DEĞİL SAĞLIK HİZMETİ’

2 ay önceki duruşmada tahliye edilen sauna sahibi F.K ise yaptığı savunmasında “Biz orada fuhuş değil sağlık hizmeti veriyoruz. R.A. bizim saunada çalışmaz. O gün masörümüz P.Y. hasta olduğu için gelemedi ve onu gönderdi. İçeride müşteri ile ne yaptıklarını bilmiyorum`` diye konuştu.

Önceki duruşmalara katılan R.A. ise para karşılığında saunada cinsel ilişkiye girdiğini söyleyerek, sanıklardan şikayetçi olmadı.

Bugün yapılan duruşmada ise cumhuriyet savcısı dosyanın tamamlandığı belirterek, sanıklardan sauna sahibi F.K.’nın 18 yaşından küçük olan R.A.’yı fuhuşa teşvik ve aracılık ettiğini, kendi işyerinde yaşanan bu olaylardan haberdar olmamasının hayatın olağan akışına uygun düşmediğini belirterek, 4 ila 10 yıl arasında hapis cezasıyla cezalandırılmasını talep etti.

Cumhuriyet savcısı ayrıca genç kızla 50 YTL karşılığında cinsel ilişkiye girdiğini kabul eden inşaat ustası K.A.’nın ise, R.A.’nın yaşının Adli Tıp Kurumu 6`ncı İhtisas Dairesi ’nde yapılan kemik testine göre 17 olması ve şikayetçi olmaması nedeniyle beraatini istedi. Duruşma, sanık avukatlarının savunmalarını hazırlamaları için ertelendi.

2007-12-03 15:37:28 Milliyet


 Trafik mağdurları için danışmanlık şirketi kurup hak peşine düştü

Kendisi de trafik mağduru olan Ahmet Yarar, kurduğu Hasmer isimli şirketle mağdurlara tazminat alabilmeleri için danışmanlık yapıyor. Mağdur tazminata hak kazanırsa paranın yüzde 10-15`ini danışmanlık ücreti olarak ödüyor

SERKAN OCAK (Arşivi )

İSTANBUL - Coşkun Keserci, bir trafik mağduru. Başından geçen olaylar, `film gibi`. Keserci, anneannesi ve kalp krizi nedeniyle de teyzesinin ölüm haberlerini alıp, cenazeleri için Sinop `a gidiyor. Kendisi İstanbul `a otobüsle dönerken, iki dayısı, yengesi, annesi, yeğeni ve dedesi ise arabayla dönüyor. Altı akrabası İstanbul `a ulaşamadan geçirdikleri kazada hayatını kaybediyor.

Tüm sigorta acenteleri arabayı kullanan dayının sekizde sekiz kusurlu olduğundan hiçbir hak elde edilemeyeceğini öne sürüyor. Keserci kazadan iki yıl sonra , trafik mağdurlarının hak ettiği tazminatları alabilmesi için kurulan Hasar Yönetimi ve Danışmanlık Hizmetleri A .Ş.`ye (Hasmer) giderek sadece annesi için 23 bin 150 YTL tazminat kazandı. Dava ise hâlâ devam ediyor.

Devletin fonu var

Türkiye `de Keserci gibi yüzlerce örnek var. Hakkını aramayan mağdurlar kimi zaman hakkını da bilmiyor. Oysa devlet trafik kazası geçirenler için bir fon oluşturmuş. Kimse bu fondan nasıl yararlanacağını bilmiyor. Fonda şu ana kadar 110 milyon YTL para birikti. Bundan 20 yıl önce sigortasız vatandaşların tedavi ve cenaze masraflarını karşılamak için kurulan fondaki 110 milyon YTL , 1998`de Hazine `den alınarak Türkiye Reasürans Şirketleri Birliği bünyesinde bir hesaba aktarıldı. Geçtiğimiz haziran ayında bu fonun ismi `Güvence Hesabı` olarak değiştirildi.

İşte Hasmer A.Ş. isimli şirket vatandaşların bu fondan yararlanmaları için ilk kez Türkiye `de faaliyete başladı ve mağdurlar teker teker tazminatlarını almaya başladı. Hasmer mağdurların hakkını görüşmeler yoluyla alabildiği zaman dava yoluna başvurmuyor. Ancak görüşmelerden bir sonuç çıkmazsa o zaman dava açılıyor ve mağdurların hakkı mahkemeler yoluyla aranıyor.

Kurucu da mağdur

Hasar Yönetimi ve Danışmanlık Şirketi (Hasmer) Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Yarar da bir kazazede. İngiliz hükümetinin Yabancılar ve Göçmenler Dairesi`nde tercümanlık yapan Yarar, İngiltere `de otobüs hattından gelen aracın kendi aracına çarpması sonucu beyin kanaması geçirip ölümden dönmüş. Ancak dava açmasına rağmen hatalı sürücü bir ay sonra tahliye olmuş. Türkiye `de de bu konuda büyük bir boşluk olduğunu düşünen Yarar, Türkiye `ye dönerek 2005`te trafik mağdurlarına yardım etmek amacıyla Hasmer`i kurmuş. Trafik kazalarının dışında, deniz ve uçak kazaları konusunda da mağdurların hakkını arayan Hasmer, 2005`ten bu yana 3 bin 500 dosya sonuçlandırdı ve şu anda da üç-dört bin davayı takip ediyor.

Mağdurlar takip ediliyor

Hasmer, trafik mağdurlarının kendilerine ulaşmalarını beklemiyor. Türkiye `de 400 takipçisi ve 40 bürosu bulunan şirket, emniyetin internet sitesinden, trafik bölge müdürlüklerinden, jandarma trafikten kaza kayıtlarına bakıyor. Mezarlıklardaki defnedilen kişilerin trafik kazası nedeniyle ölüp ölmediğini dahi sorgulayan Hasmer, muhtarlardan bile bu konuda bilgi almaya çalışıyor. Takipler sonucunda tespit edilen kişilere ulaşılıyor. Avukatlar aracılığıyla tazminat alacağı öngörülen mağdurların dosyaları tekrar incelenerek, gerekirse dava açılıyor. Bir dosya en fazla 45 gün içinde sonuçlandırılıyor. Trafik kazaları sonrasında mağdur olan kişinin özel sigortası yoksa sadece devletin `Güvence Hesabı`ndan yararlanılmaya çalışılıyor. Özel sigortası olan kişiler için de hem kendi sigortalarından hem de bu fondan hakları aranıyor. Yarar, trafik mağdurlarının tazminatı hak etmeleri durumunda yüzde 10 ile 15 arasında değişen oranlarda bir danışmanlık ücreti aldıklarını söylüyor.

Zamanaşımı 10 yıl

Yarar, insanlardaki en büyük hatanın ellerindeki sigorta poliçesini detaylı okumamalarından kaynaklandığını şöyle anlatıyor:

"Sigorta şirketleri göz boyamak istediklerini büyük yazıyor, geri kalanlar ise herkesin bildiği gibi `karınca duası`. Herkes kargo bedelinin peşine düşüyor, halbuki maluliyet ve ölüm durumlarında da ciddi tazminatlar söz konusu. Poliçelerde genellikle zamanaşımı iki yılla sınırlı. Ancak hukuki açıdan değerlendirildiğinde bu süre 10 yıla çıkıyor."

Hasmer, mağdurların hakların, kazandıktan sonra yalnız kalmamaları ve gerekli ihtiyaçlarını temin edebilmeleri için Türkiye çapında faaliyet gösteren bir de dernek kurdu. `Trafik Mağdurları Derneği ` bu anlamda kurulan ilk dernek. Ttrafik mağdurlarına ulaşmayı hedefleyen dernek koltuk değneğinden elektrikli tekerlekli sandalyeye kadar sakat kalanların birçok ihtiyacını karşılıyor.

60 bin YTL tazminat alan var

Abdurrahman Başpınar da bir trafik mağduru. Geçirdiği trafik kazası sonrasında yüzde 80 bedensel engelli olarak yaşamak zorunda kalıyor. Malulen emekli olan Başpınar , 10 yıldır tekerlekli sandalyede yaşıyor. Evinin yolunun yokuş olmasından dolayı dışarı çıkamayan Başpınar , bir buçuk yıl önce Hasmer`e müracaat etti ve bin 500 YTL tazminat aldı. Başpınar , mağduru olduğu trafik kazasından tam sekiz yıl sonra hakkına kavuşuyor. Hasmer`in kurduğu Trafik Mağdurları Derneği `nden bir de akülü araba hediyesi alan Abdurrahman Başpınar artık evinin önündeki yokuşlardan rahatlıkla çıkabiliyor.

Kadir Karakuş da Hasmer sayesinde mağduriyeti biraz olsun giderilebilen vatandaşlardan. Karakuş `un üç yaşındaki çocuğuna çocuk parkında oynadıktan sonra park dışında bir otomobil çarpıyor. Çocuk sekizde altı kusurlu bulunuyor. Aile hiçbir hakkının olmadığını sandığı çocukları için 2005`te geçirdiği kaza için 2007`de Hasmer aracılığıyla 20 bin 283 YTL tazminat alıyor. Ender Bostancı ise tek taraflı bir kazada araçta bulunan eşini kaybediyor. Üç yaşında ve üç aylık iki çocuğuyla kalıyor. Bostancı her yere başvuruyor ancak hiçbir hak elde edemiyor. Hasmer`e başvuran Bostancı sürücü sekizde sekiz oranında kusurlu olsa bile araçtaki yolcuların yasayla verilmiş bazı hakları olduğunu öğreniyor.

Açılan dava sonucunda sigorta poliçesinde belirtilen meblağ üzerinden aktüel hesaplamalar yapılmak suretiyle 60 bin YTL tazminat alıyor.

2007-12-03 05:02:29 Radikal


 Erken öten horoza 250 euro ceza

 

Vaktinden önce öten horoz sahibinin başına büyük iş açtı. Horozu gün ağarmadan öttüğü için komşularının şikayetçi olduğu çiftçiye mahkeme ceva verdi. Çiftçi itiraz etti.

İtalya `nın Bolzano bölgesinde yaşayan bir çiftçi, horozu gün ağarmadan öttüğü gerekçesiyle komşularının şikayeti üzerine İtalyan mahkemesi tarafından 250 euro para cezasına çarptırıldı.

Çiftçi, tavuk yetiştirebilmek için horoza ihtiyaç duyduğunu belirterek çaresizliğini kanıtlamaya çalıştı. Ancak başka çıkar yol bulamayan çiftçi, yerel Çiftçiler Birliği`nin desteğiyle temyiz mahkemesine başvurmaya hazırlanıyor.

2007-12-03 08:51:15 Haber7


 Eşini döven kocaya sigara içmeme cezası

 

Karakol çıkışında eşini dövdüğü gerekçesiyle mahkemece 6 ay hapis cezası verilen kocanın cezası, denetimli serbestlik uygulaması kapsamında "6 ay sigara içmemeye çevrildi.

İZMİT - Eşini döven koca, her gün karakola giderek sigara içmediğine dair imza vererek cezasını çekmeye başladı. Edinilen bilgiye göre, 2 yıl önce İstanbul "da Zeliha Ç., eşi Adem Ç ."nin kendisini sürekli dövdüğünü ileri sürerek polise başvurdu. Polis merkezi önünde çiftlerin yeniden tartışmaya başlamasının ardından Adem Ç ., eşini tokatladı ve "eşini kasten yaralama suçundan gözaltına alındı.İstanbul Pendik Sulh Ceza Mahkemesi "nde yapılan duruşmanın ardından Adem Ç ., 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme daha sonra, Adem Ç ."nin cezasını "6 ay sigara içmemeye çevirdi.

Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı Denetim Serbestlik Yardım ve Koruma Merkezi Şube Müdürlüğü "ne gönderilen Adem Ç ., her gün polis merkezine giderek sigara içmediğine dair imza atıp cezasını çekmeye başladı.

2007-12-03 16:34:00 NTV-MSNBC


 Y A Z A R L A R


 Yapıcıoğlu`na bak, kadın haklarını gör Erkek adaleti

Yargı, `Cinsel ilişki isteğini ret ve hakaret etme`yi cinayete tahrik sayarken, sadece üç hukukçu karşı çıktı, ikisi kadındı

DEMET BİLGE ERGÜN (Arşivi )

 

KOCAELİ - "Ah Ayten teyze bir bilsen.. Bir bilsen... Ama anlatamam ki.." Derince `nin Dumlupınar Mahallesi `ndeki penyecinin kapısından yorgun vücuduyla girdiğinde ağzından bu sözler dökülmüştü. Bir derdi olduğunu herkes biliyordu. Doğan Apartmanı `nın üçüncü katından yükselen seslere herkes tanıktı. Yüzündeki morlukları soranlara, başını eğip, "Yok birşey" diyordu. En yakın arkadaşından bile yediği dayakları gizlemeye çalışıyordu: "Kimse onu kötü bilsin istemiyorum, yuvam yıkılmasın..."

Türkiye günlerdir Özlem Yapıcıoğlu `nun öldürülmesiyle ilgili davada Yargıtay `ın verdiği kararı tartışıyor. Yargıtay , Özlem Yapıcıoğlu `nun kendini öldüren kocasını yataktan ittiğini belirtmiş ve bunu ceza indirimine gerekçe yapmıştı. 23 yaşında öldürülen ve bir yargı kararıyla adı gündeme gelen Özlem Yapıcıoğlu `nun kısa ama acılarla dolu bur hayat hikâyesi var.

`Yuvam yıkılmasın` diye

Özlem Yapıcıoğlu `nun maruz kaldığı şiddete rağmen `yıkılmasın` diye sonuna kadar uğraştığı yuvası 2002`de kuruldu. Gümüşhane `de babasız, zor geçen çocukluk yıllarının ardından bir akrabasının yanında Adapazarı `nda imam-hatip lisesini okudu. Taban puanları yüzünden dört yıllık bir üniversiteye girmesi zordu. Onu ve kardeşini tek başına zorlukla okutan annesine yük olmak istemiyordu. İki yıllık bir üniversite okumak yerine Kelkit `e annesinin yanına döndü. "Evlenip yeni bir hayat kurarım. Bir evim, komşularım olur" diyordu.

Yakınları `Ümit` diye birinden bahsetti. Görücü usulü de olsa, evlenmeyi kabul etti. Ümit, Antalya `da inşaat işlerinde çalışıyordu. Gelin olarak Antalya `ya gitti. Ancak daha ilk günlerden itibaren Özlem şiddetle tanıştı. Annesinin gönderdiği erzakla yemek yapabiliyorlardı. Parasız kalmışlardı. Annesi Antalya `ya gelip, durumu görünce çare aramaya başladı. İzmit Derince `de inşaat işleri yapan tanıdıkları vardı. Haber salındı. Ümit ve Özlem için bir ev tutuldu. Artık Derince `de yaşayacaklardı.

Yeni elbise giymesi yasaktı

Derince `de komşuları hemen her gece evden yükselen çığlıklara şahit

oluyordu. Ertesi gün Özlem `i bitkin gördüklerinde, ağzından tek bir söz çıkmıyordu. Soranları da "Yok bir şey" diyerek geçiştiriyordu. Zamanla samimi olduğu birkaç arkadaşına eşinin kendisine dayak attığını anlattı. Ümit, fazlasıyla kıskançtı. Yeni elbiseler giymesine bile izin vermiyordu. Bir keresinde yeni aldığı bir elbiseyi giymesine eşi kızınca, kendi yaşıtı bir komşularına hediye etmişti.

Balkonda oturmak onun için hayaldi. Sabahları balkonu yıkayıp içeri giriyordu. Namazını aksatmıyor, Kuran okuyordu. Bu arada bebekleri Elif dünyaya gelmişti. Kocası, komşularıyla görüşmesine de kısıtlama getirmişti. Ona göre, komşuları ona akıl veriyordu. Huzursuzluk çıkmasın diye arkadaşlarıyla çok daha az görüşmeye başladı. Kocası bir gün çalışsa diğer günler çalışmıyordu. Geçim sıkıntıları da sürüyordu.

`Artık dayanamıyorum`

Şiddetin dayanılmaz hal aldığı bir gün Özlem , akrabalarının yanına gitti. "Artık dayananmıyorum" dedi. Kolları, yüzü morarmıştı. Doktordan üç günlük rapor aldı ve Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı `na başvurdu. Eve dönmek istemiyordu. Ancak yakınlarının telkini ve gördüğü baskılar üzerine şikâyetini geri alıp `yuvası`na döndü. Suç duyurusu da `takipsizlikle` sonuçlandı ve dosya kapandı.

Eşi Ümit, Antalya `ya dönmek istiyor, "Orada çalışacağım" diyordu. Özlem `se Derince `de yaşamak istiyordu. Burada en azından tanıdıkları vardı. Şiddet sürerken, bir de bu sorun çıkmıştı. Bir gün eşinin isteği üzerine bebeğini alıp, Kelkit `e annesinin yanına gitti. Bir hafta sonra eşi de geldi. Kelkit `te de annesinin evde olmadığı bir gün kocası onu odunla dövünce, adeta sona yaklaştığını hissediyordu. Annesinin "Seni öldürür, dönme" ısrarlarına rağmen yine evine döndü. Üç gün sonra, yıkılmasın diye her şeyi göze aldığı yuvasında korumasız haldeydi.

Eşi cinayeti anlattı

2004 yılı, mayıs ayının son günüydü. Akşam saatlerinde komşularını gönderdikten sonra Antalya konusu yeniden açıldı. Tartışmaya başladılar. O gece yaşananları Ümit mahkemede şöyle anlatacaktı: "... yatak odasında yattığımız sırada kendisini özlediğimi söyledim, sarılmak istedim. Ama beni yataktan aşağı itti. Birkaç tane vurdum. Bana engel olmaya başlayınca, mutfaktan bıçak aldım. Yatak odasında pencerenin alt kısmında yerdeydi. Sayısını hatırlamadığım kadar bıçak darbesi vurdum. Eşim kurtulmaya çalışıyordu..."

Ama Özlem kurtulamadı. Olaydan sonra banyoda, salonda, balkon kapısında kanlı el izleri vardı. Evin içinde kurtulmaya çalışmış ancak başaramamıştı... Bir buçuk yaşındaki kızları Elif annesinin öldüdürüldüğü yatak odasındaki beşiğinde uyuyordu...

Herkes `Keşke` diyor

Özlem `in oturduğu evde şimdi başka biri oturuyor. Mahalledeki tüm kadınlar `Özlem ` deyince, önce iç geçirip, sonra başlıyor anlatmaya: "Sırrını kimseye söylemezdi. Ama biz biliyorduk. Her gün dövüyordu kocası onu. Sorduğumuzda `Yok bir şey` deyip geçiştiriyordu. Aile içi meseledir diye karışmadık. Savcılığa başvurduğu olayda eve dönmek istemediğini söylemişti. Keşke ona destek olsaydık, dönme deseydik..."

Konuşurken, Özlem `in oturduğu binanın üçüncü katına takılan gözler, buğulanıyor: "Hükümet bırakmasın o katili" derken, son sözleri "Ah canım Özlemim ah" oluyor..

Yargı `Beni öldürecek` şikâyetini bile görmemiş

Özlem `in kocası Ümit Yapıcıoğlu , olaydan sonra teslim oldu. Önce susma hakkını kullandı. Sonra dava dosyasında baştan sona etkili olacak ifadesini verdi: "Sarılmak istedim, kabul etmedi. Beni yataktan attı..."

O gece yaşananların başka tanığı yoktu. Birkaç duruşmada bu ifadesinden çark etse de dava bu ifade üzerinden yürüdü... Yargıtay `ın çok tartışılan kararını aldığı dava süreci de işte böyle başladı.

Savcılık iddianamede, sanık hakkında `Kasten adam öldürmek`ten ağırlaştırılmış müebbet hapis isterken, sanığın ifadesine dayanarak cezasında indirim uygulanmasını mahkemeden talep etti. Dosyadaki indirim tartışması da böylece başlamış oldu.

Çelişkili ifadeler

Yargılama Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesi `nde yapıldı. Yapıcıoğlu , zaman zaman çelişkili ifadeler veriyordu. İlk ifadelerinden çark edip,

"Eşimi neden öldürdüğümü bilmiyorum" dedi. Adli Tıp `a sevk edildi ve akli dengesinin yerinde olduğu saptandı. Duruşmada Yapıcıoğlu ailesinin yakınları ve komşuları tanık olarak dinlenildi. Hemen hemen hepsi ortak bir ifadede birleşiyordu: "Özlem her gün şiddet görüyor, dayak yiyor, hakarete uğruyordu."

Yapıcoğlu da bunu kabul etmişti. Bir duruşmada, tanıklar konuştuktan sonra, "Kendisini dövüyordum, ancak tanıkların anlattığı kadar değil" di-

yerek, itirafta bulunmuştu.

İki yılı aşkın bir süre sonra dava sona yaklaştı. Özlem Yapıcıoğlu `nun ailesi adına davaya katılan avukat Hüseyin Acurman, savunmalarında sık sık kadının kocası her istediğinde onun cinsel isteklerine cevap verme yükümlülüğünde olmadığını hatırlattı.

Acurman, "Kadın insandır, mal değildir" diyerek, sanığın cezasının indirilmesi yönündeki talebinin reddedilmesini istedi.

`Hayır ağır tahrik!`

Ümit Yapıcoğlu`nun avukatı Hakan Çelikkeser`se karşı savunmasında tam tersini söylüyordu: ".. sanık gecenin ilerleyen saatlerinde yatakta duran

eşinin yanına girmek istediğinde maktulün sert ve ağır sözlerine maruz kalmıştır. Sanık, evlilik birliğinin en önemli parçası olan cinsi münasebette bulunmak için eşiyle birlikte olmak istediğinde olumsuz cevaplarla birlikte tehdit edilmiş ve itilerek yataktan atılmıştır, yatağa alınmamıştır. Ağır tahrikte kalmıştır."

Duruşma savcısı bir kadın hukukçuydu. Savcı Türkan Yabancı, sanığın cezasından indirim yapılmasına karşıydı: "... maktulenin kendisine sarılmak istememesinin haksız tahrik niteliğinde bulunmadığı, maktulenin kendisine hakaret ettiğine ilişkin iddiasının kendisini suçtan kurtarmaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır.."

Dava 31 Ocak 2006`da sonuçlandı. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi , tüm tanık ifadeleri ve dosyadaki suç duyurusu başvurusuna ve hatta sanığın itirafına rağmen, Özlem `in kocası tarafından dövüldüğüne dair somut delil bulunmadığına karar verdi. Heyete göre, sanık Antalya `ya yerleşmek istemesine eşi `gereksiz` yere karşı koymuş, kocasının huzurunu kaçırmıştı. Olay gecesi yanına yanaşan kocasına olumsuz davranarak, hiddete kapılmasına neden olmuştu. Mahkeme sanık Ümit Yapıcoğlu`nu önce müebbet ağır hapis cezasına çarptırdı. Sonra da bu cezayı suçu Özlem `in tahrikleri altında işlediği gerekçesiyle 24 yıl hapse indirdi . Bu da sanığın yaklaşık dokuz yıl cezaevinde kalması anlamına geliyordu.

Kadın hâkim muhalefet etti

Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesi bu kararı oy çokluğuyla almıştı. İki erkek hâkimin imzaladığı bu karara, heyetteki kadın hâkim üye Şenay Toprak muhalefet etti. Hâkim Toprak, gerekçesinde şunları yazdı:

"... her ne kadar sanık bir kısım savunmalarında maktule olan eşinin kendisiyle cinsel ilişkiye girmeyi reddedip, yataktan atıp hakaret ettiğini savunmuş ise de yargılama sırasındaki beyanında eşini neden öldürdüğüne anlam veremediğini, pişman olduğunu beyan ederek, eşini öldürmeyi gerektirecek eşinden kaynaklanan haksız bir eylem bulunmadığını söylemiştir. Tüm beyanları ve çelişkili anlatımları karşısında, sanığın eyleminin resmi nikâhlı eşini kasten öldürmek suçunun oluştuğunu, olayda maktulden kaynaklanan herhangi haksız eylem bulunmadığı nedeniyle çoğunluğun görüşüne katılmıyorum."

Başsavcı itiraz etti

Yargılama yerel mahkemede bitmiş, Yargıtay aşaması başlamıştı. Dosya ilk olarak Yargıtay Başsavcılığı `nın önüne gitti. Savcı Seydi Kaymaz dosyayı inceledi. Kaymaz `a göre de kocaya ceza indirimi yapılamazdı: "... evlilik hayatında bir eşin her zaman diğer eşin cinsel talebini yerine getirme yükümlülüğü bulunmadığı için.."

Dosya tüm bu hukuki tartışmalardan sonra son aşama olarak Yargıtay 1. Ceza Dairesi `nin önüne gitti. Beş erkek üyenin bulunduğu daire, Özlem Yapıcıoğlu `nun kocasını yataktan atmasını, iteklemesini ve hakaret etmesini `haksız tahrik` olarak tanımladı ve kocanın cezasında indirim yapılmasını kabul etti.

Yargıtay Başsavcılığı `nın dairenin bu kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurulu `na gitme hakkı bulunuyor. Dosya genel kurulun önüne giderse, buradan çıkacak karar benzer olaylar için örnek olabilecek.

2007-12-03 05:02:27 Radikal


 Hasan PULUR      
Politika ve yargı

 

KENDİMİZİ bildik bileli ya da siyasetle uğraşan herkesin bildiği gibi, siyasi iktidarlar yargıyla pek geçinemez... Siyasi iktidar, yargıdan, gönlünden geçeni ister ya da işine geleni... Oysa yargı için esas olan, iktidarın isteği, gönlünden geçen değil, hukuktur.

Yargı kararlarının yasalara uygun olması da her zaman yeterli değildir; çünkü her iktidar kendine uygun yasayı çıkarabilir, ama bu yasalar her zaman hukuka uygun olmayabilir. Çağdaş demokrasilerde anayasa mahkemeleri bunun için vardır...

* * *

ANKARA `da iktidarla muhalefet yine yargı yüzünden birbirlerine giriyor, sorun hâkim ve savcıların nasıl atanacağı, beş yıllık avukatların kürsünün önünden arkasına nasıl geçeceği...

Hükümetin istediği, önce yazılı bir sınav, sonra mülakat...

İşte bu "mülakat"ı CHP tehlikeli buluyor, çünkü mülakatı yapacak olanlar, bakana bağlı Adalet Bakanlığı bürokratları; mülakatları istedikleri gibi ya da bakanın istediği gibi yönlendirip istediklerini kazandırır ya da kaybettirebilirler.

* * *

BAZI gazetelerin "CHP komisyon bastı" başlığıyla verdiği bu tartışma, şimdilik tatlıya bağlanmış ...

Nasıl mı?

Beş yıllık avukatlık yapanların mülakat sırasındaki "yetenek, kültür ve çağdaş yaşam anlayışı"na bakılacak...

İşte böyle tatlıya bağlanmış...

Muhteremler, siz "takiyye" diye bir kavramdan haberdar değil misiniz?

* * *

YARGIYLA, politikacının iç içe oluşunun örnekleri o kadar çoktur ki!

Bir örnek...

İlçe savcısını, Ankara `dan, Adalet Bakanlığı müsteşarı arar , Ankara `daki önemli bir politikacının ilçede davası olduğunu, davanın ne durumda olduğunu sorar. Müsteşar boğazına kadar politikaya bulaşmış biridir, Başbakan`la doğrudan konuşur, Adalet Bakanı `nı atlayarak... İlçe savcısı, müsteşarın isteğine uygun bir cevap verir:

"Şimdi gider, davaya bakan hâkimle konuşurum."

"İyi olur, hem konuş, hem de dosyanın bir özetini çıkar, bana gönder."

Savcı, hâkime durumu anlatır, ertesi gün hâkimin Ankara `ya gittiğini duyar, müsteşarı arar:

"Efendim, hâkim bey Ankara `ya hareket etmiş, size gelmiş olmasın."

"Burada, burada, dosyayı almış gelmiş, yanımda!"

İleride, müfettişlere, olayı bu şekilde anlatacak olan savcının kanaati de şudur:

"Ben müsteşar beyin hâkime baskı yaptığını duymadım, görmedim!"

* * *

POLİTİKACILAR hâkim ve savcıları Adalet Bakanı `nın memuru sanırlar.

Ama çoğu da sandıklarıyla kalır.

Her ne kadar hâkimler, bir Yargıtay Başkanı`nın ifadesiyle "Vicdan ile cüzdan arasında sıkışıp kalsalar" bile, çoğunluk sonuna kadar direnir.

Türkiye Cumhuriyeti , mevcudiyetini büyük ölçüde yargıya borçludur.

2007-12-03 06:02:40 Milliyet


 AHMET YAVUZ      
Emlak alırken vergi borcunu araştırın

 

Hızlı nüfus artışı, köyden şehre göç, insanların kiradan kurtularak kendi meskenlerine sahip olma arzuları, ciddi bir yatırım aracı olması gibi sebeplerle konuta talep sürekli artıyor.

Yeterli ve sağlıklı mesken ihtiyacını karşılamak, uzun vadelerde ödeme imkanı sağlamak, planlı şehirleşmeye katkıda bulunmak için bu alanda hukuki, mali ve vergisel düzenlemelere gitmekte fayda var. Hükümet de finansal piyasalar, inşaat sektörü ve yan sektörlerin genişlemesi yoluyla ekonomiye müspet faydalarını sağlamak, yatırımcılar için alternatif oluşturmak maksadıyla yurtdışında yıllardır kullanılan mortgage sistemini Türkiye `ye getirdi. Bu yılın başında yürürlüğe giren kanun, gayrimenkul piyasasını 2005 yılındaki kadar canlandırmasa da gayrimenkul sahibi olmak isteyen kişilere güzel fırsatlar sunuyor.

Geçen hafta Resmi Gazete `de yayımlanarak yürürlüğe giren Kat Mülkiyeti Kanunu `nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile; yapılacak binaların ve daha önce tamamlanmış yapıların çağın gereklerine ve depreme karşı güçlendirilmiş şekilde inşa edilmesi sağlanacak. Bu kanunda yapılan değişiklikle artık binaların mukavemetini azaltıcı işlemler (kiriş , kolon kesme vs.) yapılamazken, mukavemeti artırıcı tamiratlar bazı durumlarda mecbur tutuluyor. Kat mülkiyetine geçişi özendiren ve bir nevi af niteliği de taşıyan kanun, toplu yapı inşaatları için de birçok kolaylık getiriyor. Gayrimenkul ile ilgili satış, devir, bağış gibi birçok işlem beraberinde mali yükler getiriyor. Bu yüklerden biri de satın alınan gayrimenkul ile ilgili vergi ve harçlar. Gayrimenkul satış işlemlerinde harç ödeme mükellefiyetinin alıcıya mı yoksa satıcıya mı ait olduğu, gayrimenkul alınırken ne gibi hususlara dikkat edilmesi gerektiği ve alım-satımlarda özellik arz eden diğer vergisel hususlar hakkında bilgi sahibi olmakta fayda var. Çünkü bu konularda hatalı bir davranış yıllar sonra altından kalkılması zor mali külfetlerle karşı karşıya kalınmasına sebep olabiliyor.

Öncelikle satın alınacak kullanılmış (ikinci el) gayrimenkulün Emlak Vergisi borcunun olup olmadığı araştırılmalı. Emlak Vergisi , mülk sahiplerinden alınan bir tür servet vergisi. Bu vergiyi belediyeler tahsil ediyor. Emlak Vergisi Kanunu `na göre gayrimenkulün satıldığı yıl ve geçmiş yıllara ait vergisi ilke olarak satıcı tarafından ödenmeliyse de; ödenmemiş bu tür vergiler satıcılarla birlikte gayrimenkulün yeni sahibi alıcılardan da talep edilebiliyor. Gerçi alıcıların bu tür eski borçlara ait ödemeleri için satıcılara rücu hakları var. Diğer bir ifadeyle ödedikleri vergi ve gecikme cezalarını faiziyle birlikte satıcılardan talep etme hakları bulunuyor ama siz yine de gayrimenkul alırken ilgili belediyeden `borcu yoktur` yazısı almaya bakın. Böylece daha sonra satıcıyı aramak ve ödediğiniz tutarı tahsil etmek için uğraşmanıza gerek kalmamış olur.

Gayrimenkulün devir ve iktisaplarında önemli bir gider kalemi de tapu işlemlerinde alınan harçlar. Devirlerde harç alınabilmesi için gayrimenkulün ivaz mukabili, ölünceye kadar bakma akdine istinaden veya trampa hükümlerine göre devir veya iktisap edilmiş olması gerekiyor. Diğer bir ifadeyle gayrimenkulün miras gibi ivazsız (karşılıksız) bir şekilde iktisap edilmesi halinde tapu harcı alınmıyor. Ama bu gibi ivazsız iktisaplarda (edinimlerde) Veraset ve İntikal Vergisi alınıyor.

Kanuna göre gayrimenkul alanların, yıl sonuna kadar durumu ilgili belediyeye bildirmeleri gerekiyor. Alım işi yılın son üç ayı içerisinde yapılmışsa alımdan itibaren 3 ay içerisinde bildirimde bulunulabiliyor. Alıcılar Emlak Vergisi `ni müteakip yıldan itibaren ödemek zorunda. Gayrimenkulün alındığı yıla ait Emlak Vergisi satıcı tarafından ödenmeli. Örneğin 15 Kasım 2007`de kullanılmış bir daire alanların 15 Şubat 2008`e kadar dairenin bağlı bulunduğu belediyeye `Emlak Vergisi Bildirimi` vermeleri gerekiyor. 2007`ye ait Emlak Vergisi satıcı tarafından, 2008 yılı Emlak Vergisi ise alıcı tarafından ödenir.

Diğer ilginç bir ayrıntı ise eş veya çocuğa alınan gayrimenkul için ödemenin aile reisi tarafından yapılması halinde karşılıksız bir intikal oluştuğundan Veraset ve İntikal Vergisi hesaplanması gerekiyor. İvazsız gayrimenkul elde eden eş veya çocuk bu vergideki istisnayı düştükten sonra kalan tutarı gayrimenkulün hukuken iktisap edildiği (tapu senedinde yazılı olan) tarihi takip eden bir ay içerisinde vergi dairesine bildirmesi gerekiyor. Beyan edilen bu matrah üzerinden yüzde 5 ile 15 arasında vergi hesaplanır. Aile reisi nin eşi veya çocuğu için aldığı gayrimenkulün bedelini borç olarak vermesi halinde ise vergi aranmıyor.

Tapu harcını iki taraf da ödemeli

Gayrimenkulün emlak beyan değerinin binde 15`i nispetinde olan harcın hem alıcı hem de satıcı tarafından ödenmesi gerekiyor. Ama ülkemizde her iki tarafa ait harcı alıcı ödüyor. Alıcının ödemesi gereken binde 15 oranındaki harç, binde 30`a çıkıyor. Gayrimenkul alanlar da, tapuda yüksek tutarlı harç ödememek için gayrimenkulün değerini düşük gösteriyor. Harç, gayrimenkulün Emlak Vergisi `ne göre tespit edilen vergi değeri ile mükellefin beyan ettiği değer arasından yüksek olan üzerinden hesaplanıyor. Ama mevzuattaki ifade şekli gayrimenkul alış bedeli yüksek de olsa, harcın vergi değeri üzerinden hesaplanmasına prim tanıyor. Bu yüzden harç, Emlak Vergisi için tespit edilmiş bulunan vergi değeri baz alınarak beyan edildikten sonra gayrimenkulün daha yüksek fiyata alındığı tespit edilse bile idarece cezalı bir tarhiyat yapılamıyor. Ancak harcın vergi değerinden düşük beyan edilmesi halinde vergi değerine kıyasla bulunan fark kadar harç, bu harca ait ceza ve faiz daha sonra idarece aranabiliyor. Harcın tamamı peşin olarak ödenmeden tapuda işlem yapılamaz. Harcı en az vergi değeri üzerinden beyan edenler, daha sonra yaşanması muhtemel sıkıntılardan kurtulabilir. Ancak aldığı gayrimenkulü 5 yıl içerisinde satmayı düşünenlerin alış bedelini düşük tutmamalarında fayda var. Çünkü daha sonra gayrimenkulün satılmasından elde edilen hasılat istisna tutarını aşıyorsa (2007 için 6 bin YTL ) istisnayı aşan kısım Gelir Vergisi `ne tabi tutuluyor.

2007-12-03 02:02:47 Zaman


 Çağdaş Günerbüyük      
Polisin avukatı Ertuğrul Özkök

 

Haftanın en önemli tartışmalarından biri polis şiddetiydi. Önce parkta otururken polis tekmesiyle ölen genç baba, ardından trafikte polisten kaçmaya çalışırken kafasından vurulan delikanlı, gazete manşetlerine çıkacak kadar dikkat çekmişti. Aslında bu köşeye ilk yazılması planlanan satırlarda da, medyanın bu olumlu dikkat çeken tavrının sürmesini istemek yer alıyordu.

Belki de tüm ideolojik yapısına, polise laf söylemeyen, devlete toz kondurmayan, eleştiri özürlü mantığına rağmen medyanın insani yanının öne çıktığı durumlar oluyordu.

Ama Ertuğrul Özkök ’ün cumartesi günkü yazısı, “insani” olanın sınırlarını güzelce gösterdi. Çünkü Özkök, arka arkaya polisler tarafından vurulan gençlerin ne derece “suçlu” olduklarını tartışmaya açmıştı! “Her sosyal olayın mutlaka iyi yönü vardır” diyordu, sanki bilmediğimiz bir şey söyler gibi. Polisin “önüne geleni vuran bir katil topluluğu” olarak görülmesine de şiddetle itiraz ediyordu. Soru sorar gibi: “O polis linci hak etti mi”.

Hemen bütün gazetelerin polisin son dönemde “zanlı” olduğu vakaların artmasını tartıştığı, olayın meclis gündemine bile geldiği dönemde Hürriyet ’in bunu sessizlikle geçiştirmesinden kuşkulanmalıydık belki de. Üstelik bu haberlerin dikkat çektiği bir nokta, yeni hazırlanan Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu ’nun polise daha geniş yetkiler vermesi, silah çekip vurmasını kolaylaştırması üzerineydi. Hukukçular kanunun yol açabileceği tehlikelere dikkat çektiler.

Hukuktan söz edince, Ertuğrul Özkök ’ün olayda kendisine biçtiği rol akla geliyor.

Şöyle yazmış: “Bir olayda, devletin resmi bir yetkilisine tek taraflı çok ağır suçlamalar yapıldığı zaman, bir duygu beni gönüllü avukatlığa sürüklüyor.”

Madem avukat, biraz da kanun okusa, yorumlamaya çalışsa ya…

...

İki farklı kanalda grev haberi

Son yılların en büyük grevi olan Telekom grevi, hafta içinde kazanımla sonuçlandığından beri çeşitli açılardan değerlendirilmeye başlandı. İşçiler, emekçiler, sendikacılar grevi tartışıp sonuçlar çıkarıyorlar. Sonuç çıkarılması gereken alanlardan biri de, grev boyunca medyanın performansı.

Çarşamba gecesi 01.00 sularında sendika ile Telekom yönetimi arasında toplusözleşme imzalandığını, birçok kişi önce televizyonda geçen altyazılardan öğrendi. Biraz daha bekleyip haber kanallarından ayrıntıları öğrenmeye kalkanları ise, çok ilginç bir manzara bekliyordu.

İsmi lazım değil, en eski haber kanallarından biri, bütün yayınını uzunca bir süre Telekom grevine ayıran tek kanal oldu. Stüdyoda sunucudan, banttan Telekom binaları görüntülerinden ve telefon bağlantısıyla katılan kanalın muhabirinin anlatımından oluşan bir haber izledik. Ekranın altında kocaman puntolarla şu yazıyordu: “Çorbacıdan canlı”. Çünkü yılların gazetecisi, toplusözleşme imzalandıktan sonra sendikacılar ile patronların birlikte gittikleri çorbacıdan “bildiriyor”du . Ama ne bildirmek…

Bir “grev bitti” haberinden insan ne bekler? Tam bir saat bekleyip imzalanan toplusözleşmede hangi maddelerin yer aldığını, işçilerin başlangıçtaki talepleriyle, patronun söyledikleriyle ne kadar uyumlu olduğunu öğrenmek istedik. Ama boşuna. Meşhur gazeteci sürekli zaten bildiğimiz şeyleri, grevin ne kadar sürdüğünü, borsanın nasıl zorda kaldığını, grev artık bittiğine göre işçilerin sabah işbaşı yapacaklarını anlattı durdu. Tabii yalnız onları değil, gerçekten çorbacıdan canlı yayın yapıldığını bize ispatlamak için başka yerde bulamayacağımız bütün haber unsurlarını da saydı döktü! “Şu anda çorbalar bitti, tatlılar söylendi”, “Telekom CEO ’su Paul Doany eğildi yanındakinin kulağına bir şey söyledi”, “Sendikacılar aralarında şakalaşıyor”…

“Çorbacıdan canlı” yayının bir özelliği daha vardı. Bu haber kanalı 44 gün süren grev boyunca bir kez bile grev çadırlarına, işyerlerine gitmeyi denememişti ya da belki arşivden bu görüntüleri bulma zahmetine bile katlanmamıştı. Çünkü haber boyunca sürekli dönen görüntüler insansız bina görüntülerinden ibaretti.

Bir “çorbacıdan canlı” yayın böyle geçti. Belki de bu kanal, Telekom greviyle ilgili en geniş haberi kendilerinin yaptığıyla, ne kadar sıkı takip ettikleriyle övündü sonradan. Çünkü diğer kanallarda o saatte benzer bir şeyler de bulmak mümkün değildi.

Tabii ne grev boyunca yaşanan saldırılar, ne işçilerin grevi korumak için neler çektikleri, ne diğer sendikaların dayanışma etkinlikleri, ne grevin önemi, büyüklüğü, etkisi… Bu kanalın ya da diğerlerinin haberlerinden bunları anlamak o gün de, önceki 40 küsur gün de mümkün olmadı.

Ama neyse ki, bir televizyon kanalının grev haberi vermesinin “Çorbalar bitti, tatlı söylediler” istihbaratıyla ilgisi olmadığını artık iyi biliyoruz. Çünkü Hayat Televizyonu’nun grevin başından bu yana sürdürdüğü yayını gözlerimizle gördük. Üstelik Hayat Televizyonu test yayınında olan bir kanaldı. Grevin işçiler için bir okul olduğu söylenir, herhalde bu yeni kanal için de, izleyicileri için de grev bir okul oldu. İşçilerin hayatından haberler veren bir televizyonun, bir halk televizyonunun nasıl olacağına dair bir okul…

Hayat Televizyonu’nun muhabirleri hemen her gün grev çadırlarından, eylem yerlerinden haberler verdiler. Bazen yorumsuz, dakikalarca bize grev çadırlarındaki sohbeti yansıttılar. İşçilerle grevi tartıştılar, haberlerden öğrenemediğimiz, öğrendiysek de unuttuğumuz gelişmelerin derinine indiler.

Grevin bittiği hafta Hayat Televizyonu’nun test yayınının sona erip programlı yayına geçmesi, anlamlı bir rastlantı. Kanal artık yeni programlarla, 24 saatlik yayın akışıyla izleyici karşısında. Magazin dışında habere hasret olan emekçilerin heyecanına mutlaka değecek…

2007-12-03 12:52:39 Evrensel


  Şebnem Korur Fincancı      
İnsan hakları ve yargı

 

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı ’nın (TESEV ) “DemokratikleşmeProgramı”nda yer alan “Kurumsal Algı ve Zihniyet Yapıları” başlıklı araştırma dizisiçerçevesinde Prof. Dr. Mithat Sancar ve Dr. Eylem Ümit tarafından “Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları” başlıklı bir çalışma geçen hafta yapılan bir toplantıyla paylaşıldı.

Türkiye ’nin çeşitli kentlerinden 51 hâkim ve savcı ile derinlemesine mülakatlar gerçekleştirilmiş bu çalışma sırasında. “Devletin çıkarları mı, Adaletin gerekleri mi?” “Demokrasi mi, Güvenlik mi?” “Devlete Karsı Suçlar, Devlet Görevlilerinin Suçları” “Faillerin Kimliği” ve “Düşünce Özgürlüğü ,” “AB Süreci ” gibi konularda temel yaklaşım, algı ve zihniyet kalıpları araştırılmış. Bu çalışmayı yapan değerli araştırmacılara teşekkür etmek istiyorum. Uzun yıllardır insan hakları ihlalleri alanında çalışan bir hekim olarak işkencenin sona erdirilmesi ve dolayısıyla işkencede cezasızlık sorununun çözümü, kadına yönelik şiddetin önlenmesi, modern devlet kavramının karşımıza çıkarttığı “meşru” şiddetin meşruiyetinin sorgulanmasında yargının niteliği üzerine epeyce okuyup düşünmüşlüğüm, yönettiğim tezlerde kurduğumuz varsayımların olumsuzlanması ya da olumlanması sırasında karşılaştığımız yan sonuçlardan dehşete düşmüşlüğüm, tek tek olgular temelinde şaşırtıcı tanıklıklarım olmuştu. Bu araştırmayı okuduğumda, zihnimde bir çok sorunun yanıtının daha da berraklaştığını söyleyebilirim.

Görüşme yapılan yargıç ve savcıların dörtte üçü başka herhangi bir dil bilmiyormuş, yarısı öğrencilik yılları içinde hiçbir etkinliğe katılmamış, her 10 yargıç ve savcıdan yalnız biri öğrenciliğinde sinema veya tiyatro izlemiş, neredeyse tamamı hiçbir sivil toplum örgütünde yer almamış. Öğrencilik yıllarında sosyal ve kültürel etkinliklere pek katılmadıkları gibi, sonrasında da bu etkinliklere pek katılamadıkları, örneğin her 3 kişiden 2’sinin uzun yıllardır tiyatroya gitmediği, dinlenmek için ne yaparsınız sorusuna ancak her 3’ünden birinin kitap okuduğu yanıtını verdiği belirtilmiş.

Devlet ile kamu arasında yapılan seçimde çoğunluğun devletin yanında yer aldığı gözlenmiş. Bu seçime en çarpıcı örnek ise insan haklarının devletin güvenliği için tehlike oluşturabileceğini düşünenlerin bu çalışmaya katılanların yarısından fazlasını oluşturmasıdır. Anayasanın 90. maddesine 7.5.2004’te eklenen, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” şeklindeki düzenleme için ise çoğunluk bu düzenlemeyi olumsuz bulduklarını söylemişler. Bu değişikliğin iç işlerimize müdahale olduğu belirtilmiş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ’nin aldığı bazı kararlara uymaya ülkenin güvenliği açısından gönlünün el vermediğini söyleyebilmiş kimisi.

Dur ihtarına uymadığı iddiasıyla açılan ateş sonucu iki gün önce genç bir insanın ölümüne tanıklık ettik. Karakolda bir Nijeryalı polisin silahı ile vuruldu. Kaçarken yaralandığı söylenen gencecik bir insan yatağa bağlı yaşamak zorunda kaldı. Son sözünü ettiğim 2 olayda giysiler kayıp, delillerin karartılması nedeniyle yargılanan kimse var mı bilmiyorum.

Bu araştırmadan çıkan sonuçlar ile bu topraklarda işkence suçunun cezasız kalması, devletin memuru olmanın önemi çok daha iyi anlaşılır olmaktadır. Bu araştırmada devlet algısı üzerine kurulmuş sorular yer almaktadır ve verilen yanıtlar gerçekten hukuk fakültelerindeki öğrenimin de yeniden ele alınmasının ne denli gerekli olduğunu hepimize göstermektedir. Bir başka kimliği, toplumsal cinsiyet algısını sorgulayan kapsamlı bir başka çalışmaya da fazlasıyla gereksinimimiz olduğu, evlilik içi tecavüze direnen kadını öldüren kocaya verilen “tahrik” indiriminde görülebilmektedir. Elbette devlet algısı toplumsal cinsiyetin binlerce yıllık erkek kimliğine de ışık tutmaktadır, ancak gerek bu araştırma, gerekse yapılacak diğer çalışmalar meslek yüksek okulu düzeyine indirilen her alandaki üniversite öğrenimlerinin yeniden şekillendirilmesi için bir zorunluluk olarak kendisini kuvvetle hissettirmektedir.

2007-12-03 12:52:40 Evrensel


Hasan Hüseyin Evin      
Telekom grevi öğrettikleri ve sonrası…

 

Telekom işçilerinin birlik ve kararlılıkla sürdürdükleri grev 44. günün sonunda sendikanın tüm taleplerinin işveren tarafından kabul edilmesiyle sonuçlandı.

İşverenin; Çalışma Bakanlığı , güvenlik güçleri, yargı ve sermaye medyasının da desteği ile grevi kırmak için başvurduğu türlü yollar, taşeron işçilerin örgütlü işçilere karşı kullanılması, grevci işçilerin sabotajcılıkla suçlanması, gözaltılar, tutuklamalar vb. yıldırma çabalarına karşı işçiler grevi kararlılıkla ve inançla sürdürdüler ve başarıyla noktaladılar.

Bu grev, sendika bürokrasisinin “işçiler mücadele etmek istemiyorlar”, “Biz karar alsak da işçiler greve katılmak istemezler” şeklindeki işçileri suçlayarak mücadeleden kaçma taktiklerini ve sözleşmeleri patronlarla anlaşarak yukarılarda hazırlayıp adeta işçilerden habersiz bağıtlama anlayışını bundan böyle uygulanamaz hale getiren bir etki yarattı ve işçilerin örgütlenerek mücadele ettiklerinde kazanabileceklerini dosta ve düşmana gösterdi.

Grev, sözleşme taslakları işyerlerinde tartışılarak hazırlanır, işçilerin talepleri sözleşme taslaklarında yer alır ve işçiler uyuşmazlık halinde greve de önceden hazırlanırsa işçilerin hem sendikalarına güvendiklerini, hem de çağrılara karşılık verdiklerini, tereddütsüz mücadeleye atıldıklarını da kanıtladı.

T. Haber-İş Sendikası ’nda örgütlü Telekom işçileri grevi sürdürürken kendilerini yasaların dar kalıpları ve yasakları ile sınırlamadılar. Grev hakkının özüne ve hukuka aykırı yasaklar yerine hakkın kullanımını esas alarak “Haklar yasalardan önce gelir” inancıyla ve yaptıkları grevin haklılığına ve meşruluğuna inanarak greve çıktılar. Grevi bu inançla sürdürdüler ve kazandılar.

Telekom işçileri grev sonucunda;

* İşçileri bölmeye çalışan kapsam içi-kapsam dışı ayrımının ve esnek çalışmanın sözleşmeye girmesini engellediler.

* Sözleşmeye en geç Mart -2008’de eşit işe eşit ücret uygulamasını güvenceye alacak şekilde hüküm koydurarak çalışma koşulları ve örgütlenme hakkının korunması bakımından önemli kazanımlar sağladılar.

* İlk yıl yüzde 10, ikinci yıl yüzde 6 artı enflasyon farkı ve ayrıca ücretler arasındaki farkı gidermek için 30 trilyon YTL . (işçi başına yaklaşık yüzde 6.5) ve seyyanen her işçiye 200 YTL ödeme yapılmasını sağlayarak ücret yönünden kazanımlar elde ettiler .

* Grev sürecinde gerçek dostlarını ve düşmanlarını da tanıma fırsatı buldular.

Bunlar Telekom işçilerinin kazandıkları.

Grev, Türkiye işçi sınıfına, sendikalara ve tüm halkımıza da çok şey kazandırdı.

Grev hakkının nasıl kullanılabileceği pratik olarak gösterildi. Sınıf dayanışmasının ve emek basınının gücü ve önemi bir kez daha somut olarak görüldü, anlaşıldı.

Uzlaşmacı ve sosyal diyalogcu sendikacılık ile mücadeleci sendikacılık anlayışlarının karşılaştırılması fırsatı grevle birlikte yakalandı.

Örgütlü olarak mücadele edildiğinde kazanmanın tüm koşullarının var olduğu yaşayarak görüldü.

Şimdi sırada sınıfın örgütlü ve örgütsüz tüm kesimlerini doğrudan etkileyecek olan asgari ücretin tespiti, diğer bir deyişle sınıfın en büyük toplusözleşmesi var.

Asgari ücretin hangi ölçütlere göre ve hangi miktarda belirlenmesi gerektiği sendikalı-sendikasız tüm işyerlerinde tartışılarak, işçilerin talepleri işçi basını ve diğer araçlarla (bildiri, basın açıklamaları, vb) kamuoyu gündemine taşınır ve taleplerin savunulması sürekli ve etkin olarak sürdürülürse asgari ücretin bir ailenin asgari gereksinmelerini karşılayacak miktarda belirlenmesi de sağlanabilir.

Aksi halde ise; patronlar ve temsilcilerine yeni saldırılar için cesaret verilmiş olacaktır.

Telekom işçilerinin kazanımında önemli ve belirleyici paya sahip T. Haber-İş İstanbul 1 No’lu Şube’nin Başkanı Levent Dokuyucu ’nun anlatımına göre:

Gayrettepe ’de kurulan grev çadırının etrafında bir vatandaş habire dolaşıp çadıra bakıyormuş. İşçiler “Amca ne arıyorsun?” demişler. Vatandaş da “Bayram için kurban alacağım. Burası kurban çadırı değil mi?” demiş.

Kendilerinin ve sınıf kardeşlerinin kurbanlık olmadıklarını kanıtlayan Telekom işçilerini kutluyoruz. İşçi sınıfımıza ve sendikalara örnek olsun.

2007-12-03 12:52:40 Evrensel


İlan, reklam, yerli, yabancı
VERGİ ve HUKUK / Hakan Üzeltürk
 
 
Vergi nasıl konulur diye merak edenlere bir vergi koyma hikayesi. Buyrun:
 
Sivas Belediyesi `nin internet sitesindeki açıklamaya göre, kasım ayı toplantısında, 2008 yılı gelir tarifeleri konusunda, Meclis Plan ve Bütçe komisyonu`nca gerekli incelemeler yapılarak bir rapor hazırlandı. Belediye meclisinin raporu incelemesi sonucu, 5393 sayılı Belediye Kanunu `nun 18. maddesinin f bendi ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu `nun 97. maddesine istinaden Sivas Belediyesi `nce uygulanacak olan 2008 yılı gelir tarifelerinin kabulüne yapılan oylamada oy çokluğu ile karar verildi.
 
Bu kapsamda bir açıklama yapan belediye başkanı, işyerlerine Türkçe olmayan isimler konulmasının dil kirliliğini artırdığını, işyeri ve tabelalardaki dil kirliliğini önlemek için belediyelere büyük görevler düştüğünü, bu nedenle yüksek tabela vergisi alınacağını, bu çerçevede belediye meclisinin karar verdiğini ifade ederek, yüksek tabela vergisinin işyeri adları ve tabelalarda görülen dil kirliliğini önleyeceğini söyledi.
 
Sivas Belediye Meclisi `nin almış olduğu bu karar çerçevesinde, 2008 yılında uygulanacak tarifeler de şu şekilde belirlenmiş:
 
1-a) Dükkan, ticaret ve sanayi müesseseleri ve serbest meslek erbabınca çeşitli yerlere asılan ve takılan her türlü, levha, yazı ve resim gibi ışıksız sabit bütün ilan ve reklamların yıllık olarak metrekaresinden 25 YTL .-,
 
1-b) Tescilli markalar hariç yabancı firma ya da ürün ismini kullanan işyerlerinde ışıksız ilan ve reklamların yıllık olarak metrekaresinden 100 YTL .-,
 
2-) Motorlu taşıt ve araçların içine ve dışına konulan ilan ve reklamların yıllık olarak metrekaresinden 35 YTL .-,
 
3-) Cadde, sokak ve kaldırım üzerine gerilen; binaların cephe ve camlarına asılan bez, pankart vb. maddeler vasıtasıyla yapılan geçici mahiyetteki ilan ve reklamların metrekaresinden (haftalık olarak) 10 YTL .-,
 
4-a) Işıklı ve projeksiyonlu ilan ve reklamların metrekaresinden (yıllık olarak) 35 YTL .-,
 
4-b) Tescilli markalar hariç yabancı firma ya da ürün ismini kullanan işyerlerinde yıllık olarak ışıklı ilan reklamların metrekaresinden 100 YTL .- alınacak.
 
Hikaye bu. Şimdi konuyla ilgili kanuni düzenlemelere bakalım.
 
Alınan kararın dayanağı olarak gösterilen 5393 sayılı Belediye Kanunu `nun 18. maddesinin f bendi şöyle:
 
Madde 18- Belediye meclisi`nin görev ve yetkileri şunlardır:
 
f) Kanunlarda vergi, resim, harç ve katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı hizmetler için uygulanacak ücret tarifesini belirlemek.
 
Diğer atıf yapılan madde ise 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu `nun 97. maddesi:
 
Madde 97- Belediyeler bu kanunda harç veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkilidir.
 
Aynı kanunun 12. maddesine göre "Belediye sınırları ile mücavir alanları içinde yapılan her türlü ilan ve reklam, İlan ve Reklam Vergisi `ne tabidir."
 
Şimdi de Sivas Belediyesi `ne sorularımızı aktaralım. Cevaplanırsa yayınlarım. Bu arada konuya sadece vergi ve hukuk açısından bakıldığını hatırlatmak isterim:
 
1.Belediye meclisi yukarıda aktardığımız 5393 sayılı kanunun 18. maddesinin f bendini neden dayanak olarak almıştır? Ücret kavramı konusunda bir yanlış anlama olabilir mi?
 
2.Dil kirliliği olarak belirtilen yabancı isimlerdeki tabelaların sayısının yüksek vergilerle önleneceğini düşünen bir belediye olarak Anayasamız `ın 10. ve 73. maddelerini okuma imkanınız oldu mu? Olduysa kararınız sırasında bu konular gündeme geldi mi?
 
3.Bu konuda kararın oy çokluğuyla alındığı yazılmıştır? Bu karara karşı olanlar ne düşünmektedirler? Bu karara neden karşıdırlar?
 
4.Yabancı firma ve ürün adlarını nasıl belirleyeceksiniz? Sadece adlarına bakıp mı karar vereceksiniz? Bu kapsamda tabelalardaki Arapça ve Farsça adlar da yabancı sayılacak mıdır?
 
5.Bu durumun şehrin ticaretine olan mali ve psikolojik etkileri konusunda ne söyleyebilirsiniz?
 
2007-12-03 09:39:37 Dünya

Yıldırım Türker      
Hukuk mukuk dinlemezler

 

Kendinizi emniyette hissediyor musunuz?

Bir vatandaş olarak, toplumsal bir varlık olarak hayatınızın, haklarınızın güvence altında olduğunu bilmenin huzuru içinde kendiniz ve yakınlarınız için kaygılanmadan geçirebildiğiniz bir gün oluyor mu?

Yoksa yüce Türk milletinin bir ferdi olarak size sunulan yoksul aşı gurura kaşık sallayıp korkulardan örülü bir varoluşu sürüklediğinizin farkında mısınız?

Elbette, bu yönelttiğim soru tamamıyla retorik. Hele şu zifiri karanlık günlerde.

Yüce Türk adaletinin durumu üstüne yakın zamanda yayımlanan bir çalışmanın sonuçları:

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV ) Ankara Üniversitesi , Hukuk Fakültesi `nden araştırmacı Mithat Sancar ve asistanı Eylem Ümit`in hazırladığı `Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları` raporunu açıkladı.

Çalışma, 51 hâkim ve savcıyla yüz yüze mülakat şeklinde gerçekleştirilmiş.

İsmail Saymaz , sonuçları gazetemizde kapsamlı bir şekilde özetlemişti. Bir kez daha birlikte bakmamızda yarar var.

32 hâkim ve savcıya göre adalet, yurttaş, toplumsal barış, devlet, demokrasi gibi kavramlar yargılama sırasında karşı karşıya gelebilir.

26`sına göre insan hakları devlet açısından tehdit oluşturabilir.

19`una göre devlete karşı işlenmiş suçlarla devlet görevlileri tarafından işlenmiş suçlara karşı yaklaşımda farklılık var. 14`ü bunun böyle olması gerektiğini savunuyor.

27`si karar verirken temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmaları göz önüne almıyor.

33`ü AİHM `nin Türkiye hakkında verdiği kararları basından izliyor.

25`i AİHM kararlarından dolayı yargılamanın yenilenmesini olumsuz buluyor.

32`sine göre AİHM kararları Türkiye `ye karşı önyargılı.

Sekizi 301. maddenin kaldırılmasını, 13`ü kalmasını istiyor.

30`una göre AB uyum yasaları çerçevesindeki düzenlemeler insan hakları gelişimi açısından olumlu.

13`ü yenilikleri ülke koşullarına uygun bulmuyor.

17`sine göre AB sürecinde milli değerler korunmalı.

34`ü yeni anayasaya ihtiyaç duyulduğunu vurguluyor.

Yapılan mülakatlar sırasında fevkalâde sarsıcı kimi cümleler sarf edilmiş. Yargının başındakilerin de yurttan sesler korosundan farklı

bir repertuvarı olmadığını görmek tüyler ürpertici elbet:

Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem.

Devletim olmadıktan sonra bireysel özgürlüğüm işe yaramaz.

Devletin nesini koruyacaksınız? Devletten önce yurttaşı koruyun.

Biz biraz Yargıtaycıyız.

(Milletlerarası anlaşmalar) Valla bu sistemimize müdahaledir yani.

(AİHM kararları) Çok çirkin buluyorum. Eğer beğenilmeyecek

bir yargı kuralı ihlali varsa biz değiştirelim , AİHM talimat vermesin.

(Failin kimliği) Bavul ticareti için ülkemizde bulunan yabancı

bir kadına tecavüz edilmişti.

Heyetteki üyelerden biri `Ne yapalım, onlar da bizim kadınlarımıza

Kosova `da tecavüz ettiler ` demişti.

Çok şaşırmıştım.

(Devlet görevlisi sanığa anlayışlı davranma) Öyle bir eğilim var. Biz vatan millet sakarya diye yetiştirilmişiz. Halbuki bireyin merkez olduğu bir toplum daha müreffeh olur.

Polis tabii vurur

Mithat Sancar , araştırma sonuçlarını yorumlarken şunları söylüyor: "Yargıç belli bir ön anlayışa sahip ve ön anlayış ön kararı da cisimleştiriyor. İki türlü ön anlayış var. Birincisi genel ön anlayış ki hepimizin sahip olduğu ideolojiye yargıçlar da sahip. İkincisi spesifik

ön anlayış. Örneğin devlete karşı işlenmiş suçlarda yargıcın bir önyargısı var. İç denetimle engellenecek bir durum değil... Yargının eleştirilmesi zor. Yine Yargının kendi koyduğu bunu engelleyen kurallar var. Ayrıca Yargının kuşatıldığı kutsallık halesi, `Şeriatın kestiği parmak acımaz` gibi kemikleşmiş algılar var."

Yargıç Beyhan Güler dünkü Radikal İki `deki `Öç , üçüncü göz ve adalet` adlı mükemmel yazısında yargıcın üçüncü kişi olabilmesinin hayati zorunluluğunu vurguladıktan sonra "Sadece, her türlü önyargıyı, siyasal bakışı özellikle de yargılamanın öznelerine ait kimlikler üzerinden politika üreten yaklaşımları bir yana bırakarak, adaletin dilini konuşmayı başarabilen yargıçlar , şiddetin dilini konuşan otoritelerin egemenliğini sonlandırabilir. Zira adaletin adaletten başka hiçbir sorunu yoktur, hatta kimlik, inanç veya siyaset sorunu da. Çünkü adalet de tıpkı Tevfik Fikret `in yıllar öncesinden seslendiği gibi "Milletim nev-i beşerdir, vatanım ruy-i zamen" (milletim insan türüdür, vatanım yeryüzü) diyor ve bu derin sesi duyup çığlığa çevirebilecek olanlarsa yalnızca yargıçlardır. Tam da şimdi, siyasetin rüzgârı nereden eserse essin, tek kaygısı adalet olan, biçilmiş başka hiçbir görevi kabul etmeyen çığlıklara kuvvetle ihtiyaç duyuyoruz, çünkü doğru sesi gürültüden ayırmanın tek yolu budur" diyor.

Oysa uzun zamandır siyasetin yargı üzerinden yapıldığını inkâr etmek ne mümkün. AKP `nin laisizme tehdit oluşturabileceği kaygısına karşı bir silah olarak kullanılan yargı da `önce devlet` hükmüyle işliyor. Öte yandan iş bitirici, pragmatik, etikten nasibini almamış politika anlayışıyla AKP , kendini kuşatmış olan yargıyı ele geçirmek için hâkim ve savcıların mülakatla alınmasını öngören kanun tasarısını Meclis `ten geçirerek

ikbal avcılığı yapıyor.

Bununla kalmıyor, Emniyet müdürlerini gözbebeği gibi sakınıp saklıyor. Yeni kanunlarla polisin yetki alanını genişletip geçmişi `münferit` katliamlar, işkenceler ve envai çeşit vahşet uygulamasıyla dolu polisin ağzına bir parmak bal çalmış oluyor. Böylelikle MC hükümetlerinden en ufak bir farkı olmadığını da kanıtlıyor. Demokrasi, hak ve özgürlükler konusunda en ufak bir hassasiyeti olmayan AKP , geleceğini AB `de gördüğü için sadece dükkânını iyi yerde kurma gayreti içinde birkaç gönülsüz reforma imza atsa da polis devletinin başına geçip zaten içler acısı durumda olan yargının kapısını da tutma gayretinde.

Sonuç olarak, sokağa çıkarken, çocuklarımızı okula yollarken, hayatın her anında içimiz titreyerek, mahkeme kapılarına, polis coplarının altına düşmemek; yakınlarımızın, öfkesine gem vuramayan bir polisin tekmesi, kurşunuyla katledilmemesi için tanrılarımıza yalvarıyoruz. Yargının, yargıcın `Ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem` diyebildiği bu tuhaf ülkede polisin de kendinde olmayan haklar vehmetmesini yadırgamanın ne kadar abes olduğu ortada.

İşkenceci polislere hâlâ dokunulamıyor. Yargı, gözü dönmüş devlet memurlarının yanında.

Hali vakti yerinde olduğu belli, altında kocaman cipi olan bir genci durdurabilmek için kafasından vuran polisin bir parkta oturan yoksul kılıklı birini hiç düşünmeden bir tekmede öldürebileceğini iyi biliyoruz. Ama kime sığınacağız? Emniyet müdürleri henüz öldürülenlerin kanı yerdeyken memurunu korumak adına gerçekleri örtbas eden demeçler veriyor.

İşkence, polis, adli tıp ve yargı zincirinde cezasız kalıyor. Hukuk mukuk dinlemeyenler hukuku temsil ediyor. Bu millete hâlâ sığınacak bir saçakaltı yok.

2007-12-03 05:02:26 Radikal

 

 

 

 

Canım Babam Hasan ÖZDERIN ’in Aziz Hatırasına,

( 13 Aralık 2004 – Söz Eylemini Yitirdi...)

 

OZDERIN, M.

 

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages